Etiket: Kamil Ekin

  • Erdal Kocaçimen Röportajı

    Erdal Kocaçimen Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Erdal Kocaçimen röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Büyük Kaleci

    “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Erdal Bey?

    1926’da Fındıklı, İstanbul’da doğdum. İlkokul tahsili Nişantaşı 15. İlkokulu’nda yaptım. Tabii ki Fenerbahçeliydim. Çocuklarla mahalle arasında, mektepte hep futbol oynardık. Ayazpaşa’nın dili olsa da söylese.

    Ortaokul yıllarım da hep futbol oynamakla geçti. O zamanlar Taksim Lisesi’nin ortaokul kısmına devam ediyordum.

    1941 İstanbul harp seneleri her yer bomboştu. Merkezi hükümet o zaman Ankara’daydı. Maden Tetkik Arama Enstitüsü başmüfettişi olan babam rahmetli Vedat Kocaçimen’in tayini Ankara’ya çıktı. Hep birlikte Ankara’ya gittik.

    Sonra Ankara’daki yaşamınız başladı…

    Ankara’da Gazi Lisesi’ne kaydoldum. Lacivert-Mavi formayla Gazi Lisesi’nin futbol takımında santrhaf (libero) mevkisinde oynamaya başladım.

    Bir süre sonra takımın merkez mücahim (santrafor) mevkiine geçtim. 1941 yılında Gençlerbirliği takımında oynamaya başladım. 1942 yılından itibaren de kaleci oldum.

    Kaleci olmanız garip bir tesadüfle başladı, anlatır mısınız?

    Bendeki kalecilik cevherini, Orhan Şeref Apak fark etmişti.

    Bir antrenmanda kaleci gecikince beni kaleye geçirmiş ve performansımı izleyerek, kendisinin talimatıyla bu mevkide kalıcı olmuştum.

    1946 yılına kadar Gençlerbirliği takımında oynadım. Gençlerbirliği o zamanlar büyük takımlardan biriydi. 1946 Türk Milli Ligi Şampiyonu oldu.

    II. Dünya Savaşı’nın sonunda askeri takımların da önemi azalmaya başlamıştı. Savaştan sonra dönemin ilk şampiyon takımı Gençlerbirliği oldu. 7’şer takımlı iki grup halinde oynanmaya başlanan 1945/46 sezonunda Gençlerbirliği, beyaz grupta Muhafızgücü’nü averajla geçerek 1. olmasının ardından, iki grupta ilk iki sırada yer alan takımların oynadığı turnuvayı da kazanarak şampiyonluğa ulaşmıştı.

    İstanbul’a dönüş ve Fenerbahçe’ye transferinizi anlatır mısınız?

    1946 yılında üniversite okumak için tekrar İstanbul’a döndüm.

    O zamanlar öyle büyük paralar, transferler yoktu. O sene Galatasaray şampiyon olunca kulüplerden Galatasaray ve Beşiktaş peşimdeydi. Ben hep Fenerbahçe’yi istemiştim. Kısmetimde Fenerbahçe varmış. 60 sene oldu hâlâ içindeyim.

    Ben geldiğimde yedek kaleci olarak gelmiştim. Kalede Cihat Arman vardı. Efsane kalecimiz. “Sarı kanarya” lâkabı onunla başlamıştı. Gelmiş, geçmiş en büyük kaleciydi. Ondan çok şey öğrendim. Efsane kalecimiz Cihat Arman. Onun arkasında durmak kolay değildi.

    O zamanlar, şimdilerde olduğu gibi bir lüks yaşantımız yoktu. Öğle, akşam yemeklerini Kadıköy Altıyol’da lokantada yer, akşamları da kulüpte yatar, kalkardık.

    Ben kaleciyken teknik direktörümüz Molnar’dı, üç sene antrenörlük yapmıştı.

    Hiç unutmam biz tribünlerin üzerinde yatıp kalktığımız bu dönemde Ruhi Sarıalp Londra’daki olimpiyatlarda Dünya üçüncüsü oldu.

    En çok birlikte olduğunuz arkadaşınız kimlerdi?

    Arkadaşlarımız arasında ayırım yoktu. Maçlardan sonra hatta Galatasaraylı, Beşiktaşlı arkadaşlarla beraber Taksim, Beyoğlu’na gider hep birlikte yemek yer, eğlenirdik.

    Fakat benim zamanım en çok Ahmet Erol ile birlikte geçerdi. Ahmet’le daha sonraki yıllarda yöneticilik kadrosunda da yer aldık. Arkadaşlığımız çok uzun senelere dayanır.

     Süleyman Seba ile de hâlâ çok iyi arkadaşız.

    1937 yılında başlayıp en son 1950’de yapılan Milli Küme şampiyonluk maçlarında en son kupayı da sizin de içinde bulunduğu takımımız müzeye götürecekti…

    11 yılda 11 kez düzenlenen bu şampiyonluk maçlarında Fenerbahçe 6, Beşiktaş 3, Güneş ve Galatasaray takımları da birer kez şampiyon olmuşlardı.

    Kadromuzdaysa; Cihat Arman, Süleyman Köprülü, Murat Alyüz, Ahmet Erol, Selahattin Torkal, Kamil Ekin, Müjdat Yetkiner, Hilmi Ardağ, Samim Var, Mehmet Ali Has, Turhan Akra, Niko Knezeviç, Erol Keskin, Rafet Atamer, Nusret Mengü, Cemal Uzkes, Cemal Şikak, Cemal Uludağ, Fikret Kırcan, Halit Deringör, Lefter Küçükandonyadis ve ben vardım.

    Bayağı çekişmeli ve olaylı geçen bu maçta alınan galibiyetten sonra aynı sene Başbakanlık Kupası da Fenerbahçe’nindi.

    Cihat Arman askere gidecek ve siz tamamıyla kaleye geçecektiniz fakat futbolu maalesef bırakmak zorunda kaldınız…

    Yılbaşında kulüpler bir ay tatil olurdu bu arada özel maçlar yapılırdı.

    1950 yılında yılbaşına bir hafta kala üçlü kulüp karması Altay, Beşiktaş, Fenerbahçe, Avusturya takımı Vienna ile oynadık. Bu karşılaşmada burnuma bir tekme yedim. Burnum parçalandı. Yerime Turgay kardeşim kaleye geçti. Benim beyin kanaması nedeniyle Amerikan hastanesinde başucumda beklediler. Olmadık bir şeydi.

    1946–1950 yılları arasında oynadım. Futbol hayatım, tekme olayıyla ve Londra’da estetik ameliyat sonrasında bitti. Londra’ya gidişim çok acıklıydı. Şimdiye kadar yaptığım seyahatler hep takım seyahatleri olduğu için daima kalabalık tarafından ve neşeyle uğurlanmaya alışık olduğumdan İstanbul’dan ayrılışım benim için gerçekten üzüntülü oldu.

    Estetik ameliyat için Londra’ya geldiğimde ameliyat başarıyla sonuçlandı. Ankara Vapuru ile İstanbul’a döndüm. Rıhtımda ailem, efradım ve gazeteciler tarafından Cihat Arman ile Halit Kıvanç tarafından karşılandım. Yüzüm eski haline kavuşmuştu. Londra’da İngiliz sporculardan ve tıp adamlarından çok iyi muamele gördüm. Sarı lacivert formaları tekrar giymek en büyük özlemimdi.

    Gençlik yıllarınızdan itibaren diğer spor branşlarında da başarılarınız vardı… Hatta “Lodosu bıçak gibi kesen” diyorlardı…

    “Komple sporcu” da derlerdi.

    Voleybol, basketbol, hentbol oynadım. Atletizm de kısa ve orta mesafe koşuda Ankara ikinciliklerim oldu.

    12 yaşımda yüzme şampiyonu oldum.

    1941 yılında 58 kişiden 8. oldum. 15 yaşımda boğazı geçtim Bebek’te, resmi müsabakaydı.

    Halit Kıvanç, Cem Atabeyoğlu hep “Büyük Erdal” derlerdi. Her sporu yapardım. Sırık bile atladım.

    Milli takımda da oynadınız…

    1948 yılında savaş nedeniyle milli maç yoktu. Milli takım formasını ancak bir defa giydim. Suriye’ye karşı o da 7–0 bitmişti. Ankara’da oynandı.

    Biraz da Fenerbahçe’deki yöneticilik dönemizden söz edebilir misiniz?

    1950’den sonra 3 defa yöneticilik yaptım. Hepsinde de şampiyon olduk.

    1965 yılında Faruk Ilgaz’la çalıştım. Uzun süre başkanlık yaptı.

    İsmet Uluğ ile de çalıştım. Kulüpte yetişmiş, ciddi, askerde de boksörlük yapmış biriydi.

    O zamanlar idareciler Karaköy’de Merkez Yağcılar Hali’nde Yağcı Ali’nin yerinde toplantı yapar, takım kurardı.

    Kadıköy Grubu’nu kurduk. Muhittin Bulgurlu, Semih Bayülgen, Turgut Hayrullah vardı.

    Hacı Bekir de yöneticilik yapmıştı.

    Ziya Şengül ve Şükrü Birand’ın, Yaşar’ın, Nedim Doğan’ın, Cemil Turan’ın transferlerinde rolüm olmuştu. Şükrü Birand ve Ziya Şengül’ü PTT’den takımımıza transfer ettik. Tabii bu pek kolay olmadı. O zamanlar transferlerde futbolcular onların onayıyla kaçırılır ve bir yerde saklanırdı. Şükrü ile Ziya’yı Pendik’te bir otele saklamıştık. Bunu yönetimden bile sadece birkaç kişi biliyordu. Saklama nedeni transfer gerçekleşene kadar gazetelerin duymamasını sağlamak istememizdi. İki gün sonra bir baktık ki Hürriyet Gazetesi’nde manşet haberde; Şükrü ile Ziya’nın kaçırılıp Pendik’te bir otelde saklandığı yazılmıştı. Toplantıya geldiğimizde herkes ters ters birbirine bakıyor, “İhanet bu!” diye birbirini suçluyordu…

    Bir dönemde basketbol takımı sorumlusu oldum. Fransa’nın Lyon takımıyla oynadık. Burada yendik. Orada yenildik ama o sene şampiyon olduk. 1965–1968 üç dönem şampiyon olduk. O sene Faruk Ilgaz başkandı. 5 kupa aldık.

    Kamplarınız nasıl geçerdi?

    Oynadığımız dönemde kamplar iyiydi ama arada bir kaçanlar olurdu tabii. Hocamızın haberi olmazdı, idare ederdik.

    Yöneticilik dönemindeyse; akşamları evleri gezer, futbolcuların evde olup, olmadığını kontrol ederdik. Eşref Aydın’la da aynı dönemde yöneticilik yaptık.

    Sizin döneminizde Erdal ismi bayağı yaygınlaşmıştı…

    Ankara Gazi Lisesi’ndeyken Atatürk Lisesi ile maç oynuyoruz. Her iki takımda da Erdal ismi vardı. Bir takımda İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü diğeriyse Erdal Kocaçimen. Ondan sonra her doğan çocuğa Erdal ismi takılırdı… Tabii Fenerbahçeli olduğumuzdan dolayı… Sonradan çoğaldı bu isim…

    Bugüne geldiğimizde nasıl bir Fenerbahçe görüyorsunuz?

    O yıllarda Fenerbahçe’de gece bekçisi yoktu, tesisin hortumundan su içiyorlardı. Şimdi çok büyük bir çağ atladı. O zamanlar çivi bile çakan olmadı. Şimdi yüzlerce insan çalışıyor. Yalnız şimdilerde seyircilerden bazıları, grup liderleri çok yanlışlar yapıyorlar. Bunlar düzelmeli, Fenerbahçe formasını taşımak da kolay değil, taraftarı olmak da…

    Halit Deringör Anlatıyor

    Erdal Bey’e “En çapkın futbolculardan biriydiniz…” dediğimde, yakınımızda oturan efsane sporcumuz Sayın Halit Deringör de birkaç cümle söylemek gereği duruyor…

    “Erdal takımın en yakışıklılarındandı. Tabii çok da çapkındı. O şansız sakatlığı gerçekleşmeseydi, Cihat Arman’dan sonra kaleyi aldığında ne kadar yetenekli bir kaleci olacağını daha fazla seyredecektiniz…

    Vücut kabiliyeti çok üstündü. Ayaklarıyla, zekâsını birleştirebilen bir futbolcuydu. Ancak şanssızdı önünde Cihat diye bir kaleci vardı, efsane hatta dünya modeli bir kaleciydi. Cihat, onun arkası olmak kolay değil.

    Çamurlu bir saha Avusturya takımıyla bir maçımız vardı. Props’la karşı karşıya kaldı, onu kurtarmak için Hilmi diye bir futbolcu vardı araya girdi, fizik tarafı güçlü ama futbolu zayıf olan bir oyuncuydu. Sanırım burnuna yanlışlıkla o vurdu.

    Eşref Aydın anlatıyor…

    “İsmet Uluğ’un başkanlık dönemiydi, benim de amatör şube direktörü olduğum yıl. O sene basketbolda hem lig hem de Türkiye Kupası’nı kazandık ve atletizmde Türkiye şampiyonu olduk.

    Amatör sporun başarılı olmasının yanı sıra futbolda da başarılı olduk ve Avrupa Şampiyon Kulüplere girme hakkı elde ettik.

    O dönemlerde Fenerbahçe’ye fazla üyelik isteği olmazdı. Toplantılarda arada bir 5 veya 6 üyelik talebi gelirdi. Üyelik aidatı da alınmaz, üyelerin de büyük bir çoğunluğu sporculardan oluşurdu.

    Başkanımız İsmet Uluğ, yine bir yönetim kurulu toplantısı sonunda sırayla üyelik müracaatlarına bakıyor, “Bu olur, bu olmaz!” diyerek ayırt ediyordu.

    “Olmaz!” dediği üyelerden birisi fabrikatördü. Reddettiği kişiyi tanımıyordu. O gün bitti. Bir sonraki toplantıdan evvel bazı arkadaşlarım, benim yanıma gelerek “İsmet Ağabey, geçen toplantıda bir üyeyi reddetmişti. Hâlbuki bu kişiden Romanya’ya gidecek basketbol takımımız için yardım alacağız. Sen devreye gir, İsmet Ağabey seni reddetmez, bu arkadaşı da üye yapalım.” dediler.

    Sonradan öğrendim ki benimle temasa geçen arkadaşlar İstanbul Sanayi Odası’nda çalışan Fenerbahçeli üye arkadaşlardan Müzdat Yetkiner, Eyüp Karadayı ve Erdal Kocaçimen’in de desteğini almış. Ben de sevdiğim bu arkadaşlarımın isteğini kıramadım ve “Peki” dedim.

    Ertesi toplantıda, sıra yine üye müracaatlarına geldiğinde, müracaatları tek tek kontrol eden başkanımız İsmet Uluğ ters bir ifadeyle “Burada bir tanesi gözüme takıldı.” dedi. Bu kişinin daha evvel getirildiğini ve kendisinin iade ettiğini söyledi.

    İsmet Uluğ tekrar “Ben Fenerbahçe’ye paralı, zengin kişi istemiyorum.” dedi. İsmet Uluğ milli mücadeleci. Fenerbahçe’yi idare edecek kişilerin sporcu unvanlarının da bulunmasını isterdi. Fakat işin açıkçası sporcularda da para bulunmazdı.

    Ben devreye girdim. Aslında o kişiyi tanımıyor, bilmiyordum da. Ama arkadaşlarım rica ettiler diye, “Bu kişi futbola karışmayacak, basketbola yardım edecek, destek verecek.” dedim. Ve üyelik girişinin kabulüne İsmet Uluğ’u razı ettim. O üye fabrikatör Emin Cankurtaran’dı. Ve ileride 1974–1976 yılları arasında Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlığını yapacaktı…”

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Küçük Şeytanlar

    Küçük Şeytanlar

    Fenerbahçe’nin 1952-1953 kadrosuna “Küçük Şeytanlar” denildiğini birçoğumuz biliyoruz ama kim kimdir, bilmeyenler için Milliyet gazetesinin derlemesi… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    1952-1953 Şampiyonu

    Melih Ilgaz: 1928 yılında İstanbul’da Kadıköyü’nde dünyaya gelmiştir. Futbola Darüşşafaka Lisesi’nde başlamıştır. Bilahare Fener genç takımına giren Melih, liseyi bitirdikten sonra Vefalı Galip’in tavassutiyle Vefa’ya girmiş ve birinci takımda oynamaya başlamıştır. Melih vatani vazifesini müteakip eski kulübü Fenerbahçe’ye girmiş ve halen sarı-lacivert forma altında oynamaktadır. Üç defa milli olmuş. Yeni açtığı muayenehanesinde dişçilik yapmaktadır.

    Kamil Ekin: 1924 yılında İstanbul’da Bakırköy’de doğmuştur. Futbola burada başlamıştır. İlk kulübü semtin takımı olan Barutgücü’dür. Bilahare Kasımpaşa’ya girmiş. Bir sene bu takımda oynadıktan sonra askere gitmiş ve orada da Donanmagücü takımında yer almıştır. Askerden dönüşte Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Üç defa milli olan Kamil evlidir.

    Haluk Eralp: 1931 senesinde İstanbul’da Erenköy’de doğmuştur. Futbola Erenköyü’nde başlayan Haluk, 1946’da Fenerbahçe’ye girmiş ve genç takımdan yetişmiştir Bir ara Hilal’e giren Haluk geçen sene tekrar sarı – lacivertli yuvaya dönmüştür. Geçen sezondan beri de birinci takım kadrosunda bulunmaktadır. Galatasaraylı K Bülent’in ağabeysi olan Haluk bekar olup bir ticarethanede çalışmaktadır.

    Fehmi Özişler: 1952’de Emniyet takımından Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Amatör takımda çok güzel oyunlar çıkaran Fehmi, Beşiktaş’a karşı ilk defa profesyonel takımda yer almıştır. Bekardır.

    Orhan Çakmak: 1926’da Trabzon’da doğmuştur. Futbola sanat enstitüsü’nde başlamıştır. İlk kulübü Trabzon İdman Yurdu’dur. Bilâhare Zonguldak’a giderek Kömürspor’a girmiş ve ertesi sene de Ankaragücü’ne intisap etmiştir. 1951 yılı transferinde Fenerbahçe’ye girmiştir. Sezon başında sakatlanması yüzünden takımda devamlı surette oynayamamıştır. Bekardır.

    Nedim Günar: 1932 yılında Bandırma’da doğmuştur. Futbola doğduğu memlekette başlamış, 1946’da İstanbul’a gelmiş ve Fenerbahçe’nin genç takımına intisap etmiştir. Nedim bu kadroda yetişmiş ve bir müddet kaptanlığını da yaptıktan sonra birinci takıma terfi etmiştir- Eski solaçık Vefalı Kazım’ın kardeşi olan Nedim istikbalde bize çok şeyler vadetmektedir.

    Müzdat Yetkiner: 1922 yılında Kadıköyü’nün Acıbadem semtinde dünyaya gelen Müzdat, futbola Kuşdili’nde başlamış ve bilahare Fenerbahçe’nin genç takımında oynamıştır. Müzdat on seneden beri kaleci de dahil olmak üzere takımının her yerinde muvaffakiyetli oyunlar çıkarmış ve halen çıkarmaktadır. 1946 lig maçlarında santrfor oynayan Müzdat 38 gol atarak gol kralı olduğu gibi rekortmeni de olmuştur. 9 defa milli olan Müzdat evli olup bir çocuk babasıdır ve halen Tekel’de tütün eksperliği yapmaktadır.

    Selahattin Ünlü: 1929’da Adana’da dünyaya gelen Selâhattin futbola Adana’da başlamış ve henüz 16 yaşında iken Adana Demirspor takımında oynamıştır. 1949’da İzmir’e giderek bir müddet İzmir Demirsporu’nda oynamıştır. Bilahare vatani vazifesine giden Salâhattin futbola Ankaragücü’nde devam etmiş, bu arada Ordu karmasına seçilmiş ve ordular arası maçlara iştirak etmiştir. 1951 yılı transferinde Fenerbahce’ye intisap etmiştir. Atina’da Türk -Yunan mili maçında kalemizi müdafaa eden bu genç ve enerjik kalecimiz bekârdır.

    Fahir Ülgür: 1930 yılında İstanbul’da, Büyükada’da doğmuştur. Futbola Fenerbahçe genç takımında başlamıştır. Bir ara Hilal kulübüne geçmiş, oradan Tavşanlı’ya giderek Linyitspor takımında da üç mevsim oynamıştır. Fenerbahçe birinci takımında ilk maçını 1948’de Karagümrük’e karşı oynamıştır. Tahsilini Büyükada İlkokulu, Kadıköy orta ve İl Ticaret lisesinde yapmıştır. Bekârdır.

    Feridun Buğeker: 1933 yılında İstanbul’da doğmuştur. Futbola küçük bir yaşta başlamıştır. Hususi bir teşekkül olan Birlikspor’da parladıktan sonra Beyoğluspor’a girmiş ve burada iki sezon oynamıştır 1952 transferinde çok sevdiği Fenerbahce’ye girmiş ve derhal birinci takımda oynamağa başlamıştır. Deniz Sanat Okulu’ndan mezun olan Feridun halen Fabrika ve Havuzlarda makine modelcisidir. Bekârdır.

    Fikret Kırcan: 1920 yılında İstanbul’da doğmuştur. Futbola Feneryolu’nda başlamıştır. 1934’de Fenerbahçe’ye girerek, merhum Galib’in meşhur genç takımından yetişmiştir. 1939-40 sezonundan beri birinci takım kadrosunda muvaffakiyetli maçlar çıkarmaktadır. Bu arada. 5 defa da milli formayı giymek şerefine erişmiştir. Futbol sahalarında “Küçük” lakabıyla anılır. Fenerbahçe’nin kaptanlığını yapan Fikret bekâr olup, sigortacılık yapmaktadır.

    Lazslo Szekely: 1910 yılında Macaristan’ın Budapeşte şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Macar Ayan Meclisi azasıydı. Futbola çok genç bir yaşta başlamış, henüz 15 yaşında iken Navigarad şehrindeki “N. A. C.” takımının birinci kadrosunda yer almıştır. Bu takımda 4 sene oynadıktan sonra Macaristan’a dönmüş ve vatani vazifesini yapmıştır. 1941 de terhis olan Szekely. M T. K. (Hungaria)ya girmiş ve beş sene bu meşhur takımda oynamıştır. Bu arada Fenerbahçe’ye karşı da M.T.K. kadrosunda yer almıştır. 1946 yılında futbolu bırakmıştır. Antrenörlük hayatında; M.T.K. Viyana Hakova, İtalyan Verona ve İsrail milli takımlarını çalıştırmıştır. Macar milli takımında 6 defa yer alan Szekely, iki sene içinde genç bir kadroyu şampiyonluğa eriştirerek antrenörlükteki değerini de bir kere daha ispat etmiştir. Evli ve 2 çocuk babasıdır.

    Akgün Kaçmaz: 1933 yılında Ankara’da doğmuştur. İlk tahsilini Ankara’da yapan Akgün, futbola 1949 yılında üçüncü küme kulüplerinden Doğanspor’da başlamış, 1950’de Hacettepe’ye geçmiştir. Burada da bir mevsim oynadıktan sonra çok sevdiği Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Halen Ticaret Lisesi’nde talebedir.

    Mehmet Ali Has: 1925’te İstanbul’da Şişli’de doğmuştur. Futbola Beykoz çayırında başlamıştır. 1944’ta Beykoz kulübüne intisap eden M. Ali burada parladıktan sonra 1947’de Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Bugüne kadar 10 defa milli formayı giymek şerefine nail olan M. Ali bekâr olup vatani vazifesini yapmakta ve halen Ordu muhtelitine seçilmiş bulunmaktadır.

    Abdullah Matay: 1928 yılında Eskişehir’de doğmuştur. Tahsilini Eskişehir’de yapan Abdullah futbola 1942 yılında Eskişehir Tayyare Fabrikasında başlamıştır. Bu takımda parladıktan sonra Demirspor’a intisap etmiş ve bir müddet bu takımda oynamıştır. Bilahare Ankara’ya giderek 1947 yılı transfer ayında Ankaragücü’ne girmiştir. Dört mevsim Ankara’nın sarı – lâcivert renkleri altında oynadıktan sonra 1951’de çok sevdiği Fenerbahçe’ye girmiştir.

    Niko Knezeviç: 1931 yılında İstanbul’da, Bostancı’da doğmuştur. Aslen Yugoslavyalı bir ailenin çocuğudur. Futbola Bostancı’da başlamıştır. İlk kulübü Taksim’dir. 1949-50 sezonunda çok sevdiği Fenerbahçe’ye geçmiştir. Tahsilini Bostancı İlkokulu, Kadıköy Orta ve Haydarpaşa Liselerinde ikmal etmiştir. Bekârdır.

    Burhan Sargın: 1929’da Ankara’da doğmuştur. Futbola, pek küçük yaşta Ankara’da başlamıştır. 1946’da Hacettepe kulübüne giren Burhan, dört yıl müddetle bu takımda yer almış ve bu arada Ankara’nın gol kralı olmuştur. Nihayet 1951’de Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Bu arada iki defa ay-yıldızlı formayı giymiştir. Burhan bekârdır.

    Milliyet Gazetesi

  • Şeref Has Röportajı

    Şeref Has Röportajı

    Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Şeref Has röportajı ile karşınızda… Ağabeyi Mehmet Ali Has’tan sonra, Fenerbahçe’de 5 şampiyonluk yaşayan Şeref Has tarihe geçmiş kahraman bir futbolcuydu. Nur içinde yatsınlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Özlenen Kaptan

    Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şeref Bey?

    Annem, ablalarım ve futbolcu büyüğümüz ağabeyim Mehmet Ali Has hepsi Fenerbahçeliydi. Ben de onların bu sevgisini görerek Fenerbahçeli oldum. Zaman içinde de bu sevgim ve ilgim arttı.

    Spora Beyoğluspor’da başladınız…

    Futbola aşırı bir sevgim ve merakım vardı. Beni Beyoğluspor’a Raif Dinçkök aldı. Kendisi İsmet Uluğ zamanında başkan vekiliydi. 5000 TL’ye aldı, 5000 TL de kendisi verdi. 10.000 TL’ye bir daire geliyordu. İyi bir rakamdı. Beyoğluspor’da bir sene oynadım. Altyapıda yetiştim. Fakat hedefim Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oynamaktı.

    Ve hedefinize ulaştınız. Fenerbahçe’ye transferiniz nasıl gerçekleşti?

    Benim futbol hayatım Fenerbahçe genç takımında Sabri Kiraz hocamızla başladı. Can Bartu, rahmetli Avni Kalkavan ve ben genç takımda beraber yetiştik. Kabataş Lisesi’nde okuyordum. 18 yaşında iken Büyük Fikret bizi A takımına aldı. 1956-1957 sezonu. Bizi Moskova’ya götürdüler. O zaman değerli sporcularımızla on beşer dakika oynamıştık. Çok büyük oyuncular vardı, ağabeyim Mehmet Ali Has, Burhan Sargın, Lefter, Küçük Fikret, Donanma Kamiller. O zaman böyle kaliteli bir takımda oynama şansını yakaladık. Çok gençtik. Etap etap Can Bartu ile maç bitimine doğru oyuna girerdik. Fikret Arıcan bizi alıştırıyordu. 14 yıl Fenerbahçe’de oynadım, 7 kez kaptanlık yaptım, 169 gol attım. Ama maalesef sakatlığım nedeniyle Manchester’da oynayamadım. Ogünler, Çevrimler, Ziyalar, Puşkaşlar, Canlar, Şükrüler bu takımla 6 şampiyonluk yakaladık. Fenerbahçe’de bu gördüğümüz üç yıldızdan birini bizim ekibimiz aldı. Müthiş bir duygu öyle bir yaşıyorsunuz ki rüya gibi…

    Şeref Has Röportajı

    Araya vatan hizmetiniz girdi. Ordu milli takımında oynadınız…

    1958’de askere gitmiştim. Askere gittiğimizde hemen ordu milli takımına aldılar. B milli takımına seçildim, oynadım üç maçtan sonra A milli takımına çıktım.

    Milli takımda da hem oynadınız hem kaptanlık yaptınız…

    48 defa milli oldum. 7 defa kaptanlık yaptım. Milli takımın 17. kaptanıydım. En büyük düşüm milli formayı 50 kez giymekti. Sakatlığım nedeniyle 48 kez giyebildim. Kısmet bu kadarmış.

    Kırılamamış gol rekorunuz var… 

    Evet. En büyük gol kralı Zeki Rıza Sporel. O’nun rekorunu Lefter kıramamış. Lefter’in rekorunu da Cemil ile ben kıramadım ama bizim altımızdan gelenler de bizim rekorumuzu hala kıramamış. 

    Kafa golleriniz de çok ünlü…

    Diyebilirim ki 50-60 tane kafa golüm var, diğerleri sağ sol ayak goller…

    Yıl 1966 Fotospor’un açtığı yarışmada yılın sporcusu seçildiniz. Ve yine Güneş gazetesinin yaptığı Fenerbahçe tarihinin altın karmasında yer aldınız. Bu efsane isimleri bir kez daha hatırlayalım: Selahattin – Şeref – Cihat – Basri – Küçük Fikret – Alpaslan – Can – Lefter – Cemil – Büyük Fikret – Zeki Rıza…Bu isimlerin hepsi çok değerli. Bizimle paylaşacağınız anılarınız var mı?

    1963-1964 sezonunda lig şampiyonu olmuştuk. Galatasaray da Türkiye Kupası’nın şampiyonu. Şampiyon olduktan sonra federasyon bir karar aldı. Galatasaray ile Atatürk Kupası oynanacak. Maç başladı. İlk golü yedik. Bazı idareciler eleştirmişti: “Neden bu maçı kabul ettiler” diye. Sonra 2. yarıya çıktığımızda içerde yemin ettik ve hep beraber “Biz Fenerbahçe oyuncusuyuz, her şeyimizi bu maça vereceğiz” dedik. O maçı 3-1 kazandık, ilk ve son golü Ogün Altıparmak, 2. golü de ben atmıştım. Atatürk Kupası’nı aldık. Yine Ankara’da Beşiktaş ile özel bir maç yapıyorduk, gece maçıydı. Ben de böyle 30 metreden falandı kale tarafından gelen topa köşeye doğru müthiş bir şekilde vurdum top takıldı, öyle yere düştü, ben de golü attım. Ankara’da bir gece maçında Ankaragücü ile oynuyoruz. Lefter, Can orta sahada ben forvette bir frikik oldu, hakem düdük çalmadan Lefter golü attı hakem vermedi, tekrarladı bir daha vurdu aynı köşeden gene gol oldu müthiş bir şeydi. Lefter ağabeyimin bu golünü hiç unutamam.

    Şeref Has Röportajı

    Derbi maçlarında neler yaşardınız?

    Biz derbi ve tüm maçlara “Maçı kazanacağız, bu maçı alacağız; taraftarımızı, kendimizi, yöneticilerimizi, teknik heyetimizi mutlu edeceğiz” diyerek çıkardık. Kazanma azmiyle… Futbol bu kazanırsın da kaybedersin de bu her zaman öyle ama hep kazanmak için çıkılır. Birinci yarıda gol yiyip soyunma odasına döndüğümüzde “Çocuklar maç henüz bitmedi, bu maçı kazanacağız, yediğimiz golleri unutun sanki maç yeni başlıyor 0-0’mış gibi tekrardan başlayacağız” diyerek konuşmalar yapardık. Hakikatten kazanırdık. Kaybettiğimiz zaman ise soyunma odasına döndüğümüzde kimse bir diğerini suçlayacak hiçbir laf etmezdi. “Sen hata yaptın da bunu kaçırmasaydın da” diyerek maç hakkında asla konuşmaz, duşumuzu alır eve giderdik.

    En mutlu olduğunuz an?

    Fenerbahçe’de şampiyon olduğumuzda kupayı kaptığımız zaman. Derbi maçlarını kazanmamız da her zaman ayrı bir coşku olurdu.

    Çok teknik direktörle çalıştınız.

    Tabii 13 senede çok teknik direktör geçti. Fikret Arıcan, Abdullah Gegiç, Molnar, Oscar Hold, Kokotoviç, Szekely… Hepsi ayrı bir öğretici, ayrı bir teknikti. Onlarla Balkan Kupaları’na gittik, UEFA maçlarına gittik. UEFA’da 2 maç direnip 3. maçta eleniyorduk. Artık bundan sonrasında yeni oyuncularımızdan beklentimiz bizim alamadığımız UEFA Kupası’nı getirmeleri. Hep birlikte onlara tam desteğimizi vereceğiz.

    Uğurlarınız var mıydı?

    Uğurlarım yoktu. Mesela “13” numara uğursuz derlerdi dolabım “13” numaraydı. “Lütfen değiştirin” demedim. Yalnız sahaya çıkarken hepimiz sağ ayakla çıkardık. Tüm futbolcuların alışkanlığıydı.

    Şeref Has Röportajı

    Örnek aldığınız oyuncular?

    Büyüklerimiz ağabeyim Mehmet Ali Has, Lefter, Küçük Fikret, Burhan Sargın, Suphi Bey, Halit Deringör, Basri Dirimli, Naci Erdem gelmiş geçmiş en iyi futbolcular. Hangisini örnek almazsınız ki.

    1950’li yıllarla bugünü karşılaştırırsak hangi futbol daha kaliteli?

    Formalar yağmur geçiriyordu, karda, buzda, kumda her şartta oynanırdı. Bizim oynadığımız zeminde at koşmazdı. Top sekmezdi. Dolmabahçe Stadı’nda ayağını uzatıyordun, top sekiyor kafana çarpıyordu. Bizim zamanımızda oyuncularımız bu kötü koşullarda bile 20-25 metreden kendi oyuncularının ayağına top atıyordu. Bugünkü oyuncular ise 4-5 metrede büyük top kaybı yapıyorlar, O zamanlar bu kadar top kaybı yoktu, alınmasın şimdiki oyuncular ama bizim zamanımızdaki futbol daha kaliteliydi.

    Ya tribünler…

    Tribünler muhteşemdi, kravatlı gelirler, küfür yok, oyuncuları alkışlarlardı. Takım farkı yoktu, çıkışta Beyoğlu’na yürürlerdi. Sporcular da öyle… Oradan evlerin yolu tutulurdu.

    Tabii Avrupa şartları o yıllarda Türkiye ile kıyaslanamazdı…

    Avrupa çok öndeydi, antrenman sahaları, statları daha bir düzgündü. Biz lig maçlarını Dolmabahçe’de oynuyorduk ama bugün stadımıza ve koşullarımıza baktığımda bunlarla gurur duyuyorum. Avrupa’daki birçok kulüpten bile önde.

    Şeref Has Röportajı

    “Sahada menisküs olsam gam yemeyeceğim. Beni en çok üzen sokakta yürürken menisküs olmam” dediniz. Ve futbolu bırakmaya karar verdiniz. Bu Türk futbolu ve sizin için büyük bir şansızlıktı. O yıllarda tüm spor camiası derin üzüntü içindeydi. Hatta o sıralarda dargın olduğunuz söylenilen Fenerbahçe takımının teknik direktörü Molnar’ın “Şeref, futbolu bırakıyoo. Yazık ediyöö, adam gibi bir futbolcu” demekten kendini alamadığı basında yer aldı. Futbolu daha 4 yıl oynayabileceğinizi düşünüyordunuz fakat sakatlığınızın yakanızı bırakmayacağı inancıyla o yıl (1969) jübilenizi yaptınız. Çok parlak, şovlu ve ihtişamlı geçti… Başlama vuruşunu Sayın Hülya Koçyiğit yapmıştı. Maalesef erken bir “Allahaısmarladık” dediniz… O geceyi anlatır mısınız?

    Dün gibi hatırlıyorum. 29 Haziran 1969. Mithatpaşa Stadı’ndaydı. Şovla başladı. Artistlerle jokeyler arası bir müsabaka gerçekleşti. 1-0 jokeylerin galibiyetiyle başlayan bu maçta artistlerin kalesini koruyan Fikret Hakan ve rahmetli Öztürk Serengil sakatlanarak oyundan çıkmışlardı. Ondan sonra oynanan Galatasaray- Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi. Sonrasında benim veda törenim başladı. Yine takım kaptanı olarak sahaya çıktım. Almanların “Harika çocuğu” gol kralı Uwe Seeler’i ve o sıralarda Almanya’nın Hamburger SV Takımı’nda oynayan eski Fenerbahçeli kalecimiz Özcan Arkoç’u davet etmiştim. 30.000 kişi gelmişti. Stat doluydu. Kupalar, madalyalar, çiçekler ama en önemlisi bizim takımın ve diğer takımın taraftarlarının, arkadaşlarımın ve yöneticilerimin kucak dolu sevgisi… Unutulmaz bir gece unutulmaz bir jübileydi benim için.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yöneticilik döneminiz başladı.

    1981-1983 döneminde Ali Şen Bey’in başkanlığındaki yönetimde bulundum. Yönetimde Abdullah Acar, Ali Dinçkök, Mesut Dizdar gibi arkadaşlarımız vardı. Bu dönemde beş kupa aldık. Türkiye Kupası, TSYD Kupası, Donanma Kupası, Westfalya Kupası, Vatan Kupası. Takımdan Ali Dinçkök sorumluydu, transferleri kendi yaptı, iki tane Yugoslav yıldız getirdi, teknik direktör ise Branko Stankoviç’di. Almanya’dan İlyas Tüfekçi’yi, Trabzonspor’dan Hasan Yıldızeli’ni aldı. O sezon ne kadar kupa varsa aldık. Fenerbahçe tarihine geçtik. Oyuncularla oturup, oyuncularla kalkıyorduk.

    Sonra Türk Futbol Fedarasyonu’nda (TFF) görev aldınız…

    Bir süre de TFF’de milli takım sorumluluğu yaptım. 2000-2001 sezonunda Fenerbahçe şampiyon olmuştu, federasyon olarak kupayı ben verdim. Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım’ın başkanlığındaydı. Kupayı verirken yaşadığım duygular anlatılmaz. O ne haz o ne sevinç ne büyük bir mutluluk olmuştu benim için.

    Federasyon idareciliği ile kulüp idareciliği arasındaki fark nedir sizce?

    Federasyonda çalışmak güzel tabii. Kulüp idareciliği de güzel. Fakat federasyon idareciliği biraz daha farklı çünkü kulüp idareciliğinde sadece kulübünle ilgileniyorsun fakat federasyonda tüm kulüplerle ilgileniyorsun. Amatör ligden tutun da tüm liglerle… Daha zor tabii.

    Sizce yabancı oyuncu sınırlandırılması tamamen kalkmalı mı?

    Aslında bir kriter getirilmesi lazım. Bence serbest bırakmalı. Yabancı oyuncularda da kulüpler daha titiz ve seçici davranmalı. Kalitesiz oyuncular gelince oynayamıyorlar. Oynayamayınca da paralarını alamıyorlar. FIFA’da çok dosya var. Bu da kulüplere kötü oluyor…

    Şeref Has Röportajı

    Ve bugün Fenerbahçe Spor Kulübü artık bir dünya kulübü olarak görülüyor ve örnek alınıyor. Siz neler söyleyeceksiniz? 

    Benim için gelmiş geçmiş en büyük Başkan Aziz Yıldırım. Alt yapı, stat, bütün amatör branşlar hepsi muhteşem. Tarihe geçecek bir başkan ve yönetim. Kim bir tuğla koyduysa hepsini tebrik ediyorum, sağ olsunlar, var olsunlar. Bunlar çok büyük hizmetler.

    Sizlerin deneyimlerinden yeteri kadar faydalanılıyor mu? Eski bir oyuncu olarak beklentileriniz nelerdir?

    Benim dönemimdeki futbolcuların deneyimlerinden, bizlerden epey yararlanıldı. Bugünlere baktığımda eski futbolcular bildiğim kadarıyla çoğunlukla maçları izlemeye gidiyorlar yani altyapıda görev almıyorlar. Altyapıda çoğunlukla yabancı hocalar var. Biraz daha faydalansınlar, gözlemci olarak Anadolu’da genç çocukları gözlemleyebilirler, oradan oyuncu getirebilirler. Kulüp bu arkadaşlara görev verirse bu arkadaşlarımız da kulübün altyapısına yardımcı olurlar. Bir isteğim de huzurevi projesinin gerçekleşmesi.

    Maçları sık sık takip edebiliyor musunuz?

    Ben de 12 numara taraftarımızla birlikte 12. oyuncu olarak stada geliyorum (Gülüyor). Ali Dinçkök Bey ile beraber seyrediyoruz. Kupa maçlarına dışarı gidiyorum. Fenerbahçe’yi Avrupa’da da takip ediyorum. En büyük dileğim Fenerbahçe’nin maçlarını bu sene her zamankinden fazla yurt dışında seyretmek. Fenerbahçe’nin hedeflerinin artık çok büyüdüğünü görebiliyorum. Sanırım bu hedeflerimiz de gerçekleşecek.

    Bugüne baktığımızda sizi etkileyen oyuncular…

    Tuncay ve Rüştü’yü beğenirdim. Şu an takımda değiller. Fenerbahçe ile özdeşleşmiş olduklarını düşünüyordum. Ayrılmaları beni biraz hayal kırıklığına uğrattı ama şimdilerde her şeye daha profesyonel gözle bakılıyor. Bu açıdan fikir üretemiyorum. Gönlüm futbolu Fenerbahçe’de bırakmalarıydı. Ama kim bilir? Alex’i beğeniyorum. Tabii ki dünya starı Roberto Carlos. Hep beraber izleyip göreceğiz.

    Taraftarlarımız için mesajınızı alabilir miyiz?

    Maç başlıyor ve taraftar müthiş. “Non-stop” susmak yok. 12 numara olmayı fazlasıyla hak ediyorlar. Her zaman temennim Fenerbahçe’nin ayrıcalığını hissettirsinler, centilmenlik örneği teşkil etsinler. Tüm branşlarda verdikleri destek için hepsine teşekkür ediyorum.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Seçimden Önce Şampiyon

    Seçimden Önce Şampiyon

    73 sene evvel Fenerbahçe seçimden hemen önce şampiyon oldu! 14 Mayıs seçimlerine bir hafta kala yapılan maçta Fenerbahçe, Altay’ı 4-0 yendi ve 9. Türkiye Şampiyonluğu‘nu kazandı. Bir kez daha kutlu olsun!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fener, Altay’ı Dün 4-0 Yendi, Şampiyon Oldu

    Dünkü galebeden sonra, Galatasaray’la aynı puana gelen Sarı-Lâcivertliler, şampiyonluğu averajla kazandılar.

    İzmir 7 (Hususi muhabirimiz bildiriyor)

    Senenin en mühim maçına takımlar şöyle çıktılar:

    Fener takımı: Cihat, Müzdat, Hilmi, Samim, Kâmil, Nusret, Erol, Cemal, Ahmet, Lefter, Halit

    Altay takımı: Fikret, Edvin, Mehmet, Kâmran, Sabahaddin, Cemil, Salâhaddin, Bayram, Adil, Ferit, Cihat.

    Hakem: Reşat Önen.

    Oyuna Fener’in vuruşiyle başlandı.

    Her iki takım da gayet hareketli ve enerjik oynuyor. Oyun müthiş süratli. Üçüncü dakikada Samim’in fevkalade olan 35 metreden çektiği şut kale direğini yalıyarak geçti. Fener kısa zamanda bariz bir hâkimiyet kurdu. Fakat Altay da mukabil kaleyi sıkıştırıyor.

    16’ncı dakikada Salâhaddin’den güzel bir pas alan Cihat keskin bir şutla zaviyeyi gördü. Fakat Cihat yumrukla defederek uzun uzun alkışlandı. Oyun heyecanlı, halk yerinde duramıyor.

    39’uncu dakikada Fenerbahçe soldan bir korner kazandı. Halit çekti. Ahmet kafa ile kaleye yolladı. Fakat Altaylılar uzaklaştırdılar.

    40’ıncı dakikada Ahmet Samim’den santraya yakın aldığı pası kaleye kadar sürdü. Kaleciyi atlatıp ilk Fener golünü çıkardı. Fakat Ahmet topu bariz bir ofsayttan almıştı. Hakem nedense görmedi! Bu suretle devre 1-0 Fener lehine bitti.

    İkinci devre!

    İlk dakikada Fener kalesine akan Altay, topu Cihat’a kaptırdı.

    3’üncü dakikada Altay soldan bir korner kazandı. Cihat’ın çektiği korneri kaleci uzaklaştırdı.

    2 dakika sonra Fener soldan bir korner kazandı. Korneri Halit çekti. Samim’in yumuşak bir şutu ile top tekrar Altay ağlarına takıldı.

    Hemen bir dakika sonra gene soldan bir korner alan Fener bu defa semere alamadı.

    6’ncı dakikada Altaylılar bir frikik kazandılar. 18 yakınından Edvin’in çektiği frikik sol zaviyeden girerken Cihat muhakkak bir golü kornere attı.

    8’inci dakikada Lefter’in sağdan kale ağzına kadar sürdüğü topu hafifçe ortaya kaptırdı. Ahmet topa dokunarak kaleye soktu: 3-0.

    Bu esnada kaleci Fikret yaralanıp dışarı çıktığından kaleye Bayram geçti. Artık oyun bundan sonra gerek oyuncuların ve gerekse seyircilerin mukabil sinirlenmeleri ile elektrikli bir hava içinde geçti.

    Fenerbahçe’nin bir golü daha bekleniyor. Altay kalesi müthiş baskı altında.

    25’inci dakikada Halit ortadan aldığı pası kaleye sürerken 18 içinde favulle durdurulduğu halde hakem penaltı vermedi.

    40’ıncı dakikada Ahmet münasip bir şekilde gol pozisyonuna girerken favulle durduruldu. Hakem gene penaltı vermedi. 43 üncü dakikada 18 içinde vuku bulan bir karışıklık yüzünden oyuncular üst üste düştüler.

    Kaleci Bayram da yaralandı. Sıhhiye arabasına alındı. Kaleye Mehmet geçti.

    Hakemin oyunu idaresi gayet berbat bir şekilde Fenerbahçe yaklaşmak üzere bulunan vakit içerisinde bir gol daha atmak mecburiyetinde. Aksi takdirde şampiyonluk elden gidiyor.

    Bu ara maçın bitmesine bir dakika kala top sahadan halk tarafına kaçtı. Halk topu kaçırdı. Bir dakikalık bekleyişten sonra top geri geldi. Halil’in çektiği kornerden aldığı topu Samim 4’üncü defa olarak Altay ağlarına taktı.

    Bu gol girer girmez hakem oyunun bittiğini işaret ederek sahayı terk etmeğe başladı. Altaylı oyuncular derhal hakemin etrafını çevirdiler. Tehditkâr bir vaziyet aldılar. Bu nazik vaziyet karşısında hakem polis kordonu arasına alınarak odasına götürüldü. Sahadan çıkan halkın büyük bir kısmı stat önünde toplanarak hakemin çıkmasını ve neticenin ilânını istiyorlardı.

    Hakem görünürde yoktu.

    Polisin kalabalığı dağıtmak üzere yaptığı mücadele netice vermiyordu,

    Bu esnada eşofmanlarını giyerek Fener takımı, gitmek üzere kapıya geldiği vakit aleyhinde olan halk tarafından menfi tezahüratla karşılandı. Bunun üzerine polis ve jandarma güçlükle Fener takımını otobüse bindirerek, uğurladı.

    8 Mayıs 1950 Pazartesi – Yeni İstanbul Gazetesi


    1950 Milli Küme Şampiyonu Fenerbahçe

    Seçimden Önce Şampiyon

    1950 Milli Küme İkincisi Galatasaray

    Seçimden Önce Şampiyon
  • Canavar Burhan Röportajı

    Canavar Burhan Röportajı

    Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Canavar Burhan röportajı ile karşınızda… Burhan Sargın, Fenerbahçe’nin yaşayan en eski futbolcusu fakat şu anki durumu hakkında ne yazık ki bilgi sahibi değiliz. Belki kulübümüz biliyordur, inşallah iyidir.

    Sizi röportajla baş başa bırakalım… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Küçük Şeytanların Canavarı

    Yıl 1951… Şimdi gözlerinizi kapatın ve bir futbolcumuzun yaşlı malzemeci Mustafa Efendi’ye yardım etmek adına; her gece uyuduğu tahta tribünlerin altından kalkıp, Şükrü Saracoğlu Stadı’nı sabahın erken saatlerinde suladığını hayal edin. Ve aynı futbolcumuzun dört sene içinde 112 gol atarak Fenerbahçemize verdiği emekleri düşünün… O futbolcumuz nam-ı diğer; Canavar Burhan…

    Canavar Burhan Röportajı

    Spor hayatınız nasıl başladı Burhan Bey? 

    1929 Ankara doğumluyum.

    Önce Kurtuluş Ortaokulu’nu bitirerek, liseyi son sınıfa kadar Atatürk Lisesi’nde ve son seneyi de Maarif Koleji’nde okudum. Bir yandan okul takımının maçlarında oynuyor bir yandan da Hacettepe Kulübü’nde futbol oynuyordum. Maarif Koleji 13 golle Ankara şampiyonu oldu, 12 golü ben atmıştım. Hacettepe Kulübü’nü de birinci lige çıkarmıştım.

    Ankara’da 34 takım vardı. 1946-47 sezonunda Ankara Futbol Ligi’nde ilk maçıma çıktım. Hacettepe’yi 1949-1950 yıllarında Ankara şampiyonu yaptık.

    Sonra bir ara Ankara’da sıtma salgını vardı. Bu hastalık beni de bir süre yatağa düşürdü, oynayamadım. İyileştikten kısa bir süre sonra ağabeyim beni trenle İstanbul’a götürdü. Hem hava alacağız hem de mal satın alacağız. Ankara Garı’nda milli hakemlerimizden Cezmi Başar’a rastladık.

    Başar, benim çok maçımı yönetmişti. Ağabeyim aynı zamanda Hacettepe Kulübü’nün başkanıydı. Cezmi Başar bizi garda görünce; hemen Beşiktaş Kulübü’nü aramış ve benim İstanbul’a geleceğimi bildirip beni idarecilere tavsiye etmiş. Vardığımızda Haydarpaşa Garı’nda Beşiktaşlı yöneticiler bizi bekliyorlardı. Beşiktaş’ın idarecileri “Bizde oyna” diye çok ısrar ettiler. Ağabeyimin de isteğiyle çok kısa bir süre için oynadım. Sadri Usuoğlu da çok ısrar etmişti. Orada Beyoğluspor’la bir hazırlık maçı yapmıştık. Yaz sezonuydu. 4-0 biten bir maçta 2 golü ben atmıştım. Fakat alışamadım çok soğuk geldi bana, Ankara’yı özledim ve hemen tekrar geri döndüm.

    Ve Fenerbahçe’ye gelişiniz…

    O zamanlar Fenerbahçe’de efsane bir takım vardı. Süper bir takım: Küçük Halil, Cihat, Lefter, Murat, Küçük Fikret, Erol, Suphi, Halit, Samim, Selahattin, Ahmet.

    Bu futbolcuların bazıları idarecilerle sorunlar yaşıyor. Futbolcular Ahmet ağabeyin kahvesinde oturuyorlar, kazan kaldırıyorlar, antrenmanlara çıkmıyorlar. Futbolcularla yönetim arasında itilaf doğunca; o dönemin Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Osman Kavrakoğlu da Karadenizli yönü ağır basıp, kızıyor ve bu futbolculara bir mektup göndererek kulüple ilişkilerinin kesildiğini açıklıyor.

    Sonra Ankara Hacettepe Kulübü Başkanı ağabeyim Celal Sargın’ı arayıp, Fenerbahçe’ye takviye için futbolcular istiyor. Hacettepe’den ben ve Akgün; Ankaragücü’nden Abdullah ve Orhan; Karagücü’nden de Selahattin 5 kişi Fenerbahçe’ye geliyoruz.

    Fenerbahçe’ye geldiğimizde stadın altında yatmaya başladık. Tahta tribünler vardı. Şükrü Saracoğlu Stadı’nda benim de çok emeğim vardır. Her sabah stadı ben sulardım. Malzemeci Mustafa Efendi yaşlıydı yardım ederdim ona. Atlet Osman Coşgül de bizimle kalanlar arasındaydı. Hepimiz oralarda uyurduk. 200 lira da maaşımız vardı.

    İlk geldiğimde sezon çok kötü geçmişti. Kendimize Fenerbahçe’nin ikinci cumhuriyeti derdim. Fikret Kırcan, Donanma Kamil, Müzdat Yetkiner ağabey vardı. Taraftarlar o sezon çok hor gördüler bizi. Yollarda yürüyemezdik, yüzümüze tükürenler, hakaret edenler, dövmeye kalkanlar bile oldu. Şaşırmıştık!

    Stadımızda şu an sunulan olanakları gördüğünüzde neler hissediyorsunuz?

    Fenerbahçe’nin temelini atanlardan biriyim. Geçmişe baktığımda; çamurlu toprak sahaları görüyorum. Yıkanmak için kullanılan duşlar, sıcak su bulamayışımız, renkleri solan formalar, parasızlık ve tüm o şartlarda iyi oynamaya çalışan futbolcular.

    Şimdiye baktığımda ise bir Fenerbahçeli oyuncu olarak gurur duyuyorum. Fenerbahçemiz artık bir dünya kulübü. UEFA finaline ev sahipliği yapacak aynı zamanda Türkiye’yi de dünyaya duyuran bir takım. En büyük isteğim o finali bu statta bizim oynamamız. Ne kadar gıpta edildiğimizi hepimiz görüyoruz. Sadece merakla daha neler yapabileceğimizi takip ediyorum. Başta Başkanımız Aziz Yıldırım ve yöneticilerimizi tebrik ediyorum. Son 10 senede çağ atladık desem; haksız sayılmam herhalde. Her şey ortada.

    Peki, hep stadın altındaki tahta tribünlerde mi kaldınız?

    Bir süre de Moda’daki Mano Palas’a geçtik. Sonra da Kadıköy İskelesi’ne yakın bir yerde çatı katında ev tutmuştuk. Erken yatar erken kalkardım. Her gün 5 kilo portakalı sıkıp içtiğimi hatırlıyorum. Bursa’dan da şeftalilerimiz gelirdi. Kalori onlardaydı.

    Fenerbahçe’ye kötü bir sezonda geldiniz ama sonra tarihe geçtiniz. Sizlere “Küçük Şeytanlar” denmeye başlandı. Namağlup şampiyon olduğumuz yılı anlatır mısınız?

    1952-53 sezonuydu.

    Niyazi Tamakan, Niko Knezeviç, Abdullah Matay, Fahir Ülgür, Muammer Tokgöz, Fikret Kırcan, Kamil Ekin, Akgün Kaçmaz, Nedim Günar, Orhan Çakmak, Haluk Eralp, Melih Ilgaz, Selahattin Ünlü, Müzdat Yetkiner, Fehmi Özişler, Mehmet Ali Has, Feridun Bugeker ve ben.

    “Küçük Şeytanlar” denmişti gençlerden oluşan bu takıma. Gerçekten bizden beklenmeyen büyük bir başarı göstererek sezonu namağlup ve İstanbul şampiyonu olarak kapadık. 18 maç oynamıştık. 14’ünü kazandık. 4 tanesinde de berabere kaldık. 44 gol attık. 32 puanla şampiyonduk. Beşiktaş 29 puanla 2’nci, Galatasaray 23 puanla 3’üncü olmuştu.

    1952’de Arjantin’den ilk defa bir takım Türkiye’ye geliyor. Club Atletico Lanus. Bu takım Arjantin Devlet Başkanı Peron’un eşi tarafından gönderilen “Eva Peron” Kupası’nı da yanında getiriyor. Diğer adıyla “Evita” Türkiye’de de sevilen bir kişiydi. Elim bir hastalığa yakalandığında halkımız üzülmüş, iyileşmesi adına Şişli Camii’nde dualar okutulmuştu. Bu sevgi Eva Peron’u duygulandırıp Lanus takımıyla bu kupayı göndermişti. Bu kupa son maçın galibine verilecekti. Lanus takımı Beşiktaş ve Galatasaray’dan sonra son maçı tekrar Fenerbahçe ile oynadı. O maçı anlatır mısınız?

    Eva Peron Kupası bizler için ne kadar değerliyse; Arjantinliler için de daha çok değerliydi. O kupayı mutlaka almak istiyorlardı.

    27 Ocak 1952; yer İnönü Stadı…

    Biz Küçük Şeytanlar yine sahadaydık… İlk golü Abdullah, ikinci golü ben, üçüncü golü Fahir atmıştı. Sonuç 3-2 bitti. Kupa bizimdi.

    Arjantinliler çok sert bir maç çıkardı. Çok tekme yedik ama maçı bırakmadık. Kupa Fenerbahçe taraftarınındı. Şimdi müzemizi süslüyor.

    Sonra bir süre Feshane’de Adalet Kulübü’ne gittiniz…

    Bir Galatasaray maçında sakatlandım Dr. Reşat Dermanver vardı. O zamanda Ayazağa’da askerdim. Sakatlanınca tedavi olmam gerekti. Sabah tedavi için Dr. Reşat’a öğleden sonra da Yorgo’ya giderdim. Beş kere tedaviye gitmiştim, kulübe de ibraz etmiştim. Yönetimden bana ödenmemesi emri çıkınca o an çok sinirlendim ve ayrıldım.

    Muhittin Bulgurlu vardı. O da benim akrabamdı, Ahmet Erol’da menajerdi. O arada Gündüz Kılıç Galatasaray’a çağırdı. “Kasamızda 17.500 TL var. 2.500 TL de Rafet verecek, gel burada oyna” dedi.

    Adalet Kulübü’nde oynarken Galatasaraylı kaleci Turgay Şeren antrenmana geldi. “Hadi beraber kulübe gidelim, seni Metin Oktay’la oynatmak istiyorlar” dedi. Gündüz Kılıç hakkımda çok iyi yazılar yazardı.

    Ben de Turgay’a “Sana Fenerbahçe’den teklif gelse Fenerbahçe’ye gider misin” diye sordum.

    “Düşünürüm” dedi.

    “O halde sen Galatasaray’da kal ben de Fenerbahçe’de”dedim.

    İki sene kaldığım Adalet Kulübü’nden tekrar Fenerbahçe’ye geçtim. Toplam 4 sene Fenerbahçe’de futbol hayatım sürmüştü. Dönüşümde çok az bir süre oynayıp jübilemi Fenerbahçe’de yaptım. Gelmeme kaleci Şükrü Ersoy önayak olmuştu. Belki biraz daha oynayabilirdim lakin sakatlık geçirmem ve tedavi dönemleri nedeniyle futbolu birkaç sene erken bıraktım. 7 kez de Fenerbahçe yönetiminde görev aldım.

    Fenerbahçemizde toplam kaç maçta oynadınız, kaç gol attınız?

    Toplam 4 sene içinde 172 maç, 112 golüm var.

    Milli takım formamızı kaç kez giydiniz?

    8 defa milli oldum, 8 gol attım. 

    Türk futbolunda övünçle söz edeceğimiz bir de 1954 yılı var? Türk milli takımımız İspanya gibi dev bir takımı eleyerek dünya kupası finallerine katıldı.

    İspanya’da İspanyollara karşı 4-1yenildik. Ama 2’nci maçı burada oynadık, 1-0 yendik. Çok güzel bir goldü. 16’ncı dakikada ben attım. O golü ben bile göremedim tekrarı yok.

    Averaj sistemi olmadığından iş 3. maça kaldı. Çarşamba İtalya’ya tarafsız sahaya gittik.

    İspanya önce 1-0 galipti. Beraberlik sonrası durum 2-1 oldu. Ben gol attım 2-2 oldu. Bu sonuçta kurayı kazandığımızdan dünya kupasına biz gittik.

    İlk maçımızı Federal Almanya’ya karşı oynadık, 4-1 yenildik. Almanya’ya 4-1 yenilmiştik ama ilk golü biz atmıştık.

    En zor gruba düşmüştük. Sonunda Almanya-Macaristan final oynadı.1954 Dünya Kupası’nda bir maçta 3 gol atan tek kişi ben oldum. .

    1955 yılında tesadüftür ki çok yetenekli futbolcular askeri hizmetlerini yapıyorlardı. Ordu futbol takımı sizlerle Ordu Takımı’nı güçlendirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri ilk defa ordulararası Dünya Futbol Şampiyonluğu’nu kazandı. Seyirci kapasitesiyle en kalabalık CISM maçıydı. Biraz o günlere dönebilir miyiz?

    Kafile başkanımız Kurmay Albay Nuri Gücüyener’di. O takımdaki tek Fenerbahçeli oyuncu bendim.

    Hollanda’yı, Mısır’ı yendik. İtalya ile final oynayacağız. O takım fazla hatırlanmaz bence müthiş bir takımdı.

    İlk gol 20.dakikada Sabahattin’den gelmişti. Sonra durum 1-1 oldu. Sonra İtalya durumu 2-1 yaptı. Artık işimizin bittiği düşünüldü. 71. dakikada bir gol attım. Beraberliği yakalamıştık. Durum 2-2 oldu. Daha iki dakika geçmedi ki 73. dakikada üçüncü golü atmıştım. Efsane İtalya’yı Roma’da 3-2 yendik.

    Gollerin dakikalarına bakın; nasıl bir maç olduğunu anlarsınız. Böylece en sevdiğim stat Roma stadıdır. Olimpiyat Stadı’nı 70.000 kişi doldurmuştu. Bu şampiyonluk Türk futboluna gelen ilk ordular arası dünya şampiyonluğudur. 

    Sonra İslam Orduları Dünya Şampiyonası oldu, orada da dünya şampiyonu olduk. Bu şampiyonlukla ilgili ne yazık ki hiç resme sahip değildim. TSK arşivinde belki bulunabilir.

    Uğur getirdiğine inandığınız şeyler var mıydı? Oyuncu arkadaşlarınızla uyumunuz nasıldı?

    Allah’a dua eder çıkardık. İnanç tamdı. Takım ruhu vardı. Öyle bir kardeşlik havasındaydık ki şakalaşırdık. Büyüğümüz Fikret ağabey vardı; haddimizi bilirdik. Hava atmazdık. Antrenör bana yanında kimi oynatayım diye sorardı. Asla isim verdiğimi hatırlamam.

    8 Mart Kadınlar Günü’nü erken kutladığımız Burhan Sargın Bey’in eşi Evnur Hanım anlatmaya başlıyor…

    Fenerbahçe’de oynayan tüm oyuncuların her zaman büyük bir itibarı vardır.

    Nişanlıyken bir yemeğe gittiğimizde ve Burhan Bey hesabı istediğinde “Hesap ödendi” derlerdi.

    Bir vapurla Kadıköy’den Karaköy’e geçsem “Eşiniz karşıya geçti” diye Burhan Bey’e iletirlerdi.

    Süreyya Operası’nda tanıştık, 1956 yılında evlendik. İki kızımız var. Aslı ve Nazlı.

    Nazlı’dan bir de 21 yaşında torunumuz var. Aslı ve Nazlı beraber çalışıyorlar. Saat ve giyim ithali yapıyorlar. Nişantaşı ve Kanyon’da yerleri var. 

    (Evnur Hanım’ın dedesi Suat Avni Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı gemiyi tahsis eden generaldi. Suat Avni Paşa sonra sürülmüş tabii.

    Canavar Burhan lakabı nereden geldi Burhan Bey?

    Haydarpaşa Lisesi Müdür Muavini Ferhat Bey vardı. Ben böyle atak futbol oynayınca o ismi takmış bana. Sonrasında tribünlere taşındı.

    Okuyucularımız için bir mesajınızı alabilir miyiz? Derbi maçlarda Beşiktaş’a çok gol attım. Yedek subayken maçlara geliyordum. Yüzbaşım Beşiktaşlıydı. Bana çok kızardı. Herşey bir tarafa, Fenerbahçe bir tarafa… Fenerbahçe’nin taraftarı hiçbir takımda yok. Ne kadar övünsek azdır. Aziz Yıldırım öyle bir stat yaptı ki tabir-i caizse; “Her şeyi ilk Fenerbahçe yapar diğer kulüpler ne görürse onu yapar” demek istiyorum. Şimdi Fenerbahçe’nin yaptıklarına kimse yetişemiyor. Bunda da en büyük katkı her zaman 12 numaranın. Hepinizi çok seviyorum.

    Sibel Kurt | Fenerbahçe Dergisi – Mart 2008

  • Türkiye’nin Gerçek Sevgisi

    Türkiye’nin Gerçek Sevgisi

    Fenerbahçe tarihinin en güzel yazılarını ve tamlamalarını yazan kalemlerden birisi Halit Çapın. “Biz Fenerbahçeliyiz, bizden çok adam çıkar” sözünün sahibi olan büyük Fenerbahçeli, “Türkiye’nin Gerçek Sevgisi” diyerek halkın Fenerbahçe’ye olan muhabbetini üç kelimede eksiksiz bir şekilde tanımlamış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Sevgisi

    Memleketimiz “O deniz ülkesiydi”… Ve de “sevdalı değil, karasevdalıyız” Fenerbahçe’ye…

    Ben çok küçümen olduğumdan mı büyüktü Fenerbahçe o geçmiş zamanlar? Yoksa kocadık mı ne, ondan mı küçülmede giderek Fenerbahçe?

    Padişah sülalesince… İmparatorlar ve dahi krallarca bir büyük armada… Sevgisi babadan çocuğa geçen… Miras diye evlad-ü riyale bırakılan… Öyle bir şey ki başka bir yerlerde görülesi yok…

    Babam Fenerbahçeliydi… Ben ve kardeşlerim de öyle olduk… Kızım, anasının dayanılası olmayan Galatasaraylılığına karşın, Sarı-Lacivert renkleri taşımakta… Şükrü Gülesin’in bir zamanlar dediğince, “Türkiye’de her çocuk Fenerbahçeli doğar. Sonra bazıları başka takımları seçer…” Geçmiş tarihlerde bir yazıma ben, “Ayıptır söylemesi, ben Fenerbahçeliyim” diye girmiştim… Yetmez mi anlatmaya?

    Karamelalardan çıkardı Fenerbahçe, kendisinden uzakta olanlara…

    Cihat’lar, Murat’lar, Ahmet’ler, Halil’ler, Samim’ler, Müjdat’lar, Mehmet Ali’ler… Suphi’ler, Donanma Kamil’ler… Ve diğerleri ve diğerleri… Ütüleyip biriktirirdik, kıymetli pullar biriktirircesine…

    Ben ilk canlı Fenerbahçe’yle İzmir’de tanıştım. Bıyıklarım ne zaman çıkacak diye düşler kurduğum günlerde… Milli küme şampiyonluğu için Fenerbahçe ve Altay karşı karşıya… Fener’in şampiyon olması için dört sıfırlık bir yengi gerek… Yoksa şampiyon Galatasaray. Altay’da şimdi anımsadığım Clark kardeşler… İki İngiliz… Topa öyle vuruyorlar ki meşin yuvarlağın haykırdığını duyuyorsunuz acıdan… Ama kalede Cihat… Anlatılmaz ki… Tarzan denilen Mehmet Ali anlatılmaz ki… Suphi, Halit, Erol ve karamele kağıtlarındaki o eski ve sevgili tanışlarım…

    Ve maç dört sıfır Fenerbahçe’nin…

    O zamanlar Fenerbahçe’ye çekilen “Ole!” bütün yaşamı boyunca İspanya’da çekilmedi El Cordobes’e…

    Ve ne zaman anladım ben Fenerbahçe’nin büyüklüğünün, Galatasaray ve Beşiktaş’ın büyüklüğünden soyutlanamayacağını? Çokça bir zaman sonra. Ne zaman ki Galatasaray ve Beşiktaş büyüktü, Fenerbahçe de büyüktü… Galatasaray’ı da tutarım o yüzden, Beşiktaş’ı da… Onlar olmasa Fenerbahçe hangi büyük yengilerle taht kuracaktı gönüllerde…

    Yaşar Kemal Akçasaz’ın Ağaları’nda Derviş Bey’e “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, çekip gittiler” dedirtir…

    Ve işte o güzel futbolcular çekip gittikten sonra statlardan, yürüyen zamanla birlikte arkadaş oldular benle… Çoğu dost oldular… O yüzden severim ben eski Fenerbahçeliler kadar eski Galatasaraylıları ve de eski Beşiktaşlıları.

    Günlerden bir gün Kulis Kulüp’te oturuyorum… Şükrü geldi (Gülesin). İki dirhem bir çekirdek… “Nikaha mı?” dedim… “Yok” dedi. “Hakkı kaptan benle, Kemal’i (Beşiktaş’ın o unutulmaz santrforu) yemeğe davet etti. Ona gidiyoruz”… Sonra Mücap düştü (Ofluoğlu), “Hadi siz de gelin” dedi. Şükrü ile Kemal yan yana olduklarında çok vahimleşmekteler… Yanlarında ciddiyet, ölü… Ve kalkıp gittik… Hakkı kaptan içerde… Şükrü de Kemal de 45 yaşlarını geride bırakmışlar… Kaptan’ın önünde ceketlerini iliklediler… O oturmadan oturmadılar, o çatalı almadan eline, dokunmadılar hiçbir şeye… O konuşmadan konuşmadılar da. Ben böyle bir sahneyi az gördüm… Vakit geçince Mücap aldı laf sazını eline. “Kaptan Hakkı” gülmekten fenalıklar geçirmekte… Kaptan güldüğü için diğer ikisi de gülmekte… Ve sonra dedi ki Hakkı, “Mücap Bey” dedi. “Mücap Bey, ben bunlarla uğraşmaktan sizler gibilerle tanışma olanağını bulamadım hiç. Bunlarla uğraşmaktan hep…”

    Şükrü de Kemal de başlarıyla onayladılar.

    Çok zaman geçti aradan… Bir şey ettim… Fenerbahçe sevgisi miydi o, yoksa gazetecilik mi? Hala bilmem, bilemem… Polis muhabirliği yapıyordum. Gizli polis bülteni geçti elime bir gün… Bültende Metin Oktay’ın askerlik görevi yüzünden polis tarafından arandığı yazılıyordu. Görüldüğü yerde tutuklanması isteniyordu. Ve Metin ertesi gün Galatasaray forması altında maça çıkacaktı. Oturup haberi yazdım. “Polis tarafından aranan Metin Oktay bugün Mithatpaşa Stadı’nda” diye… Abdi İpekçi, coşkusunu bir yerde, sadece bir yerde orta yere koyardı: Galatasaray takımı sahaya çıktığı zaman… İnanmazsınız ama Abdi Bey küfür bile ederdi Galatasaray için… Ve yine o Abdi Bey, o haberi Milliyet’in birinci sayfasına koydu. Metin Oktay tutuklandı hemen… Bir hafta boyunca telefon kanalıyla Galatasaraylılardan işittiğim küfürü, bütün yaşamımda duymadım.

    Ve sonra biz Metin Oktay ile dost olduk… Arkadaş değil, dost… Hem büyük bir futbolcu, hem iyi bir insandı o… Hani “O güzel atlara binip çekip gidenlerden…”

    Bunları neden mi anlatıyorum? Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş özdeşleştirmesi yapmak için…

    Şimdinin futbol aşığı gençler için ne büyük kayıp o zamanların üç büyüklerini seyretmemiş olmak… Lefter profesörlük unvanını YÖK’ten almamıştır… Çim yoldurarak, bel kırdırarak almıştır. Bir gün spor servisinde Baba Gündüz’le laflıyorum… “Baba” dedim, “Neden bıraktın Galatasaray’ı?” Kendine özgü gülümsedi, şaka mı, ciddi mi bilmem, dedi ki: “Üç sıfırlık maçta bizim Kamil’e Lefter’i tut dedim. Sonuç malûm. Sonuç, ikimizin de Kamil’in de benim de sonucum…”

    O maçta Lefter bizim sevgili Kamil’i çok tribünlere yolladı. Kamil’i bir rakkase etti çıktı ki vah vah… (Yarın Kamil’den telefon. Validenin ve pederin hatırını sormak için.)

    Can, şimdikilerin kafaya sıçrayamadıkları kadar kaldırırdı sol bacağını havaya… Raket gibi… Lefter profesörse, o en azından doçentti, biline… Öyle bir “senyor”u Fenerbahçe’nin artık göresi olası değil…

    Ben futbolu ve Fenerbahçe’yi Cemil’ler, Ziya’lar, Şenol’lar, Birol’lar, Ercan’larla birlikte bıraktım. Yani benim kuşakla birlikte… Sahalarda artık bir deli Basri, bir Mehmetçik Basri olmadığı için…

    Maçlarına falan gitmiyorum artık… Üzülmekle yetiniyorum…

    Sirano Berjerak’ın dediğince, “İstemem eksik olsun…”

    Ben geçmişin büyük armadasını görmüşüm… Şimdiki Fenerbahçe’yi ne edeyim: “İstemem eksik olsun…”

    Kiralıklarla, alınıp satılanlarla, Viç’lerle, hiçlerle dolu bir takım. Her şeyi parada arayan bir yönetim istemem, eksik olsun…

    Ve Attila İlhan’ın bir dizesiyle noktalayayım lafı:

    “Vurdun kanıma girdin, itirazım var…” FENERBAHÇE…

    Halit Çapın | 13 Mayıs 1984 – Milliyet Gazetesi

  • Bir Divan Toplantısı

    Bir Divan Toplantısı

    Neriman Tekil‘in Fenerbahçe Dergisi, seneler boyunca Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Yüksek Divan Kurulu toplantılarını yayınladı. Eli bihakkın kalem tutan büyüklerimiz sayesinde muhteşem metinler halinde tarihe geçen o günlerden birini , bir divan toplantısı özetini sizlere aktaralım istedik. Kimler, kimler ne konular! Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Osman Kavrakoğlu’nun Konuşması

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nün son dönem divan toplantısı 21 Ekim 1988 Cumartesi günü yapıldı. Saat 10.30’da başlayan toplantı Mart 1988’den itibaren vefat edenlere saygı duruşuyla başladı.

    Toplantının açış konuşmasını yapan Divan Başkanı Osman Kavrakoğlu kulübün mali imkanlarının yetersizliğine değinirken, özellikle son zamanlarda devletin ve özel teşebbüsün Naim Süleymanoğlu’na yaptığı yardımı eleştirdi. Kavrakoğlu sözlerine şöyle devam etti:

    “Maç hasılatı dolayısıyla yapılan kesintiler % 40’ı aşmıştır. Türkiye’de bir tutarsızlığın üzerine parmak basmaya mecburuz. Bunu basından rica ediyoruz. Şüphesiz bir Türk çocuğunun dünya şampiyonluğunu kazanması gurur vericidir. Ama işi çığırından çıkartıp, milyarları döküp, bu arada Fenerbahçe gibi, Galatasaray gibi, Beşiktaş gibi artık asrı dolduran hizmetleri yapanlara üç kuruş vermeye sıra geldi mi, % 42 keseriz demek, sporu teşvik etme iddiasında olan idarecilere, bilhassa devlet erkânına yakışmıyor. Biz Süleymanoğlu’na her şeyi verebiliriz. Ama bakıyoruz hesaplar öyle şaşırılmış ki, Bulgar Radyosu 75 milyon aldık, diyor. Başvekilimiz 1 milyon dolar verdik, diyor. Bu toplam, 1.5 milyarı geçer. Eğer Süleymanoğlu’na yardım etmek istiyorsak ki, hepimizin milli vazifesidir. 120 bin kişi yetiştirir, adını da Süleymanoğlu koyarız.  Bu olaya Fenerbahçe önder olarak ilk itiraz bayrağını açmıştır. Öyle bir kanun çıkmıştır ki, Fenerbahçe kendi üyelerine bir taahhütlü mektup göndermek için 4-5 bin TL harcamaya mecburdur. Böyle spor himayesi olmaz. Biz ricamızı basına intikal ettiriyoruz ve diğer kulüpleri de elbirliğiyle bu kampanyaya çağırıyoruz, bu anormal duruma, hükümete rica ederiz buna bir çare bulsun, ayıptır beyler…” diyerek sözlerine son verdi.

    Bir Divan Toplantısı

    Hasan Özaydın Konuşuyor

    Daha sonra Yönetim Kurulu adına Hasan Özaydın söz alarak çalışmaları hakkında bilgi verdi. (Bu arada 15 Yönetim Kurulu üyesinden 4’ünün bulunması dikkati çekti).

    Özaydın “Tüm dallarımızda kaliteli ve verimli sporcu temini için transferlerle, başarısız olan futbolcuların eski hale dönmesi için çalışmalarımız olmuştur. Maddi, manevi hiçbir sorundan kaçınılmamıştır. Ve bunun sonucu bir Ergin, bir B.Bilal çıkarılmıştır. Bu arada ara transferlerle mevcut oyuncular değerlendirilmiştir. Bunlar: Abdülkerim Durmaz Ankaragücü’ne, Hasan Öztürk, Dusan Pesiç Sakaryaspor’a, Hüseyin Sarıca, Müslüm Gülhan, Birol Altın, Ayvalıkspor’a Necdet Zengin ve Gülhan Kuşadasıspor’a Oğuz Karakaya Çorluspor’a, Zafer Tüzün Adana Demirspor’a, Bülent Yenidoğan Erzurumspor’a, Osman Giresunspor’a kiraya verilmiştir. Bu arada altyapı tesislerine önem verilmiştir. Kasım ayında altyapı Fikirtepe tesislerine taşınacaktır. Transfer giderleri yaklaşık 2 milyardır. Mevcut kadronun Fenerbahçe’ye maliyeti 3.2 milyardır. Bu rakamları belirtmemdeki amaç altyapıya dönmenin buraya önem vermenin ne kadar önemli olduğunu belirtmektir. Sezon hazırlıkları konusunda çalışmalarımız olmuştur. Basketbolda gerekli para tahsis edilmiş, ancak 88-89 sezonunda maliyeti artmıştır. Voleybolda başarılıyız. Boks da amatör spor dallarında en başarılı olan şubedir. Seul Olimpiyatları’na 2 boksör göndermiştir. Kürekte ise genç ve kızlar da başarılı olduk. Atletizmde ise Türkiye ikincisiyiz. Kulübümüze yapılan teberrular: Sait Tandoğan 48 milyon, Kayalar A.Ş. 120 milyon, Metin Aşık 40 milyon, Mehmet Özbek 70 milyon, Hasan Özaydın 40 milyondur”

    Özaydın daha sonra Kayışdağı’nda 250 dönümlük arsanın Fenerbahçe’ye tahsis edileceğini ve bütün ünitelerin Dereağzı’nda bir binada toplanacağını söyleyerek sözlerine son verdi.

    Bir Divan Toplantısı

    Üyelik Ücreti Tartışması

    Fenerbahçe Kulübü’ne üye olma şartları ve yeni teklifler, üyeler arasında karşılıklı eleştirilere neden oldu. Bu en çok tartışılan konu üyenin eş ve çocuklarından alınacak miktar ile amatör sporculardan alınacak miktar oldu. Özellikle amatör sporculardan oylama sonucu üyelik için 100 bin TL alınmasının kararlaştırılması Yönetim Kurulu üyelerini sinirlendirdi.

    Daha sonra söz alan Özaydın “Hiç alınmasın daha iyi” diyerek sitem etti.

    Bu arada üyelik için düşünülen yeni şartlar  ise şöyle sıralandı:

    Dışarıdan gelenler için üyelik şartı 5 milyon TL

    Üyenin eş ve çocuklarının üyelik için şartı 2 milyon TL.

    Amatör sporcular için üyelik şartı 500 bin TL.

    Bu konuda görüşlerini belirtmek üzere ilk sözü alan Turan Akra oldu.

    Akra: ”Türkiye’deki bu ekonomik çıkmazda 3 milyon 5 milyona çıkarmakla ne kazanılır? Bunlar kendi ölçülerine göre yapılmış rakamlardır. Fenerbahçe bu rakamlarla bir yere gelmez. Amatör sporcular hâlâ ebeveynlerinin eline bakıyor. 500 bini nasıl versin?’ diyerek daha evvelki rakamların sabit tutulmasını istedi.

    Akra’dan sonra söz alan Altan Ayanoğlu bu konudaki düşünce ve eleştirilerini şöyle sıraladı:

    “Öncelikle teklif noksan. Amatör sporcu kulüpten ücret almayan kişidir, profesyonel sporcular ise maddiyat için oynar, kulüp sevgisi sonra gelir. Örneğin Oğuz 300 milyonu, 2 yıl için aldı. Üyenin eş ve çocukları zaten kulüpten yararlanıyordu. Ama bunların tek tek kulüp üyesi olması düşüncesindeyim. Kısaca amatör sporcu ile üyenin eş ve çocukları için düşünülen yeni ücret çok fazladır.”

    Daha sonra söz alan Reşat Göz yeni üye şartları ve kulüp hakkındaki düşüncelerini ise kısaca şöyle sıraladı:

    “Sayın Başkan’ın nasıl olsa geliri yerinde ancak kendi ailesini bile zor geçindirebilecek kişi 4-5 milyonu nereden bulacak? Büyük harcamalarla bu cemiyet ayakta durmaz. Ben futbol antrenörümüzü Beşiktaş maçında ayıpladım. Bazı arkadaşları yerinde oynatmadı. Daha önceleri B.Fikret olmadan da takım galip geliyordu. Beşiktaş maçında rıdvan olmayınca başarısızlık oldu. son olarak amatör şube den gelecek arkadaşları az para ile almalıyız”

    Bu konuda Necdet Kuba ve Turgut Sevenler, Semih Gölpınar görüşlerini belirttiler.

    Daha sonra üyelik sonuçta şu karara bağlandı:

    Yeni üye olacaklar 5 milyon TL.

    Üyenin eş ve çocukları 250 bin TL.

    Amatör sporcular 100 bin TL. ödeyerek Fenerbahçe Kulübü’ne üye olabilecekler.

    Bir Divan Toplantısı

    Madalyalar ve Gerilen Ortam

    Bu konu karara bağlandıktan sonra Fenerbahçe Kulübü’de 40 yılını tamamlamış üyelere rozetler dağıtıldı. Bunlar Naip Akbay, Bartan Abakyan, Nihat Başgöze, Adnan Çekmece, Nejat Duysak, Nejat Diyarbakırlı, Kamil Ekin, Kamuran Ekin, Hüsnü Göker, Vecdi Himmetoğlu, Süleyman Koyuncu, Refik Konuk, Şefik Konuk, Esin Kent, Abdurrahman Mısırlı, Leon Russo, Recai Soydaner, Haldun Sürer, Sacit Seldüz, Burhan Şener, Erdoğan Türetgen, Kemalettin Ererdağ

    Toplantının son kısmında Fenerbahçe ve Denetleme Kurulu adına Üstün Akmen 3 aylık denetim raporunu sundu. Akmen Fenerbahçe Kulübü’nün para girişi ile para çıkışı arasında hem zamanlık olmadığını vurgularken heyetlerinin hiçbir zaman Yönetim Kurulu ile görüş ayrılığında olmadığını, amaçlarının yardımcı olmaktan ileri gitmemekle birlikte, teftişlerini yapacaklarını, defter ve kayıtları inceleyeceklerini, kısaca görevleri neyi gerektiriyorsa onu yapacaklarını söyledi.

    Divan üyelerinden Alparslan söz aldı. Sosyal lokalin üyeleri tatminden uzak olduğunu söyledi.

    Fakat Akmen’in söz almasıyla birlikte divan toplantısı gergin bir havaya girdi. Yönetimden hiçbir yakınlık görmediklerini belirten Akmen, “Her türlü denememiz sonuçsuz kaldı. Bir türlü yönetim kurulu bizimle çalışmadı. Son olarak yönetim kuruluna katılmak istedik, sonuçta kovulduk” dedi.

    Bu konuşma üzerine söz alan Hasan Özaydın, “Denetleme kurulu elemanları kendi başlarına hareket ediyorlar. Toplantı başlamak üzereyken gelip oturdular. Sorunları olup olmadığını sorduk bize sadece ‘Toplantıya katılacağız’ dediler. Olay bundan ibarettir” dedi.

    Daha sonra söz alan Hulusi Altınok’un Denetleme Kurulu üyelerinin bu hareketini eşkiyalık olarak nitelendirmesinden sonra karşılıklı bağrışmalar başladı. Denetleme Kurulu Başkanı Umur Türe tartışma sırasında Hulusi Altınok’a “Eşkıya senin sülalen” diye bağırdı.

    Altan Ayanoğlu taraflara uzlaşma teklif etti. Böyle bir havada kendisinin de birçok görüşlerini dile getirmekten kaçındığını söyledi.

    Osman Kavrakoğlu’nun da ortalığı biraz olsun yatıştırmasının ardından kürsüye gelen Denetleme Kurulu Başkanı Umur Türe, “Fenerbahçe’de kimse denetlenmek istemiyor. Her ay rapor yazıyoruz cevap veren yok. Denetleme Kurulu görev yapacaktır, burası köşe başı değil. 600 milyon liralık ansüsman fatura var. Bunun ne olduğunu bilen yok. Bize yöneltilen her türlü suçlamaları ispata davet ediyorum. İspat ederler yoksa yalancılıkla itham ediyorum. Eğer gerekirse genel kurulu toplarız” dedi.

    Toplantıda zaman zaman bazı konuşmacıların konuşmaları eleştirildi ve oldukça elektrikli bir hava estiyse de bazı konularda birlik ve beraberlik içinde karar alındı.

    Toplantıya katılan üyelerin azlığı dikkati çekerken, 40 yılını doldurmuş üyelere rastgele bir şekilde rozetlerinin verilmesi eleştirildi. Toplantı, Divan Başkanı Osman Kavrakoğlu’nun sonuç konuşmasıyla son buldu.

    Fenerbahçe Spor Dergisi Kasım 1988 – Bir Divan Toplantısı

  • Donanma Kamil

    Donanma Kamil

    Fenerbahçe tarihinde bir Kamil Ekin efsanesi vardır… Donanma Kamil… 1947-1955 yılları arasında Fenerbahçe forması giyen ve bir Türkiye şampiyonluğunun altında imzası bulunan büyük Fenerbahçeliyi, unutamadığı bir anısı eşliğinde saygı ve rahmetle anıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sarı Kanaryalar’da Donanma Kamil

    Fenerbahçe defansında bir zamanlar destanlaşan bir isim vardı. Eski futbolseverlerin “Donanma Kamil” diye hatırlayacağı ve hiçbir zaman Ekin soyadını kullanmayan futbolcu. Donanma Kamil’in futbol hayatında unutamadığı anılar, unutamadığı goller tüm yaşantısını kaplamış.. Donanma Kamil’in her anısı bir unutulmaz olayın ta kendisi. Anlatırken bile oturduğu yerden fırlıyor, sanki o heyecanı tekrar yaşıyormuş gibi mimiklerle izah etmeye çalışıyor. Biz sözü uzatmadan Donanma Kamil’in bir anısını kendisinden dinleyelim.

    Donanma Kamil Anlatıyor

    Yunanistan’a seri maçlara çıkmıştık. Buradaki maçlarda başarılı sonuçlar aldık. Hatta Panathinaikos’un yıldız futbolcusu Bebis bana tekme attı, yere kendisi düştü. Onu tutup yerden kaldırdım. Stad alkıştan inliyordu.

    Bu maçların sonucunda ülkemizde büyük sevgi gösterisiyle karşılandık. Ama bir haber bizi üzdü. Ünlü Avusturya futbol ekibi Galatasaray ve Beşiktaş’ı 4-0 ve 5-0 mağlup etmişti. Bu takım ile rövanş için biz de oynayacaktık. Ve maç günü gelip çattı.

    Karşılaşmanın henüz başında yediğimiz bir golle 1-0 mağlup duruma düşmüştük. Karşılaşmanın sonlarına doğru bir korner atışında Cihat Arman’a “Kaptan izin verirsen ileri gidip kafaya çıkayım” dedim. Kaptan “Donanma sen ne istiyorsan yapabilirsin” dedi. Ben koştum ve gelen ortaya kafayı yapıştırdım. Top direğe vurarak geri geldi. Benim üzerime kaleci de saldırmış, kafama vurmuştu. Gelen topa yerden sıçrayarak ikinci bir kez kafa vurarak doksandan beraberlik golünü attım. Maç 1-1 sonuçlanmıştı. Bu golü hiçbir zaman unutamam.

    Avusturyalılar bu sonuca çok üzülmüştü. Bizden ikinci maç istediler. Galibiyet halimizde hasılatı bize bırakıyorlardı. Hatta ünlü futbolcuları Andronik “Mağlup olursak saçlarımı keserim” dedi.

    Maçta birinci golü yine biz yedik. Ama K.Fikret’in iki ve Erol’un attığı bir golle Avusturya’yı 3-1 mağlup ettik. Bütün arkadaşlar staddan Beyoğlu’na kadar omuzlarda taşındık. Bu arada sol açık Andronik saçlarını da kesmişti. Bu maçlardaki galibiyeti hiçbir zaman unutamam ve hatırladıkça içim tatlı tatlı ürperir.

  • Şampiyonluk Yüzüğü

    Şampiyonluk Yüzüğü

    1959 öncesi şampiyonluklar konusu, resmi makamlar nezdinde adeta rafa kalktı. Türkiye Futbol Federasyonu, arada sırada “Yakında açıklayacağız” diyor, fakat o yakın nasıl bir yakınsa, bir türlü vakti gelmiyor. Başvuran ve karşı çıkan kulüplerden de ses yok. Bununla beraber, biz konu hakkında araştırmalar yapmaya devam ediyoruz… Bu yazıda 28 şampiyonluğu kazanan 347 futbolcumuzun adı ilk kez bir arada listeleniyor. Yazımızın başlığı “Şampiyonluk Yüzüğü” oldu, çünkü bu zaferleri kazanan insanlara veya ailelerine birer zafer hatırası armağan etmenin, yaşayanlara sonsuz mutluluk vereceğini, vefat edenlerin ise ruhunu şâd edeceğini düşünüyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    28 Şampiyonluk

    Fenerbahçe’nin 28 Türkiye Şampiyonluğu’nu sitemizde tek tek incelemiştik. Aşağıdaki listede okuyacağınız isimleri, kazanılan şampiyonluklara göre ayırdık.

    7 kere şampiyonluk kazanan 2,
    6 kere şampiyonluk kazanan 3,
    5 kere şampiyonluk kazanan 11,
    4 kere şampiyonluk kazanan 17,
    3 kere şampiyonluk kazanan 41,
    2 kere şampiyonluk kazanan 77,
    1 kere şampiyonluk kazanan 196 futbolcumuz var. Lafı fazla uzatmadan listemize geçelim…


    7 Şampiyonluk Kazananlar

    Esat Kaner

    Naci Bastoncu


    6 Şampiyonluk Kazananlar

    Cihat Arman

    Fikret Arıcan

    Fikret Kırcan


    5 Şampiyonluk Kazananlar

    Halit Deringör

    Lebip Elmas

    Melih Kotanca

    Murat Alyüz

    Müzdat Yetkiner

    Ömer Boncuk

    Selçuk Şahin

    Semih Şentürk

    Şeref Has

    Volkan Demirel

    Ziya Şengül


    4 Şampiyonluk Kazananlar

    Ali Rıza Tansı

    Alpaslan Eratlı

    Can Bartu

    Fazıl Arzık

    Hüseyin Yazıcı

    İbrahim İskeçe

    Lefter Küçükandonyadis

    Mehmet Reşat Nayır

    Ogün Altıparmak

    Osman Göktan

    Rüştü Reçber

    Selahattin Torkal

    Serkan Acar

    Şükrü Birand

    Yavuz Şimşek

    Yılmaz Şen

    Yüksel Gündüz


    3 Şampiyonluk Kazananlar

    Alex de Souza

    Ali Filibeli

    Atilla Altaş

    Birol Pekel

    Cem Pamiroğlu

    Cemil Turan

    Cevat Sayit

    Ercan Aktuna

    Ergun Öztuna

    Erol Keskin

    Fuat Saner

    Halil Köksalan

    Hazım Canıtez

    Hüsamettin Böke

    İsmail Kurt

    Kemal Aslan

    Marco Aurelio

    Mehmet Yozgatlı

    Mustafa Güven

    Muzaffer Çizer

    Müjdat Yetkiner

    Nedim Doğan

    Niyazi Gülseven

    Niyazi Sel

    Nuri Pekesen

    Onur Kayador

    Orhan Canpolat

    Önder Çakar

    Özcan Köksoy

    Özer Kanra

    Rebii Erkal

    Samim Var

    Sedat Karaoğlu

    Selim Soydan

    Serhat Akın

    Şaban Topkanlı

    Şevket Demirtepe

    Tuncay Şanlı

    Ümit Özat

    Yaşar Alpaslan

    Yorgo Angelidis


    2 Şampiyonluk Kazananlar

    Abdullah Çevrim

    Adil Eriç

    Adnan Tuncay

    Ahmet Erol

    Akgün Kaçmaz

    Ali Güneş

    Ali İhsan Okçuoğlu

    Arif Kocabıyık

    Avni Kalkavan

    Aydın Bakanoğlu

    Aydın Çelik

    Aydın Yelken

    Aykut Kocaman

    Basri Dirimlili

    Bekir İrtegün

    Bülent Büyükyüksel

    Caner Erkin

    Cristian Baroni

    Deniz Barış

    Diego Lugano

    Emin İlhan

    Emre Belözoğlu

    Ender Konca

    Engin Verel

    Erdoğan Arıca

    Ersoy Sandalcı

    Fabio Luciano

    Fatih Akyel

    Gökhan Gönül

    Halil Özyazıcı

    Hasan Özdemir

    Hayati Öney

    Ilie Datcu

    İsmail Alemdaroğlu

    İsmail Kartal

    Joseph Yobo

    Kemal Atakul

    Levent Engineri

    Mahmut Hanefi Erdoğdu

    Marcio Nobre

    Mehmet Topuz

    Mert Günok

    Murat Hacıoğlu

    Mustafa Kaplakaslan

    Muzaffer Ateşçi

    Naci Erdem

    Namık Erbay

    Necdet Çoruh

    Necdet Dalay

    Nedim Günar

    Numan Okumuş

    Numan Uzun

    Nurettin Yıldız

    Oğuz Çetin

    Olcan Adın

    Orhan Menemencioğlu

    Osman Arpacıoğlu

    Önder Mustafaoğlu

    Önder Turacı

    Özcan Arkoç

    Pierre Van Hooijdonk

    Rıfkı Pekşen

    Sabri Kiraz

    Selahattin Karasu

    Selçuk Yula

    Serkan Balcı

    Servet Çetin

    Süleyman Tekil

    Şenol Birol

    Şenol Çorlu

    Şeref Benibol

    Şükrü Ersoy

    Uche Okechukwu

    Yaşar Duran

    Yaşar Mumcuoğlu

    Yusuf Şimşek

    Zafer Göncüler


    1 Şampiyonluk Kazananlar

    Abdullah Ercan

    Abdullah Sakallı

    Abdülkerim Durmaz

    Ahmet Habiboğlu

    Ali Elgin

    Ali Nail Durmuş

    Alper Akıcı

    Alper Potuk

    Andre Santos

    Argun Nemli

    Aygün Taşkıran

    Bahri Kaya

    Bahtiyar Yorulmaz

    Basri Taşkavak

    Bedii Yazıcı

    Bilal Şar

    Birol Altın

    Bruno Alves

    Burhan Sargın

    Bülent Tanyeri

    Bülent Uygun

    Cahit Zeren

    Can Arat

    Celil Sağır

    Cemal Şıkak

    Cemal Uludağ

    Cemal Uzkes

    Colin Kazım Richards

    Coşkun Demirbakan

    Çetin Aktulgalı

    Dalian Atkinson

    Daniel Guiza

    Deivid de Souza

    Dirk Kuyt

    Durmuş Çolak

    Dusan Pesic

    Edu Dracena

    Egemen Korkmaz

    Elvir Baljic

    Elvir Boliç

    Emmanuel Emenike

    Emre Aşık

    Engin İpekoğlu

    Erdal Kocaçimen

    Erdi Demir

    Erdinç Sandalcı

    Ergin Parlar

    Erhan Albayrak

    Erhan Uyaroğlu

    Erol Bulut

    Eyüp Odabaşı

    Fabiano Lima

    Fabio Bilica

    Fahruddin Zeynelovic

    Faruk Hızer

    Feyyaz Uçar

    Fuat Güngör

    Füruzan Şansal

    Gökay İravul

    Gökhan Ünal

    Günaydın Özyurt

    Güngör Tekin

    Güray Erdener

    Hadi Tarlan

    Haim Revivo

    Hakan Bayraktar

    Hakan Tecimer

    Hakkı Pavli

    Halil İbrahim Kara

    Halil İbrahim Poçar

    Hasan Ali Kaldırım

    Hasan Vezir

    Hasan Yıldızeli

    Hilmi Ardağ

    Hilmi Atakul

    Hilmi Kiremitçi

    Hüseyin Çakıroğlu

    Ion Nunweiller

    Issiar Dia

    Ivailo Petkov

    İbrahim Aydın

    İbrahim Ejder

    İhsan Kavak

    İlhan Eker

    İlker Yağcıoğlu

    İlyas Tüfekçi

    İrfan Denever

    İsmail Güldüren

    İsmail Kurşun

    İsmet Saral

    Jes Högh

    John Moshoeu

    Kadri Aytaç

    Kamil Ekin

    Kamil Güvenal

    Kemalettin Şentürk

    Kennet Andersson

    Kerim Zengin

    Konur Alp Mutlu

    Lütfi Boyer

    Mahmut Aydın

    Mamadou Niang

    Mateja Kezman

    Mehmet Ali Has

    Mehmet Hacıoğlu

    Mehmet Topal

    Mert Meriç

    Michal Kadlec

    Milan Rapajic

    Miroslav Stoch

    Moussa Sow

    Muammer Oraman

    Muhammed Akarslan

    Muhammed İbrahimbegoviç

    Mustafa Arabacıbaşı

    Mustafa Doğan

    Mustafa Özer

    Naci Sarıtaş

    Naim Şukal

    Naki Kinezoğlu

    Nazım Kayar

    Necdet Erdem

    Nezihi Tosuncuk

    Nikola Lazetic

    Nikolas Anelka

    Niyazi Tamakan

    Nusret Özmengü

    Nüzhet

    Ogün Temizkanoğlu

    Oğuz Dağlaroğlu

    Okan Alkan

    Orhan Kapucu

    Osman Denizci

    Ömer Karabacak

    Özcan Kızıltan

    Özer Hurmacı

    Pierre Webo

    Radmilo Ivancevic

    Radomir Antic

    Rafet Atamer

    Rasih Minkari

    Raşit Karasu

    Raul Meireles

    Recep Biler

    Recep Nurcan

    Recep Ölmez

    Rıdvan Dilmen

    Robert Enke

    Sadi Çoban

    Safa Özyurt

    Saffet Akbaş

    Salih Uçan

    Samuel Holmen

    Samuel Johnson

    Sedat Bayur

    Selçuk Hergül

    Semih Arıcan

    Seracettin Kırklar

    Serdar Kesimal

    Serdar Kulbilge

    Serdar Şenkaya

    Sergiy Rebrov

    Serkan Özsoy

    Serkan Reçber

    Sertaç Olcayto

    Srebrenko Repçiç

    Stephen Appiah

    Stjepan Tomas

    Süleyman Köprülü

    Şenol Ustaömer

    Şevki Şenlen

    Tacettin Ergürsel

    Taci Ece

    Tarık Daşgün

    Tayfun Korkut

    Taygun Erdem

    Timuçin Çuğ

    Toni Schumacher

    Tuğrul Duru

    Tuna Güneysu

    Tuncay Becedek

    Turan Akra

    Turan Sofuoğlu

    Turgay Aksu

    Tümer Metin

    Uğur Boral

    Yakup Kordal

    Yaşar Yalçınpınar

    Yenal Kaçıra

    Yıldırım İper

    Zafer Dinçer

    Zeki Rıza Sporel

    Zeki Temizler

    Zihni Kanmaz

    Ziya Atamer

    Zoran Mirkoviç

  • Mehmetçik Terhis Oluyor

    Mehmetçik Terhis Oluyor

    Necmi Tanyolaç, “Mehmetçik Terhis Oluyor” başlığının altında Basri Dirimlili için (böyle büyük bir jübileye çok yakışan) muazzam bir yazı kaleme almış. Bu metin Tuncay Yavuz sayesinde bizlerle buluşuyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeli Basri

    Önümde bir yığın kağıt… Bir yığın not… Basri’nin hayatı var bu notların arasında…

    Notlara bakacağım ve sizlere Fenerbahçeli Basri’nin hayatını anlatmaya çalışacağım…

    Kendi kendime soruyorum; sığar mı, sığdırabilir misin? Sonra yine kendi kendime cevap veriyorum: Yüz yıllık bir hikayeyi, yüz satırın içerisine sıkıştıramazsın tabi! Gerçekten de öyle… O koca Basri, bu küçük hikayenin içerisine sığamazdı. Sahalara sığamadıktan sonra…

    Nereden Buldunuz Bu İskeleti?

    Basri Dirimlili 1952 yılında Fenerbahçe’ye geldi. Havagücü’nde oynarken Fenerbahçe’nin eski başkanlarından Osman Kavrakoğlu’nun dikkatini çekmiş ve ilk teklifi ondan almıştı. Kavrakoğlu, Basri’ye daha ilk görüşünde bayılmıştı. Futbolcu değil ateş parçasıydı bu çocuk. Bir an evvel askerliği bitmeli ve Fenerbahçe’de oynamalıydı.

    İlk Fenerbahçe formasını başkentte özel bir maçta Demirspor’a karşı giydi. Tesadüfen maça gelen iki Fenerbahçeli üye, takımın başındaki idarecilere futbolcular sahaya çıkarken Basri’yi işaret etmiş ve “Nereden buldunuz bu iskeleti?” demişlerdi. Sarı-Lacivertli takımın yeni santrhafının üstünde et namına hiçbir şey gözükmüyordu. İncecik gövdesi, sıskacık kolları ve kürdan gibi çöp bacaklarıyla Basri’ye futbolcu denemezdi. Bir atlet bile onun yanında şişman gözükürdü. Basri çıktı sahaya. Uzun yıllardır o takımın adamıymış gibi, rahat, sakin işini gördü. İlk deneme ilk imtihan başarılı geçmişti. Fenerbahçe maça çıkarken “nereden buldunuz bu iskeleti, bu morga yarar” diye konuşan Fenerbahçeliler çark etmiş ve sonunda “Bu çocukta çok iş var. Aman kaçırmayın.” sözünü sarfetmişlerdi.

    Basri lop incir gibi Fenerbahçe’nin ortasına düştü. Daha askerliğini bitirmeden 8 defa milli takımda oynamış, futbolun vücutla değil, kafayla, beyinle, irade gücüyle oynandığını göstermişti. İskelet enerjiyle, hırsla, klasla, stille doluydu. Bu güçlü delikanlı, bu hırslı futbolcu pek kısa bir zaman sonra Fenerbahçe’nin değişmez adamı olacak ve İstanbul seyircisi ayaklarını bir raket gibi kullanan Basri’yi avuçları patlarcasına alkışlayacaktı.

    Galatasaray Değil, Fenerbahçe!

    Basri’nin Fenerbahçe’ye gelişi garip bir olayla başlamıştır. 1940 senesinde Eskişehir’in İstiklal kulübünde ilk kulüp formasını giyen ve 1947’de Demirspor’a geçen Basri, Havagücü’nde oynarken Fenerbahçe’den evvel Galatasaray’ın ilgisini çekmişti. Bu kısmı size kendisi anlatsın:

    “Her futbolcunun hayatında bir kulübün, bir rengin izi vardır. Kader bazan insanı başka yönlere itebilir. Küçükken Galatasaray’ı tutarsın, büyürsün Fenerbahçe’ye, Beşiktaş’a girersin. Böyle şeyler çok olmuştur. Ben Fenerbahçeliydim. Daha çocuktum, Fenerbahçe için deli olurdum. Kavrakoğlu Fenerbahçe için teklifte bulunduğu gün elim, ayağım buz kesilmişti. Yolda yürümüyor, uçuyordum. Her şey tavındaydı. Mukavele imzalayacaktım. Dayım benim adıma Galatasaray’la mukavele imzalamamış mı? Ayıkla pirincin taşını. Tabi, özür diledik, yalvardık, yakardık, işi düzelttik. Beşiktaş da peşimdeydi. Fenerbahçe’den 5.500 lira transfer ücreti aldım. Bu benim için servetti.”

    Basri Fenerbahçe’de fazla yabancılık çekmedi. Donanma Kamil, Selahattin Torkal ve Melih Ilgaz ilk arkadaşlarıydılar. Basri’yi Sarı-Lacivertli kulüpte sıcak bir çevrenin içine ilk sürükleyenler onlardı. Yavaş yavaş heyecanını attı. Seyirciyle anlaştı, seyirciyle sevişti. Tribünlerin sevgilisi oldu. Ve Basri’nin yer aldığı Fenerbahçe 1951/52 sezonunu şampiyon olarak bitirdi.

    Basri Fenerbahçe şampiyon olduğu gün şu inanca varmıştı: Fenerbahçe’nin seyircisi çok büyük kuvvet, çok büyük bir destekti. Sahaya çıktıkları anda bütün bir stad ayağa kalkıyordu. Bu gürültü, Fenerbahçe futbolcuları için avantajdı. Fenerbahçe’nin yeni santrhafı “Şampiyonluk güzel şey, ama Fenerbahçe de çok güzel bir şey” demişti.

    Mehmetçik

    Basri’nin futbol hayatı bir savaş halinde geçmiştir. Halk ona değişik isimlerle seslenmiş, “deli” demiş, “Leyla” demiş, sonunda “Mehmetçik”te birliğe varmıştır.

    Aslında kendini oyuna ve takımına bu kadar ölesiye veren, en kahredici darbelere kafasını, bacağını uzatan bu futbolcuya takılacak en iyi isim bu olmalıydı: Mehmetçik… Basri seneler senesi bir “Mehmetçik” gibi dövüştü. Futbolcu değil, bir askerdi. “Mehmetçik” ünvanını tam 10 sene bir şeref ünvanı gibi asaletle taşıdı, ünvanının üzerine toz düşürmedi. Mehmetçik gibi çıktı sahaya, Mehmetçik gibi yaralandı. Ölümlerden kurtuldu.

    Futbolcu şöhrete erişmişse, ona sorulacak suallerin başında kaç defa milli takımda oynadığı sorusu gelir. Basri’ye ise hayatı boyunca kaç kere milli olduğu değil, kaç defa sakatlandığı sorulmuştur. Şimdi Basri’nin önümüze serdiği bilançoya ibretle bakınız. Sonunda şu hükme varacağınıza bahse girerim. Ölüp ölüp dirilen bir futbolcunun dramıdır bu.

    “Bir defa çenem kırıldı” diye girdi lafa Mehmetçik. “Ankaragücü’ne karşı oldu. Bir topa sıçradım, Yücel’le çarpıştık. Kafası çeneme çarptı. Kulaklarım uğulduyordu. Sonra bir patlama oldu. Derhal hastaneye kaldırdılar. Üç buçuk ay yattım, çenem bağlı olarak.”

    “Adana’da Demirspor’la oynarken burnum kırıldı. Bir başka maçta kaşım patladı. Legia maçında kolum döndü. Galatasaray maçında Naci’nin şutu kaşıma isabet etti. Gözümde iç kanama başladı, gözüm görmedi, iki ay gözüme hava verdiler. Bir kör gibi karanlık bir dünyada yaşıyordum ve hiç görmeyeceğim endişesiyle eriyordum. Tam iki ay hiç kimseyi görmedim.”

    Adale eziklikleri, lif kopuklukları, kanlı yara ve bereler, kulak zarının patlaması, sinüzit. Bunlar hesaba dahil değil.

    Basri’nin fedakarlığı üzerinde bizim Şükrü Gülesin geçenlerde bir küçük hatırasını anlattı. Şükrü, bir Fenerbahçe-Beykoz maçına gitmiş. İki deli karşı karşıya, bir yanda Nusret, karşısında da Basri. Birden ikisi birbirlerine girmişler. Şükrü: “Havada iki avcı uçağı çarpıştı sandım” dedi. “İkisi de paramparça oldular. Basri kalktı oyununa devam etti, Nusret’i ise kafatası çatladığı için hastaneye kaldırdılar!”

    14 Yılın En İyi Fenerbahçesi

    Basri Dirimlili Fenerbahçe’de 14 sene oynadı. Araya Kıbrıs işi, bazı tatsızlıklar girdi ve sahalardan çekilme kararı verdi. Fiziği, yaşı, klası Basri’ye bu sahada en azından dört sene ekmek parası kazandırırdı. Ama bir işi zamanında bırakmanın doğru olduğuna inanıyordu. “Seyirciler beni senelerce alkışladılar. Onların önünde daima vazifesini yapan futbolcu oalrak yaşadım. Bir gün ‘Aaa, Basri’ye bak ne hale gelmiş’ dememeleri için futbola veda ediyorum” diyordu.

    Fenerbahçe’deki 14 yılı Basri’ye çok şeyler kazandırdı. Maddi yönden de gözü arkada kalmadı. 14 yıl içerisinde eline geçen transfer bedeli toplamı 150 bin lirayı geçiyordu. Fakat, milyon verse Fenerbahçe onun hakkını ödeyemezdi. Bu süre içerisinde arkadaşlıklar kurdu. Fenerbahçe’yi bütün olarak seviyordu. Fakat her cemiyette olduğu gibi onun da içten bağlandığı, kader birliği ettiği arkadaşları olacaktı. Lefter, Naci, Can, Dr. Melih, Niyazi, Mehmet Ali, kaleci Şükrü, Şeref’le kendi deyimiyle yıllarca “aynı bardaktan su içti.”

    14 yıl boyunca değişik tertiplerde yer almış, yeni yeni isimlerle arkadaşlık yapmıştı. Beraber oynadığı arkadaşlarından 14 yılın Fenerbahçe’sini şöyle kuruyordu Basri: “Özcan (Şükrü) – Müzdat, İsmail Kurt – Şeref, Melih, Akgün – Fikret Kırcan, Lefter, Burhan, Can, Hilmi.”

    14 Yılın Antrenörü : Molnar

    Basri geçmişi yaşıyordu artık. Bu gece Sarı-Lacivertli formayı son defa giyecek ve sonra o terli formayı 14 yılın şeref armağanı olarak saklayacaktı.

    14 yılın en faydalı antrenörü olarak Molnar’ı hatırlıyordu. Molnar, Türk futboluna ve Fenerbahçe’ye yön veren yabancıydı Basri için. Ve Basri, futbolu bıraktıktan sonra futbol hayatı boyunca elde edemediği iki hakka, ömrü boyunca yanıp tutuşacaktı.

    50. Milli maçını oynamadığına, İtalyan kulüplerinde, mesela Juventus’ta, mesela Fiorentina’da hiç değilse iki senecik futbol oynamadığına! 1951’de Viyana’nın Rapid kulübünden aldığı transfer teklifi ise bir başka burukluğuydu Basri’nin…

    Kıbrıs

    Kıbrıs’ın Lefke Türkspor kulübüne antrenör-oyuncu olarak girmişti. Fenerbahçe’deki gibi bir hava bulmuştu Basri Lefke’de de. Futbol oynuyor ve öğretiyordu. Mert delikanlılar arasındaydı. Kavgacı, mücadeleci ve yırtıcı tabiatını onlara da aşıladı. Lefke günden güne kuvvetleniyordu. Kıbrıs’taki Türk kulüpleri arasında rekabet havası yaratılmıştı.

    Kader günün birinde bizim Mehmetçik’i Kıbrıs’a sürükledi.

    1963’ün sonlarına doğru ajansın Türkiye’ye verdiği radyo-foto Kıbrıs’tı. Rumlara karşı açılan savaşta Basri’nin de elde silah dövüştüğünü gösteriyordu. Sahalarımızın İnce Mehmet’i, “Mücahit Basri” olmuştu.

    Kıbrıs’ta her taraf kan, barut ve ateş kokuyordu. Bizim “kavgacı” delikanlı, bu büyük kavganın dışında kalamamıştı tabi. Silahı kaptığı gibi mücahitlerin arasına katıldı.

    Kıbrıs’ta kan gövdeyi götürüyor ve güler yüzü sakalla örtülü Basri de…

    Ölmemek için Öldürmek Gerek

    Basri’yle konuşuyoruz, ben soruyorum: “Basri, Kıbrıs’ta silah attığını biliyoruz ama öldürüp öldürmediğini söylemedin.”

    Düşünceli düşünceli cevap verdi: “Ecel o günlerde çok yakınımızdaydı. O ana baba günlerinde bir köşeye çekilip oturulmazdı ki. Ölmemek için öldürmek gerek. Bugün yaşıyorsak, bunu silahlarımıza ve yüreğimize borçluyuz.”

    Daha fazla konuşmadı Mehmetçik. Doğrusu da buydu aslında.

    20 Yılın Son Gecesi

    Basri 1929 senesinde Silistre’de dünyaya geldi. Eskişehir’de büyüdü, Eskişehir’de futbol oynamaya başladı. Havagücü, Ordu takımı, Fenerbahçe, Milli takım ve Kıbrıs. İki ucun arası tam 20 yıldı. Röportajın başında Basri’nin hayatını bu küçük hikayenin içine sıkıştırmak mümkün değil demiştim. Bazı hikayeler vardır ki, yazılamaz anlatılır. Biz yaşadığımız müddetçe Basri’yi anlatmaya devam edeceğiz.

    20 yıldır gözümüzün önünde yaşayan Basri bu gece Mithatpaşa’da son maçını oynuyor. Onu bu gece Sarı-Lacivertli forma altında son defa seyredecekler, hangi kulübün taraftarı olurlarsa olsunlar, futbolculuğunun en parlak günlerindeki gibi alışlayacaklar ve içlerinde bir burukluk duyacaklar. Basri’yi bir daha göremeyecekleri için.

    Bu hikaye burada bitiyor. 20 yılın son gecesinde, futbol hayatı pırıl pırıl, tertemiz bir futbolcudan ayrılıyoruz. 20 yılın aydınlattığı son gecede Basri’yi Fenerbahçe formasıyla bir kez daha alkışlayacağız. Ve hep beraber bir hakkı teslim edeceğiz: “Keşke daha 20 yıl oynayabilseydi!”

    Necmi Tanyolaç – Milliyet Gazetesi – Temmuz 1965 (Aktaran : Tuncay Yavuz)