Etiket: Kırmızı-Beyaz Dergisi

  • Büyük Fikret Bölüm V

    Büyük Fikret Bölüm V

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm V

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm V

    İlk Milli Maçım

    1930 yılı sonlarındaydık. Bulgaristan’da yapılacak Balkan Oyunları’na iştirakimiz kararlaştırılmıştı. Futbola Türkiye, Yugoslavya ve Bulgaristan katılıyordu. Kendi tahminlerimize göre, Yugoslavya’nın birinci, bizim ikinci, Bulgaristan’ın üçüncü olması gerekiyordu.

    Kur’a ile ilk maçımızı Bulgarlarla oynadık. O gün çok kötü oynayan Avni tam beş gol yedi ve maçı 5-1 kaybettik. Antrenör İngiliz Pegnam’dı.

    İkinci maçımızı Yugoslavlarla yapacaktık. Acayip bir forvetle sahaya çıktık. Forvetimizde üç solaçık, iki sağaçık yer alıyordu. Niyazi, Selahattin, ben, Rebii, Eşref…

    Oyun başladı ve 15. Dakika geldi. Rebii’nin sağ tarafına benim sol tarafıma bir top geldi. Ben ilerdeydim. Rebii bana doğru koşarken gözleri dönmüş vaziyette, “Bırak…” dedi. Ben de sanki korkudan bıraktım. Hiç kullanmadığı sağ ayağı ile öyle bir vurdu ki, kaleci uçtu fakat gol… Rebii yanıma geldi ve alnımdan öptü. Tabiatına uygun bir tarzda, “Allah senden razı olsun…” dedi.

    Bir süre sonra benim sağ ayağıma bir top geldi. Solak sayılırım. Ancak sağ vurdum. Yugoslav kaleci uçtu yine gol oldu: 2-0… Bu sonuca bizde şaşırmıştık… Ama canla başla oynuyorduk. Kalecimiz Hüsamettin’i malum şanslarından biri tutmuştu.

    Son on dakika oynanıyordu. Kaptan Nihat, “Fikret…  Fikret…” diye beni çağırdı. Merakla yanına gittim. Meğer tuvalete gitmek istermiş, “Yerime geç…” dedi. Sahadan rüzgâr gibi fırladı. Ancak yetişip yetişmediğini bilmiyorum. Son on dakika ben santrhaf oynadım.

    Ertesi günkü maçta Bulgarlar çok şanslıydılar. 2-0 yenik durumdan seyircinin gayretiyle 3-2 kazandılar. Yugoslavya maçını ve şampiyon oldular. Bizim yerimiz değişmemişti. Yugoslavya üçüncü oldu.

    Yine Bulgarlarla İstanbul’da milli maçımız vardı. Çok iyi oynadığımız halde hakemin kötü idaresi yüzünden 3-2 kaybettik. Aleyhimize verilen penaltı kararı enteresandı. Kaptan Nihat bir topu uzaklaştırmak isterken top yanından geçmekte olan Selahattin’in eline çarptı. Hakem hemen penaltıyı verdi.

    Yine bir akınımızda Alaaddin önünde iki hasım oyuncu bulunurken çaktı gol oldu. Fakat hakem buna da ofsayt verdi. Sebebini sorduk, Bulgar oyunculardan birinin kale çizgisinin içinde olduğunu ve oyun dışı sayıldığını söyledi.

    Daha sonra İzmir’e Türkiye Birinciliği için gelen Avusturyalı hakeme sordum, “Kale içinde olan oyuncu saha içi sayılır. Hakeme sormadan oyuna çıkılıp girilen yegâne yer burasıdır. Bundan dolayı attığınız goldür” dedi.

    Büyük Fikret Bölüm V

    Enteresan Anılarım

    İlk memuriyetim olan Türk Ticaret ve Sanayi Bankası’nda çalışıyordum. Bu bankanın sermayesinin çoğu Fransızlarındı. Her yıl bir Fransız gelir bankanın hesaplarını kontrol ederdi. Bir defa Cordorex gelmişti. Adamın burnu havada olduğu için konuşmak bir problemdi. Benim futbolcu olduğumu öğrenince kendisini önemli bir maça götürmemi adeta emretmişti. Tabii ki kabul ettim ve bir Fenerbahçe – Galatasaray maçına davet ettim.

    Onu Taksim Stadı’nın balkonuna oturtțuğum halde adamın staddan memnun olmadığını anlamıştım. O gün benim futbol hayatımın unutulmaz günlerinden biri oldu. Galatasaray takımında Mücteba adında dünyada her yere girmiş çıkmış bir oyuncu vardı. Sanırım beni sinirlendirmek için kendisine vazife verilmişti. Daha sahaya çıkar çıkmaz bildiği bütün küfürleri sıraladı ve ben kendimi kaybettim. Onunla uğraşmaktan görevimi yapamadım. Maç da berabere bitti.

    Ertesi gün bankaya gittiğimde misafir Fransız esprisi ile karşıma dikildi, “Yahu ben de maçtaydım. Sen oynuyor muydun., farkına varamadım?” dedi. Kızmıştım.

    Kaptan Zeki Bey’in mağazası çok yakındı. Oraya koştum. “Aman kaptan…” dedim, “Beni bir dahaki maça solhaf oynat…” Bana şöyle bir baktı ve “Iyi hazırlan, iyi çalış…” dedi. Anladım ki, kabul etmişti.

    Çok çalıştım ve Galatasaray’la olan rövanş maçında solhafa çıktım. Müçteba karşısında beni arıyordu. İçimden gülerek, “Ara bakalım. Sana küfür etmeyeceğim. Kalanı Leblebi Mehmet’le Kemal Faruki düşünsün…” dedim.

    Leblebi Mehmet’i kardeşim kadar severim. Fakat onu tutmak görevimdi. Mücteba’yı da sıkıca kolluyordum. Ama hiç küfür etmedim. Solaçık oynayan arkadaşıma, “Ben senden ileri inince hemen benim yerimi doldur… dedim. Solhafta insiyatif benim ayağımdaydı. Sık sık akınlara katıldım, rahat rahat top taşıdım forvete… Bu bir taktikti ve Galatasaray’ı 2-0 yendik.

    Ertesi günün basınında Yusuf Ziya’nın bir pomba ile Mücteba’yı şişirmesi çiziliyordu. Şişkinlik bir iğne ile patlamıştı. Bu olaydan sonra rahat bir gece uyudum. Ertesi gün bankaya gittiğimde bizim Fransız heyecanla yanıma geldi ve elimi sıkarak, “Dün seni gördüm. Oynuyordun…” dedi. Güldü ve gitti.

    (DEVAM EDECEK)

    Büyük Fikret Bölüm V

    Fotoğraf-1) Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı yendiği maçtan sonra Kırmızı-Beyaz’da çıkan bir karikatür: Galatasaray: Pot. Beşiktaş: Benden Paso. Fenerbahçe: Rest.

    Fotoğraf-2) Yunanistan’a yaptığımız seyahatte, Reşat, ben ve Niyazi.

    Fotoğraf-3) 1930’da Balkan Oyunları’na katılan Milli Takımımız… Ayaktakiler soldan sağa: Sadun ve Hasnun Galip kardeşler, Fethi Tahsin, Hüsnü, Burhan, Mithat, Sami, Eşref, Niyazi, Selahattin, Hüsamettin, Ben, Nihat, antrenör Pegnam… Oturanlar: Rebii, Abdullah (yan hakem) Miltiadi… Bu maçta Rebii, Eşref, Ben, Selahattin, Niyazi beş açık forvet oynadığı ve Yugoslava’yı Rebii ve benim gollerimle 2-0 yendik…

    Fotoğraf-4) Bükreş’te bir gezinti esnasında topluca çektirdiğimiz bir resim…

  • Beleş Ömer

    Beleş Ömer

    Bedri Gürsoy‘un futbolcu portrelerini yayınlamaya bir süre ara vermiştik. Kırmızı-Beyaz dergisinin arşivinde ortaya çıkan yeni yazıları sizlere sunmakla bahtiyarız. Huzurlarınızda bir Fenerbahçe efsanesi : Beleş Ömer. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Beleş Ömer Tanyeri

    Fenerbahçe’nin (Sabih, Alaaddin, Zeki, Ömer, Bedri) şeklindeki birçok sene hiç değişmeyen muhacim hattını eski meraklılar pek iyi hatırlarlar. Bu arada da Ömer’in ileri geri süratli koşuşunu, enerjik, cesur, gol fırsatlarını kaçırmayan atak oyununu da muhakkak göz önüne getirebilirler.

    Ömer, o zaman hassas bir motor gibi çok muntazam işleyen Fenerbahçe takımında aslan kesilir, ne mühim işler görür, ne can alıcı goller atardı. Etrafındaki oyuncular Ömer’e o kadar güzel ve yerinde gollük paslar ve fırsatlar hazırlarlar ve Ömer de bunları kendine mahsus bir soğukkanlılıkla gole tahvil ediverirdi ki, halk Ömer’e bundan dolayı (Beleş) lakabını takmıştı.

    Kısa bir boy, tombulca bir vücut, esmer, kara kaşlı, kara gözlü, yuvarlak çehreli, zıbzıb gibi çevik, sağlam mukavemetli bir futbolcu.

    Uysal, samimi, terbiyeli, candan bir arkadaş.

    Atletik meziyetleri yerinde (nefesi, mukavemeti, koşusu, sürati) enerjisi, soğukkanlılığı ve maneviyatı mükemmel, driplingleri, kafa vuruşları, şutları, çalımları, eşapeleri iyi…

    Deplasman zayıf, sağ ayağı zayıf, teknik görüşleri zayıf.

    Ömer bilhassa Galatasaray-Fenerbahçe maçlarında Galatasaraylılar için en korkunç bir muhacimdi. Birçok Galatasaraylılar Ömer’e (sakar oyuncu) derlerdi. En can alıcı bir zamanda, en sıkışık bir anda, en mühim bir maçta, Ömer unulmaz bir hareketle galibiyet golü çıkarırdı ki; top ayağına dokunur, kafasına dokunur, göğsüne çarpar, ensesine vurur, karnına ilişir, kaleden içeri girerdi.

    Taksim Stadyumu’nda “Salahaddin Adil Paşa Kupası” maçını eski meraklılar unutmamışlardır. Bu heyecanlı maç çetin bir şekilde iki taraf birbirini sıkıştıra sıkıştıra devam ediyor. Oyunun bitmesine on dakika var. Hiçbir taraf gol yapamamış. Ben bir korner atıyorum. Top sanki ezberlemiş gibi Ömer’in kafasını buluyor, çarpıyor ve oradan sıçrayarak kalenin ta köşesinden içeri giriyor, ağlara takılıyor. Gol… Fenerliler “Yaşa Beleş…” diye avaz avaz haykırıyorlarken Galatasaraylılar asabi asabi söyleniyor : “Sakar kafa, yine son dakikalarda maçı bize kaybettirdi.”

    Galatasaraylıların da Ömer’e mukabil bu şekilde bilhassa Fenerbahçe maçlarında aslan kesilen ve Fenerbahçelilere hiç umulmadık vaziyetlerde goller çıkaran tehlikeli ve sakar oyuncuları vardı. Evvela Kemal Faruki, sonra da Latif. Ecnebi takımlarına pek o kadar liyakat gösteremeyen bu oyuncular Fenerbahçe kalesine yirmi yardadan (usturubya) ne goller atarlardı. Hele Latif, bir gün hiç unutmam bu şekilde uzaktan mühim bir kupa maçında bir gol atmıştı. Kulübünü kazandırdığı gibi gollerinin arkasının gelmesine yardım etmiş, Galatasaray takımının maneviyatını yükseltmişti.

    Ömer’le ben senelerc yan yana (top arkadaşlığı) ettim. Nasıl askerlikte “silah arkadaşlığı” tabiri varsa, futbolcularda da top arkadaşlığı tabiri vardır. Bundan dolayı Ömer’in hatırasını hiçbir zaman unutmama imkan yoktur.

    Bedri Gürsoy / 19 Şubat 1945 | Kırmızı-Beyaz Dergisi

  • Ejderha Ömer

    Ejderha Ömer

    25 Ocak 1944 tarihli “Kırmızı-Beyaz” dergisinde, Refik Osman Top imzalı bir yazıda, Fenerbahçe-Moraveska Slavya maçından müthiş bir hatıra var. Mütareke/İşgal yıllarının müthiş Fenerbahçesinin, büyük golcülerinden Beleş Ömer (Tanyeri) meğerse aynı zamanda Ejderha Ömer imiş. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerli Beleşçi Ömer Meşhur Halatın Parmağını Nasıl Kaptı?

    Taksim Stadı’nda müdürlük yaptığım sıralarda Galatasaray ve Fenerbahçe kulüpleri şehrimize Moraveska Slavya isminde bir takım getirmişlerdi.

    Moraveska Slavya, Galatasaray Fener kulüplerile birer maç yaptıktan sonra bu iki kulübün karma takımile karşılaşacak ve son oyununu da karşı yakanın seçme onbirile yapacaktı.

    Fener-Moraveska Slavya maçı günü stat gişeleri öğleden evvel açıldı. Öyle bir kalabalık ki…

    Mühim maçı görmek için halk birbirini çiğniyor, bazı gruplar da süvari polisinin müdahelesile dağıtılıyordu. Maça başlandı. “Ya, ya, ya… Şa, şa, şa, çok yaşa Fenerbahçe” teranesi tempolu bir şekilde stadı çınlatıyordu.

    Stadın kapısındaki gürültüyü yatıştıramadığımız için birinci devreyi seyredemedim. Esasen Çek futbolünü hiç sevmem. Mücadele sporu olan futbolu, tenis gibi oynuyorlardı. Paslar o kadar müptezel oldu ki sanki futbol hep pas oyunu… Oyunlarında bir durgunluk, yorgunluk göze batıyor. Kafa golleri, şütleri, hatta cesaretleri de yok gibi… Ara sıra profesyonel kurnazlıklar görülüyor. Böyle futbolun nesi sevilir.

    İkinci devrede Fenerbahçe’yi seyretmek için balkona çıktım. Öyle bir futbol ki soyunup aralarına gireceğim geldi. Sistemli, ahenkli, şuurlu ve yerden bir oyunla Fenerliler ecnebi takımına ders veriyorlardı.

    Maçın en heyecanlı bir yerinde statyom memurlarından Raif ve İhsan koşa koşa yanıma geldiler ve heyecanla : “Çabuk gelin, misafir futbolculardan birinin parmağını kapmışlar, etler, kemikler dışarı fırladı” dediler.

    Şaşırdım, kaldım. İlk aklıma gelen şey kuduz bir köpeğin sahaya girmesi oldu. Fakat nereden gelecek ve köpeğin oyunda ne işi var.

    Stat odasına girdiğim zaman Moraveska Slavya’nın meşhur müdafii ayakta bağırıyor ve ağlıyordu. Yanına yaklaştığım zaman şehadet parmağının baş tarafı, tırnak ve et kısmı tamamen kopmuş sallanıyordu. Feci işin mahiyetini sorduğum zaman yüzüme dönüp : “hart, hart” yaptı ve elleriyle de kısa boylu, şişman bir futbolcunun kaptığını anlatır gibi oldu.

    Maç bittikten sonra Beleş Ömer’i duş kenarında yakalayıp sıgaya çektim ve bana her şeyi anlattı ve kulağıma eğilerek “Aman kimse duymasın, kalas… kereste gibi herif. Birimizin ayağını ele verecek. O yapamadan kafiri dişledim, gerisini sorma” dedi.

    Stadın kapısına toplanan halk yığınları Fener’in güzide on birini alkışlarken Ömer’i bir kenara çekip : “Senin damarında saldırmak, ısırmak, kapmak, ulumak var mı?” dedim, güldü… Birkaç kere güldü ve : “Yahu beni tasmasız sokak köpeği yaptın” dedi. Ve biraz daha yürüdük gülerek ve yüksek sesle : “Damarımda kanımda köpeklik yoktur. İcabat-ı futbol bazan da ejderha da olurum” dedi.

    Beleşçi Ömer, halkın çok sevdiği Fener takımında kendi has oyunile her maç muhakkak gol çıkarırdı, kıymetli bir oyuncu idi. Kendisini çoktan beri görmedim. Yoksa rahmet okumak sırası geldi mi? İnşallah sağdır.

    Refik Osman Top (Kırmızı-Beyaz Dergisi / 25 Ocak 1944)Ejderha Ömer