Etiket: Mahiru Akdağ

  • Doktor Ayten Salih

    Doktor Ayten Salih

    Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi“nin “Beden Eğitimi ve Spor” özel sayısında Barış Eymen ve Barış Kenaroğlu imzasıyla yayınlanan yazı…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türkiye’de Kadınların Spor Sahalarında Görünmesi ve Ayten Salih Berkalp

    Barış Eymen, Barış Kenaroğlu

    Modern Sporların Ülkemize Girişi

    Türk kadınının spor sahalarında görünmesi Osmanlı döneninden itibaren başlamış bir süreçtir. Özellikle modern sporların yapılmaya başlanmasından bir süre sonra kadınların da söz konusu sporların bazılarıyla ilgilenmeye başladıklarını görürüz. Ülkemize modern sporların girişi genellikle 19. Yüzyılın ikinci yarısı ve sonrasına rastlar. Modern sporlar denince, öncelikle jimnastik, futbol, atletizm, grekoromen güreş, boks, bisiklet, yüzme, tenis, hokey, kriket, basketbol, voleybol, kayık ve yelken yarışları vs. gibi branşlar gelir.

    Öncelikle modern olan nedir; ona bir bakmak lazım. 18. Yüzyıl sonları ve 19 yüzyıl başlarında Osmanlı Türkiye’sinde birçok müessesenin tıkandığını işlevini yitirdiğini görüyoruz. Artık birçok alanda Avrupa’dan geri kalınmıştır.  Bu durumda devlet adamları çözüm arayışına girmişlerdir. Neticede gelinen nokta şu olmuştur:

    “Avrupa ülkeleri ile rekabet edeceksek kendi insanımızı en donanımlı şekilde yetiştirmeliyiz. Bu da çağın gereği gibi eğitim veren okullar açmakla olur. O zaman model Avrupa olacaktır.”

    Bu anlamda bir örnek verelim. Mesela Fransız eğitim sistemini model alan ve müfredatı da Fransız okullarına uygun bir yöntem kullanacaksınız. Fen bilimleri ağırlıklı müfredatı birebir aldığınızda ülkenizde bir Fransız Okulu kurmuş olursunuz. Buna karşılık o müfredata Türkçe, Türk Tarihi, Arapça, Farsça, Din Dersi ilave ettiğinizde artık bu müfredat çerçevesinde bir Fransız okulu olmaktan çıkıyor. Yerli motifler işin içine giriyor. Böyle olduğunda gençler yerli kültürden de uzaklaşmamış oluyorlar. İşte model birebir alındığında buna batılılaşma diyoruz. Yerli motifler katıldığında ise modernleşme diyoruz.

    Modern sporlar açısından buradan çıkaracağımız sonuç şudur: Modern eğitim alarak yetişen gençler modern spor dallarıyla tanıştıklarında ilgi gösteriyorlar, kolayca benimsiyorlar ve uygulamada da başarılı olabiliyorlar. Modern sporların ilk yapıldığı şehirler olarak İstanbul, İzmir, Selanik’i gösterebiliriz.

    Öncelikle yabancıların durumuna bir bakalım. Kapitülasyonların sağladığı imtiyazlardan yararlanarak koloni halinde yaşayan aileler sık sık çayırlara ve mesire yerlerine giderek kendi aralarında çeşitli spor dallarını icra ediyorlar.  Bunlara ilave olarak Osmanlı limanlarını ziyaret eden İngiliz savaş gemileri personelinin şehirde bulundukları zaman diliminde spor müsabakalarına katılıyorlar. Özellikle takım oyunlarında yeterli sayıda sporcu bulamayan aileler gayrimüslimleri de oyunlarına ortak ediyorlar.

    Zamanla Türkler de bu spor dallarıyla ilgileniyor. Türk gençleri sporu bir eğlenceden öte sağlıklı bir vücuda sahip olmanın aracı olarak da görüyorlar. Nitekim idmancı ve idmancılık kavramı sık sık kullanılıyor ve giderek yaygınlaşıyor. II. Abdülhamid döneminden itibaren gençlerin hem zihin hem de beden sağlığı için spor yapmanın yararları gazete sütunlarında yer alıyor. Yapılan sporlar gençler arasında ilgi gördüğü gibi halk da seyir amaçlı olarak ilgi gösteriyor.

    İlk Kadın Sporcularımız

    II. Meşrutiyetle beraber idmancılık hem zihin hem de beden sağlığı yanında aynı zamanda savaşa her zaman hazırlıklı olmanın gereği olarak da önemsenecektir. Ayrıca spor etkinlikleri artacaktır. Spor bayramı adıyla düzenlenen organizasyonlarda her dalda sporcular birbirleriyle rekabet edecektir. Bu bağlamda 1911 yılı spor bayramında Türk kadın sporcuların da yer aldığını görüyoruz. Kadınlar arası sürat yarışlarına katılan Besime Hanım birinci, Macide Hanım ikinci olmuştur. Besime ve Macide Hanımları ilk Türk kadın atletler olarak tanımlayabiliriz.

    Türk spor tarihi yazımına büyük katkılar sunan İdman mecmuası, 3 Temmuz 1330 (1914) tarihli 35. sayısı ile yayın hayatına veda etti. Derginin 5 numaralı nüshasında “Anadolu Hisarı İnas Mektebi talebâtı İdman Yurdu koşu müsabakasında” altyazılı bir fotoğrafta kız öğrencilerin Union Club sahasındaki yarışı görülüyordu.

    Takip eden senelerde Birinci Dünya Savaşı kaybedildi. Millî Mücadele kazanıldı. Ve Osmanlı İmparatorluğu, yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktı. Genellikle İstanbul merkezli olarak düzenlenen sportif faaliyetler olduğu gibi Cumhuriyet’e intikal etmiş ve kulüpler, diğerlerinin de katılımıyla Osmanlı döneminde başlayan rekabetlerini Cumhuriyet döneminde de sürdürmüşlerdir. Bu defa sporun ülke geneline yayılması da önemsenecektir.

    İdman’daki fotoğrafın yayınlanmasından 13 sene sonra, Türk futbolunun “Şiir” lakaplı, kulüp gezgini, meşhur siması Refik Osman (Top) Bey’in “Heyet-i Tahririye Müdürü” olduğu “Gol” dergisinin 19-20 numaralı nüshasındaki bir fotoğrafın altyazısında ise şu cümle göze çarpıyordu:

    “Genç kızlarımız spor âlemine atılırken; ilk şayan-ı takdir adım”

    Bu adım 12 Şubat 1926 günü, 1913 yarışı ile aynı yerde, Kadıköy’deki (bugünkü Fenerbahçe Stadyumu) İttihat Spor Kulübü Sahası’nda yapılan “Cumhuriyetin ilk kadın atletizm koşuları” idi. Dönem gazeteleri derlendiğinde günün öyküsü okuyanların gözünde şöyle canlanıyordu:

    O gün saat on buçuktan itibaren seyirciler gelmeye başlamışlardı. Genç hanımların koştuklarını görmek hususi bir zevk uyandıracağı için olacak ki şimdiye kadar hiçbir atletizm müsabakasında görülmeyen bir kalabalık vardı.

    Saat on bire doğru, sporcu hanımlar yanlarında Ömer Besim (Koşalay) Bey bulunduğu halde göründüler. Ömer Besim Bey, daha önce bu tip yarışlarda emsaline rastlanmamış kalabalığı görünce, yarı şaka, yarı ciddi ‘Anlaşıldı’ dedi, ‘Bir daha atletizm müsabakaları tertip edildiği zaman mutlaka hanımların da teşrik edilmesi lazım!’

    Müsabaka kalabalığın gösterdiği alaka ve heyecanı tamamıyla tatmin edecek bir cereyan almakta gecikmedi. Zira birkaç günden beri koşuya iştirak edeceklerinden bahsedilen yirmi kadar hanımın soyunma odalarına girip de hazırlanmaları lazım geldiği zaman hanımlar arasında bir telaş, bir heyecan hâsıl oldu. Oraya buraya dağıldıkları, ötede, beride heyecanlı heyecanlı koşuştukları görüldü. Anlaşılan hanımlardan bazıları spor eşyalarını evde unutmuşlardı.

    Bu arada Ömer Besim Bey de İttihat Kulübü’nün bir ucundan diğerine koşuyor, hanımları toplamaya ve müsabakaya sokmaya çalışıyordu. Bütün bu faaliyete rağmen, koşuya iştirak etmeleri lazım gelen yirmi hanımdan ancak yedisi meydana çıkabilmişti.

    İttihat Spor Kulübü’nün küçük binasının kapısından çıkan hanımlar fotoğrafçıların hücumuna maruz kaldılar. İkdam gazetesi muhabiri saha içinde ve hanımların etrafında gerek amatör, gerekse profesyonel on dört objektif saymıştı. Tribündekilerle beraber bu sayı yirmiyi geçiyordu. Besim Ömer Bey’in ‘Haydi!’si sporcuları fotoğrafçılardan kurtardı. Hanımlar, meydana çıktılar, sıralandılar, herkes dikkatle bekliyordu.

    İki koşu yapılacaktı. Biri 60 metrelik sürat, diğeriyse 300 metrelik mukavemet koşusu… Sürat koşusuna üç atlet katıldı: Nermin Hanım, Emine Hanım ve Safiye Hanım.

    Unvan Bey’in el çırpmak suretiyle verdiği işareti müteakip üç hanım fırladılar. Başlangıçta birinciliği temin eden Nermin Tahsin Hanım altmış metre müsabakayı 11.10’da koşarak birinciliği muhafaza etti. Bir metre farkla Emine Hanım ikinciliği ve Safiye Hanım da üçüncülüğü kazandılar. Nermin Hanım’a niçin birinci geldiği sorulduğu zaman : ‘Çalıştım, bir haftadan beri antrenman yapıyordum’ dedi.

    Biraz sonra 300 metrelik mukavemet koşusu yapıldı. Bu koşuya beş atlet katıldı: Mübeccel Hanım, Yeliz Hanım, Nermin Hanım, Minnoş Hanım ve Mürüvvet Hanım.

    Bu müsabakada birinciliği Mübeccel (Argun) Hanım iyi bir koşudan sonra kazandı. İkinciliği yine Nermin Tahsin Hanım aldı. Mübeccel Hanım hakiki bir sporcu idi. Ne gibi sporlarla meşgul olduğu sorulduğunda ‘Çok eskiden koşardım, şimdi British School spor asistanıyım. Her spordan bir parça yaparım. Hokey oynarım. En ziyade istidadım hokey oynamaktadır’ dedi.

    Atletizm Federasyonu Başkanı Unvan Bey’in verdiği madalyalardan başka ‘bütün idmancıların kalbinde hürmetle yaşayan idmancılar şeyhi Faik (Üstünidman) Hoca tarafından birinci gelenlere verilmek üzere gönderilen’ ödüller de sporculara takdim edildi. Gazeteler “Büyük bir haz ile kaydedeceğimiz nokta, 12 Şubat 926’nın Türk sporculuğu tarihinde sayılı ve kıymetli bir tarih olduğudur” derken, Türk atletizm sahasının yeni sporcularına takılmayı da ihmal etmemişlerdi: “Herhalde hanımlarımız arasında böyle müsabakalar yapılması hiç de fena değildir. Ancak hanımlarımız da gelecek koşularda spor pantolonlarını veyahut ayakkabılarını evde unutmamayı şimdiden hatırlatmayı da faydasız bulmuyoruz.”

    Üç sene sonra, gazete sütunlarında “belki de dünya spor tarihinde bir ilk”in haberi yayınlandı. İstanbul voleybol şampiyonasını konu alan metinde, Fenerbahçe erkek voleybol takımının kadın sporcusu Sabiha Rıfat (Ecebilge Gürayman) Hanım’dan da bahsediliyordu:“(…) Fenerbahçe takımı, geçen turnuvaya ‘Ateş’ namı altında iştirak ederek bütün rakiplerini büyük farklarla yenen oyunculardan müteşekkil olduğu için, birincilik maçlarında da şampiyonanın en kuvvetli namzetlerindendir. Fenerbahçe takımının hususiyetlerinden biri de oyuncuları arasında Sabiha Rıfat Hanım’ın bulunmasıdır. Sabiha Hanım, erkeklerle birlikte cemi ve resmi sporlara iştirak eden ilk hanım olduğu için, Fenerbahçe’nin bu yeniliği, spor tarihimizde başlı başına bir inkılap teşkil etmektedir. Sabiha Hanım, şampiyon arkadaşları arasında oynamaya layık olduğunu gösteren bir nüfuzu nazar göstermektedir.”

    Bu fevkalade önemli olayı kayda geçiren bir resim, Milliyet gazetesinde yayınlandı. O gün erkek takım arkadaşlarının kollarına girerek fotoğraf çektiren Sabiha Hanım, yaklaşık yarım asır sonra, 1973 yılında aynı gazetede Güngör Gönültaş’a uzun bir röportaj verecek ve o günleri şöyle anlatacaktı: “Okulda 350 erkek öğrencinin arasında iki kız talebe idik. Melek ve ben. Önceleri merakla izleniyorduk. Ama giderek her şey değişti. Artık erkek arkadaşlarımla spor yapabiliyordum. O yıllar Galatasaray ile Fenerbahçe takımları vardı. Birinci yılın sonunda okulun voleybol takımına seçildim. Sonra Fenerbahçe Kulübü’ne kaydedildim. İlk maçımızı Kabataş’la yapmıştık. Kaybedeceğiz ve sorumlu olacağız diye ödüm kopmuştu. Çok şükür kazandım. Sonra birçok resmî maçta oynadım.”

    1945 yılı Aralık ayında Anıtkabir Kontrol Şefliği görevine getirilen Gürayman, Bayındırlık Bakanı Sırrı Day’ın kendisine söylediği “Biliyor musunuz Sabiha Hanım? Atatürk başını kaldırıp da baksa idi. Türk kadınına açtığı yoldan yürüyerek buraya kadar gelmiş olan sizi görerek kim bilir ne kadar memnun olacaktı.” sözünü hiç unutmadı.

    Kıbrıslı Türk Kadın Sporcumuz: Ayten Salih Berkalp

    Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşı Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e nakledildikten tam bir sene sonra, Türk kadın sporları tarihi, yine Fenerbahçe Spor Kulübü sayesinde bir inkılaba daha sahne oldu. Bu defa başrolde Kıbrıslı Türk Dr. Ayten Salih Berkalp vardı.

    Ayten Salih Berkalp, polis komutanı Salih Karamehmet ile ev hanımı Melek Hacı Hasan’ın dördüncü kızı olarak 1934 yılında Gazimağusa’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Kıbrıs’ta tamamladıktan sonra İstanbul’a gelerek Çamlıca Kız Lisesi’ne devam etti. 1954 Haziran ayında okulunu birincilikle bitirerek girdiği İstanbul Tıp Fakültesi’nden de başarıyla mezun olan Ayten Salih, 6 Aralık 1960 tarihinde mesleğini icra etmek üzere, memleketi Kıbrıs’a geri döndü.

    Dr. Ayten Salih, 21 Aralık 1963 hadiseleri başladığında EOKA’cılar tarafından işgal edilen hastanede, Türk hastaları korumaya çalıştıysa da bazı hastabakıcı ve hastaların kurşunlanarak öldürülmesinden sonra, personeliyle birlikte hemşire lojmanına hapsedildi. O ve çalışma arkadaşları, yapılan yoğun baskılar sonrasında, beşinci günün gecesinde Makarios tarafından önce Piskoposhane’ye, oradan İngiliz elçiliğine ve en sonunda Türk bölgesine gönderildiler. 1967 Eylül ayında İngiltere’de anestezi ihtisasını tamamladıktan sonra Kıbrıs’a dönünce, bu defa Limasol’daki Türk Hastanesine atandı. Dr. Ayten Salih, burada önce anestezi uzmanı, 1970’de ise başhekim olarak görev yaptı. 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı esnasında, Limasol Türk bölgesinin düştüğü haberi gelince, Dr. Ayten Salih bir yıl süre ile hastanedeki çalışma odasında yaşadı ve işgal altındaki şehirde doktor, yönetici ve mücahit komutanı olarak görev yaptı. Eylül 1975’den itibaren Sağlık Bakanlığı bünyesinde çeşitli vazifeler alan Dr. Ayten Salih, 1991’de kendi isteği ile müsteşarlıktan emekliye ayrıldı ve 1995-2004 yılları arasında 9 yıl süre ile kamu hizmeti komisyonunda üye olarak görev yapmaya devam etti.

    Bugün 90 yaşında olan Dr. Ayten Salih Berkalp, Kıbrıs’ın Türk millî mücadele tarihinde önemli bir yere sahip olmakla birlikte, bundan tam 70 sene önce “Türk sporunun ilk kadın basketbol/voleybol kulüp takımları”nın kuruluşuna da öncülük etti.

    Belge, bilgi, fotoğraf ve hatıralarını Spor Tarihçisi Barış Kenaroğlu ile Barış Eymen’e emanet eden Dr. Ayten Salih’e dair çalışmalarda Çamlıca Kız Lisesi Tarih Öğretmeni Murat Mutluer’in de kıymetli katkıları oldu.

    Aşağıdaki metin Dr. Ayten Salih Berkalp’in spor hayatına odaklanırken, Kıbrıs’ta geçen çocukluğu, ailesi, Çamlıca Kız Lisesi ve Fenerbahçe yıllarına dair “birinci ağızdan” enstantaneler içeriyor. Onlarcasını muhafaza etmeyi başardığı belge ve fotoğraflardan da bir “seçki” sunmaya çalıştık.

    Ayten Salih Berkalp Sporculuk Hayatını Anlatıyor

    Türkiye’de “kulüpler bazında” kadın takım sporlarının kuruluşunu sağlayan ve 1954-1960 yılları arasında yapılan resmî turnuvaların neredeyse tamamını kazanan Dr. Ayten Salih Berkalp anlatıyor:

    “Benim gibi esmer olan babam Salih Karamehmet’in kökleri Afrika’ya dayanıyordu. Babaannemi hiç görmedim ama yaşamının son yılını bizim evde geçiren dedemi çok iyi hatırlıyorum.

    Annem Anadolu kökenliydi. Babası bir Hac dönüşünde yolda vefat ettikten sonra ninem Havva Hanım üç kız çocukla (Cemiye, Huriye ve annem Melek) Lefkoşe’de kalakalmış… Havva Hanım’ı, Rauf Denktaş Bey’in dedesi Rauf Efendi nikâhına almış. Tam o zamanlar babam da Lefkoşe’ye gelip Rauf Efendi’nin evinde misafirken anneme gönlünü kaptırınca, ilk fırsatta evlenmişler.

    Ben doğduğumda, polis komutanı olan babamın rütbesi ‘Teğmen’ imiş. Kardeşim Ayhan doğduğu zaman üsteğmen oldu. En küçüğümüz Üner dünyaya geldiğinde ise yüzbaşılığa terfi etti ve ‘Kriminal Şube’nin başına geçti. EOKA terörünün başladığı ve adeta bir yangın gibi adaya yayıldığı yıllarda çok zorluklar yaşadı. Son İngiliz amiri, yıllar sonra İngiliz Askeri Üsler Bölgesi Komutanı olarak göreve başlayınca, kendisini arayıp buldu ve babam (emekli olduktan 5 sene sonra) 60 yaşında tekrar müfettiş olarak göreve geri döndü. Fakat ne yazık ki hemen ardından kansere yakalanıp dokuz ay içinde vefat etti. Ondan tam on yıl sonra da 1971 yılında da annemi kaybettik.

    İlkokul yıllarım İkinci Dünya Savaşı’na denk gelir… Mesela 1942 – 1943 ders yılını Magosa sur içinde yeni inşa edilmiş bir okulda geçirdik. Sıra arkadaşlarımdan biri Vural Türkmen’di. İlerleyen yıllarda elektrik mühendisi olan Türkmen’i, 1963 çarpışmalarında Severis Un Fabrikası baskını sırasında yaralanıp Türkiye’ye gönderilmeden önce, Adiloğlu Kliniği’nde gördüm. Kıbrıs Türk halkının direnişinden ilk fotoğraflar, onun bedenindeki sargı bezlerinin arasına saklanarak Türk basınına ulaştırıldı. Bu fikrin babası, ünlü gazeteci Ömer Sami Coşar’dı. Rumların kontrolündeki havaalanında yapılan çok sıkı aramalardan saklanabilen fotoğraflar arasında, dünya çapında yankı uyandıran ‘Kumsal Katliamı’ görüntüleri de vardı.

    Orta üçe geçtiğimde beni bir yol ayrımı bekliyordu. Üniversiteye gidebilmek için ya Erkek Lisesi’ni bitirecektim ya da liseyi okumak için Türkiye’ye gidecektim. Hocam Seniha Hanım, kendi okulu Çamlıca Kız Lisesi’nde okumamı önerdi: “Orası Marmara Denizi ile Adaları görür” demişti.

    Kıbrıs’tan Çamlıca Kız Lisesi’ne yolculuğum duygu yüklü bir döneme denk geldi… Zira o sıralarda, Rumlar tekrar ‘Enosis’ çığırtkanlığına başlamıştı. T.B.M.M. Milletvekili Hasene Ilgaz’ın da katıldığı bir toplantıda Limasol Türk Spor Kulübü Başkanı, eniştem Ziya Rızkı Bey bir konuşma yapmış ve adanın eski sahibi Türkiye’ye verilmesi için sonuna kadar savaşacaklarını vurgulamıştı. Sözlerini “Ya istiklal, ya ölüm” diye tamamladığında hepimiz ağlıyorduk. Hayatımın en heyecanlı günüydü.

    1949 Haziran ayı sonunda Limasol’dan kalkan ‘Güneysu’ vapuruna bindik. Yolun sonlarına doğru sol tarafta, sisler arasında önce iki, sonra dört, sonra on Türk bayrağı göründü. Sonra ince, uzun minareler… Muhteşem iki cami: Ayasofya ve Sultan Ahmet… Sağda beyaz yalılar, karşılıklı yemyeşil iki sahil… Sabahın sisleri dağılırken Boğaziçi… Gidip gelen yolcu gemileri ile liman civarında tüm motorlu gemilerin ve sandalların arka taraflarında yüzlerce bayrak dalgalanıyor. Türk bayrağına hasretle büyüyen biz Kıbrıslılar için bu manzara harikulâde idi. Ablamla ben o kadar heyecanlandık ki nerdeyse secdeye varacaktık.

    Çamlıca’da bütün sporları yapmaya başladım… Basketbol, voleybol, atletizm… O yıllarda sporcu kızlar, müsabakalarda paçaları lastikli uzun şortlar giyerdi. Çoğu kez dizin üstünde olan şort boyunu, lastikleri yukarı çekerek kısaltmaya çalışırdık. Bir gün İstanbul Lisesi orta son takımı ile oynuyorduk. İlk devre bayağı yorulmuş, devre arası yerlere serilmiştik. Benim bacaklarıma Deniz (Aydıncı Gürfırat) başını koymuş, onun dizlerine de Ayla (Keskin) uzanmıştı. Ertesi gün gazeteler ‘Maçı kazanan Çamlıcalı kızlar sere serpe yere uzanmış yatıyorlar’ alt yazısı ile fotoğraflarımızı yayınlanmışlar. Şehime Hoca tedbirsizliğimizden dolayı bizi bir güzel azarlamıştı. Ama sonra şampiyon olunca bizi yine bozacıya götürüp ikramda bulunmuştu. Bu bir gelenekti; voleybol ve basketbol şampiyonluklarımızı Vefa’da bir bardak leblebili boza ile kutluyorduk. Kupalar ise Fenerbahçe Stadı’ndaki 19 Mayıs törenleri esnasında, Vali ya da eğitim müdürleri tarafından veriliyordu.

    Erenköy Kız Lisesi Beden Eğitimi Öğretmeni Fahamet (Humbaracı) Hanım bir gün İnönü Stadyumu’ndaki bir kupa töreni esnasında yanımıza gelip “Sana birincilikle gireceğin bir üniversite ve çok parlak bir tahsil hayatı diliyorum kızım” dedi. Ben hocalarımla beraber şaşkın bir halde bakarken şu gülümseten espriyi yaptı: “Eh, senden başka türlü kurtulma olanağı yok. Dört yıldır bütün müsabakalarda canımıza okudun”

    1954 yılında Çamlıca Kız Lisesi’nden mezun oldum. Bizler için harikulade bir diploma töreni tertip edilmişti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın da katıldığı törende, kürsüden yılsonu konuşmasını ben yaptım. Müdire Hanım beni Sayın Cumhurbaşkanı’na “Okulumuzun en iyi öğrencisi, Kıbrıslı Ayten” diyerek takdim etti. Merhum Celal Bayar da içten tebessümüyle “Lütfen Kıbrıslı soydaşlarımıza selam ve sevgilerimi iletin” dedi.

    Üniversitede düzenli spor imkânı olarak, sadece 5-6 hafta süren bir “Fakülteler Arası Voleybol Turnuvası” olduğunu duydum. İyi de ben bir yılı, bilemediniz dokuz ayı spor yapmadan nasıl geçireceğim, diye düşündüm. Bütün ailem Fenerbahçeliydi. Ben de birden Fenerbahçe kulübüne başvurmaya karar verdim! Peki, ama Fenerbahçe kulübüne kiminle nasıl gidecektim?

    Arkadaşım İnci’de (Önen Bayburtluoğlu) kaldığım bir akşam, Kadıköy Halk Eğitim Spor Salonu’nda Fenerbahçe – Moda basketbol maçını izlemeye gitmiştik. Fenerbahçe maçı kazandıktan sonra yanlarına yaklaştık ve antrenör Samim Göreç’e Fenerbahçe’de bir kız basketbol takımını kurmak istediğimizi söyleyerek, bizi çalıştırmasını istedik.

    Samim Bey “Ben aynı zamanda Milli Takım’ın da antrenörüyüm. Ne yazık ki hiç vaktim yok” diyerek bizi nazikçe reddetti.

    Üzüldüğümüzü gören Fenerbahçeli basketbolcu Altan Dinçer “Benim vaktim bol! Bir hafta sonra antrenmanlara başlayabiliriz” deyince, keyfimiz yerine geldi. Fakat ben yaz tatilinde Kıbrıs’a  gideceğimi söyleyince “Öyleyse 1 Eylül 1954 günü arkadaşlarınla beraber Kadıköy Spor Salonu’nda hazır olursanız antrenmanlara başlayabiliriz” dedi.

    Ertesi gün ilk iş, Çamlıcalı sporcu kardeşler Güneş Çapa ve Oya Çapa’nın evinde, babaları Dr. Selim Çapa ile görüştüm… Selim Bey, Fenerbahçe’nin en muteber simalarından birisiydi. Kendisine “Siz lütfen gerekli başvuruyu yapıp, Fenerbahçe’nin bizi kabul etmesini sağlayın; ben de Çamlıca’nın şampiyon basketbol ve voleybol kız takımını tümüyle Fenerbahçe Kız Takımı’na aktarayım. Erenköy Lisesi’nden de koyu Fenerbahçeli Seta ve diğer isteklileri takviye alabiliriz” dedim.

    Bir parantez açarak Güneş Çapa isminin üzerinde bilhassa durmak istiyorum. Ben Kıbrıs’a döndükten sonra Fenerbahçe takımlarının kaptanlığını sevgili Güneş devraldı… Sporculuğu yanına aynı derecede başarılı yöneticiliği de eklenince, sadece Fenerbahçe’nin değil, Türk kadın voleybol tarihinin kuruluş ve büyüme dönemindeki en önemli ismi Güneş Çapa olmuştur, diyebiliriz.

    Biz o günlere dönelim… Dr. Selim Çapa sadece iki ayda bütün kulüp içi prosedürleri yerine getirdi ve 1 Eylül 1954 günü Çamlıca’dan ben, Güneş Çapa – Oya Çapa kardeşler, İnci (Önen Bayburtluoğlu), Deniz (Aydıncı Gürfırat) ve Ayla (Keskin); Erenköy’den de Seta (Yağcıoğlu), Mahiru (Akdağ) ve İlgi (Yener) ile çoğunun anne – babaları beraber, Kadıköy Halkevi Spor Salonu’nda hazırdık. Böylece Fenerbahçe ve Türk spor tarihinin ilk kız basketbol kulüp takımı kurulmuş oldu. Ertesi sabah da Beyoğlu’ndaki İstanbul Bölge Spor Müdürlüğü’ne kuruluşumuzu resmileştirdik.

    O yıl, 1 Kasım’da başlayacak üniversite için Ağustos’un son haftalarında Türkiye’ye dönmeye babamı zor ikna etmiştim. Ama Fenerbahçe işini duyunca hemen biletimi alıp beni İstanbul’a gönderdi.

    İkinci önemli konu ise hâlâ lise talebesi olan, Güneş, Oya, Bercis (Türkoğlu) gibi diğer sporculara müdire hanımdan izin almaktı. Kendisine Fenerbahçe Spor Kulübü’nden resmi bir talep yazısı ile başvurdum. O yıl yardımcı öğretmen olarak Çamlıca’da kalıp, eğitim ve spor işlerine katkıda bulunmam şartıyla izni verdi. Kuruluşumuzdan sonra, yaptığı hizmetlerden ötürü Fenerbahçe Spor Kulübü, müdire hanım Nuriye Hekimoğlu’nu kıymetli bir plaketle ödüllendirmişti. Sevgili hocamız daha sonra Ankara Kız Teknik Sanat Okulu müdürlüğüne atandı. Maçlar için her Ankara’ya gittiğimizde bizi kendi okulunda misafir ederdi. Her gece elimize birer bardak süt vererek, saat 9’da bizleri yatmaya gönderiyordu. Şampiyonluk ödülümüz ise tiyatro, opera, ya da bale olurdu.

    Bir süre sonra İstanbul Bölgesi Spor Teşkilatı, kız takımları için bir “Voleybol Teşvik Turnuvası” ilan etti. Fakat biz basketbol takımı olarak kurulmuş ve bu sporun idmanlarına başlamıştık. Antrenörümüz Altan Dinçer’i bu maçlara çıkmak için ikna ettik. Dr. Selim Çapa da kulüp yöneticilerini ikna etti. Ve biz tekrar topluca Taksim civarındaki Spor Dairesi’ne giderek voleybol kaydımızı yaptırdık.

    Voleybol sayesinde yurtdışı yolculuklarına da çıktık. Almanya seyahatimizin son gününde Alman yöneticiler bana bir öneri yaptılar. Tıp Fakültesi’ne Almanya’da devam etmemi ve takımlarında antrenör/oyuncu olarak kalmamı istediler. Hatta bunun gerçekleşmesi için babamı bile aradılar. Ama ben önerilerini reddettim.

    Atletizm branşına dair en ilginç hatıram ise bir Atatürk Kır Koşusu’na aittir… Bir gün gazetede Şişli’de, Atatürk’ün müze olarak kullanılan evi önünden başlayan yarışın ilanını gördüm. Haberde Şişli ve Kurtuluş kulüplerinin çok iyi hazırlandığı ve Marika ve Mariya Hamlacı kardeşlerin bir yıl önceki gibi favori olduğu yazılıydı. Hemen voleybol takımındaki koşucu kızlara haber saldım ve ertesi gün beş kişilik bir ekip olarak yarışa kaydolduk.

    Günlerden 27 Aralık… Haliyle çok soğuk bir gün… Basketbol antrenörümüz Önder Dai ve bir diğer çalıştırıcımız Muammer Bey ile Şişli’ye gittik. Erimeye yüz tutsa da hâlâ yerlerde kar vardı. Mehmetçikler araçlarını kenara çekmiş, yolları temizliyordu.

    Koşu başladıktan bir süre sonra, tam askeri araçların önünde geçerken bir Mehmetçik “Abla sen nasılsa sondan birincisin. Koşmak için zahmet etme” demesin mi? Koşu antrenmanım yoktu ama haftada en az iki voleybol, iki de basketbol antrenmanı yapıyor, üstüne iki de maç oynuyordum. Hırslandım ve hızlandım!

    Şimdi hangisi olduğunu anımsamıyorum; önümdeki Maria veya Marika Şişli Camii’nden dönüş esnasında biraz duraklar gibi olunca birinciliğe geçtim. Sağımdaki apartmanların pencerelerinden kadınlar ve çocuklar sarkarak “Koş, koş!” diye beni teşvik ediyor, alkışlıyordu. Fakat yorulmaya başladığımı da hissediyordum. Bir yandan da “24 yaşına geldin, akranların çoluk çocuğa karıştı, sen hâlâ sokaklarda koşuyorsun” diye kendimi azarlıyordum.

    İpi göğüslememe 100 – 150 metre kalmıştı. Daha önce bana seslenen Mehmetçiğin sesini tekrar duydum: “Yaşa be abla! Ben sondan birincisin demiştim ama sen önden birinci olmuşsun” deyince beni bir gülme tuttu ve tüm gücümü kaybettim. Adeta yürüyüşe geçmiştim. Kendimi toplayıp son bir gayretle hızlandım ve ipi göğüsledim.

    Meğer arkamda, Hamlacı kardeşlerden birisi, ikincilik için bizim Çiğdem’le çekişiyormuş. Kollarımı açarak “Haydi Çiğdem!” diye bağırdım. Çiğdem son bir hamle ile fırlayıp ikinciliği kazanarak kucağıma düştü. Seta da dereceye girince, biz hem ferdi, hem de takım birinciliğini kazanmış olduk. Civardaki evlerin birinden bir şişe viski ile bir kutu çikolata göndermişlerdi. Viskiyi iki antrenörümüz paylaşırken, biz sporcular da çikolataları yiyorduk.

    Bir de kürek maceramız var. Orada da şampiyonluk yaşadık. Hikâyesi bir hayli enteresandır:

    İstanbul ve Türkiye voleybol ve basketbol birinci ligleri erken bittiği için, Haziran ayındaki sınavlara kadar boş oturmaktan, spor yapamamaktan sıkılıyordum. Yılın bahar aylarını nasıl değerlendireceğimi düşünürken, kürek çekmeye karar verdim. Arkadaşlarım İnci ve Canel’i (Konvur) alarak, Fenerbahçe kürek şubesinin bulunduğu İstinye’ye gittim. Fenerbahçeli yönetici ve sporcular, bizi çok iyi karşıladılar. Hemen anlaşıp antrenmanlara başladık.

    Boğaz’da kürek çekmek muhteşem bir duyguydu. Akşamları deniz trafiği azalıyordu. Bu sakin saatlerde sular menekşelenirdi. Yakamozlar büyülü gözükürdü. Sahildeki şirin yalıların pencereleri alev alev olurdu. Gökyüzü gurubun kızıllığına bürünürken, kıyıdan müzik sesleri gelirdi. Bütün bu güzellikler bizim antrenmanın son 20-30 dakikasına rastlardı fakat biz yine de saatlerce denizde üzerinde kalmak, hiç karaya ayak basmamak isterdik.

    Yarışmalar 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nda, karşı sahil Beykoz’da başladı. Bizim takımı izlemeye çok az kişi gelmişti. Ailelerimizden başka, yönetici olarak bir tek Sedat (Bayur) Bey ile İstinyede’ki kulüp sorumlumuz ve birkaç kürekçi arkadaşımız vardı.

    Galatasaray ise tüm yönetici ve sporcuları ile orada idi. Tek çiftte, yıllarca başarılı olan Lale Oraloğlu’nun çevresi ise dolu idi. İki kameraman devamlı onu izleyip, film çekiyorlardı. Dönemin ünlü sinema/tiyatro sanatçılarından biri olduğu için, Lale Hanım tam bir ilgi odağıydı.

    Derken bir mucize oldu: Biz dört tekte yarışın başlamasını beklerken, sağ tarafta, Beykoz yamaçlarındaki hastanede, iki hastanın ellerindeki sarı – lacivert battaniyeler bayrak gibi dalgalanmaya başladı… O coşkuyla yarışın başında ileri atıldık. Yolun yarısından fazla bir bölümünü henüz bitirmiştik ki futamız sallanmaya başladı. Hemen önümde oturan İnci’nin oturduğu yuvarlak tahta yerinden çıkmıştı. O tahtayı tuttuğu gibi denize fırlattı; kendini toparladı ve raylar üzerinde pozisyon alarak yeniden kürek çekmeye başladı. Fakat işte o birkaç saniye içinde Galatasaraylılar yanımızdan geçerek, yarım futa farkı ile birinci olmuşlardı.

    İnci’nin metal raylardan şortu yırtılmış, bacakları yara, bere ve kanlar içinde kalmıştı. Üzüntüden ağlamaya başlayınca önce boynuna sarılıp onu teselli ettim, sonra da yaralarını temizleyip ilaçladım. Tüm bu olaylar bizi kazanmak hırsı ile kamçıladı. Sekiz tekte rakibimiz Galatasaray’ı 2 – 3 futa boyu farkla geçerek, daha ilk yılımızda şampiyonluğu kazandık.

    Aynı sene voleybol, basketbol, atletizm ve kürek yarışlarında gösterdiğimiz başarılardan dolayı “Cumhuriyet” gazetesi tarafından “Yılın kız sporcusu” seçilmiştim. Hâlbuki başarı hepimizindi.

    Ayten Salih Berkalp Spora Veda Ediyor

    Dr. Ayten Salih Berkalp, Türk spor tarihine silinmez bir iz bıraktıktan sonra, 6 Aralık 1960 tarihinde, Kadeş vapuruna bindi ve Kıbrıs’a döndü. O gün onu uğurlamaya gelenlerin bu ayrılıktan duyduğu üzüntü, fotoğraflara bakınca bile anlaşılıyor

    İstanbul’a veda etmeden birkaç ay önce İzmit’te düzenlenen Türkiye Voleybol Şampiyonası’nda, maç 2-2 iken final seti için Galatasaray karşısına çıkan takım arkadaşlarına son kez şöyle seslenmişti, Ayten Salih:

    “Bu akşam Fenerbahçe’deki son maçım. Eylül’de kalan sınavlarımı da verip, Kıbrıs’a dönüyorum. Ablanıza son bir ödül vermek istemez misiniz? Şimdi sahaya çıkıp fırtına gibi eselim, bu son seti hep beraber alalım ve kupaya sahip olalım. Hadi kızlarım, göreyim sizi!”

    Sahaya çıktılar. Rüzgâr gibi estiler. Maçı ve kupayı kazandılar. Bugün başarıdan başarıya koşan Türk kadın millî voleybol takımı, doğuşunu Dr. Ayten Salih Berkalp ve takım arkadaşları nezdinde Fenerbahçe Spor Kulübü’ne borçludur.

    KAYNAKÇA

    Tanin – 18 Nisan 1911

    İdman – 1 Ağustos 1913

    Gol – 25 Şubat 1926

    İkdam – 30 Ocak 1929

    Milliyet – 22 Şubat 1929

    Milliyet – 20 Aralık 1973

    Dr. Ayten’in Romanı – 2015 (Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği Yayını)


  • Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XV

    Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XV

    Kadim bir metinle karşınızdayız… Cem Atabeyoğlu ve Muhtar Sencer’in, Fenerbahçe’de basketbol takımını meydana getirmesinin hikayesi… Cem Atabeyoğlu anlatıyor: Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XV

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir de Kız Takımı Ortaya Çıkıyor

    Yine bu yıllarda ortaya çıkan Fenerbahçe Kız Basketbol Takımı bu şubeye ayrı bir renk kattı. Çamlıca Kız Lisesi Ekibi tüm kadrosuyla Fenerbahçe’ye gelmiş, hem basketbolda hem voleybolda Sarı-Lacivertli ekibi oluşturmuştu. 1954’ten 1959’a kadar yenilgi yüzü görmeyen bu takım İstanbul ve Türkiye Şampiyonluklarını da elinden bırakmamıştı. Bu takımla da Önder Dai meşgul olmuştu. Fenerbahçe basketbolunun bu büyük gönüllüsü gençler ve yıldızlarda olduğu gibi kızlarda da büyük başarılara imzasını atmıştı.

    Halen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı bulunan Dr. Ayten Salih’in kaptanlığını yaptığı bu takımda, kulüp üyelerinden Dr. Selim Çapa’nın kızları Güneş Çapa ile Oya Çapa, eski futbolcularımızdan Püsant’ın kızı Seta Yağcı, İnci, Süeda, Mahiru ve Seçkin gibi yetenekli kızlar vardı bu şampiyon takımda. Yaman kızlardı onlar. Böylesine yetenekli kızların bir araya gelmeleri, itiraf etmeliyim ki gerçekten büyük bir şanstı. Bu kızlar yalnız basketbolda ve voleybolda değil, atletizm ve kürek dallarında da Fenerbahçe’ye şampiyonluklar kazandırmışlardı. Onları da burada takdirle anmak isterim.

    1954-1959 arasının şampiyon kızları bugün Fenerbahçe Kulübü’nün kongre, hatta Yüksek Divan Kurulu üyeleri. Onlarla Yüksek Divan Kurulu toplantılarında karşılaşmak da ayrıca gurur veriyor insana.

    Bu şampiyon kızlarınızdan Seçkin’in Fenerbahçe basketbolunun unutulmaz isimlerinden biri olan eşi Altan’dan dünyaya getirdiği oğlu Kemal Dinçer ise uzun yıllar şerefle ve başarıyla sırtında formasını taşıdığı Fenerbahçe basketbol takımının başında menajerlik yapıyor bugün.

    Güzel, hem de ne kadar güzel şeyler bunlar.

    Altın Yıllar

    Fenerbahçe, basketbol potaları altında en şanslı dönemini yaşıyordu kuşkusuz. Birinci takım, Genç Takım, Yıldız Takım, Kız Takımı İstanbul ve Türkiye şampiyonluklarını kazanırken kulübün müzesi basketboldan gelen kupalarla doluyordu. Ve artık kulüpte kimsecikler basketbol şubesine toz kondurmuyordu.

    Biraz himmetle Fenerbahçe, basketbol potaları altında en büyük patlamayı yapmıştı. Ve doruk noktaya ulaşmıştı. Bizler, tam 10 yıl süreyle bin bir zorluklar içinde mücadele ederken “Biraz ilgi” diye yakınmıştık hep. Ve ancak 10 yıl sonra uyandırabilmiştik ilgi beklediklerimizi. İşte bu “biraz ilgi” ile Fenerbahçe, basketbolda iki yıl içinde doruk noktasına ulaşmıştı.

    Demek ki rahmetli Muhtar Sencer ile inancımızda da, güvencemizde de, ısrarlarımızda da ve isteklerimizde de haksız değildik asla. Bunu anlamış olmak dahi gururların ve hazzın en yücesini veriyordu bizlere. Ve tabii ki boşa giden koskoca 10 yıla da büsbütün yanıyorduk. O boşa giden yıllara rağmen Fenerbahçe kulübünde basketbol şubesini kurmak, yaşatmak ve mutlu sona ulaşmanın hazzını ve gururunu ömrüm olduğum müddetçe yaşayacağım. Unutulmuş olmak veya olmamak ayrı bir konudur. Takdir edilip edilmemek de ayrı bir konu. Gönüller, yaptıkları bir işi, ona inandıkları ve gönül verdikleri için yaparlar. Karşılığında hiçbir şey, hatta bir teşekkür bile beklemeden. Bunu yaşayabilmek ve duyabilmek onlar için armağanların en yücesidir.

    Cem ATABEYOĞLU

    (DEVAM EDECEK)

  • Geçmiş Gelecek Buluşması

    Geçmiş Gelecek Buluşması

    Mezunu oldukları okul kadar müthiş işlerin altına imza atan Erenköy Kız Liseliler Derneği, bugün de şahane bir etkinlikle karşımızda: “Geçmiş Gelecek Buluşması”

    İlgili açıklamada şöyle demişler:

    “EKL ve EKLDER organizasyonuyla geleceği temsil eden başarılı EKL sporcuları, geçmiş başarılarını örnek aldıkları ablaları ile buluşuyor. Bu tarihi buluşma 18 Mayıs saat 11.00 Erenköy Kız Lisesi Emine Abdullah Spor Salonu’muzda. DAVETLİSİNİZ.”

    Biz de kendilerine, en kıymetli mezun/sporcularından olan Seta Yağcıoğlu ablamızın arşivinden Erenköy Kız Lisesi fotoğraflarını takdim edelim, istedik.

    Nice mutlu senelere, Erenköy Kız Lisesi…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu




    Geçmiş Gelecek Buluşması

    Konuşmacılar

    • Erenköy Kız Liseliler Derneği : Zeynep Sözmen
    • Erenköy Kız Liseliler Derneği : Elif Sungur
    • Erenköy Kız Lisesi Okul Müdürü : Berna Ocakçıoğlu (Video kayıt ile katılacaktır)

    Öğretmenlerimiz

    Rahmetle andıklarımız

    • Fehamet Humbaracı
    • Handan Örs
    • Özlediklerimiz;
    • Gülcihan Özdoğru
    • Nimet Talas
    • Hale Öztürk

    Geleceğimizin inşacıları

    • Ayşen Dicle (EKL beden eğitimi öğretmeni)
    • Serdar Uslu (EKL beden eğitimi öğretmeni)

    Vefat eden sporcularımız

    • Mahiru Akdağ (voleybol, basketbol, hentbol)
    • Vecihi Taşçı (tenis)
    • Bahtiye Mursaloğlu (tenis, kayak, binicilik)
    • Ayşe Koç Sarıtürk (voleybol)
    • Serpil Dönmez (voleybol)
    • Meltem Pertev (atletizm)

    En eski sporcularımız

    Gönül Yıldıran: EKL 1953 mezunu. Beden Terbiyesi Öğretmenler Cemiyeti Genç Kızlar Ritmik Jimnastik Grubu’nun ilk Sporcularındandır. Aletli jimnastik ve Ritmik Jimnastik dallarında Türkiye birincilikleri var. Uzun yıllar jimnastik hakemliği de yapmıştır. Ablası Fehamet Humbaracı kadınların spor alanındaki başarılarının altyapısını hazırlayan efsanevi beden eğitimi öğretmenidir.

    Nurhayat Özol: EKL 1955 mezunu. Türkiye Beden Terbiyesi Öğretmenler Cemiyeti Genç Kızlar Ritmik Jimnastik Grubu’nun İlk Sporcuları’ndan, ritmik jimnastikçidir. 1953’de uluslararası müsabakalarda Türkiye’yi temsil eden ekipte yer almıştır.

    Seta Yağcıoğlu: EKL 1957 mezunu. İlk Kadın Türkiye Milli Takımı ve Fenerbahçe Spor Kulübü oyuncularındandır. Takımına dört yıl üst üste şampiyonluk getiren takımının as oyuncusu

    Diğer sporcularımız

    Müren İndere Engin (jimnastik),

    Tüzün Akyol (voleybol),

    Jale Şeflek (voleybol),

    Ceyda Turan (voleybol),

    Feyza Güvener Özarca (Jimnastik, Masa Tenisi ve Voleybol),

    Filiz Çokşakar (voleybol),

    Nuran Erdem (voleybol),

    Şükran Dönmez (voleybol),

    Hatıra Temuçin (voleybol),

    Nuran Bülbül (voleybol)

    Nurten Ercaben (voleybol)

    Füsun Eldaş (voleybol)

    Gülçin Erdiş (ampüte tenis)

    Yasemin Elmacıoğlu Ceylan (atletizm, basketbol)

    Behice Arzu Ceylan (tekvando)

    Deniz Çelik (futbol)

    Elif Çakın (futbol)

    Handegül Turunç (Off-road)

    Aslı Duru (spor spikeri)


    Geçmiş Gelecek Buluşması
  • Şampiyonluk Namzedi

    Şampiyonluk Namzedi

    Tarih 2 Mart 1958… Fenerbahçe ve Galatasaray kadın voleybol takımları karşı karşıya geliyor. O zamanların sürekli “Şampiyonluk Namzedi” ve sürekli şampiyonu Fenerbahçe’nin kazandığı maç haberini buraya almak istedik. Fenerbahçe’nin şampiyon kızlarının büyük başarılarını bilmekle beraber, bunlar maç maç listelenmediği için, bulduğumuz her bilgi kıymetli…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeli Kızlar Galatasaray’ı Yendi

    Fenerbahçe dün, son zamanlarda hasret kaldığı bir galibiyet elde etti. Ezeli rakibi Galatasaray’ı bir branşta yendi… Evet, dün saat 16’da Teknik Üniversite salonunda her iki takımın kız voleybolcuları birinci devre lig maçları liderliği için karşılaştılar. Fenerbahçeli kızlar hakim bir oyundan sonra Galatasaray2ı üç sette 15-12, 15-9 ve 15-4 mağlup ederek Sarı-Lacivertli kulübe futbol ve basketbol takımlarının kazandıramadığı bir galibiyet hediye ettiler.

    Takımlar

    Fenerbahçe: Ayten Salih (Kaptan), Seta Yağcıoğlu, Nazmiye Kor, Güngör Demirel, Güneş Çapa, Mahiru Akdağ.

    Galatasaray: Ünman (Kaptan), Oya Çapa, Seda, Taner, Ayda, Şeniz.

    Bu müsabakadan önce yapılan erkeklerarası birinci küme voleybol lig maçlarında Beyoğluspor Kurtuluş’u, Fenerbahçe Ayvansaray’ı, Bakırköy de İstanbul Teknik Üniversitesi’ni üçer sette (3-0) mağlup etmişlerdir.

    3 Mart 1958 – Milliyet Gazetesi


    Şampiyonluk Namzedi
  • Güneş Çapa

    Güneş Çapa

    1954-1960 yılları arasında yapılan 21 İstanbul ve Türkiye şampiyonluğunun 19 tanesini kazanan Fenerbahçe kadın basketbol ve voleybol takımlarının kahraman sporcusuydu. Sonra bırakıp gitmedi; kaptanlık yaptı, yöneticilik yaptı, federasyonda, milli takımlarda görev aldı. Güneş Çapa! Fenerbahçe’de doğdu, orada büyüttü ve onu büyüttü. Bir başka büyük Fenerbahçeli, babası Dr. Selim Çapa ile birlikte kalbimizin en müstesna yerinde… Fotoğraf albümünü sizlere sunmakla gururluyuz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Güneş Çapa Albümü


    Fotoğraflarda Kimler Var?

    Alaettin Güneş, Altan Karpuzlu, Ayla Keskin, Ayten Salih, Bercis Türkoğlu, Canel Konvur, Çamlıca Kız Lisesi, Deniz Aydıncı, Deniz Esinduy, Eser Berktan, Fenerbahçe, Feyza Özarca, Galatasaray, Güneş Çapa, Güngör Demirel, İnci Önen, İsmet Uluğ, Mahiru Akdağ, Meliha Isıkan, Nazmiye Kor, Oya Çapa, Reşat Dermanver, Seçkin Töreli Dinçer, Selim Çapa, Seta Yağcıoğlu, Süheda Özçiçekçi

  • Seta Yağcıoğlu

    Seta Yağcıoğlu

    Bundan iki ay önce Kadıköy Life dergisine, Fenerbahçe’nin Şampiyon Kızlarından Seta Yağcıoğlu hakkında bir yazı kaleme aldık. Önce o yazıyla başlayalım. Sonrasında Seta abla’nın bizlere emanet ettiği müthiş fotoğraf albümüne hep birlikte keyifle göz atalım. Çok yaşa Seta abla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Erenköy Kız Lisesi’nden Fenerbahçe’ye Bir Spor Efsanesi

    Bundan yaklaşık 70 sene önce Fenerbahçe’nin kadın basketbol ve voleybol takımlarını kurmak için çalışmaya başlayan Dr. Selim Çapa ve Tıp Fakültesi öğrencisi Ayten Salih Berkalp, önce Püzant Usta’nın kapısını çaldılar. Kendisi de sarı-lacivertli forma ile futbol oynamış, koyu Fenerbahçeli bir babanın “ele avuca sığmayan” kızı olan Seta, ilerleyen yıllarda önce babasını, sonra tüm Fenerbahçe camiasını gururlandıracak; Türk kadın sporları tarihine adını altın harflerle yazdıracaktı.

    Takvim yaprakları 20. yüzyılın ikinci yarısını gösterirken, Türk kulüplerinde basketbol ve voleybol gibi branşlarda kadın takımlarının esamesi bile okunmuyordu. Çamlıca, Erenköy ve Kandilli başta olmak üzere kız liselerinde ise bu alandaki faaliyet en üst seviyeye ulaşmıştı. Okullar arası turnuvalar gazetelerde ve spor dergilerinde sütunlar dolusu habere konu oluyordu.

    1954 yazına girilirken, Çamlıca Kız Lisesi mezunu, çiçeği burnunda Tıp Fakültesi öğrencisi Ayten Salih Berkalp, arkadaşı İnci Önen Bayburtluoğlu ile birlikte, Fenerbahçe’de bir kız takımı kurmak için harekete geçti. Adanmış bir Fenerbahçeli olan Dr. Selim Çapa sayesinde kısa zaman zarfında semeresini veren bu çalışmanın en önemli unsurlarından biri de Erenköy Kız Lisesi’nin yıldız sporcusu Seta Erdurmuş (Yağcı) idi.

    Babası Püzant Usta’nın elinden tuttuğu gibi Kadıköy Halk Eğitim Merkezi spor salonuna götürdüğü Seta, meşhur Fenerbahçeli antrenör Önder Dai’nin dikkatini çekti ve takımın değişmez bir parçası oldu.

    Hemen akabinde bir başka önemli spor siması Alaattin Güneş’in kurduğu Fenerbahçe voleybol takımında da pasör olarak oynamaya başladı ve sporu bırakana kadar bu formayı da kimselere kaptırmadı.

    1956 yılında “Kürek takımı kuruyoruz” denildiğinde, yine akla gelen ilk sporculardan biriydi Seta… Beykoz yarışlarında 4 tek ve 8 tekte rakiplerini geçerek şampiyon oldular.

    Hangi spor dalında sahaya çıksalar birincilik kupasını kazanıyorlardı. İş zamanla öyle bir hal aldı ki “Atletizm takımı eksik” deyip gündüz eve gelerek Püzant Usta ile beraber Seta’yı müsabakaya götürüyorlar, akşam şampiyon olarak eve bırakıyorlardı.

    Kelimenin tam anlamıyla büyülü bir sporcu kadrosunun, rüya gibi yıllarıydı.

    Seneler hızla geçti… Bir yol ayrımı gelip çatmak üzereydi… 1960 yılında Fenerbahçe ve Galatasaray takımları, Türkiye Voleybol Şampiyonluğu için İzmit’te karşı karşıya geldiler.

    Fenerbahçe takımı, şehrin Kimsesizler Yurdu binasında kalıyor, oradaki çocukların neşe kaynağı oluyordu. Fakat takım kaptanı Ayten Salih bu turnuvadan sonra Kıbrıs’a gitmek için Türkiye’den ayrılacağı için zaten buruk olan oyuncular, Fenerbahçeli idarecilerin yokluğu yüzünden gitgide daha karamsar bir hale gelmişti.

    Arkadaşlarının bu ruh halini hisseden kaptan, acele bir telgrafla durumu kulübe bildirdi ve yönetim kurulundan “Lütfen maça gelmelerini” istedi.

    Takım final maçına çıkmak üzere salona doğru yol alırken, içinde Fenerbahçeli idarecileri taşıyan araçlar da İstanbul’dan gelmiş, aynı istikamete doğru ilerliyordu. Onları ilk gören ve otobüsün içinde heyecanla ayağa fırlayan, takımın pasörü Seta oldu. Ayten Salih’in “Bu benim son maçım, bana son bir şampiyonluk hediye etmek istemez misiniz?” sözleriyle kupayı kazanan Fenerbahçeli sporcuların yorgunluğu ve gururu maç sonunda çekilen fotoğrafa olanca gücüyle yansımıştı.

    1954-1960 yılları arasında düzenlenen toplam 21 İstanbul ve Türkiye şampiyonluğunun 19 tanesini Fenerbahçe Müzesi’ne kazandıran Fenerbahçe’nin kadın sporcuları, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler temenni ederim” sözünün en müthiş yansımalarından biri olarak tarihe geçtiler.

    Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Sayın Ali Koç ve Yönetim Kurulu Üyesi Sayın Simla Türker Bayazıt, 2019’dan beri yapılan etkinlik ve organizasyonlar ile ilk kadın takımlarının hatırasına büyük bir zarafet ve özenle sahip çıkıyorlar.

    Seta Yağcı hâlâ ele avuca sığmıyor… Ve takım arkadaşları ile birlikte Türk kadın sporları tarihinde bir öncü olmanın gururunu sonuna kadar hak eden sayılı isimler olarak zirvedeki yerlerinden bugünkü maçları izliyorlar. Sadece Fenerbahçe’nin değil, kadın takımlarının kazandığı bütün kupalarda kocaman bir payları var; çünkü bu yolu onlar açtı.

    FenerbahceTarihi.org


    Seta Yağcıoğlu Albümü


    Fotoğraflarda Kimler Var?

    Alaettin Güneş, Altan Dinçer, Altan Karpuzlu, Ayla Keskin, Ayten Salih, Atatürk Kız Lisesi, Bercis Türkoğlu, Canel Konvur, Çamlıca Kız Lisesi, Deniz Aydıncı, Erdoğan Karabelen, Erenköy Kız Lisesi, Eser Berktan, Fenerbahçe, Güneş Çapa, İnci Önen, Mahiru Akdağ, Nazmiye Kor, Oya Çapa, Önder Dai, Seçkin Dinçer, Seta Yağcıoğlu, Süheda Özçiçekçi, Püzant Yağcıoğlu, Valenten Erdurmuş.

  • Bayrak Sporcu

    Bayrak Sporcu

    Fenerbahçe kadın voleybol takımının 1950’li yılların sonunda Almanya’ya yaptığı seyahat hakkında elimizde çok sayıda resim vardı fakat bu hikaye yeni karşımıza çıktı. Neriman Tekil’in meşhur Fenerbahçe dergisinde, voleybol takımlarının antrenörü Alaettin Güneş’in kaleme aldığı yazı, bayrak sporcunun ne demek olduğunu anlatıyor. Tabii Alaettin Güneş’in de bu “bayrak sporcu”ların yetişmesindeki payı asla unutmamak gerekir.

    Fotoğrafta görünen Fenerbahçelilerden tanıyabildiklerimiz; Güneş Çapa, rahmetli Mahiru Akdağ ve Altan Karpuzlu. Güneş abla belli ki Yunanlılara çok sinirlenmiş. Tartışmadan sonra yüz ifadesi hâlâ gergin…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türk Kızının Vatanseverliği

    Yanılmıyorsam yıl 1958… Fenerbahçe kız voleybol takımı Saarbrucken şehrinde maçlar yapmaya gidiyor.

    Sedat Bayur ile Talat Ataman da idareci olarak kafilede bulunuyorlar. Yolculuğumuz trenle.

    Gülüş çığrış bir süre yolculuktan sonra tren bir istasyonda durdu.

    Bir de baktık ki Yunan gümrük ve polis memurları koridorda. Meğer Yunan toprağına girmişiz. Bir gürültü koptu. Talat, Sedat ve ben merakla kompartımandan koridora çıkınca durumu öğrendik.

    Bizim kızlar Yunanlı gümrük ve polis memurları ile münakaşa ediyor ve veryansın ediyorlar.

    Mesele şu: Kızlar daha Sirkeci’de iken kompartımanın camına Fenerbahçe kulübü bayrağını astılar. Her kulüp bayrağında olduğu gibi Fenerbahçe kulübünün bayrağının köşesinde de Türk bayrağı var. İşte Yunan gümrük ve polis memurları bayrağı indirin demişler. Bizim kızlar da Yunanlı memurlara hışımla çıkışıyorlar. Tabii olaya biz idareciler de sinirlendik.

    Aslan kızlarım “Burası Yunan toprağı ama bizim kompartıman da Türk toprağı sayılır. Tıpkı Yunanistan’daki elçiliğimiz gibi!” diye diretip duruyorlardı.

    Bayrağı indirmediler, bilakis camı açarak, bayrağı da ellerinde gererek resim bile çektirdiler. Yunanlı memurlar da pes edip gittiler.

    Bir ara gözlerim yaşardı. Demek ki ben kızlarımın yalnız Fenerbahçe sevgisi, Fenerbahçelilik ruhu ile değil, ayrıca vatanseverlikleri ile de iftihar etmek mutluluğuna erişmiş bir antrenörmüşüm. Ne mutlu bana…

    Helal olsun sizlere verdiğim emeklerime. Helal olsun.

    Tabii, yenilmez armada, ama pür amatör yenilmez armada, Almanya’dan da yenilmeden yurda dönmüştü. Bütün maçlarını kazanarak.

    Alaettin Güneş | Fenerbahçe Dergisi

  • Erenköy Kız Lisesi

    Erenköy Kız Lisesi

    15 Mart 1948 tarihli Türk Spor Dergisi’nde Gündüz Aktuğ imzalı yazıda dönemin Erenköy Kız Lisesi tanıtılmış. Sadece 6 sene sonra Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kadın basketbol/voleybol takımlarının en önemli isimlerinden Seta Yağcıoğlu ile Mahiru Akdağ’ı Türk spor tarihine hediye edecek olan liseden çok güzel iki fotoğraf eşliğinde… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kültür Kaynaklarında | Erenköy Kız Lisesi

    Göztepe tramvay durağının yanından ilerilere doğru uzanan asfalt yolda bir hayli yürüdükten sonra sola saptık. Biraz ileride Erenköy Kız Lisesi’nin küçük binası görülüyordu.

    İki sene evvel bir yangın neticesinde kül olan lisenin eski muazzam binasını hatırlayınca müteessir olmamak elde değil doğrusu.

    Bütün Erenköy muhitinin dört gözle beklediği yeni lise binasının bir an evvel bitirilmesi memleket gençliği namına istenilen bir şeydir. Zira şöhretli Erenköy lisesine ne yapılsa azdır.

    Okulun kapısından içeri giriyoruz şimdi. Kapıcı tarafından karşılanarak okulun sayın Müdiresi Rebia Yarkın’ın odasına gidiyoruz… Çok geçmeden lisenin iki beden terbiyesi öğretmeni: Mediha Toprak ile Fahamet Humbaracı da geliyorlar. Birincisi emektar, İkincisi ise daha çok genç bu çalışkan öğretmenlerin. Onlara okulun spor faaliyeti hakkında bir hayli sual soruyorum. Her ikisi de beni bu hususta tenvir ediyorlar.

    Liseler arası voleybol maçlarına Ayşen (kp.), Nurten, Sevim, Türkân. Hamra, Sevim şeklinde bir takımla iştirak eden Erenköylüler Kadıköy’ü (15-2) (15-2); Üsküdar’ı (15-1) (15-13) (15-4) mağlup etmişler; Çamlıca’ya (15-10) (15-5) yenildikleri için gruplarının ikincisi olmuşlar. Takımı teşkil eden oyuncuların hepsi istidatlı, enerjik fakat geçen seneye nazaran takım zayıf bir durumda…

    Spor salonu da yandığından ancak iyi havalarda bahçede çalışmak imkânını bulan sporcu genç kızların bu başarıları doğrusu hiç de yabana atılacak bir şey değil… Hatta bazen Kadıköy Halkevi spor salonuna antrenman yapmaya bile gidiyorlarmış… Çalışma azmi ne kadar da çok…

    Hentbolde Kandilli’yi yenmişler fakat ikinci maçları ancak maçtan bir saat kadar evvel bildirildiğinden hazırlıksız ve oyuncusuz olarak Beyoğlu Kız Lisesi’nin karsısına çıkmışlar, tabiatıyla netice malûm… Hiç yok yere acı bir mağlubiyet… Takımı şu oyuncular teşkil ediyormuş: Aysen, Nurten, Sevim, Türkân, Fatma, Ayten, Türkân, Hamra, Sevim.

    Atletizmde yapılan yegâne koşuda Ergün, Sevim, Aysen, Hamra, Sevinç, Güner, Melâhat ve Feriha’dan müteşekkil olan Erenköy takımı ikinciliği ve üçüncülüğü almış. Ferdî yarışta ise Ergün Acar çok güzel bir koşudan sonra ikinci olmuş. Lisede atletizme çok fazla ehemmiyet veriliyor. Her şevden evvel atletik kızlar yetiştirilmesi elzem…

    Ortaokullar arasında yapılan yakar top maçlarında kuvvetli bir ekip olduklarını ispat eden Erenköylülerin yakan top takımı: Güneş, Nuran, Nurseli, Nurhayat, Yıldız, Hanife, Özcan, Ümran ve Nebahat’ten teşkil edilmektedir.

    İzcilikte ise bu sene toplu faaliyet yapılıyor. Burgaz adasına diğer liselerin de iştiraki ile bir gezi yapılmış. Fakat geçen seneki izci faaliyeti daha fazlaymış… Erenköylülerin dertleri de diğer liselerinkiler ile aynı… Her mektebin izci faaliyetini kendine bırakmak zamanı çoktan gelmiştir artık.

    Öğretmenler derslerinde bilhassa ahlâkı ön plânda nazarı itibara aldıklarını söylediler. Sporcu her şeyden evvel iyi bir ahlâka, temiz bir karaktere sahip olmalıdır… Ancak o takdirdedir ki memleketimiz için faydalı olabilecek genç kızlar yetişir.

    Erenköylülerin hentbolde yenilmeleri doğrusu çok üzücüydü. Ama hakları da yok değil, zira fikstür o kadar saçma ki hiç maç yapmayan bir lise doğrudan doğruya dömifinalde yükselirken diğer bir lise bir hayli uğraşmadan sonra oraya çıkıyor. Sonra fikstürden sarih olarak bir mana çıkarmak da müşkül… Bir saat evvel haber verildiğine göre de varın siz bu mağlûbiyete hak vermeyin. Sonra bence izciliğin bu seneki toplu faaliyeti liselerin çalışmalarını azaltıyor, çünkü toplu olarak yapılan hareketlere her liseden ancak muayyen bir miktar talebe iştirak ediyor, diğerleri bilmecburiye bu haktan mahrum ediliyorlar.

    Konuşmamız bitince bahçeye çıktık, Foto Müeddeb de bir taraftan resim çekerken ben de spor kaptanlarından bazı şeyler soruyordum. Sporcuların ekserisi fen şubesinin çalışkan talebelerinden imiş… Bunlardan bilhassa Ayşen bütün hocalarının takdirini kazanmış… İşte sporculuğun, ideal sporculuğun en büyük vasfına sahip olan Erenköylülerin arasından ayrılırken diğer sporcu talebelerin de Erenköylülerden örnek almalarını arzu etmekten kendimi alamıyordum. Çalışkan Erenköylülere daha çok muvaffak olmalarını temenni etmekten başka elimden bir şey gelmiyor ki…

    Erenköylülerin kıymetli müdürleri Rebia Yarkın ile Beden Eğitimi öğretmenleri Mediha Toprak ve Fahamet Humbaracı’yı çalışmalarından dolayı tebrik eder, sporcu öğrencilere başarılar dileriz.

    Gündüz Aktuğ | 15 Mart 1948 – Türk Spor Dergisi (Erenköy Kız Lisesi)

    Erenköy Kız Lisesi
  • Mahiru Akdağ

    Mahiru Akdağ

    Hayatı “Başka bir ülkede yaşıyor olsaydı” parantezine alınacak kadınlardan biriydi. Evet, başka bir ülkede olsa, kitabı yazılırdı. Takım arkadaşları gibi… Ve maalesef Mahiru Akdağ da gitti. En azından biz, onu Fenerbahçe tarihinde unutulmaz bir yere koyacağımıza söz veriyoruz. Huzurlarınızda takım kaptanı Ayten Salih tarafından yapılan 26 Mart 1956 tarihli bir röportajı ile Mahiru Akdağ…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Üniversite Yenilgisi

    “Hakikatler hiçbir zaman doğru olarak kabul edilmez. Ya iltifat ya hakaret telakki edilir”

    Yukarıdaki satırlar ne bir atasözüdür, ne de meşhur bir muharririn kaleminden çıkmıştır. Bu güzel vecize istikbalin avukatı ve şampiyon takımımızın III. pasörü olan Mahiru Akdağ’a aittir.

    Voleybola orta I, baskete de II’de başlayan Mahiru’nun yukarıdaki vecizesinde de her şeyi olduğu gibi kabul eden, sporcu zihniyeti hakim. Maçlarda bilhassa soğukkanlılığıyla tanınmış olan bu moral yükseltici arkadaş hakikatte bilhassa oyuna çıkarken o kadar heyecanlanırmış ki başlayınca hiç heyecan kalmazmış…

    • Unutamadığın maç?
    • Üniversiteye yenilişimiz pek içime işlemişti. Aklıma geldikçe maçı boşu boşuna verdiğimiz için üzülüyorum. Sebep mi? Takımın moral noksanlığı. Yegane kusurumuz da bu zaten. Laf aramızda kaptanın o günkü kötü oyununu da ilave etmek lazım. (Şimdiye kadar röportajını yaptığım arkadaşlardan hiçbiri bu hakikati yüzüme karşı itiraf etmek cesaretini gösteremedi. Bu bakımdan da onu tebrik etmek isterim. Yalnız “Bu sözümü iltifat diye de kabul edebilirsin” dememeliydin yavrucuğum. Çünkü hakikatleri iltifat veya hakaret diye kabullenmek senin meşhur vecizene de uymaz…)

    Maç Alışkanlıkları

    • Maça girerken, oynarken ve maçtan sonra ne düşünürsün?
    • Girerken heyecandan bir şey düşünmem, oynarken mümkün olduğu kadar faydalı olmayı, elimdeki pasları en iyi şekilde kullanmayı ve arkadaşların maneviyatını yükseltmeyi, (İtiraf etmem lazım ki bu bakımdan Mahiru en çok bana faydalı oluyor) maç sonunda neşeli isem o an hiçbir şey düşünemem, mağlupsak söylene söylene çıkarım.

    Boş vakitlerinde sinemaya giden ve kitap okuyan Mahiru bilhassa Maxim Gorki’nin hayranı. Daha sonra Emil Zola, Panait Istrati ve Pearle Buck isimlerini sıralıyor. Şairlerden Yahya Kemal bir tanedir diyor. Cumhuriyet gazetesini ve bilhassa siyasi makaleleri pek dikkatle takip eder. Kadın artistlerden yalnız bir tanesini (Susan Hayward) erkeklerden ise o kadar çok beğendiğim var ki hangisini söyleyeyim diyor : James Mason, Jeff Chandler, Humphrey Bogard…

    • Müzikle aran nasıl?
    • Severim ama pek anlamam. Caz müziğinden hoşlanırım tabii. (Hangi genç hoşlanmıyor ki?..)
    • En beğendiğin yemek?
    • Çerkez tavuğu… Ağzıma layık! (Acaba Çerkezlik var mı?!)

    Gri tondaki renkleri sevdiği halde evde hep frapan giymekten hoşlanırmış. Hülya kurmaya bayılırmış. Doğruluğu pek sever, yalancılara, kendini beğenmişlere, şöhretten şımaranlara çok kızarmış.

    İdealler

    • İdealin ne?
    • Her bakımdan mükemmel bir insan olmak. Sporda ise millî formayı giyebilmek ama benim için bu pek kolay olmasa gerek… (Bu kadar tevazu da fazla canım…)

    Beğendiği sporcular : Ümran, Lale, Sevim (tabii başta o da takım arkadaşlarını sıralıyor.) Can, Yılmaz, Granit, Erdal. Futbol maçlarını yakından takip eden Mahiru Fenerbahçe’nin mağlubiyetine o kadar üzülüyor ki… Geçen gün benim önümde Niyazi’yi müthiş bir haşladı. Altay mağlubiyetinin kızgınlığı hâlâ devam ediyor olmalı ki (Lefter hariç hiçbirini beğenmiyorum) diyor. Halbuki kaç kere ağzından “Bayılıyorum şu Basri’ye, Şükrü’ye… vs.” dediğini işittim. (Baygınlığının ilelebet devam etmesini temenni ederim!. İyi bir temenni değil senin için ama Fenerbahçe için razı olursun herhalde…)

    • Evlilik hanımlarda, spora manî midir?
    • Bence değil ama, erkeklerin fikrini bilmiyorum…
    • Mesela müstakbel eniştemizi (!) bu hususta zorlar mısın?
    • Aile içinde herkesin zevklerinden biraz fedakarlık etmesi lazım geldiği kanaatindeyim…

    Ayrılırken ben sormadan “Hayatta en zor şey gazetecilere (!) cevap vermekmiş” diye ilave etti. Baktım, yanakları kızarmıştı hakikaten. En binlerce kişinin karşısına çıkmak sahaya çıkmaktan kolay olmasa gerek!..

    Ayten Salih / 26 Mart 1956 – Mahiru Akdağ ile Röportaj


    Not : “Fenerbahçe’nin Şampiyon Kızları” albümüne bu linkten ulaşabilirsiniz.

  • Kimsesizler Yurdunda Son Dans

    Kimsesizler Yurdunda Son Dans

    Fenerbahçe kadın voleybol takımı, senelerce süren şampiyonluklar serisine devam etmek istiyordu. Zafer adeta kimsesizler yurdunda son dans gibi geçen birkaç günün sonunda geldi. Arkadaşları, efsane kaptan Ayten Salih’i Kıbrıs’a kupayla uğurladılar. Tapfereritter yazdı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    21 Mayıs 1960

    Fenerbahçe Yönetim Kurulu Başkanlığına
    Biz Öksüzler Yurdu’nda kendimizi çok yalnız ve öksüz hissediyoruz. Galatasaray tüm idarecileri ve sporcularıyla burada. Biz kendimizi daha da yalnız hissediyoruz. Lütfedip, son maçımıza gelirseniz, bizleri çok mutlu edersiniz. Saygılar.

    Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı Kaptanı Ayten Salih’in 19 Mayıs 1960’ta Fenerbahçe Kulübü’ne çektiği telgraf buydu.

    Yaşananlar ise şimdilerde pek popüler olan, Chicago Bulls’un altıncı NBA şampiyonluğu hakkındaki belgeselde yaşananların bir benzeri: 1954 yılında kurulan Fenerbahçe’nin “Altın Kızları” altıncı senesinde. Basketbol, atletizm ve kürekte defalarca şampiyon olmuşlar. Ancak en büyük kudretleri voleybolda: 1955’te başlayan şampiyonluk serisi o yıla kadar kesintisiz sürmüş.

    Fakat, aynı Chicago Bulls ve Michael Jordan gibi bu kadronun bu haliyle son senesi. Zira takımın kurucusu, yıldızı ve beyni Ayten Salih o yıl (1960) üniversiteden mezun olup Kıbrıs’a gidecek ve doktor olarak Kıbrıs Türk halkına hizmet verecek.

    İngiliz idaresindeki Kıbrıs’ta yeni bir düzen kuruluyor: 19 Şubat 1959’da Londra’daki Lancaster House’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kurucu Antlaşmaları Türkiye, Yunanistan, Birleşik Krallık ve Ada’daki Türk ve Rum toplum liderleri tarafından akdedilmiş ve (sadece üç yıl yaşayacak) yeni devletin 16 Ağustos 1960’ta bağımsız olacağı ilan edilmiş. Kıbrıs Türkü Ayten Salih de orada lazım..

    Ancak gitmeden önce son bir şampiyonluk istiyor: Voleybolda beşinci kez Türkiye şampiyonluğu.

    Kaptan Son Bir Kupa İstiyor

    Fakat şampiyonluk hiç de kolay değil. Ezeli rakibimiz kadrosuna iki uzun oyuncu katmış ve 3 Nisan 1960’ta Fenerbahçe’yi 3-1 yenerek ilk kez İstanbul şampiyonu olmuş. Fenerbahçe’nin tahtı sallantıda. Kaldı ki, basketbolda da bir sezon önce İstanbul’da şampiyonluğun sürpriz bir şekilde Ankara’nın Gazi Eğitim Enstitüsü’ne kaptırılması hatırlarda. Ayten Salih’i hüzünlü bir veda mı bekliyor?

    Şampiyona bu yıl İzmit’te düzenleniyor. Son dönemdeki en büyük sportif faaliyet. Zira Türkiye 27 Mayıs 1960’taki askeri darbe öncesinde sıkıyönetim günlerinde..

    Ayten Salih’in anlatımıyla;

    Galatasaray bir gece önceden başkanıyla, yöneticileriyle bir gece önceden gitmiş ve SEKA tesislerine yerleşmiş. Geç kaldığımız için bulabildiğimiz oteli de kızlar beğenmediler. Ertesi gün Vali’ye gittik. Kimsesizler Yurdu’na yerleştirildik (…) Burayı da yadırgayınca gece uyuyamadık ve ertesi gün ilk maçımızda [Ankara Demirspor] bir set verdik.”

    İkinci gün voleybolun yükselen değeri Rasimpaşa’yı da 3-0 yeniyor Fenerbahçe’nin Altın Kızları. Son gün (aynı şekilde ilk iki maçını galibiyetle kapatan) Galatasaray’la şampiyonluk maçına çıkacaklar.

    Yalnızlık Son Buluyor

    Anlatıyor Ayten Salih:

    Son gün geldi. [Bizi maça götürecek] Cip geldi. Giyindik eşofmanları. Yola çıktık, gidiyoruz. (Telgrafı düşünerek) ‘Gelmediler’ dedim. Çok da üzüldüm. Tam dönüyoruz. Bir de baktım, İstanbul yolu gözüktü. Üç tane simsiyah kocaman araba. Arka arkaya dizilmişler, ışıklar yanıp sönüyor. Eller kollar havada, birileri bana el sallıyor.

    Fenerbahçe Yönetimi “Altın Kızları”nı kimsesiz bırakmamıştı. “Altın Kızlar” da Fenerbahçe’yi kupasız bırakmadılar. Fırtına gibi maça çıkıp 2-0 öne geçtiler. Ardından ise bir set verdiler. Topladı Ayten Salih kızları:

    Bu benim son yılım. İmtihanları verip gidiyorum. Bana vereceğiniz son yadigar. Elinizden gelen gayreti göstereceğinize inanıyorum.

    O gayretle aldılar seti, maçı ve şampiyonluğu..

    Son All-Star maçında, NBA’daki ilk sezonundaki ayakkabılarını giyen Michael Jordan’ın ayakları nasıl kan içindeyse, kaptanları için varlarını yoklarını ortaya koyan Seta [Yağcıoğlu], Güneş [Çapa] ve diğer oyuncuların ayakları da İzmit’te kan içindeydi.

    Fenerbahçe’nin kahramanlarıydı onlar. Yürekten oynayıp, kaptanlarını kahraman gibi uğurlamışlardı.

    Tapfereritter / Kimsesizler Yurdunda Son Dans


    Notlar :
    İzmit’te bütün oteller dolu olunca Fenerbahçe şampiyona boyunca, Kimsesizler Yurdu’nda kalmıştı. Aşağıdaki fotoğraflar Seta Yağcıoğlu arşivinden bu yurdun binasını ve bahçesini gösteriyor.

    Kimsesiz çocuklar, Fenerbahçe’nin final maçını izlemeye geldiler ancak Galatasaraylılar çocukların salondan çıkartılmasını istediler. Bunun üzerine Fenerbahçe kaptanı Ayten Salih “Çocuklar çıkarsa, biz de bu maçı oynamayız” dedi ve Fenerbahçe’nin şampiyonluğuna çocuklar da şahit oldular.

    En altta , Ayten Salih bu özel günü anlatıyor.