Etiket: James Elliot

  • Fikret Kırcan Röportajı

    Fikret Kırcan Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Cemil Turan röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Benim Mektebim

    Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Fikret Baba?

    25 Aralık 1919 doğumluyum. Doğuştan Fenerbahçeliyim diyebilirim. Evimiz Feneryolu semtindeydi. 10 yaşımdan beri futbol oynardım. Çocukluğumdan beri de Fenerbahçe’nin içindeyim.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’ne girişiniz nasıl oldu?

    Yıl 1934. 14 yaşındaydım. Küçük antrenman sahası vardı, orda futbol oynardık bir gün çağırdılar. Fikret Arıcan, “Gel, başla Fenerbahçe’de sen de Küçük Fikret olursun” dedi.

    Küçük Fikret olarak Fenerbahçe’ye girdim. 1934 yılında Taksim stadında Galatasaray – Fenerbahçe maçı vardı. O zaman Haydarpaşa Lisesi’nde öğrenciydim. Büyük Fikret Fenerbahçe takımının kaptanıydı. O gün bana “Bugün seni oynatacağım” dedi. Ben heyecanla bekliyordum, bir baktım benim yerime kardeşi Semih’i oynattı. Ben ağlayarak oradan kaçmıştım. O maçta Fenerbahçe 3-0 mağlup olmuştu.

    Rahmetli Gündüz Kılıç ve Haşim ağabey beni Galatasaray’ın idmanına götürdüler. O an için üzülüp kızmıştım. Artık Galatasaray’da oynayacaktım. O sıralarda Zeki Rıza Sporel geldi. “Senin yerin Fenerbahçe” dedi. Beni tekrardan Fenerbahçe’ye götürdü. Galatasaraylı Gündüz Kılıç Bey hiçbir şey diyemedi.

    Genç takımdan başlayıp yöneticiliğe kadar yükselen bir dönem geçirdiniz.

    Genç takımla başladım. 1934-1956 arası 22 sene futbol oynadım. Rüya gibiydi. 6 kez şampiyonluk ve 10 kupa şampiyonluğu yaşadım. Ayrıca Milli Takım Komite Başkanlığı, Futbol Federasyonu ve Fenerbahçe’de yöneticilik, Milliyet Gazetesinde de spor yazarlığı yaptım.

    Bu rüya gibi geçen futbol yaşamınızda arkadaşlarınızla iletişiminiz nasıldı? Uzun süre takım kaptanlığı yaptınız.

    Hepsini çok seviyordum, onlar da beni seviyorlardı, hepsiyle sonuna kadar geldik.

    Maçtan evvel bana hep sorarlardı: “Ne yapalım?” diye…

    “Yenilmek yok” derdim.

    “11 kişiyiz, çıkacağız, oynayacağız. Hiç konuşmayacağız. Başka kaidesi yok” derdim.

    Çok golünüz var mıydı?

    Hem de çok. Diğer yandan gol pasım da çok. 412 maçta 139 tane golüm var. Bir sürü kupa maçı yaşadım. İlk zamanlar yalnızca İstanbul Ligi vardı. Galatasaray, Beşiktaş, Vefa, Beykoz, Süleymaniye gibi takımlar vardı. Öyle başladık. Sonra sistem değişti. Yalnız İstanbul değil, tüm Türkiye’de oldu maçlar.

    Bir Beşiktaş maçımız var: İyi de başladık fakat 20. dakikada Dolmabahçe’de Beşiktaş 3 tane gol attı. Ben de kaptanım. Halk, taraftarlar sinirli tabi, bağırıyorlar.

    Devre arasında odaya geldik. Baktım, menajer yok, teknik direktör yok. Beşiktaş gene atacak 6-7 olacağız diye kimseler kalmamış.

    Lefter dedi ki “Ne yapacağız Fikret ağabey?”

    “Yüzünü yıka gel” dedim.

    Sonra Burhan geldi . “Ne yapacağız?” dedi.

    “Git yüzünü yıka gel, kafanı dağıt ruh, aşk Fenerbahçe düşüncesi ile oynayacağız, maça yeni başlamışız gözüyle bakacağız. Lefter, sen sol açık, ben sağ açık, Burhan sen santrafor oynayacağız” diye direktifler vermeye başladım.

    Sonra maç başladı. 10 dakikada 3 gol attırdım. Lefter “Allah Allah Fikret, Fikret maç bitecek.” diyor.

    Coşkun sol açık, topu aldım, defans durdu. 15 dakika var. Hakem gördü, “Oyna” dedi. 4-3 attılar golü. Lefter gene geldi “Biz bittik Fikret ne yapacağız?” dedi.

    “Dur, daha 15 dakika var. Maç bitmedi.” dedim. 10 dakika daha geçti. Ortadan köşeye vurdum; 4-4 oldu. 3 dakika var topu Lefter’e bıraktım, geldi, direkten döndü olmadı. Bana geldi top, vurdum, yine direkten olmadı. Sonuçta 4-4 bitti. Bu da inancın, takım ruhunun gücüdür. 3-0 olan maçı 4-4 sonuçlandırabiliyorsunuz. 

    1958-1959 sezon başı, 2 ayrı grupta oynanıyordu. O zamanki prosedür gereği; grup maçlarını lider tamamlayan Fenerbahçe ve Galatasaray finalde karşılaşacaktı.

    Fenerbahçe, Metin Oktay’ın golüyle ilk maçta 1-0 yenildi ama biz Galatasaray’ı rövanşta 4-0 yenerek şampiyon olduk.

    Rövanşın hikayesi ise şöyle: Galatasaray’a 1-0 mağlubuz, üzüntülüyüz. Kamp Yeşilköy’de, antrenman yaptık.

    Cuma akşamı çocuklarla oturdum, “Kimseyle konuşmayacağız” dedim.

    Yöneticiyim, kimseyi almadım toplantıya. “Bu ruh ve bu aşkla başlayacağız” dedim. Lefter sağ açık, Naci santrafor, Osman orta saha sonra Seracettin vardı. Oyun kurulumuyla ilgili kimseye bilgi vermedik.

    Başkanımız Agah Erozan ile yemek yedik. “Fikret durum nasıl, plan nasıl?” dedi. “Takım 30 değil, 11 kişi söyleyecek bir şey yok” dedim. Kızdı bana ama hiç aldırmadım bir gün sonra geldi, maç 4 -0 bitti, şampiyon olduk.

    Savaş çıkacak haberlerinde Amerika’ya gitmek istediğiniz doğru mu?

    Harp olacak, o hava var. Yıl 1939, 19 yaşındayım. Evliyim. Konuşuyoruz “Ne yapalım, ne edelim, kime söyleyeyim.” diye… En güzel şey; Saracoğlu ile görüşmek üzere Ankara’ya gittim, kimseyi almıyorlar. Başbakanlığa çağırdı, hemen elini öptüm. “Ne istiyorsun?” dedi. “Amerika’ya gitmek istiyorum” dedim. Bak dedi: “İsviçre’ye gidersen olur.” O zamanlarda Hukuk Fakültesi 2. sınıftayım. “Ben sevmem İsviçre’yi…” dedim. Ondan sonra olmadı, kaldı. Ayrılırken yanından “Bak, Galatasaray maçımız var, unutma gol at” dedi. O maçta da gol attık. 2-1 bitti.

    Ya Hukuk Fakültesi?

    Hukuk Fakültesi’ni de 2. sınıftan devamsızlıklardan bırakmak zorunda kaldım. Futbol daha ağır bastı.

    Teknik direktörlerinizle aranız nasıldı?

    Hepsi başkaydı. Hakikatten iyi hocalar vardı. İlk geldiğim sene Macar antrenör Josef Svenk geldi, bir İngiliz hoca James Eliot geldi. Ignace Molnar, Fikret Arıcan, Cihat Arman harika insanlar kimler geldi kimler. Hepsiyle çalıştım.

    Çok uzun süre takım kaptanı oldum, teknik direktörlük de yaptım. 1993’e kadar Fenerbahçe’ye hizmet verdim. En son Güven Sazak başkanlığındaki yönetimdeydim.

    Peki, şimdiki teknik direktörümüz ve futbolcularımızı nasıl buluyorsunuz?

    Zico’yu pek tanıyamadım çünkü çok seyredemedim. Futbolcularımız ise iyi, zamanla daha iyi olacaklar.

    Tuncay’ı beğeniyorum ama bazen çocuk oluyor. Menajerinin ve antrenörün onunla konuşması lazım. Havaya getirmek başka bir şeydir.

    Ben, Galatasaray’dan bir oyuncuyu getirmiştim Fenerbahçe’ye. Sahaya çıkmaya korkuyordu. 30.000 kişi küfür edecek bana dedi. Hiç unutmam onun kulağına pamuk koyardım maça çıkarken “Şimdi artık duymazsın hiçbir şeyi” derdim. Ayrıca hepsiyle tek tek konuşurdum. Şimdi fazla konuşan yok. Konuşmak ve onların psikolojisiyle yakından ilgilenmek gerek.

    1965 senesinde önce Can Bartu’yu İtalya’ya götüreceğim üç gün sonra da oradan Almanya’ya geçeceğim. Avrupa kupa maçımız var, geldim, bir gün antrenman yaptı. Yemek yiyor. Halit Kıvanç da var.

    Can’ı Fiorentina’ya vereceğiz.

    Can bize söyleniyor: “Ben kalamam, yapamam.” diyor.

    “Yapacaksın” dedim.

    Fiorentina’da dünya çapında antrenör Hamren vardı. Can’ı çok sevdiğini ve beğendiğini söylemişti. Bir de ikazı olmuştu Hamren’in: “Bir Mercedes getirmiş, kocaman. Siz babasısınız. Bu araba olmaz. 10 sene sonra alır bu arabayı, bu çocuğa lütfen söyleyin” dedi. Onun bile Volkswagen’i vardı. Can’a söyledim. “Hemen babacığım” dedi ve sattı.

    Üzüldüm geçen sene Tuncay’a da söylemek istedim. Sonra vazgeçtim çünkü hepsi öyle lüks arabalara biniyorlar. Bende de vardı arabalar, iki şirketim vardı, spor bakanı oluyordum. Çok da zengindim ama babam “Mütevazı olmak lazım. Hepsi spor hayatı bitince…” derdi. Şimdi belki devir değişti ama göz önünde olan insanların her hareketlerine dikkat etmesi lazım.

    Ayrıca en son Melih’in cenazesine Galatasaray eski başkanı gelmiş, Beşiktaş eski başkanı gelmiş. “Fikret ağabey” diye öpüyorlar demek ki bir saygı, sevgi var. Eskiden Galatasaray-Fenerbahçe maçlarından sonra yemeğe giderdik. O zaman bir başkaydı. Kim yenilirse yenilsin herkes dost, ağabey ve kardeşti.

    Arjantin Devlet Başkanı Peron’un eşi Eva Peron, hastalığı sırasında iyileşmesi için adına Mevlit bile okutan Türk halkının sevgisinden duygulandığı için Türkiye’yi ziyaret eden Arjantin Kulübü Athletico Lanus aracılığıyla bir de gümüş kupa göndermişti. Beşiktaş ve Galatasaray ile oynayan Lanus, son maçını yaptığı Fenerbahçe’ye 3 – 2 yenilince, kupa da Fenerbahçe’nin Müzesi’ne gitti. Bu takımda da kaptandınız…

    1951-1952 Arjantin maçı vardı, Galatasaray’a 5 tane, Beşiktaş’ a 6 tane attılar. Son maçı biz oynayacağız. Arjantin Dünyanın en büyük takımlarından birisi tabii.

    Maç Dolmabahçe’de oynandı. Çocuklara “Hiç sıkılmayın, çıkacağız ve her zaman oynadığımız gibi futbol oynayacağız” dedim. Harika oynadık. 3-2 kazandık. Manşetlerde gazetelerdeydik.

    Sonra geldiler bana teklif ettiler “Arjantin’e gideceksin orada her şey var.” dediler. “Yok, benim mektebim burası; Fenerbahçe” dedim.

    Milli Takımda da oynadınız…

    Milli takımda 12 kere oynadım. 3 kez kaptanlık yaptım.

    1936’dan 1948’e kadar Milli maç zaten yoktu. Tam 12 sene.

    Milli Takımımız 2. dünya savaşından sonra 23 Nisan 1948’de ilk maçını Yunanistan’la yaptı. Takımın çoğu Fenerbahçe’dendi. Oraya gideceğiz, başladık oynamaya. Beşiktaş’tan Şükrü, Fenerbahçe’den Lefter, Ahmet Erol hatırladıklarım…

    7. dakikada ilk golü attım. Sonra Lefter attı. 2-1 oldu sonra Şükrü attı, kazandık. Maç Atina’daydı. Saha da nasıl kötüydü bir görseydiniz, nasıl biliyor musun? Çorak. Sonra yengiliye doyamamış olacaklar ki bir 3. maç daha istediler. Bu kez de Yunanlıları İstanbul’da yendik. Burada da golü Lefter atmıştı.

    Bir de Leningrad zaferimiz var…

    Can Bartu ile Rusya’ya gittik. Büyük Fikret direktördü. 1956’da oynayacak halim yoktu. “Oynarsam bir hafta sonra oynayabilirim” dedim.

    2 maç oynayacağız Leningrad’da. Büyük Fikret dedi ki: “Oynarsın”. Antrenman yaptım, sahayı açmışlar 90 bin kişi. Rusya’ya kimse gelmemişti. Gece maçı oynuyoruz üstüne üstlük.

    Halit Kıvanç aradı, sordu: “Ne olur maç?” dedi.

    “Futbol bu, oynayacağız maçı 2-1 alacağız” dedim.

    Pat gol geldi. Sonra Mehmet Ali’ye pas attım, durum 1-1 oldu. Sonra bir harika gol attım, 2-1 kazandık.

    Ruslar bırakmadı bir maç daha dediler. Oynamadık. Daha ne oynayacağız! Rusya’da bir tek şeye üzülmüştüm. Nazım Hikmet’i görmek istediğimi söyledim yetkililere. “Akşam bekle” dediler. Bekledim ama gelen olmadı, gelemedi. Çok üzülmüştüm.

    Örneğin maç oynanıyor, yeniliyorsunuz… O esnadaki duygularınız ne olurdu?

    Bırakın yenilgiyi hiçbir şey düşünmemek gerekiyor. Oynayacaksınız maç bitti mi bitmedi sonuna kadar havaya getirirdim, pozisyona girerdim, kötü düşünmek yoktu benim için. Ben koşup oyuncuları da öperdim, “Boş ver, atacağız.” derdim.

    Bir gün Lefter’le başladık. 3 puan öndeyiz, şampiyonluğa oynuyoruz. Beşiktaş’tayız. Denize karşı oynuyoruz, kar var, soğuk var. Lefter sağ iç, ben sağ açık oynuyorum, defansı geçtim, sağımda Burhan, solumda Lefter, tam 7 metre kala kaleye önden geldim.

    Lefter seyircilere “Fikret ağabey bana pas vermez, çocuklara pas verir” dedi.

    “Mahvedeceğim” dedim içimden… Haber öyle manşete geçti. Maç 0-0 bitti.

    Salı günü antrenmana geldim, odaya girdim. “Çıkın dışarı” dedim. Lefter odada kaldı.

    “Ne yapayım, seni öldüreyim mi seni” dedim.

    Ağlamaya başladım, “Yanlış düşünüyorsun” dedim.

    “Babacığım, babacığım” diye o da ağlamaya başladı.

    Başarılıydınız belki bir iki sene daha oynayabilirdiniz. Niçin bıraktınız?

    “Kal” dediler tabii ama 36 yaşında şampiyon oldum ve bıraktım. Neden biliyor musun?

    1946’da bir Beşiktaş maçı vardı. Kaptan Hakkı Yeten ağabey 36-37 yaşındaydı. Götüremiyordu maçı, oynayacak hali yoktu. Bir baktım taraftarlar, kötü sözler söylediler. Tabii ki nankörlük bu insanların yaptıkları. Ağladım o gün.

    Demek ki her şey zamanında olmalı. “Unutma Fikret zamanında bırak” dedim kendi kendime. 1956’da futbolu bıraktım.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oyuculuk dışında hangi görevlerde bulundunuz?

    Futbol Vakfını kurdum. Buranın ilk başkanlığını yaptım, sonra Ziya Şengül’e devrettim. Sezon antrenörlüğü, asbaşkanlık yaptım. İnsanlar spor yaşamım sonrasında da beni hiç yalnız bırakmadılar.

    Tanju Hanım siz neler söyleyeceksiniz Fikret Baba ile ilgili?

    Yakışıklı, iyi kalpli ama herkesin uzaktan çekinerek yaklaştığı bir insan. Kalbi yumuşacık ama kendine dışardan öyle bir duvar örmüş ki tanımayan çekinir, tanıyan da çok sever. Prensipleri olan, tutucu, tam bir oğlak erkeği. Fikret, karakteri çok sağlam bir insan.

    4 kardeşler. Babasını 3 yaşında kaybetmiş. Dedesi Kırca Ali Paşa çok zenginmiş.

    Paraya hiçbir zaman ihtiyacı olmadı. Futbolda kazandığı parayı bile takım arkadaşlarının arasında pay ederdi. Futbolu kendi Fenerbahçe sevgisi ve zevki için oynadı. Ama bunun zevki için olduğunu da hiç bir zaman belli etmedi. Sorumluluklarını her zaman bildi. Çünkü bu onun yaşam biçimiydi.

    Babamız halen çok yakışıklı. Bu konuda neler söyleyeceksiniz Tanju Hanım?

    İstanbul’da en iyi giyinen erkekler arasındaydı. Çok da çapkındır. Bir arkadaşım anlatmıştı. Fikret Karaköy vapurunda lüks mevkide gidermiş. Kaptan anons yaparmış, “Fikret’ in tarafına fazla gitmeyin vapur o tarafa yatıyor” Bütün hanımlar, genç kızlar gemide Fikret’in yanına giderlermiş. Çok hayranı vardı. Herkes “İdolüm” diyordu.

    Maçları izlerken siz nasılsınız, Fikret Baba nasıl?

    Ben ondan çok heyecanlanıyorum. Giderim Fikret’in ellerine bakarım buz gibi. İçinde yaşıyor her şeyi. Çok fazla kızarsa o zaman tepkisini veriyor. Ben çığlık atıyorum, bağırıyorum. O sakin. Sanki ben futbol oynamışım, o oynamamış.

    Geçen sene şampiyonluğu son anda kaçırdığımızda tepkileriniz ne oldu? Fikret Baba ne yaptı?

    O Denizli maçı… O maçı hediye ettik, ellerimizle şampiyonluğu verdik. Yani hatırlamak bile istemiyorum. Çok üzüldük hasta gibiydik. Fikret “Top yuvarlaktır her şey olur her türlü ihtimali kabul edeceksin” der. Bu da bir olgunluk herhalde… Heyecanları içinde yaşıyor. Ben o şampiyonluğu kaybedilmiş saymıyorum. Fenerbahçeli olmak ayrıcalık öyle doğduk, öyle gidiyoruz.

    Fikret Baba saçları bozulacak diye hiç kafa topu vurmazmış. Siz biliyor muydunuz?

    Benim annemle babam maça gidermiş. Babam anneme dermiş ki “Bak Fikret hiç topa kafayla vurmaz onun saçları çok kıymetlidir.” Hakikatten Fikret’in saçları kıymetlidir.

    Fikret Baba’ya dönüyoruz. Gerçekten saçlarınız kıymetli miydi?

    Öyle derler. Ama Altay maçında bir tane kafayla golüm var. Bir anda attım. (Gülüyor)

    Hatırlanmak, hala tanınmak nasıl bir duygu?

    Geçen senelerde Amerika’ya gideceğiz. Delta Hava Yolları’na geldik. 550 kişi sıradan geçerek uçağa biniyoruz. Bir görevli selam durarak “Sayın Fikret Kırcan hoş geldiniz” dedi şaşırdım, Türk olsa gerek. Güzel bir duygu hatırlanmak ve en önemlisi iyi izler bırakmak. Çok güzel günler yaşadım, çok önemli insanlarla tanıştım ama beni bugüne kadar en çok etkileyen an Atatürk’le karşılaşmamdı. Moda’ya geldik. 14 yaşındaydım. Atatürk, İngiltere kralıyla motorla yanaştı. Saçımı okşadı. Gözlerine bakamamıştım. En çok gurur duyduğum andı.

    Taraftarlara mesajınız var mı?

    Bu muhteşem taraftara tek mesajım var: Hepsini çok seviyorum.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Halkın En Tuttuğu, En Sevdiği Kulüp : Fenerbahçe

    Aşağıda okuyacağınız satırları kaleme alan kişi, Galatasaray’ın kulüp binasına adını verdiği Şehit Hasnun Galip Bey’in kardeşi, kendisi de muazzam bir Galatasaraylı olan Sadun Galip Savcı… Özellikle en başta yazdıklarına dikkat edin lütfen. Sonra bugünlerde Fenerbahçe’nin geçmişi hakkında atıp tutanların dikkatine sunabilirsiniz. Keyifli okumalar…

    * * * * * *

    Türkiye’nin en popüler kulübü, halkın en tuttuğu, en sevdiği kulüp : Fenerbahçe… Ben Fenerbahçeli değilim ama ne yapayım ki işin doğrusu bu!…

    Fenerbahçe şöhretinin en fazlasını işgal kuvvetlerinin ve hele İngiliz askerlerinin boy boy, çeşit çeşit, renk renk takımlarını yendiği mütareke seneleriyle ondan sonra ecnebi takımlarının memlekete ilk geldiği zamanlarda, yani çok golcü hücum hattını Zeki, Alâ, Bekir, Sabih, Bedri kombinezonlarının sürüklediği ve eski Umumi Katipleri Ali Naci’nin bu kombinezonlarla gollerin propagandasını yaptığı günlerde kazandı.

    Fakat… Bu şöhret ve bu sevgi Fenerbahçe’nin hakkı değil midir? Kurulduğu günden beri, Türk sporunda büyük bir varlık gösteren ve bugün her türlü teşkilatıyla göğsümüzü kabartacak bir kurum haline gelen Fenerbahçe, elbette ki, bu şöhrete ve bu sevgiye layıktır.

    Bugün tesisat ve teşkilatı itibariyle de en zengin kulüplerimizden biri olan Fenerbahçe, 1907 yılında kurulmuştur. Bu itibarla en eski kulüplerimizden biridir. O zamanlar memleketimizde kurulan her kulüp gibi, kuranları ve üyeleri herhangi bir evde toplanan “Fenerbahçe Spor Kulübü”, daha sonraları bir odaya sığındı. O zamandan bugüne kadar da durmadan çalışmasıyla nihayet lokalli, stadlı, bol vesaitli, çok üyeli bir kulüp haline geldi. Aşağı yukarı otuz senelik yaşayışında sporun değişik kollarındaki muvaffakiyetleri, galibiyetleri, şampiyonlukları ile Türk spor tarihinde sahifeler dolduran bir varlık oldu.

    Bugün Fenerbahçe Kulübü’nü idare eden, yedi kişilik bir heyettir. Bu idarecileri tanıtmak lazımdır :

    Kulübün başkanı bakan Şükrü Saraç’tır. İkinci başkanlık Doktor Hayri Celal’dedir. Umumi Katip Anadolu Ajansı Genel Direktörü Muvaffak Menemencioğlu, muhasibi Devlet Demiryolları müfettişlerinden Mehmet Reşat, Genel Kaptanı Zeki Rıza Sporel’dir. İdare heyetini iki üye: Deniz Ticaret Lisesi Spor Öğreticisi Sait Selahattin’le, Eczacı ve Kimyager Cafer Ali tamamlamaktadır.

    Bununla beraber, çok çalışan bu idare heyeti, icap ettiği zaman sayısı yetmişe varan kurucuların da manevi yardımlarına ve sevgilerine dayanmaktadır.

    Zaman zaman, Türkiye’ye giren her sporla uğraşmış ve muvaffakiyetler göstermiş olan Fenerbahçe’nin bugün en fazla meşgul olduğu spor kolları şunlardır:

    Futbol, atletizm, tenis, denizcilik, avcılık, voleybol ve basketbol.

    Sarı-Lacivert renk altında faal sporcu olarak üç yüz elliye yakın Fenerbahçeli vardır. Bunların hangi kollarda çalıştıklarını aşağıda sırasıyla göreceğiz.

    Futbol : Fenerbahçe’nin en fazla önem verdiği spor futboldur. Kulübün bugün on tane takımı vardır. Kulüp, ilerisinin parlaklığını gençlerin yetişmesinde gördüğü için küçük futbolculara büyük bir alaka göstermektedir. Bunun için on takımdan yedisini küçük futbolcular teşkil etmektedir. Bir gençler takımı, bir B takımı ve bir de birinci takım futbolcular kadrosunu tamamlamaktadır. Şu halde, kulübün yeni getirttiği İngiliz antrenör Elliot’un yetiştirmesine ve çalıştırılmasına bırakılan Fenerbahçeli futbolcular aşağı yukarı yüz yirmi kişidir.

    Atletizm : Bu kol, önemine rağmen, fazla gelişememiştir. Kulüp ancak son senelerde atletizmle uğraşmaya başlamıştır. Bugün bu kolda kırk kadar genç çalışmakta ve bunların arasında Cihat, Tevfik, Mufahham, Hilmi, Füruzan gibi az çok tanınmış atletler bulunmaktadır.

    Tenis : Memleketimizde ilk defa bu sporla uğraşan Türk kulübü Fenerbahçe’dir. Kulüp, bu sporda memleket şampiyonlarını yetiştirmiş ve bugüne kadar da rakipsiz kalmıştır. On beşi kadın olmak üzere, altmış kadar üye bu kolda çalışmaktadır. Memnuniyetle kaydedelim ki, bunlardan kırk kadarı bu sporda yeni yetişen ve ilerisi için çok vadeden gençlerdir. Fenerbahçe’nin tanınmış tenisçileri Sedat, Suat, Şirinyan, Zeki Rıza, Sait Selahattin, Galip, Tevfik, Ohanesyan’ı sayabiliriz.

    Denizcilik : Ona yakın kürek vasıtaları olan bu kolda, Ortaköy şubesi de dahil olmak üzere altmış, yetmiş sporcu çalışmaktadır.

    Avcılık : İki sene evvel kurulan bu kol az zamanda çok gelişmiştir. Bu kolda göze çarpanlar arasında Afrika’da aslan avcılığı yapmış olan Sait Selahattin’le, Galip, Turhan gibi bu işte usta kimseler vardır. Kulüpte bu kolun av eşyalarıyla süslenmiş hususi odaları güzel bir köşe teşkil etmektedir. Avcılık kolu sürek avları yapmakta ve çok rağbet gören bu partilere kırk elli avcı iştirak etmektedir.

    Voleybol-Basketbol : Bu kolu yüksek mekteplerdeki Fenerbahçelilerle taraftarları teşkil etmekte ve müsabakalarda iyi muvaffakiyetler almaktadır.

    Fenerbahçe birinci futbol takımı 934-935 mevsimi İstanbul şampiyonu olmuştur. Devam etmekte olan İstanbul Şildi maçlarında da en tehlikeli rakibi Galatasaray’ı 1-2 yenerek yolunda yürümektedir. Fenerbahçe, ecnebi temaslarında da büyük bir hareket göstermektedir. Mesela bir yıl içinde, bir kısmı Güneş Kulübü ile birlikte olarak, ikisi Avusturya, biri Çek, biri Yugoslav ve biri Yunan olmak üzere beş takım getirtmiştir. En son getirttiği takım, 1-3 kazandığı Olympiakos Yunan takımıdır.

    Teniste de Yugoslavların, Romanyalıların milli tenisçileriyle şehrimizde muhtelif temaslar yapmıştır.

    Bundan başka bütün spor kollarında mıntıkanın tertip ettiği resmi ve gerek teşvik müsabakalarına, hususi karşılaşmalara girmiş, bazı muvaffakiyetler almıştır.

    Fenerbahçe, Ankara’da yapılmakta olan stadı şimdilik saymazsak, Türkiye’nin en güzel ve en muntazam stadına sahip bulunmaktadır. Kulübün lokali de bu stadın içindedir. Kulüp, Kuşdili’ndeki eski lokal yandıktan sonra, stadı ve yeni lokali bugünkü haline getirmek için çok çalışmıştır.

    Statta büyük sahadan başka bir idman sahası, beş bin kişilik kapalı ve açık tribünler, güzel bir atletizm pisti, stadın yanı başında iki tane toprak tenis kordu vardır.

    Kulübün lokali güzel döşenmiş büyük bir salon, bir sigara odası, bir idare odası, soyunma, masaj, sıcak duş odalarından ibarettir.

    Bundan başka kapalı tribünlerin altında da misafir ve ecnebi takımlar için soyunma odaları ve duş yerleri vardır.

    Kulübün Kuşdili’ndeki yanan eski lokali yanında da deniz vasıtalarını muhafaza eden bir kayıkhanesi, güzel bir bahçesi ve acemiler için çimento bir tenis kordu bulunmaktadır.

    Fakat bence kulübün en güzel varlığı, üç yüz ellisi faal sporcu olmak üzere 1700 üyesi ve binlerce taraftarının sevgisidir.

    Sadun Galip Savcı (24 Mayıs 1935 – Tan Gazetesi)

  • Halkın En Sevdiği Kulüp

    Halkın En Sevdiği Kulüp

    Aşağıda okuyacağınız satırları kaleme alan kişi, Galatasaray’ın kulüp binasına adını verdiği Şehit Hasnun Galip Bey’in kardeşi, kendisi de muazzam bir Galatasaraylı olan Sadun Galip Savcı… Özellikle en başta yazdıklarına dikkat edin lütfen. Halkın en sevdiği kulüp kimmiş, göreceksiniz… Sonrasında bugünlerde Fenerbahçe’nin geçmişi hakkında atıp tutanların dikkatine sunabilirsiniz. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Gerçeği

    Türkiye’nin en popüler kulübü, halkın en tuttuğu, en sevdiği kulüp : Fenerbahçe… Ben Fenerbahçeli değilim ama ne yapayım ki işin doğrusu bu!…

    Fenerbahçe şöhretinin en fazlasını işgal kuvvetlerinin ve hele İngiliz askerlerinin boy boy, çeşit çeşit, renk renk takımlarını yendiği mütareke seneleriyle ondan sonra ecnebi takımlarının memlekete ilk geldiği zamanlarda, yani çok golcü hücum hattını Zeki, Alâ, Bekir, Sabih, Bedri kombinezonlarının sürüklediği ve eski Umumi Katipleri Ali Naci’nin bu kombinezonlarla gollerin propagandasını yaptığı günlerde kazandı.

    Fakat… Bu şöhret ve bu sevgi Fenerbahçe’nin hakkı değil midir? Kurulduğu günden beri, Türk sporunda büyük bir varlık gösteren ve bugün her türlü teşkilatıyla göğsümüzü kabartacak bir kurum haline gelen Fenerbahçe, elbette ki, bu şöhrete ve bu sevgiye layıktır.

    Bugün tesisat ve teşkilatı itibariyle de en zengin kulüplerimizden biri olan Fenerbahçe, 1907 yılında kurulmuştur. Bu itibarla en eski kulüplerimizden biridir. O zamanlar memleketimizde kurulan her kulüp gibi, kuranları ve üyeleri herhangi bir evde toplanan “Fenerbahçe Spor Kulübü”, daha sonraları bir odaya sığındı. O zamandan bugüne kadar da durmadan çalışmasıyla nihayet lokalli, stadlı, bol vesaitli, çok üyeli bir kulüp haline geldi. Aşağı yukarı otuz senelik yaşayışında sporun değişik kollarındaki muvaffakiyetleri, galibiyetleri, şampiyonlukları ile Türk spor tarihinde sahifeler dolduran bir varlık oldu.

    Kulüp İdaresi

    Bugün Fenerbahçe Kulübü’nü idare eden, yedi kişilik bir heyettir. Bu idarecileri tanıtmak lazımdır :

    Kulübün başkanı bakan Şükrü Saraç’tır. İkinci başkanlık Doktor Hayri Celal’dedir. Umumi Katip Anadolu Ajansı Genel Direktörü Muvaffak Menemencioğlu, muhasibi Devlet Demiryolları müfettişlerinden Mehmet Reşat, Genel Kaptanı Zeki Rıza Sporel’dir. İdare heyetini iki üye: Deniz Ticaret Lisesi Spor Öğreticisi Sait Selahattin’le, Eczacı ve Kimyager Cafer Ali tamamlamaktadır.

    Bununla beraber, çok çalışan bu idare heyeti, icap ettiği zaman sayısı yetmişe varan kurucuların da manevi yardımlarına ve sevgilerine dayanmaktadır.

    Zaman zaman, Türkiye’ye giren her sporla uğraşmış ve muvaffakiyetler göstermiş olan Fenerbahçe’nin bugün en fazla meşgul olduğu spor kolları şunlardır:

    Futbol, atletizm, tenis, denizcilik, avcılık, voleybol ve basketbol.

    Sarı-Lacivert renk altında faal sporcu olarak üç yüz elliye yakın Fenerbahçeli vardır. Bunların hangi kollarda çalıştıklarını aşağıda sırasıyla göreceğiz.

    Şubeler

    Futbol : Fenerbahçe’nin en fazla önem verdiği spor futboldur. Kulübün bugün on tane takımı vardır. Kulüp, ilerisinin parlaklığını gençlerin yetişmesinde gördüğü için küçük futbolculara büyük bir alaka göstermektedir. Bunun için on takımdan yedisini küçük futbolcular teşkil etmektedir. Bir gençler takımı, bir B takımı ve bir de birinci takım futbolcular kadrosunu tamamlamaktadır. Şu halde, kulübün yeni getirttiği İngiliz antrenör Elliot’un yetiştirmesine ve çalıştırılmasına bırakılan Fenerbahçeli futbolcular aşağı yukarı yüz yirmi kişidir.

    Atletizm : Bu kol, önemine rağmen, fazla gelişememiştir. Kulüp ancak son senelerde atletizmle uğraşmaya başlamıştır. Bugün bu kolda kırk kadar genç çalışmakta ve bunların arasında Cihat, Tevfik, Mufahham, Hilmi, Füruzan gibi az çok tanınmış atletler bulunmaktadır.

    Tenis : Memleketimizde ilk defa bu sporla uğraşan Türk kulübü Fenerbahçe’dir. Kulüp, bu sporda memleket şampiyonlarını yetiştirmiş ve bugüne kadar da rakipsiz kalmıştır. On beşi kadın olmak üzere, altmış kadar üye bu kolda çalışmaktadır. Memnuniyetle kaydedelim ki, bunlardan kırk kadarı bu sporda yeni yetişen ve ilerisi için çok vadeden gençlerdir. Fenerbahçe’nin tanınmış tenisçileri Sedat, Suat, Şirinyan, Zeki Rıza, Sait Selahattin, Galip, Tevfik, Ohanesyan’ı sayabiliriz.

    Denizcilik : Ona yakın kürek vasıtaları olan bu kolda, Ortaköy şubesi de dahil olmak üzere altmış, yetmiş sporcu çalışmaktadır.

    Avcılık : İki sene evvel kurulan bu kol az zamanda çok gelişmiştir. Bu kolda göze çarpanlar arasında Afrika’da aslan avcılığı yapmış olan Sait Selahattin’le, Galip, Turhan gibi bu işte usta kimseler vardır. Kulüpte bu kolun av eşyalarıyla süslenmiş hususi odaları güzel bir köşe teşkil etmektedir. Avcılık kolu sürek avları yapmakta ve çok rağbet gören bu partilere kırk elli avcı iştirak etmektedir.

    Voleybol-Basketbol : Bu kolu yüksek mekteplerdeki Fenerbahçelilerle taraftarları teşkil etmekte ve müsabakalarda iyi muvaffakiyetler almaktadır.

    Fenerbahçe birinci futbol takımı 934-935 mevsimi İstanbul şampiyonu olmuştur. Devam etmekte olan İstanbul Şildi maçlarında da en tehlikeli rakibi Galatasaray’ı 1-2 yenerek yolunda yürümektedir. Fenerbahçe, ecnebi temaslarında da büyük bir hareket göstermektedir. Mesela bir yıl içinde, bir kısmı Güneş Kulübü ile birlikte olarak, ikisi Avusturya, biri Çek, biri Yugoslav ve biri Yunan olmak üzere beş takım getirtmiştir. En son getirttiği takım, 1-3 kazandığı Olympiakos Yunan takımıdır.

    Teniste de Yugoslavların, Romanyalıların milli tenisçileriyle şehrimizde muhtelif temaslar yapmıştır.

    Kulübün Varlıkları

    Bundan başka bütün spor kollarında mıntıkanın tertip ettiği resmi ve gerek teşvik müsabakalarına, hususi karşılaşmalara girmiş, bazı muvaffakiyetler almıştır.

    Fenerbahçe, Ankara’da yapılmakta olan stadı şimdilik saymazsak, Türkiye’nin en güzel ve en muntazam stadına sahip bulunmaktadır. Kulübün lokali de bu stadın içindedir. Kulüp, Kuşdili’ndeki eski lokal yandıktan sonra, stadı ve yeni lokali bugünkü haline getirmek için çok çalışmıştır.

    Statta büyük sahadan başka bir idman sahası, beş bin kişilik kapalı ve açık tribünler, güzel bir atletizm pisti, stadın yanı başında iki tane toprak tenis kordu vardır.

    Kulübün lokali güzel döşenmiş büyük bir salon, bir sigara odası, bir idare odası, soyunma, masaj, sıcak duş odalarından ibarettir.

    Bundan başka kapalı tribünlerin altında da misafir ve ecnebi takımlar için soyunma odaları ve duş yerleri vardır.

    Kulübün Kuşdili’ndeki yanan eski lokali yanında da deniz vasıtalarını muhafaza eden bir kayıkhanesi, güzel bir bahçesi ve acemiler için çimento bir tenis kordu bulunmaktadır.

    Fakat bence kulübün en güzel varlığı, üç yüz ellisi faal sporcu olmak üzere 1700 üyesi ve binlerce taraftarının sevgisidir.

    Sadun Galip Savcı (24 Mayıs 1935 – Tan Gazetesi – Halkın En Sevdiği Kulüp)