Etiket: Lefter Küçükandonyadis

  • Fenerbahçe’nin İlk Atatürk Kupası

    Fenerbahçe’nin İlk Atatürk Kupası

    2 Temmuz 1964, Fenerbahçe’nin ilk Atatürk Kupası ile müzesini şereflendirdiği gündü. Bu mutlu günü ve müthiş maçı Tapfereritter’in kaleminden okuyalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin İlk Atatürk Kupası

    Maç öncesi iki takımın, maç sonrasında bir takımın şeref turu attığı kaç maç vardır acaba Türk spor tarihinde?

    2 Temmuz 1964’te İnönü Stadı’nda oynanan Atatürk Kupası maçı böyle bir ilginçliğe sahne oldu. Sezonu 12. kez Türkiye şampiyonu olarak tamamlayan Fenerbahçe ile 2. kez Türkiye Kupası şampiyonu olan Galatasaray karşılaşma öncesinde seyircilerin huzurunda kupalarıyla tur attılar.

    Oysaki Fenerbahçe aslında sezonu çoktan kapamıştı. 31 Mayıs’ta İzmir’de (1950 şampiyonluğuna benzer şekilde) tarihî bir maçta Altay’ı 3-0 yenerek şampiyon olmuş, sonrasında ise Lefter Küçükandoniadis’in jübilesinin ardından, yedek ağırlıklı bir kadroyla dört maçlık bir Karadeniz turnesi (Amasya, Samsun ve Adapazarı’nı kapsıyordu) yapmış, 22 Haziran’da tatile ayrılmıştı.

    Galatasaray Nasıl Türkiye Kupası şampiyonu oldu?

    Galatasaray futbol takımının ise sezonu devam ediyordu. Ligi (2 puanlı sistemde) Fenerbahçe’nin 11 puan gerisinde üçüncü olarak tamamlayan sarı-kırmızılılar Türkiye Kupası’nda finaldeydi. İzmir’deki ilk maç 0-0 bitmiş, Kupa şampiyonunun belirlenmesi İstanbul’daki rövanşa kalmıştı. Ancak, sonrasında birbirinden ilginç gelişmeler oldu: İstanbul Bölge Müdürlüğü 28 Haziran’daki rövanş için Futbol Federasyonu’na İnönü Stadı’nı vermedi ve 29 Haziran Pazartesi’yi önerdi. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı da Dünya Ordulararası Futbol Şampiyonası nedeniyle maçın o tarihte oynanmasını istemiyordu (Fenerbahçe ve Ali Sami Yen statları inşaat halindeydi ve koca İstanbul’da final maçı oynatacak başka stadyum yoktu).

    Altay Kulübü karara direndi. Altay Başkanı Rıdvan Burteçin; önceden kararlaştırıldığı şekliyle, maçı 28 Haziran Pazar günü gerekirse Alibeyköy Stadı’nda bile oynamaya hazır olduklarını açıkladı. Zira Galatasaray’ın Ordu Milli Takımındaki oyuncularını da (Ayhan Elmastaşoğlu, Talat Özkarslı ve Uğur Köken) oynatabilmek için maçın Pazartesi oynanması hususunda Futbol Federasyonu’na baskıda bulunduğunu iddia ediyordu. 25 Haziran’da Futbol Federasyonu gerçekten de maçın Pazartesi oynanmasına karar verdi. Aynı gün Galatasaray’a bir müjdeli haber de Genelkurmay Başkanlığı’ndan geldi: Üç asker futbolcusunu Pazartesi için izin çıkmıştı.

    Aynı gün Altay Yönetim Kurulu toplandı ve protesto amacıyla maça çıkmama kararı aldı. 29 Haziran’da Galatasaray seremoniye çıktı ve “hükmen galip” ve “şampiyon” ilan edildi. Bunun ardından sahaya hücum eden Galatasaraylı taraftarlar da büyük bir coşkuyla sarı-kırmızılı futbolcuları sırtında taşıdı..

    Atatürk Kupası ve Galatasaray’ın Teklifinin Zamanlaması

    Atatürk Kupası ise bu dönemde gündeme gelmişti. (1961-1965 arasında iktidarda olan) Cumhuriyet Halk Partisi’nin 40. kuruluş yıldönümünü teşkil eden 9 Eylül 1963’te bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı yapılması isteği, Beden Terbiyesi Genel Müdürü Fikret Altınel’in “Bu yıl temel atılması imkânsızdır” sözüyle, başlatılamayacağı anlaşılan Fenerbahçe Stadı’nın inşaatına yardımcı olunması koşuluyla kabul edilmişti (stadın açılışı ise 1982’yi bulacak, Fenerbahçe ne yazık ki yıllarca stadından mahrum kalacaktı).

    Beşiktaş da organizasyona dahil edilince Atatürk Kupası üçlü bir turnuvaya dönüştü. Şampiyona Atatürk’ün 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’un başlangıcında Kocatepe’deki duruşunu canlandıran bir heykel de bulunan 70 santim boyunda çok görkemli bir gümüş kupa sunulacaktı. Kura gereği 9 Eylül’de 38.000’i aşkın (biletli) seyircinin önünde hasılat rekoru kırılan ilk maçı oynayan Fenerbahçe ile Beşiktaş’tan gülen taraf 3-1’lik sonuçla Sarı-Kanaryalar oldu.  Bu maçta Beşiktaş’tan transfer edilen Şenol Birol ve Birol Pekel de eski takımlarına karşı forma giydiği gibi, birer kez Beşiktaş filelerini sarsmışlardı. Diğer golün sahibi de yine bir dönem siyah-beyazlı formayı giymiş Selim Soydan’dı.

    2 Ekim’de ise Galatasaray Beşiktaş’ı 3-0 yenince şampiyonluk Fenerbahçe-Galatasaray maçına kaldı. +1 averaj üstünlüğü bulunan Galatasaray’a şampiyonluk için beraberlik bile yetecekti. Ancak, maç Galatasaraylı yöneticilerin türlü mazeretleri nedeniyle bir türlü oynanmadı. Kupa adeta ortada kalmıştı. Galatasaray’ın Fenerbahçe’ye maç teklifi ise, Fenerbahçe’nin sezonu kapatıp plaja dağıldığı, Galatasaray’ın ise Türkiye Kupası final maçı için kampta olduğu 26 Haziran’da geldi.

    Plaj Takımı Kamp Takımını Yeniyor

    Fenerbahçe Kulübü’nün dürüst ve sportmen Başkanı “Yavuz” İsmet Uluğ’un aklından teklifi reddetmek geçmedi. Ancak ortada bir gerçek vardı: 22 Haziran’dan beri tatildeki Sarı-lacivertli futbolcuları denizden toplayıp maça çıkarmak gerekecekti. Galatasaray ise Türkiye Kupası maçı finali için her gün antrenman yaptığı bir dönemdeydi. Fenerbahçe Yönetim Kurulu, Başkanına serzenişte bulununca “Yavuz” İsmet, “Size sormadan kabul etmekle demek hata ettim. O halde, ben istifa edeyim, siz de kararı tanımayın” dedi. Ama Yönetim Kurulu da Fenerbahçe Yönetim Kurulu’ydu. En zayıf anında bile mazeretlerin arkasına sığınmazdı. Başkanının teklifini kabul etmedi.

    2 Temmuz’daki maçın sonrasında İsmet Uluğ, Galatasaray’ın teklifini kabul edişini şu şekilde açıklayacaktı:

    Birincisi, Büyük Atatürk’ün adına oynanan bu kupanın finalini oynamamız lazımdı. İkincisi,  ligde sekiz eksiği olan Galatasaray’ı yenemediğimiz için gururumuzla oynamaya kalkışmışlardı. Şartların tamamen aleyhimizde olduğu bir zamanda [bu] maça çıktık

    29 Haziran’da plajlardan toplanabilen Fenerbahçeli futbolcular 1 Temmuz’da bir antrenman yapıp, 2 Temmuz 1964 Pazar gecesi tıklım tıklım dolu İnönü stadına çıktılar. Maç adeta Lig ve Kupa şampiyonlarını karşı karşıya getiren bir Süper Kupa havasına bürünmüştü. Zaten iki yıl sonra da bu amaçla oynanacak Cumhurbaşkanlığı Kupası ihdas edilecekti.

    Kupayı Kim Verecek? Maç Günü Türkiye’nin Gündemi..

    2 Temmuz’daki final maçının galibine Atatürk Kupası’nı Başbakan Yardımcısı Kemal Satır’ın vereceği açıklandı. CHP’nin düzenlenmesini istediği kupayı CHP’nin Genel Başkanı İsmet İnönü veremeyecekti zira. Türkiye dış politikada önemli dönemeçlerinden birindeydi çünkü.

    1963-1964 döneminde Kıbrıs’ta anayasal düzenin Rumlar yüzünden bozulması ve Ada’daki Türklere yönelik saldırıların artması üzerine, Türkiye de 16 Ağustos 1960 tarihli Garanti Antlaşması uyarınca Ada’da anayasal düzenin yeniden kurulması amacıyla askeri müdahale seçeneğini tezekkür etmeye başlamıştı. TBMM 16 Mart 1964’te Hükümet’e tam yetki vermişti. İnönü 16 Nisan’da ise ünlü Time dergisine verdiği demeçte “Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur” açıklamasını yapmıştı.

    Bu dönemde, 5 Haziran 1964 tarihinde Türk siyasi tarihine “Johnson Mektubu” olarak geçmiş olan, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’un Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup Ankara’ya ulaştı. 9 Haziran’da ise Yunan donanması Ege’ye açıldı. 10 Haziran’da ise ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Türkiye’ye geldi. Arabuluculuk girişimleri başlamıştı. Başbakan İnönü de ABD’ye gitmeden önce TBMM’den istediği güvenoyunu 19 Haziran’da ucu ucuna aldı ve 21 Haziran’da bu ülkeye gitti. 27 Haziran’da diğer garantör ülke Birleşik Krallık’a, 30 Haziran’da ise Fransa’ya geçti.

    Atatürk Kupası maçının oynanacağı 2 Temmuz günü Başbakan İnönü 12 günde 19.000 kilometre yol katettiği dış gezisinden dönüyordu.

    İlk Yarı ve Devre Arasındaki Ümitsizlik

    Büyük maç, 1947’de İnönü Stadı olarak açılmış, 1950’de ise Mithat Paşa’nın adı verilmiş stadyumdaydı. Yaklaşık 30.000 biletli seyircinin karşısına Fenerbahçe; Ali Filibeli – İsmail Alemdaroğlu, Özcan Köksoy, – Şeref Has (kaptan), Osman Göktan, Ali İhsan Okçuoğlu – Yüksel Gündüz, Hüseyin Yazıcı, Ogün Altıparmak, Birol Pekel, Aydın Yelken’den oluşan bir onbirle çıktı.

    Galatasaray’ın ilk onbiri ise şu şekildeydi: Turgay Şeren (kaptan) – Candemir Berkman, Ahmet Berman – Mustafa Yürür, Ergun Ercins, Doğan Sel – Yılmaz Gökdel, Ayhan Elmastaşoğlu, Talat Özkarslı, Metin Oktay, Uğur Köken.

    Maçın başında, yazımızın başlangıcında bahsettiğimiz üzere, iki takım şampiyonluk kupalarıyla birlikte, beraberce tur attılar.

    Ardından Fenerbahçeliler için eziyet dolu olan ilk yarı başladı. Sarı Kanaryaların kasları maçı kabul etmiyor, Sarı-kırmızılılar ise baskıyı kurmuş, yükleniyordu. Nihayet Metin Oktay 38. dakikada Fenerbahçe filelerini havalandırınca, Galatasaray tribünleri Fenerbahçe’nin “atom forveti”ni kuran işadamı yöneticisi Müslim Bağcılar’a hitaben “Sen oyna Müslim, sen oyna” tezahüratına başlamışlardı.

    Suskun Fenerbahçe taraftarı, devre arasında daha büyük bir eziyetle ikinci yarıyı beklemeye başlamışlardı.

    Devre arası Fenerbahçe tarihçisi ve o dönem Kulüp’te yönetici olan Rüştü Dağlaroğlu’ndan:

    “İki devre arasında Fenerbahçe soyunma odasını tam bir perişanlık havası kaplamıştı. Futbolcular fena halde sızlanıyor; ”Sezon kapandıktan sonra bu maç alınır mıydı!.. 3-4 atacaklar, rezil olacağız!” diye dövünüyorlardı.

    Odaya tribünden tek bir idareci gelmişti. Yakınmalar ona idi. Bu yıkık morali düzeltme çabasına girişildi. Birkaç kamçılayıcı cümleden sonra, biraz gayret ve akıllıca oyunla maçı kazanacakları, hem de 3-1 kazanacakları söylendi. Sayılar tekrarlanarak ve “Üç.. bir” diye bağrılarak futbolcular 2. devreye çıkmışlar, ama yönetici odadan çıkamamıştı.”

    İkinci Yarıda Şahlanan Fenerbahçe

    Kupa Atatürk Kupası’ydı. Ulu Önder’in ebediyete uğurlandığı “O gün” (10 Kasım 1938)  doğan bir çocuk da 2 Temmuz 1964’te Fenerbahçe formasıyla sahadaydı. Fenerbahçe’yi coşturan beraberlik golü 55. dakikada Ogün Altıparmak adlı Türk futbolunun bu yeni yıldızına nasip oldu.

    Fenerbahçe tribünleri canlanırken, sahadaki Sarı-Kanaryalar şahlanmıştı bir kere.. Ve gün “Ogün”ündü.. İlk golün 10 dakika sonrasında Ogün Altıparmak bu defa geriden gelen pası Galatasaraylı Ergun Ercins’ten önce kaptı ve yıldırım gibi cezaalanına aktı. Turgay Şeren’i üzerine doğru çektikten sonra sola doğru kaydı ve plase bir vuruşla galibiyet golünü attı: 2-1.

    Tribünlerde bir gök gürültüsü koptu. Bu sonuçla bile şampiyonluk Fenerbahçe’nindi. Ancak bir de “perçin” lazımdı.

    O “perçin”i de Kaptan Şeref Has çaktı. 83. dakikada Yüksel Gündüz’le paslaşan Birol Pekel topu Şeref Has’ın önüne açtı. Açtı ama kaleye mesafe 35 metreydi. Kaptan mermi gibi vurdu. Önce direğe çarpan top Galatasaray fileleriyle kucaklaştı.

    Maçı Milliyet’e yorumlayan Namık Sevik golü ve Fenerbahçe’nin muhteşem zaferini şu şekilde takdim ediyordu okuyucularına:

    Stat yerinden oynuyor, Turgay ise, çaresizlik içinde, düştüğü yerden ağır ağır kalkıyordu… Üzülmemeliydi Turgay.. Bu golü Avrupa’da da kurtaracak kaleci yoktu. Fenerbahçe 3-1 galip ve Atatürk Kupası’nı kazanmıştı. Evet, beklenmeyen şey olmuş, “Plaj takımı”, “Kamp takımı”nı 2. devredeki ağır darbeleriyle yenmişti

    Galatasaray’ın ilk golünden sonra dalgaya alınan Müslim Bağcılar ise, “son gülen iyi güler” misali, maç sonunda keyifliydi:

    Beşiktaşlılar da Galatasaraylılar da bağırdılar. Ama sonunda yine ben oynadım. Şampiyonluğa göbek atmayacak kaç kişi var Türkiye’de?

    Fenalık Geçiren Rüştü Dağlaroğlu’na Ne Oldu?

    Demiştik ya.. Takım sahaya çıkmış ama Yönetici soyunma odasından çıkamamıştı. Neler olduğunu Dağlaroğlu’ndan okuyalım:

    “[Yönetici] Bir süre sonra, “Goooool” feryatlarıyla kendine gelip, pencere başındaki sıradan ayağa kalkınca, kendini masaj masasına zor atabildi. Malzemeci başına buzlar koyarken, sahaya da; “Doktor… Doktor…” diye haykırıyordu. Maç sonrası, revirde tedavi görmekte olan yöneticinin başına koşanlardan, kaptan Şeref [Has], kulağına eğilip:

    – İkinci devreye çıkarken sen fenalık geçiriyordun. Az sonra, ”Doktor… Doktor…” bağrışmalarını duyunca, seni kaybettik sandık. Ben, bu stadın eşini görmediği o 3. golü 30 metreden, “seni kaybettik” diye attım!” diyor, yöneticinin boynuna sarılıyordu.

    Günün kahramanı Ogün Altıparmak da Dağlaroğlu’na sarılanlar arasındaydı:

    Bize moral verirken, ‘Kupa’yı kazanın, Atatürk’ün de ruhu şad olacak’ diyordun. Bir bu sözün, bir de beni Karşıyaka’dan, kırık ayağımla, ne mücadelelerle Fenerbahçe’ye aldığını hatırlayışım, sonra da kriz geçirişin bana çok dokundu. Yoksa o golleri atamazdım!”

    “Şampiyon” sözcüğü bir başka yaraşır Fenerbahçe’ye.. Sebepsiz değildir. Çünkü birbirinden “heybetli”dir Fenerbahçe’nin şampiyonlukları.. 1964 yılındaki Atatürk Kupası gibi..

    Tapfereritter / Fenerbahçe’nin İlk Atatürk Kupası

  • Şampiyonlar Şampiyonu Fenerbahçe

    Şampiyonlar Şampiyonu Fenerbahçe

    Fenerbahçe, 14 Haziran 1959 tarihinde (dört gün önce oynanan ve 0-1 yenildiği maçın rövanşında) Galatasaray’ı tam 4-0 yenerek, Türkiye Şampiyonluğu Kupası’nı 10. kez müzesine götürdü. Aşağıda dönemin Milliyet gazetesinden iki önemli ismin bu şampiyonluk hakkında yazdıklarını okuyacaksınız. Galatasaraylı Gündüz Kılıç “Şampiyonlar Şampiyonu Fenerbahçe” derken, Necmi Tanyolaç sözü bu maçta gol atan Fenerbahçeli futbolculara bırakmış. Keyifli okumalar…


    Gündüz Kılıç Yazıyor

    Bu bir şampiyonluğun hikayesidir.

    Bütün bir sezon birbirinize çok iyi kenetlenmiş, ahenkli bir birlik ile çalışmıştınız Fenerbahçeliler.

    Reisinizle, idarecilerinizle, futbolcularınızla ve hatta kulüp içindeki muhaliflerinizle…

    Milli takım kamplarında bu ahenginizi sezmiş de pek imrenmiştim. Reisiniz geldiği zaman etrafında isteyerek çemberleşiyor, umumi kaptanınız Fikret ağabeyinizin civarında neşe ile cıvıldaşıyordunuz.

    Ben birbirini severek bağlanan, geçimli bir aile gibi oluşun, o birliğe ne büyük kudret vereceğini bildiğimdendir ki imrenmiştim doğrusu.

    Günleri, haftaları hep beraberce geçirdiniz. Maçlar birbirini kovaladı. Yeniyor, yeniyordunuz. Öylesine ki artık rakipleriniz için puandan önce mesele sizi bir kere yenebilmekte idi. Hem büyük söyleyip böbürlenen futbolcularınız, ukalaca övünen idarecileriniz de yoktu. Görünüşte mütevazı bir Fener, hakikatte ise binlerce mumluk bir projektördünüz. Kısacası iki şampiyonluk tacını her hasletinizle, her meziyetinizle çoktan haketmiştiniz. Fenerbahçe camiası idare heyetini, kıymetli idareci Küçük Fikret’i, tecrübeli hoca Molnar’ı, çalışkan menajer Ahmet Erol’ı ve şampiyonlar şampiyonu Fenerbahçeli futbolcu kardeşlerimi candan tebrik ederim.

    Necmi Tanyolaç Yazıyor

    Kardeşim Namık Sevik,

    Çarşamba günü Metin’in attığı şahane golü anlatırken “Bazuka mermisi gibi…” demiştin de yüz binlerce Fenerbahçeli taraftar sana tarizlerde, sitemlerde bulunmuştu. Sanki o “ağlatan” golü sen atmışsın gibi suçladılardı seni…

    Halbuki senin hiçbir suçun yoktu ki. Sen sadece bir objektif kuvvetiyle “hadiseyi” tesbit etmiş, hakikaten şaheser bir golü güzel bir benzetme ile okuyucularına anlatmıştın.

    Bugün, ben de dünkü maçın gollerini anlatmak mevkiindeyim. Biliyorum ki kardeşim, bana da, kullanacağım terimler, yapacağım benzetmeler için Galatasaraylı taraftarlar kızacak, sitem edecek, tarizlerde bulunacaklar. Ne yapalım dostum, bizim kaderimiz bu. Ben de Lefter’in şutuna, Naci’nin vurduğu kafayı anlatmak için “Mithatpaşa’da Fenerbahçeliler füze rampaları kurmuşlardı. Bütün füzeler de güdümlüydü…” diyeceğim.

    Şimdi sarı-kırmızılı taraftarlar alınmayın. Ben kalemimi Mittahpaşa’ya füze rampalarını kuran Fenerbahçe’nin dört futbolcusunun emrine veriyorum. Bakın skor levhasını harekete getiren Yüksel ne diyor?

    Yüksel Gündüz

    “Lefter’in sağdan ortaladığı topa kaleci Yüksel’le birlikte fırladım. Belki yerli hakem bu hareketimi nizami saymaz ve faulle tecziye ederdi. Nitekim ilk sıçrayışta bu tereddüdü hissettim. Adaşım elinden topu kaçırmıştı. Bir anda bunu görerek ikinci atağı yaptım. Kafa ile vurduğum top Yüksel’in elleri üzerinden sekerek filelere gitti. Bu anda gök yırtılmış gibi bir ses duydum. Ve arkadaşlarımı da topla beraber filelerin dibinde uzanmış gördüm. Sevinçliydim. Çünkü takımımın avansını kapatmıştım”

    Kaptan Naci Erdem

    “Borcumu ödedim” diyerek söze başladı.

    “Lefter topa o kadar hızlı vurdu ki, bu orta değil, bayağı şuttu. İtimat edin bana, gol atacağımı hissetmiştim. Kale önünde bulunuşum da bunun bir belirtisiydi. İsmail’le Ergun’dan evvel sıyrılıp hareketimi yaptım”

    Sonra?

    “Sonrasını siz de biliyorsunuz”

    Mikro Mustafa Güven

    “Yüksel’e yapılan bir faulden sonra kazandığımız atışı Lefter kaleye doldurdu. İsmail topu kafa ile keserek kale önünden uzaklaştırmak istedi. Ben de altıpasta bekliyordum. Baktım top bana doğru süzülüyor. Müdahale eden yok, kaleci Yüksel’in de önü kapalı. Şut atabilirdim. Ama kafa vurmak daha kolayıma geldi. Ve o kargaşalıkta topu boş bulduğum köşeye havale ettim. Kafamdan çıkan topun filelere takıldığı ana kadar geçen zaman içinde çektiğim heyecanı tasavvur edemezsiniz. Sonra, Can beni omuzladı ve mükafat olarak santraya kadar taşıdı…”

    Şeref Has

    Şeref, “Golü anlat” dememize fırsat bırakmadı. Zira, arkadaşlarının anlattıklarını heyecanla takip ediyor ve sırasını bekliyordu. “Ben” dedi, “Gol atacağımı falan hissetmedim. Çünkü ne zaman böyle bir şey düşünmüşsem şans bana yardım etmiyor. Naci ağabey’den derinlemesine bir pas aldım. Kovalarsam yetişeceğime aklım kesmişti. Sağa doğru kaçtım ve topu önce Nuri’den kurtardım. Sonra Ergun’u geçtim ve çaktım. Meşin top bu sefer bana ihanet etmedi. Ne dersiniz, fena gol değildi, değil mi ağabey? Ama gene de şanssız sayılırım. Zira Stad Müdürlüğü geçen haftadan sonra kale ağlarını yenilemiş…”


    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu

    Bu güzel yıldönümünün açılışı Tapfereritter‘in yazısıyla yapıyoruz. Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu ile sevince boğduğu 1989 yılının son maçını, sıkı bir taraftarın gözüyle okuyalım.


    100… 101… 102 ve 103!

    Rıdvan Dilmen sol kanatta topu aldığında, herkes onun bir anda birinci vitesten beşinci vitese takacağını ve kaleye yöneleceğini biliyordu ama akıl ve mantık beş kişinin içinden geçerek bunu yapacağına ikna olmuyordu. “Şeytan”lık buradaydı.. 

    Bir başka gariplik, normalde orta sahada takımın üçüncü ciğeri olarak görev yapan Turhan Sofuoğlu’nun, Rıdvan Dilmen’in geçmeyi deneyeceği deliği kapatmaya çalışan Sarıyer savunmasının göbekte bıraktığı boşluğu burnu gol koklayan santrafor edasıyla farkedip, penaltı noktasına doğru yönelip elini kaldırarak gollük pas istemesiydi. “Rambo” olmak kolay değildi.

    Oğuz Çetin’in, Rıdvan Dilmen’in geçebileceği tek deliği görüp, o deliği aydınlatan topuk pası da alelade bir hareket değildi. Bir mühendislik harikasıydı. “İmparator” lakabı oynadığın futbolla kazanılırdı. Franz Beckenbauer gibi..

    Pozisyonun gelişimi, o sezon formunun zirvesine çıkmış Rıdvan Dilmen’in golü atacağına işaret ediyordu. Ama bir engel vardı: O dönemin refleksleri en müthiş ve karşı karşıya pozisyonlarda son derece başarılı kalecisi Yaşar Duran Sarıyer’deydi. “Şeytan”a “dur” dedi.

    Ama o sezon Fenerbahçe karşısındaki rakip kaleciler, son viteste çalışan bir tenis topu atma makinesi karşısındaki tenisçiler gibiydi. Türk futbolunda görülmedik bir “bütün hatlarıyla hücum” performansı sergileyen Fenerbahçe’de dönen topu gol yapacak en az bir futbolcu illa ki vardı.

    Çünkü takım zaten 2 yese 3 gol, 3 yese 4 gol atan bir takımdı. 100. gol Turhan Sofuoğlu’na nasip oldu. 100. golü atacak oyuncuya verilecek otomobil hediyesini de o sezon ölümcül kazaya uğramış Samsunspor’a hibe etmişti “Rambo”..

    Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin 21. Türkiye şampiyonluğunu ilan ettiği 4-3’lük Sarıyer maçı iddiasız bir karşılaşma değildi. “Son hafta beraber seyircilere bol gol izletelim” türünden bir maç değildi. Sarıyer kazansa bir sonraki sezon Galatasaray yerine Boğaz’ın “Beyaz Martıları” gidecekti UEFA Kupası’na. Ama Sarı Kanaryalar “gelin gibi süslenmiş” stadyumunda taraftarına zehir etmemişti şampiyonluk gününü. Sarıyer maça asıldıkça asılmış ve “eski Fenerli” Selçuk Yula’nın 1, “müstakbel Fenerli” Sercan Görgülü’nün iki golüyle 3-3’ü bile yakalamıştı. Ama Fenerbahçe işine bakardı. Galibiyetine bakardı. Yendi ve ezeli rakibini yolladı Avrupa Kupalarına.

    Zaten onun için Milliyet gazetesinin ertesi gün manşeti “Şikesiz.. Lekesiz.. Tertemiz” idi.

    Sarı-Lacivert Bir Mutluluk Günü

    Bu mutlu sonda “Şeytan” vardı.. “Rambo” vardı.. “İmparator” vardı.. Bir de “Kral” olmalıydı. Aykut Kocaman da bu lakabı o maçta aldı, tacını bu maçta taktı. O, Fenerbahçe’nin Zeki Rıza Sporel (1933), Ali Rıza Tansı ve Naci Bastoncu (1935), Melih Kotanca (1940, 1945 ve 1946), Lefter Küçükandoniadis (1950), Ogün Altıparmak (1970-71), Osman Arpacıoğlu (1972-73), Cemil Turan (1973-74, 1975-76 ve 1977-78) ve Selçuk Yula’dan (1981-82 ve 1982-83) sonra çıkardığı 10. “Türkiye Gol Kralı”ydı. Her şeyden öte, benzersiz bir şampiyonluktu bu. En fazla gol*, en yüksek gol ortalaması, en fazla galibiyet, en yüksek puan, en iyi averaj.. Bütün rekorlar Fenerbahçe’nindi. Kırılacağı da yoktu..

    11 Haziran 1989.. Sarı-lacivertli ve mutlu bir gündü.

    * Sonradan, bazı takımlarla dört maç yapılan ve iki etaplı ligde atılan golleri dikkate alıp yapay rekorlar icat edilmeye çalışılsa da, bu rekor da “şikesiz, lekesiz ve tertemiz” Fenerbahçe’nindi..   

    Tapfereritter

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Fenerbahçe'nin 21'inci Türkiye Şampiyonluğu... 11 Haziran 1989 tarihli Şampiyonluk Turundan
  • Fenerbahçe’nin 50. Yıl Törenleri II

    Fenerbahçe’nin 50. Yıl Törenleri II

    Bundan tam 63 yıl önce bugün, 9 Haziran 1957 tarihinde Fenerbahçe, 50. kuruluş yıl dönümü törenleri kapsamında Dolmabahçe Stadı’nda Fransa’nın Toulouse takımı ile yaptığı maçı 2-2 berabere bitirdi. Fenerbahçe’nin 50. yıl törenleri II detaylarını dönemin Cumhuriyet gazetesinden okuyalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Beraberlik Günleri

    Fenerbahçe’nin 50. yılda şansı beraberlikten açıldı. Galatasaray’la yapılan tekaütler maçı 0-0 sona erdi. Genç takım Beyoğluspor genç takımı ile 2-2 berabere kaldı. Nihayet Fransa Kupası’nı kazanan, Aston Villa’yı 2-1 yenen Toulouse ile de (A) takım güzel bir maçtan sonra 2-2 berabere kaldı.

    Toulouse maçından önce Fenerbahçe’ye Beden Terbiyesi Umum Müdürü Nizamettin Kırşan teşkilat adına büyük bir kupa verdi. Futbol Federasyonu’nun kupasını ise aza Hasan Ekin verdi. Nihayet Beden Terbiyesi Bölge Müdürü Sait Selahattin Cihanoğlu 1956-1957 lig şampiyonluğunun kupasını verdi, oyuncuları tebrik etti. Kulüp madalyaları dağıttı. Memleketin muhtelif yerleri ve müesseselerinden gelen kupalar takıma verildi.

    Fransa’da ve Avrupa’da tanınan bir takıma karşı alınan bu netice cidden iyi idi. Fakat ilk tertip daha evvel değiştirilseydi belki hırsla iyi bir futbol oynayan sarı-lacivertliler sahadan galip ayrılabilirlerdi.

    İkinci golde müdafilerin yardımı Şükrü’ye şarttı. Forvette Can çok iyi çalıştı. Fenerbahçe’nin son yarım saatteki tertibi başarılı idi. Fransız takımı ise biraz ağır olmakla beraber iyi futbol oynayan bir ekip. Müdafaaları sert ve inatçı idi. En fazla sağ açık göz doldurdu. Şükrü yediği iki gole rağmen muhakkak üç golü kurtardı.

    İlk tehlikeli şutu Bouchouk attı, direğe çarparak döndü. 13. dakikada Necdet’ten sonra Nedim’i geçen iç rahat bir şekilde sağ açığa pas verdi. O da Şükrü’nün sağından topu ağlara yuvarladı. 31. dakikada Şükrü İbrahim’in ayağına atlayarak bir gole mani oldu. Dört dakika sonra Ergun’dan gelen topa Lefter çok güzel bir şekilde vurdu fakat top üst direğe çarparak kurtuldu. Devre 1-0 sona erdi.

    İkinci Devre

    İkinci devre dördüncü dakikasında geriden ceza sahası kenarında bir pas alan Can güzel bir vuruşla topu Roussel’in bakışları arasında ağlara taktı. 56. dakikada Can ve Niyazi bir fırsat kaçırdılar. 72. dakikada sağdan atılan faul atışını uzaklaştıramadılar. Top önüne düşen Aldo müdafilerin ve Şükrü’nün boş bıraktığı sağ köşeden ikinci golü attı. Bir dakika sonra ve üç dakika sonra Şükrü muhakkak iki golü şahane şekilde kurtardı. 80. dakikada Naci’nin gollük şutu üst direkten döndü. Bir dakika sonra Lefter’den Şeref’e gelen top onun kafa pası ile Niyazi’yi buldu. Onun ilerleyerek attığı ustaca şut beraberlik golü olarak Toulouse kalesine girdi. Biraz sonra Ergun’un şutu direği yalayarak dışarı çıktı. Böylece Fransa Kupası Şampiyonu Toulouse, İstanbul şampiyonu ile 2-2 berabere kaldı.

    Erdoğan Arıpınar


    Fenerbahçe : Şükrü Ersoy, Seracettin Kırklar, Nedim Günar, Naci Erdem , Basri Dirimlili, Necdet Çoruh (Avni Kalkavan), Ergun Öztuna (Turhan Bayraktutan), Lefter Küçükandonyadis, Şirzat Dağcı (Şeref Has), Can Bartu, Niyazi Tamakan

    Toulouse : Guy Roussel, Richard Boucher, Guy Nungesser, Marius Bruat, Rene Pielmelding, Pierre Cahuzac, Said Brahimi, Rene Dereudare, Aldo, Ailus Rytkonnen, Amid Bouchouk

  • Lefter’in Jübilesi

    Lefter’in Jübilesi

    Fenerbahçe’nin Ordinaryüs futbolcusu Lefter Küçükandonyadis, bundan tam 56 yıl önce, 3 Haziran 1964 tarihinde jübilesini yaptı.

    Bir gün evvel şöyle diyordu Lefter :

    Evet artık, topa veda ediyorum. Şartların beni bir kere daha topa döndürmemesini arzu ediyorum. Fakat top bana veda edecek mi? Bunu merak ediyorum. Belki bir gün ekmek paramı çıkarmak için Afrika’da futbol oynarım. Bugün için bildiğin bir şey varsa, sırma saçlı yârimden ayrılıyorum.

    3 Haziran 1964 – Milliyet Gazetesi

    Fenerbahçe sezonu şampiyon bitirmişti. Bu coşkun sevinç sürerken, İsmet İnönü’ye bir telgraf çekip “Bu mutlu günüme katılmanızı rica eder, milletimin başında size uzun ömür ve başarılar diler, hürmetle ellerinizden öperim” diyen Lefter, 22.181 seyircinin önünde Beşiktaş ile veda maçına çıktı.

    Maç 1-1 berabere bitti. Fenerbahçe Kulübü idare heyeti aldığı bir kararla maçın bütün hasılatını Lefter’e bırakmıştı. Beşiktaş Kulübü de hissesine düşen meblağdan yüzde onunu Lefter’e vereceğini bildirmişti. Sonuçta jübile maçından Lefter’e 46.816 Lira kaldı, Beşiktaş ise 38.304 Lira aldı.

    Namık Sevik, Milliyet’teki köşesinde “Aslında Lefter defteri değil, ciltlere sığmayan futbol kitabını kapadı” diye yazdı.

    Ertesi gün gazetelerde “Fenerbahçeli futbolcular bu akşam Dormen’de temsil edilen ‘Keşanlı Ali Destanı’ piyesini seyredeceklerdir. Tiyatro idaresi Türkiye Şampiyonu olan Fenerbahçeli futbolcuları davet etmiştir” haberi vardı.

    Fakat Fenerbahçe taraftarı için perde inmiş, tarihin en büyük futbolcularından biri, onu canlı izleyenlere bir daha dinmeyecek bir özlem bırakarak yeşil sahalardan gitmişti…

    4 Haziran 1964 tarihli Cumhuriyet gazetesinden
  • Yavru Vatan Sarı Lacivert

    Yavru Vatan Sarı Lacivert

    Fenerbahçe’nin ilk Kıbrıs seyahati 1959 yılında gerçekleşti. Türkiye’de nereye gitse beraberinde neşe ve bereket götüren sarı kanaryalar sayesinde bu defa yavru vatan sarı lacivert renklere boyandı. Tapfereritter yazıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    3 Haziran 1959

    Fenerbahçe’nin altın dönemlerinden birini teşkil eden 1958-59 sezonu, Kıbrıs tarihinde de kritik dönemeçlerden birinin geçildiği bir dönem.. 11 ve 19 Şubat 1959’da sırasıyla Zürih ve Londra’da imzalanan Antlaşmalarla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin; Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık’ın garantörlüğünde, bağımsız bir devlet olarak 16 Ağustos 1960’ta kurulmasına karar verilmiş.. 

    7 Mayıs 1959’da ise Yunan Başbakanı Konstantin Karamanlis Ankara’yı ziyaretle Türk mevkidaşı Adnan Menderes’le görüşmüş ve varılan mutabakatları pekiştirmişler. Ada’dadaki Türkler de anavatanla bağlarını pekiştirmek istiyorlar.

    Kıbrıs tarihinin ivme kazandığı bu ortamda, Kıbrıslı Türklerin sarı-lacivertli takımı Doğan Türk Birliği Türkiye’den renktaşını Lefkoşa’ya davet ediyor. İki kulüp arasında gönül bağı da var: 1938 yılında (bugün Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde yeralan) Limasol’da kurulan Doğan Türk Birliği’nin ilk sarı-lacivert formalarını da Fenerbahçe hediye etmiş.. 

    Fenerbahçenin Kıbrıs’a Daveti

    Davete karşılık Fenerbahçe Kulübü “Maçı 3 Haziran’da yapabiliriz” diyor. Zira takvim yoğun: 7 Haziran’da İstanbulspor’la Lig maçı var, ardından 10 ve 14 Haziran’da final maçları (rakip averajla Galatasaray olacak, ancak o tarihte Vefa da potada).. 

    1 Haziran’da uçakla Lefkoşa’ya giden Müslim Bağcılar başkanlığındaki Fenerbahçe kafilesi asker futbolcuları Can Bartu ve Necdet Çoruh’a yurtdışına çıkış izni alamadığı için bu oyuncularından mahrum. 

    Karşılaşma öncesinde Fenerbahçe Türkiye Ligi’nde grup liderliğini garantilemişken, Doğan Türk Birliği de Kıbrıs Türklerinin Liginin dördüncü sezonunda lider. İlk iki sezonun (1955-56 ve 1956-57) şampiyonu..   

    Fenerbahçe Kıbrıs’ta

    Kıbrıs’a daha önce Türk takımlarının gitmişliği var. Örneğin 1932 yılında Seyhanspor ağırlıklı Adana Karması maçlar yapmış. Ancak, Türk sporunun büyükleri arasından Kıbrıs’a giden ilk takım Fenerbahçe..

    Her şey Marşımızda geçen “Türkün kalbi sende atar” dizesindeki gibi.. Kıbrıs’ta Ankara Palas Oteline yerleşen Fenerbahçe’ye gösterilen ilgi muazzam. Fenerbahçe’nin büyük coşku altında Türk bayrağıyla çıktığı Lefkoşa Taksim Stadı’nda oynanan maçı izleyenlerden biri (yeni devlet kurulduğunda Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacak olan) Kıbrıs Türklerinin siyasi lideri Dr. Fazıl Küçük. Yine dönemin (Hürriyet’le birlikte) en yüksek tirajlı iki gazetesinden Yeni Sabah’ın Lefkoşa bürosu karşılaşmayı kazanacak takım için bir kupa koyuyor ortaya.   

    Maçta Türkiye’nin “Sarı-lacivertlileri” daha baskın: Yaklaşık 10.000 seyircinin izlediği ve Ahmet Sami Bey yönetimindeki maçı “Özcan Arkoç (Şükrü Ersoy), Seracettin Kırklar, Basri Dirimlili, Avni Kalkavan, Osman Göktan, Akgün Kaçmaz, Mustafa Güven, (kaptan) Naci Erdem, Şeref Has, Lefter Küçükandonyadis, Ergun Öztuna” kadrosuyla oynayan Fenerbahçe Lefter’in üç, Şeref’in bir golüyle daha 28. dakikada 4-0 öne fırlıyor. Maçın sonucu mukadder gibi. Ama önemli olan dostluğun kazanması: Karşılaşmanın ikinci yarısında Doğan Türk Birliği kalesine Fenerbahçeli Özcan Arkoç geçiyor. Fenerbahçe kalesini ise Şükrü Ersoy devralıyor. 60. dakikada kazanılan penaltıyı ise kaleci Şükrü kullanıyor ve Özcan’ın koruduğu kaleye beşinci golü atıyor. 

    Maç 6-0 bitiyor ve Dr. Fazıl Küçük seyircilerin coşkun tezahüratları altında Yeni Sabah Kupasını Fenerbahçe kaptanı Naci Erdem‘e takdim ediyor. 

    Maç farklı bitmiş ama ne gam. Kıbrıs doyamamış Fenerbahçe’ye. İkinci bir maç teklifi, Fenerbahçe tarafından yoğun maç programı nedeniyle geri çevrilmek zorunda kalırken, 21 Haziran’da Doğan Türk Birliği İstanbul‘a iade-i ziyarette bulunuyor ve Fenerbahçe’nin genç takımına 6-2 mağlup oluyor… 

    Fenerbahçe daha sonra Kıbrıs’ı defalarca ziyaret edecek.

    Ancak, zamanın hırpaladıkları da var.. 1963’te Kıbrıs’taki ortaklık çöküyor ve 1974’e kadar Kıbrıs Türklerini acı, yokluk ve keder dolu yıllar bekliyor. Limasol’da dört asırlık Türk varlığı sona ererken Doğan Türk Birliği Girne’ye taşınıyor. Maçın kupasını ortaya koyan Yeni Sabah gazetesi 1964’te yayın hayatına son verirken, Lefkoşa Taksim Sahası ise halihazırda BM Barış Gücü (UNFICYP) denetimindeki ara bölgede kalıyor, hatta bir ara (2014) ralli parkuruna dönüştürülüyor. 

    Fenerbahçe’nin yolu Limasol’la 53 yıl sonra, bu defa Dışişleri Bakanlığı’nın özel izniyle kesişti. UEFA Avrupa Ligi’nde aynı gruba düştüğü AEL Limassol’la 25 Ekim 2012’de Lefkoşa’da karşılaştı ve gülen taraf 72. dakikada Egemen Korkmaz’ın golüyle Türkiye’nin “sarı-lacivertlileri” oldu. Nitekim AEL Limassol da sarı-lacivert renklere sahipti. Bu da bir tesadüf değildi: 1950-57 arasında bu takımın formasını giyen Kıbrıslı Türk yıldız Sevim Ebeoğlu, Rum/Yunan milli renkleri mavi-beyaz yerine başka renk tavsiyesi isteyen Kulüp Başkanı Nikos Solominidis’e, gönül verdiği Fenerbahçe’nin renklerini önermiş; önerisi kabul görünce de İngiltere’ye gidip yeni formaları alıp getirmişti.. 

    Ama 1959’daki ilk ziyaretin Fenerbahçe için anlamı başkaydı. “Yeşil Ada”ya mutlu gitmiş şen dönmüştü Fenerbahçe.. Ve Doğan Türk Birliği kendi liginde şampiyon olurken, Fenerbahçe de 14 Haziran’da ezeli rakibi Galatasaray’ı 4-0’la hezimete uğratmış ve Milli Lig’in ilk şampiyonluğunu kazanmıştı..

    Tapfereritter / Yavru Vatan Sarı Lacivert

  • Sarı Kanarya : Bir Kültür Mirası

    Sarı Kanarya : Bir Kültür Mirası

    1974 yılının yaz ayları…

    Didi yönetimindeki Fenerbahçe Şampiyon olunca, başkan Emin Cankurtaran bir Fenerbahçe marşının hazırlanmasını istiyor. Hemen kollar sıvanıyor. Fecri Ebcioğlu sözleri yazıyor, Şerif Yüzbaşıoğlu aranjmanı yapıyor, Nesrin Sipahi o güzelim sesiyle marşı söylüyor ve piyasaya çıkan 45’lik plak yarım asırdır ülkenin en çok çalan melodilerinden biri oluyor.

    Günümüzde de bu marş çalmadan, “Kalpleri fetheden renkler…” nakaratına, on binlerce kişilik dev koro “Yaşa Fenerbahçe” diye eşlik etmeden  Fenerbahçe  futbol takımı stadının çimlerine adım atmıyor…

    Marşta  “Cihatlar, Lefterler, Canlar, Fikretler…” diye adı geçen 4 futbolcu Cihat Arman, Lefter Küçükandonyadis, Can Bartu ve Fikret Arıcan.

    İlk sırada adı geçen Cihat Arman Fenerbahçe forması altında 5 Milli Küme, 1 Türkiye Futbol Birinciliği olmak üzere 6 Türkiye şampiyonluğu kazanmış. Aynı zamanda 3 İstanbul Şampiyonluğu, 3 Başbakanlık Kupası, 1 İstanbul Şildi, 1 İstanbul Kupası da var. Fenerbahçe’deki abide yeri ve önemiyse tüm bu kupalardan biraz daha fazlası…

    Cem Atabeyoğlu’nun “Türk Futbolunda Unutulmayan 200 Ünlü” kitabında Cihat Arman’ı anlattığı bölüme gidelim…

    Futbolumuzda “Uçan Kaleci” adıyla ün yapmıştı Cihat Arman. Fenerbahçe’ye “Kanaryalık” da onunla geldi.Uçan Kalecinin kanarya sarısı renginde bir kaleci kazağı vardı.Fenerbahçe seyircisi bu kanarya sarısı kazağından ötürü önce ona “Kanarya” dedi. Sonra “Kanaryalık” bütün Fenerbahçe’ye mal edildi…

    Her ne kadar İslam Çupi onun için “Cihat Arman  giyimi, kuşamı ve başındaki kepi ile en az 100 bin İstanbullu çocuğu Fenerbahçeli yapmış çekiciliği tartışılmaz karizmatik bir erişilmez kalecilik kişiliğine sahipti” dese de kalecilik nankör meslek. 310 defa koruduğunuz kalede son 4-5 maçınızdaki performansınızla anılabilirsiniz. Hele o maçlarda yediğiniz hatalı bir gol bir şampiyonluğu, bir kupayı kaybettirirse… Bir hata binlerce sevabı hatırlanmaz kılabilir.

    Micheal Jordan’ın son dansı varsa, Kanarya Cihat Arman’da âlâsı var…

    İzmir, 6-7 Mayıs  1950

    Milli Küme’nin 1950 sezonuna fırtına gibi giren Galatasaray ilk haftadan liderliği alıyor ve tüm maçlarını bitirdiğinde hala zirvede. Galatasaray maçlarını bitirmiş ancak ikinci Fenerbahçe’nin hala 2 maçı daha var ve İzmir’de 2 gün arka arkaya bu maçlar için sahaya çıkacak.  Şampiyon olmak istiyorsa, sezonun tuhaf averaj hesabına göre hiç gol yemeden kazanması gerek. Yediği her gole karşılıksa 4 gol atmak zorunda !

    6 Mayıs günü rakip Türkiye Futbol Birinciliği kazanan Göztepe.

    Fenerbahçe, Cihat Arman-Hilmi Ardağ-Müzdat Yetkiner-Samim Var-Kamil Ekin-Süleyman Köprülü-Erol Keskin-Lefter Küçükandonyadis-(Bego)Ahmet Erol-Cemal Uzkes-Halit Deringör kadrosuyla Alsancak stadına çıktığında isteyeceği son şey gol yemek.

    Ama o  istemeyeceği gol maçın daha ilk dakikasında Göztepe’li Yüksel’den geliyor ve 1-0 yenik duruma düşüyor. 4 dakika sonra (Bego)Ahmet Erol ile bir gol buluyor ve şimdi skor 1-1.

    1950 yılı, Milli Küme’nin de 35 yaşındaki sembol kaleci Cihat’ın son sezonları.

    Her sporcunun başına gelebilir, yaş ilerledikçe yeterliliği sorgulanır. Cihat Arman içinde benzer yorumlar var: yaşlandı ! Cihat Arman’ın kanıtlaması gereken hiçbir yetenek kalmamış, her türlü başarı öyküsünü yazmış. Öyle ki, tehir edilen maçlarda tek başına kaleye geçmiş, stadyuma gelenlere özel bir gösteri sunmuş  Yine İslam Çupi’ye kulak verirsek:

     “Lacivert ve sarının tonları ile duruş yerlerinin değiştiği kazaklar giyer, başına beyaz bir kep geçirirdi. Zemheri kışlarda maçlar sahada tehir olduğunda Cihat kaleye geçer Fenerbahçe forvetlerinin attığı şutlarda yarım saat bir kalecilik resitali yapar, bu gösteriden sahaya gelen tüm futbolseverler bir maç seyretmişçesine keyif alırlardı.”

    Ancak büyük kaptan ne olursa olsun şampiyonlukla veda etmek istiyor ve bu konuda arkadaşlarına da güveniyor.

    Maçın 12.dakikasında Göztepe bir korner kullanıyor, top Cihat’a geliyor ama olmayacak oluyor, Cihat topu elinden kaçırıyor. İlk golü atan Yüksel sarı kırmızılı takımı 2-1 öne geçiriyor…

    Bu şampiyonluk gitmemeli, Cihat’ın hatasıyla  hiç gitmemeli. Hele averajla giderse yıllarca “Ah o Cihat’ın elinden kaçırdığı top” denecek. Cihat kalesine başka gol yememek üzerine dönüyor. Cihat’ın güvendiği Fenerbahçe forvetleri de kaptanı kupasız göndermemeye kararlılar,  iş başı yapıyorlar. Bego Ahmet iki, Lefter bir gol atıyor ve Fenerbahçe maçı 4-2 kazanıyor.

    7 Mayıs günkü Milliyet Gazetesinin başlığı şöyle: Fenerbahçe’nin şampiyon olabilmesi için bugün Altay’ı 4-0 yenmesi lazımdır.

    Tuhaf bir averaj hesabı olduğunu yazmıştık. Fenerbahçe 4-0 kazanmalı. 1 gol yerse 8-1, 2 gol yerse 12-2 kazanmak zorunda.

    7 Mayıs günkü final maçın son dakikasına girilmek üzere. Bego Ahmet’in 2, Samim Var’ın 1 golüyle Fenerbahçe 3-0 önde ve bu skor Galatasaray’ı şampiyon yapacak. O dönemde maçlardaki kayıp zaman maçın sonuna eklenmiyor. Dışarı kaçan topun patlatılıp geri döndüğü oluyor. Maç defalarca durmuş. Fenerbahçe gol üstüne gol kaçırmış ve son bir korner kullanıyor. İzmir’de tribünlerde “re re re ra ra ra Galatasaray” sesleri var. Fenerbahçe’de de Samim Var. Kornerde dokunduğu top Fenerbahçe’yi averajla şampiyon yapıyor. 14 maçlık serüvende ilk haftadan son maçın 89. dakikasına kadar lider olan Galatasaray ve o son dakikada şampiyon olan Fenerbahçe. Şarkıdaki gibi bazen küçük bir an için ömür bile verilir…

    Son şampiyonluğun kupası kaptan Cihat’ın ellerinde yükseliyor…

    Ankara, 17 Haziran 1950

    Türkiye Futbol Birinciliği şampiyonu Göztepe ve Milli Küme Şampiyonu Fenerbahçe bu defa Başbakanlık Kupası maçı için Ankara’da.

    Fenerbahçe yoğun bir programla   önce Anıtkabir’i ziyaret edip çelenk bırakıyor. Ardından Köşkte Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı ve son olarak da yeni başbakan Adnan Menderes’i ziyaret ediyor.

    Saat 18’de başlayan maçın ilk yarısını Fenerbahçe Lefter’in golüyle 1-0 önde kapatıyor. İzmir’de de Fenerbahçe’ye gol atan Yüksel ikinci yarıda skoru 1-1 yapıyor. Uzatmaya giden maçın 114.dakikasında Erol Keskin’in golü son Başbakanlık Kupası’nı Fenerbahçe’ye getiriyor. Fenerbahçe 1 ay içinde İzmir ve Ankara’da sevenlerine şampiyonluk yaşatıyor.

    Seremonide kaptan Cihat Arman Federasyon başkanı Ulvi Yenal ve Başbakan Menderes’in ortasında objektiflere gururla poz veriyor. Nasıl gururlu olmasın,son 2 maç 2 kupa…

    Kaptan futbolu bırakırken bir de büyük miras bırakıyor: Sarı Kanaryalar !

    Kaplan, Aslan, Kartal, Fırtına, Şimşek, Boğa, Timsah, Dragon, Atmaca, Ateş gibi sembolleri kullanan rakiplerinin yanında gücünü temsil etmek için bir isime ihtiyaç duymayan Fenerbahçe’nin Kanarya olarak anılması ne büyük bir farklılıktır.  Sarı Kanaryalar diye başlayan cümlelerin hep mutluluk kokması ne güzeldir. Bir sezon finalinde televizyon  ekranlarında yanıp sönen “şampiyon” yazısı ne tarifsiz bir gururdur. Anadolu’nun uzak bir köşesinde Fenerbahçeli çocuğun “oley oley oley oley Şampiyon Kanaryaaa” tezahüratını duyduğu andaki, “ben de bir gün orada futbolcu veya taraftar olarak olmalıyım” hedefi ne güzel bir yolculuktur.

    Zaman içinde çok şeyi kaybederken, şampiyonluklar sonundaki tezahürattaki Kanarya da  uyumsuz bir Fener sözüne yenik düştü. Bir gün o da yerine dönecektir, Fenerbahçe de…

    Maç yaparken sahada Sarı Kanaryalar” sözlerini her maçın başlangıcında ve her sezonun sonunda hep duymak dileğiyle, Cihat Arman’a  rahmet ve saygıyla…

    Bozkurt K. Yılmaz


    Talha Altınbaşak’ın Öz Fenerbahçe’de yaptığı bir röportajda yayınlanan, Cihat Arman’ın çocukluk ve gençlik resimleri.
    Cem Atabeyoğlu’nun Öz Fenerbahçe’de yaptığı bir röportajda yayınlanan, Cihat Arman’ın askerlik resimlerinden.

  • Balkan Şampiyonu Fenerbahçe

    Balkan Şampiyonu Fenerbahçe

    30 Mayıs 1968’de büyük bir zafere imza attık… Balkan Şampiyonu Fenerbahçe, futbolda Türkiye’ye uluslararası bir şampiyonluk getiren ilk kulüp oldu. Tapfereritter yazıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Balkan Kupası Geliyor

    1955-56 sezonunda start almıştı Avrupa Kupaları. O sezon ilk kez düzenlenen Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası ve Fuar Şehirleri Kupası’nı (1971’de UEFA Kupası’na evrilecekti) 1960-61 sezonunda Avrupa Kupa Galipleri Kupası izlemiş; Avrupa kıtasının “duvar”lar ve “demir perde”lerle bölündüğü 1945 sonrası “Soğuk Savaş” yıllarında toplumlararası ilişkilere kısmen nefes aldıran bir heyecan başlamıştı. 

    Sonraları çok uzun yıllar Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlığı yapacak olan sarı-lacivertli yönetici Faruk Ilgaz’ın öncülüğünü yaptığı Balkan Kupası; bloklara ayrılmış Balkan coğrafyasına yeni bir kültürel etkileşim alanı açacaktı. 1960’lara girildiğinde üç parçaydı Balkanlar: 1952 yılında elele NATO’ya giren Türkiye ve Yunanistan, 1955’te kurulan Varşova Paktı’nın kurucu üyeleri Bulgaristan ve Romanya, sosyalist yönetimlere sahip olmalarına rağmen Varşova Paktı dışında konumlanan Yugoslavya ve (kurucu üyelerden olmasına rağmen 1960’a doğru Pakt’tan hızla uzaklaşan) Arnavutluk. 

    Avrupa, bu tür bölgesel şampiyonaların yabancısı değildi. Nitekim, Orta Avrupa kulüpleri de iki Dünya Savaşı arasındaki dönemde (1919-1939) Mitropa Kupası adı altında kozlarını paylaşmışlardı (1927-1939). Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nın doğduğu 1955 yılında Mitropa Kupası da lig ikincilerini kapsayacak şekilde canlandırıldı. Kıtanın diğer ucunda ise Fransız, İspanyol, İtalyan ve Portekiz kulüpleri arasında 1949’dan beri Latin Kupası oynanıyordu bile.

    Sadece Fenerbahçe

    1960-61 sezonunda ilk kez oynanan Balkan Kupası’na basında sıklıkla “Balkan İkincileri Kupası” şeklinde atıfta bulunulmasının da 1955 sonrasındaki Mitropa Kupası gibi bir mantığı vardı. Lig ve Kupa şampiyonları Avrupa Kupalarına gidiyor, Lig ikincisi onca emeğe rağmen resmî dış temastan mahrum kalıyordu. Bu nedenle Balkan Kupası’nın statüsü de “Avrupa Kupalarına katılamayan en başarılı takım”ı gözetecek şekilde hazırlandı. 1960-61’de Fenerbahçe, 1961-63’te Fenerbahçe ve Galatasaray, 1963-64 ve 1964-66’da Beşiktaş ve 1966-67’de Fenerbahçe katılmıştı Balkan Kupası’na. 

    Katılımcılardan Beşiktaş ve Galatasaray pek bir varlık gösterememiş, buna karşılık Fenerbahçe 1960-61’de şampiyonluğun eşiğinden dönmüştü. Önce AEK deplasmanında, ardından İstanbul’daki maçta Steagul Roşu (Kızılbayrak) Braşov’a karşı öne geçmesine rağmen birer puana razı olan Fenerbahçe (maç fazlasıyla) lider gittiği Braşov deplasmanından puan çıkaramayınca ümidini yitirmişti. 

    Ancak 1966-67 sezonunda (daha sonradan Eskişehirspor’e altın dönemini yaşatacak olan) Teknik Direktör Abdullah Gegiç’in çalıştırdığı Sarı Kanaryalar grubunda Arnavut Partizani Tirana, Bulgar Çernomore Varna ve Romen UTA Arad’ı geride bırakarak final oynamaya hak kazandı. Diğer finalist ise grubunda Bulgar Lokomotif Sofya, Romen Farul Köstence ve Yugoslav Vardar’ı geride bırakan Yunan AEK Atina idi (o sezon Balkan Kupası şimdiki Şampiyonlar Ligi’nin ilk formatı gibi oynanmıştı). 

    AEK, Türk futboluna uzak bir kulüp değildi; zira 1924 yılında İstanbul’dan göçen Rumlar tarafından kurulmuş ve Türkiye’den gelen futbolcular da formasını giymişti. Örneğin efsanemiz Lefter Küçükandoniadis de 1964-65’te sakatlanana kadar beş maç sarı-siyahlı formayı sırtına geçirmişti.

    Kupadan Önce Kura

    Fikstür sıkışıklığı nedeniyle 1967-68 sezonunda sarkan Kupa’da Fenerbahçe 11 Ekim 1967’de Atina’da finalin ilk ayağında AEK karşısına çıkarken başında artık ünlü Macar antrenör Ignac Molnar vardı (AEK’da da bir başka Macar antrenör Gene Çaknadi). 3 gün önce Türkiye Ligi’nde Galatasaray karşısında aldığı 2-0’lık galibiyetin moraliyle sahaya çıkan Fenerbahçe, 11 Ekim 1967’deki bu ilk maçı 2-1 kaybetmişti. 61 kez Yunan milli ve iki kez gol kralı Dimitrios “Mimis”  Papayannu’nun frikik golüne Ercan Aktuna karşılık vermiş, ancak ilk yarının bitimine üç dakika kala (1955-58 arasında Beyoğluspor ve Beşiktaş’ta da forma giymiş) Alekos Sofyanidis’in penaltısı skoru tayin etmişti.

    26 Ekim’de İstanbul’da oynanan rövanşta şampiyon olacak takıma kupasını vermek üzere FİFA Başkanı İngiliz Stanley Rous da şeref tribününde yerini almıştı. Fenerbahçe maçı Ercan Aktuna’nın 45. dakikadaki penaltı golüyle 1-0 kazanmıştı. Ancak bu skor (deplasmanda atılan gol avantajı uygulanmadığından) kupayı kazanmasına yetmemiş, şampiyonluk üçüncü maça kalmıştı (Fenerbahçe 16, AEK 1 korner kullanmıştı). 

    “Kupayı” bu maçta kazanamayan Fenerbahçe “kurayı” kazanmıştı. FİFA Başkanı Rous’un uğurlu eli üçüncü maça evsahipliği yapacak takım olarak Fenerbahçe’yi seçmişti. Maçın tarihi 9 Kasım 1967 olarak belirlendi. Maç berabere biterse uzatılacak, eşitlik yine bozulmazsa kupa iki takım arasında paylaşılacaktı. 

    Ancak kader ağlarını örüyordu. Önce AEK kulübü 9 Kasım’a iki gün kala mazeret öne sürdü: Yunanistan’ın önceki günkü milli maçında oyuncuları sakatlandığından gelmek istemiyorlardı. 

    Gergin Siyasi İlişkiler

    17 Ocak 1968’e ertelenen maç da oynanamadı. Zira Türk-Yunan siyasi ilişkileri bir kez daha geriliyordu. 21 Nisan 1967’de Yunan ordusu içindeki bir cunta, bir askeri darbeyle yönetime el koyarak (1974’ta Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekatı sonucunda devrilecek) bir diktatörlük rejimi kurmuştu. Kıbrıs Barış Harekatından bir hafta sonra Türk futbolunun üç büyükleri arasında oynanan ve Fenerbahçe’nin şampiyonluğuyla biten Türk Silahlı Kuvvetlerine yardım amaçlı turnuva ise ayrı bir yazının konusudur.

    1967’de Yunanistan’daki Askerî Cunta, Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirme (Enosis) hedefine ulaşmak için Keşan ve Dedeağaç görüşmelerinde Türkiye’yle pazarlığa kalkışmış, bundan sonuç alamayınca 15 Kasım’da Kıbrıs’ta Boğaziçi ve Geçitkale köylerine karşı saldırılar düzenlenmiş, bu saldırılara Yunan birlikleri de katılmıştı. Türkiye’nin Antlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanacağı yönündeki ihtarı üzerine bu buhran son bulmuş ve Yunanistan, BM gözetimi altında Ada’dan kuvvetlerini çekmek zorunda kalmıştı. 

    1968 yılında diplomasiye yeniden şans verilirken, futbolda da ortam yumuşamaya başladı. Hatta Balkan Kupası’nda yine Fenerbahçe ile Gençlerbirliği’nin ülkemizi temsil ettikleri 1967-68 sezonu maçları da 1968 Şubat’ında (daha bir önceki sezonun şampiyonu belli olmadan) oynanmaya başlamıştı. Ve hatta, Fenerbahçe ile AEK bu defa aynı gruba düşmüş ve 3 Nisan’da Atina’da oynanan maçı 3-1 AEK kazanmıştı. İstanbul’daki rövanşı ise Fenerbahçe 3-0’la kazanacaktı. 1966-67 sezonunun finalinin ise nihayet 30 Mayıs 1968’de oynanması kararlaştırıldı. 

    Maçın oynandığı tarih itibarıyla Fenerbahçe Ligi şampiyon kapatmış ve 14. Türkiye şampiyonluğuna ulaşmıştı. Bu sonuçla üçüncü kez düzenlenecek olan Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda ilk kez oynamaya da hak kazanmıştı. Türkiye Kupası’nda ise yarı finale yükselmişti sarı-lacivertliler. Yunan Ligi’nde lider AEK ise 10 Haziran’da resmen şampiyonluğunu ilan edecekti.

    Kampa Giriyoruz

    Fenerbahçe maç için Moda’da kampa girerken, Yunan futbolcular da Topkapı Sarayı’nı gezmişlerdi. Bulgar Todor Bekirov’un yönettiği İnönü Stadı’ndaki gece maçına Fenerbahçe Yavuz Şimşek, Şükrü Birand, Levent Engineri, Selim Soydan, Ercan Aktuna,  Yılmaz Şen, Ogün Altıparmak, Nedim Doğan, Abdullah Çevrim, Ziya Şengül, Yaşar Yiğit onbiriyle çıktı. İki yıldız Can Bartu ve Şeref Has sakatlıkları nedeniyle kadroda değillerdi.

    5 gün önce Ligde şampiyonluk turunu atan Fenerbahçe’nin hızına Yunanistan şampiyonu maç boyunca yetişemedi. Daha 2. dakikada Selim Soydan’ın serbest vuruşunu kafayla Manyateas’ın koruduğu kaleye gönderen Ogün Altıparmak gol perdesini açan isimdi. 31. dakikada ise kendine yapılan faulün atışını kullanan yine Selim Soydan’dı. Adeta uçarak topu kafayla filelere “gömen” ise Yılmaz Şen. İlk yarı 2-0 Fenerbahçe’nin üstünlüğüyle biterken AEK 45 dakika boyunca Fenerbahçe kalecisi Yavuz Şimşek’e ulaşan bir akın yapamamıştı. 

    İkinci yarı AEK kalesine geçen Serafidis ise 69. dakikada Fenerbahçe’nin o sezonki en güzel golünü yedi. Selim Soydan’ın pasını, durduğu yerde sağ ayağıyla havalandıran Ogün Altıparmak sol ayağıyla patlattığı şutla Yunan kalesini bir kez daha düşürmüştü: 3-0. Maçın gerisinde ise oyunu rölantiye alan Fenerbahçe ve bu durumdan istifade ederek tek golünü atan AEK’i izledi İstanbul seyircisi. 

    Efsanevi Sezon

    Bu sadece o sezonun ikinci kupasıydı. 23 Haziran’da Türkiye Kupası’nı, 28 Haziran’da da Cevdet Sunay’ın elinden Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazanan Fenerbahçe bir sezonda dört kupa kazanarak benzersiz bir başarı yakalamıştı. Müteakip sezonda da Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda “Dünya şampiyonlarının şampiyonu” Manchester City’yi eleyerek zaferlerle dolu yürüyüşünü sürdürecekti. 

    Balkan Kupası ise, 1971’de UEFA Kupası’nın ihdas edilmesiyle önemini yitirmeye başladı. 1981’e kadar Avrupa Kupalarına kesintisiz katılan Fenerbahçe, 1968’den sonra bu kupaya iştirak etmedi (Beşiktaş 1972-73, Galatasaray ise 1990-91 sezonuna kadar katılmaya devam etti). Bu dönemde Balkan “ikincileri” yerine daha alt sıralardaki takımların, bir süre sonra ise İkinci Lig şampiyonlarının katılması ilgiyi bir hayli azalttı. 1991-92’de Sarıyer ve 1993-94’te Samsunspor da (bir önceki sezonun 2. Lig şampiyonuydu) bu kupayı müzelerine götürdüler. 1995’te UEFA Inter-Toto Kupası’nın ihdasından bir sezon önce de Balkan Kupası tarihe karıştı.

    Balkan Kupası bugün Fenerbahçe’nin müzesinde… Peki yıllar sonra bile mutluluktan tebessüm ettiren ne mi kaldı? 

    Maçın bitimiyle sahaya dolan binlerce Fenerbahçeli taraftarın görüntüleri..

    Balkan şampiyonluğu anısına bestesi Rüştü Demirci, güftesi Zeki Tükel’in, “Tükel Plakçılık”tan çıkan “Şampiyon Fenerbahçe” şarkısı ve plağı..

    Ve elbette, Fenerbahçe’nin Türkiye’ye uluslararası kupa kazandıran ilk kulüp olmasının gururu…

  • Lefter’i Korumaya Giden Kalamış’ın Sıkı Abileri

    Lefter’i Korumaya Giden Kalamış’ın Sıkı Abileri

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, bize yine çok özel fotoğraflar ve bilgiler gönderdi.

    Aşağıda, solda gördüğünüz resimde Fenerbahçeli yelkenci ve meşhur atçı Vala Sidar, 1941 yılında 8 yaşındayken, Fenerbahçe burnunda kamışla balık tutmaya gidiyor. Sağdaki resimde ise bir balık dönüşü Burhan Kunt, Demir Turgut (Fenerbahçeli rekortmen yüzücü Leyla Asım Turgut’un ağabeyi) ve Vala Sidar İstanbul Yelken’in tahta iskelesinde görülüyor.

    Başlığın hemen altındaki resim ise daha önemli… Yelkenin flokçusu Vala Sidar ve dümenci Ercan Saltuk birinci geldikleri bir pirat yarışından sonra gururla iskeleye geliyorlar. Önemi nedir, diye soracak olursanız…

    6-7 Eylül olayları olduğunda Lefter’i korumaya adaya ilk onlar gitmişti. İkisi de Kalamış’ın sıkı abileriydi. Lefter’e dokunan biri olursa, sıkı bir dayak yiyeceği kesindi.

    Rahmetli Vala Sidar’ın kızı Elif Hanım birkaç yıl evvel Fenerbahçe Dergisi’ne verdiği bir röportajda “Fenerbahçe bana büyükbabam ve babamdan miras” demiş. Çok büyük bir miras olduğu kesin… Nur içinde yatsınlar…

  • Geçmiş Zaman Röportajları : Bercis Türkoğlu

    Geçmiş Zaman Röportajları : Bercis Türkoğlu

    1950’li yıllarda yayınlanan Öz Fenerbahçe dergisinde, Fenerbahçe’nin efsanevi kadın basketbol/voleybol takımının kaptanı Dr. Ayten Salih, takım arkadaşlarıyla röportajlar yapmıştı. Bunlardan bir tanesini sizlerle paylaşmak istedik. 8 Mart 2019’da düzenlenen “Tarihe İz Bırakan Fenerbahçe Kadınları” etkinliğinde de yer alan Türkoğlu, röportajın sonunda “Takımımız için en büyük temennim Fenerbahçe ismine lâyık olarak şampiyonluğunu yıllarca devam ettirmesidir” demiş. Temennisi yerini buldu. 1960 yılına kadar 21 şampiyonluğun 19 tanesini kazandılar… Keyifli okumalar…


    Geçen yıllarda Fenerbahçeli futbolculara verilen “Küçük Şeytanlar” adı kızlarımızda da devam ediyor.

    Resminden de göreceğiniz gibi cin gibi bir kız bu.

    Taksim’de oturduğu için “Üç antrenman bana fazla geliyor. Eve geç kalıyorum” diyerek arada sırada kaçamak yapar ama haftanın maçlarında daha da güzel oynayarak istirahatin yaradığını kabul ettirerek tatili (!) daha başlangıçtan elde eder. Cin gibi dedim ya. O işini bilir… Mesela onca film seyretmek de bir nevi istirahattir! Eğer evde veya sinemada istirahat etmiyorsa muhakkak Merallerdedir.

    Mamafih bütün bu yazdıklarım onun antrenmanlarına ehemmiyet vermemesi demek değildir. Çünkü o da nâmağlup şampiyon olamamamızdaki sebebi son hafta az antrenman yapmamızda ve dolayısıyla moralimizin bozukluğunda buluyor. Mamafih “O fena oyunla yenilmeyi hak etmiştik ama hakem yeni kaidelerin üçünü hakkıyla kullansaydı yine de İstanbul Üniversitesi’ni mağlup edebilirdik” diyor.

    1936 senesinde Trabzon’da doğan ve tahsilini Çamlıca Kız Lisesi’nde tamamlayan Bercis ancak mühim maçlarda heyecanlanırmış ama hiçbirinde de Fenerbahçe’nin basket maçlarını seyrederken heyecanlandığı kadar değil…

    -Evlilik spora mani midir?

    Evet. Çünkü hanımının spor yapmasına müsaade edecek modern zihniyetli bir şahıs bulmak, bizim cemiyette, bence büyük bir şans eseridir. (Beyler dikkatli okusun)

    Beğendiğim sporcular Can, Altan, Lefter, Naci, Ayten abla, Güneş, Seçkin, Seta… Tam bir sporcu olması bakımından Ayferi’yi Sevim’e her zaman tercih ederim. (Çok cesur konuşuyor bizim şu küçük kız vesselam…)

    Tercüme romanları, bilhassa Cronin, Tolstoy ve Dostoyevski’yi okumaktan pek hoşlanan Bercis’in en büyük arzusu güzel bir kütüphaneye malik olmakmış. (Mütevazi kütüphanesi her zaman emrime amade imiş. Teşekkürker.)

    -Başka söylemek istediğin bir şey var mı?

    -Bizimle beraber heyecan çekenlere, bizi candan teşci edenlere, nihayet çalıştırıp hazırlayanlara teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca takımımız için en büyük temennim Fenerbahçe ismine lâyık olarak şampiyonluğunu yıllarca devam ettirmesidir.

    Dr. Ayten Salih – 19 Mart 1956 – Öz Fenerbahçe Dergisi