Etiket: Kadıköy FC

  • Canlı Yapraklar – XXXI

    Canlı Yapraklar – XXXI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXXI” : 1912 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXXI

    Türkiye’de İzmir’de İngilizler tarafından ilk defa 1894 te oynanmağa başlanan futbol, İstanbul’da da ilk defa 1897’de yine İngilizler tarafından oynandı. İstibdat rejimi TürkJeri cemiyet kurmaktan menettiğinden ilk spor kulüplerini memleketimizde İngiliz ve Rumlar kurdular ve ilk defa olarak bu kulüpler tarafından 1904/5 senesinde 4 takım arasında bir lig teşkil olundu. Bu takımlar İngiliz elçilik gemisi İmojen, İngiliz Moda, Rum Elpis ve İngilizlerle Rumların müşterek kurdukları Kadıköy’dür.

    İşte; tam 50 senedir devam eden İstanbul lig maçlarının temeli böyle atıldı. Bu ligin kurucuları avukat Henri Pears ve James La Fontaine, maçları iddialandırmak ve alâka toplamak için İngiltere’den muhteşem bir gümüş şild getirttiler. Bu şild, her sene lig birincisine bir sene için verilecek ve 10 sene sonunda en çok İstanbul şampiyonluğunu kazanan kulüp ebedi sahibi olacaktı.

    Seneler ilerledikçe lige Galatasaray, Rum Stroglez, Fenerbahçe, İngiliz Ramblez, tatlı su frenklerinin kurdukları Progres ve İngiliz telefoncuları da dâhil oldular. Ligin harareti gittikçe artıyor, iddia büyüyordu.

    Bir kaç fedakâr Türk gencinin büyük müşkülâtla kurabildikleri Fenerbahçe 1909/10 ve 1910/11 senelerinde üst üste iki defa beşinci oldu. 1911/12 senesinde ise Ramblez, Stroglez, Progres ve Kadıköy kulüpleri karşısında yegâne Türk kulübü olarak müsabakalara katıldı. İstanbul liglerinde ilk iki sene ancak beşinci olan Fenerbahçe’yi bu üçüncü katılışında da aynı akıbetin beklediği umumi kanaat halinde iken netice tamamiyle aksi çıktı ve Fenerbahçeliler 5 galibiyet, beraberlik ve 7’ye karşı 16 gol ve 21 puvanla senenin İstanbul şampiyonu olmağa muvaffak oldular. İkinciliği de 20 puvanla İngiliz Ramblez takımı kazandı.

    Genç Fenerbahçe takımının daha tecrübeli ve kurt rakipler önünde hiç yenilmeden İstanbul şampiyonu olması umumi efkârda takdirle karşılanmış ve bugünkü, hiç bir kulübümüze nasip olmamış, o cidden büyük sevginin ilk tohumları o senenin bu tarihi ve muzafferane maçlarında atılmıştır.

    Fenerbahçe takımı, o sıralarda, bugün için akla sığmaz büyük mahrumiyetler içinde kıvranıyordu. Barındığı ver, futbolcularından mühendis Mektebi talebesi Kemal Aşkın’ın Kuşdilindeki evinin bahçesinde bir odadan mürekkep ufacık bir kulübe idi. Bu lokalin mobilyası da yine âzaların, evlerinden taşıdıkları bir masa 6 sandalyeden ibaretti. 44 sene önce bu halde olan bugünün muazzam Fenerbahçesi, mensuplarının isabetli görüşleriyle, bu tarihi ve kıymettar şampiyonluklarının bir fotoğrafhanede tespitini düşündüler ve o devrin meşhur (Foto Resne)sine gittiler.

    İşte aşağıdaki tarihi fotoğraf Fenerbahçe’nin ilk İstanbul şampiyonluğunun, evvelce Babıali’de kâin olan Resne fotoğrafhanesinde çekilmiş pek kıymetli hâtırasıdır ve hiç bir yerde neşrolunmamıştır. 44 sene evvelki İstanbul şampiyonlarından acaba kaçını tanıyacaksınız? Hepsini tanıyabilecekler bugün parmakla gösterilecek kadar az ise de, biz sizlere, toprağa mevdu olan büyük ekseriyetini rahmetle anmanız şartıyla ve tazimle takdim edelim:

    Fesli gençlerden sağdaki Hulki, soldaki de Yahya Berki’dir. Her ikisi de Fenerbahçe’nin adları daima hürmetle yâda lâyık fedakâr mensuplarıdır.

    Hulki Bey, Trakyalı bir çiftçinin çocuğu ve Fenerbahçe’nin âşığı bir gençti.

    Yahya Berki ise, 1910 senesi yazında kulübün bütün mensupları istifa etmişken son olarak Galip merhumun uzattığı istifanameyi alırken: “Ya ben istifamı artık kime vereyim?” diyen ve Galip merhumdan “Sen de Allaha ver!” cevabını alan zattır. Yâni bir ara, henüz Kemal Aşkın’ın kulübesine de yerleşmeden önce, yersiz Fenerbahçe’nin tek mensubu olarak kalmış; sebat etmiş ve Fenerbahçe’yi yeniden kurmuştur.

    Ayaktaki 3 gençten sağ baştaki Emir zade Arif’tir. O sene kulübün reisi, takım ve devrinin de o meşhur müdafii idi. Birinci Cihan Harbi sonunda şehit olmuştur.

    Ortadaki beyaz fanilalı kulübün o zaman ikinci reisi ve kalecisi Zeki Mazlum, soldaki de müdafi Elkâtip zade Abbas merhumdur.

    Sandalyede oturan üç genç, şampiyon kadronun muavin hattıdır. Sarı-Lâcivert renkleri bin bir yokluk içinde fedakârane koruyan ve şampiyon da çıkaran bu leventler sağdan itibaren İzzi, Sabri ve Hüseyin’dir. Bugün, maalesef, her üçü de rahmeti rahmana müntakildirler!

    Oturanlar hücum hattıdır. Sağ başta umumi kaptan Hasan Kâmil Sporel (hâlen Sokoni Vakum Türkive Umum Müdürü), onun sağında Sait Selâhaddin Cihanoğlu (Beden Terbiyesi İstanbul Bölge Müdürü), ortada merhum Galip, onun sağında rahmetli otomobil Nuri ve nihayet mühendis Kemal Aşki’dir.

    Galip merhumun önünde İngiliz kulüplerince İngiltere’den getirtilen 10 senelik meşhur gümüş şild görülüyor. Fenerbahçe bu şildi 1915 senesine kadar hiçbir kulübe kaptırmadı ve böylece, onun ebedi sahibi olmak şerefini de kazandı. Bu şild, gerçi, 1932 yangınında kulüp binası ile beraber yanmıştır. Fakat büyük hâtıraları ve ebedi şerefi bakidir.

    (Gelecek resim ve yazı: Türk Milli Takımının 31 sene önceki ilk Polonya seyahati)

    Rüştü Dağlaroğlu – 23 Ekim 1954 – Akşam Gazetesi  

  • Burhan Felek’in Futbol Hatıraları

    Burhan Felek’in Futbol Hatıraları

    Merhum Burhan Felek, Milliyet gazetesinde “Yaşadığımız Günler” başlığı altında anılarını yazmıştı. Bunlardan biri olan “Burhan Felek’in Futbol Hatıraları” sadece kendi kulübü Anadolu için değil, Fenerbahçe için de önemli detayları haiz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spora Nasıl Başladım?

    Üsküdar’da İhsaniye mahallesi doğduğum, büyüdüğüm bir mahalledir. Havalar İhsaniye yamacının derece derece yükselişine göre yumuşaktan serte kadar giden bir gam gösterir. Biz Sultaniye sokağında hem poyraza hem lodosa bakan sırttayız.

    İhsaniye mahallesi bir bakıma Üsküdar’ın bir sınır mahallesi idi. Gerçi daha doğusunda Selimiye vardı ama burası da Üçüncü Selim’in planını Fransız mühendislere yaptırdığı ve daha ziyade Selimiye kışlasındaki zabitlerin ailelerini barındırmak için tasarladığı bir lojman mahallesi idi.

    Kuzey tarafı ise Karacaahmet mezarlığı denilen büyük servi ormanıyla çevrilmiş olduğu için, İhsaniye mahallesi, Üsküdar’ın diğer mahallelerinden farklı ve oldukça tecrit edilmiş durumda idi. Ondan dolayı bu mahalle halkının diğerlerine göre gece veya tatil günü hayatı daha mahdut imkanlarla zor doldurulabilirdi.

    Aslına bakarsanız mahallenin bir tek kahvesi vardı: Çiçekçi kahvesi. Bir tek bakkalı vardı: Çiçekçi bakkalı…

    Birbirine ve denize paralel üç uzun ve genişçe sokağı vardı. Yukarıdan denize doğru da üç yokuş inerdi. Bunların üst sokağının adı Sultaniye, ikinci sokağının adı Aziziye, alt sokağındakini hatırlamıyorum, galiba alt sokak idi.

    Birim evin hemen karşısından alt sokağa inen yokuştan Selimiye caddesine çıkan daracık ve ancak 100 metre kadar uzun bir sokak vardı. Burada Mısır çarşılı Sadık Bey, Müftü Şamlı Ahmet Efendi (kendisinden hukuk imtihanına hazırlanmak için Arapça ve vakit geçirmek için satranç öğrenmiştim), daha ileride pek güzel bir kızı ve torunları olan Mabeynci Mahir Bey otururdu. Bu küçük sokağın adı “Çiçekçi Sokağı” idi. Yani mahalle bakkalı ve mahalle kahvesi adlarını bu sokaktan almışlardı.

    Bunun sebebini bir türlü anlayamamışımdır. Evvela bu “Çiçekçi” lafı nereden geliyordu. Çünkü, gerek bakkal, gerekse kahve zamanının isim yapmış dükkanlarından idi. O devirde bazı dükkanlar bilinmeyen sebeplerle ün salmış ve halkça yeri dahi bilinmeden ismi şöhret bulmuş yerlerdi. “Çiçekli Bakkal” da (Sinekli Bakkal gibi) bunlardan biriydi. Çiçekçi Kahvesi de öyle! Bunların ne büyüğünün ne küçüğünün sattığı mal bakımından hiçbir fevkaladeliği yoktu.

    Bütün bu tafsilatı verişimin sebebi İhsaniye mahallesinde 14-15 yaşında bir çocuğun vakit geçirmek için gidebileceği bir yer olmadığını anlatmaktır. Onun için babam beni Çiçekçi kahvesine götürürdü.

    Çiçekçi kahvesi bizim eve pek yakın da değildi. En azından 100-150 metre yürümek lazımdı. Ama kahvenin hemen civarındaki evlerde oturan mahalleli erkekler boş zamanlarını hemen hemen kahvede geçirirlerdi. Bunlardan biri de sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Serasker kapusu ketebesinden Ziya Bey’di. Bu Ziya Bey kısa boylu, çabuk konuşur bir adamdı. Ziya Bey kahveye başında kalıplı bir fes, sırtında entari ve üstünde hafif bir cübbe veya ince abamsı bir şey ve ayağında potin kundura ile gelirdi. Merhum şair Talat Bey ve arkadaşları Ziya Bey’e (arkasından) “Apitintoni” adını takmışlardı.

    Bütün bunları size zamanın mahalle hayatını gözünüzün önünde mümkün olduğu kadar iyi canlandırabilmek için yazıyorum.

    Evet, Ziya Bey bir gün kahve halkına daha doğrusu bize bir haber verdi:

    “Aman efendim, Kuşdili çayırında İngilizler bir top oyunu oynuyorlar, görülecek şey! Bir Pazar gidip görelim…”

    Bu Ziya Bey’in babası kimdi, bilmem. Yalnız annesi mahallece sesi kısık Şadiye Hanım ismiyle anılan, oldukça tanınmış bir hanımdı. Karşılarında Abdi Bey’ler otururdu. Bu Abdi Bey’ler de Serasker Kapusu “Harbiye Nezareti” memurlarından idi. Kahvenin hemen ensesine düşen bir de çiçek bahçesi olan ve çiçekçilikle para kazanan Esvapçıbaşı zade Behçet Bey vardı. Mahallenin Selimiye kıyısında ise Kağıtçıbaşıların Hacı Raşit Bey ile damadı Selahattin Bey otururdu.

    Bir de “Birdirbir” dediğimiz beli bükük birinin üstünden atlamak oyunu vardı. Bunların az çok sportif kıymeti olduğu inkar edilemez. Bu arada birkaç kişinin üstünden atlamadan ibaret “uzun eşek” ismindeki oyun zorluğu bakımından her zaman oynanmazdı. Ne kalıyordu? Kaydırak. Muayyen bir hedefe yassı bir taşla vurmak…

    E… Bunlar 15 yaşından sonraki gençliği pek tatmin edecek şeyler değildi. Onun için o devirlerdeki gençlik oyunsuzluk yüzünden karakter ve meyline, ailesinin kendine karşı olan kaydlanma derecesine göre kahve peykelerine, tulumbacı koğuşlarına veya meyhane köşelerine düşer, yahut eve kapanıp abdallaşırdı. Çiçekçi kahvesinde konuşan sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Apitintoni Ziya Bey beni bu akıbetten kurtardı.

    Haberi aldığımızın ertesi Pazarı babamla beraber Kuşdili’ne gittik ki bir kıyamet! Yani o zamana göre birkaç bin kişi var…

    Kuşdili çayırı (adı üstünde) açık bir çayırdı. Ne duhuliye var, ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiştir.

    İlk oyun Moda kulübü ile Kadıköy kulübü arasında imiş. Modalılar içinde sonradan Fenerbahçe kulübünde şöhret bulan Bahriyeli Fuat Bey vardı. Fuat Bey galiba sol açık oynardı. Sahanın dört bir tarafını halk sarmıştı. Daha iyi seyretmek için açık fayton arabası tutup üstünde oyun seyredenler de vardı. Bu futbolu ilk görüşümdür. Tarihi 1906’ya düşer. O günden bugüne futbol ve onun bahanesiyle spora ömrümün 66 yılını verdim.

    1907’de Üsküdar’da bir kısım gençler, Nafia Nezareti ketebesinden Şucauddin Bey adından oldukça müstebit birinin başkanlığı altında hala üçüncü kümede oynayan Anadolu kulübünü kurduk. Kurucular arasında Kaptan Paşa camii imamı huzur hocalarından ve sonradan Sinop sürgünlerinden meşhur Hafız Nazif Efendi’nin oğulları Hafız Nasuhi, Hafiz Macit, onların akrabalarından Telgrafçı Atıf, Rıza Suneri Sadullah, Selahattin, daha hatırlayamadığım kimseler vardı

    Ne var ki biz yani Türkler uzun müddet Pazar günleri oynayan Kadıköy, Moda, Barham, Strugglers (İngiliz sefareti gemisi mürettebatı) takımlarının kurdukları Pazar Ligi’ne giremedik. Ama Galatasaray ve Fenerbahçe ile Progre (daha sonraki Altınordu) takımı girdi. Zaten biz Pazarları oyun oynayamazdık. Memleketin resmi tatili Cuma günü idi.

    Oyunlarımızı ekseri tek kale halinde İbrahim Ağa çayırında yapardık. Bir gece bizim evdeki toplantıyı polis bastı. Durumumuzu anlattık. Hemen cemiyetler kanununa göre kendimizi “nizami”leştirmemizi emrettiler. 1907’de kurulmuş olan “Anadolu” kulübü resmi tescil tarihi olan 1908’de kurulmuş göründü.

    Bir müddet sonra bizim gibi semtlerdeki bazı Türk takımlarını bir araya getirip Cuma Ligi’ni kurduk. Bu ligde ilk önce sekiz takım vardı. Bazılarını hatırlarım: Anadolu, Süleymaniye, İdman Yurdu, Şehremini, Türkgücü, Vefa gibi.

    1914 Harbi’nden sonra Cuma Ligi ve Pazar Ligi birleşti ve birinci, ikinci futbol ligleri kuruldu. Bunların hepsi amatördü. Bu ligde de Fenerbahçe ve Galatasaray hep başta gitti.

    Kabul etmek lazımdır ki Pazar Ligi bizden kuvvetli idi. Anadolu kulübü bir ara Fenerbahçe ile birleşti. Sait Selahattin falan o sıralarda takıma yeni giriyorlardı. Sonra tekrar ayrıldım.

    Ben takımda yer almak suretiyle futbola 17 yaşında başladım. Sol haf oynadım. 29 yaşımda 12 sene oyundan sonra kestim. İyi bir oyuncu olamadım ama Anadolu kulübünün kuruluşundan itibaren idarecilikte vazife aldım.

    1918 yıllarında kulübün reisi idim. Sonradan işlerimizle kulübün işlerini telif etmek mümkün olamadı. 1923’de Ali Sami, Yusuf Ziya merhumlarla Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı kurduk. Bu Türkiye’nin ilk amatör ve esaslı spor kuruluşudur.

    1906 tarihlerinde Çiçekçi kahvesinde sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Ziya Bey’in teşvikiyle bende başlayan spor merakı bugün Türkiye Olimpiyat Komitesi Başkanlığını yüklenmeye ve ona gelinceye kadar ne tehlikeli ve pürüzlü işlere, mihnetlere katlanmaya yetti de arttı bile…

    Çünkü 66 yıllık spor hayatımızın süt limanlık geçmediğini söylemem lazım. Az kalsın unutuyordum. Gene bu merak saikasiyle 1908 tarihinde Üsküdar’da “Futbol” adında bir spor mecmuası çıkardıktı. Dört nüsha yayınlanabildi. Paramız bitti, kapadık. Bu Türkiye’de çıkan ilk spor mecmuasıdır.

    Burhan Felek

  • Futbolun İncisi Hasan

    Futbolun İncisi Hasan

    Türkspor dergisinin 31 Mart 1947 tarihli ilk sayısında Saim Turgut Vefa imzalı bir yazı Kadıköylü futbolcu Hasan Bey‘i anlatıyor… Futbolun İncisi Hasan Bey’e çok yakışan bir tabir olmuş. Nur içinde yatsın…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türk Sporunun İncileri

    Evet… Türk sporunda öyle inciler var ki… Bunları sıralamak, (spor tarihi)nin vitrinlerine koymak; onları incitmeden kutularına muhafazalarına yerleştirmek vazifesini -elimden geldiğinden fazla- başarmaya çalışmak şerefi; beni bu sahada koşturuyor ve coşturuyor.

    (Türk) (Spor)cusu zaten baştan başa (idman)a ilk yaştan itibaren başlamış, bugüne kadar gelen onun her sahasında her memleket Bedestanında öyle (inci)ler var ki… Bunları birer birer saymak, dizmek birkaç asırlık ömürle bitmez.

    Yakın bir mazininkileri sıralamaya da yetişmek şerefi benim de hisseme düşerse. Ne şeref… İşte bunlardan biri:

    Futbolcu Kadıköylü Hasan

    Kadıköy, Galatasaray, Fenerbahçe, Ünyon Kulüp, Altınordu, Anadolu.

    Türk futbolcuları arasında (Hasan)lar çok meşhurdur. Top peşinde koşanların başında gelen bu Kadıköylü Hasan (merhum) biricik incidir.

    Tanınması: Hasan merhum Türk futbolunun en eski simalarındandır. Onu bizim tarih (1905)ten sonra tanıyabilir.

    İlk kulübü: Kadıköy’dür. Kadıköyü’nde o vakitler Papazın Çayırı denilen şimdiki Fenerbahçe stadının (eski Ünyon kulüp, İttihat spor kulübü, bazen de Kadıköy ligi denilen çayırında) ilk futbol oynayan gençlerdendi. Kadıköy kulübüyle de oynardı.

    Diğer kulüplerde: Sonra, Kadıköy kulübünden sonra, Galatasaray’da meşhur futbolcu arkadaşı (hatta kardeşi denebilecek kadar pek seviştikleri Hüseyin merhumla; Dalaklı Hüseyin ile beraber) Galatasaray birinci futbol takımında yer almışlardı. Hasan merhum sonra Fenerbahçe kulübünde de oynadı, Hüseyin de beraber. Bu bir aralık devam etti.

    Günün birinde Galatasaray’dan bazı mühim simalar, bir kulüp kurup memleket sporunu daha (aydın)latmak istediler. Raşit Bey de bu işe önayak olmuştu. Bir Ünyon kulüp sahası yapıldığı vakit, Hasan ve Hüseyin de beraber…

    Bundan sonra bu devrin bu zamanın da en eski ve değerli sporcusu, idarecisi olduğuna delil istemeyen muhterem bir şahsiyeti olan üstat, Burhan Felek’in arzusiyle onun kulübüne girmişlerdi. Hüseyin de beraber…

    Daha sonraki zamanlarda, bu iki inci şimdiki Üniversitenin özü Darülfûnun kulübünün antrenörlüğünü yapmıştı. En son güzel maçlarını da göğsü beyaz yıldızlı yeşil formanın altında Anadolu kulübünde oynadı idi.

    Yeri: Santrahafdı. Son zamanlarda birkaç defa bek oynarken de görmüştüm. Mamafih en çok sevdiği ortahaflıktı, en muvaffak olduğu da bu yerdi. Hemen hemen bu yer o günden beri Türk futbolunda ne yazık ki dolamamıştır. O derecede başaran bir futbolcu Hasan merhumun yerini tam manasile işgal edememiştir.|

    Meziyetleri: Fevkalâde topa hakimdi, o futbola aşıktı. Fakat top onun esiriydi Türk futbol tarihinde onun kadar birbirini seven canlı cansız iki maddeye rast gelinemez.

    Top onun cazibesine tutulmuş seyrederdi; ayağındaki çekici kuvvetten nasıl ayrıldığına onu gören herkes gibi ben de şaşar ve hayret ederdim.

    Bir futbol takımını çok iyi idare ederdi. Karşıki takımın zayıf, kuvvetli taraflarını pek az zamanda denemek bulmak hakkıydı. Yalnız onun hakkıydı.

    Futbol istidadını haiz olanları bir köşede seçerdi, yetiştirirdi

    İyi bir antrenördü. Bilhassa İttihatspor’da, Ünyon Kulüp’te… En son Anadolu’da, Ünyon Kulüp’te, İttihatspor’da toplanmış bir takımı yetiştirdi. Fakat (Anadolu) kulübünde sonradan devrinin en meşhur futbolcularını yetiştirmek: şerefini, merhum kazanmıştı. Bunlar arasında Halit, Rasim, Keçi Kemal, Yusuf, Muhtar, Hattat Şecai, Doktor Hüdai, Doktor Hüsnü, Maliyeci Muammer Kemal, Nasuhi, Macid, (merhum) Atıf, Cemal, Topçu Barbari, Kaleci Şemsi.

    Öğretme Tarzı: Bugünün en fenni futbol üstatlarının tarzıydı. Bunları bir filmle tespit mümkün olsaydı, O zamanı görememiş olanlar da bir defa görmekle ustalığını tasdik ederlerdi.

    Hizmetleri: En eski devirlerde Kadıköy kulübünde oynarlarken biri santrahaf olarak (Hüseyin de santrafordu) pek göze çarptığı söylenirdi.

    Galatasaray’da: Kulübün birinci Avrupa seyahatinde (Romanya’da, Macaristan’da) en büyük hizmetlerini yapmıştı. Bu seyahate beraber gidenler, Hasan ve Hüseyin’in çok muvaffak olduklarını söylerler.

    Fenerbahçe’de: Rusya seyahatinde, Odesa’da yaptıkları maçlarda muvaffak olanların başında gelir.

    Ünyon Kulüp (İttihatspor)da: Galatasaray, Fener kulüplerine karşı açılan rekabet savaşında bu kulüpte oynadılar, her ikisine karşı zaman zaman zafer sayfaları yazdılar.

    Anadolu’da: Balkan harbi sonunda İstanbul limanına gelen Veymut ile Zelandiya zırhlılarının, yerli yabancı takımlarına karşı Anadolu kulübü tarihinin şanlı sayfalarını, Burhan Felek’in ve arkadaşlarının zekâsıyla beraber Hasan ve Hüseyin’in çok güzel üstadane oyunlarına borçludur. Bu maçların sonunda sporcu İngilizler, yabancılar, Hollandalıların ilk sıktığı el değerli üstat Hasan’ın eliydi.

    Üstadın Antrenörü Kimdi? Hemen hemen kendisiydi. Zekâsı; kabiliyetiydi. Hüseyin merhum gibi futbola karşı istidatlıydı. İlk takdir edenler arasında birinci futbolcumuz, üstat Fuad Hüsnü Bey (şimdi Beykoz Halkevi Reisi) vardı.

    Bu itibarla Hasan, Türk futbolunun en eski ve çok değerli incilerindendi.

    Saim Turgut Vefa | Türkspor Dergisi – 31 Mart 1947

  • Üsküdar’a Gazel

    Üsküdar’a Gazel

    Twitter’da Fenerbahçe’nin 1900’lerin sonunda yaşadığı (ve Ayetullah Bey tarafından yok olmaktan kurtarıldığı) meşhur birleşme toplantısı hakkında sayın Mehmet Doğan ve sayın Ata Gülercan ile biraz hasbıhal edince Burhan Felek’in “Üsküdar’a Gazel” isimli yazı dizisi aklımıza geldi.

    Merhum Burhan Felek, her ne kadar Fenerbahçe’yi pek sevmese bile, kendisinin “gücü inkar edilemez” kaleminden faydalanmamak doğru olmaz. Bazı tarihsel yanlışları olduğunu gözden kaçırmadan… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Üsküdar’a Gazel

    Anadolu Kulübü, Üsküdar’da kurulmuş bir kulüptü. Ne yeri vardı, ne yurdu. Oyuncuları ve kurucuları Üsküdar’ın iskele civarı olan Rumî Mehmet Paşa Mahallesi’nden Kaptan Paşa ve îhsaniye Mahallesine kadar dağılmış olduğundan maça giderken — tabii yaya olarak— birbirimizi toplayarak giderdik. Takımın formda ve kunduralarım güçlükle tedarik ettik. Kulüp, dediğim gibi 1907’de kuruldu. Kulübe ait işleri görüşmek için bizim îhsaniye’deki evimizin selâmlık kısmında toplanırdık. Kulübün Üsküdar’da idman yapacak sahası yoktu. Onun için Haydarpaşa Çayırının alt kısmında o devirde “Ayrılık Çeşmesi” denilen ve sefere giden orduların İstanbul’dan ayrıldığı yer olarak tanınan yerdeki çayırda idman yapardık. Burada bir Rum kahveci vardı. Bize soğuk havalarda çay hazırlardı.

    Anadolu Kulübü’nün Üsküdar’da o devirde büyük bir taraftar zümresi yoktu. Daha doğrusu, Üsküdar halkı o devirde futbol ve sporla ilgilenecek seviyede olmadığı gibi, saltanat devri de böyle kulüp ve toplantı hareketlerine karşı olduğundan bizim bazılarımızın aileleri değilse de, babalan bu işe karşı idiler. Meselâ takımın en faal oyuncularından olan merhum Hafız Nasuhi ve Hafız Macit adındaki oyuncular, isimleri de gösteriyor, hafız-ı Kur’an idiler. Babaları meşhur Huzur Hocalarından pek muhterem bir zat olan merhum Kaptan Paşa Camii imamı Hafız Nazif Efendi idi. Hafız Nazif Efendi bizim Üsküdar idadisinden hocamızdı. Tabiî böyle futbol falan gibi şeylere karşı idi.

    Bütün bunlara rağmen Üsküdarlı bu 10-15 genç kırdık, sardık, takıma Hereke fabrikasında ince yünden 12 adet yeşil fanila ördürdük ve göğüslerine evlerimizde annelerimize alâmet-i farikaları diktirdik. O devirde yerli futbol ayakkabısı yapılmazdı. İngiltere’den gelen 12 futbol ayakkabısını Beyker adındaki İngiliz mağazasından satın aldık ve bunları koymak için de bir bavul tedarik ettik. Bütün bu takımları o bavula koyardık ve arkadaşlardan daha ziyade kuvvetli olanlar nöbetleşe bu takımları bizim evden alıp sırtlarında maçların yapıldığı Papazın Çayırı veya Kuşdili Çayırına kadar götürürdük. Bu yolculuk ortalama bir buçuk saat sürerdi.

    “Hürriyet” adını verdiğimiz II. Meşrutiyetten [1908] bir yıl önce kurulmuş olan Anadolu Kulübü 1908’de kendini göstermeye ve maçlar yaparak adını duyurmaya muvaffak olmuştu. Ama hâlâ bir yeri yurdu yoktu. Meşrutiyetten hemen sonra, bir gece bizim evde toplanmıştık. Gece yarısından sonra dağılan arkadaşları civarda tertibat almış polisler birer birer yakalayıp karakola götürmüşler. Ben ertesi gün öğrendim. Toplantının mahiyetini sormuşlar. Onlar da Anadolu futbol kulübünün azası olduklarını ve kulüp işlerini görüştüklerini söylemişler. Onun üzerine bana polisten haber gönderdiler ve o âna kadar haberdar olmadığımız Cemiyetler Kanunu’na göre kulübün tescil edilmesini tavsiye ettiler. Biz de 1908 senesinde Anadolu Kulübü nizamnamesini hükümete verdik ve kulübü Cemiyetler Kanunu’na göre tescil ettirdik. Bu sebeple kulübün hakikî kuruluş tarihi 1907 iken, bu tescil tarihinin resmî bir vesika olması sebebiyle 1908 senesi kurulmuş olması kabul edilmiştir.

    Anadolu Kulübü 1907’den 1914 tarihine kadar Türkiye’de bilhassa Kadıköy’de kurulmuş olan yabancı veya Galatasaray ve Fenerbahçe,sonradan adını“Altın- ordu” yapan Progre kulüpleri gibi Türk kulüplerinin oynadıkları ve futbolun asıl hareket sahası olan “Pazar Ligi”ne giremedik. Bütün bu kulüplerin büyük bir kısmı Moda ve Kadıköy, Ingilizlerin sefaret gemisi mürettebatının Bahran, Kadıköylü Rum ve Yunanlıların Helpus Stroglers gibi isimlerle kurdukları takımlar pazar günü oynarlardı. O devirde bütün bankalar ve İktisadî, ticarî teşekküller gayrimüslimlerin elinde olduğundan pazar günleri âdeta resmî tatil gibiydi. Biz ise maçlarımızı cuma günleri yapardık.

    1908 civarlarında Anadolu Kulübü bir ara Fenerbahçe ile birleşme kararı aldı idi. Bu işi ne suretle tanıdığımı hatırlamadığım Fenerbahçe ve Moda kulüpleri başkanlıklarında bulunmuş ve geçen sene bir göz ameliyatı için gittiği Ankara’da oranın basıncına dayanamayarak hayata gözlerini yummuş olan pek aziz dostum ve yaşıtım Tevfik Taşçı Bey’in delaleti ile yaptık. Ama yürümedi. Neden yürümedi? O devirde Üsküdarlı bir genç ile Kadıköylü gencin cemiyet ve toplumdaki vazife ve telakkileri birbirinden ayrı idi. Üsküdarlı genç, Türk mekteplerinde okurdu. Kadıköylü gençlerin büyük bir kısmı oralarda bulunan Fransız mekteplerinde okumuşlardı. Uzatmayalım, olmadı ve ayrıldık.

    Anadolu Kulübü bir mahalle takımından, hâlâ kullanılan deyimle federe bir kulüp oldu. Lâkin hâlâ resmî idare merkezi bizim ev olarak görünüyordu. Gerçekten de paramız olmadığı gibi, ailelerimiz arasında veya kulübü himaye edenler meyanında zengin kişiler de yoktu. Fakir bir kulüpçülüğün ne demek olduğunu siz bana sorun! Anadolu Kulübü II. Meşrutiyetten sonra tescilli bir kulüp olarak gelişirken, İstanbul’un başka semtlerinde de başka Türk kulüpleri teşekkül etti. Aklımda kaldığına göre bunların sayısı sekizdi. Adlarım yazmaya çalışacağım. Anadolu, Nişantaşı, Hilâl [İstanbul Göztepe’sinde], Şehremini, Karagümrük, Beşiktaş (?), Beykoz, Anadolu Hisarı… Bir tane fazla geldi. Hangisi hatırlamıyorum. Bu kulüpler o devirde “Cuma Ligi”ni kurdular ve muntazam bir fikstürle maç yapmaya başladılar. Maçlarımız cuma günleri yapıldığı için yabancıların pazar maçlarım yaptığı sahalardan muayyen şartlar altında biz de istifade etmeye başladık.

    Burhan Felek