Fenerbahçe, 13 Eylül 1942 tarihinde başlayıp 7 Mart 1943’de biten İstanbul Ligi’ni 18 maçta (üç tanesi hükmen) 15 galibiyet, 1 beraberlik ve 2 yenilgiyle Beşiktaş’ın arkasında ikinci tamamladı. Böylelikle Milli Küme maçlarına katılmaya hak kazanan Fenerbahçe, burada da 14 maçta 11 galibiyet, 2 beraberlik ve 1 mağlubiyet alarak beşinci Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Sezonun gol kralı, bir önceki şampiyonlukta olduğu gibi, yine Melih Kotanca oldu… Bu defa 18 maçta tam 19 gol attı… Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin beşinci Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…
Fenerbahçe, 1 Ekim 1939 tarihinde başlayıp 24 Mart 1940’da biten İstanbul Ligi’ni 18 maçta (biri hükmen) 14 galibiyet, 2 beraberlik ve iki yenilgiyle Beşiktaş’ın arkasında ikinci tamamladı. Böylelikle Milli Küme maçlarına katılmaya hak kazanan Fenerbahçe, burada da 14 maçta 11 galibiyet, 2 beraberlik ve 1 mağlubiyet alarak dördüncü Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Sezonun gol kralı, kırılması güç bir rekora imza atan Melih Kotanca oldu… 25 maçta tam 51 gol buldu… Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin dördüncü Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…
Fenerbahçe, 25 Ekim 1936 tarihinde başlayıp 28 Şubat 1937’de biten İstanbul Ligi’ni 11 maçta 11 galibiyet ile sadece tek gol yiyerek şampiyon tamamladı. Böylelikle ilk defa düzenlenen Milli Küme maçlarına katılmaya hak kazanan Fenerbahçe, burada da 14 maçta 10 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 mağlubiyet alarak üçüncü Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Sezonun gol kralı ise 22 maçta attığı 19 gol ile Esat Kaner’di… Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin üçüncü Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…
Fenerbahçe, 19 Ekim 1934 tarihinde başlayıp 15 Mart 1935’de biten İstanbul Ligi’ni 14 maçta 10 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 mağlubiyetle şampiyon olarak tamamladı. Böylelikle Türkiye Futbol Şampiyonluğu maçlarına katılmaya hak kazanan Fenerbahçe, Balıkesir’de oynanan grup birinciliklerinden sonra İstanbul’da finalleri oynadı ve ilk şampiyonluğunda olduğu gibi, yine bir İzmir takımını, Altınordu’yu 3-1 yenerek Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Sezonun Fenerbahçe adına gol kralı ise bir değil, üç kişiydi. Sonraki yıllarda isminin başına “Büyük” lakabı gelecek olan Fikret Arıcan, Muzaffer Çizer ve Namık Erbay 13’er golle Fenerbahçe’nin en çok gol bulan oyuncuları oldular… Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin ikinci Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…
Meşhur futbolcumuz, rahmetli Lebip Elmas, 11 Ekim 1955 tarihli “Fenerbahçe Spor Gazetesi”nde bir derbi klasiğini yazmış… Galatasaraylıların alayları ve Fenerbahçe’nin verdiği ders… Bu formayla dalga geçilmez! Keyifli okumalar.
Lebip Elmas 1932’den 1945 yılına kadar bazı fasılalarla Fenerbahçe takımında sol açık, sol iç, sol haf ve daha ziyade sol bek mevkilerinde yer almış eski bir şöhretimizdir. Futbol oynadığı sıralarda milli maç yapılmadığı için -Esat ve Taka Naci gibi- milli olamayan Lebip, müteaddit defalar muhtelit takımlarda yer almıştı.
Arkadaşları arasında “Lehet” diye çağrılan Lebip’e seyirciler canlı ve girgin oyunu yüzünden “karakaplan” ismini takmışlardı. Halen 44 yaşında olan Elmas, Denizcilik Bankası Liman İşletmesi Haydarpaşa Kara Baş Puantörü bulunmakta, kulübün de uzun zamandan beri stad amirliğini yapmaktadır.
Galatasaraylılar Bizimle Alay Ediyordu
Uzun spor hayatımda bir çok mühim maçlarım oldu. Fakat bunların içinde bir tanesi var ki hâlâ aynı kuvvetle üzerimde tesir icra etmektedir.
Zannedersem 1943 senesi Mayıs ayındaydı. Maarif Kupası deplasman maçları için İzmir’e gitmiştik. Gene Galatasaray’la beraber seyahat ediyorduk. Ben o esnada kadronun yedeği bile bulunmuyordum ve yolculuğa Ali Muhittin Hacı Bekir’in parasıyla, mahzun olmamam için alınmıştım.
Galatasaraylılar İzmir’de iki galibiyet almışlar, bizim takıma fena bir talih; bir beraberlik ve bir mağlubiyet nasip olmuştu. İzmir’de son gece üzgün bir şekilde Deniz Gazinosu’na gitmiştik. Hepimiz yaşlı gözlerle üzüntümüzü azaltmaya çalışıyor, birbirimizi teselli ediyorduk. Gazinonun müzisyenleri bir hafta sonra Caddebostan’a geleceklerdi. Aynı gazinoda bulunan Galatasaraylılar –onlar fena netice aldığı zaman bizlerin sessiz sedasız kalmasına mukabil bizimle alay ediyorlar- haftaya yapılacak maçta Fenerbahçe’yi rahat yeneceklerini ve Caddebostan’da da eğleneceklerini söylüyorlardı. Bu hepimizi hırslandırmış, İstanbul’daki maçın saatini sabırsızlıkla beklememize yol açmıştı.
Bu Formayla Dalga Geçilmez
Bandırma’da idareciler bana, Galatasaray’a karşı oynayacağımı, ona göre hazırlanmamı söylediler.
Maçtan önce Hacı Bekir bizleri topladı ve “Vaziyeti gördünüz. Namusumuzu temizlemeliyiz, söz veriyor musunuz?” dedi. Hep bir ağızdan “Söz veriyoruz” cevabını verdik. İşte o anda maçı kazanmıştık. Zira aynı his ve imanla dolmuştuk.
Oyun pek çetin geçti.
Cihat, Murat, Lebip, Boncuk Ömer, K.Halil, Esat, Fikret, Naci, Melih, Müzdat, Halit tertibindeki kadromuz maçın üçüncü dakikasında Naci’nin attığı nefis golle sahadan 1-0 galip ayrıldı. Maçtan sonra Cihat’la kucaklaşırken futbol sahasında üçüncü defa kırılan burnumdan akan kanlar kaptanın yüzünü kıpkırmızı yapmıştı. Bu defa da ağlıyorduk, amma sebep sevinçti.
Bu suretle Maarif Kupası şampiyonu olmuştuk. Fakat esas mühim olan takım arkadaşlarının birbirine bağlılığı ve sahada elimizden geldiği kadar yardımlaşmamızdı. O günkü renk aşkını, o maçtaki şahlanmamızı el’an unutamam.
1957 gibi özel bir yıl, Fenerbahçe tarihinin en büyük hayal kırıklıklarından birine sahne oldu. Büyük bir coşkuyla yapılması beklenen törenler idare heyetinin aldığı kararlar yüzünden çok az kişiyle gerçekleştirildi. Yine de birbirinden güzel enstantaneler yaşandı. Fenerbahçe’nin 50. yıl törenleri I, detayları ile dönemin Cumhuriyet gazetesinden karşınıza geliyor.
Sertçe geçen rüzgara, kapalıca havaya, idare heyetinin yüksek fiyatla satışa çıkardığı biletler de eklenince merasim az bir seyirci topluluğu önünde yapılmak zorunda kaldı.
Saat 14:30’da merasim başladı. Önce Deniz Eğitim Bandosu olduğu halde bayrağı taşıyan Altan, flamayı taşıyan Karabelen, 50. yıl bayrağını taşıyan Ayten’i müessisler, idare heyeti, eski şampiyonlar, denizciler, basketbol ve voleybol kız ekipleri, voleybol ekibi, basketbol yıldız, genç ve (A) takımları boks, ping-pong takımları, atletizmin üç ekibi ve yıldız, genç ve (A) futbol takımları takip ettiler. Az olmasına rağmen, seyirciler tarafından hararetle alkışlandılar.
Konuşmalar ve Ödül Töreni
İlk sözü kürsüye gelen Vali ve Belediye Reisi Fahrettin Kerim Gökay aldı. Veciz bir hitabede bulunarak “Fenerbahçe Türk milletinin malı olmuştur, var olsun” dedi. Fenerbahçe’ye Vali ve Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin yolladığı buketler sunuldu.
Umumi Katip Ertuğrul Akça söz alarak Fenerbahçe’ye karşı gösterilen alakaya teşekkür etti. Merhum Ali Naci Karacan adına kulübe bir kupa hediye edildi. Galatasaray kulübü mümessili Semih Türkdoğan sarı-kırmızılıların bir buketini hediye etti. Hakkı Yeten de Beşiktaş adına tebrikatta bulundu.
Müteakiben Fenerbahçe’ye emeği geçmiş zevata törenle madalyaları verildi.
En enteresan tevzi en eski Fenerbahçeli Mustafa Elkatib‘e madalyası verilirken oldu. Emektar Fenerbahçeli ağlıyordu. İlk şampiyon takımın soliçi Sait Selahattin Cihanoğlu’na madalyasını Fenerbahçe’nin en genç futbolcusu Ergun Öztuna verdi.
Kızılay teşkilatı ise Fenerbahçe flamasına en büyük nişanını taktı.
Tekaütler Maçı
Program mucibince tekaütler maçı Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynandı. Eskinin şöhretleri klaslarını kaybetmediklerini saha yabancılığı çekmelerine rağmen Dolmabahçe’de de gösterdiler.
Hüsamettin, Lebip, Fazıl (Püzant), Necdet, Halil, Semih, Esat, Müzdat, Ahmet, Boncuk Ömer, Mehmet Reşat ve Bedri’nin yer aldığı Fenerbahçe takımı; Avni, Necmi, Reha, Celal, Eşfak, Musa, Cici Necdet, Selahattin, Fazıl, Danyal’ın oynadığı Galatasaray takımı ile Nurettin Otmar Savcı’nın idaresinde hakikaten çetin bir karşılaşma yaptılar. Bir penaltı kaçıran Galatasaraylılar sahadan 0-0 berabere ayrıldılar.
Bundan tam 81 yıl önce, 23 Mayıs 1939 tarihinde Fenerbahçe ve Süleymaniye takımları özel İstanbul Şildi maçı için karşı karşıya geldiler. Maç 9-0 gibi enteresan bir skora ve skordan da enteresan bir ikinci yarıya sahne oldu. Birçok gazetenin, daha önemli maçlar olduğu için küçük bir bölüm ayırdığı (ve bazılarının skordan başka detayları uydurduğu) maçın en geniş hikayesini “Haber-Akşam Postası” gazetesi aktarmıştı. Keyifli okumalar…
Şild turnuvasının finali dün Kadıköyü’nde Fenerbahçe Stadı’nda Fenerbahçe ve Süleymaniye takımları arasında yapıldı.
Az bir seyirci kütlesi önünde oynanan bu maça Fenerbahçe şu kadro ile çıkmıştır.
Oyuna başlar başlamaz Fenerliler hakimiyeti aldılar. Süleymaniyeliler noksan ve zayıf kadrolarına rağmen canla başla oynuyorlar. Mamafih Fenerliler üstünlüklerini üst üste yapılan sayılarla tespit ettiler. Bu arada Süleymaniyeliler, Fener aleyhine verilen bir penaltı cezasını iki defa tekrar ettirildiği halde sayı yapamadılar. Birinci devre nihayetlendiği zaman Fenerbahçe 9-0 galip vaziyetteydi.
Süleymaniyeliler bu zayıf kadro ile ikinci devrede oyuna devam imkanı görmediklerinden hükmen mağlubiyeti kabul ettiler ve sahaya çıkmadılar. Bundan sonra ise, takımları bazı Fenerli oyuncularla takviye edildi ve müsabaka dostane bir karşılaşma ve bir antrenman şeklinde 40 dakika daha devam etti.
Bir tanesi de bizim sitemizde yayınlanan “Tarihte Bugün” sayfalarında, bazen sadece “Yaşar” olarak, bazen de soyadıyla “Yaşar Yalçınpınar” şeklinde rastlamışsınızdır ismine… O da hiç hak etmediği halde, unutulup gidenlerden biri… Daha doğrusu, Türk futbolunun 1959 öncesini silmek isteyenlerin unutmak istediklerinden biri… Fakat, hayır! Bizler onu ve arkadaşlarını unutturmayacağız.
Yaşar Yalçınpınar’ın yeğeni, sayın Zafer Yalçınpınar, kendi sitesinde onun hakkında çok güzel bir metin kaleme almış. Biz müsaadesiyle yazıyı buraya da aldık. Fakat yazıya geçmeden önce bizim de birkaç katkımız olsun istedik.
6 Haziran 1937 tarihinde Fenerbahçe Spor Kulübü, Kadıköy’de 29. kuruluş yıldönümünü kutluyordu. Sporcuların resmî geçidinden sonra, ilk olarak Fenerbahçe-Güneş tekaütleri maçı oynandı, sonra da Fenerbahçe birinci takımı Rapid Wien ile karşılaştı… Aynı saatlerde İstanbul’un Avrupa yakasında Taksim Stadı’nda ise Ankaragücü, Galatasaray ile maç yapıyordu. Yaşar Yalçınpınar’ın hat-trick yaptığı bu müsabaka için mikrofonlarımız Akşam gazetesinde…
Bu hafta millî kümenin yegane maçı olan Galatasaray-Ankaragücü karşılaşması dün iki-üç bin seyirci önünde Taksim Stadı’nda oynandı.
Galatasaray takımı şöyle idi: Sacid, Reşat, Lütfi, Ekrem, Hayrullah, Suavi, Necdet, Eşfak, Süleyman, Haşim, Bülent
Ankaragücü de en kuvvetli şeklini muhafaza ediyordu.
Dördüncü dakikada Ankaragücü sol açığı Hamdi’nin şandellediği topu karşılamak üzere çıkan Sacid, Galatasaray kalesini boş bıraktı ve top Güc’ün en tehlikeli muhacimi Yaşar’a geçince Lütfi de boş kaleye geçti. Yaşar topu kaleye gönderdi ve Lütfi eliyle tutmak mecburiyetinde kaldı. Bu suretle penaltıdan Ankaragücü ilk dakikalarda birinci golünü (Şükrü) yaptı.
Bu devrede maç hemen hemen mütevazin oldu, fakat Galatasaray muhacimleri hayli beceriksizlikler yaparak mühim fırsatlar kaçırdılar. O kadar ki kırk dördüncü dakikada Ankaragücü aleyhine verilen penaltıyı bile gole çeviremediler. Devre 1-0 Ankaralılar lehine bitti.
İkinci devre başında Güçlüler, Galatasaray’ın üstünlüğünü bertaraf etmeye muvaffak oldular. Galatasaray kalesinin üst üste tehlikeli ziyaretlerine maruz kaldığı görülüyordu. Nitekim Yaşar 17. ve 18. dakikalarda birbiri arkasına iki gol çıkararak takımını 3-0 galip vaziyete çıkardı.
Galatasaraylıların artık muhakkak bir mağlubiyeti kabul edecekleri tahmin edilirken sarı kırmızılılar yeniden hücuma geçtiler ve 20. ve 21. dakikalarda iki gol çıkardılar.
Maç en heyecanlı safhasına girmişti. Galatasaraylılar bir gol daha çıkararak beraberliği kurtarmak için çabalıyorlardı. Muhakkak bir galibiyeti tehlikeye düşüren Güçlüler de yeniden bir sayı çıkarmak için uğraşıyorlardı. Güçlüler bu mücadeleden galip çıktılar. Yaşar, 31. dakikada bir gol daha atarak kati şeklini verdi ve Güçlüler sahadan 4-2 Galip çıktılar.
4 Nisan 1938 tarihli Haber gazetesinden
Araştırmacı Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre Yaşar Yalçınpınar, Fenerbahçe formasını ilk kez 3 Nisan 1938 tarihinde oynanan İstanbul Şildi Çeyrek Final maçında giydi ve İstanbul’un sarı-lacivert formasıyla ilk golünü de yine bu maçta attı. Bu bilgiyi doğrulayan Eşref Şefik Bey, Tan gazetesindeki maç yazısına şöyle başlıyordu :
İstanbul futbol ajanlığı tarafından tertip edilen şilt maçlarına, dün Fener Stadı’nda devam edildi ve hakem Adnan Akın’ın idaresinde Fenerbahçe ile Anadolu kulüpleri karşılaştılar.
Fenerbahçe takımı Ankaragücü merkez muhacimi Yaşar’ı kadrosuna alarak şu şekilde çıkmıştı:
Hüsamettin, Lebip, Fazıl, Reşat, Angelidis, Fikret, Naci, Ali Rıza, Yaşar, Bülent, Orhan
1 Mayıs 1938 tarihli Ulus gazetesinden
Fenerbahçe 1938’de Millî Küme’ye devam etmediği için bol bol özel maç yaptı.
Bunlardan ikisi 30 Nisan ve 1 Mayıs tarihlerinde Ankara’da oynandı.
İkincisi yine aynı iki takım arasında oynandı ve bu defa (Fenerbahçe ilk yarıyı 4-0 önde kapatmasına rağmen, herhalde biraz da rehavetle) 5-5 berabere bitti. Fenerbahçe’nin birinci ve üçüncü gollerini Yaşar Yalçınpınar attı. Ulus gazetesinin haberine bakılacak olursa, birinci gol Fikret Arıcan’ın pasıyla gelmiş; üçüncü gol ise 39. dakikada Yaşar’ın karışık bir vaziyetten istifade etmesiyle yapılmıştı.
Tarihe not düşmek adına, bir parantez açıp bu iki maçta Fenerbahçe’de ve karma takımlarda oynayan futbolcuları yazalım…
Fenerbahçe : Hüsamettin Böke, Necdet Erdem, Lebip Elmas, Yorgo Angelidis, Yaşar Alpaslan, Fazıl Arzık, Mehmet Reşat Nayır, Fikret Arıcan, Esat Kaner, Niyazi Sel, Ali Rıza Tansı, Yaşar Yalçınpınar, Naci Bostancı, Şaban Topkanlı, Orhan Canpolat
Ankaragücü/Gençlerbirliği Karması : Rahim Kotan, Nuri Togay, Enver Erlat, Keşfi Tarlan, Nusret Göktuna, Semih Sözer, Abdül Küçüktaşkıner, Selim Baykurt, Ali Anul, Hasan Pulat, Fahri Akay, Ali Rıza Arda, Mustafa Yılmaz
3 Ekim 1938 tarihli Akşam ve Bugün gazetelerinden
Yeni sezon geldi, çattı.
Ve Fenerbahçe, 2 Ekim 1938’de 1938-1939 İstanbul Ligi’nin ilk maçına çıktı.
Rakip Beşiktaş o sezon fırtına gibi esecek, 18 maçın sonunda hiç yenilmeden ve sadece üç kez berabere kalarak İstanbul Şampiyonu olacaktı.
O Beşiktaş ilk yarıyı 2-0 önde kapattı ama Akşam gazetesinde maçı yazan Ulvi Yenal’a göre ikinci yarının 11. dakikasında Yaşar’ın yerden çektiği çok sıkı bir şut, güzel bir plonjon yapıp topa yetişen Beşiktaş kalecisi Mehmet Ali’yi geçip gol oldu. Üstüne bir gol de Fikret Arıcan atınca, maç 2-2 berabere sonuçlandı.
30 Ocak 1939 tarihli İkdam gazetesinden
Yaşar Yalçınpınar, bu tarihten sonra 25 Aralık 1938’e kadar oynamadı veya oynasa bile gol bulamadı.
Fakat bundan sonra da üst üste tam altı İstanbul Ligi maçında bir oynadı, pir oynadı. 7 gün arayla, 6 maçta, tam 12 gol attı.
25 Aralık 1938’de, 6-1 biten maçta Hilal’e 3 gol, 1 Ocak 1939’da, 6-2 biten maçta Beykoz’a 2 gol, 8 Ocak 1939’da 7-0 biten maçta Süleymaniye’ye 2 gol, 15 Ocak 1939’da 8-1 biten maçta İstanbulspor’a 2 gol, 22 Ocak 1939’da 8-0 biten maçta Topkapı’ya 2 gol, 29 Ocak 1939’da 3-2 biten maçta Galatasaray’a 1 gol.
Galatasaray maçındaki golü için sözü yine gazetelere bırakalım..
Altıncı dakikada Ali Rıza topu uzaktan Galatasaray kalesine doğru ortaladı. Lütfi kale önüne düşen topu güzel bir degajmanla uzaklaştırdı. Top santraya doğru ilerlemiş olan Yaşar’ın önüne düştü. Yaşar’ın da Galatasaray kalesine kadar inen uzun bir şandelini görüyoruz. Osman kaleden çıkarak bu şandeli yumrukla uzaklaştırdı. Akını gayet iyi bir şekilde takip eden Mehmet Reşat topu havadan kalenin önüne doğru vurdu. Santrfor Yaşar yakaladığı topu yerden Galatasaray kalesine gönderdi. Lütfi ile Osman aynı zamanda plonjon yaptılar. Lütfi’nin hareketi kaleciyi şaşırttığı için Osman topu tutamadı. Yaşar’ın ikinci bir sol şutu yerden ağları buldu.
20 Mart 1939 tarihli Haber gazetesi ile 26 Mart 1939 tarihli Son Posta ve Vakit gazetelerinden
Fenerbahçe, ligi Beşiktaş’ın arkasından ikinci bitirdi ve Türkiye Şampiyonluğu maçları için Millî Küme’ye gitmeye hak kazandı.
Evet, Fenerbahçe hak kazandı ve maçlara da (19 Mart’ta Vefa, 25 Mart’ta Ankaragücü ile karşılaşarak) başladı ama kulüpte ortalık karışıktı. Cumhuriyet gazetesinde durum şöyle özetleniyordu :
1938 Millî Küme maçlarına katılmayan Fenerbahçe’de müessisler umumi heyeti bir toplantı yapmış ve Millî Küme talimatnamesinde kulüp idare heyetinin tadilini istediği noktalara hiçbir cevap verilmemiş olması dolayısıyla maçlara iştirak etmemeye karar vermişti. Fenerbahçe idare heyeti azasından bir zat da Müessesan heyetinin verdiği kararı Galatasaray kulübüne bildirmişti. Fakat Fenerbahçe’nin Müessesan ve idare heyetlerinin bu hususta vermiş oldukları kararı geç vakit protesto eden Fenerbahçe futbolcuları verilen bu kararı tanımayarak sahaya çıkmak arzusunu göstermişler ve soyunmuşlardır.
Gazetelerde aynı anda Fenerbahçe Kulübü’nün ve futbolcuların tebliğleri yayınlandı.
Kulüp idaresi, “Fenerbahçe Spor Kulübü’nün otuz bir sene gibi uzun bir spor hayatı devresinde tesadüf etmediği bir vaziyet karşısında kaldığı ve idare heyeti kararına muhalif olarak bazı oyuncuların isyankar hareketlerde bulunduklarını teessürle kaydetmekteyiz. Bu dakikada müşevvik ve muharrikler hakkında muktezi tahkikatın yapılmakta olduğu ve taayyün edecek vaziyete göre en şiddetli disiplin cezaları verilerek tatbikinin fevkalade olarak davet edilecek Müessisler heyetine bildirilmesi takarrür etmiştir” açıklamasını yaptı.
Bazı futbolcular ise buna mukabil, “Biz sahada teşkilatın emrettiği oyunu oynamakla mükellefiz. Bu sene de geçen seferki gibi bir ihtilafa yol açmamak için bu fedakarlığı yaptık” diyorlardı.
Neticede olan yine Fenerbahçe’ye oldu. Ligin ilk 7 maçında 6 galibiyet ve sadece 1 yenilgi alan Fenerbahçe, koskoca ikinci devrede tek bir maç bile kazanamadı ve 2 beraberlik, 5 yenilgi sonrası 1939 Millî Küme’sini 5. sırada bitirdi.
Sezonun sonunda Galatasaray,1959 öncesindeki tek Türkiye şampiyonluğunu, oldukça tartışmalı (ve yarıda kaldığında geride oldukları) bir maçtan sonra Federasyon kararıyla kazanacaktı.
Bu arada Yaşar Yalçınpınar da Mayıs ayından 1 Ekim 1939’daki İstanbul Ligi açılışına, Galatasaray maçına kadar forma giymedi.
2 Ekim 1939 tarihli Akşam gazetesinden
1939-1940 İstanbul Ligi’ni de Beşiktaş şampiyon, Fenerbahçe ikinci olarak bitirdiler.
Yaşar Yalçınpınar ilk dört maçın üçünde, Topkapı’ya, Beşiktaş’a ve Süleymaniye’ye birer gol attı. Daha sonra Hilal ve Süleymaniye maçlarında bir kez daha fileleri havalandırırken gördüğümüz santrforumuz 14 Ocak 1940 – 25 Mayıs 1940 arasında iki özel maç haricinde suskunluğa büründü.
31 Ekim 1939 tarihli Yeni Sabah gazetesinden
31 Ekim 1939 tarihli Akşam gazetesinden
31 Ekim 1939 tarihli Cumhuriyet gazetesinden
31 Ekim 1939 tarihli Son Posta gazetesinden
Dönem gazetelerinde yarım kalan Fenerbahçe-Galatasaray maçının haberleri
Bu arada Yaşar Yalçınpınar, Fenerbahçe kariyeri boyunca Galatasaray’a attığı 4 golün ikisini 30 Ekim 1939 tarihli “Cumhuriyet Bayramı Kupası” maçında kaydetti ama maç pek de bayram havasında geçmediği gibi, üstüne bir de ikinci yarıda çıkan kavga yüzünden yarım kaldı.
Cumhuriyet gazetesi maçtan sonra “Gençliğin spor yapmasını, seyircinin spor zevkini bu gibi müessif vak’alarla ihlale kimsenin hakkı yoktur. Otuz küsur seneden beri muhtelif vesilelerle namütenahi maçlar yapmış olan bu güzide iki kulübün maçı, iyi düşüncelerle tertip edilmiş, fakat tevil edilmez bir tatsızlık içinde yarım kalmıştır” yazdı.
Aynı gün İstanbul Matbuat takımı da Fenerbahçe-Galatasaray tekaüt karmasıyla bir maç yapacaktı ama “iki eski kulübün on bir oyuncuyu toplayamamış olması sebebiyle” Matbuat takımı seremoni yaptı ve hükmen galip ilan edildi. Bunlar da böyle yıllardı işte…
8 Temmuz 1940 tarihli Akşam ve Son Posta gazetelerinden
Nerede kalmıştık? 1940 Millî Küme… Evet…
Türkiye Şampiyonluğu müsabakaları, 24 Mart 1940 tarihinde, Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı 5-1 yendiği maçla sona eren İstanbul Ligi’nden sadece bir hafta sonra, 31 Mart 1940’da başladı.
Takvimler 7 Temmuz 1940”ı gösterdiğindeyse, Fenerbahçe, Beşiktaş’ı yine 5 golle (bu sefer 2’ye karşı) yendi ve dördüncü kez Türkiye Şampiyonu oldu.
Yaşar Yalçınpınar oynanan 14 maçın 9 tanesinde forma giyerken, rakip kalelere 4 gol bıraktı. Bunların ikisini Beşiktaş ile yapılan son maçta atarak şampiyonluğu perçinledi.
23 Eylül 1940 tarihli Ulus ve Tan gazetelerinden
21-22 Eylül 1940 tarihlerinde Fenerbahçe, Türkiye Futbol Şampiyonluğu finali için Ankara’ya gitti. Fakat aynı hafta sonu İstanbul’da da ligin açılış maçları oynanacak ve geçmiş yılların Türkiye Şampiyonluğu kupaları dağıtılacaktı.
İstanbul Ligi’nin açılış maçını Beşiktaş ile yapacak olan Fenerbahçe “Ne yardan, ne serden” dedi ve (“Büyük” Fikret Arıcan, “Küçük” Fikret Kırcan ve Yaşar Yalçınpınar takviyeli kadrosuyla çıktığı maçta) Eskişehir Demirspor’la 0-0 berabere kaldı. Sonra adı geçen üç oyuncu İstanbul’a geri dönüp Beşiktaş maçına çıktılar.
Fakat Fenerbahçe hem ikinci maçta Ankara’da Eskişehir’e 3-1 yenilip Türkiye Şampiyonluğu’ndan oldu, hem de İstanbul’da Beşiktaş’a yenilip lige dezavantajlı başladı.
Eskişehir Demirspor, kaderin bir cilvesiyle şampiyonluk şildini Dışişleri Bakanı ve Fenerbahçe Başkanı Şükrü Saracoğlu’nun elinden alırken, Fenerbahçe de İstanbul’da 1937 ve 1940 Millî Küme şampiyonluklarının kupasını (İngiltere Kralı’nın Türkiye ziyaretinde Atatürk’e hediye edilen adeta sanat eseri gibi bir mükafatı) müzesine götürmek üzere törenle teslim alıyordu.
10 Mart 1941 tarihli Cumhuriyet ve Tan gazetelerinden
Artık bu güzel hikayenin “bizim tarafımızdan” sonuna doğru geliyoruz…
1940-1941 sezonu Fenerbahçe için şampiyonluklardan uzak geçti. İstanbul Ligi’ni yine Beşiktaş , bu sefer 18’de 18 yaparak kazanırken, hemen sonrasında Millî Küme’yi de birinci bitirdi ve Türkiye Şampiyonu oldu.
Yaşar Yalçınpınar, İstanbul Ligi’nin ilk beş maçında forma giyip, sadece bir gol atabildi.
Sonrasında 6 maç sahaya çıkmadı. Derken…
Ligin ilk yarısında tek golü attığı Kasımpaşa karşısına bir çıktı, 1938’deki gibi pir çıktı. 5 Ocak 1941’de, 4-0 biten maçta Kasımpaşa’ya 1 gol, 12 Ocak 1941’de, 6-0 biten maçta Süleymaniye’ye 3 gol, 26 Ocak 1941’de, 5-2 biten maçta Beyoğluspor’a 1 gol, 2 Şubat 1941’de, 3-1 biten maçta Topkapı’ya 1 gol, 9 Şubat 1941’de, 3-0 biten maçta Vefa’ya 1 gol, 23 Şubat 1941’de, 4-1 biten maçta İstanbulspor’a 1 gol attı. Arada sadece Beşiktaş maçını boş geçmişti. 1940 İstanbul Ligi böylece bitti.
Fakat Yaşar Yalçınpınar’ın Galatasaray’a atılacak bir golü daha vardı.
9 Mart 1941 Pazar günü iki ezeli rakip Şeref Stadı’nda, Dörtler Kupası maçında karşı karşıya geldiler. Fenerbahçe, 80. dakikada “Küçük” Fikret Kıcan’ın ayağından bir gol bulup 1-0 öne geçti. Maç tam bitmek üzereyken, 90. dakikada Yaşar Yalçınpınar sol ayağıyla yerden sert bir şut çekti ve onun bu “son derbi golü” ile Fenerbahçe maçı 2-0 kazandı.
24 Mayıs 1941 tarihli İkdam ve 6 Temmuz 1941 tarihli Akşam gazetelerinden
1940-1941 Millî Küme Şampiyonası, Yaşar Yalçınpınar’ın Fenerbahçe’de forma giydiği son sezon oldu.
18 maçın yalnızca 4 tanesinde oynayabildi.
24 Mayıs 1941’de Fenerbahçe, bir sezon önce Türkiye Şampiyonluğu’nu kaybettiği Eskişehir Demirspor’u 3-1 yendi. O gün maçı stadyumda izleyenler Yaşar’ın Fenerbahçe için attığı son gole şahit olmuşlardı.
7 Temmuz 1941 tarihinde gazetelerde Fenerbahçe’nin Maskespor’u 3-0 yendiği maçın kadrolarına bakanlar ise, Yaşar Yalçınpınar’ı son kez Fenerbahçe on birinde gördüler.
1940 Türkiye Şampiyonluğumuzun mimarlarından Yaşar Yalçınpınar… Attığı gollerden sonra Fenerbahçe taraftarının yaptığı sevinç tezahüratları hâlâ evrenin bir yerlerinde yankılanıyor.
Onu asla unutmayacağız. Umuyoruz ki kulübümüz de unutmaz.
FenerbahceTarihi.org
Söz Zafer Yalçınpınar Beyefendi’nin…
Aslında, büyükamcam (babamın amcası) Yaşar Yalçınpınar’ın futbolculuk geçmişine ilişkin fazla bilgi sahibi değiliz. Büyükamcam, garip bir şekilde, 1933-1945 yılları arasında futbol oynadığı döneme ilişkin hiç konuşmazdı. Mizacı böyleydi. Televizyonda bir futbol maçı izlerken kendini kaybedip futbolcuların davranışları, skor ya da oyunun gidişatı üzerine bir şey söylediğini de hatırlamıyorum. Her zaman sessiz sessiz oturur, dikkatlice maçı izlerdi. Ben okuduğum lisenin basketbol takımı ile D.S.İ.’nin basketbol takımında oynarken, birkaç kez beni yanına çekerek “Antrenmanlar nasıl gidiyor?” diye sorması ve arada bir “İyi antrenman yapmalısın. Çünkü basketbol yorucu oyundur, futbol gibi değildir. Futbolda top sende değilken dinlenebilirsin ama basketbolda hiçbir zaman dinlenemezsin!” demesinin dışında spor ya da futbol hakkında bana bir şey söylediğini hatırlamıyorum. Bununla birlikte, 50’li yılların sonuna doğru futbolun endüstrileşerek değişmesini, büyükamcamın futbol geçmişini kayıt altına alacak (buna merak duyacak) bir evlâdının olmaması ile ailemin benden önceki kuşağının futbola ve tarihine yeterince ilgi duymamasını da büyükamcamın -özellikle futbol konusunda- takındığı içe dönük mizacın nedenleri olarak görebiliriz. Sonuçta, babamın büyükamcam hakkında aktardıkları dışında tutarlı bir bilgiye sahip değiliz.
Büyükamcam 1914’te Kadıköy’ün Kuşdili semtinde doğuyor. Santrfor Yaşar Yalçınpınar, 30’lu yılların ortasında genç bir delikanlıyken Kuşdili semtindeki arkadaşlarıyla futbol oynamaya başlamış. Kuşdili’nde, sokakta, bir duvarın önünde sürekli olarak duvara topu göndererek sağ ayak sol ayak paslaşma çalışması yaparmış. Arkadaşlarının arasında çok azimli, hırslı, içine kapanık, ters ve inatçı biri olarak tanınırmış gençliğinde… 1936 öncesinde semt takımları arasında oynanan birçok özel maça katılmış. Büyükamcamın Moda, Üsküdar ve Kuşdili’nin yanı sıra Büyükada, Heybeliada, Kınalıada semti takımları için forma giydiğini ve birçok kez İstanbul Karması’nda yer aldığını da ancak eski fotoğraflardan öğrenebiliyoruz.
Santrfor Yaşar, 1934-35’te büyükteyzem Meral ile tanışıyor ve evlenmeye karar veriyorlar. Büyükamcamın evlilikten önce askerlik ödevini tamamlaması gerekiyor. Askerliği Ankara’ya çıkıyor ve İmalat-ı Harbiye fabrikasında kasatura kalıp ustası olarak çalışıyor. Orada büyükamcamın futbola olan ilgisini, kabiliyetini farkediyorlar ve Ankaragücü takımına alıyorlar. Santrfor Yaşar, Ankaragücü’nde çok başarılı maçlar çıkarıyor; 1935-36 sezonunda Ankaragücü formasıyla Ankara Ligi şampiyonluğu yaşıyor. 3 Mayıs 1936’da Ankaragücü’nün Galatasaray’ı 3-2 mağlup ettiği maçta Ankaragücü’nün gollerinden birini büyükamcam atıyor.
“Fenerbahçe Tarihi” adlı kapsamlı ve sıkı kitabın yazarı Dr. Rüştü Dağlaroğlu, büyükamcamın Fenerbahçe Spor Kulübü’ne Üsküdar’daki “Anadolu” kulübünden 1938 yılında transfer olduğunu not düşmüş. Ancak bizim bu konuda -ailece- bildiğimiz ise büyükamcamın Ankaragücü’nde oynarken, dönemin Fenerbahçe Başkanı Sn. Ali Muhittin Hacı Bekir tarafından kulübe transfer edildiğidir. Fenerbahçe’nin eski başkanlarından Sn. Faruk Ilgaz Bey ise büyükamcamın Kuşdili’nde tanınan ve kabiliyetli bir futbolcu olduğunu, Ankaragücü’nden önce de Fenerbahçe tarafından bilindiğini ve takip edildiğini ifade ediyor.
Fenerbahçe Spor Kulübü müze müdürü Sn. Alp Bacıoğlu’yla birlikte kulübün kayıtlarına baktığımızda, büyükamcamın 1938-1941 yılları arasında toplamda 75 resmi ve özel maçta Fenerbahçe forması giydiği, toplamda da 60 golün sahibi olduğunu öğreniyoruz. 29 Ocak 1939 tarihinde Fenerbahçe Futbol Takımı, İstanbul Ligi maçında Fenerbahçe Stadı’nda Galatasaray’ı 3-2 mağlup ederken gollerin ikisini Yaşar Yalçınpınar ve birini de Esat Kaner atıyor. 30 Ekim 1939′da Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanan Cumhuriyet Bayramı Kupası maçında, Fenerbahçe 1-0 gerideyken santrfor Yaşar Yalçınpınar üst üste iki gol atıyor ve skoru 2-1′e getiriyor. Bunun üzerine maçın 65. dakikasında olaylar ve arbede çıkıyor. Maç tatil ediliyor, Fenerbahçe kupayı hükmen kazanıyor!* 30 Ekim 1940’ta, Fenerbahçe Futbol takımı, Fenerbahçe Stadı’nda oynanan Vatan Kupası maçında Galatasaray ile 3-3 berabere kalırken Fenerbahçe’nin gollerini Esat Kaner, Melih Kotanca ve Yaşar Yalçınpınar atıyor. 1940 yılında Fenerbahçe formasıyla milli küme şampiyonluğu yaşıyor. Büyükamcam, en ünlü golünü Romanya’yla oynadığımız özel bir milli maçta atıyor: Milli takımımız 1-0 gerideyken 30-35 metreden çok sert bir şut, gol oluyor. Kaleci yerinden kıpırdayamıyor bile.
Sn. Faruk Ilgaz Bey, 11 Şubat 2011 tarihli Fenerbahçe Gazetesi’nde dönemin futbolcularına ve futbol ruhuna ilişkin olarak şu satırları kaleme almış:
“(…)Eski günlerde Fenerbahçe Stadı ilkel olduğu zamanda Kadıköy’deki futbola meraklı gençler mahalleler asındaki çeşitli arsalarda maçlar yapıyorlardı. O tarihlerde Kadıköy’ün muhtelif semtlerinden: Moda, Kuşdili, Bakla tarlası, Kızıltoprak, Erenköy, Bostancı, Hasanpaşa, İbrahimağa mahallelerindeki çayır ve arsalarda yetişen gençler çoğunlukla Fenerbahçe kulübüne giriyorlardı. Bu anlamda zaman içinde, Moda’dan; Esat Kaner, Kuşdili’nden; Yaşar Yalçınpınar, Bakla tarlası’ndan; Fikret ile Semih Arıcan ve Bülent Büyükyüksel, Erenköy’den; Fikret Kırcan, Erol Keskin ile Naim Şukal ve Hasanpaşa’dan; Halit Deringör, Müjdat Yetkiner, Sabri Kiraz ve Zeynel Üner temayüz ederek Fenerbahçe’ye gelmişler ve onun şampiyonluklarında emek vermişlerdi. (…)”
Santrfor Yaşar Yalçınpınar’ın 1938’de ve sonrasındaki senelerde Fenerbahçe takımındaki en yakın arkadaşları şöyle: Esat Kaner, Taka Naci, Fikret Kırcan, (Çingene) Lebib Elmas, Zeynel Üner ve Müjdat Yetkiner… Esat Kaner’le, Zeynel Üner’le ve Lebib Elmas’la dostluğu çok daha derin, çok daha sıkı dostlar… Büyükamcam, Zeynel Üner’e “Zogo” diye hitap edermiş, arkadaşları arasında Zeynel Üner’in lakabı “Zogo”ymuş. Zogo Zeynel ava çıkmayı çok severmiş, birkaç kez amcamla birlikte ava çıkmışlar. Böylesi dostlukları ve yaşantıları incelediğimizde, günümüzdeki endüstrileşmiş futbol ile o dönemdeki semt futbolu ruhunun çok önemli bir karşıtlık oluşturduğunun farkına varmaktayız.
1970’li yıllarda eşi Meral’in parkinson hastalığına yakalanmasının ardından büyükamcamın suskunluğunun arttığı ve yaşama sevincinin azaldığı da ailemiz arasında bilinmektedir. Büyükamcam santrfor Yaşar Yalçınpınar, hayatının son yıllarını Marmara Adası’ndaki yazlığımızda büyükteyzem Meral’le birlikte geçirdi. Büyükteyzem Meral 8 Aralık 1987’de, santrfor Yaşar ise 18 Ağustos 1998’de vefat etti. (Büyükamacam vefat ettiğinde Sn. Faruk Ilgaz Bey, Erenköy’deki evimize taziye ziyaretine gelmişti. 2009 yılında -Lefter heykelinin açılışında- Sn. Faruk Ilgaz Bey’le karşılaştık ve babamla birlikte elini öptük. Sn. Faruk Ilgaz Bey, bize, amcamı ve futbolculuğunu çok sevdiğini ifade etti.)
Sonuçta, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 1/1/1933 giriş tarihli ve 582 numaralı üyesi olan büyükamacam santrfor Yaşar Yalçınpınar hakkında bildiklerimiz -şimdilik- bu yazıda aktarmaya çalıştıklarımızdan ibarettir. Eminim ki Sn. Faruk Ilgaz ve Sn. Zeynel Üner, büyükamcamın futbol yaşantısı hakkında birçok şey biliyorlardır; çeşitli ayrıntılara, anılara, hikâyelere vâkıflardır.
Bu yazıyı Sn. Zeynel Üner Bey’in Sn. Faruk Ilgaz Bey’e aktardığı ilginç bir anıyla bitirmek yerinde olacaktır:
“Futbolcu arkadaşım Yaşar Yalçınpınar ve kız arkadaşlarımızla Belvü Gazinosu’nda oturuyorduk. Bir de baktık ki, o tarihte kulübümüz yönetim kurulunda vazife görmekte olan, sonradan Fenerbahçe Kulübü başkanı olacak Hacı Bekir Bey orada idi. Biz utanç ve şaşkınlık içinde iken, nur içinde yatsın, Hacı Bekir Bey bize bir garson ile zarf içinde 40 lira göndermişti.. Hesabı ödememiz için!..”
Okuduktan sonra sizleri “Her zaman olduğu gibi, işlerine gelince öyle gelmeyince böyle” diye düşündürüp, acı acı gülümsetecek yazımıza geçmeden önce, geride kalan bir ay zarfında King Santillana‘nın “1959 Öncesi Şampiyonluklar” hakkında yazdıklarını hatırlayalım.
Anlamak isteyene çok şey anlatan bu metinlerde, tarihi kafasına göre eğip bükenleri okumuştunuz. Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen’in bile “Evet, biz bir kere Türkiye Şampiyonu olduk, Fenerbahçe ise beş kez!” diyerek kabul ettiği organizasyonlar için “Çok az şehir katılıyordu bir kere! Türkiye çapında değildi!” diyenlerin yalanını nasıl ortaya çıkardığımızı da “1959 Öncesini İnkâr, Cumhuriyeti İnkârdır” yazısında görmüştünüz.
Ulu Önder Atatürk’ün Samsun’a çıkışını kutladığımız bu mutlu günün geçmiş yıldönümlerinden biri, aynı zamanda Fenerbahçe’nin de 5. Türkiye şampiyonluğunun tarihi… 19 Mayıs 1943’de Fenerbahçe, Beşiktaş’ı 4-1 yendi ve Maarif Kupası’nı yani Millî Küme şampiyonluğunu kazandı. Yeni yazımızın konusu, işte tam da burada devreye giriyor… Bazı kimselerin “Maarif Kupası nedir ya? Milli Eğitim Kupası ne Allah aşkına? Öyle Türkiye Şampiyonluğu mu olur?” diyerek akıllarınca alaya aldıkları bu organizasyonun aslında ne olduğunu aşağıda göreceksiniz. En sonda da bugün bunu söyleyenlerden çok daha kıdemli bir kulüpçünün yazdıklarını bulacaksınız. Tekrarlıyoruz:
1959 ÖNCESİNİ İNKAR, CUMHURİYETİ İNKARDIR
19 Mayıs 1942 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde bir haber yayınlandı.
Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü Haziran’dan İtibaren Maarif Vekilliğine Bağlanıyor Haber aldığımıza göre, şimdiye kadar Başvekilliğe merbut bulunan Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, Haziran’dan itibaren Maarif Vekilliğine bağlanacaktır. Bu değişiklik, Vekilliklerin masraf bütçeleri hazırlanırken kararlaştırılmış olduğundan umum müdürlüğün tahsisatı da ona göre konuşmuştur.
4235 sayılı “Beden Terbiyesi Kanununa Ek Kanun”, 29 Mayıs 1942’de T.B.M.M.’de kabul edildi ve 3 Haziran 1942 tarihli Resmî Gazete’de yayınlandı. Kanunun maddeleri şu şekildeydi.
1. 3530 sayılı kanunun birinci maddesi hükmüne göre Başvekâlete bağlı bulunan Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, kanununda Başvekâlete ait olan vazife ve salâhiyetlerle birlikte Maarif Vekilliği’ne bağlanmıştır.
2. Bu Kanun 1 Haziran 1942 tarihinden itibaren mer’idir.
3. Bu Kanunun hükümlerini icraya Maarif Vekili memurdur.
31 Mayıs 1942 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ise teşkilatı denetlemeye başlamıştı bile… Başta Genel Müdür olmak üzere, bütün memurlarla görüşmüş, işler hakkında ilgililerden bilgi almış, çalışma programlarını gözden geçirmişti. O güne kadar beden terbiyesi ve gençlik teşkilatı için yapılmış incelemelere ait bütün raporların yayınlanması da Bakanlık tarafından kararlaştırılmıştı. 1943 yılı, spor müsabakalarında Maarif Kupası olacaktı.
Ulusal Türkiye Ligi’nin Adı Maarif Kupası Oluyor
15 Mart 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
1943 Millî Küme Şampiyonluğu maçları, 14 Mart 1943’de başladı. O gün Beşiktaş, üst üste beşinci kez kazandığı İstanbul Şampiyonluğu Kupası’nı alırken Vefa’yı 5-1 yendi. Turnuva sonunda “yalnızca bir puan farkla” birinci ve ikinci olarak sıralanacak olan, Fenerbahçe ve Galatasaray ise 0-0 berabere kaldılar. Beşiktaş 18’de 18 yaparak şampiyon bitirdiği İstanbul Ligi’nden sonra Millî Küme’de hayal kırıklığı yaşayacak ve 14 maçın 9’unu kazanıp, Fenerbahçe ve Galatasaray’a iki, Altınordu’ya da bir kez yenilerek üçüncü olacaktı.
10 Mayıs 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
Takvimler 9 Mayıs 1943’ü gösterdiğinde Maarif Kupası’nın final niteliğindeki maçı oynandı. Maça gidenlerin tramvayları tıka basa doldurup, neredeyse bunların tepesinde yolculuk ettiği karşılaşma, tıklım tıklım tribünler önünde oynandı. Fenerbahçe, Cihat Arman, Lebip Elmas, Murat Alyüz, Ömer Boncuk, Halil Köksalan, Esat Kaner, “Küçük” Fikret Kırcan, Naci Bastoncu, Melih Kotanca, Müzdat Yetkiner, Halit Deringör on biriyle çıktı ve Naci Bastoncu’nun attığı golle Galatasaray’ı 1-0 yendi.
20 Mayıs 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
10 gün sonra, 19 Mayıs 1943’de Fenerbahçe Stadı’nda bayram gösterileri yapılıyordu. Günün ilerleyen saatlerindeyse, Fenerbahçe ve Beşiktaş Maarif Kupası’nın son maçı için sahaya çıktılar. Eğer Fenerbahçe yenilseydi, kupa Galatasaray’ın olacaktı. Tarık Özerengin’in yönettiği maça Fenerbahçe, Galatasaray maçının kadrosuyla çıktı ve Baba Hakkı’nın tek golüne Müzdat Yetkiner, Naci Bastoncu, “Küçük” Fikret Kırcan ve Melih Kotanca ile cevap vererek 4-1 kazandı ve Maarif Kupası’nın sahibi oldu.
19 Temmuz 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Spor Organizasyonu
Aslında “Maarif Kupası” yalnızca futbol şampiyonluğunun adı değildi. Spor idaresi A’dan Z’ye Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğu için diğer branşlarda da aynı adla şampiyonalar düzenleniyordu. Örneğin 18 Temmuz 1943 tarihli Atletizm müsabakasını Başbakan başta, neredeyse bütün bakanlar izlemeye gitmişlerdi.
İşin bizim için “asıl eğlenceli” kısmı ise bundan sonra başlıyor…
Galatasaray Spor Kulübü’nün 13 numaralı kurucusu, meşhur gazeteci Abidin Daver 10 Ekim 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “Hem Nalına, Hem Mıhına” isimli köşesinde “Galatasaraylılar İşbaşına!” başlıklı bir yazı yayınlıyor ve şöyle diyor :
Yıllar süren çetin gayretlerden sonra, Türkiye’nin en eski spor kulübü olan Galatasaray’ın, nihayet, Mecidiye köyünde bir stadyum yaptırmaya başladığını, bu sahanın ilkbaharda yapılan temel atma töreni münasebetiyle yazmıştım.
Bu stadyumu, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü’nün yardımıyla Galatasaraylılar vücuda getirecekler ve 20 yıl sonra, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü’ne, yani devlete terk edeceklerdir.
Yapılan keşiflere ve hazırlanan planlara göre, stadyuma 250 bin lira gidecektir. Türk sporuna yeni bir can vermek azmiyle Maarif Vekâleti’ne bağlanmış olan Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü kıymetli Maarif vekilimizin direktifine uyarak Galatasaray stadyumunun inşası için, bu sene 50.000 Lira tahsis etmiş ve bu paranın 25.000 Lirasını vermiştir.
Maarif vekaleti, Galatasaray’a, Mecidiye köyündeki saha için yardımda bulunurken şöyle güzel bir şart koşmuştur. Galatasaraylılar, stadyumlarına, ne kadar para toplarlarsa, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü de o miktar yardımda bulunacaktır ki bu hakikaten çok yerinde bir teşviktir.
Fenerbahçe’nin ve diğer takımların 1959 öncesi şampiyonluklar konusundaki mücadelesine kadim Galatasaraylıların destek vermesi, gerçekten çok anlamlı. Böylelikle safsata dolu bahanelerden birisi daha çürümüş oldu. Gerçi rahmetli Abidin Daver, gayet basit anlatmış ama olur da anlamak istemeyen olursa, özetleyelim:
Maarif Kupası, bizzat devletin verdiği, “resmî” bir kupadır. Çünkü düzenleyen kurum yani Beden Terbiyesi, Milli Eğitim Bakanlığı’na, yani devlete bağlıdır. Senelerce oynadıkları stadyumu (kurucularının açık ve net yazdığı gibi) adı geçen devlet kurumuna borçlu olanlar, bu kurumun düzenlediği kupayı saymamazlık edemezler. Uzun lafın kısası, 1959 ÖNCESİNİ İNKAR, CUMHURİYETİ İNKARDIR…
85 yıl önce bugün Kadıköy’de Fenerbahçe, Galatasaray’ı 2-1 yendi. Tan gazetesinde maç yazısını yazan “Galatasaraylı” Sadun Galip Savcı, “Galatasaray’ın Balonu Söndü” diyerek, makaraya erken başlayan sarı kırmızılı tribünlerin uğradığı hüsranı anlatmış.
Hava biraz serin ama güzel… Fenerbahçe Stadı dün yine büyük günlerinden birini yaşadı.
Kapalı tribünler dolu, açık tribünlerde pek az boş yer var.
Daha evvel yapılan şilt maçlarının ikincisi biter bitmez evvela Galatasaraylılar, sonra da Fenerliler çıktılar.
Taraftarlar alkışlıyorlar, bağırışıyorlar, ilk heyecanları biraz yatışabilince takımlarını tetkik ediyorlar. Çünkü iki takımda değişiklikler var.
Fener takımında Cevat ve Fazıl yok. Olimpiyakos maçında oynayamayan Niyazi tekrar takıma girmiş; buna mukabil de Olimpiyakos müdafaasını Fikret’le birlikte allak bullak eden Şeref kulübe yeni girdiği için resmî bir maçta oynatılamıyor.
Galatasaray’da da, son zamanlarda hücum hattının ortasında bir favul ve ofsayd abidesi gibi yükselen Adnan çıkarılmış, yerine genç istidatlardan Gündüz geçirilmiş; merkez muavin mevkiinde de Fahri’nin yerine yeni ve genç bir oyuncu oynatılıyor: Kırmızımtrak saçlı Hayrullah isminde bir Finlandiyalı…
Hülasa takımlar şöyle: Fenerbahçe : Bedii, Lebip, Yaşar, Esat, Ali Rıza, Mehmet Reşat, Fikret, Niyazi, Namık, Şaban, Naci Galatasaray : Avni, Lütfü, Osman, İbrahim, Hayrullah, Kadri, Danyal, Fazıl, Gündüz, Münevver, Necdet
Hakem Allen… Artık hakemlerimiz arasında bir Fenerbahçe-Galatasaray maçını idare edecek babayiğit kalmadı desem… Doğrusu da bu ya!…
Maç Başlıyor
Tam maç başlamak üzere iken Fazıl topallaya topallaya, yanında Avni ve olduğu halde sahadan çıktı ve Galatasaray tribünlerine doğru gittiler. Tribünlerin önünde Muslih, Avni ve Fazıldan mürekkep bir meşveret kuruldu. Nihayet Muslih tribünlerin üst kısımlarına dönerek : – Haydi Suavi gel! şeklinde bir emir verdi. Haber hemen duyuldu : Fazıl oynamıyormuş… Niçin?… Belli değil… Arkasından hemen bir şayia çıktı : Güneşliler Fazıl’ı kandırmışlar… Olur mu olur!.. Neyse ki çok geçmeden mesele anlaşıldı; Fazıl’ın ayağına kramp mı girmiş, ayağı mı burkulmuş, ne olmuşsa olmuş oynamayacakmış…
Fazıl’la Suavi kıyafet değiştiredursunlar, Galatasaray oyuna on kişiyle başladı ve buna rağmen ilk hücumu yaptı. Fakat çok geçmeden Fenerlilerin mukabil hücumları başladı. Galatasaraylılar mütemadiyen kesiyorlar. Bu aralık Suavi’nin takıma girişi, bir cankurtaran gibi sürekli alkışlarla tesit edildi.
Galatasaraylılar tamam bir hale gelmesine rağmen Fenerlilerin hakimiyeti devam ediyor, sarı kırmızılılar Gündüz’ün, yanında mukabele görmeyen paslarla ilerlemek teşebbüsleriyle yarım kalan münferit hücumlar yapıyorlar.
Fikret yine mükemmel oynuyor, Galatasaray müdafii Osman’ı ıvırıyor geçiyor, kıvırıyor geçiyor ve Galatasaray kalesi etrafında mütemadi bir tehlike dolaştırıyor. Fener tribünlerinden “Yaşa kaptan!” seslerini “Osman! Fikret’e yaveri has mı tayin edildin!” alayları takip ediyor. Hakikaten Osman, Fikret’e tâbi gibi bir düzüye onun etrafında, aşağı yukarı dolaşıp duruyor. Ne çare ki Fikret’in dönüp döndürüp ortaladığı toplar uzaklaştırılıyor, çünkü Fenerbahçe’nin seri ve fırsatçı muhacimi Niyazi Fikret’in yanı başında. Ötekiler kıpırdayıp topa takılıncaya kadar Lütfü topu yakalıyor ve gönderiyor.
Fenerbahçe’nin İlk Golü
Bu tazyik ne şekilde bir netice verecek diye merak ediyoruz. Nihayet yirmi ikinci dakikada Galatasaray sol muavini İbrahim topu, ufak bir çocuk uyutur gibi kollarında dolaştırıyor. Ceza çizgisi içinde yapılan bu kadar bariz bir penaltı tabiatıyla hakemin de gözünden kaçmıyor ve Avni’yi yerlere yatıran sıkı bir şutla ilk golünü yapıyor.
Fener taraftarlarının gol ve yaşa sesleri arasında Galatasaray müdafaası üst üste hücumlarla karşılaşıyor. Bir defasında Namık müdafileri geçiyor, kaleciyle karşı karşıya kalıyor, tam şut çekeceği sırada arkadan yetişen Lütfü’nün bir kamburasıyla yerlere yuvarlanıyor. Mükemmel bir penaltı daha ama ya hakem görmediği veya iki dakika fasıla ile iki penaltı çalmaya sıkıldığı için bunu bahşediyor.
Bundan sonra Fener hücumları duruyor, Fenerliler lakayıt ve gevşek oynuyorlar, Galatasaraylılar hızlaşıyorlar, merkez muavin ile Hayrullah ile merkez muhacim Gündüz cidden güzel oynuyorlar. Esasen Galatasaray’ın her hattında birer oyuncu, yani hücum hattında Gündüz, muavin hattında Hayrullah, müdafaa hattında Lütfü, kalede de Avni diğer yedi oyuncunun kusurlarını fazlasıyla kapatıyorlar ve işin garibi şu ki alkışların, yaşaların çoğunu da bu yedi oyuncu topluyor.
Galatasaray’ın Beraberlik Golü ve Kırmızı Balonlar
Nihayet ilk devrenin bitmesine iki dakika kala Gündüz’ün güzel bir pasını alan Necdet ileri atıldı. Esat’la Yaşar’ın bu atılışı durduracak bir tedbir yerine birbirine karışmaları arasında Necdet onların arasından geçerek Galatasaray’ın beraberlik golünü yaptı.
Devrenin bitmesine iki dakika kala yapılan bu gol, Galatasaraylıların müthiş tezahüratıyla karşılandı. Ayağa kalkan tıknaz, kısa boylu birisinin idaresi altında tempo ile (Ra, Ra, Ra… Re, re, re, Galatasaray, Galatasaray cim bom bom)lar bağırıldı. Mübalağasız iki metre gelen uzun kırmızı balonlar şişirildi… Daha neler de neler… Bu tezahürat devre bitinceye kadar devam etti.
Gençliğimde müfrit bir kulüpçü olduğum zaman ihtimal ben de böyle idim. Fakat şimdi yaşlandığım ve aklımı başıma aldığım için düşünüyorum ki bu gibi galibiyet ve sevinç tezahürlerini katî neticeyi aldıktan sonra yapmak çok daha doğru… Çünkü iş ters döndüğü zaman, dün olduğu gibi, insanla öyle alay ediyorlar, seslerini öyle kısıyorlar ve balonlarını öyle söndürüyorlar ki!..
İkinci Yarı
İkinci devre uzun uzadıya bahse değmez. Çünkü bu devrede her Galatasaraylı ayağındaki topu mutlaka bir Fenerliye ve her Fenerli mutlaka bir Galatasaraylıya vermek hususunda o kadar anlaştılar ve bunu o kadar intizamla yaptılar ki sadece hayret etmemek kabil değildir.
Bu intizamı kırk beş dakika zarfında yalnız iki defa bozdular. Birincisi galiba otuzuncu dakikada idi. Birkaç pasla Galatasaraylılar sol açıkları Danyal vasıtasıyla bir hücum yaptıkları sırada idi. Fener müdafii Yaşar müthiş bir yüklenişle Danyal’ı avut çizgizine atmaktan başka çare görmedi, hakem de bu harekete penaltıdan layık bir ceza bulamadı.
Yaşar bu yersiz penaltıya takımı 1-1 berabere vaziyette iken yapmıştı. Fenerbahçe oyunun bitmesine on beş dakika kala, belki de bu penaltı yüzünden mağlup olacaktı. Galatasaraylılar penaltıyı atmak üzere Münevver’i seçtiler. Münevver, ne de olsa, aralarında şutu en kuvvetli çocuktu. Topu yerine koydular, vaziyet aldılar. Münevver gerildi, gerildi, bomba gibi bir şut çekti… Bomba gibi ama yüreğiniz oynamasın… Top olanca hızıyla kalenin bilmem kaç metrelik boşluğunu bıraktı ve gitti bilmem kaç santimetrelik yan direğe çarptı ve tabiatıyla gol olmadı.
Böyle nazik bir zamanda gerilip gerilip de bu birkaç santimlik yere nasıl nişan aldın a çocuk?.. Hiç bu yapılır mı?.. Ağları delmek hevesine kapılacağına biraz daha yavaş ataydın da kaleyi bulaydın, vâkıa bir kaleci var ama, belki gol olurdu…
Balonlar Ne Oldu?
İkinci devrede topu Galatasaraylıların Fenerliye, Fenerlinin Galatasaraylıya vermek hususundaki ısrarlarının bozulduğu ikinci hadise, oyunun bitmesine iki dakika kala oldu : Fikret, Naci, Münevver güzel paslarla Galatasaray kalesine indiler ve Naci iki müdafiin arasından geçerek sıkı bir şutla Fener’in galibiyet sayısını yaptı.
Bu sefer de Fenerlilerin müthiş ve iki dakika sonra da oyun bittiği için haklı tezahüratı… Bir kısmı Naci’yi omuzlarda çıkarırken bir kısmı da Galatasaraylıların bulundukları tribünün önünde toplanarak bağırıyorlardı :