Etiket: Karnik Arslanyan

  • Türk Futbolunda Kaleciler

    Türk Futbolunda Kaleciler

    Türk basınının usta ismi ve Fenerbahçe erkek basketbol takımının (Muhtar Sencer ile beraber) iki kurucusundan biri olan Cem Atabeyoğlu, 1949 yılında Öz Fenerbahçe dergisine yazdığı bir yazıda, Türk futbolunda kaleciler konusunu ele almış. Çok güzel bir kaynak olmuş. Rahmetli üstadımızın ellerine sağlık diyor, keyifli okumalar diliyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Arslanyan

    Türk futbolunda kaleciliğin başlama noktası olarak; Fenerbahçe’nin bu yağız çehreli ve tıknaz çocuğu kabul edilir. 1912 senesinden 1919 yılına kadar tam 7 sene Sarı-Lâcivertli kaleyi canla başla korumuştur. Kalecilikte plonjonun mucididir. Hayatının en parlak oyunlarını da Fenerbahçe’nin Rusya seyahatinde çıkartmıştır. Halen Romanya’da olduğunu zannediyorum.

    Ahmet Robenson

    Galatasaray’ın ilk kalecilerinden olup; Türkiye’de izciliğin ilk temelini atanlardandır. Fedakâr oyunu ile 8 yıl kadar Sarı-Kırmızılı kaleyi muhafaza etmiştir.

    Şekip Kulaksızoğlu

    Fenerbahçe’nin genç takımlarından yetişti. Merhum Galip’in kardeşidir. Sarı-Lâcivertli kalede çok kalmamasına rağmen; takımın birçok yerlerinde de muvaffakiyetli maçlar çıkarmıştır. Forvet oynayıp; gol atan ilk kalecimiz de aşağı yukarı Şekip olmuştur. Uzun bir müddetten beri Zonguldak’ta bulunmaktadır. Gol yemeden şampiyon olmuş (1923) Fenerbahçe’nin kalesini korumuştur.

    Nedim Kaleci

    Kelimenin tam manasıyla kalecilerin üstadıdır. Altınordu’da yetiştikten sonra, en parlak devirlerini Fenerbahçe’de yaşamıştır. Galatasaray’ın Almanya seyahatiyle Avrupa’ya yayılmaya başlayan şöhreti, Paris Olimpiyatları’nda Çeklere karşı çıkardığı şahane oyunu ile ayyuka çıkmıştır. Müteaddit temsili maçlarda yer almış olup 5 defa millî takımda oynamıştır. Milli takımın ilk kalecisi olan Nedim, senelerce Fenerbahçe idare heyetinde vazife görmüş ve Futbol Federasyonu Asbaşkanlığını yapmıştır. Halen ticaretle meşgul bulunmaktadır.

    Hamit Akbay

    Süleymaniye’de parladı. Bilahare; vatani vazifesini yaptığı Muhafızgücü’nün kalesini korudu ve uzun bir müddet Fenerbahçe kalesinde durduktan sonra en parlak bir devrinde futbolu bıraktı. Müteaddit defalar temsili takımlarda yer aldı ve 6 defa milli oldu. Türk futbol tarihinin eşsiz kalecilerinden biri olan Hamit, eski bir idarecimizin dediği gibi “Nedim ve Ulvi gibi iki büyük şöhretin arasında ezilen bir kıymet” olmuştur. Hamit’ten bahsederken onun Galatasaray’ın meşhur kalecisi Büyük Nedim’in kardeşi olduğunu da ilave edelim.

    Ulvi Yenal

    İşte büyük bir şöhret daha… Uzun seneler Galatasaray kalesini korudu ve tam 7 defa Ay-Yıldızlı formayı giydi. Galatasaray’da doğdu ve yine aynı renkler altında futbolu bıraktı. Güzel oyunları saymakla tükenmez. En büyük hususiyeti, miyop gözlerle kalecilik etmesi olmuştur. Senelerce Galatasaray ve Güneş kulüplerinde idarecilik etmiş, ayrıca Milli takım seçiciliği yapmıştır. Halen Tekel’de müsavirdir.

    Osman Kaptan

    Beşiktaş’ın en şöhretli kalecisi lakabını kendisine versek hakkıdır. Uzun müddet Siyah-Beyazlı kaleyi fevkalade oyunlar çıkararak müdafaa ettikten sonra denizdeki vazifesi onu futboldan ayırmak zorunda kaldı. Onu birkaç sene evvel kısa bir hastalığı müteakip kaybettik. Allah rahmet eylesin.

    Avni Kurgan

    Kalecilikte fedakarlığın timsalidir. Galatasaray’da yetişti, parladı ve yine orada futbolu bıraktı. Futbol hayatı 10 sene kadar devam etti. Bu zaman zarfında müteaddit temsili maçlar ve 3 de milli maç oynadı. Halen yataklı vagonlarda çalışmaktadır.

    Bedii Yazıcı

    Tek kelimesiyle yazık olan büyük bir kıymet. Futbol hayatı hiç de uzun sürmedi. Tahsil dolayısıyla Amerika’ya gitti ve gerek Fenerbahçe’yi, gerekse Türk futbolunu kendisinden çok şeyler beklenilen bir zamanında mahrum bıraktı. Amerika dönüşünde; bir müddet Fenerbahçe idare heyetinde de yer aldı.

    Necdet Erdem

    Doğması ve parlaması Fenerbahçe’de olmuştur. Ender yetişir bir kabiliyet olarak daima takdirle anılacaktır. Bilahare Demirspor’a girdi. Futbolu Galatasaray’da (en son Fenerbahçe’ye karşı oynayarak) bıraktı. Halen Sarı-Kırmızılı takımda idarecilik yapmakta olup avukat stajyeridir.

    Mehmet Ali Tanman

    Karagümrük’te doğan ve Beşiktaş’ta parlayan bir yıldızdır. Futbol hayatı en uzun süren fedakar bir kaleci olup halen Elektrik takımının kalesini korumaktadır.

    Sacit Öget

    Çok kısa fakat şerefli bir futbol hayatına sahiptir. Hayatının en parlak oyunlarını Galatasaray’ın Yugoslavya seyahatinde çıkarmıştır. Galatasaray Lisesi’nden mezun olurken futbol hayatını kapadı. Halen Son Saat gazetesinin sekreteridir.

    Safa Özyurt

    Türk futbolunun yine kısa ömürlü parlak bir yıldızı daha… Fenerbahçe’de yetişti. Güneş takımının kalesinde çok güzel oyunlar çıkardı. Mektepteki imtihanları yüzünden; Milli Takım kalesi kendine emanet edileceği bir anda, bu şerefe nail olamadı. Futbolu Vefa’da bıraktı. Kendini her zaman takdirle anarız.

    Cihat Arman

    Müsaadenizle ona “Türk futbolunda kaleciler şahı” diyelim. 20 seneye yaklaşan; bin bir şerefle dolu futbol hayatında çıkardığı şahane oyunlarla ismini unutulmaz bir zirveye eriştirdi. Gençlerbirliği ve Güneş’ten sonra Fenerbahçe’ye intisap etti. On yıldır Sarı-Lâcivert forma altında bulunmaktadır. 8 defa Milli formayı giydi ve 5 defa kaptanlık yaptı. Uçuşlarıyla dillere destan olmuştur. Halen Fenerbahçe’nin kaptanı ve mecmuamızın sahibi olduğunu söylemeye bilmem hacet var mı?

    Osman İncili

    Sahalarımızın en popüler bir simasıdır. İstanbulspor ve Ankaragücü’nde oynadıktan sonra Galatasaray’da hayatının en iyi maçlarını çıkardı. Fedakar bir kalecidir. Arada sırada fırsat düştükçe yine Sarı-Kırmızılı kalede canını dişine takarak oynar. Halen Galatasaray’ın stad müdürüdür.

    Abdülkadir Arun

    Cidden büyük bir istidat ve parlak bir yıldız. Topkapı, Eskişehir ve Ankara Demirspor ve Vefa’da bir çok güzel maçlarını seyrettik. Aşırı fedakar ve lastik top gibi bir kalecidir.

    Erdoğan Atlıoğlu

    Galatasaray’ın genç kıymeti. Birçok temsili maçlarda yer aldı. Henüz pek genç olduğundan parlak bir istikbal vadetmektedir. Meşhur Hidenin tebriklerine mazhar olmuştur. Halen İktisat Fakültesi’nde talebedir.

    Ethem Karpat

    Ankaragücü’nden Beşiktaş’a girdi ve Siyah-Beyaz forma altında parladı. İyi bir gününde olduğu takdirde, klas bir kalecidir.

    Erdal Kocaçimen

    Genç ve büyük bir istidat. Aynı zamanda 400 metre Ankara şampiyonu ve iyi bir santrfor. (Hatta Fenerbahçe Stadı’nda yapılan Gençlerbirliği-Galatasaray maçında Erdoğan’a bir de golü vardır). Gençlerbirliği’nde parladı. Temsili maçlarda yer almış, soğukkanlı ve fedakar bir golkip.

    Cem Atabeyoğlu / Türk Futbolunda Kaleciler (Öz Fenerbahçe)

  • Fenerbahçe’nin İlk Yurt Dışı Seyahati

    Fenerbahçe’nin İlk Yurt Dışı Seyahati

    1933 tarihli Olimpiyat dergisinin “Fenerbahçe’nin 25. Yılı” özel sayısından devam ediyoruz. Bu kez yazarımız Şakir Beşe. Fenerbahçe tarihine müthiş hazineler bıraktığını daha önce de yazdığımız bu özel insanın bir eserine daha rastladık. Beşe Zade Şakir Bey, 1914’de gerçekleşen Fenerbahçe’nin ilk yurt dışı seyahati ile karşımızda… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şakir Beşe Anlatıyor

    Bugün en samimi dostumuz ve komşumuz bulunan Rus milletinin centilmen sporcuları bu tarihten tamam 20 sene evvel Fenerbahçe’nin şahsiyet-i maneviyesinde olgunlaşan Türk sporu ile alakadar olmuş ve rumî 1330 senesi bidayetinde Odesa şampiyonu (Sporting Club) tarafından kulübümüze ve dolayısıyla Türk sporcularına ecnebi bir memleketten ilk davet vaki olmuştur.

    Kulübümüz, Türk sporunu ecnebi memlekette ilk defa temsil edeceğinden ve bilhassa senelerden beri biz Türklere hiç de iyi bir nazarla bakmayan Çarlık idaresine rağmen genç Rus sporcularının uzatacağı eli dostça sıkacak ilk Türk heyeti olacağından bu seyahate azami derecede ehemmiyet vermiş ve o suretle hazırlanmıştık.

    Seyahate iştirak edenler:

    Dr. Hamit Hüsnü Bey (kafile reisi)

    Galip, Zeki Mazlum, Yahya Berki, Şakir, Sait (Avcı), Hikmet, Selahattin (Manço), Arif merhum, Sabri merhum, Nüzhet, Nuri (Otomobil) merhum, Süreyya, Küçük Arslanyan, Miço, Alexander Boris, Jan Beyler.

    Kulüp İdaresi futbol takımının daha fazla takviyesini düşünmüş ve o sırada kulüp haricinde temayüz etmiş futbolculardan Hasan ve Hüseyin beyleri Rusya seyahati için angaje etmişti.

    19 kişiden mürekkep heyetimiz 330 senesi Mayısının ilk cuması öğleden sonra Galata rıhtımında toplanmış bulunuyordu. Bizi Odesa’ya götürecek olan vapura resmi muamelenin hitamından sonra yerleştik. Alafranga saat beşte kulüp mensupları ve kulübü seven yüzlerce halkın (Yaşa Fener! Şerefle… Güle Güle) teşyi sedaları, hediye yağmurları arasında hareket ettik.

    Seyahat Nasıl Geçti?

    Vapurumuz boğazın mavi sularını yara yara yol alıyor. Bütün arkadaşlar güvertede toplanmış etrafı seyrediyoruz. Boğazı geçtik, Karadeniz’e daldık.

    Seyahatin çok eğlenceli safahatı, yolculuğa iştirak eden bütün eski Fenerliler arasında hala en aziz hatıradır. Cumartesi günü Odesa uzaktan gözükmeye başladı. Tam saat birde limana girdik ve rıhtıma yanaştık. Uzun antrepoları ve birçok tren hatlarıyla bu koca liman Rusya’nın Karadeniz’e açılan sayılı ticaret merkez ve menfezlerinden biri.

    Rıhtımda (Odesa) şampiyonun Sporting Clup idaresi tarafından karşılandık. Kafilemize hürmeten hafif geçen gümrük muayenesinden sonra kazak elbiseli, koca kavuklu, pos bıyıklı, çember sakallı arabacılar tarafından idare edilen küçük brik arabalara bindik ve oldukça dik bir yokuştan çıkarak şehre girdik. (Deribasıf Sıkâye Uliça) namında şehrin en geniş ve en mükemmel ve tahta parkeden caddesindeyiz. Bu cadde her halde elli metreden dar değildi. Yaya kaldırımları ise bizim caddeler kadar geniş. İlerledikçe katettiğimiz bütün diğer caddeler cetvelle çizilmiş bir şekilde dümdüz uzuyor. (Deribasıf) caddesinin nihayetine doğru sol tarafta muazzam bir bina önünde arabalardan indik.Burası (Balşayi Moskofıskaye) büyük Moskof Sarayı namında mükemmel ve mükellef bir otel. Sonradan ahbap olduğumuz sahibi Kırım eşrafından Odesa imamı Gani efendi isminde muhterem bir zat.

    Odalarımıza yerleştik. Otel, ziyaretimize gelen Odesa’nın gençleriyle dolmuş taşmıştı.

    Şehirdeyiz

    Ertesi gün maç yapacağız. Çünkü teglrafımızı alan Sporting Clup reklamlar yapmış, duvarlara büyük ilanlar yapıştırmış. Bizler ise henüz deniz tutkunu ve yol yorgunuyuz. Fakat oynayacağımız sahayı bir kere görmek ve hiç değilse üzerinde biraz konuşmak lazım.

    Hamit Hüsnü, Zeki Mazlum, Yahya, Selahattin beylerden maada hepimiz soyunduk, futbol kıyafeti ile ve mihmandarlarımızla birlikte bizi sahaya götürecek elektrikli tramvaya bindik.

    Saatte en aşağı elli kilometre yol alan tramvay bizi yirmi dakikada sahaya ulaştırdı. Bir kısmı duvar bir kısmı siyah tahta perde ile çevrilmiş geniş bir sahaya girdik. Bizi haber alan mütecessis bir grup seyre gelmişti. Sahaya alışmak için biraz hareket yaptık ve birkaç şut çektik. Saha kumlu ve yumuşak ve fazlaca otlu idi. Sporting Clup erkanından birkaçının nazarları ekseriya bende toplandığından oldukça meraka düştüm. Spor hayatımda avcılığı daima futbola tercih etmiş olduğundan futbolda iyi bir derecem yoktu. Fakat çok dikkat ediyorlardı işte! Meğerse sebebi varmış. Sait Bey kardeşimiz otelde beni (kafilenin bıyık tıraşı faslından sonra) İngiliz zanneden bu zevata (Evet takımın antrenörüdür, fakat belli etmiyor) diye tanıtmamış mı? İşte o günden beri adım antrenöre çıktı. Bir aralık Sait yanıma sokuldu ve bu muzipliğini söyledi, işi anladım ve tertibi bozmadım.

    Biraz idmandan sonra bize çay ikram edildi ve aynı tarikle otele geldik ve istirahate çekildik.

    Birinci Maç

    Kiliselerin çan sesleri ile uyandık. Nefis bir kahvaltı ettikten sonra şehri gezdik. Hep bir boyda büyük binaları, çok temiz ve çok düz geniş caddeleri, çok şirin bulvarları, çok mültefit ve misafirperver halkı ile burası her halde güzel bir şehir.

    Öğle yemeği ve istirahatten sonra takım otelde soyundu sahaya gittik. Sahada 6000 kadar seyirci var. Etraf Rus süvarileri ile sarılı. Şaka takımı ile karşılaştık. müthiş bir alkış tufanı (Hura Turko) sadaları ve havada mektepli kasketleri. Para atıldı, yerler tutuldu.

    Hakem : Orta boylu, güler yüzlü, oldukça bitaraf hareket eden bir zat idi.

    Bizim takım şu şekilde :

    Küçük Arslanyan, Arif, Hasan, Süreyya, Galip, Sabri, Hikmet, Sait, Nüzhet, Nuri, Miço

    Birinci Devre : Oyun başladı. İlk deneme akınları, her iki taraf ince oynuyor. On dakika sonra hakimiyeti aldık ve üst üste akınlara başladık. Oyun çok heyecanlı ve çok temiz. Bizim hücum hattı hasma nazaran daha çevik ve cevval. Her iki tarafın müdafaası çok dürüst, vaktinde müdahaleler, top alışlar ve uzaklaştırmalar yerinde. Oyun bu şekilde devam ederken bizim bir aklımızda hasım müdafii topu elle tuttu. Penaltı. Bunu Hikmet çekti ve çok tabii olarak (sağ yukarı köşeden) gol oldu. Saha bir kere yerinden oynadı. Halk karıştı, dalgalandı ve müthiş bir gök gürültüsü gibi patlayan halkın sesi : (Bravo Turko)…

    Oyun devam ediyor, hakimiyet bizde, fakat arkadaşlar gittikçe kuvvetten düşüyorlar. Henüz yol yorgunluğu geçmemiş bir vücut bundan fazla çalışamazdı. Hal böyle iken canla başla çalışarak dört gözle bekledikleri devre sorunu buldular.

    İkinci Yarı

    İkinci Devre: Takımımız yorgun, akıllarımız daha zayıf. Hakimiyet Şaka takımına geçti. Müdafaamız canla başta çalışıyor ve daha çok yoruluyor. Arslanyan ismi gibi çalışıyor; fakat denizden hâlâ başı dönüyor ve rengi sapsarı. Hal böyle iken hasım sol içinin yaman şutlarını kurtardı.

    Bu devrenin otuzuncu dakikasında bizim haf hattı üzerinde hasım oyuncuları faul yaptı. Hakem yanlışlıkla bizim aleyhimize frikik verdi. Bundan sonra hasıl olan karışıklık esnasında bize bir gol oldu. Oyun daha bir müddet tarafeynin akınları ile devam ettikten sonra maç 1-1 beraberlikle neticelendi.

    Pazartesi günü Rus Çarı (Kiev’e) gitmek üzere Odesa’dan geçecek idi. İki gün evvelinden bütün şehir donanma tertibatı ile meşguldü. Öğle yemeğinden sonra liman cihetinde kurulan takı zaferin yanında bize tahsis edilen yere toplandık.

    Büyük bir kalabalık toplanmıştı. Epeyce bir bekleyişten sonra uzaktan bir otomobil göründü. Bir daha, bir daha… Bunların içinde tamamen kırmızı ve sırmalı elbiseler giymiş Çarın maiyet yaverleri bulunuyordu. Bütün bandolar hep birden marş çalmaya başladılar. Otomobiller arka arkaya geçiyordu. Ara yerde muhteşem bir otomobil ve bunun etrafında bir bölük kadar mızraklı süvari muhafız kıt’ası son süratle geçti. Ben kendi hesabıma Rus Çarını göremedim desem yalan değil. Fakat o anda yüz binlerce halkın hurraları, baştan şapkaların, kalpakların, külahların anı vahitte kaybolması, limanda birbirini müteakip topların tarrakası gösteriyordu iki bir şeyler olmuştu.

    İkinci Maç

    Öğleden evvel biraz yağmur yağdı. Öğleden sonra bermutat otelde soyunduk ve tramvayla sahaya gittik. Bugün saha çok kalabalık.

    Birinci Devre : Hakem aynı hakem. Halkın alkışları arasında her iki takım yer aldı ve oyuna başlandı.

    Bizim takım şu şekilde :

    Küçük Arslanyan, Arif, Galip, Süreyya, Hasan, Sabri, Hikmet, Sait, Nüzhet, Nuri, Miço.

    Her iki taraftan mukabil akınlar. Saha kumlu ve otlu olduğundan bizim takım çevik hareketinden kaybediyor. Ruslar uzun boylu ve atlet yapılı. Bizimkiler onlara nazaran oldukça çelimsiz. Oyunumuz açılmaya ve paslar düzelmeye başladı. Her iki taraf müdafaası oldukça çetin. Galip’in yerinde müdahaleleri, rahmetli Arif’in top kurtarışları, Süreyya’nın soldan makaslama ta Nuri’ye varan pasları çok mükemmeldi. Hücum hattımızdaki kombinezon hasım müdafaasını çok şaşırtıyordu. Solda Hikmet’le Sait kombinezonu, sağda Nuri ile Miço akını hasım nısıf sahasında fırtınalar koparıyor. Bütün muhacim hattımız çelik bir zemberek gibi açılıp kapanıyordu. İşte böylece hakimiyet bize geçmişti. Fakat hasım kalecisi lastik gibi adamdı. Kaç şut atıldıysa elinde kalıyordu.

    Odesa ikincisi Şaka Kulübü’nün oyunu daha ince, daha kombine. Fakat bu şampiyon Sporting takımı birinciliklerini sert oyun sistemlerine değil, herhalde kalecilerinin maharetine medyun.

    Devrenin sonlarına doğru hasım tarafa lehine penaltı. Top yerine kondu. Sol açık Hikmet, adeti veçhile topu düzeltti ve yalnız kendine mahsus müthiş şutu çekti Gol… Hasmın çok mahir ve çevik kalecisi vazifesini ifa etmiş ve çok mükemmel bir plonjon yapmıştı. Fakat bütün futbol hayatında çektiği penaltıları her seferinde göre tahvil eden Hikmet’in tutulmaz şutunu bu zat dahi ellerinden kaçırmış ve gol olmuştu.

    İkinci Devre

    İkinci devre : Sporting Clup oyuncuları mağlup vaziyetten kurtulmaya azmetmişler; çok sert ve seri oynuyorlar ve daha fazla faul yapıyorlar. Rahmetli Hasan da mukabelede gecikmiyor. Miço daha ziyade yardımcı oynuyor, müdafaamız canla başla oynuyor. Bilhassa Arslanyan’ın kurtarışları çok mükemmel. Hasım muhacimlerin tehlikeli bir akını esnasında Sporting soliçinin sağ gösterip sola havale ettiği müthiş şutunu Arslanyan’ın kurtarması şaheser. Bütün sahadan taşan alkış tufanı ve takdirler.

    Bu devreyi ara sıra akın yapmakla beraber zorlu bir müdafaa oyunu ile bitirdik ve 1-0 Odesa şampiyonuna galip geldik.

    Maçın hitamında hurra sadaları ile halk sahaya koştu ve penaltı kralı Hikmet’le fedakar kalecimiz Arslanyan’ı havaya kaldırdı.

    Çarşamba günü sol müdafi rahmetli Arif ile sağ yardımcı rahmetli Sabri mühendis mektebinin imtihanlarına yetişmek üzere Odesa’dan İstanbul’a hareket ettiler. En mühim iki müdafaa uzvunun takımdan bu suretle ayrılması bundan sonraki maçlarda tesisini göstermiş ve müdafaamız zayıf kalmıştı.

    Üçüncü Maç

    Öğleden sonra bermutat otelde soyunduk, sahaya gittik. Türk sporcularına halkın gittikçe artan alakasını anlamak için etrafa şöyle bir bakmak kafi idi.

    Karşılaştığımız takım Odesa’nın en mühim seçme oyuncularından mürekkep. İkisi müdafaada ve ikisi hücum hattında dört İngiliz var.

    Bizim takım şu şekilde:

    Arslanyan, A. Boris, Hasan, Süreyya, Galip, Jan Boris, Hikmet, Sait, Hüseyin, Nuri, Miço.

    Rusların bir akını ile oyun başladı ve çok seri devam ediyor. Takımın neresinde yer alırsa orasının oyuncusu oluveren çok değerli sporcumuz Galip’ten maada bütün müdafaa bocalıyordu. Arslanyan’ın mahareti ve fedakarlığı olmasa bir kaç gol yemek işten değildi. Devre sonuna doğru rahmetli Hasan’ın bir ıskası bize bir gole mal oldu ve devre 1-0 aleyhimize bitti.

    İkinci Devre

    İkinci devre: Ruslar daha sert ve seri oynuyorlar. Müdafaamız birinci devrede çok yorulmuş. Rahmetli Arif’le rahmetli Sabri’nin müdafaada bıraktığı boşluğu, ne ikinci derecede bir futbolcu olan A. Boris ne de çok çalımlı ve faullü bir müdafaa oyunu oynayan rahmetli Hasan dolduramazlardı.

    Muhacim hattımız oldukça tehlikeli akınlar yapıyor, fakat hasım müdafaası zorlu ve kalecisi mahir olduklarından bir türlü gol çıkaramıyor. On dördüncü dakikada Rusların seri bir akını aleyhimize bir gol kaydetti. Bundan sonra daha ziyade müdafaa oyunu tatbikine başladık. Hikmet soldan ve Miço sağdan yardımcı vaziyete geçtiler. Ruslar kırkıncı dakikada aleyhimize bir gol daha kaydettiler. Devre bitti ve Odesa muhtelitine 3-0 mağlup olduk.

    Oyun çok heyecanlı oldu ve halk her iki tarafı da müthiş alkışladı.

    Nikolayef’e Gidiyoruz

    Bu akşam Alexandr parkta şerefimize tertip edilen ziyafete otomobillerle gittik. Bu park sayısız Odesa parklarının en büyüğü ve en güzeli, oteli ve tiyatrosu ile herhalde en mükellef ve mükemmel iyiydi.

    Cuma günü, iki maç yapmak üzere Nikolayef’e hareketimiz mukarrer olduğundan hareket hazırlıkları ile meşgul olduk.

    Saat beş raddelerinde yirmi iki mil sürati olan beyaz bir vapurla Nikolayef’e hareket etmiştik. Nihayetinde Nikolayef şehri ve Rusya’nın tersanesi bulunan nehire girdik. Nehrin her iki sahilinde yer yer mevzu istihkamları gece geçtik. Cumartesi şafakla beraber Nikolayef’e vasıl olduk. Yolda bize refakat eden Odesa musevilerinden bir hakem bizi karşılamaya gelmiş olan Nikolayef Clup kulüp erkanı ile tanıştırdı. Hep birlikte güzel bir otele gittik.

    Maç Başlıyor

    Öğleden sonra yakın olan sahaya yaya olarak gittik ve bize tahsis olunan mahalde soyunduk Bizim takım şu şekilde idi :

    Arslanyan, A. Boris, Hasan, Süreyya, Galip, Nüzhet, Hikmet, Sait, Hüseyin, Nuri, Miço.

    Oyun ahenksiz başladı. Muhacim hattında Hikmet biraz aksıyordu. Sağ haf Nüzhet rahatsız olduğundan iyi oynayamadı. Ekseriya saha kenarında oturuyor ve dinleniyordu. Miço yardımcı vaziyette, sana taşlık ve berbat, oyun her iki tarafın mütevali fakat semeresiz akınları ile devamdan sonra devre 0-0’a bitti.

    İkinci devre: Sahaya alışan takımımız bu devrede daha iyi bir oyun oynadı. Her iki taraf akınları devam ediyor, bir türlü gol çıkaramıyorduk. Hüseyin çok fırsat kaçırdı, Sait’in bir şu direğe çarptı ve gol olmadı. Devrenin sonlarına doğru hasım muhacimler tehlikeli bir akın yaptılar. Bizim kale önünde bir karışıklık oldu ve bir gol yedik ve oyun böylece 1-0 aleyhinize neticelendi.

    Pazartesi günü Nikolayef’in tersanesini heyetimize bir cemile olmak üzere gezdirdiler. Bilhassa orada inşa edilmekte olan Prenses Maria drednotunu seyrettik, kasabayı gezdik, parkta eğlendik ve otele avdet ettik.

    Son Maçımız

    Mutat veçhile öğleden sonra yaya olarak sahaya gittik. Bugün halk çok daha fazla kalabalıktı.

    Bizim takım :

    Arslanyan, A. Boris, Hasan, Süreyya, Galip, Jan Boris, Hikmet, Sait, Hüseyin, Nuri, Miço.

    Birinci devre : Oyun bizim güzel bir aklımızla başladı. (Burada zikretmeden geçemeyeceğim. Kafile reisi Dr. Hamit Hüsnü Bey’in takımımızın istirahati uğrunda vaki olan hizmetleri bilhassa kayda şayandır) Bugün takım çok zinde ve çok güzel çalışıyor. Biraz sonra kombinezon teessüs etti ve hakimiyet bize geçti. Sağdan ve soldan tehlikeli hücumlar yapıyoruz. Bugün bilhassa sol taraf çok güzel işliyor. Bu güzel kombinezon nihayet semeresini verdi. Hikmet’ten yerinde bir pas alan Sait, güzel bir şutla ilk golünü kaydetti. Bir müddet sonra devre 1-0 lehimize bitti.

    İkinci devre: Hasım takımı yediği golün acısını çıkarmak için gayet seri ve tehlikeli birkaç akın yaptı. Arslanyan’ın çok güzel kurtarışları gol çıkarmalarına mani oldu. Gene hakimiyeti elde ettik. İşte çok mükemmel bir akın, top Sait’te, hasım müdafii ile karşı karşıya, o sırada Hüseyin’e kısa ve ani bir pas, Hüseyin’in yerden sol köşeye sıkı bir şutu. Gol..

    Bu ikinci golden sonra oyun tamamen hasım nısıf sahasına intikal etti. Devre sonlarına doğru gene Sait’in güzel bir pası ve Hüseyin’in sıkı bir şutuyla üçüncü gol.

    Maç böylece 3-0 galebemizle neticelendi.

    Halkın alkışları arasında ateli avdet ve istirahat.

    Kiev’e Gitmeden Geri Dönüş

    Çarşamba: Nikolayef’ten hareket ettik.

    Perşembe sabaha Odesa’ya avdet ettik. Takımımız Kiev şehrine davet edilmişti. Fakat Odesa şehbenderimiz Tahir Beyefendinin ahvali siyasiye hakkında bize verdiği malumat ve tavsiyeler üzerine bu seyahatten sarfınazar ettik. Rusya’da gördüğümüz misafirperverlik fevkalâde idi. Başımızı nereye çevirdikse muhabbet dolu gözler, tebessüm ve iltifat dolu çehreler gördük.

    Mesela bir müzikhole gideriz halk ayağa kalkar, hürmet ve iltifat eder ve yer gösterir; bir parka gideriz, bütün gruplardan çok samimi bir alâka ve bütün masalardan davet ricaları alırız; mektepli kardeş muamelesi yapar; zabiti hürmetle selam verir; kadını iltifatlar yağdırır; memuru yardım eder, tüccar ve esnaf ikram eder; velhasıl Ruslar çok ince ruhlu sevimli ve asil bir millet. İşte Fenerbahçe’nin ilk Rusya seyahatinin bizde bıraktığı intiba…

    Beşe Zade Şakir

  • Fener’in Aslanı : Kaleci Arslanyan

    İşgal yıllarında ve sonrasında Fenerbahçe forması giyen “Ceylan” lakaplı Bedri Gürsoy, Akşam gazetesindeki köşesinde Fenerbahçe’nin meşhur kalecisi Arslanyan’ı yazmış.

    * * * * * *

    Onu tanıyanlar, oyununu görenler pek iyi bilirler. Küçüktüm ama ben de pekâlâ hatırlıyorum. Arslanyan, ne yaman, ne mahir kaleci idi. Kısa boylu, tıknaz vücutlu, kalın bacaklı olan bu oyuncu, bu hali ile hiç de fevkalade bir sporcu ve futbolcu tipi göstermezdi. Hele onun lastik top gibi çevikliğine imkanı yok ihtimal vermezdiniz. Oyun haricinde konuşması, oturması kalkması o kadar ağır, sanki kurşun gibi idi.

    Arslanyan’ın yüzünde derhal fark edilen, göze çarpan bir alamet vardı. Etli ve iri burnu ucundan ağıza doğru adamakıllı yatık ve basıktı. Bu usta kalecinin yürüyüşünde ve iki tarafa yalpa vura vura koşuşunda da bir hususiyet vardı.

    Eşsiz futbolcumuz Bekir’in en beğendiği ve hatta yıldığı kaleci Arslanyan’dı. Buna mukabil Arslanyan’ın da en çok takdir ettiği, korktuğu, golünü yediği muhacim Bekir’di. Bekir’in patlattığı o meşhur bomba gibi şutların çoğu Arslanyan’ın soğukkanlı, tecrübeli oyunu karşısında erirdi. Lâkin bunlardan bir ikisi bir kere de yerini ve yolunu buldu mu Arslanyan’ın kımıldamasına bile vakit kalmadan kale ağlarına yapışırdı.

    Bir zamanlar Fenerbahçe Kulübü’nden başta Otomobil Nuri, Bekir, Beleş Cemil ve Haydar olmak üzere birçok değerli oyuncular çıkmışlar, Altınordu Kulübü’nü kurmuşlardı. Altınordulular, aralarında Bekir gibi bir oyuncu da dahil bulunduğu halde Fenerbahçe’nin karşısına canlı ve kuvvetli bir rakip çıkarmaya başlamışlardı. Bundan dolayı o zamanlar Altınordu ile Fener’in karşılaşmaları cidden çok çetin olurdu.

    İşte gene bir gün böyle hararetli maçlardan birinde adeta bir Arslanyan ve Bekir mücadelesi olmuştu ki bu futbol hatırasını ömrüm oldukça unutamam.

    Maç çok hızlı ve heyecanlı oluyordu. Bu anlarda en çok göze çarpan ve seyircileri heyecandan titreten vaziyet şu idi : Kulüp değiştirmek meselesinden Bekir’e son derece içerleyen, koyu Fenerbahçeli olan Arslanyan sanki Bekir’e gol attırmamaya ahdetmişti. Bekir’in en demir gibi şutlarını uzaktan, yakından, havadan, yerden ne pozisyonda gelirse gelsin akıllara hayret verecek bir maharetle yakalıyor ve her defasında da topu geriye fırlatırken Bekir’i fırsat bu fırsat diye kızdırıyor, ona şu şekilde bağırıyordu:

    – Bunu da atamadın… Nafile.. Başka sefere!

    Lâkin Bekir bu… Bunun altında kalır mı? Bir aralık ne yapıp yapıp ayağına geçirdiği topu yıldırım hızıyla kaleye doğru sürüyor, önüne gelen tam üç kişiyi ayrı ayrı o müthiş vücut ve ayak çalımıyla atlatıyor Nihayet seri bir eşape ve sonra birden on on iki adımdan kalenin sol köşesine şimşek gibi şutunu savuruyor. Bekir’in topa vurduğu zaman çıkardığı kendine mahsus o bomba gibi tok sesini işitiyoruz. O anda da topu ağların içerisinde görüyoruz. Arslanyan bu tutulmaz şut karşısında şaşırarak hareket bile edememiştir.

    Nihayet Arslanyan’ın inatçı ve müessir oyunu karşısında Bekir, işte bu şekilde enfes bir gol ile intikamını almış oluyordu.

    Kaleci Arslanyan, hızından kale ağlarına dolaşan topu söylene söylene çıkartmakla meşgul iken, Bekir’in şu şekilde bağırdığı işitiliyordu:

    – Zahmet etme, biraz sonra bir tane daha atacağım!.. İkisini beraber çıkartırsın!..

    Arslanyan bugün sağ mıdır, ölmüş müdür, nerededir? Bilmiyorum. Onu en son olarak Türk milli takımının 925 senesinde Romanya milli takımı ile Bükreş’te yaptığımız maçtan sonra görmüştük. Oyundan sonra yanımıza koştu. Bükreş’te ticaretle meşgul olduğunu söyledi. Maçı kazandığımız ve iyi bir oyun gösterdiğimiz için hepimizi tebrik etti. Romanyalı oyuncular hakkında izahat verdi. Gözleri yaşla dolu olduğu halde İstanbul’un hasretini çektiğini söyledi.

    Oyun Tarzı, Hususiyeti, Meziyetleri ve Noksanları

    Kendi kendine görgüsüz, muallimsiz, antrenörsüz yetişen, Fenerbahçe kalesini senelerdir top uçurmadan bekleyen bu meşhur kalecinin oyun tarzı bambaşkadır. Plonjonu, eşapesi, blokesi, degajmanı, her şeyi ne şimdiki futbol sistemine, ne de bugünkü kalecilerimizin oyun tarzına benzer. Mesela, Arslanyan başının ucundan havadan kurşun gibi gelen topları ellerini çırparmış gibi havada bir hareket yaparak armut tutar gibi kolayca tutardı. Hem de nasıl? Bütün hızıyla ok gibi gelen top bu kuvvetli iki tokatın ve bileğin arasında mengeneye sıkışmış gibi hareketsiz mıhlanıp kalmak şartıyla!.. Bu nasıl oluyordu? (Zira şimdiki kaidelere nazaran bu suretle top tutmak hatalıdır, sakattır, tehlikelidir.) Onu düşünmeyiniz. Belki başta kaleciler bu şekilde top tutmaya kalksalar, ellerini de yırtarak top içeri girer, gol olur. Hele bu Bekir’in şutu olursa… Lakin Arslanyan’ın bir defasında olsun bu suretle tuttuğu topları kaçırdığı görülmemiştir.

    Son derece soğukkanlı idi. Kalede sanki hiçbir şey görmüyormuş gibi lakayd, ağır ağır hareket ederdi. Lakin birden lüzumu anında zıplar, bu lapacı gibi görünen vücut, çevikleşir, sanki civa kesilirdi.

    Arslanyan kadar karşısındaki oyuncunun pozisyonundan topu nereye ayacağını kestiren bir kaleci diyebilirim ki dünya yüzüne pek az gelmiştir. Karşısında hasım oyuncu, daha topa vurmadan o, çevik hareketlerle derhal yer tutardı.

    Zaviye kapayışları, zaviyeden kurtardığı goller, bir taraftan bir tarafa şimşek gibi plonjonlar, icabında, bilhassa kornerlerde, havaya sıçramalarla top yumruklamaları, oyuncu karşısına zamanında yaptığı yerinde cesur, enerjik deparlar bir tek kelime ile mükemmeldi.

    Kusur mu? Arslanyan gibi bir kalecide kusur aramak bir parçacık olsun futboldan anlamamaktır. Halbuki ben azıcık olsun bu işten anlarım diye geçiniyorum. Onun için müsaade edin de aramayayım.

    “Ceylan” Bedri Gürsoy

  • Fener’in Arslanı

    Fener’in Arslanı

    İşgal yıllarında ve sonrasında Fenerbahçe forması giyen “Ceylan” lakaplı Bedri Gürsoy, Akşam gazetesindeki köşesinde Fenerbahçe’nin meşhur kalecisini yazmış. Türkiye’de kaleciliğin gelişmesinde Fener’in Arslanı Karnik Arslanyan’ın payı çok büyüktü.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    * * * * * *

    Karnik Arslanyan

    Onu tanıyanlar, oyununu görenler pek iyi bilirler. Küçüktüm ama ben de pekâlâ hatırlıyorum. Arslanyan, ne yaman, ne mahir kaleci idi. Kısa boylu, tıknaz vücutlu, kalın bacaklı olan bu oyuncu, bu hali ile hiç de fevkalade bir sporcu ve futbolcu tipi göstermezdi. Hele onun lastik top gibi çevikliğine imkanı yok ihtimal vermezdiniz. Oyun haricinde konuşması, oturması kalkması o kadar ağır, sanki kurşun gibi idi.

    Arslanyan’ın yüzünde derhal fark edilen, göze çarpan bir alamet vardı. Etli ve iri burnu ucundan ağıza doğru adamakıllı yatık ve basıktı. Bu usta kalecinin yürüyüşünde ve iki tarafa yalpa vura vura koşuşunda da bir hususiyet vardı.

    Eşsiz futbolcumuz Bekir’in en beğendiği ve hatta yıldığı kaleci Arslanyan’dı. Buna mukabil Arslanyan’ın da en çok takdir ettiği, korktuğu, golünü yediği muhacim Bekir’di. Bekir’in patlattığı o meşhur bomba gibi şutların çoğu Arslanyan’ın soğukkanlı, tecrübeli oyunu karşısında erirdi. Lâkin bunlardan bir ikisi bir kere de yerini ve yolunu buldu mu Arslanyan’ın kımıldamasına bile vakit kalmadan kale ağlarına yapışırdı.

    Bir zamanlar Fenerbahçe Kulübü’nden başta Otomobil Nuri, Bekir, Beleş Cemil ve Haydar olmak üzere birçok değerli oyuncular çıkmışlar, Altınordu Kulübü’nü kurmuşlardı. Altınordulular, aralarında Bekir gibi bir oyuncu da dahil bulunduğu halde Fenerbahçe’nin karşısına canlı ve kuvvetli bir rakip çıkarmaya başlamışlardı. Bundan dolayı o zamanlar Altınordu ile Fener’in karşılaşmaları cidden çok çetin olurdu.

    Arslanyan Bekir’e Karşı

    İşte gene bir gün böyle hararetli maçlardan birinde adeta bir Arslanyan ve Bekir mücadelesi olmuştu ki bu futbol hatırasını ömrüm oldukça unutamam.

    Maç çok hızlı ve heyecanlı oluyordu. Bu anlarda en çok göze çarpan ve seyircileri heyecandan titreten vaziyet şu idi : Kulüp değiştirmek meselesinden Bekir’e son derece içerleyen, koyu Fenerbahçeli olan Arslanyan sanki Bekir’e gol attırmamaya ahdetmişti. Bekir’in en demir gibi şutlarını uzaktan, yakından, havadan, yerden ne pozisyonda gelirse gelsin akıllara hayret verecek bir maharetle yakalıyor ve her defasında da topu geriye fırlatırken Bekir’i fırsat bu fırsat diye kızdırıyor, ona şu şekilde bağırıyordu:

    – Bunu da atamadın… Nafile.. Başka sefere!

    Lâkin Bekir bu… Bunun altında kalır mı? Bir aralık ne yapıp yapıp ayağına geçirdiği topu yıldırım hızıyla kaleye doğru sürüyor, önüne gelen tam üç kişiyi ayrı ayrı o müthiş vücut ve ayak çalımıyla atlatıyor Nihayet seri bir eşape ve sonra birden on on iki adımdan kalenin sol köşesine şimşek gibi şutunu savuruyor. Bekir’in topa vurduğu zaman çıkardığı kendine mahsus o bomba gibi tok sesini işitiyoruz. O anda da topu ağların içerisinde görüyoruz. Arslanyan bu tutulmaz şut karşısında şaşırarak hareket bile edememiştir.

    Nihayet Arslanyan’ın inatçı ve müessir oyunu karşısında Bekir, işte bu şekilde enfes bir gol ile intikamını almış oluyordu.

    Kaleci Arslanyan, hızından kale ağlarına dolaşan topu söylene söylene çıkartmakla meşgul iken, Bekir’in şu şekilde bağırdığı işitiliyordu:

    – Zahmet etme, biraz sonra bir tane daha atacağım!.. İkisini beraber çıkartırsın!..

    Şimdi Nerededir Acaba?

    Arslanyan bugün sağ mıdır, ölmüş müdür, nerededir? Bilmiyorum. Onu en son olarak Türk milli takımının 925 senesinde Romanya milli takımı ile Bükreş’te yaptığımız maçtan sonra görmüştük. Oyundan sonra yanımıza koştu. Bükreş’te ticaretle meşgul olduğunu söyledi. Maçı kazandığımız ve iyi bir oyun gösterdiğimiz için hepimizi tebrik etti. Romanyalı oyuncular hakkında izahat verdi. Gözleri yaşla dolu olduğu halde İstanbul’un hasretini çektiğini söyledi.

    Fener’in Arslanı Nasıl Bir Kaleciydi?

    Kendi kendine görgüsüz, muallimsiz, antrenörsüz yetişen, Fenerbahçe kalesini senelerdir top uçurmadan bekleyen bu meşhur kalecinin oyun tarzı bambaşkadır. Plonjonu, eşapesi, blokesi, degajmanı, her şeyi ne şimdiki futbol sistemine, ne de bugünkü kalecilerimizin oyun tarzına benzer. Mesela, Arslanyan başının ucundan havadan kurşun gibi gelen topları ellerini çırparmış gibi havada bir hareket yaparak armut tutar gibi kolayca tutardı. Hem de nasıl? Bütün hızıyla ok gibi gelen top bu kuvvetli iki tokatın ve bileğin arasında mengeneye sıkışmış gibi hareketsiz mıhlanıp kalmak şartıyla!.. Bu nasıl oluyordu? (Zira şimdiki kaidelere nazaran bu suretle top tutmak hatalıdır, sakattır, tehlikelidir.) Onu düşünmeyiniz. Belki başta kaleciler bu şekilde top tutmaya kalksalar, ellerini de yırtarak top içeri girer, gol olur. Hele bu Bekir’in şutu olursa… Lakin Arslanyan’ın bir defasında olsun bu suretle tuttuğu topları kaçırdığı görülmemiştir.

    Son derece soğukkanlı idi. Kalede sanki hiçbir şey görmüyormuş gibi lakayd, ağır ağır hareket ederdi. Lakin birden lüzumu anında zıplar, bu lapacı gibi görünen vücut, çevikleşir, sanki civa kesilirdi.

    Arslanyan kadar karşısındaki oyuncunun pozisyonundan topu nereye ayacağını kestiren bir kaleci diyebilirim ki dünya yüzüne pek az gelmiştir. Karşısında hasım oyuncu, daha topa vurmadan o, çevik hareketlerle derhal yer tutardı.

    Zaviye kapayışları, zaviyeden kurtardığı goller, bir taraftan bir tarafa şimşek gibi plonjonlar, icabında, bilhassa kornerlerde, havaya sıçramalarla top yumruklamaları, oyuncu karşısına zamanında yaptığı yerinde cesur, enerjik deparlar bir tek kelime ile mükemmeldi.

    Kusur mu? Arslanyan gibi bir kalecide kusur aramak bir parçacık olsun futboldan anlamamaktır. Halbuki ben azıcık olsun bu işten anlarım diye geçiniyorum. Onun için müsaade edin de aramayayım.

    “Ceylan” Bedri Gürsoy / Fener’in Arslanı

  • Şakir Beşe ve Fenerbahçe Hazinesi

    Şakir Beşe’ye bazen bir “Fenerbahçe Tarihi” kitabında, bazen de eski fotoğrafların “soldan sağa” yazılarında rastlamak mümkün. Hakkında fazla bir şey bilmediğimiz ve yalnızca ismine (o da bir miktar) aşina olduğumuz rahmetli Şakir Bey, meğerse Fenerbahçe tarihine bir hazine bırakmış.

    1914 yılında Rusya’ya giden Fenerbahçe’nin ilk yurt dışı seyahatine katılan ve 1923 tarihli Fenerbahçe tüzüğünde “Kulübü Tesis ve İhya Edenler” başlığı altında adını gördüğümüz “Kuruluştan Fenerbahçeli” Şakir Beşe’nin Torunu, sayın Belgin Beşe Aral hanımefendi, bu hazinenin en kıymetli parçasının, bir asrı devirmiş, muhteşem güzellikteki Fenerbahçe armalı yüzüğün hikayesini şöyle anlatıyor :
    “Babamın söylediğine göre bu yüzükten 16 kişi yaptırmış. Biri Şakir Beşe. Ondan babama, babamdan da bana kaldı. Hatta Şakir Beşe, bu yüzüğü ölene kadar hiç çıkartmamış. Babama ‘Öldüğüm zaman parmağımdan çıkart ve sen tak oğlum’ demiş. Büyükbabam babamın dükkanında vefat edince, babam dediğini yapıp, yüzüğü kendi parmağına takmış. Babam da yüzüğü parmağından ölene kadar hiç çıkarmadı.”

    Aşağıda resimlerini ve (İzzet İsrael Benyakar ağabeyimizin yardımıyla) isimlerini göreceğiniz isimlerin hemen hepsinin detaylı hayat hikayelerinin yazılmış olmasını hak ediyor. Fenerbahçe’yi “tesis ve ihya edenler” herkes tarafından bilinmeli…

    Arka Sıra, Soldan Sağa:
    Hamit Hüsnü Kayacan, Rus mihmandar, Yahya Berki Karagözoğlu, Selahattin Manço, Nüzhet Baban, Galip Kulaksızoğlu, Konstantin Boris, Hasan Basri Bey, Süreyya Mithat, Zeki Mazlum, Jan Boris, Şakir Beşe

    Oturanlar, Soldan Sağa:
    Miço Dimitropoulos, Otomobil Nuri, Karnik Arslanyan, Dalaklı Hüseyin, Sait Selahattin Cihanoğlu, Hikmet Topuzer

    Arka Sıra, Soldan Sağa :
    Şakir Beşe, Jan Boris, Çerkes Kenan, Garbis Arslanyan, Ömer Nazıma Elbi

    Orta Sıra, Soldan Sağa :
    Karnik Arslanyan, Elkatipzade Mustafa Bey, Armenak Efendi

    Ön Sıra, Soldan Sağa :
    Mehmet Reşat Pekelman, Şinok Efendi, Ethem Bellisan, Nasuhi Esat Baydar, Adil Akşyoti

  • Şakir Beşe’nin Fenerbahçe Hazinesi

    Şakir Beşe’nin Fenerbahçe Hazinesi

    Şakir Beşe‘ye bazen bir “Fenerbahçe Tarihi” kitabında, bazen de eski fotoğrafların “soldan sağa” yazılarında rastlamak mümkün. Hakkında fazla bir şey bilmediğimiz ve yalnızca ismine (o da bir miktar) aşina olduğumuz rahmetli Şakir Bey, meğerse Fenerbahçe tarihine bir hazine bırakmış. Evet, Şakir Beşe’nin Fenerbahçe hazinesi eşine zor rastlanan, muazzam bir miras.

    1914 yılında Rusya’ya giden Fenerbahçe’nin ilk yurt dışı seyahatine katılan ve 1923 tarihli Fenerbahçe tüzüğünde “Kulübü Tesis ve İhya Edenler” başlığı altında adını gördüğümüz “Kuruluştan Fenerbahçeli” Şakir Beşe’nin Torunu, sayın Belgin Beşe Aral hanımefendi, bu hazinenin en kıymetli parçasının, bir asrı devirmiş, muhteşem güzellikteki Fenerbahçe armalı yüzüğün hikayesini şöyle anlatıyor :
    “Babamın söylediğine göre bu yüzükten 16 kişi yaptırmış. Biri Şakir Beşe. Ondan babama, babamdan da bana kaldı. Hatta Şakir Beşe, bu yüzüğü ölene kadar hiç çıkartmamış. Babama ‘Öldüğüm zaman parmağımdan çıkart ve sen tak oğlum’ demiş. Büyükbabam babamın dükkanında vefat edince, babam dediğini yapıp, yüzüğü kendi parmağına takmış. Babam da yüzüğü parmağından ölene kadar hiç çıkarmadı.”

    Mazide Bir Tarih Yatıyor

    Aşağıda resimlerini ve (İzzet İsrael Benyakar ağabeyimizin yardımıyla) isimlerini göreceğiniz isimlerin hemen hepsinin detaylı hayat hikayelerinin yazılmış olmasını hak ediyor. Fenerbahçe’yi “tesis ve ihya edenler” herkes tarafından bilinmeli…

    Fenerbahçe’nin ilk yurt dışı seyahatini onun kaleminden okuduğumuzu ve meşhur Kuşdili Lokali’nin yerini de yine Şakir Beşe’nin bir yazısının yardımıyla tespit ettiğimizi de unutmamak gerekiyor.

    Arka Sıra, Soldan Sağa:
    Hamit Hüsnü Kayacan, Rus mihmandar, Yahya Berki Karagözoğlu, Selahattin Manço, Nüzhet Baban, Galip Kulaksızoğlu, Konstantin Boris, Hasan Basri Bey, Süreyya Mithat, Zeki Mazlum, Jan Boris, Şakir Beşe

    Oturanlar, Soldan Sağa:
    Miço Dimitropoulos, Otomobil Nuri, Karnik Arslanyan, Dalaklı Hüseyin, Sait Selahattin Cihanoğlu, Hikmet Topuzer

    Arka Sıra, Soldan Sağa :
    Şakir Beşe, Jan Boris, Çerkes Kenan, Garbis Arslanyan, Ömer Nazıma Elbi

    Orta Sıra, Soldan Sağa :
    Karnik Arslanyan, Elkatipzade Mustafa Bey, Armenak Efendi

    Ön Sıra, Soldan Sağa :
    Mehmet Reşat Pekelman, Şinok Efendi, Ethem Bellisan, Nasuhi Esat Baydar, Adil Akşyoti