Cumhuriyetin 10. kuruluş yıl dönümünde, 29 Ekim 1933 tarihinde, Ankara’da Fenerbahçe ile İzmirspor arasında oynanacak müsabaka, 1933 yılının Türkiye Şampiyonu’nu belirleyecekti. Cumhuriyet bayramında şampiyonluk hesaplarıyla karşı karşıya gelen iki takım, maçın yarıda kalması yüzünden ikinci maçı 10 Kasım’da oynadılar ve Fenerbahçe şampiyon oldu. Tarih sabit fakat 10 Kasım’da herhangi bir şey kutlamak hiçbirimizin içinden gelmiyor. O yüzden bu anlamlı günde, Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıl dönümünde ilk Türkiye Şampiyonluğumuzu da kutlayalım istedik. İşte gazetelerden 1933 Türkiye Şampiyonluğu finali…
Fenerbahçe ile İzmirspor Arasındaki Maç Yarıda Kaldı
Gelecek Hafta İzmir’de Yeniden Yapılacak
Ankara 29 (A.A.) – Bugün Türkiye şampiyonasının final maçına saat 15’te Fenerbahçe ve İzmirspor takımları arasında başlanmıştır. Her iki takım maruf teşekküllerini muhafaza ediyorlardı. Hakem futbol federasyonu azasından Kemal Halim Bey’di.
Birinci haftaymda Fenerbahçe çok bozuk bir oyun gösterdi, hatlar ağır işliyor, muntazam pas namına bir şeyler görünmüyordu. Üst üste yaptığı dört maçın tesiriyle Fener’in o muntazam mekanizması bozulmuş, yerine adeta iptidai denebilecek bir oyun kaim olmuştu.
Buna mukabil İzmir takımı daha canlı bir oyun gösteriyordu. Hele yirmi yedinci dakikada Fener muavinlerinden birinin kendi kalesine gol yapması İzmirspor’da sahhar bir tesir husule getirdi. Devenin son on sekizinci dakikasını İzmir şampiyonu fevkalade addedilebilecek güzel bir oyunla geçirdi. Bu kadar mesainin ve yüksek oyunun sayı vermemesi Fener müdafaasının lehine olduğu nispette İzmir akıncılarının da aleyhine kaydedilecek bir hadisedir.
İkinci devre başladığı vakit Fenerbahçe’nin bu betaetten silkinerek başka bir oyun göstereceğini tahmin edenler çoktu. Filhakika Fener yavaş yavaş açılmaya başladı. İzmir aynı oyuna devam etmekle beraber şimdi Fener’in hatlarında bir ahenk ve bir azim görülüyordu. Muhacim hattı taarruza başlamıştır. Akınlar, daha pek müessir bir şekil almış olmakla beraber, birbirini takip ediyor ve İzmir kalesi önünde tehlikeli vaziyetler ihdas ediyordu.
Bu sırada bir hadise oldu. Devrenin tam onuncu dakikasında hakem Kemal Halim Bey bir düdükle oyunu tevkif ederek yere düştü. Etraftan koşanlar kendisinin bir ıstırap içinde kıvranmakta olduğun ve ayağının şişmiş bulunduğunu gördüler. Oyunu idare edemeyeceği anlaşılınca yeni bir hakem için yapıla teşebbüsat maçı 20 dakikalık bir teahhura uğrattı. Nihayet kura neticesinde maçın Kemal Rıfat Bey tarafından idaresi takarrür etti ve oyuna tekrar başlanıldı.
Vakit çok geçmiş, hava oldukça kararmaya başlamıştı. Fener gene hücumlarına devam ediyordu. Henüz dokuz dakika olmuştu ki bir Fener akını esnasında topa el ile dokunulması hakemin bir ceza vuruşu hükmetmesiyle neticelendi. İzmir takımı buna itiraz etti. Oyuncular arasında başlayan münakaşa üzerine hakem, ahali sahayı işgal ederek oyunun devamı imkanını büsbütün selbetmiş ve bu sırada karanlık da tamamen basmış olduğundan sert bir düdükle oyunun hitamını herkese tefhim etti. Tarafeyn bir netice istihsal etmeden sahayı terk ettiler.
İzmirspor’u bugünkü çok muvaffakıyetli oyunundan dolayı tebrik etmek iktiza eder. Takım, gösterdiği enerji ve kabiliyetle, profesyonel bir Macar takımını andırmakta idi. Oyuncuların yer tutmaları, pas vermeleri, top kesmeleri ve süratli paslarla ilerlemeleri cidden nefis bir manzara teşkil ediyordu.
Fenerbahçe takımı ise dört beş senedir oynadığı oyunların hiçbiri ile kabili kıyas olamayacak derecede fena oynamıştır. Bunda yorgunluğun bir hissesi olmakla beraber hakemin idare tarzından mütevellit bir sinirliliğin tesiri vardır. Bu oyun, normal şerait dahilinde cereyan etse, ikinci haftaymda biraz düzelmesi beklenilebilirdi. Takımın hatlarında yavaş yavaş bir intizam ve tesanüt görünmeye de başlamıştı, fakat mütemadi inkıtalar ve bilahare son hadise buna meydan bırakmadı.
Maçtan sonra iki taraf beraber yemek yiyerek vaziyeti tetkik ettiler. Oyunun muntazam şerait altında tekrarı hususunda mutabık kalarak Avrupa’dan celbedilecek bir hakemin idaresi altında İzmir veya İstanbul’da oynanmasını kabul ettiler. Çekilen kura İzmir’e isabet ettiğinden Türkiye futbol şampiyonasının final maçının Fenerbahçe ve İzmirspor takımları arasında 10 Teşrinisani 1933 Cuma günü İzmir’de oynanması takarrür etmiştir. Keyfiyet federasyonca da tasvip edilmiştir.
31 Ekim 1933 – Cumhuriyet
Federasyonun Tebliği
Türkiye Futbol Federasyonu zirdeki tebliğin neşrine Anadolu Ajansını memur etmiştir.
Türkiye Futbol Federasyonu’ndan:
Bugün 29 Teşrinievvel 933 Cumhuriyet Bayramı günü saat 15’de başlayan Fenerbahçe-İzmirspor müsabakası ilk haftaymda onuncu dakikasında maç hakemi olan Kemal Halim Bey’in maçı idare edemeyecek derecede bacağından krampa uğradığını bildirmesi ve idareye devam edememesi üzerine iki tarafın namzetleri arasında çekilen kura neticesinde Kemal Rıfat Bey maçı idareye başlamış ve dokuz dakika devamdan sonra İzmirspor aleyhine bir penaltıya hükmetmiş ise de halkın sahayı işgal etmesi ve vaktin gecikmiş olması dolayısıyla maçın devamına imkan hasıl olmadığını hakem bildirmiştir.
Karar:
İttifak ikinci reisi Beyazıt mebusu Halit Beyefendi ile federasyonumuz tarafından ittihaz edilip gerek İzmirspor ve gerek Fenerbahçe salahiyettar mümesillerinin inzimamı muvafakitiyle tespit edilen karar şekli şudur:
Türkiye Futbol Birinciliği final müsabakası 10 Teşrinisani 1933 Cuma günü İzmir Alsancak sahasında icra olunacağı kura ile tespit edilmiştir.
Final maçı hakemi beynelmilel federasyon hakem listesinde kayıtlı bulunan ecnebi federasyon hakemlerinden biri olacaktır.
Fenerbahçe’nin 1959 öncesi şampiyonlukları için “Bunlar sayılamaz” diyenlerin tutunduğu en büyük safsata, “3-4 maç oynayarak şampiyon oldular” cümlesi idi… Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin 28 Türkiye şampiyonluğu için oynadığı tam 866 maç ve detayları…
Futbol Federasyonu Milli Lig fikstürünü dün ilân etmiştir.
21 Şubat’ta başlayarak 7 Haziran’da sona erecek olan Milli Lig’de 112 maç oynanacaktır. Bunlardan 56’sı İstanbul’da, 28’i İzmir’de ve 28’i de Ankara’da yapılacaktır.
Müsabakalarda Beynelmilel Federasyonun son toplantısında aldığı karara sadık kalınarak ilk devrenin sonuna kadar biri kaleci olmak üzere iki oyuncu değiştirilebilecektir.
Milli Ligin ilk haftasında İstanbul’dan Galatasaray, Adalet Ankara’ya, Beşiktaş’la Beykoz ise İzmir’e deplâse olacak, Fenerbahçe ve İstanbulspor da İstanbul’da iki Ankara takımıyla karşılaşacaklardır.
Milli Lig talimatının metni aşağıdadır:
Milli Lig Talimatı
Ankara, Hususi
Türkiye milli ligi Ankara, İzmir ve İstanbul bölgeleri profesyonel takımları arasında deplasmanlı lig usulü ile tertiplenmiştir.
Müsabakalar, milletlerarası futbol kaideleri ve futbol müsabaka talimatnamesi hükümleri dairesinde oynanır.
Bu lige İstanbul’dan 8, Ankara ve İzmir’den 4’er takım olmak üzere 16 kulüp iştirak edecektir.
Bu seneye mahsus olmak üzere Türkiye milli ligi iki gruba ayrılmıştır.
Gruplar kırmızı ve beyaz olarak isimlendirilmiş olup kur’a ile tespit edilmiştir. Kırmızı Grup: Galatasaray, Karagümrük, Adalet, Vefa, Demirspor, Gençlerbirliği, Karşıyaka, Göztepe. Beyaz Grup: Fenerbahçe, İstanbulspor, Beşiktaş, Beykoz, Hacettepe, Ankaragücü, Altay, İzmirspor takımlarından teşekkül eder.
Kırmızı ve beyaz grup maçlarının sonunda en çok puan alan iki takım kendi gruplarının birincisi olurlar.
Kırmızı ve beyaz grup birincileri iki maç yaparak Türkiye milli lig şampiyonunu tayin ederler.
Bu maçlardan biri kırmızı grup şampiyonu olan takımın bölgesinde, diğeri beyaz grup şampiyonu olan takımın bölgesinde yapılır. Bu iki maçın sonunda en çok puan alan takım, Türkiye milli ligi şampiyonu olur. Puanların müsavatı halinde averaj esastır. Averajların müsavatı hâlinde bitaraf bir bölgede üçüncü bir maç yapılır.
Türkiye milli ligi şampiyonu olan takım, Avrupa Şampiyon Kulüpler Turnuvasında Türkiye’yi temsil etmek hakkını kazanır ve kendisine gümüş bir kupa verilir.
Oyuncu değiştirme hali: Müsabakalarda maç devamınca kaleci her an değiştirilebilir. Değiştirilen kaleci yerine başka bir kaleci alınamaz. Maç devamınca kaleci haricinde yalnız birinci devre nihayetine kadar bir oyuncu değişebilir.
“Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.
Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…
“Büyük” Fikret Arıcan Albümü
1911 yılında Kızıltoprak’la Feneryolu arasında bir evde doğmuşum. Anne tarafım Kadıköylü, baba tarafım Rumelihisarlı. Benden üç yıl sonra da kardeşim Semih aynı evde dünyaya gelmiş. Her ikimiz de küçüklüğümüzü bu yerde geçirdik. Ancak Çanakkale Savaşları’nın kritik bir döneminde bir yıl için Ankara’ya giderek orada oturduk. Böylece Kadıköy’deki evimizi bırakmıştık. Dönüşte büyükbabamın Rumelihisarı’ndaki evinde 10 yaşına kadar kaldım. Ancak yazları dedemin Kadıköy’ünde ve Kızıltoprak’taki evine gelir, kışları Rumelihisarı’na dönerdim. Çocukluğumun bu devresinde top nedir bilmezdim. Hatta hiç görmemiştim bile… Beşiktaş’ın başarılı yöneticisi Sadri Usuoğlu, Rumelihisarı’nda evimizin az aşağısında oturuyordu. Yıllar sonra karşılaştık. Birbirimizi ancak o zaman tanıdık. İstiklal Savaşı’nın sonlarında, artık ailemiz büyüklerinin ayrıldıkları bir sırada Kadıköy Bahariye’de Cevizlik denen yerde bir ev alarak oraya yerleştik.Sene 1929… İsmail Hakkı Tekçe’nin davetlisi olarak Ankara’ya gittik. O gün Muhafızgücü ile yaptığımız maçı 3-1 kazanmıştık. Ve bir golü de ben attım. Fotoğrafta, takım arkadaşlarım ve Muhafızgüçlü futbolcular bir arada…1929-1930 sezonunda şampiyon on biri soldan sağa ayaktakiler: Mehmet Reşat Nayır, Zeki Rıza Sporel, Kadri Göktulga, Alaaddin Baydar, Niyazi Sel, Muzaffer Çizer, Fikret Arıcan… Oturanlar: Şevket Soley, Hüsnü Teoman, Ziya Atamer…Fenerbahçe’deki ilk maçlarım… Sene 1927… Bekirli takım İzmir yolunda… Soldan sağa ayaktakiler: Kadri Göktulga, Bedri Gürsoy, Zeki Rıza Sporel, Bekir Refet Teker, Hüsnü Teoman, Cafer Çağatay, Füruzan Şansal, Nevzat Alpagut, Rıza. Oturanlar: Cevat Sayit, Fikret Arıcan, Nihat, Nedim Kaleci…Fenerbahçe, hep Ankara – İzmir arasında mekik dokurdu… İşte bu seyahatlerden birinde Lütfü Boyer, ben ve Mehmet Reşat Nayır görülüyor…Üstte… 1928 Olimpiyatlarına katılan futbol millı takımımız elemanları Peşte garında… Soldan sağa ayaktakiler: Vahap Özaltay, Burhan, Beykoz’lu Şekip, Sadi, Sabih Arca, Arap Hüsnü, İsmet Uluğ, merhum Şeref, Dr. Fodor (Macaristan Futbol Federasyonu Başkanı), Zıt Kemal, ben, Cevat, Burhan, Baron Fevzi, Refik Osman Top, Zeki Rıza Sporel, Hüsnü. Oturanlar: Şükrü, Selahattin, Suphi, Nevzat, Talat, Alaaddin…Arkadaşlarımdan bir grup beni olimpiyatlara uğurlamak için Sirkeci Garı’na gelmişti… Soldan sağa: Hikmet Mocuk, Saip, İzzet, ben, Selman Yörük, Cemal, amigo Behiç’in babası Selahattin… Oturanlar: Mehmet, Reşat, Suat, Cezmi ve Nevzat…Fikret ArıcanRahmetli Zeki Rıza’nın kendi oynadığı devirde takım kaptanlığını bana vermişti… Fotoğrafta, Fenerbahçe takımı Macar Boçkay ile yaptığı maça benim kaptanlığımda çıkarken görülüyor…Bir İstanbulspor maçı öncesi… İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy ve ben…Bir zamanların ünlü Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak ile Muhtar Uygur’un kafile başkanlığında İzmir muhteliti ile yaptığımız maç öncesi… Ayaktakiler soldan sağa: Orhan Şeref Apak, Sadi, Muhtar Uygur, Halil, Hasan Ekin, Muzaffer, Hüsnü, Rebii Erkal, Saim, Ben, Burhan. Oturanlar: Mehmet Leblebi, Avni, Hüsamettin Böke, Fahri, Celal Şefik, Reşat…Fenenbahçe, yabancı takımlardan biri ile yaptığı maç öncesinde toplu halde… Soldan sağayaktakiler: Ziya, Hüsnü, Muzaffer, Zeki, Cevat, Şaban, Halis, Alaaddin, Nedim, Ben, Niyazi, Reşat ve masör Fikret… Oturan: Natık…Sene 1930… Fenerbahçe’nin Olimpiyakos ile yaptığı ve 1-0 yendiği maçta iki takım futbolcuları objektife böyle poz verdiler… Bu maçta Yunan takımında Andreyapulos kardreşler de yer almıştı…1930’da Balkan Oyunları’na katılan Millî Takımımız… Ayaktakiler soldan sağa: Sadun ve Hasnun Galip kardeşler, Fethi Tahsin, Hüsnü, Burhan, Mithat, Sami, Eşref, Niyazi, Selahattin, Hüsamettin, Ben, Nihat, antrenör Pegnam… Oturanlar: Rebii, Abdullah (yan hakem) Miltiadi… Bu maçta Rebii, Eşref, Ben, Selahattin, Niyazi beş açık forvet oynadığı ve Yugoslava’yı Rebii ve benim gollerimle 2-0 yendik…Yunanistan’a yaptığımız seyahatte, Reşat, ben ve Niyazi…Bükreş’te bir gezinti esnasında topluca çektirdiğimiz bir resim…1937-1940 Türkiye şampiyonlukları kupasını alırken…Bükreş’te Hamdullah Suphi Tanrıöver ile birlikte sahada çektirdiğimiz hatıra resmi…Yabancılarla yaptığımız maçlarda büyük başarılar elde eden ve de Avrupa’da ismini sık sık duyuran Fenerbahçe takımı soldan sağa: Cihat, Yaşar, A. Rıza, Melih, Aytan, Rebii, Lebib, Reşat, Şaban, Esat, Naci, Basri… Öndekiler: Ben, hakemler Adnan Akın, Kemal Halim, Şadi Tezcan…1937’de Maarif Kupası da bizim oldu… Fotoğrafta, Niyazi, Ben, Esat birlikte görülüyoruz…1934’te Ukrayna muhteliti ile Fenerbahçe’nin yaptığı maçta Famin ve Ben maç öncesinde birbirimize başarılar diliyoruz…1934’te Leningrad’da Sovyet millî Takımı ile yaptığımız maçta iki takım kaptanları Ben ve Botosov seremoni sırasında hakemlerle birlikte görülüyoruz…Sovyet takımı kaptanı Botosov o zaman Rusya’nın en iyi futbolcusu idi… Yıllar sonra 1946’da Botosov’la teknik direktör olarak karşı karşıya geldik… Ve uzun süre eski hatıraları yad ettik…Bir Galatasaray maçında çıkan kavgada her iki takımdan da 9’ar kişi cezalandırılınca gençlerden yeni bir ekip teşkil edildi… Ve kaleci Bedii ilk kez o maçtan sonra adını duyurmuştu. Soldan sağa: Antrenör Şvenk, Ziya, Semih, Necdet, Niyazi, Zeki, Şaban, Şevki, Fazıl, Ekrem, Ziya, Bedii…Bir maç öncesi Taksim Stadı harabelerinde Reşat’la birlikte bu fotoğrafı çektirmiştik. O zaman ikimiz de 17 yaşındaydık. İnsan o yaşa dönmek için şimdi neler vermez.Devrin sayılı hakemlerinden biri de Refik Osman Top’du… Fotoğrafta, Refik Osman bir maçımızı başlatmadan önce bizlerle konuşurken…Fenerbahçe 1937’de Maarif Kupası’nı ilk kez Fenerbahçe 1937’de ilk Maarif Kupası’nı kazanınca takım, Marmara’da İpar kotrası ile gezintiye götürüldü… Fotoğrafta, tüm Sarı-Lacivertli futbolcular kotrada görülüyor…Büyük yakınlık gördüğümüz Sovyetler Birliği’nde okuyan bir Türk talebesi ile çektirilen resim…Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ı 1-0 yendiği ve şampiyon olduğu maçın devre arası… Soldan sağa: Nihat, Lütfü, Celal, Cevat, Zeki, Rasih, Ben, hakem Nuri Bosut, Şaban ve Tevfik…Yabancı takımlardan biri ile yapığımız maç öncesinde Hüsnü’lü Fenerbahçe takımı…Zeki’nin veda maçında Avusturya takımının kaptanı Sesta ve ben maç öncesinde…İstanbul muhtelitinin Eintracht Frankfurt ile yaptığı ve 3-1 kazandığı maçta ben takımıma bir gol kazandırırken…1936’deki Yugoslav Milli Takımı ile 3-3 berabere kaldığımız maç öncesinde iki açık, ben ve Niyazi… Bu karşılaşmada üçüncü golü ben atmıştım…1932’de Bulgaristan ile yaptığımız ve 3-2 yenildiğimiz maçta millî on birimiz karşılaşmadan evvel…1936 Berlin Olimpiyat kampında ayaktakiler soldan: Şeref Yaşar, Ben, hakem Şazi Tezcan, Hüsnü ve oturan masörümüz…Yine Berlin Olimpiyat kampı… Ayaktakiler: Bir bisikletçimiz, Fuat, Niyazi, Ben, Cihat… Oturanlar: Şeref ve Gündüz…Fenerbahçe – Beşiktaş maçı öncesi… Hakem merhum Kemal Halim… Ben ve Hakkı birbirimize başarılar diliyoruz…Bir devirde Türk Milli Takımı hakikaten iyi futbol oynadı… Güzel sonuçlar elde etti… Fotoğrafta, Yugoslavya ile 3-3 berabere kaldığımız maçta Yugoslav kaleci benim bir atağımı önlüyor…Fenerbahçe’de teknik direktörlük görevinde bulunduğum sırada kulübümüzün maçından önce, rakip takımın teknik direktörü ile birbirimize çiçek verirken…Fenerbahçe ile Sovyetler Birliği’ne gittiğimiz sırada Moskova Havaalanı’nda rakip takımın yöneticileri bizleri karşıladılar… Fotoğrafta, rakip kulübün yöneticisi yakama rozet takarken…Yıllar ne çabuk akıp gidiyor… İşte, 52 yıl öncesinin Fenerbahçe on biri… Kimi sağ kaldı, kimi göçüp gitti… Ama her zaman anılıyorlar…Eskiden kulüpler gençlere pek önem verirlerdi… Fenerbahçe’de tüm as futbolcular genç takımdan çıkmıştır… Yöneticiler adeta gençlerin üstüne titrerlerdi… Sağ baştan ikinci ben, genç takım arkadaşlarımla…Taksim Stadı’nda yaptığımız bir maçta rakip kalede gol ararken…Galatasaray’la oynadığımız bir maçtan önce… Solda hakem Sami… Yanında Galatasaray kaptanı Nihat ve ben…Rahmetli Kemal Halim devrin en iyi hakemlerinden biriydi… Çok maçımızı yönetti… Fotoğrafta, Kemal Halim, Avusturya ekiplerinden biri ile yaptığımız maç öncesinde ben ve rakip takımın kaptanı ile birlikte…Ankara’da oynadığımız bir maç öncesinde Başkanımız Şükrü Saraçoğlu ile birlikte böyle bir hatıra fotoğrafı çektirdik…İzmir’de oynanan bir maç sonrasında yapılan ben ve diğer Fenerbahçeliler toplu halde…Bir Galatasaray maçı öncesinde ben, Fenerbahçe takım kaptanı, Galatasaray kaptanı kaleci Avni ile el sıkışıyoruz… Ortada hakem Şazi Tezcan…Güneş – Fenerbahçe karşılaşmasından bir görünüm… Ortalanan bir topa koştum, fakat Güneş kalecisi Cihat atak davranarak topu kaptı…Fenerbahçe’nin sezon açılışları eskiden pek görkemli olurdu… İşte, bu sezon açılışlarından biri… Ön sırada, Zeki, Esat, Alaaddin ve ben… Tribündeki seyircilerin alkışları arasında yürüyoruz…Yönetim Kurulu soldan sağa, Naci Barlas, Emin Cankurtaran, Turgut Soydaner, Oramiral Hilmi Fırat, Orhan Ergüder, Güven Sazak, Yavuz Bayraktar ve Osman Karatop…Yönetim kurulu üyeleri bir Ankara seyahatinde zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı’yı da ziyaret etmişti… Fotoğrafta. Akıncı ve Sarı-Lacivertli yöneticiler toplu halde Kara Kuvvetleri binası önünde…Kulüp müdürlüğü kolay iş değildir… Tüm personelden başka futbolcuların dertleri, lisans muameleleri, ihtilafların halli… Organizasyonların düzenlenmesi… Günlük işler… Muhasebenin denetimi… Kısacası akla hayale gelmeyecek şeyler kulüp müdüründen sorulur… Hele hele müdür futboldan da gelmiş olursa vay geldi başına… “Ağabey sen de vaktiyle bizim gibiydin” diyen yanına yaklaşır… Ama ne yalan söyleyelim zevkli iştir…Ben, Osman Kavrakoğlu ve bir devrin maliye bakanı Hasan Polatkan… Fenerbahçe’nin bir maçından sonra verilen kokteylde…Futbol Federasyonu azası iken Hakkı Yeten ve Hasan Polat ile beraber…Szekelly’nin Türkiye’ye gelişinde takımı ona teslim etmiştim… Dr. Reşat ve Szekelly…Futbol Federasyonu azası iken de futbolculukta olduğu gibi dış ülkelere gittik… Fotoğrafta, Yugoslavya’daki toplantıdan bir görünüm…Yugoslavlar bize çok büyük ilgi gösterdiler. Toplantılardan sonraki boş saatlerde bizleri şehrin tarihi ve turistik yerlerine götürdüler.Futbol Federasyonu toplantısından bir görünüm… Hasan Polat, Hakkı Yeten… En sağda da merhum Hasan Ekin… Mihailoviç’i millî takımın başına getirmiştik o günkü görüşmede…Şimdi Milliyet’in Spor Servisi Sorumlu Müdürü olan Namık Sevik sağımda, solumda ise gene aynı gazetenin yazarı, spiker Halit Kıvanç’la bir futbol söyleşisinde görülüyoruz…Sovyetler Birliği’ne yaptığımız seyahatte, Hürriyet’in o zamanki spor muhabiri Demir Feyzioğlu ve ben Moskova’da gezerken görülüyoruz…Devrin Devlet Başkanı masasında…Bulgarlarla yaptığımız maçtan önce soldan sağa bizim takım… Antrenör Schvenk, Hasan Ekin, Aslan Nihat, Ben, Leblebi Mehmet, Hüsamettin, İhsan, Eşref, Selahattin, Vahap, Kemal, Hüsnü, Sait ve Necdet…İstanbul’da oynadığımız bir Milli maçta Zeki, Ben ve Selahattin devre arasında istirahat ederken… Arkamızda Fikret Yüzatlı (Masör), Hamdi, Emin Çap (Federasyon Başkanı), Antrenör Pegnam ve Foto Ali…Fenerbahçe’nin bir maçında Mehmet Reşat, Şaban, Şükrü Saraçoğlu, Naci, Lebib, Melih, Ben, Rebii, A. Rıza, Cihat, Nedim Kaleci…Hakkı Yeten (solda), Fikret Arıcan (sağda), futbol oynadıkları yıllarda bir maçtan önce…Fenerbahçe Yönetim Kurulu olarak zamanın İstanbul Belediye Reisi olan Fahri Atabey’i ziyaret ettiğimiz gün…K. Fikret ile Fenerbahçe Stadı’nda bir maçı izlerken…Fenerbahçe Stadı’nda Esat’la beraber…Bir milli maç öncesi çektirdiğimiz bir resim Niyazi (Güneşli), Niyazi Sel, Ben, Mehmet Reşat, Rebii, Sait, Selim, Rıza, Faruk, Rasih, Hasan Polat, Hüsnü, Hüsamettin Cihat…Çınar Otel’in Kulüp Başkanı Agâh Erozan’la bir sohbet toplantısı…Mevsim başlarında mutlaka bir yabancı takımla maç yapardık… Soldan, itibaren Alaaddin, Firuzan, Şekip, Muzaffer, Sadi, Zeki, Niyazi, Kadri, ben, Saban. Oturanlar: Ziya, Mehmet, Reşat, Rıza…Şimdiki futbolcular gibi otomobille değil, tramvayla antrenmana ve maça giderdik… İşte Kadıköy durağı… Halil ve Suat isimli arkadaşlarımla birlikte görülüyorum…İzmir’den Bir Hatıra – Soldan sağa: Reşat, Muzaffer, Ben ve Hikmet Üstündağ, İzmir seyahatinde bir gezinti sırasında bu hatıra fotoğrafını çektirmiştik…Esat ve Niyazi ile – Bir maç öncesinde Esat ve Niyazi ile birlikte Fenerbahçe forması ile görülüyoruz… Esat da Niyazi de kusursuz futbolculardı…İstanbul Muhteliti – İstanbul muhteliti ile İzmir’e yaptığımız seyahatte vapurda… Ayaktakiler, soldan sağa: Selahattin (Kolera), Avni, Hasan Ekin, Ben, Rebii, Fahri, Orhan Şeref, Saim… Oturanlar: Kemal, Eşref, Mutlu, Yavuz, Celal, Şefik…At Gezintisi – Hayatımda bir tek kez ata bindim… Fotoğrafta, Hereke fabrikasının o zamanki müdürü Kemal Sıdal ve Ben at üstünde görülüyoruz… Hiç unutmama o gün bir, iki saat atla gezmiştik… Ondan sonra da atı sadece sokakta gördüm…1941-45 Ankara – 1941 ve 1945 yıllarında Ankara’da yaptığım çalışmalarda arkadaşlarla birlikte toplu halde görülüyoruz… Başkentte o zaman futbola karşı herkes büyük ilgi duyuyordu… 19 Mayıs Stadı her büyük maçta tıklım tıklım dolardı… Ankara, Türk futbolunda çok büyük isimler yetiştirmiştir…Balıkesir’de Havacılarla – İzmir seyahati dönüşünde Balıkesir Hava Üssü’nde havacıların da konuğu olduk. Bize çok büyük ilgi gösterdiler. Üssü gezdirdiler. Fotoğrafta, havacılardan bir grup, takımın bazı elemanları ile birlikte…Vapurun Güvertesinde – İzmir’de bir maç sonrası vapurun güvertesinde. Bu maçların çoğunu biz kazanırdık…K. Orhan’ı yerime hazırlamak istedim olmadı – Soldan sağa: Lebib, Con Kemal, Ben, Nevzat, K. Orhan… K. Orhan’ı kendi yerime yetiştirmek için çok çaba sarf ettim. Ancak, tam olgun hale geldiği zaman futboldan koptu. Eğer oynasaydı, hakikaten çok daha büyük futbolcu olurdu…1941-1945’de Ankara’da bulunduğum sırada Demirspor’u çalıştırdım. Fotoğrafta, bir maç öncesinde çekilmiştir.Demirspor-Ankaragücü dostluk maçı – Ankaragücü ile çalıştırdığım Demirspor’un maçını Güreş Federasyonu Başkanlarından Sadullah Çifçi ile beraber…Vefa ile Fenerbahçe’nin yaptığı bir lig maçından sonra iki takımın futbolcuları birlikte… Soldan sağa ayaktakiler: Hayri, Ragıp, Mehmet Reşat, Zeki, Şevket, Kadri, Alaaddin, Niyazi, Muzaffer, Ben, Ziya, Hüsnü… Oturanlardan tanıyabildiklerim: Muhteşem, İskender, Osman, Avni, Saim… Yeşil-Beyazlılar ile hayli iddialı maçlarımız olmuştur. Ancak hepsi de dostane geçmiştir. Bizlerde sahada olan sahada kalırdı, dışarda herkes çok iyi arkadaştı…Beşiktaş’ın büyük futbolcusu Şeref’in vefatından bir gün sonra Beşiktaş ve Fenerbahçe karşı karşıya geldiler… Acımız büyüktü. Çünkü Türk futbolu büyük bir evladını kaybetmişti… O gün hepimiz göğüslerimizde siyah bantlarla sahaya çıktık… İşte Fenerbahçe takımı soldan sağa: Niyazi, Muzaffer, Zeki, Ben, Esat, Cevat, Şaban, Mehmet, Reşat, Yaşar, Fazıl, Hüsamettin…Takım arkadaşım Mehmet Reşat Nayır ile çok iyi anlaşırdık. Saha dışında da daima beraber olurdu. Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri olan Mehmet Reşat, futbolcu bıraktıktan sonra bir süre de umumi kaptanlık görevini de üstlenmişti…Mahmut Göknel ile – Sümerbank’ta çalıştığım sürede çok arkadaşım oldu… Hepsi de iyi insanlardı… İşte, yakın arkadaşlarımdan Mahmut Göknel… Göknel maalesef bugün hayatta değil…Fenerbahçe’de tüm arkadaşlar kıyafetimize dikkat ederdik… Kravat, gömlek, takım elbise, sırtımızdan hiç çıkmazdı… Her gün de muntazam tıraş olmaya dikkat ederdik. Programlı bir yaşamımız vardı…Fenerbahçe’de bulunduğu süre içinde sayılamayacak kadar çok yabancı antrenör tanıdım, arkadaş oldum… İşte Yugoslav Mihailoviç… Fenerbahçe’ye geldiği gün havalimanında kendisini ben karşıladım…Yıl 1927… Fenerbahçe’nin Slavia ile maçı vardı. O gün beni de kadroya aldılar… Ancak, yedek olarak kenarda bekledim… Yaşım daha ufaktı… Yedek olarak sahaya çıkmak bile çok büyük bir şerefti benim için…Takım arkadaşım Muzaffer Çizer ile birlikte bir maç öncesinde görülüyoruz. Çizer ile yıllarca birlikte top peşinde koştuk. Üstün yetenekleri olan iyi bir futbolcu idi…Eşekle ada turu… O gün tüm arkadaşlar pek eğlenmiştik… Besteci Osman Nihat Akın da bu gezimizde vardı… Ve ilk kez orada bize yeni bestelediği “Körfezdeki dalgın suya bak” şarkısını söyledi… Bizlere de tekrarlattı…Nice’de yenildikten sonra Başkan Agâh Erozan, Müslim Bağcılar, kaptan Naci, Ben ve Avni yemek masasında… O gün hep futbolda konuşuldu… Niye yenildiğimizin tahlilini yaptık… Herkes çok üzgündü… Hele farklı yenilgiyi kimse hazmedemiyordu… Çünkü Fenerbahçe’de o devirde Türkiye’nin en kuvvetli ekibine sahipti…Yıllarca top peşinde koştum… Hayatımın en güzel günlerini futbolcu iken yaşadım… Öyle zamanlar oldu ki geceleri rüyamda bile futbola beraberdim… Futbolu bıraktıktan sonra da, antrenörlük yaptım… Çalışmalarda bazen eski günlerimi anımsar, çift kalelere katılırdım… Fenerbahçe’de futbolu bıraktıktan sonra şöyle bir madde vardı kontratımda… Antrenörsüz kalındığı anda takımı Fikret çalıştıracak… Bu nedenle de ben sık sık görev başı yapmak zorunda kaldım…İstanbul’da doğup büyümeme rağmen, Ankara’yı da görevli bulunduğum süre içinde hiç de yadırgamadım… Orada da İstanbul’daki kadar büyük ilgi ve sevgi gördüm… İşte yeğenim ve ben… Bir gezinti sırasında görülüyoruz…Futbol Federasyonu’nda görevli olduğum sırada, İzmir Bölge Müdürlüğü’nde bir toplantı öncesi… Bu toplantıya kulüp temsilcileri ve devrin ünlü hakemleri de katılmışlardı…Fenerbahçe’de dostlarımla birlikte… Sağdan, Ahmet Erol, Nimet Arpacı, Talat Ataman, İbrahim Yener, Muhittin Bulgurlu ve Milliyet Gazetesi Spor Sorumlu Müdürü Namık Sevik ile…Sümerbank mensupları ile toplu halde… Sümerbank’taki günlerim pek renkli geçti… Karşılıklı saygı ve sevgi üzerine bir arkadaşlığımız vardı…Sümerbank’ta müdürlerim beni pek sevelerdi… Her derdimle meşgul olurlardı… Sık sık eski futbol anılarımı bana anlattırırlardı… Fotoğrafta, müdürlerimizle birlikte görülüyorum…Gezintiye bayılırım… Sık sık yürüyüşler yaparım… Bu beni dinlendirir… Hala da fırsat buldukça yürürüm…Kulüp müdürlüğüm zamanında görev başında… İnanın bana, kulüp işleri ile uğraşmak futboldan çok çok zordu… Saatlerce masa başında oturmak herhalde hoş bir iş olmasa gerek. Tabii bizim gibi daima hareket halinde olan insanlar için…Rahmetli Gündüz Kılıç’ı görünce ikimiz de basardık kahkahayı… Neden mi? Anlatayım: Gündüz Kılıç, Milli Takıma yeni girmişti… Bir gece O’nu dolaşırken gördüm… Hiç sesimi çıkarmadım… Ertesi sabah karşılıklı konuşuyorduk… “Gündüz” dedim, “Seni gece dolaşırken gördüm. Uykun yoktu galiba.” “Uyurgezerim bazen” demez mi… Evde ne yapardın diye sordum… Yanıtı şöyle oldu: Annemle, babam benimle ilgilenirdi… O zaman ben de kendisine aynen şunları söyledim: “Aslanım o zaman anneni de babanı da kampa getirseydin ya…” Bu olayı hatırladıkça, herkese anlatırdı… İşte gene o olaydan bahsediyoruz… Fethi Dinçer de bizi gülerek dinliyor…Galatasaray’ın futboldaki simgesi Gündüz Kılıç hakikaten büyü futbolcu idi… Teknik direktörlüğü sırasında da kendisi ile sık sık beraber olduk… Fotoğrafta, bir maç öncesinde karşılıklı konuşurken…Fenerbahçe Stadı’nın temel atma merasimi – Fenerbahçe Stadı’nın temel atma merasiminden bir görünüş: Arkada Muzaffer, Niyazi… Önde Zeki, Esat, Alaaddin ve Ben…İlk Maarif Kupası’nı kazanan ekip – 1937’de ilk Maarif Kupası’nı kazanan ekip… Soldan sağa: Esat, Reşat, antrenör Ellyot, Ben… Cevat, Naci… Oturanlar: Ali, Rıza…İstanbul Muhteliti Orhan Şeref Apak’ın başkanlığındaki İstanbul muhteliti vapurun kurtarma sanlında birlikte görülüyor… O zamanlar, İstanbul’da takımlardan seçilen futbolcular, sık sık Anadolu’ya İstanbul muhteliti adında gider ve maçlar yaparlardı…Kulübümüzün azası Sadun Erdemir, yıllarca yöneticilik, divan heyeti başkanlığı yaptı… Kongrelerin renkli simasıdır Erdemir… Avukatlığı yanı sıra, futbol ve futbolcularından da iyi anlar…Naci benim yöneticilik zamanımda bir vakitler yaptığım görevi üstlenenlerden biri… Karagümrük’te yıldızı parlayan Naci Erdem, Fenerbahçe’de de parlak bir futbol dönemi yaşadı ve futbolcu Galatasaray’da son buldu…Hacı Bekir’in başkanlığında – Ankara’da Milli lig şampiyonu olan futbol takımımız Hacı Bekir’in başkanlığı döneminde, Ankara’ya kupa maçı için gitmişti… Fotoğrafta, futbolcular, yöneticiler ve Başkan Hacı Bekir toplu halde…Kürek çekerken – Deniz sporlarını pek severim… Sık sık yüzerim… Bu arada futbol oynadığım devrelerde bizim kürekçilere özenip üç çiftede kürek bile çektim… Soldan ikinci kürek çekerken görülüyorum…Fenerbahçe Stadı’nın yapılmasından önce – Fenerbahçe Stadı’nın yapılmasından önce çok sevdiğim arkadaşlarımla tribün basamaklarında bir arada… Üst sıra, soldan: Samih Duransoy, Ben… Oturanlar: Saip Aydoslu, Hadi, Suat Belgin ve Semih…Yeşilköy Bize Uğurlu Gelirdi – Ne zaman Çınar Oteli’nde kamp yapılsa, Fenerbahçe hep sahadan galip ayrılırdı… Soldan itibaren Kulüp Başkanımız Agah Erozan, Müslim Bağcılar, Çınar Oteli sahibi, Faruk Ilgaz, Fikret Arıcan, Niyazi Sel ve Ben…İsmet Uluğ ve Müslim Bağcılar şu anda hayatta değiller… İkisini de bu kulübe çok büyük hizmeti geçmiştir… Uluğ sertliği, prensipleri ve futbolculuğu yanı sıra kendi devrinin iyi boksörlerinden biri de idi… Bağçılar ise, özellikle transfer ayında, aldığı futbolcularla büyük ün kazanmıştı…Çınar Oteli’nde Yapılan Kamptan Bir Köşe – Soldan itibaren: Firuzan Tekil, Faruk Ilgaz, Müslim Bağcılar, K. Fikret ve Ben…50. Yıl Töreni – Fenerbahçe’nin 50. yıl törenlerinden bir an… Sahanın içinde yöneticiler, tribünde seyirciler bu büyük günü kutlamaya hazırlanıyorlar…Hazırlık Maçı Devre Arası – Tahta tribünlerin olduğu devirlerde Fenerbahçe hazırlık maçlarını hep kendi sahasında yapardı. İşte o maçlardan birinde devre arasında görülüyorum…Yeten’le Futbolcuları Konuşuyoruz – Milli takım aday kadrosunun Fenerbahçe Stadı’nda yaptığı hazırlık maçında devre arasında Hakkı Yeten’le, futbolcuların durumunu konuşuyoruz. Milli takım seçimi büyük bir titizlikle yapılırdı… İsim bizim için önemli değildi. Kim iyiyse, o takıma girerdi. Bu yüzden pek çok şöhretin kadro dışı kaldığı da görülürdü…Bir Kongre Sonrası – Bir kongre sonrasında Fenerbahçe’de yeni göreve gelen heyet… Soldan itibaren: Rüştü Dağlaroğlu, Müslim Bağcılar, Dr. Reşat Dermanver, Osman Kavrakoğlu, Hüsamettin Böke, Zeki Rıza Sporel, Muhter Sencer, Raif Dinçkök, Ertuğrul Akça, Muhittin Bulgurlu, Talat Ataman, Rıza Işıldar ve Ben…Futbol Federasyonu’nda görevli olduğum sırada, bir maç arası şampiyon olan Altay, gene takım Kaptanı’nı tebrik ederken…Uzun yıllar Sümerbank’da çalıştım… Buradaki arkadaşlarımı hiç unutamam… Zaman zaman toplanır eski hatıraları tazeleriz… Fotoğrafta, arkadaşlarımdan bir grupla, yemekli bir toplantı öncesinde görülüyoruz…Sağdan sola, Şazi Tezcan, ben ve Hakkı Yeten… Milli Takım aday kadrosunun yaptığı bir karşılaşmayı izliyoruz…İzmir Bölgesi Mensupları ile – Futbol Federasyonu üyeliği sırasında hayli problemli olayların içinde yaşadım… Zaman zaman toplantılara İzmir’e, Ankara’ya uçtum… İşte İzmir’deki toplantıdan bir görünüm… Kulüp yöneticileri ve bölge mensupları konuşma öncesinde…Ece – Erimtan ve Usuoğlu Üçlüsü – Bir zamanların ünlü üç yöneticisi soldan sağa, Turgan Ece, Nejat Erimtan ve Sadri Usuoğlu… Bu üçlü Ece ve Erimtan yıllarca Galatasaray’da yöneticilik yaptılar… “Arap Sadri” diye tanınan Sadri Usuoğlu, Beşiktaş’ın her şeyi idi… Ben de o zaman, federasyon üyeliği görevini sürdürüyordum… İşte o meşhur üçlü ve ben, bir konuyu tartışırken görülüyoruz…İlk Antrenörlük Günlerim – Fenerbahçe’deki futbolculuk dönemimden sonra antrenörlük günlerim de hayli hareketli geçti… Sağdan sola, ben, Yüksel, Selim, Ogün, Ali ve Güray çalışma öncesinde görülüyoruz…Sık Sık Yabancılarla Birlikte Olurduk – Yabancı spor adamları sık sık yurdumuza gelirlerdi… Ayrıca, futbolculuk devrimizde Avrupa’nın ünlü ekipleri ile sayılmayacak kadar çok maç yaptık… Bir zamanlar karşı karşıya oynadığımız şimdi adını hatırlayamadığım bir Macar yurdumuza geldiğinde kendisi ile konuşurken…Kazanamadığımız maçlar beni feci şekilde sinirlendirirdi… Bu nedenle de yanıma hemen hemen kimse yanaşmazdı… Resim bile çektirmezdim ama nasılsa bir foto muhabiri arkadaş beni bu halde yakalamış…
Fenerbahçe’de Yemekli Bir Toplantı – Bugün olduğu gibi Fenerbahçe’de sık sık yemekli toplantılar tertiplenir, eski arkadaşlar bir araya gelip sağdan soldan konuşurduk. Konu tabii ki, futbol olurdu… İşte, bu yemekli toplantılardaN biri…
Kızılcahamam Kampı – Fenerbahçe’nin Kızılcahamam kampı… Teknik Direktörümüz Didi de Kızılcahamam’ı pek severdi… Çoğu zaman yeni sezona hep Kızılcahamam’da hazırlanırdık… İşte, yemekten bir köşe, sol başta oturan yöneticilerden Bülent Yüksel… Yanında gazeteci Yavuz Bayraktar… Didi ve kızı… Tam karşılarında da ben…Futbol şürası veriyorlar… – Ankara’da yapılan futbol şurasından bir görünüm… Sağdan ben, Sabahattin Erman ve Doğan Andaç… İkisi de Türk futboluna büyük hizmetler verdiler…Gegiç’in Fenerbahçe’ye Geldiği İlk Gün – Gegiç Fenerbahçe’ye ilk geldiği gün maçımız vardı… Futbolcuları İnönü Stadı’nda yanımda izledi ve o gün kararını verdi… “Bu takım çok iş yapar” diye… Fotoğrafta Gegiç’le birlikte görülüyoruz…Soldan ikinci Ogün… Yanında Cemil ve önde Ogün’ün çocukları… Yıllarca kulüpte yöneticilik yapan Osman Karatop… Gazeteci Yavuz Bayraktar ve Ben…Abdullah Gegiç – Abdullah Gegiç, Fenerbahçe’de uzun sürelerle antrenörlük yaptı… Otoriterdi, disiplini severdi… Fenerbahçeli futbolculara çok da emeği geçmiştir… Soldan itibaren, Abdullah Gegiç, ben, tercüman Erman ve masör Hayri İnönü Stadı’nda galip geldiğimiz bir maçı izlerken görülüyoruz…42 Yıllıklar – Türk futbol tarihinde çok büyük renkli isimler vardır… Hepsi de dillerden düşmeyen anılara sahiptir bu şöhretlerin… İnsan zaman zaman maçları izlerken doğrusu bu ya eskileri arıyor… Onların stillerinde bugün pek az futbolcu var… Belki bana öyle geliyor ama topa vuruşlar bile o zamanlar bir başka idi… İşte 42 yılın sporcuları bir arada… Ayaktakiler soldan sağa: Leblebi Mehmet, Hakkı Yeten, Zeki Rıza Sporel, Lefter Küçükandonyadis ve ben… Ortadakiler: Selahattin Torkal, Ali İhsan Karayiğit, Çengel Hüseyin… Oturanlar: Galatasaraylı Faruk, Cihat Arman ve Basri Dirimlili…Federasyon-kulüp ihtilafı – Kulüplerle, federasyon arasında bir zamanlar ihtilaf hiç eksilmezdi… Ama çabuk tatlıya bağlanırdı… Önce sohbet eder, sonra toplantıya başlardık… Soldan itibaren Rahmi Magat, Ben, Hayri Yorgancıoğlu ve avukat Tekin görülüyor…Kaptan Cemil – Cemil’in yıldızı İstanbulspor’da parladı… Fenerbahçe’de doruk noktasına ulaştı… O da Fenerbahçe’ye renk verdi, Fenerbahçe de O’na… Kaptan Cemil’in bir büyük özelliği de zaman zaman tek başına bir takım gibi kuvvetli olması idi… Formda olduğu zaman kalecilerin korkulu rüyası oldu… Klas bir futbolcu idi…Kızılcahamam Kampı – Fenerbahçe’de yıllarca futbolcu olarak hizmet verdim… Daha sonra umumi kaptanlık, teknik direktörlük, çalıştırıcılık yaptım… Her zaman disiplini ön planda tuttum… Allah’ı var futbolculardan ve yöneticilerden her zaman saygı ve sevgi gördüm… İşte Kızılcahamam kampı… Ben ve arkadaşım birlikte…Didi’li Şampiyon Fenerbahçe – Didi, Türkiye’ye geldiği zaman Fenerbahçe de renklendi… Dünyanın sayılı şöhretleri arasında gösterilen Brezilya’nın unutulmaz eski futbolcusu Didi, Fenerbahçe’ye hayat verdi… Onun zamanında taraftarlarımızın yüzü güldü… Didi’nin çalıştırdığı Fenerbahçe, Avrupa’da dünyada da tanınır hale geldi… Didi, iyi çalıştırıcılığı yanı sıra, sempatik ve de iyi kalpli idi… Taraftarlarımız da kendisini pek sevmişti… Fotoğrafta, Didi ve şampiyon Fenerbahçe takımı benimle birlikte görülüyor…Faruk Ilgaz ve Ben – Faruk Bey (Ilgaz) kulüpte çeşitli kademelerde yıllarca görev yaptıktan sonra defalarca da başkan oldu… Kendisi ile çalışma imkânı da buldum… Hakiki bir Fenerbahçelidir Faruk Ilgaz… Kulübü için çok çalışmıştır. Bunun yanı sıra sosyal tesislerimizin yapımında çok büyük rolü olmuş ve Fenerbahçe’ye iyi bir lokal kazandırmıştır…Mehmet Reşat Nayır ile Beraber – Mehmet Reşat Nayır ile yıllarca birlikte top koşturduk… Ne yalan söylemeli… Klas bir futbolcu idi… Birlikte çok tatlı anılarımız oldu… Fenerbahçe kazandığı zaman sevindik… Kaybettiği zaman üzüldük… Reşat Nayır futbolu bıraktıktan sonra gene Fenerbahçe’de görev aldı ve başarı ile yürüttü…Eralp’ın Gençlere Hizmeti Unutulamaz – Fenerbahçe genç takımından yetişen her futbolcuda İrfan Eralp’in katkısı büyüktür… İşten iyi anlar… Kimin nasıl futbolcu olacağını iyi kestirir… Bu işin üstadıdır… Gençler de İrfan ağabeylerini pek severler… Herkesin derdi ile meşgul olur, elinden gelen yardımı esirgemez… Kendisi ile birlikte çok seyahatlerimiz olmuştur… İşte Afyon… Büyük Atatürk’ün heykeli önünde ikimiz birden objektif karşısındayız…Oğlum ve torunumla görülüyorum.
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XX” : 1933 yılından geliyor.
Yukarıdaki fotoğraf Fenerbahçe takımının bir İzmir dönüşü Sirkeci rıhtımında binlerce halk ve otuzu mütecaviz buketle ve muazzam tezahürat arasında karşılanışını görüyorsunuz… Bu fevkalâdelik neden mi? diyorsunuz!
Bakınız nasıl hak vereceksiniz. Sene 1933’tür. Fenerbahçe, futbolda hem birinci, hem ikinci ve hem de genç takımlarda hiç yenilmeden İstanbul şampiyonudur. Evet; 36 maçta hiç yenilmemiş ve (18) e karşı da (94) gol atmıştır. “Fenerbahçe Türk futbolunun Darülfünunudur!” darbımeseli bütün kudret ve ihtişamiyle dost ve düşmanlarca tasdik olunmaktadır.
Birinci takım Bursa’daki Türkiye şampiyonası grup birinciliğini 12-0 kazanmış, Ankara’ya gitmiştir. Orada Ankara ve Trabzon grupları şampiyonlarını 4-1 ve 3-0 yendikten sonra, Cumhuriyetin 10uncu yıldönümü şenlikleri arasında İzmir grup şampiyonuyla final oynamağa çıkmıştır. Bu maç (İzmirspor)un bir penaltıya itirazı ve halkın da etrafı açık sahaya dolması yüzünden yarım kaldı ve ihtilâf, uzun müzakerelerden sonra, şu neticeye bağlandı:
Maç beynelmilel bir ecnebi hakem idaresinde tekrarlanacaktır. Kur’a çekilecek, ya İzmir veya İstanbul’da oynanacaktır. Hasılat kur’ayı kazanan kulübündür.
Kur’ayı İzmirspor kazanınca müsabakanın 10 Kasım 1933 Cuma günü İzmir’de oynanması emrivaki oldu. İzmir’le Fenerbahçe arasındaki ezeli sevgiyi çekemeyen kundakçılara artık gün doğmuştu. (İzmir’e gelecek veya gidecek Fenerbahçe’nin göreceğinden) dem vurdular ve atıp savurmakta çok ileri gittiler. O kadar ki, hava yalnız İzmir’de değil, yurdun her tarafında elektriklendi ve 10 Kasım eşi görülmemiş bir merak ve heyecanla beklendi.
Fenerbahçe takımı, İzmir’e Ankara’dan dönen İzmirspor’la beraber aynı vapurla gitti. Fakat iki takım birbirlerine karşı tam bir soğuklukla meşbu idiler. Hatta İzmirliler Ankara’dan aynı trenle geldikleri Fenerbahçeli futbolculardan bir kısmının ceket, pardösü ve paltolarını gizli gizli trenin pencerelerinden atmışlardı.
Bu hava içinde İzmir’e kadar devam eden seyahatin son perdesi de çok enteresan sahnelerle dolu geçmişti. Rıhtıma çıkan Fenerbahçeliler sessizce, İzmir Palas oteli istikametini tutarlarken binlerce İzmirli kendi şampiyonlarını eller üstünde taşıyor, muazzam tezahürat yapılıyordu. (Fenerbahçe görecek! Yaşayın aslanlar, Cuma günü gösterin kendinizi şu İstanbullulara!) ses ve feryatları pasaport semtini inletiyordu.
İzmirli futbolcular Konak istikametinde taşınıyorlardı. Sanki 9 Eylül günü idi. Kafile Vilâyet konağı önünde durdu ve futbolcular birer birer içeri alındılar. İzmir Valisi merhum General Kâzım Dirik’in emriyle Vilâyet konağında müstesna bir merasim tertip edilmişti.
Filhakika; meşhur Rus Mareşali Voroşilof bir kaç gündür İzmir’de idi ve bir gün önce de kendisine büyük merasimle İzmir hemşeriliği unvanı tevcih olunmuştu. İzmirli futbolcular büyük salonda birer birer Mareşale takdim olundular. Voroşilof mütebessim bir çehre ile hepsinin ellerini sıktıktan sonra onlara Rusça olarak şöyle hitap etti:
“Hemşerisi bulunmakla övündüğüm güzel İzmir şehrinin şampiyon futbolcularını görüp tanımakla çok bahtiyarım… Genç arkadaşlar; sizleri Cuma günkü maçınızda da yeniden muzaffer olarak görmek benim için büyük şeref olacaktır. Bunu daha şimdiden yüzlerinizden, gözlerinizden okumaktayım. Kalbim sizinle beraberdir. Zafer de sizindir.”
İzmirli futbolcular bu sözleri hararetle ve alkışlarla karşılamışlar ve misafir Mareşal şerefine üç defa bağırmışlardı.
10 Kasım geldi. 2 hafta önceki Yunanistan – İtalya B milli maçını idare etmiş Viyanalı beynelmilel hakem Mitez de gelmişti. Fenerbahçe takımı, tarihi bir gün yaşayan Alsancak stadının o mahşeri kalabalığı arasından sessizlikler içinde sahaya çıktı. En koyu taraftarlar bile, yaratılan hava dolayısıyla, sevgi hislerini açığa vurmaktan çekinmişlerdi. İzmir şampiyonu ise sahaya çıkarken yer yerinden oynamıştı.
Hüsameddin, Yaşar, Fazıl, Cevat, Esat, Ziya, Niyazi, Muzaffer, Zeki, Şaban ve Fikret’ten mürekkep namağlup Fenerbahçe on biri bu maçı, tahminleri altüst eder bir netice ile, 3-0 kazandı ve girişinin tamamıyla aksine olarak, coşkun tezahürat arasında eller üstünde sahadan çıktı.
Bir cuşü huruş içinde ve dalga dalga insan yığınları üzerinde havalara kaldırılan 11 Sarı Lâcivert formalının bu tarihi manzarası Rus Mareşali Voroşilof’un da mahcubiyetini ilân ediyordu.
İzmir gazeteleri 11 Kasım 1933 Cumartesi günü Viyanalı hakemin şu beyanatını birinci sahifelerinde yazdılar:
“Fenerbahçe’nin fevkalâde güzel oyunu beni hayretler içinde bıraktı. Avrupa’da olsaydı Viyana, Peşte ve Roma gibi futbol merkezlerinin birinci profesyonel liglerinde ilk 5 takım arasında yer alırdı. Balkanların en teknik ve kuvvetli takımıdır. Maçlarını geçenlerde idare ettiğim Yunan milli ve İtalya B milli takımlarını kolaylıkla mağlup edebilir. Zeki Bey bizim milli santrforumuz Sideler’den çok üstündür”
İşte; gördüğünüz fotoğraf 1933 senesi Türkiye şampiyonluğunu bu şartlar içinde kazanmış Fenerbahçe takımını 13 Kasım Pazartesi günü saat 11 de, İzmir dönüşü Anafarta vapurundan indikten sonra, Sirkeci rıhtımında karşılanırken gösteriyor. Bu cidden tantanalı merasime şimdi (az bile!) diyorsunuz değil mi?
Resimde ön plânda kaptan Zeki (Sporel), Âdil Giray, Fazıl (Arzık), Şaban (Topkanlı), Hüsameddin (Böke), Fikret (Arıcan) ve yedeklerden Lebib, Namık, Yusuf ve o zaman denizcilik kaptanı bu satırların muharririni görüyorsunuz.
Şapkalılar arasındaki Aksaraylı Hafız Yaşar ve Ali San aramızdan ebediyen ayrılmışlardır.
Şurasını işaretlemek gerekir ki; bu maç İzmir’de 5400 lira gibi o zamanlar için kırılması senelerce mümkün olmamış rekor bir hasılat sallamıştı. İzmirspor kulübü bu para ile bir futbol sahasına yetecek kadar arsa satın aldı.
Kıymeti bugün bir milyon liradan fazla olan bu saha için İzmirsporlular (Allah Fenerbahçe’den razı olsun. Bize sekiz gol attı ama adını ebediyen hayırla yâda vesile olacak ve sırtımızı yere getirtmeyecek bir stat da kazandırdı!) demektedirler…
(Gelecek resim ve yazı; Fenerbahçe’nin tam 30 sene evvel yaptıkları ilk İzmir seyahatine aittir)
Rüştü Dağlaroğlu – 7 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi
Bugün İzmir’de Türkiye Kupası final maçına çıkacak olan Fenerbahçe, ilk Türkiye şampiyonluğunu, bundan 90 yıl önce yine İzmir’de kazanmıştı. 29 Ekim 1933 tarihinde oynanan ilk maç yarıda kalınca kura çekilmiş, maçın İzmir’de tekrar edilmesi karar altına alınmıştı.
Fenerbahçe İzmir’de rakibini 8-0 gibi müthiş bir skorla yenince, maçtan önce kendine güvenen İzmirlileri resmeden Vakit gazetesi yazarı çok keyifli bir metin kaleme almış. Keyifli okumalar…
Fenerbahçe’nin İzmirspor’u 8-0 gibi mühim bir farkla yenerek Türkiye şampiyonluğunu kazandığı malumdur. Dünkü posta ile gelen İzmir gazeteleri bütün Türkiye’nin sporcuları arasında hararetle karşılanan bu maç hakkında muhtelif hükümler veriyorlar. Fener’in çok yüksek bir maç yaptığını, her taraflarının bir saat gibi işlediğini, bununla beraber final maçları dünyanın her tarafında sinir ve asabiyet oyunu olarak gözüktüğünü, mukavemet gösteren ve asabına hakim olanın neticeyi kazandığını işaret ederek neticeyi gol farkı ile ölçmenin doğru olamayacağını işaret etmektedirler.
İzmir gazetelerinin umumiyetle tenkit ettikleri taraf İzmir kalesidir. Kalecinin ambale olduğunu ve takım kaptanının da kaleciyi çıkarmayarak bu vaziyette oyuna devam ettiği için idaresizlik göstermiş olduğunu söylüyorlar.
Bu arada “Yeni Asır” refikimiz de “Dünkü Maçın Komik Cephesi” başlığı altında ve “Laedri” imzasıyla bir yazı okuduk. Çok dikkate değer bulduğumuz için kısmen alıyoruz:
“Her iddialı maç, benim için Sorbon dersleri kadar enteresandır. Herkes maça, maçı seyretmek için gider. Ben ise maça gidenleri seyretmek için giderim. Amma diyeceksiniz ki sen orada ne görürsün?
Fenerbahçe-İzmirspor maçı çok iddialı bir şekil aldığından, iddialı maç haleti ruhiyesi İzmir’de de geçeceği aşikardı.
Hemen hazırlandım. Üç gün evvelinden beri her muhavereye kulak kabarttım. Gizli gizli notlar almaya başladım.
Notlardan birer parça yazıyorum:
Fener’i Ankara’da yenmiştik, çekemediler.
Hakemler hep onlardan taraf…
Sıfır üç… Sıfır beş muhakkak…
Yerli hakem kabul etmeyiz. Mutlaka tamamen bitaraf, Avrupalı olacak.
Hezimeti kahkahri olacak.
Aşağı yukarı, bütün İzmir’de hep bu iddia, bu kanaat kökleşmişti.
Maç günü not defterim cebimde mahsus iki saat evvel sahaya geldim. Her kalabalığın arasına sokulup konuşanlara kulak veriyor ve belli etmeksizin notlarımı alıyorum.
Gözüm önündekileri, kulaklarım arkasında ve yanımdakileri tetkik ediyor, Fener, Fener, nerede kaldın ey Fener, İzmirliler cömerttir, vereceğimiz goller çoktur, avuca sığmaz, çuval lazım Fener!
Biraz yan taraftan: Fener, Fener, senin mumun söndü Fener…
Biraz ileride: Fener, Fener boynun neden bükük Fener? Darbe ağır mı geldi Fener?
Fener, Fener, gözün neden yaşlı Fener? Canın mı sıkıldı zavallı Fener?
Fikret, Fikret çalım yapayım deme, bacağın burkulur Fikret… Yavrum Zeki sana ne oldu, hani senin şutların Zeki? Burası İzmir’dir Zeki?
Acıyorum şu Fener kalecisi olacak Hüsamettin’e. A birader düşün bir kere her tıkanacak golün günahı hep o zavallıya yüklenecek.
Yaşa… Vur! Acıma…
Bu sözler sarf olunurken sahada kimse vardı zannetmeyiniz. Bular meydanda fol yokken söyleniyordu. Düdük çaldı. Fenerliler arkasından İzmirliler çıktı. İzmirliler, daha gürbüz, daha iyi, beni de helecan sardı.
Hücumlar mütekabil… Arkamdan:
“Fener burada çalım geçmez, yaşa Çeko, Fikret kendine gel..”
Bir an bir şeyler oldu. Fikret yaradana sığınarak bir şut çekti. İzmirspor kalesinde top görüldü. Fener’in birinci golü…
Oyun kızıştı. Haydi Çeko, haydi İzmir, yaşa filan derken top Zeki’nin ayağına geldi. Bir şut daha. İkinci gol…
Zarar yok, zarar yok yeneceğiz, gayret çocuklar, yılmayın…
İkinci haftaym başladı. Eh, Fenerliler şimdi görürler. Yaşa Çeko, sür oğlum sür derken topu Fenerli muhacim İzmirlilerden kaptı, yıldırım süratiyle kaleye indi. Şut! Ah, ay, aay derken üçüncü gol!
“Ulan ne oluyoruz, iş fenalaşıyor, Zeki’yi tutun be… Niyazi’yi marke edin be…”
Tutuyorlar ama onlar topu Fikret’e veriyorlar, Fikret sürüyor…
“Ulan tutun şu mikrobu… Tutun… Derken Fikret bir şut çekiyor ve top dördüncü defa kaleye giriyor.
Arkamdan, yanımdan sesler:
“Kaleci mi bu? Defedin şunu yahu… Derken İzmirli bir oyuncu topu Fenerlilerden kapıyor fakat biraz tereddüt ediyor.
Başımı arkama çevirdim gülüyorlar. Yani Allah bile istese üç dakikada 8 golü geri çevirmeye imkan kalmadığını anlatmak istiyorlardı…
Önümde “Haydi gidelim canım, ben demedim mi? Fener’in karşısında İzmirspor’a adım atamaz. Ben demedim mi böyle kaleci ile maç olamaz?
Düdük çaldı. Oyun bitti. İzmir 8 gol yedi. Bir gol yapamadı.
Önüme baktım, yanıma baktım, arkama baktım. İzmirspor’da tenkit etmedikleri bir oyuncu bırakmayan bu adamlar, oyuna başlarken bu lafların tamamen aksini söyleyen adamların kendisiydi.
47inci defa aynı dersi tekrar öğrenmiş oluyordum.
Takdir ettiği zaman neyi takdir ettiğini bilmeyen, seçmeyen bir spor efkarı umumiyesine güvenenler, tenkit ettiği zaman neyi tenkit ettiğini bilmeyen aynı spor efkarı umumiyesi tarafından hep söyle terk edilirler.
İzmirspor kalesine 8 gol girmesini hazmedemeyen bu adamların kendi mantık ve muhakeme kalelerine bir buçuk saat zarfında 80 tane (tezat) golü girdiğini düşünürlerse biraz mahcup olmaları lazım gelir.
İzmirspor çok çalıştı; fakat Fener kahir bir galibiyet kazandı. Olabilir ya… Bunda kızacak bir şey yoktu.
İzmirsporlu çocuklar, beni dinleyiniz. Siz İzmir’i Türk sporunda ikincilik gibi çok şanlı bir mevkie çıkarırken, dün sizleri haksız itham edenler bulundu. İşte spor efkarı umumiyesi her zaman budur. Ve spor, Fener’in önünde değil, yirmi dakikada kırk defa mantık değiştiren böyle “dönek” fikirliler önünde meyus olmamayı öğreten mümaresenin kendisidir”
Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm VI
Cumhuriyetin 10. Yılına rastlayan 1932-1933 yılları şampiyon takımları Türkiye Birinciliği için Ankara’da toplanmıştı.
O zaman 19 Mayıs Stadı olmadığından maçlar Gazi Terbiye Enstitüsü sahasında yapılıyordu. Biz Trabzonspor’la oynayacak, galip gelirsek İzmirspor’la final yapacaktık. Trabzonspor hakkında bilgimiz yoktu.
Kapalı ve sert bir havada maç başladı. Zorlu bir oyun oluyordu. Fakat Zeki Bey’in müthiş frikikleriyle oyunu 3-0 aldık. Ancak işin önemini maç bittikten sonra kavradık. Trabzonspor’dan Salim Galatasaray’a, Taka Naci bize, Hasan Polat Beşiktaş ve Gençlerbirliği’ne, Ali ve Mahmut Polat Ankara Gençlerbirliği’ne girerek yıldız oldular. Halbuki biz Trabzonspor’u hiç önemsememiştik.
Doğrusu sonuç Trabzonspor için şanssızlıktı. Maç sırasında bizim hafbek Cevat -ki çok güçlü ve bileği sağlam biriydi– Naci ile takışmışlar. Naci, Cevat’a sataşmış, Cevat biraz saf görünüşlü biriydi. Bende santrhaf oynuyordum.
Cevat bana geldi:
“Fikret, şu bir karış herife bak bana kafa tutuyor…” dedi.
“Aldırma…” dedim O’na…
Ben sanki hadiseyi körüklemişim. Cevat kalktı, “Ben bıçağını alırım ondan…” diyerek Naci’ye saldırdı. Yatıştırana kadar akla karayı seçtim.
Zaten Trabzonspor da bu maçtan sonra dağıldı. Oyuncular gerek tahsil, gerekse aile yaşamları nedeniyle çeşitli kentlere dağıldılar.
Final müsabakamızı İzmirspor’la oynayacaktık. Kemal Halim’in hakemliğinde maça başladık. Bir süre sonra Esat yanlışlıkla kendi kalesine bir gol attı. Bütün gayretimize rağmen beraberliği temin edemiyorduk. Maç elektriklenmişti. Kemal Halim hastalanarak maçı yarım bırakınca iş iyice çığırından çıktı. Federasyonun kararıyla verilen bir başka hakemle oyuna başladık ve bir penaltı kazandık. İzmirsporlular bu penaltıya uzun süre itiraz ettiler. Saha karıştı. Oyun da yarıda kaldı.
Gece Fenerbahçe ve İzmirspor temsilcilerinin katılmasıyla federasyonda bir toplantı yapıldı. Maçın tekrarı gerekiyordu. İki taraf da buna razıydı. Fakat maç nerede oynanacaktı? Uzun tartışmalar oldu. Zeki Bey’in yanında ben de vardım. Maçı ecnebi bir hakemin yönetiminde İzmir’de oynayabileceğimizi söyledik. İzmirliler de bunu kabul ettiler.
Biz vapurla gittik İzmir’e… Maçtan önce İzmir gazeteleri, “Ankara’da yendik… İzmir’de de yeneriz” diyerek Hüsamettin’in sola yattığı ve topun sağdan girdiği karikatürlerini yayınlıyorlardı. Bunlar bize doping olmuştu.
Anlaşmaya göre maç hasılatı İzmirspor Kulübü’ne kalacaktı. Elde edilen 4000 lira ile sonradan milyonlar eden bir stad yeri aldılar ve hiç olmazsa bunu kazandılar.
Maç sırasında Zeki Bey, benim solaçık oynamamı istemişti. Böylece İzmirsporlular şaşıracak hücum gücümüz artacaktı. Onların kalesinde Sami Ozok, defanslarında Reşat, Nazmi gibi değerli oyuncular vardı. Oyunun ilk on dakikası içinde bir gol attım. Peşinden Zeki Bey, Niyazi ve Muzaffer sıraladılar. Devre 4-0 bitti.
İkinci yarıda oyun sertleşti. Zeki ve Niyazi birer goi daha atarak skoru 6-0’a çıkardılar. Bu arada İzmirsporlu oyunculardan biri Zeki Bey’e fena bir tekme attı. Zeki, sesini çıkarmadı. Bana dönerek, “Ben çıkıyorum, kavga gürültü etmeden maçı bitirin…” dedi. Onunla beraber karşımda oynayan İzmirsporlu sağbek Reşat da ağlayarak sahayı terk etti.
Şampiyon olarak vapurla İstanbul’a dönüşümüzü ve bizi rıhtımda büyük tezahüratla karşılayan kalabalığı hiç unutmam.
Zeki’nin Büyük Futbolculuğu ve Kaptanlığı
Zeki Bey’le ilgili bir olay aklıma geldikçe hala hayretler içinde kalırım. Beykoz’la liglerin son müsabakasını yapıyorduk. Biz kazandığımız takdirde -ki bu normal sonuçtu- şampiyon olacaktık. Beraberlik ve yenilgi halinde Galatasaray birinci oluyordu…
Maçın bitimine on dakika kalana kadar 1-0 galiptik. Tatlı tatlı şampiyonluk havasına girmiştik. Son dakika içinde Beykoz bize penaltıdan bir gol attı. Biz de hareket yok… Şampiyonluk gidiyor… Bütün ümidim kırılmıştı. Zeki Bey topu acele orta noktaya koydu. Bana, “Topu al, bir kişi geç bana at…” dedi. Dediğini yaptım. Rüzgar gibiydi Zeki… Eliyle bile tutamadılar onu… Aldı topu, yaklaştı Beykoz kalesine, bomba gibi bir vuruşla ağlara yolladı ve döndü getirdi topu santraya. “Bu iş bu kadar…” dedi. Arkasından sevinç gözyaşları içinde kucakladık büyük kaptanımızı…
Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt’un Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladığı malûmunuz… Arşivleri karıştırırken Fenerbahçe’nin efsane sporcularından, dünya iyisi bir insan olan merhum Şükrü Birand’ın röportajına denk gelince, rahmetli Rauf Denktaş’ın röportajında yaptığımız gibi bunu da sitemizde yayınlamak için kendisinin müsaadesini aldık. Huzurlarınızda “Altın Çocuk” Şükrü Birand… Nur içinde yatsın…
Futbol hayatına atıldığı andan itibaren dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış, “Altın Çocuk” tu o. Fenerbahçe ve milli takım için bulunmaz bir kaftan. Ona “En az 10 yıl yerinden oynatılmayacak adam” deniyor ve arkasından bir “Oh!” çekiliyor: “Fenerbahçe 10 yıl sağ bek sıkıntısı çekmeyecektir.”
Basri Dirimlili gibi bir futbolcuyu hayatında örnek alan bir futbolcudan nasıl başarısız olmasını bekleyebilirsiniz ki… Şükrü Birand’ın ekolü de Basri Ağabeyi oldu.
Fenerbahçe’de 69 futbolcu 200’ün üstünde maç yaptı. Bu 69 değerli futbolcumuzdan birinci sırayı Sayın Lefter Küçükandonyadis 615 maçla alırken, Şükrü Birand ise 318 maçla 25. sırayı aldı. Hepinize minnettarız.
– “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şükrü Bey?
Doğuştan Fenerbahçeliyim. Benim rengim sarı lacivertti. Çocukken, babamla yaşadığımız elim bir olay vardı. Bir at arabası kazası geçirdim. Babam o kazada beni kurtarmasaydı, bugün iki bacağım olmayacaktı… İşçi bir ailenin çocuğuydum. Babam torna ustasıydı. Ankara’da doğmuşum. İlkokul çağında Adapazarı’na göçmüşüz. İlkokulu Adapazarı’nda okudum. Sona tekrar Ankara’ya döndük. Liseyi Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde okudum. O arada bizim mahallenin çocukları, hep birlikte maçlara gidiyorlar, beni de beraberlerinde götürüyorlardı. Mahalle maçları oynarken beni ilgi ile izleyen milli takım hocaları vardı. Ve ben daha hiçbir takımda oynamadan genç milli takımına çağrıldım. O zamanlar Basri Dirimlili hayranıydım. Fenerbahçe’de “Mehmetçik” lakaplı olan sonradan beraber olduğumuz ağabey kardeş antrenör Basri Ağabey’i çok seviyorduk.
– Spor hayatınız profesyonel olarak nasıl başladı, Fenerbahçe Spor Kulübü’ne girişiniz nasıl oldu?
Eskiden her takımın 11’ini rahatça sayardınız. O yıllarda bir takıma gidip oynadığınız zaman “Bir sporcu en az bir 10 yıl oynar” düşüncesi vardı. Ankara Aydınlıkevler’de mahalle arkadaşlarımla futbol oynarken, Gençlerbirliği’nden Rauf Başer diye bir antrenör vardı. Beni Gençlerbirliği’nde oynatmak istedi. Ama kısmet Toprakspor’muş. Toprakspor’a seçildiğim yıl öncesinde, genç milli takımına da seçilmiştim.
Hem kuvvetli bir takıma girmiştim, hem de milli takıma seçilmiştim. İkinci kulübüm PTT oldu. Sonra Fenerbahçe beni istedi. Hayallerim gerçekleşiyordu. Sevdiğim kulüpte top oynayacaktım. Yaş 18-19. O zamanlar Galatasaray, Beşiktaş kulüpleri de beni almak istiyordu. Hatta Türkan Şoray’ın eski hayat arkadaşı Rüçhan Adlı, Galatasaray yönetimindeydi. Beni almak üzere uçakla özel olarak gelmek istiyordu. Beşiktaşlı Ali Tozkonmaz da bir taraftan. Ama benim gönlüm Fenerbahçe’deydi. Fenerbahçe Asbaşkanı Müslüm Bağcılar idi. Ankara’da benimle temasa geçen Müslüm Bağcılar, Ahmet Erol ve Erdal Kocaçimen beni Fenerbahçe’ye istiyorlardı. Bu benim için inanılmaz bir olaydı. Fakat babam transferim için bir şart koymuştu: “Üniversiteyi İstanbul’da okuyacaksın” diye. Oyunculuğum sürecinde İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde okudum ve mezun oldum. Netice itibariyle; mukavele için beni ve Ziya Şengül’ü apar topar kaçırıp İstanbul’a getirdiler.
O sıralarda bir de İstanbul’da ümit milli takımının maçı vardı. Ben ümit milli takımında kadroda değildim. Fenerbahçe-PTT ile maç oynamaya gelmiştik. Beni hemen milli takıma çağırdılar. Fenerbahçe’de bek Özcan (Köksoy) vardı. Onun kadrodan çıkmasıyla ben Çarşamba günü Türkiye – İngiltere maçına çağrıldım. İyi performans gösterdiğimden beni istiyorlardı. Türkiye Fas, Cezayir, Tunus’a maçına da gittim. Bu arada halen PTT’deydim. Fenerbahçeli futbolcular hepsi benimle ayrı ayrı ilgileniyorlar, nasıl Fenerbahçeli yaparız diye uğraşıyorlardı. Tabii ben dünden razıydım. O zamanki transferlerde bir takımın kadrosuna 2-3 kişi alınırdı. Fenerbahçe ile mukavele imzaladım. 1964’de Fenerbahçe Spor Kulübü’ne girişim oldu. “10 yıl oynarım” dedim. 318 defa oynadım.
– Milli takımda oynadınız…
32 defa milli takımda oynadım.
– Takımın hızlanmasında büyük rolünüz vardı. Ve Avrupa maçlarında, milli takım maçlarında dikkatleri üzerinizde topluyordunuz. Transfer teklifleri aldınız mı?
Çeşitli kulüplerden teklif almıştım. Bir keresinde İrlanda’dan Mr. Toomey bana bir aracı vasıtasıyla “Bugün İrlanda’da böyle bir bek yok. Gelsin onu başkanı bulunduğum Limmerick takımına alayım” diye haber göndermişti ama ben kendisine teşekkür edip, takımımdan ayrılmayacağımı söylemiştim. Zaten o zamanki başkanımız Sayın Faruk Ilgaz çok sinirlenip “İzmir, Ankara derken bir de İrlanda ile mi uğraşacağız?” demişti.
– 1964-1974 yılları arasında Fenerbahçe’deydiniz ve bir çok şampiyonluklarda sizin de emeğiniz var. Fenerbahçe tarihinde “Altın sezon” dediğimiz beş kupa aldığımız kadroda da siz vardınız…1967-68 senesinde Türkiye Kupası, Başbakanlık Kupası, TSYD, Lig Şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı ve Balkan Kupası maçlarını kazanarak beş kupayı aldığımız bir dönemdi. Balkan kupası bir Türk kulübünün kazandığı ilk uluslararası kupa olma özelliğini taşıyordu.
Oscar Hold, Ionescu, Molnar ve Didi ile şampiyonluklar yaşadık. Hento, Pele, Cruyf ve George Best gibi futbolcularla oynama şansı yakaladım. 5 dönem şampiyonluklar yaşadım. Biz o zamanlar çok para kazanmadık ama hayatımızda para ile satın alamayacağımız bir itibarımız oldu.
– Fenerbahçe’nin bir de bekarlar kampı vardı…
Evet… Görev bölümüne göre A. İhsan; idare müdürü, Yaşar; bulaşıkçı ve ütücü, Ziya; gıda uzmanı, Bülent; çamaşırcı, ben de teşrifatçıydım. O günleri hatırlamak ve onların bizde güzel bir anı olarak kalması müthiş bir duygu. Bu arada Ziya, A.İhsan ve bana “3 ahbap çavuşlar” deniyordu. Sonradan aynı eve Yaşar Mumcu, Ercan Aktuna ile katıldı. Bu evi bize Müslüm Bağcılar tutmuştu.
– En çok etkilendiğiniz bir anınızı paylaşır mısınız lütfen…
Bir Fenerbahçe – Galatasaray maçıydı. Ayağım yere vurduğu için topu iyice uzaklaştıramamıştım. Top Galatasaraylı futbolcunun ayağına gelmiş ve gol olmuştu. O maç 1-1 sona erdi. Benim üstüme kalmıştı. Korkunç derecede üzülmüştüm. Fakat maç bittiğinde bir anda Fenerbahçeli seyircilerin hep bir ağızdan “Ya ya ya! Şa şa şa! Şükrü Şükrü çok yaşa!” bağırışları karşısında gözyaşlarımı tutamamıştım. Ve o an anladım ki; Fenerbahçe taraftarı hem futboldan çok çok iyi anlayan hem de futbolcusunun motive etmeyi çok iyi bilen şahane bir topluluk.
– Bir de kendi kalenize golünüz var?
Çok üzüldüğüm ve yıkıldığım bir andı. O gün ona “Pembe hata” demişlerdi. Altınordu takımına 1967 yılında İzmir’de 1-0 mağlup olmuştuk. O ana kadar kalemizi korumak için çırpınan ben, bir tehlikeyi kaleden uzaklaştırayım derken ters bir hareketle kendi kalemize golü göndermiştim. O an benim ne hale geldiğimi ve ne üzüntüler yaşadığımı bilemezsiniz. Tek rahat olduğum taraf yöneticilerim tarafından o hatanın iyi niyetten kaynaklandığının bilinmesidir.
– Fenerbahçe’de forvetlik de yaptınız…
Oscar Hold bana forvet imkanı da vermişti. Hatta bir İzmirspor maçında iki gol atmıştım.
Hatırlayabildiklerimden PTT’ye de gollü bir maçım vardı. Bir de Türkiye kupası maçlarından Feriköy’e golüm vardı. Ama asıl yerim her zaman sağ bek oldu.
– Sportmenlik ve centilmenliğin doruğuna çıkan futbolculardan biri olarak 10. yılın sonunda jübile gününüz geldi çattı. Nasıl bir gündü?
Jübilemi Datcu ile beraber yaptık. Datcu’nun jübile hakkı yoktu. Bir kulüpte 10 seneyi doldurmayanlar, orada jübile yapamazlar. O da benim jübile hakkımdan istifade etti. Ne kadar üzülsem de tatlı bir veda oldu. Fenerbahçe formamızı son bir kez giyerek el ele sahaya çıktık. İnönü Stadı’nda 10.000 kişi vardı. Şöhretler karmasıyla maç yaptık.
Maç 0-0 bitmişti. Maç sonrasında Kız takımları “Dişi Kramponlar”ın mücadelesi vardı. Gecenin 3. gösterisi ise emekliler takımının maçıydı.
– Sesiniz çok güzeldi ve 10 yıllık Fenerbahçe spor yaşamından sonra sahne hayatına atıldınız.
Futbol oynarken hem üniversitede okuyor, hem de müzik dersleri alıyordum. Sesimin güzelliğinden kamplarda hep şarkı söylerdim. Hatta Münir Nurettin Selçuk’la bile şarkı söyledim. O da Fenerbahçe’de top oynamıştı zamanında. Şarkı sahnem başladı. Nesrin Sipahi benim dostumdur. Nesrin Sipahi’nin okuduğu “Mazinde Bir Tarih Yatar” ile başlayan Fenerbahçe marşımızın vokalisti bendim. Nesrin Hanım’la beraber okuduk. Diğer futbolcu arkadaşlarım kendi okuduklarını zannetmişlerdi. Enteresan günlerim geçti. Gönül Yazar Fenerbahçeliydi. Sesim güzel diye sahneye davet etmişti. Bir süre sonra teklifler gelince Türk Sanat Müziği solisti olarak bir süre sahneye çıktım, Maksim gazinolarında şarkı söyledim. Çok renkli günlerdi.
– Daha sonra…
7-8 sene boyunca TV 8’de spor programı yaptım. Şu an Radyospor’da program yapıyorum.
– Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oyunculuk dışında hangi görevlerde bulundunuz?
Futbol Vakfı’nda genel sekreterlik yaptım. Şu an 2000 Derneği üyesiyim. Fenerbahçe’den kopmanız mümkün değil.
– O yıllardaki Anderlecht – Fenerbahçe maçına giderken yanınızda götürdüğünüz bir şey vardı. Anımsayabiliyor musunuz?
(Gülüyor) Evet koltuğumun altında kitaplarım vardı. O sıralar üniversiteye devam ediyordum. Belçika’ya giderken ders kitaplarımı da yanıma almıştım. Çünkü bu okulu bitirmem için babama sözüm vardı.
– Maça çıkarken uğurlarınız var mıydı?
Bizler maça giderken birkaç uğurumuz vardı: Ben çoraplarımı hiç yıkamadan maça giderdim. Maça çıkarken hep aynı şampiyonluk çoraplarımı giymeye gayret ederdim. Onun için bana “Pasaklı” derlerdi. Vapurla keyifle giderdik maçlara…
– Ve yıl 2007… Fenerbahçe Spor Kulübümüz hakkındaki düşünceleriniz…
Fenerbahçe Spor kulübü tüm branşlarında başarıyı yakalamış, büyük ilerlemeler kaydetmiştir.
1968’de Faruk Ilgaz zamanında başlayan tesisleşmeler, başkanımız sayın Aziz Yıldırım ile olağanüstü bir yol kat etmiştir. Sayın Aziz Yıldırım’ın bu tesisleşme konusundaki yatırımları da halen devam etmektedir. 2009 UEFA finallerinin de stadımızda gerçekleşecek olması bunun göstergesidir. Futbol Vakfı’nda olduğum zamanlarda Beden Terbiyesi’ne müracaat edip binlerce dönüm araziyi resmi olarak tahsis ettirdim. Arkadaşlarımız o zamanlar Gebze
-İzmit yolu üzerindeki bu arazileri uzak diye kabul etmediler. Geçenlerde başkanımız sayın Aziz Yıldırım’a da bahsettim. “Bunu araştıralım” dedi. O zamanki resmi olarak tahsis ettiğim araziyi belki şimdi alacaklar. Ve bu arazi devlet tarafından bedelsiz verilmiştir.
100’lerce dönüm arazi Şile’ye kadar gider. İnşallah Fenerbahçe Kulübü’ne nasip olur.
Fenerbahçe şu an Türkiye’nin en kurumsal kulübü olmuştur.
– Eşinizle 1968 yıllarında tanışıp, evlendiniz.
Evlenmemiz o kadar kolay olmamıştı. Bir pastanede karşılaşmıştık. Sonrasında kayınpederim “Futbolcuya kız vermem” demişti… Sonunda zor razı etmiştik. O yıl, Manchester City’i yenmişiz. Bir hafta sonra 27 Kasım’da da Ajax ile maçımız var… Benim de 29 Kasım’da nikahım vardı. Yağmurlardan dolayı Dolmabahçe maç oynanmayacak durumda olunca maçı iptal edip 28 Kasım tarihine aldılar. Epey bir heyecan yapmıştım maç tarihi ile ilgili. Fakat sonra 29 Kasım’da evlendim. Sevginin ördüğü duvarları hayatta hiçbir şey yıkamaz. O zamanlardan şimdiye Rengül’le evliliğimiz 40 seneyi buldu. Birkan ve Burçak adında iki tane yetişkin oğlumuz, bir tane de torunumuz oldu.
– Maçları takip edebiliyor musunuz?
Maçları seyretmeye nadiren gidebiliyorum ama mutlaka oğlum Mirkan’la izliyorum. Bizim ömür boyu tüm statlarda şeref tribününde izlememiz için yerimiz ayrılmış, kartımız da vardır.
Fakat diğer statlarda bu hakkımızı kullanamıyoruz. Sadece kendi stadımızda özel tribünümüz var.
– Fenerbahçe Dergimiz için düşünceleriniz?
Dergimize söyleyecek hiç söz yok. Her ay büyük bir titizlikle takip ediyorum. İleriki yıllarda büyük bir arşiv olacak. Evimize iki dergi giriyor. Birini okuyoruz diğerini hiç bozmadan torunuma saklıyorum.
– Rengül Hanım’a 40 yıllık evliliğin başarı anahtarını soruyoruz…
Eşinizin zevklerini paylaşın… Eğer eşiniz futbolu seviyorsa siz de sevin. Futbol kurallarını biraz öğrenip, maçları takip edecek bilgiye sahip olursanız bundan zaman içinde siz de büyük zevk alacaksınız. Ve paylaştığınız daha fazla şey olacak. Ben Şükrü ile ilk tanıştığımda futbol bilgim çok azdı. Fakat zamanla bu bilgim ve paylaşımım çok ilerledi. Artık kendim için bir futbol hastası diyebilirim. Hala tüm maçları ailece birlikte izliyor. Aynı heyecanı yaşıyoruz.
– Sayın Şükrü Birand son olarak taraftarlara mesajınız var mı?
Öncelikle şunu belirtmeliyim: En gururlandığım an 100. yılda 100. yıl takımında forma giyip oynayabildim. 100. yılda da yer almak müthiş bir duygu.
Saha içinde 11 Fenerbahçeli oyuncu var. Fenerbahçe’deki 12 numaralı forma taraftarındır. Ve Fenerbahçe’de 12 numaralı oyuncu forması yoktur. Taraftarın 12 numara olması gerektiğini ve formalarının yapılıp satılmasını kulübüme ben önermişimdir. Başka hiçbir kulüpte de bu yoktur. Fenerbahçe büyük bir takım olduğunu tarih boyunca ispatlamıştır. Bundan sonra da taraftarımızın büyük desteğiyle daha iyi günleri olacaktır. Evvelden 12 numarayı yedekler giyerdi fakat ben Yüksek Divan Kurulu’nda 12 numaranın taraftara verilmesini önerdim. İmza topladım. Ne mutlu ki kabul edildi. O gün bugündür 12 numara muhteşem taraftara aittir.
Röportaj: Sibel Kurt | Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi/Aralık 2007
Bir Çocuk Vardı
Bir çocuk vardı…
Saçının dikliği, vücudunun sırımlığı, tehlikelere basmaktaki inat ve çabukluğu ile, ölümsüz Basri’ye tekrar can verdi.
Bir çocuk vardı…
Dünkü sinir ve asap maçını, ekmek peynir yer gibi rahat bitirdi. Ne klasını, ne fiziğini ne aklını ne de ayaklarını dövdürdü.
Bir çocuk vardı…
Defans savunmasını bir “Minare gayreti”nden kurtarmış, müdafaa adamlığındaki o “dan-dun” denen 60 yıllık kiri yıkayıp atmıştı.
Bir çocuk vardı…
Bekliğin o pek övündüğümüz betonlarını çatır çutur kırmış, marul içinde bile kabiliyeti olmayan topraklarda, batıya çok aydınlık bir pencere açmıştı.
Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu “Büyük” Fikret Arıcan, hayatını anlattığı ve “Keşke yeniden basılsa” dediğimiz, müthiş görsellerle süslü kitabında “Hadiseli Türkiye Birinciliği” başlığı ile Fenerbahçe’nin ilk ulusal zaferini nasıl kazandığını yazmış. Keyifli okumalar.
Not: Fotoğrafta “Büyük” Fikret Arıcan (sağda) ve dönemin İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy bir arada.
1933 Türkiye Futbol Birinciliği
Cumhuriyetin 10. Yılına rastlayan 1932-1933 yılları şampiyon takımları Türkiye Birinciliği için Ankara’da toplanmıştı. O zaman 19 Mayıs Stadı olmadığından maçlar Gazi Terbiye Enstitüsü sahasında yapılıyordu. Biz Trabzonspor’la oynayacak, galip gelirsek İzmirlispor’la final yapacaktık. Trabzonspor hakkında bilgimiz yoktu.
Kapalı ve sert bir havada maç başladı. Zorlu bir oyun oluyordu. Fakat Zeki Bey’in müthiş frikikleriyle oyunu 3-0 aldık. Ancak işin önemini maç bittikten sonra kavradık. Trabzonspor’dan Salim Galatasaray’a, Taka Naci bize, Hasan Polat Beşiktaş ve Gençlerbirliği’ne, Ali ve Mahmut Polat Ankara Gençlerbirliği’ne girerek yıldız oldular. Halbuki biz Trabzonspor’u hiç önemsememiştik. Doğrusu sonuç Trabzonspor için şanssızlıktı. Maç sırasında bizim hafbek Cevat -ki çok güçlü ve bileği sağlam biriydi- Naci ile takışmışlar. Naci, Cevat’a sataşmış, Cevat biraz saf görünüşlü biriydi. Ben de santrhaf oynuyordum. Cevat bana geldi, “Fikret, şu bir karış herife bak bana kafa tutuyor…” dedi. “Aldırma…” dedim O’na… Ben sanki hadiseyi körüklemişim. Cevat kalktı, “Ben bıçağını alırım ondan…” diyerek Naci’ye saldırdı. Yatıştırana kadar akla karayı seçtim. Zaten Trabzonspor da bu maçtan sonra dağıldı. Oyuncular gerek tahsil, gerekse aile yaşamları nedeniyle çeşitli kentlere dağıldılar.
Final müsabakamızı İzmirspor’la oynayacaktık. Kemal Halim’in hakemliğinde maça başladık. Bir süre sonra Esat yanlışlıkla kendi kalesine bir gol attı. Bütün gayretimize rağmen beraberliği temin edemiyorduk. Maç elektriklenmişti. Kemal Halim hastalanarak maçı yarım bırakınca iş iyice çığırından çıktı. Federasyonun kararıyla verilen bir başka hakemle oyuna başladık ve bir penaltı kazandık. İzmirsporlular bu penaltıya uzun süre itiraz ettiler. Saha karıştı. Oyun da yarıda kaldı.
Gece Fenerbahçe ve İzmirspor temsilcilerinin katılmasıyla federasyonda bir toplantı yapıldı. Maçın tekrarı gerekiyordu. İki taraf da buna razıydı. Fakat maç nerede oynanacaktı? Uzun tartışmalar oldu. Zeki Bey’in yanında ben de vardım. Maçı ecnebi bir hakemin yönetiminde İzmir’de oynayabileceğimizi söyledik. İzmirliler de bunu kabul ettiler. Biz vapurla gittik İzmir’e… Maçtan önce İzmir gazeteleri, “Ankara’da yendik… İzmir’de de yeneriz’ diyerek Hüsamettin’in sola yattığı ve topun sağdan girdiği karikatürlerini yayınlıyorlardı. Bunlar bize doping olmuştu. Anlaşmaya göre maç hasılatı İzmirspor Kulübü’ne kalacaktı. Elde edilen 4000 lira ile sonradan milyonlar eden bir stad yeri aldılar ve hiç olmazsa bunu kazandılar.
Maç sırasında Zeki Bey, benim solaçık oynamamı istemişti. Böylece İzmirsporlular şaşıracak hücum gücümüz artacaktı. Onların kalesinde Sami Ozok, defanslarında Reşat, Nazmi gibi değerli oyuncular vardı. Oyunun ilk on dakikası içinde bir gol attım. Peşinden Zeki Bey, Niyazi ve Muzaffer sıraladılar. Devre 4-0 bitti. İkinci yarıda oyun sertleşti. Zeki ve Niyazi birer gol daha atarak skoru 6-0’a çıkardılar. Bu arada İzmirsporlu oyunculardan biri Zeki Bey’e fena bir tekme attı. Zeki, sesini çıkarmadı. Bana dönerek, “Ben çıkıyorum, kavga gürültü etmeden maçı bitirin…” dedi. Onunla beraber karşımda oynayan İzmirsporlu sağbek Reşat da ağlayarak sahayı terketti. Şampiyon olarak vapurla İstanbul’a dönüşümüzü ve bizi rıhtımda büyük tezahüratla karşılayan kalabalığı hiç unutmam…
“Büyük” Fikret Arıcan | Hadiseli Türkiye Birinciliği
Fenerbahçe, 3 Ekim 1964 tarihinde başlayıp 13 Haziran 1965’de biten Türkiye Ligi’nde, 30 maçta 18 galibiyet, 11 beraberlik ve 1 yenilgi alarak on üçüncü Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Sezonun gol kralı, 27 maçta attığı 12 golle Ziya Şengül oldu. Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin on üçüncü Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…