Etiket: Kadri Göktulga

  • Kadri

    Kadri

    Tuncay Yavuz‘un aktardığı Bedri Gürsoy portrelerinde sıra Kadri Göktulga’da… Bedri Bey sayesinde yepyeni bir şey daha öğreniyoruz. Meğer Kadri Göktulga, Fenerbahçe’nin ünlü yöneticilerinden Hayri Celal Atamer’in kardeşi imiş… Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yıldız Yetiştiren Mektepler

    Dün ve bugün bizde yetişen değerli futbol yıldızlarımızın bir çoğunun adeta ilk futbolculuk aşılamasını yapan iki meşhur mektebimiz vardır. Biri Galatasaray Sultanisi (Galatasaray Lisesi), diğeri de Kadıköy’de, Kadıköy numune mektebi ve daha sonra Kadıköy Sultanisi (Haydarpaşa Lisesi).

    Hasnun Galipler, Emin Bülentler, Yusuf Ziyalar, Necib Şahinler, Ulviler, Muslihler, Lebibler, Vahiler, Nihatlar, Rebiiler, Faruklar nasıl Galatasaray Sultanisinden ve Lisesinden yetişmişler ise…

    Bekirler, Alaeddinler, Zekiler, Cemiller, Suphiler, Ragıp Ziyalar, Caferler, Haydarlar, Kadriler de Kadıköy Numune mektebi (Kadıköy Sultanisi)nde futbola başlamışlardır.

    Ben Galatasaray Sultanisinin bilemem. Oradan yetişen bir futbolcu arkadaşım mektebin hatıralarını ve futbolcularını anlatır ise çok iyi eder. Ben bugün okuyucularıma Kadıköy Numune mektebinin,- ben de orada yetiştiğim için – pek meşhur olan hatıralarını anlatmaya çalışacağım. Aynı zamanda da bilhassa, bu ocaktan yetişen en kıymetli müdafi oyuncularımızdan biri olan Kadri’nin de portresini çizeceğim:

    Ahmet Robenson

    Kadıköy Numune mektebi spora ve jimnastiğe son derece ehemmiyet verirdi. Uzun seneler İstanbul’da maarif müdürlüğü yapan Haydar bey o zaman mektebimizin pek kıymetli müdürü idi. Müdürümüz beden terbiyesine ve spora esaslı bir surette kıymet verirdi.

    O zamanlar Galatasaray birinci futbol takımının kalecisi olan Ahmet Robenson ise mektebimizin idman hocası idi. Bu yüzden mektepte futbol merakı almış yürümüştü. Ahmet Robenson’un muntazam çalışmaları sayesinde mektepte çok iyi futbolcular göze çarpmaya başlamıştı. Bilhassa bunların başında “14” Bekir gelmekte idi.

    Ahmet Robenson çok centilmen bir hoca idi. Talebeleri kendi kulübü olan Galatasaray lehine katiyen aşılamazdı. Onların diğer kulüpler ile olan rabıtalarına karışmazdı. Mektepte yetişen oyunculardan bir çoğu da kendi muhitlerinin kulübü olan Fenerbahçe’ye yazılırlardı. Ahmet Robenson’un yetiştirdiği mektebimizin takımı bazan muallimimizin kendi kulübü olan Galatasaray’ı da mağlup ederdi. Vakıa bunlar Galatasaray’ın ikinci ve üçüncü takımları idi ama, bir zaman sonra Numune mektebinde yetişen ve Fenerbahçe birinci takımında oynamaya başlayan futbolcular sivrilince, Ahmet Robenson ihtimamla, kendi eli ile  yetiştirdiği talebelerinin de gollerini yemeye başladı. Ahmet Robenson’un bu golleri, – okuttuğu evladının mürüvvetini gören bir baba zevkiyle – kale ağlarından toplaması görülecek bir manzara idi.

    Meşin Top Bayramı

    İyi bir futbolcu mektebimizde çekirdekten nasıl yetişirdi ve ne şekilde maçlar yapardık? Evvela bunu anlatayım.

    Mektebin taşlık avlusunbun karşılıklı iki duvarı kale olurdu. Yan duvarlar da taç çizgisi. Bir taraf Galatasaray, bir taraf Fenerbahçe olmak üzere talebeler muhtelif sınıflardan irili ufaklı sürü ile ikiye ayrılırdı. Ortadaki futbol topumuzun ise ne olduğunu tahmin edemezsiniz. Bir taş parçası, kömür parçası, limon kabuğu veya bezden bir yumak! Ve nihayet en fazla, içi saman dolu meşin küçük top. Meşin topu bulduğumuz gün adeta mektepte bayram yapardık. Bizim için bu en mükemmel bir futbol topu kadar kıymet kesbederdi.

    Aman Allahım bizim bu maçlarımızı bir görmeli idi. Birbirimize gol atacağız diye ne tehlikeli şekilde işe girişirdik. Çarpmalar, kamburalar, çelmeler, tekmeler, perendeler ve tabii olarak arkasından da ne kafa patlamalar, ne yüz göz kanamalar, ne bacak burkulmaları, ne ayak çıkmaları. (Bir gün bir arkadaşın ensesine sıçrayayım derken benim başım da hızla sivri taç duvarına balıklama çarpmasın mı, elimi başıma götürdüğümü ve elimin kan içinde kaldığını hatırlıyorum. Ondan sonra bayılmışım. Kendimi evimde yatağımda buldum. Bir hafta evden dışarı çıkamadım. Gözüm o kadar yılmış idi ki bir daha top oynamamaya ahdettim. Fakat bu tatlı meraktan nasıl vazgeçilir? İyileşince biraz sonra haydi gene başladım.)

    Bütün bu maçlarımızdan en ziyade zarar gören mektep binasının camları ve zavallı ana babalarımızın keseleri idi. Günde dört beş camın şangır şungur yere inmesi tabii ahvaldendi.

    Bu şekilde birbirini yiyen ve taşların üzerinde perende atan talebelerinin kunduralarının ne derece dayanabileceğini de hesaba katın, o zaman zavallı velilerin içinde haftada bir kundura alanlar olduğuna hayret etmezsiniz. (Daha ilk o gün giydiğim bir ayakkabının, bir taş parçası ile penaltı çekerken tabanını söktüğümü ve eve dil gibi sarkan köselesini ipe bağlayarak yollandığımı ve korkudan ayakkabılarımı kapının dibinde hemen çıkartıp çantama koyduğumu ben pek iyi hatırlarım.)

    Çayırlarda!

    Tatil günleri ise Kuşdili çayırına, Haydarpaşa çayırına gider, ceketlerimizden kaleler yapar, sabahtan akşama kadar bir bez top peşinde koşar dururduk.

    Zaman geçti. Bir gün mektepte bu şekilde futbol maçları yasak edildi. Müdürün ve Ahmet Robenson’un sayesinde mektepte muntazam timler yapıldı. Formalar ısmarlandı ve hakiki futbol topuna kavuştuk. Sonra Yeldeğirmeni’nde Kadıköy Sultanisine geçince de iş daha büyüdü. Mektep dahilinde muntazam kulüpler kuruldu. Küçük Ocak ve Hilal namındaki bu mektep kulüplerine talebeler yazıldı. Muntazam maçlar yapmaya bağladık ve bu suretle de mütemadiyen futbolcu yetişti durdu.

    İşte hepinizin tanıdığı meşhur Kadri bizim mektep takımımızın geçilmez kıymetli ve acar bir beki idi. Böyle mükemmel bir futbolcuyu Fenerbahçe kulübü hiç kaçırır mı? Zaten ağabeyi Hayri Celal de kulübün müessislerinden idi. Bir gün Alaeddin Kadri’nin oyununu gördü. Pek takdir etti ve derhal Fenerbahçe’ye kaydettirdi.

    Kadri’nin futbola hakikaten istidadı vardı. Kısa bir zamanda işi süratle ilerletti. O kadar ki üçüncü, ikinci takımda derken bir gün hem ikinci hem de birinci takımda oyun oynadı ve ondan sonra da öyle muvaffak oldu ki, Fenerbahçe birinci takımında mıhlandı kaldı. Hem de demir gibi rakipsiz bir oyuncu olarak. Nihayet biliyorsunuz, muhtelit ve milli takımlarımızın namdar bir oyuncusu olarak tanındı, parladı, şöhret saldı.

    Kadri’nin futbolda bu süratli ilerleyişinin bence en birinci sebebi futbola ve kulübüne aşık olmasıdır. Kadri mütemadiyen bu manevi rabıta ve sevgi ile çalıştı durdu. (Profesyonellik profesyonellik deyip duruyoruz. Bir profesyonel oyuncu da bu şekilde içten gelen bir kulüp sevgisi ve dolayısiyle oyun oynayış var mıdır? İmkanı yok olamaz. Kadri’ye sorunuz. Kendisine o zamanlar bin lira verselerdi kulübüne karşı, bu şekilde candan bir oyun oynar ve muvaffak olabilir mi idi? O zamanlar oyuncular kulübünün rengini her şeyin üstünde tutarlardı. Bu para kuvveti ile suni bir gösteriş değil içten kopup gelen manevi bir kuvvetti.)

    Kadri

    Orta boylu, kara kaşlı, kara gözlü, uzunca yüzlü, siyah parlak saçlı, geniş omuzlu, mütenasip ve kuvvetli bir vücuda malik demir gibi bir futbolcu.

    Bana kulüp ve futbolculuk arkadaşlığı ettiği zamanlarda ise ben Kadri’yi şu şekilde tanırım. Mert, samimi, uysal, iyi kalpli, iyiliği sever, zamanında çok ciddi. Bazan pek neşeli. Eşsiz bulunmaz bir arkadaş ve kardeş.

    Beynelmilel oyuncularımızdandır. Sert, çetin, sıkı enerjik bir oyun tarzı vardır. Bir buçuk saatlik maç esnasında elinden gelen bütün kudret ve kuvvetini esirgemeden sarfeder, nefesi, sürati, mukavemeti (atletik meziyetleri) fevkaladedir.

    Hücumları ani çıkışlar ile ve kendine mahsus ayak koyuşlar ile durdurması pek meşhurdur. Topa sıkı ve isabetli vurur. Ayağının dışı ile vuruşları demir gibidir. İki ayağına da hakimdir. Kafa vuruşları, vücut ve ayak çalımları, degajmanları, kornerden gelen topu karşılamaları, deplasmanı, pasları, driplingleri mükemmeldir.

    Bazan soğukkanlılığını kaybettiği vakidir. O zaman oyununu bozar, sert ve favullü bir oyun oynar. Asabileşir ve muvaffak da olamaz.

    Kadri Fenerbahçe’nin, muhtelit ve milli takımlarımızın memleketimizde olsun, ecnebi diyarlarda olsun birçok maçlarında çelik gibi bir kale parçası azameti ile bek durmuş, fevkalade oyunlar göstermiş, tam manasiyle maruf ve kıymetli futbol yıldızımızdır.

    Bedri Gürsoy

  • Kadıköy Orta Mektebi

    Kadıköy Orta Mektebi

    Resimli Mecmua’nın 14 Mayıs 1925 tarihli sayısında Tahsin Demiray, bugün stadımızın yanında bulunan tarihî binanın Türk sporuna olan katkılarını anlatmış… O zamanki adıyla Kadıköy Orta Mektebi, Fenerbahçe’nin 1920’li yıllardaki meşhur mütareke/işgal dönemi futbolcularının önemli bir kısmını bünyesinden çıkardı. Yazıda okula ve geçmişin spor atmosferine dair gülümseten yerler var. Keyifli okumalar .

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihinde Kadıköy Orta Mektebi

    Bugün memleketimizde çok canlı, çok uyanık ve ati için çok ümitbahş olan spor hayatı on beş sene evvel hemen yok gibi idi… Meşrutiyetten sonra az çok serbesti bulan gençler arasında spor yavaş yavaş rağbet buluyor, fakat bir türlü umumîleşemiyordu… Tek tük teşkil edilen spor kulüplerinin isimlerini bilen, onların faaliyetlerinden haberdar olan yoktu…

    Halk gençlere şurada burada oyun oynarken tesadüf ettikçe “Eyvahlar olsun. Kıyametin kopması yaklaştı. Ne bu baldırı çıplak koca koca herifler… Utanmadan zıp zıp sıçrıyorlar… Elalemin evladına da örnek olacak, baştan çıkaracaklar..” diyor, futbola heveslenen evlatlarını men ediyorlardı.

    Zamanın en faal, belki de yegane kulübü Galatasaray’dı. Çünkü Galatasaray oyuncuları koskoca bir (Galatasaray Sultanisi)ne istinat ediyorlar ve evvelce orada hazırlanmış bulunuyorlardı… İçlerinde Türk olmayanlar da pek çoktu…

    Hayli müddet mahdut bir kısım münevver gence münhasır kalan spor, Balkan Harbi sıralarında (Keşşaflık) ile beraber taammüm etmeye başladı. Hükümetin emir ve iradesiyle (Genç) (Gürbüz) dernekleri teşkil ederken spor da meydan aldı.

    Memleketimizde (Keşşaf) (Genç) (Gürbüz) faaliyetlerinin temerküz ettiği mahall-i tabii İstanbul’du. İstanbul’da da (çok faal) (faal) (gayrifaal) mıntıkalar vardı. İşte Kadıköy bu (çok faal) mıntıkalardan biri ve belki de birincisi idi… Her Cuma, Pazar maçları Kadıköyü’nde şimdiki (İttihat Spor) sahasında yapılır, izci ve mektepler bayramları orada edilir, ecnebilerle orada boy ölçülürdü. Memlekette o zaman (kapitülasyon) denilen yedi başlı bir bela, bir ecnebi tahakkümü ve bundan yüz bulan şımarık bir ecnebi güruhu vardı. Bunların muntazam kulüpleriyle, takımlarıyla o zaman yegane boy ölçüşen, yüzümüzü ağartan (Galatasaray)dı. Fakat yukarıda bahsettiğim gibi maalesef bu birinci kulübümüzün birinci takımında da ecnebi unsurlar vardı. Her kulüpte öyle idi ya…

    Türkiye’nin Spor Merkezi Kadıköy

    Spor sahasının Kadıköyü’nde olması, bütün maçların orada yapılması, çayırların, sahaların müsait bulunması Kadıköy gençlerini sporcu yetiştirmek için kafi idi. Nitekim de öyle oldu. Kadıköylü gençlerinden bir çok değerli sporcular yetişti. Bugün diğer milletlerin millî takımlarına karşı çıkardığımız gençlere dikkat edilirse ekserisinin Kadıköylü ve (Kadıköy Orta Mektebi) yetiştirmelerinden olduğu görülür.

    Harb-i umumînin bidayetinde (Aziziye Numunesi)nden (Sultani)ye kalb edilen bu mektep az zamanda birçok değerli oyuncu yetiştirmiştir. Ezcümle mektepte numarası 14 olduğundan (katorz) diye şöhret bulan Bekir (1) ve sonra İsmet (2), yeni yetişenlerden Kadri (3), Bedri (4) daha birçokları hep bu mektebin bahçelerinde ayva çöpü, taş parçaları ile oyuna başlayıp yükselmişlerdir. Bu nüshamızda mezkûr mektebin henüz tanınmayan sporcularından birinci takıma dahil bulunanların fotoğrafını derç ediyoruz.

    Spor tarihimizde (Galatasaray Lisesi) nasıl hürmet ve tebcil ile yad ediliyorsa (Kadıköy Lisesi) de o derece ve hatta daha fazla tebcil edilecektir ve o, buna layıktır.

    Demir Ay / Spor Tarihimizde Kadıköy Orta Mektebi


    (1) Fenerbahçeli Bekir Rafet Teker
    (2) Fenerbahçeli İsmet Uluğ
    (3) Fenerbahçeli Kadri Göktulga
    (4) Fenerbahçeli Bedri Gürsoy

  • Zamkinos Kapısı

    Zamkinos Kapısı

    Ofsayd Osman’ı tanır mısınız? Hayır, Sadri Alışık’ın beyaz perdede hayat verdiği muhteşem karakterden bahsetmiyoruz. En az o kadar muhteşem başka bir Ofsayd Osman daha var. Bir nevi hakikisi! Aşağıda 13 Mart 1950 tarihli Öz Fenerbahçe‘den Taksim Stadı’ndaki Zamkinos kapısı hikayesini okuyacağınız Ofsayd, Ahmet Rasim’in de torunu olan ünlü müzik adamı Osman Nihat Akın… Eserleri arasında “Bir İhtimal Daha Var O Da Ölmek Mi Dersin”, “Körfezdeki Dalgın Suya Bir Bak Göreceksin”, “Yine Bu Yıl Ada Sensiz İçime Hiç Sinmedi” gibi şaheserlerin de bulunduğu Osman Nihat Akın, 25 Ekim 1959’da aramızdan ayrıldı. Gitmeden önce müthiş bir Fenerbahçelilik ve sayısız güzel spor yazısı bıraktı. İşte onlardan biri…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Zamkinos Kapısı

    Daha önce biz mi Mısır’a gitmiştik? Yoksa onlar mı İstanbul’a gelmeyi düşünmüşlerdi?. Hiçbirinin farkında değilim. Yalnız içlerinde Prenslerin de bulunduğu bir Mısır takımı ile Fenerbahçe’nin maçı var! dediler. Kadıköyü’nde birkaç arkadaş küçük bir kafile halinde yola çıktık. Garibi şu ki; bizim kafilede de züğürtlükten kinaye kendisine “Prens” lakabı taktığımız Mustafa adlı kekeme bir arkadaşımız vardı. Eşek yükü ile dayak yediği halde bedavacılıktan bir türlü vazgeçmeyen Mustafa’yla yolda bir hayli takılmıştık. Taksim Kışlası’nın kalın duvarları önüne gelince hep birlikte kandilli bir selam çakıp :

    • İçeride tekrar buluşmak üzere şimdilik sizi yalnız bıraktığımızdan dolayı özür dileriz. Zatıaliniz Zamkinos kapısından cızz!

    Deyip onu orada bıraktık. Zamkinos kapısı kekeme Mustafa’nın süzüle süzüle girdiği demir bir parmaklıktı. Bu kapı şimdi bir tümen mevcutlu zevatı muhteremin göğsünü gere gere içeriye girdiği bir kapı haline geldi. Medeniyet başka bir şeydir vesselâm!…

    Neyse mesele orada değil ve bizi de alakadar etmez… Biz staddan içeri girdiğimiz zaman maç başlamış, Fenerbahçe Mısır kalesini adeta abluka altına almıştır.

    • Hakimiyet bizde…
    • Baskı altındalar!.
    • Hacıların kazanı kaynıyor!. gibi matraklarla tahta saloşlar üstünde dalga geçerken Prens hazretleri Kadri’yi atlatıp arkasından bomba gibi bir şut çekerek bize gol atmasın ı?

    Hacılardan evvel bizim akıbetimiz belli olmaya başladığı için artık tribün esprileri sona ermiş, onun yerine gırtlağımız paralanıncaya kadar :

    • Haydi Alâaaa!.
    • Koyuver Zeki’ii!.
    • Ortala Bedi’ii!..

    Diye nâralar atmaya başlamıştık. Nitekim Alaaddin bizim sözümüzü yerine getirerek, birinci haftaymın son dakikalarına doğru öyle bir burun çekti ki, Mısır kalecisi Rüstem Paşa hazretleri topun nereden girdiğini dahi fark edemedi. Birinci haftayımı 1-1 berabere bitirdik ama biz de bittik.

    İkinci Yarı

    İkinci haftaym yine aynı sür’atle başladı. Daha henüz birkaç dakika geçmemişti ki, Fenerbahçe’de o gün sağ açık oynayan Haydar, topu kaptığı gibi öyle bir sürüş sürdü ki olur şey değil… Bir kaleden öbür kaleye kadar devam eden bu sürüş esnasında hiç kimseye takılmadı. Fakat şut çekmek için bir zaviye bulamadığı gibi, topu da kaptırmamak gayreti ile güzel bir orta yaptı. Suat bu topu yere indirmeden bir vole..

    • Gol!. Vaziyet 2-1 Fenerbahçe lehinde..

    Bu golden sonra çocuklar müdafaaya çekildiler. Aman yarabbiii!..

    Kadri’nin o günkü hali hiç gözümün önünden gitmiyor. Şimdi tekmeleriyle meşhur olan (Eker-Biçer) o günkü Kadri’nin yanında bir teşrifatçı kadar nazik kalırdı.

    Fenerbahçe’nin 2-1 galibiyeti ile neticelenen bu maçtan sonra, Galatasaray da aynı takımla bir maç yapacaktı. Bundan evvel, Fenerbahçe’yi üst üste iki defa yendikleri için:

    • Adaaam sende!.. Biz Fener’i iki defa yendikten sonra Fener’in yendiği takımı da yeneriz!.

    Diyorlardı. Böyle düşünmekte ve bu şekilde hesap etmekte belki hakları da vardı. Lakin netice ne oldu bilir misiniz?

    Bu neticeyi bugün dahi söylemeye dilim varmıyor! Fakat tarihin bildiğini halden saklamaya ne lüzum var?

    Hacı beyler Galatasaray’a çorap satar gibi yarım düzine gol attılardı!.

    Görüyorsunuz ya ben neler bilirmişim de söylemezmişim.

    Ofsayd / 13 Mart 1950 – Öz Fenerbahçe


    Not : Osman Nihat Akın’ın bahsettiği maç, 20 Ağustos 1926’da Taksim Stadyumu’nda oynanan Fenerbahçe-El İttihat maçı… Fenerbahçe bu maça; Nedim Kaleci, Sabih Arca, Kadri Göktulga, Şevki, Cevat Sayit, Fazıl Eldem, Haydar Aşan, Alaaddin Baydar, Sedat Taylan, Bedri Gürsoy on biriyle çıkmıştı.

  • Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe

    Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe

    16 Haziran 1935 tarihinde Fenerbahçe kuruluş yıldönümünü kutladı. Günün en güzel etkinliklerinden biri Fenerbahçe ve Güneş tekaütleri arasında yapılacak olan gösteri maçıydı. Maçtan bir gün önce Tan gazetesi, spor sayfasında “Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe” başlıklı bir görsel ile beraber, aşağıdaki ilk yazıyı yayınladı. Ertesi gün, yine Tan gazetesi, 1-1 biten emekliler maçıyla ilgili en güzel detayları veren gazete olmuştu. O yazı da hemen ilkinin altında. Keyifli okumalar…


    Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe

    Bugünkü en enteresan numaralardan biri de mütekaitler maçıdır. Mütekaitler maçı! Mütekaitlerin gazetelerdeki isimlerini gördükçe onlara mütekait demeye insanın dili varmıyor ve daha dün sahalarımızda göklere çıkaracak kadar alkışladığımız bu gençlerin mütekaidin sınıfına girmiş olmaları insanın yüreğini sızlatıyor. Düşünün; Zeki mütekait, Cafer mütekait, Sabih mütekait, Sadi mütekait, Kemal Rıfat mütekait, Ulvi mütekait, hepsi mütekait!

    Daha dün, şu Zeki, şu Ulvi’nin kalesine boyuna gol tıkar, Ulvi Zeki’nin arka arkaya ağlarına taktığı gollerini yememek için kendisini o köşeden bu köşeye, bu köşeden o köşeye atardı! Bunlar daha dün, daha dün denecek kadar yakın zamanın herkesin bildiği, canlı, hakiki hatıraları değil mi? Düşünün aynı oyuncular, bugün yine karşı karşıya oynuyorlar. Bunların mütekait olduklarına bin şahit lazım!

    Ya o Kemal Rıfat’la Bedri’nin dünkü karşılaşmalarından sonra bugün mütekait olan çatışmalarına ne dersiniz, ne buyurursunuz? Yine pek iyi hatırlarsınız ki, eski Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında Kemal Rıfat, Bedri’yi boyuna kızdırırdı. Bedri, Kemal Rıfat’ı geçebildiği zaman ise, yavaşçacık : “Resmî olsun!” diye latife eder, bunun üzerine Kemal Rıfat arkasına dönüp top arar ve o topu ararken Bedri tâ korner köşesine kadar akıttığı topu oradan Galatasaray kalesine şandelleyerek şutunu çakardı.

    Hey gidi günler hey! Bizim o günlerden hatırımızda kalan bu çeşit manzaralardır ki, bugünkü tekaütler maçına, büyük değer verdiriyor, içimizde merak uyandırıyor. Mütekaitler maçı diyerek geçmeyin; bu oyun hakikatte dört beş sene evvelki o meşhur, o hararetli Fenerbahçe-Galatasaray maçlarının biraz nefesi eksin bir tekrarı, eski Fener-Galatasaray oyuncularının yeniden sahneye çıkması demek olacaktır.

    16 Haziran 1935 – Tan Gazetesi – Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe


    Fenerbahçe-Güneş Mütekaitleri Yenişemediler

    Tekaütler maçı şöyle oldu:

    Aralarında şişmanlamış veya şişmanlamaya yüz tutmuşlar da bulunan mütekait futbolcuların topa vuruşlarından başlayarak sahada yer alıncaya kadar geçen zaman içinde herkes eski futbolcuları görmekten bir haz duyuyor, bir kısmı da tanıyamadıkları futbolcuların kim olduklarını birbirinden sorarak anlamaya çalışıyordu :

    • Şu kim yahu?
    • Tanımıyor musun? Necip Şahin. Meşhur Şişyanak… Dur, sana onun kendi anlattığı bir vak’asını söyleyeyim. Bir gün Karaköy’deki poğaçacıya gitmiş, yiyeceğini yemiş, tam çıkarken çırak tezgahtakine seslenmiş : “Yanağı şişten yüz dirhem al!”. Sohbeti de, oyunu da eğlencelidir ha!
    • Ya şu şişmancası…
    • Onu ben de bilmiyorum.

    Başka birisi atılıyor.

    • Galatasaray’ın eski merkez muavini Sabit…

    Birisi adeta keyifle bağırıyor:

    • Aman üstada bak, bayağı göbeklenmiş…
    • Sen ona bakma, bu kadar adam içinde en iyi şut atacak yine odur.

    Başka tarafta başka bir muvahere:

    • Cafer acaba yine eskisi gibi ortalığı biçecek mi dersiniz?
    • Bacaklarında derman kalmışsa huylu huyundan geçmez.

    İki bayan konuşuyor:

    • İçlerinde en değişmeyen yine Bedri…
    • Sanki ötekilerin hepsini tanıyormuş gibi konuşuyorsun…

    Kısacası eski futbolcular arasındaki bir maçın bu kadar neş’e ve bu kadar ilgi uyandıracağı umulmazdı.

    Hakem Komitesi Reisi Nüzhet’in düdüğü öttü. Fenerbahçe ve Güneş mütekaitleri şu şekilde sıralandılar:

    Fenerbahçe : Nedim Kaleci, Cafer Çağatay, Hasan Kamil Sporel, Süreyya Mithat, Sait Selahattin Cihanoğlu, Kadri Göktulga, Sabih Arca, Suat Subay, Zeki Rıza Sporel, Hikmet Topuzer, Bedri Gürsoy

    Güneş : Ulvi, Hüseyin (Hayati), Mehmet Nazif, Ahmet Arif, Kemal Rıfat, Hayri, Sabit, Yusuf Ziya, Necip Şahin, Latif, Müfid

    Maç Başlarken

    Fenerbahçe kapı tarafındaki kaleyi aldı. Güneş Papazın Bahçesi’ndeki kalede.

    Bir tarafın kaptanı Hasan Kamil, öbür tarafın Papaz Kemal.

    Hakem Baba Nüzhet.

    Kur’ayı Güneş kazandı.

    Oyun başlamak üzere. Herkeste bir heyecan. Bütün oyuncular yerlerinde. Bunları seyretmek için çocukları, çolukları, kayın valideleri, kayın pederleri sıralanmışlar, merakla seyre hazırlanıyorlar.

    Fenerbahçeliler ileri akına başladı. Kemal Rıfat ilk akını kesiyor. Suat ortalıyor. Zeki alamadı. Kadri akınları kesiyor ve Papaz Kemal canla çalışıyor. Ziya dehşet! Gülmemek için insan kendini zor tutmalı. Halk kahkahadan kırılıyor.

    Fenerbahçe mühim bir tehlike atlattı.

    Oyun başlayalı bir iki dakika oldu. Top Dalgakıran Hasan Kamil’de. Aptal Mehmet yaman oynuyor. İki dakika sonra; Nedim kalenin direğine yanaşmış, Sabit’i atacağı korneri bekliyor. Korner çekildi. Yusuf Ziya, Necip Şahin kalenin önünden ayrılmıyorlar!

    Çocuklar boyuna annelerine:

    • Babama bak! Babama bak! Ne güzel koşuyor! diye heyecanla bağırıyorlar.

    Oyun tam ortada. Şişme alaimi kendini gösteriyor. Top Ziya’da. Şutu çekti ama kenardan auta gitti.

    Gülen gülene. Halk kırılıyor.

    Fener Rüzgar Altında

    Oyun oynanıyor ama rüzgar şiddetli. Topu Zeki aldı, Bedri’ye verdi, Aptal Mehmet kesti. Hikmet bir şut çekti, Ulvi kurtardı.

    Mukabil akın : Hasan Kamil, Necip’i geçti, Hayri kurtardı. Yere düşüp kalkanları görmeyin! Fakat hacıyatmaz gibi bir düşen beş dakika sonra kalkıyor. Hele doksan ile yüz kilo arasındakiler, görülecek şey…

    Top ortada dolaşıyor ve her iki takım bütün kuvvetlerini sarf ediyorlar. Bu maç, en mühim maç kadar herkesi alakadar ediyor.

    Bir zamanlar memleket futbolunun en yüksek şahsiyetlerini görmeyin… Hepsi göbeklenmişler!

    Güneş kalesine doğru akın. Kemal Rıfat kurtardı. Sadi karşıladı. Topu tutmak için vaziyet alanlar, ayaklarının arasında resmi geçit yapan topa seyirci kalıyorlar. Belli ki şişkinlik başladı.

    Fener kalesine gelen topu Kadri kurtardı, sağdan Sabih’e verdi, tenisçi Suat aldı, Kemal Rıfat yine kurtardı. Allah Allah! Çalım da yapıyorlar. Zeki aldı, ateş gibi gidiyor. Fakat Hayri kurtardı.

    Yusuf Ziya güzel bir pas kaçırdı.

    Ortada pürheyecan iki taraf çalışıyor. Cafer görülmemiş bir kurtarış yaptı. Ziya ve Necip’in kombine akınını kırdı. Fakat Ziya aldı, sürüyor. Bizim esrarengiz bugün ömür! Fakat bir türlü gol yapamıyor!

    Sağdan Sabih ile Güneş kalesine akın başladı. Karşısında Usturumcalı Hüseyin. Fakat Hüseyin biraz sonra şişti, yerine Hayati girdi. Aman ne zevkli futbol! Düşen ve kalkandan topun ilerlemesine imkan yok!

    Aptal Mehmet alelûsul gözü kapalı hücum ediyor. Ne olur ne olmaz, herkes ihtiyatlı. Kimse, bu tekaüt maçında ayağını kırdırmak istemiyor. Hakikaten ne zevkli oyun!

    Fenerbahçe kalesinin önü görülecek şey: Hasan Kamil topu kurtardı ama az kalsın kendi kalesine gol de yapacaktı, fakat kornerle kurtardı.

    Necip Şahin bir gol yapmak için, kale önünde, delik arıyor. Korner çekildi. Kale önüne düştü… Derken penaltı!

    Fenere Penaltı

    Nedim vaziyetini aldı. Top çizgide. Ziya çekiyor. “Plase atayım!.” derken top dışarı gidiyor ve Necip de “Keşke ben atsaydım!” diyor.

    Ziya elleriyle : “Ne yapayım kaçtı!” demek istiyor.

    Fakat hakikaten bu takımda iyi oynayanlar var. Biraz antrenman yapsalar, belli ki oynayabilecekler! Güneş’e bir akın olup da neticelenmeyince Fenerliler : “Vah, vah!” diye bağırıyorlar, Güneşliler ise : “Çok şükür kurtulduk!” diye seviniyorlar.

    Zeki, eskisi gibi bir takım vücut hareketleriyle topu alıyor, sürüyor!

    Fakat herkes öyle şişmiştir ki sahayı terk eden edene ve bu esnada hakem imdada yetişti, düdüğü çaldı.

    Oyuncular kan ter içinde, yavrularının, hatta torunlarının yanlarına dönüyorlar. Çocuklar, babalarına limon yetiştirmekle meşgul :

    Nedim meşhur cakasında berdevam.

    Bu komedinin birinci devresi böylece sıfır sıfıra bitti.

    Fenere Gol

    Aynı oyu devam ediyor, derken beşinci dakikada Fenerbahçe’ye bir penaltı verildi ve bu penaltıyı Ziya çekerek topu Fenerbahçe ağlarına takmaz mı?!

    Güneş : 1, Fenerbahçe : Sıfır.

    Bundan sonra Fenerbahçe’nin akınları başlıyor ama tesirsiz. Kornerler, şutlar, driblingler gırla gidiyor. Fakat birdenbire Fenerbahçe, Güneş kalesi önündeki kargaşalıktan istifade ederek bir gol yaptı, şiddetle alkışlandı ama, ne yazık ki, bu gol sayılmadı. Ofsayt sayıldı.

    Güneşe Gol

    Ama çok geçmeden, hak yerini buldu ve bir akın neticesinde Güneş’e ilk gol oldu. Bu gol, sanki eski Fener-Galatasaray oynuyormuş gibi dakikalarca alkışlandı.

    Kaleye doğru verilen pası Suat tam kale önünde yakaladı ve müdafii çalımla geçerek golü tıkadı.

    Şimdi iki tarafta büyük canlılık var. Belli ki iki taraftan biri galibiyet golünü yapmak istiyor.

    Fenerbahçeliler boyuna akın yapıyor, fakat Ulvi de boyuna kurtarıyor.

    Oyunun bitmesine pek az var. Fakat buna rağmen ikide bir saat soranlar çok. Ve nihayet çok geçmedi. İki takım, berabere kalarak, mütekaitler maçı bitti.

    17 Haziran 1935 – Tan Gazetesi

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe
  • Önce Bir Derbi Sonra Harington Kupası

    Önce Bir Derbi Sonra Harington Kupası

    15 Haziran 1923 tarihinde Fenerbahçe ve Galatasaray, bir kez daha karşı karşıya geldiler. Dönemin spor dergileri tarafından düzenlenen turnuvanın galibi Fenerbahçe oldu. Milli Mücadele kahramanı ve İstanbul Komutanı Selahattin Adil Paşa’nın da seyirciler arasında olduğu karşılaşmayı, Fenerbahçelilerin ileride anlatırken “Önce Bir Derbi Sonra Harington Kupası” diye anlatacağı 15 günlük hikayenin ilk maçını, 16 Haziran 1923 tarihli Vakit gazetesinin “birinci” sayfasından okuyalım.


    Fenerbahçe Galip

    Dün Taksim Stadyumu’nda Fenerbahçe-Galatasaray birinci takımları arasında büyük futbol turnuvasının nihai maçı yapılmıştı.

    Müsabakada İstanbul kumandanı Selahattin Adil Paşa ve daha binlerce seyirci bulunuyordu.

    Her iki takım tam olarak sahada ispat-ı vücut ederek Çekoslovakyalı Mösyö Kratki’nin hakemliğinde oyuna başlandı.

    Başlangıçta tevazün vardı. Böylece ilk parti sıfır sıfıra neticelendi.

    İkincide Fenerbahçe hakimiyeti almış, oyun tek kale halinde devam ediyordu.

    Bu sıralarda atılan bir kornerden Ömer Bey pek mahirane olarak bir kafa vuruşu ile zaviyeden içeri soktu.

    Galatasaraylılar bunu ofsayt diye itiraz ederek iki yirmi beşinci dakikasında oyunu tatil ettiler.

    Selahattin Adil Paşa tarafeyn kaptanlarını çağırdı ve hakeme itaat edilmesini tavsiye etti; fakat Galatasaraylılar hakemin kararını kabul etmeyerek sahadan çekildiler.

    Bilahare büyük kupa -Yaşa Fener- nidaları arasında Selahattin Adil Paşa tarafından Fenerbahçe takımı kaptanı Zeki Bey’e verildi.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önce Bir Derbi Sonra Harington Kupası

    16 Haziran 1923 tarihli Vakit Gazetesinde Maçın Haberi

    Fenerbahçe Galip
    Fenerbahçe’ye Muzafferiyet Golünü Kazandıran
    Ömer Bey

    20 Haziran 1923 tarihli Spor Alemi Dergisinde Günün Fotoğrafları

    Spor mecmuaları tarafından tertip edilen iki büyük turnuvanın iki mühim kupası müsabakadan evvel galiplerini beklerken.
    (Köşedeki resim) Fenerbahçe-Galatasaray müsabakasında heyecanlı bir safha.
    (Bu nüshamızda son mühim maça dair tafsilat ve resimler vardır)

    Önce Bir Derbi Sonra Harington Kupası
    Selahattin Adil Paşa hazretleri büyük turnuva kupasını kazanan Fenerbahçe oyuncuları arasında.

    Önce Bir Derbi Sonra Harington Kupası
    Selahattin Adil Paşa hazretlerine Çelebizade Sait Bey tarafından Fenerbahçe-Galatasaray oyuncuları takdim edilirken… Tarafeynin orta muhacimleri İsmet ve Nihat Beylere madalya talik edildiği sıralarda.

    Önce Bir Derbi Sonra Harington Kupası
    Turnuva Şampiyonu ve İstanbulumuzun en kuvvetli takımlarından olan Fenerbahçe oyuncularından bir grubun istirahat esnasında alınan fotoğrafı.

    Önce Bir Derbi Sonra Harington Kupası
    Galatasaray’a mahud gol yapılacağı anlarda : Zeki ve Alaaddin Beyler Galatasaray kalesi önünde.

  • Milli Mücadele’de Fenerbahçe Zaferleri

    Milli Mücadele’de Fenerbahçe Zaferleri

    Aşağıdaki cümleler, 29 Eylül 1927 tarihli Büyük Gazete’den… Kulüp tarihçesinin konu edildiği yazı dizisinin ikinci bölümünde Milli Mücadele’de Fenerbahçe zaferleri anlatılmış.

    Hani oluyor ya bazen, birileri “Fenerbahçe’nin işgal maçlarının ne önemi var?” diye soruyor, başka birileri de “Siz maç yaptıysanız, biz de yaptık!” falan diyor. Okurken aklınıza o tipler gelecek, gülümseyeceksiniz…


    Fenerbahçe’nin En Kuvvetli Devresi

    Fenerbahçe Kulübü mütareke senelerine kadar İstanbul’daki kulüpler arasında temayüz etmiş bir vaziyette idi. Fakat mütareke senelerinde, o kara günlerde ecnebi takımlarına karşı elde ettiği muvaffakıyetlerle çok büyük bir şöhret kazanmıştır. Diyebilir ki Fenerbahçe Kulübü’nün en kuvvetli devresi mütareke seneleri olmuştur.

    Fenerbahçe’nin mütareke senelerinde ekseriyetle Taksim Stadyumu’nda ecnebi takımlarla ve buradaki işgal kuvvetleri takımlarıyla yaptığı müsabakalar ve elde ettiği muvaffakıyetler spor tarihimize şeref verecek mahiyettedir.

    Mütareke senelerinin bidayetinde futbol, şimdiki kadar teşekkül etmemiş, diğer kulüplerimizdeki yeni oyuncular bugünkü kadar taazzuv etmemişlerdi. O tarihte göze çarpan kulüpler, Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu’dan ibaretti. Galatasaray, Altınordu da ekseriyetle ecnebi takımlarına mağlup olmakta idi.

    Futbol müsabakaları yavaş yavaş milli renk alıyor, spor sahasında kazanılan galebe adeta cephede kazanılmış bir zafer kadar efkâr-ı umumiyeye tesir ediyordu.

    Bilhassa İngiliz işgal kuvvetlerinin futbol takımlarıyla yapılan müsabakalar çok heyecanlı olmakta, her hafta Taksim Stadyumu’na binlerce meraklılar toplanmakta idi. Diğer takımlarımızın mağlubiyetleri sırasında Fenerlilerin hemen daima galip gelmeleri efkâr-ı umumiyenin mühim bir kısmını Fenerbahçe’ye mânen rabt etmişti. Sonra buradaki Rum, Ermeni, Yahudi takımlarıyla yapılan müsabakaları da Fenerliler kazanıyordu.

    Fenerbahçeliler bu galibiyetleri dolayısıyla İngilizlerden bile müteaddit kupalar almışlardı. Şurasını da itiraf etmek lazımdır ki Fenerliler mütareke senelerinde ecnebi takımlarla müsabaka yapmalarından çok istifade etmişlerdir. Takımın o zaman hiç değişmeyen on bir oyuncusu bu temaslardan azami şekilde müstefit olmuş, futbol tarzı üzerinde büyük inkılap vücuda getirmiştir.

    Fenerlilerin maruz olan ahenk ve tesanüdü İngilizlerle yapılan müsabakalardan tahassül etmiş ve Slavya müsabakaları hazırlanan bu esası inkişafı tam haline getirmiştir.

    Büyük Gazete – 29 Eylül 1927
    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İlgili bölümün orijinalini de şöyle şuraya koyalım istedik… Meraklısına “Milli Mücadele’de Fenerbahçe Zaferleri”

    Fenerbahçe tarihçesinin anlatıldığı yazı dizisinden "Milli Mücadele'de Fenerbahçe'yi" anlatan bir bölüm.
  • Slavya Zaferi Manşetlerde

    Slavya Zaferi Manşetlerde

    Hatırladıkça gülümsemekten kendimizi alamıyoruz. Kimseye yakışmayacak bir biçimde tarihi tahrif etmek isteyen birileri, Fenerbahçe’nin Türk futbol tarihinin ilk yıllarını yazan gazete manşetlerinde neredeyse yalnız başına olduğunu itiraf etmemek için, araya Galatasaray’ı da katarak “İlk biz manşet olduk” demeye getirmişlerdi. Başka emsallerle de kendilerini çürüttük ama bugün yıldönümünü idrak ettiğimiz çok özel bir maçla, bu gerçeği bir kez daha vurguluyoruz. Gördüğünüz gibi Fenerbahçe’nin Slavya zaferi manşetlerde…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Gazetelerden

    Fenerbahçe’nin menendsiz arslanı “Bekir” yüzümüzü güldürdü, meşhur-u âlem Slavya takımı bire karşı sıfırla mağlup oldu.
    (Cumhuriyet Gazetesi)

    Bu neticeyi iftiharla alkışlayarak sporcularımızı bihakkın tebrik edebiliriz.
    Fenerbahçe : 1 – Slavya 0… Fenerbahçe harikulade bir oyunla yüzümüzü güldürdü.
    (Milliyet Gazetesi)

    Fener’i tebrik her Türk için bir vazifedir.
    (Son Saat Gazetesi)

    Yukarıdaki başlıklar dönemin günlük gazetelerinden.

    En alta da gazetelerin yüksek çözünürlüklü halini koyduk. Belki utanıp “Hata etmişiz” derler :)

    Yıllar Sonra Maçın Hatırası


    Sarı lacivertliler Türk futbol tarihinde altın yaldızlarla kaydedilen parlak bir sahife açtılar. O Avrupa’nın sayılı futbolcularını arasında bulunduran ve ilk İstanbul’a gelişinde karşısında bulunan Galatasaray’a yedi, Fenerbahçe’ye on, Altınordu’ya yedi gol atan Slavyalılar İstanbul’a ikinci gelişlerinde Fenerbahçe ile karşılaşacaklardı. Saha lebalep dolu, herkes bu meşhur takımın Fenerbahçe’yi tekrar büyük bir farkla yeneceğine kâni bulunuyor. Sarı lacivertliler Almanya’da bulunan meşhur futbolcusu Bekir’i İstanbul’a getirtmiş bulunuyordu.

    Herkeste bir sabırsızlık var. Evvela kırmızı-beyaz parçalı formalarıyla Slavyalılar sahaya çıktılar. Futbolda ilk hocamız olan bu üstatlar alkışlandı. Bunu Fenerbahçeliler takip etti. Bir alkış tufanıdır koptu. Oyunu Burhanettin Bey idare ediyordu. Takımlar karşı karşıya geldiği vakit Fenerbahçeliler şu şekilde idi.

    Fehmi, Füruzan, Kadri, İsmet, Sadi, Cevat, Nevzat, Bekir, Zeki, Alaaddin, Sabih

    Oyun başladı. Sarı lacivertliler canla başla oynuyorlardı. Karşılarındaki takımın üstatlığına rağmen kazanmak azmini taşıdıkları belli, herkeste bir ümit… Fener’in o meşhur muhacimleri hep Slavya kalesi önünde.. Slavyalılar da hasımlarının bu oyununa şaşırmış kalmışlardı.

    Gene bir hücumda idi. Slavya aleyhine bir korner oldu. Nevzat’ın çok güzel bir korner atışını Bekir şahane bir kafa darbesiyle gole tahvil etti. Top ağlara takılmıştı. Halk coşkun tezahürat yapıyor, sarı ve lacivertli gençleri candan alkışlıyordu. Seyirciler arasında bu golden sonra sevinç yaşı döken birçok kimseler de vardı. Bu gol Slavyalıları hayli şaşırtmıştı. Artık sarı lacivertliler bu sayının verdiği neş’e ile daha düzgün oynamaya başlamışlardı. Bu sırada, Bekir’in ikinci bir golünü daha alkışlayacaktık. Fakat direk buna mani oldu. Slavyalılar bu mağlubiyetten kurtulmak için çok çalıştılar. Fakat sarı lacivertlilerin ateşli gençleri karşısında bu mağlubiyete boyun eğmeye mecbur oldular. Hakemin düdüğü oyunun bittiğini haber verdiği zaman Türk futbol tarihinde de bu şerefli galibiyet unutulmaz bir gün olarak kaldı.

    M. Kemal


    Slavya Zaferi Manşetlerde

    6 Haziran 1923 tarihli Cumhuriyet Gazetesi

    6 Haziran 1923 tarihli Milliyet Gazetesi

    7 Haziran 1923 tarihli Son Saat Gazetesi

  • Fenerbahçe’den İşgalcilere 5 Gol Daha

    Fenerbahçe’den İşgalcilere 5 Gol Daha

    29 Haziran 1923’ün yıldönümü yaklaşıyor. Ama bugün Fenerbahçe’nin işgalde oynadığı maçların bir diğerinin yıldönümü.

    Yukarıda gördüğünüz kupürler, 4 Haziran 1923 tarihli Vakit ve Vatan gazetelerine ait.

    Fenerbahçe, 3 Haziran 1923 tarihinde (Rüştü Dağlaroğlu’nun kayıtlarına göre) “İngiliz Kara Karması”nın karşısına çıktı.

    Cem Ertuğrul’un “Şekip, Osman Nuri (Süleymaniye’den), Cafer, Fahir, İsmet, Kadri, Bedri, Ömer, Zeki Rıza, Alaeddin, Sabih” şeklinde verdiği Fenerbahçe on biri maçı 5-1 kazanmayı başardı.

    İngiliz Takımı 1 – 5 Fenerbahçe

    Dün Kadıköyü’nde İttihat Spor Kulübü’nde Fenerbahçe Kulübümüz geçen hafta mağlup olduğu İngiliz takımıyla çarpışmış ve (1)e mukabil (5) gol ile galip gelmiştir. Fenerbahçe’yi bu muvaffakiyetinden dolayı tebrik ederiz. Tafsilat yarınki nüshamızdadır.

    4 Haziran 1923 – Vakit Gazetesi

    Fenerbahçe’nin Galibiyeti

    İngiliz Muhtelit Takımı Bire Karşı Beş Golle Mağlup Olmuştur

    Dün Fenerbahçe muhtelit İngiliz takımını bir gole karşı beş golle yendi. Oyun çok heyecanlı oldu. Müsabakanın ilk kısmında Fenerbahçe’den Ömer Bey’in ayağı sakatlandı. Buna rağmen Fenerbahçeliler yine aynı şiddetle oyuna devam ederek birinci haftaymda bir ve ikincide de dört gol daha yaptılar. Şu suretle geçen haftaki mağlubiyetin acısını şanlı bir surette çıkarmış oldular.

    4 Haziran 1923 – Vatan Gazetesi

    Vakit gazetesinin bahsettiği tafsilatı, yanı detayları da bir başka gün veririz. Fenerbahçe’nin işgalde yaptığı maçları küçümseyenlere yazacak daha çok şeyimiz var. Tarih belgeyle yapılır…

  • Esir Şehrin Moral Kaynağı

    Esir Şehrin Moral Kaynağı

    Bugün sizlerle “Türk futbolunun ilk yıllarında hiçbir maç gazetelerde yer almadı” şeklinde göz göre göre yalan söyleyenlere ders verecek bir şey paylaşacağız. Fenerbahçe nasıl esir şehrin moral kaynağı olmuş, bunu göreceksiniz.

    Harington Kupası’nın fotoğrafını ve detaylarını araştırmak için açtığımız sayfada, dönemin Tevhid-i Efkar ve Vatan gazetelerinin birinci sayfalarında bu maça yer verildiğini görmüştük. Şimdi bunlara biri daha eklendi. Vakit gazetesi…

    Tarih, belgeyle yapılır. Birkaç tane ergeni etkileyip vatana hizmeti geçmiş insanları karalamanın adı çok başka bir şey…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İngilizler Yenildi

    Fenerbahçe 2, İngiliz Muhtelit Takımı 1 Gol Yaptılar

    Dün Taksim Stadyumu’nda heyecanlı ve mühim futbol maçları icra edilmiştir. Stadyum kesif bir temaşakar ile dolmuştu.

    Günün mühim müsabakası Fenerbahçe ve İngiliz muhtelit takımı arasında olan idi. Müsabakaya Fenerliler sağlam takımlarıyla gelmişlerdi. Hasım taraf da kuvvetliydi. Hakem bir İngiliz intihap edilerek maça saat altıya doğru başlandı. İlk 15 dakika tamamen İngilizlerin hâkimiyetini gösteriyordu. Bu faikıyet İngilizlere bir sayı kazandırdı. Bundan sonra netice değişmeyerek parti nihayetlendi.

    İkincinin başlangıcında Ömer Bey’in iyi bir pasından istifade eden merkez muhacim Zeki Bey vaktinden evvel kaleden çıkan İngiliz kalecisinin ayakları yanından mahirane bir şutla sayıyı yaptı.Bu sayıdan sonra Fenerliler hasmı fazla sıkıştırmaya başladılar ve oyunun nihayetine 10 dakika kala yine Zeki Bey tarafından ikinci sayıyı yaparak müsabakayı kendi galibiyetleri ile neticelendirdiller.

    Müsabakada İngilizlerden kaleci, merkez muavin, merkez muhacim, sol açık güzel oynamışlardır. Fenerlilerden İsmet, Kadri, Zeki, Şekip Beyler galibiyete yegâne âmil olmuşlardır. Fenerbahçe’nin bu muvaffakiyeti şahane addedilmeye şayandır. Maçın hitamında günün en kıymetli oyuncusu Zeki Bey ahalinin omuzların üstünde taşınarak şiddetle alkışlarnmıştır. Gençlerimizi hararetle tebrik ederiz.

    Aynı günde Fenerbahçe ikinci takımı 3 golle Galatasaray’ın ikinci takımına galip gelmiş ve üçüncü takımı da Darüşşafaka üçüncü takımına 2 sayı ile mağlup olmuştur.

    30 Haziran 1923 tarihli Vatan gazetesinden…


    Merak edenler inceleyebilsin diye, gazetelerin yüksek çözünürlüklü resimlerini de aşağıya ekledik.

    Fenerbahçe… Esir Şehrin Moral Kaynağı

    30 Haziran 1923 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinin 1. sayfası

    30 Haziran 1923 tarihli Vakit gazetesinin 1. sayfası

    30 Haziran 1923 tarihli Vatan gazetesinin 1. sayfası

  • Wilhelm Kohlhammer : Der Deutsche Panzer von Fenerbahçe

    Wilhelm Kohlhammer : Der Deutsche Panzer von Fenerbahçe

    Im Herbst seines Lebens hatte Wilhelm eine Aufregung , was ihn wieder mal beschaeftigen sollte. Die Vereinbarung zwischen der Türkei und Deutschland in Oktober 1961 bez neue Arbeitskraftaufnahme hatte ihn sehr erfreut. Die Türken , mit denen er sehr gute Erinnerungen aus seiner Jugend hat , würden in sein Land, sogar in seine Stadt kommen. An die jenigen Türken, die nach Heidelberg kamen , hat er Gastfreundschaft gezeigt. Mit denen hat er über Fenerbahçe und die Meisterschaften,die er mit Fenerbahçe gewonnen hat , gesprochen. Die meisten haben ihn nicht verstanden. Sogar seine besten Freunde glaubten nicht mehr an ihn, die glaubten  dass er spinnt. Wilhelm hatte ja kein Photo , nicht mal eine Rosette . Falls es so wichtig ist , warum erinnerte sich Fenerbahçe nicht an ihn?  Dies enttauschte Wilhem nicht. Er verfolgte seine Mannschaft weiter aus der Ferne und versuchte mit Türken ,die er traf , über Fenerbahçe zu reden.

    Eines Tages hatte ihn ein junger Türkischer Ingenieur, die er in dem selbstgegründeten Heidelberg Hockey Club kennengelernt hat , genau zugehört. Sie haben zusammen über Fenerbahçe gesprochen , haben sich an die alten Tage erinnert. Der junge Ingenieur hat ihn die letzte Situation von Fenerbahçe erzaehlt. In den letzten zwei Jahren war Galatasaray Meister aber seit Wilhelm nach Deutschland zurückgekehrt war, hatte Fenerbahçe allesmögliche gewonnen. Fenerbahçe war die Mannschaft mit den meisten Meisterschaften.Vor 4 Jahren hatte Fenerbahçe sogar die weltbeste Mannschaft, Manchester City besiegt und alle hörten dann von Fenerbahçe. Jetzt nachdem der Transfer vom Stürmer Cemil auch erledigt wird,werde  niemand  mehr Fenerbahçe stoppen.

    Das Gespraech kam zu Ende aber der junge Ingenieur hat es nicht vergessen.Als er gegen Ende von 1972 für den Urlaub in die Türkei kam, hat er irgendwie den Weg gefunden , Fenerbahçe zu besuchen.An die jenigen die er im Klubgebaude getroffen hat, hat er von Wilhelm Kohlhammer erzaehlt und gesagt ,dass er irgend ein Photo,eine Rosette oder eine Fahne ihm mitbringen wil.

    Die Klubangehörigen haben sich sofort darum gekümmert.Alles mögliche wurde vorbereitet und auf die Bestaetigung des Praesidenten Faruk Ilgaz gewartet. In dem Moment haben zwei Journalisten, die damals 27 Jahre alt waren , Kemal Belgin und Atilla Gökçe , von dem Namen Wilhelm gehört.Diese Nachricht ging sofort an die Sportabteilng von der Zeitung Tercüman und bevor das Geschenkpaket nach Heidelberg abflog ,war schon das Auto von Doğan Pürsün und Erol Aydın, beide vom Deutschlandbüro der Zeitung Tercüman , vor dem Haus von Wilhelm Kohlhammer geparkt.Beide haben ihn umgefaehr nach 60 Jahren  für das Spiel Fenerbahçe gegen Galatasaray in Mithatpaşa Stadion eingeladen und los ging es sofort.

    Wilhelm Kohlhammer wurde in 6 September 1890 geboren und seine Geschichte in Istanbul begann gegen Ende von 1912. Eigentlich war in Heidelberg alles ok für ihn. Er hatte als 22 jaehriger mit SportClub Neuenheim 02 die Deutsche Rugbymeisterschaft gewonnen. In dem Sieg 13-6 in der Finale war er einer der besten Spieler auf dem Platz. Das war der erste von 9 Meisterschaften  und er ging somit in die Geschichte des Clubs als einer der unvergesslichen Spieler.Aber Lebensunterhalt war ja wichtiger und er hatte eine gute Stelle bei der Deutschen Bank gefunden und hatte sich auf den Weg gemacht nach Istanbul kurz vor dem 1.Weltkrieg.

    Bevor andere Filialen im Westen von Europa zu eröffnen hatte die Deutsche Bank damals die erste auslaendische Filiale in Istanbul im Jahre 1909 eröffnet. In den Tagen hatte die Deutsche Bank schon 250 Mitarbeiter in Istanbul und profitierte von der guten Beziehung zwischen den Ottomanischen und Deutschen Reichen. Die Finanzierung von mehreren Projekten und all die Kredite gingen durch diese Bank und der junge Wilhelm war als Fremdsprachenverantwortliche da.

    Laut Daten von der Bank wurde Wilhelm mehrmals befördert und hatte diverse Positionen aber er wollte vom Sport auch nicht entfernt bleiben. Er mag Rugby sehr aber in Istanbul gab es keine Möglichkeit dazu. Für Hockey war die Situation auch nicht viel anders. So wurde ihm nachgefragt ob er Fussball spielen würde. Der Kapitaen Galip reagierte schnell und gab dem grossen Mann sofort das Trikot von Fenerbahçe.

    Laut Clubinformationen war das erste Spiel von Fenerbahçe mit einer auslaendischen Manschaft am 23.Maerz 1913 gegen Neozeland. Wilhelm hat zum ersten Mal für Fenerbahçe bei dieser Begegnung gespielt. Damals war die Aufstellung 2-3-5 populaer und er hatte im dreier Mittelfeld zentral gespielt.Vielleicht hatte er im ersten Spiel nicht besonders überzeugt aber im weiteren Verlauf wurde Fenerbahçe immer staerker und er wurde einer der wichtigsten Spieler. Eigentlich war er der dritte auslaendische Spieler in der Geschichte von Fenerbahçe aber kontinuitaetsmaessig war er viel besser und deshalb wurde er immer als der erste auslaendische Spieler von Fenerbahçe erinnert.

    Zwischen 1913-1916 hat er bei 35 Spielen gespielt und hat dabei 5 Tore geschossen.Er hatte einen grossen Anteil bei den Meisterschaften 1913/14 und 1914/15. Ausserdem war er ein wichtiger Spieler bei dem ersten Sieg gegen Galatasaray in der Geschichte von Fenerbahçe.Bis dâhin hatte Fenerbahçe in 7 Spielen gegen Galatasaray nicht mal ein Tor erzielen können aber in dem Spiel gewannen sie mit 3 Toren von Hasan Kamil Sporel und einem Tor von Said Selahattin Cihanoglu 4-2.

    Er wurde in Istanbul ‘’Wihelm Efendi’’ gennant (er selber sagte in einem Interview,dass er als ‘’Efendi Hammerle’’ gennant wurde) und war eigentlich ganz zufrieden mit seinem Leben .Aber die Situation in Istanbul und in der ganzen Welt war damals nicht so gut.Der 1.Weltkrieg wurde immer staerker und für die Allianzstaaten sah es nicht so rosig aus. Deutsche Bank wurde kleiner und nach der Besetzung der Stadt war die Filiale in Istanbul letztenendes in 1918 zu.

    Kohlhammer wurde schon zum Militaer berufen in 1916 , war in vorderster Front als Leutnant.Nach einem Krieg mit sehr viel Verlusten kehrte er zu seinem Heimatland, hat aber nicht Fussball gespielt sondern wieder mit Rugby angefangen. Mit SportClub Neuenheim 02 wurde er Deutscher Rugbymeister in 1921. In seinen jugendlichen Jahren hatte Kohlhammer ein turbulentes Leben. Die 20er Jahre wurden damals ‘’Golden 20’s ‘’ gennant ,damals lebte er in Berlin in einer Wohnung, die öfters von wunderschönen Frauen besucht wurde. Als er zurück war in Heidelberg hat er ein Hockey Club gegründet und da gespielt bis er 58 Jahre alt war.

    So war seine Geschichte und nach 56 Jahren war ‘’Wilhelm Efedi’’ wieder in seiner Stadt Istanbul. Alles hatte sich natürlich veraendert. Die Fussballspiele waren nicht mehr auf Papazın Çayırı (Priester’s Wiese) sondern in Mithatpaşa Stadion. Bei einem Spiel gegen Galatasaray hatte er das Wiedersehen mit seiner alten Liebe Fenerbahçe. Ausserdem war der komplizierte Transfer von Stürmer Cemil erledigt. Er sollte zum ersten mal das Trikot von Fenerbahçe tragen. 45.000 waren im Stadion , mindestens 100.000 draussen.Wilhelm war erstaunt über diese Kulisse. Schon damals ,seinerzeit waren die Spiele Fenerbahçe gegen Galatasaray viel besucht aber das war schon was anders.Am Ende stand es 1-1 , Fenerbahçe war noch immer Tabellenführer.

    Am naechsten Tag hat er als erstes Karacaahmet Friedhof besucht.Er war vor einem Grabstein stehengeblieben.Seine Traenen flossen für den grossen Kapitaen Galip Kulaksızoğlu. ‘’Er war unser Kapitaen. Ich konnte es nicht mehr aushalten.Ich weine jetzt für ihn wie ein kleines Kind. Ich begrüsse meinen Kapitaen nochmals , vielleicht zum letzten Mal.’’ sagte er.

    ‘’Damals waren wir pure Amateure’’ sagte Wilhelm ‘’wir hatten alles für die Mannschaft gemacht’’.’’Wir hatten sogar unsere Teppiche zu Hause verkauft,um die Kosten zu bezahlen. Wir hatten keine Möglichkeit einen Camp zu beziehen . Ab und zu waren wir in der Wohnung von einer Teamkameraden und hatten vom selben Topf zusammengegessen. Das Geld um in das Schiff einzusteigen,hatten wir zusammenbezahlt. Die Trikots hatten wir selber repariert und gewaescht.Die Verletzungen mit Hausmittel auskuriert.Aber die grösste Begeisterung in unserem Herz war Fenerbahçe. Wochenlang und monatelang klopfte unser Herz Galatasaray zu besiegen ,was wir am Ende auch verwirklicht hatten.

    ‘’Ist diese Begeisterung noch da?’’ auf diese Frage beantwortet er. ‘’Ja noch immer , ist sogar grösser mit einer verbrennenden Sehnsucht.Falls Sie mal in Heidelberg sind, können Sie fussballbesessene alte Leute ansprechen.Die werden sagen : ‘’Hier haben wir einen Fenerbahçe Fan’’ und das bin ich.Ich habe meinen Anhang zu Fenerbahçe nie verloren.Und als ein Deutscher ,der zwei Weltkriege erlebt  und  mehrere Jahre in Gefangenenlager verbracht hat sage ich Ihnen : MEIN GRÖSSTER STOLZ IST FENERBAHÇE’’

    Von dem Kader ,der Galatasaray zum ersten Mal besiegte lebten nur noch zwei andere , Sait Selahattin Cihanoglu und Nüzhet Baba. Nach so langer Sehnsucht hat er in Koço Restaurant in Moda Sait Selahattin treffen können und von alten Tagen gesprochen.

    Am Abend wurde ein Abendessen im Lokal für ihn organisiert. Es waren so viele Leute da. Ismet Uluğ , Nedim Kaleci , Nüzhet Baba, Sait Selahattin Cihanoğlu , Mehmet Reşat , Cafer Çağatay , Kadri Celal Göktulga , Faruk Ilgaz, Rüştü Dağlaroğlu , Tevfik Taşçı , Eşref Aydın , Halit Çetinkaya , Emin Cankurtaran und Didi ! Lange Plauderei , mehrere Umarmungen , alte Geschichten und viele Traenen. Danach Unterschrift im Ehrenbuch und eine goldene Rosette an die Jacke.Endlich war Wilhelm Efendi zurück bei seinem grössten Stolz.Er war bei seinen Freunden und erlebte seine Jugend wieder.Am Ende des Abends beugte er sich über den Trainer Didi und flüssterte in sein Ohr , dass er in den letzten Jahren seines Lebens eine neue Meisterschaft geschenkt bekommen will.

    Dann war Wilhelm Kohlhammer zurück in seiner Stadt mit sehr schönen Erinnerungen.Der erste Deutsche Spieler von Fenerbahçe starb  zwei Jahre nach diesem Besuch mit 84 Jahren.Aber er hatte schon laengst die schöne Nachricht bekommen.Didi hatte sein Versprechen gehalten und machte Fenerbahçe wieder mal Meister

    Alp Eralp

    Not : Yazının Türkçe versiyonuna şuradan ulaşabilirsiniz…
    Wilhelm Kohlhammer : Fenerbahçe’nin Alman Tankı