Öz Fenerbahçe dergisinin fotoğraf albümü özelliğinden istifade ederek yazlık bir seriye başlıyoruz… Huzurlarınızda 1955 Fenerbahçe Hatıraları I. Keyifli seyirler…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu










Haluk Kılıç ağabeyin arşivindeki Hayat dergilerinden şahaneler çıkmaya devam ediyor: Lefter Küçükandonyadis Hayat’ta!
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
1953 yılının ılık bir ilkbahar günüydü. Fransa’nın Akdeniz kıyısındaki sayfiye şehri Cannes, hareketli günlere girmişti. Festival Sarayının önünde kalabalık kaynaşıyor, yerli ve yabancı birçok kimse festivale katılmak için gelen artistleri görmeye çalışıyordu. Bu sırada kalabalığı yaran “Nice” plakalı bir araba tam sarayın önünde durdu. Otomobilden iki genç adam inip merdivenleri tırmandılar. Az sonra meşhur Amerikalı film yıldızı Jane Russell ile karşı karşıya konuşuyorlardı. Onlardan biri senelerdir sarı-lâcivertli forması ile futbol sahalarında alkışlanan Fenerbahçeli Lefter, diğeri de Nice Kulübünün ikinci başkanı idi.
Altıncı Cannes Film Festivali o gün başlamıştı. Aynı günün öğleden sonrası, Lefter sahildeki plâjlardan birinde pazar günü oynayacakları maçı düşünmekteydi…
“1952-1953 mevsiminde, yakında (Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası) münasebetiyle karşılaşacağımız Nice takımında oynamıştım.” diyen Lefter Küçükandonyadis sözlerine şöyle devam etti:
“Futbola karşı ilk alakayı yedi yaşında duymuştum. O günden bu yana durmadan topla oynadım. İlk olarak Büyükada Gençlik Kulübüne intisap etmiştim. Daha sonra bunu Taksim Kulübü takip etti. O sıralarda henüz on beş yaşımda olduğum için kulüpler buna itiraz eder, ben ise sahte lisansla maçlara çıkardım. 1943 de asker oldum. Harp yıllarında bulunduğumuz için Diyarbakır’daki askerliğim dört yıl sürdü. 1947 yılında tekrar İstanbul’a dönmüştüm. O sene çok sevdiğim Fenerbahçe Kulübüne transfer oldum. Sırası gelmişken hemen herkesin sorduğu bir suali cevaplandırayım. Fenerbahçe’ye girişime Galatasaray’ın sol beki Ruhi kadar, Müslim Bağcılar’a vermiş olduğum söz sebep olmuştu. 1952 yılında önce İtalya’nın Fiorentina, oradan da Fransa’nın Nice Kulübüne transfer olmuştum, Bu iki sene içinde Avrupa’da yabancı formalarla sahaya çıktım. 1954 yılında tekrar çok sevdiğim Fenerbahçe Kulübüne döndüm.”
51 defa milli formayı giymiş olan Lefter Küçükandonyadis, doğup büyüdüğü Büyükada’da oturmaktadır. Net bir günlük programı yok, Sabahları kuvvetli bir kahvaltı yaptıktan sonra antrenman için Fenerbahçe Stadı’na iner. Çalışma olmadığı günler ise açık yeşil Chevrolet’sine atlayıp İstanbul’da gezintiye çıkar. Kendisi için enteresan olan şeylerin başında balık avlamak geliyor. Meşhur futbolcu bu merakını şöyle izah etti:
“Umumiyetle amatörler için balık tutmak bir dinlenme vasıtasıdır. Fakat bu benim için tamamıyla aksi. Balık tutarken bile, maç saatini düşünüyorum.”
Lefter’in diğer hobby’si de Christ-Craft motoruna atlayıp, Marmara’da yalnız başına saatlerce dolaşmaktır.
“Bütün maçlarım benim için bir heyecan kaynağı olmasına rağmen en enteresan ve zorlu bulduğum karşılaşma; Varşova’da Polonya Milli Takımını Mehmet Ali’nin gölüyle 1-0 yendiğimiz maçtır. Budapeşte’de oynadığımız Csepel maçı da zevkli bir mücadele halinde geçmişti.”
1926 yılında Büyükada’da doğan Lefter’in, Aliki ve Ruhla isimli iki küçük kızı var. İkisi de bir zaman babalarının okuduğu ilkokulda okuyorlar. Lefter her ikisini de birbirlerinden ayırt edemeyecek kadar seviyor. Hatta sınıfta onlarla birlikte bir ders boyunca oturup geçmiş günlerini hatırladığı bile oluyor.
Lefter Küçükandonyadis’in bu seneki Milli Lig hakkındaki fikri şöyle:
“Bu sene formsuz durumdayız. Geçen yılki gibi hızlı başlayamadık. Biraz lâkayt oynamaktayız. 38 maçı çıkartmak kolay değil. Muhakkak ki düzeleceğiz, fakat bunun şampiyonluğumuza mâni olmasını istemiyorum.”
Lefter bütün takım arkadaşlarını ve bu arada Basri ve Recebi örnek futbolcular olarak gösteriyor.
Kendisi bugüne kadar bütün Avrupa’yı karış karış dolaşmış. En beğendiği ülke İsviçre. Daha sonra Montecarlo ve Nice. “Buraları hakikaten yaşanılacak yerler” diyor.
Lefter yazısını bitirmeden evvel kendisinin başından geçen enteresan bir hadiseyi nakletmek yerinde olacak, Bu hâdiseyi şöyle anlattı:
“İtalya’dayken küçük bir Topolino otomobilim vardı. Antrenmanlardan sonra atlar, yeni tanımaya başladığım Fiorentina şehrini dolaşırdım. Yine böyle bir gezinti esnasında idi. Az önce virajı hızla dönmüş, tramvay yoluna çıkmıştım. Bu anda, iliklerime kadar titrediğimi hissettim, Zira önümdeki tramvay ani bir fren yapmıştı. Birden kendimi onun üstünde buldum. Arabayı geri vitese takıp harekete getirmem bir an meselesi olmuştu. Hâdise yerini hemen terk etmeliydim. Öyle de yaptım. Bu sırada vatman beni tanımış olacak “Lefter, Lefter kaçma ben de Fiorentinalıyım. Otomobilinin tamponunu al da öyle git” diye bağırıyordu. Hakikaten benim arabanın ön tamponu tramvaya takılıp kalmıştı… Onu sonradan tramvay idaresine giderek aldım!…”
Hayat Dergisi – 1959
Röportaj: Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar: Mahmut Küçük





Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Lefter Küçükandonyadis röportajı ile karşınızda…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Fenerbahçe sevginiz nasıl oluştu?
Ben Fenerbahçeli doğdum sayılır. Kimileri benim Fenerbahçe’de oynadığım zaman Fenerbahçeli olduğumu sanıyor fakat ben de doğuştan Fenerbahçeliyim.
Büyükada doğumluyum. Sekiz, on yaşlarındaydım. Buradaki arkadaşlarım bana sen de Fenerbahçeli ol dediler. Ben zaten Fenerbahçeliyim dedim. Bana bir forma verdiler. Bir takım kurduk, kendi aramızda maçlar yapıyorduk hatta Büyükada A Takımı’nı bile yeniyorduk. Fenerbahçe’ye karşı sevgim o kadar büyük ki bu sezonun sonunda Avrupa’dayken manastırda boyum kadar mum yaktım. “Allah’ım sen büyüksün, sen bilirsin” diye yalvardım. Yalvardım ama 81 yaşındaki adamı çocuklar gibi ağlattılar.
En son seyahatimde İtalya’ya, Yunanistan’a gittim, maçları seyrediyordum. Floransa’da sarı lacivertli takım renklerini gördüğümde ağlıyordum. Avrupa’da oynadığım zamanlarda da sarı- lacivert forma giyen takımı Fenerbahçe zanneder, psikolojik olarak oyundan kesilirdim.
Bu sevgi bana nereden geldi bilmiyorum. Eski günlerden daha yoğun yaşıyorum. Oynarken belki içindeydim, zaten Fenerbahçeliydim ama şimdi gece yatarken dua ediyorum, sabah kalktığımda dua ediyorum. Fenerbahçe galip geldiğinde dünyalar benim oluyor. Yenildiğimizde veya beraberliklerde benimle evde kimse konuşamıyor.
Sağlığınız nedeniyle heyecanlanmamanız gerekiyor. Maçları izleyebiliyor musunuz?
Kalp rahatsızlığım ve şekerim var. Doktorum maçları izlemeye, röportaj yapmama izin vermiyor. Eskisi kadar kolay olmuyor. Sağlığım nedeniyle heyecanlanmamam gerektiğinden önce maçın gidişatını sorarak uzaktan takip ediyorum. Mesela 4-0 önde gidiyorsak televizyonu açıp izlemeye başlıyorum. Mağlup olma gibi bir gidişat varsa izleyemiyorum. Kalbim dayanmıyor.
Futbolda başarının sırrı nedir dersem, nasıl sıralarsınız?
Rakibi her alanda psikolojik olarak ezmeniz gerekiyor. Ona enerji vermeyeceksiniz. Aynı zamanda hep bir adım önde olup kendi ayaklarına son derece hâkim olacaksın. Beynin ayaklarınla konuşmalı ki yaptığın pozisyonlara yön verebilirsin. Hızlı olacaksın, atak olacaksın, koşacaksın, koşacaksın, durmak yok. Takımına bağlı olup onu çok seveceksin.
Futbol oyuncularına neler söylemek istersiniz? Önerileriniz?
İyi huylu olan tüm futbolcuları severim. Ne olursa olsun, hangi takım olursa olsun.
Bugün çalışma ortamı olsun, oynadıkları statların muhteşemliği olsun, çok rahatlar. Büyük paralar alıyorlar.
Biz o zamanlar bileğe kadar çamurlara bulanıyor, çamurlu sahalarda oynuyor, ayakkabılarımızı kaybediyorduk.
Geçen sene Ali Koç, Mustafa Koç ve Tuncay beni ziyarete geldiler. Biraz doldurdum Tuncay’ı, ondan sonraki haftalarda çok güzel goller çıktı. Tuncay’ı şöyle uyardım: “Yavrum sen topu alıyorsun, adamın üstüne üstüne gidiyorsun, ‘olursa olur’ diyorsun”.
Tuncay’ı çok beğeniyorum ama daha disiplinli oynamasını istiyorum. Çok genç daha… Futbolcular maça kendilerini daha çok vermeli. Appiah’ı hırsından dolayı beğenip onu gözümde doğuştan Fenerbahçeli olarak görüyorum. Onun da ağlaması beni çok etkiledi.
Anelka’yı, Fransa’da daha çok beğeniyordum. Fakat Fenerbahçe’de istediğim verimi alamadım.
Tüm oyuncularımızı çok seviyor, çok daha iyi yerlerde görmek istiyorum. Bilhassa antrenmanlara başlayacağı zaman kendilerine çok iyi bakmaları gerekir. Sakatlanmalara, beslenme düzenine, özel hayatlarına dikkat etmeliler. Bunlara dikkat ederlerse hem kendileri için hem de takım için çok daha iyi olacak.
Bir futbol oyuncusu, bir maçın sonunda yenildiğinde neler hisseder?
Takımını çok seven bir sporcuysa çok mutsuz olur. O sorumluluğun altında çok üzülür. Ama bakacak, sonucu değerlendirecek ve bir dahaki maç için kendisini hazırlayacak. Özel zevklerinden uzak kalacak. Antrenman çok çok önemli, antrenman öncesinde gezmeyecek, eğlenmeyecek, yorulmayacak. Antrenmanlardan kopmak demek maçlar başlamadan iplerin kopması demek.
Size en çok benzettiğiniz, size en yakın gelen futbolcu kim dersek?
Kendime yakın gördüğüm, oyun stilime benzettiğim futbolcu Rıdvan Dilmen derim…
Lefter Küçükandonyadis’in hayatına baktığımızda hırslı ve mağlubiyeti kabullenmeyen bir yapınız var…
Doğru asla mağlubiyeti kabullenmezdim. Ve çok hırslıydım. Biraz da agresif futbol oynardım. Bu soruya bir anımla cevap vereceğim.
Milli Takım – Yugoslavya maçıydı. O maçta da diğer arkadaşlarımda olduğu gibi benden çok şey bekleniyordu. Yugoslav takımının defans oyuncusuna benim hakkımda çok şey anlatılmış, maçı bırakıp sadece benimle ilgilenmesi ve beni adeta kilitlemesi tembihlenmişti. Gerçekten de bir süre kadar rahat hareket edemedim. Ve en sonunda hırsıma yenik düştüm.
Şeref Tribünü tarafından taç kullanacaktık. Takım arkadaşıma “Topu kafama at dedim”. Nasıl olsa yanımdaki Türkçe bilmiyordu. Top kafamla tam buluşurken dönerek aniden beni maç boyunca tutan oyuncuya bir kafa attım. Sonra da “Şimdi daha iyi tutarsın” dedim. O gün Yugoslavya’yı 3-0 yenerek ayrıldık.
Rakip takımların antrenörleri taktiklerini benim üzerime göre kurarlardı. Oyuncularına “Lefter nereye siz oraya” derdi. Futbol hayatım süresince ciddi sakatlıklar geçirmedim. Beşiktaş’ta oynayan bir Nusret vardı. Her maçta pozisyona yatıp bileklerimi tekmelerdi.
Bugün mümkün olsa oynamak ister miydiniz?
Bugün oynamak isterdim ama Galatasaray karşısına. Çok şampiyonluklar yaşadım. Galatasaray’a karşı alınmış bir galibiyet sevinci şampiyonluk sevincine bedeldi. Bu her zaman Galatasaraylılar için de böyle olmuştur. Fenerbahçe-Galatasaray maçı dünyanın en büyük derbilerinden biri sayılır. Galatasaray karşısına otuz üzerinde golüm var. Bir de kafayla golüm var ama kafayla atılan gollerim sayılmıyor. (Gülüyor)
Rahmetli Adnan Menderes’le geçen anınız…
Ankara’ya gittiğimizde Menderes beni çağırdı
“Niye çağırdım seni biliyor musun?” dedi.
“Bilmiyorum” dedim.
“Verecekler Lefter’ e, o da yazacak deftere” dedi.
Kulübümüz hakkındaki görüşleriniz?
Her şeyiyle mükemmel. Böyle başkan bulunur mu hiç? Yönetim değişmesin kimsenin bu yönetimden bir şikâyeti yok. Başkan Aziz Yıldırım dört dörtlük bir insan. Ben Fenerbahçe’de ne başkanlar gördüm ama böylesini hiç görmedim. Yeni gelen başkanlar da Aziz Yıldırım’ı örnek alsınlar.
Bir oyuncu hastalanır, hastaneye gider. Her şeyden haberi vardır.
Yenilenen tesislerimiz, stadımız, müzemiz… Hepsi muhteşem. Biz çamurlu sahalarda oynuyorduk, çamurlu sularda yıkanıyorduk. Oynadığımız sahanın arkasında iki tane kuyu vardı. Onlar bir doldu mu yandık demekti. Tek düşündüğümüz giydiğimiz formanın hakkını vermekti.
Kıymet görmek için kıymet bilmek lazım. Şimdi ki koşullar şahane.
Uzun seneler antrenörlük yaptığınızı biliyoruz…
1965-1966 sezonunda futbolculuğuma noktayı koyduğumda antrenörlük yapmaya başladım. Anadolu’da çok takım çalıştırdım. Samsunspor, Boluspor, Orduspor, Sivasspor, Mersinspor’da antrenörlük yaptım. Bolu ve Mersin’i 1. kümeye çıkardım.
Antrenörlüğüm 11 sene devam etti. Antrenör, futbolcusu karşıdan gelirken onu anlamalı, maçta ise futbolcu antrenörünün bir bakışından çok şey çıkartmalı. Sonra gazeteciliğe başladım. Tabii taraflı bir gazetecilik oldu.
En beğendiğiniz Türk antrenör?
Aykut Kocaman.
Fenerbahçe’de takım kaptanlığı yaptınız? Takım ruhunu nasıl oluştururdunuz?
Fenerbahçe maçları oynanacağı zaman maçlara çıkarken soyunma odasında sarılırdık birbirimize. “Ölüm var dönmek yok” diyorduk. Birbirimize bu maçı alacağız, topu kaybeden koşacak, kovalayacak, rakibini rahat oynatmayacak. Dediğimizi yapıyorduk, maçı da alıyorduk.
Sonra bir tarzımız daha vardı. Sahaya çıkıldığı zaman golleri de attıktan sonra herkes bildiği atraksiyonları yapardı.
Bir Ankara maçında Mehmet Ali çalım atarken güneşin battığı bir zamanda gözüne güneş vurdu. Mehmet Ali, direği adam zannetti gitti çarptı direğe. Sonra başına yara aldı.
Maçın ardından soyunma odasında ilk sorusu “Lefter bana kim vurdu?” oldu.
Ben de “Kimse vurmadı sen direğe çarptın” dediğimde kahkahalar yükseliyordu.
Her zaman takım ruhu içinde oynuyorduk. Her zaman da motive olurduk. Herkes ayrı birer kıymetti. Hep birlikte çok iyi mücadele ederdik. Herkesten de saygı ve sevgi görürdük.
Maça çıkarken uğur getiren bir hareket veya taşıdığınız bir simgeniz var mıydı?
Her maçta soyunma odasından çıkarken, o merdivenlerden önce sol ayağımı atıyordum. O hareketi yaptığımda benim için bitmişti, artık kaçışı yoktu, maç kesin bizimdi.
“At sol ayağı sonra yürü İnönü stadının merdivenlerinden!”
Formada en sevdiğim benimle bütünleşen numara 10 numaraydı. 10 numaraya çok hırsım vardı. 10 numaralı Fenerbahçe formamı giydiğimde bir canavar kesiliyordum. Ayrıca 11-7-8 numaralı formaları da giydim.
Avrupa takımlarında oynayarak tüm tribünleri “Turco Turco Lefter” diye inleterek gurur kaynağımız oldunuz.
1953 senesinde İtalya’da Fiorentina takımında forvet oynadım. Fiorentina’ya gittiğim zaman yaz mevsimiydi. Yazın İtalya, transfer yapılacak, dışarıdan gelecek oyuncuları denemek için antrenmana tabii tutardı. Bende ne deneme ne bir şey! Buradan sadece ayakkabılarımı alarak uçağa bindim. Otele girdim. İtalyan’ın büyük antrenörü Perona beni antrenmana tabii tuttu orada.
Türkiye’den kim gidecek, kim oynar, ne oynar, neci beni ilk gün çıkarttı. Bir salkım üzüm getirdi. Antrenmanlarda hep üzüm getirirdi. Antrenmanımızı gördü, top atıyor, çalım yapıyor, 18’e vuruyorum ayaklarım kuvvetliydi, çabuktum. Öyle bir beğendi ki, sonra deniz kenarında bir restaurantta götürdüler. Artık ne balık istersen… Istakoz, karides büyük bir ziyafet verdiler. Herkesle mukaveleler, pazarlık yaptılar hep benden çok aşağı oldu. Benimle büyük miktarda anlaşma yaptılar. İtalya’da çıkan 3 yabancı oyuncu sınırlaması kanunu nedeniyle Fransa’nın Nice takımına transfer oldum. Sonra bir sene de Afrika- Johannesburg’da antrenör futbolcu olarak görev yaptım. İstanbul’a dönüşümde Fenerbahçe’nin ısrarıyla bir süre daha Fenerbahçe’de oynadıktan sonra İstanbulspor maçıyla, oyuncu olarak futbol hayatımı noktaladım. 19 senelik Fenerbahçe geçmişimi 700’e yakın golle tamamladım. 50 kez Milli formayı giydim.
Peki şimdi, bir gününüz nasıl geçiyor?
Evde olduğum zamanlar televizyon izliyorum. İtalyan, Avrupa kanallarını izliyorum.
Tabii ki Fenerbahçe TV’yi de izliyorum. Armamızı gördüm mü o bana yetiyor. Çok keyif alıyorum.
Güzel havalarda iskelede Prinkipo’da oturuyor, bazen burada çay içiyor, öğlen yemeği yiyorum. Yürüyüşe ve yokuş çıkmama müsaade yok. Heyecan yok.
Tüm Fenerbahçe taraftarları için mesajınızı alabilir miyiz ?
Taraftarlara diyeceğim hiçbir şey yok. Şahane insanlar, hepsi şahane. Hepsi takımına çok bağlı. İnsan o sevgiyi gördükçe ne bileyim “Bu kadar sevgi olur mu?” diyorum. Bu taraftara söylenebilecek hiç söz yok. Her zaman takımlarını sevsinler, desteklesinler. Her şeyin en iyisini, en güzelini hak ediyorlar.
Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Erdal Kocaçimen röportajı ile karşınızda…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
“Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Erdal Bey?
1926’da Fındıklı, İstanbul’da doğdum. İlkokul tahsili Nişantaşı 15. İlkokulu’nda yaptım. Tabii ki Fenerbahçeliydim. Çocuklarla mahalle arasında, mektepte hep futbol oynardık. Ayazpaşa’nın dili olsa da söylese.
Ortaokul yıllarım da hep futbol oynamakla geçti. O zamanlar Taksim Lisesi’nin ortaokul kısmına devam ediyordum.
1941 İstanbul harp seneleri her yer bomboştu. Merkezi hükümet o zaman Ankara’daydı. Maden Tetkik Arama Enstitüsü başmüfettişi olan babam rahmetli Vedat Kocaçimen’in tayini Ankara’ya çıktı. Hep birlikte Ankara’ya gittik.
Sonra Ankara’daki yaşamınız başladı…
Ankara’da Gazi Lisesi’ne kaydoldum. Lacivert-Mavi formayla Gazi Lisesi’nin futbol takımında santrhaf (libero) mevkisinde oynamaya başladım.
Bir süre sonra takımın merkez mücahim (santrafor) mevkiine geçtim. 1941 yılında Gençlerbirliği takımında oynamaya başladım. 1942 yılından itibaren de kaleci oldum.
Kaleci olmanız garip bir tesadüfle başladı, anlatır mısınız?
Bendeki kalecilik cevherini, Orhan Şeref Apak fark etmişti.
Bir antrenmanda kaleci gecikince beni kaleye geçirmiş ve performansımı izleyerek, kendisinin talimatıyla bu mevkide kalıcı olmuştum.
1946 yılına kadar Gençlerbirliği takımında oynadım. Gençlerbirliği o zamanlar büyük takımlardan biriydi. 1946 Türk Milli Ligi Şampiyonu oldu.
II. Dünya Savaşı’nın sonunda askeri takımların da önemi azalmaya başlamıştı. Savaştan sonra dönemin ilk şampiyon takımı Gençlerbirliği oldu. 7’şer takımlı iki grup halinde oynanmaya başlanan 1945/46 sezonunda Gençlerbirliği, beyaz grupta Muhafızgücü’nü averajla geçerek 1. olmasının ardından, iki grupta ilk iki sırada yer alan takımların oynadığı turnuvayı da kazanarak şampiyonluğa ulaşmıştı.
İstanbul’a dönüş ve Fenerbahçe’ye transferinizi anlatır mısınız?
1946 yılında üniversite okumak için tekrar İstanbul’a döndüm.
O zamanlar öyle büyük paralar, transferler yoktu. O sene Galatasaray şampiyon olunca kulüplerden Galatasaray ve Beşiktaş peşimdeydi. Ben hep Fenerbahçe’yi istemiştim. Kısmetimde Fenerbahçe varmış. 60 sene oldu hâlâ içindeyim.
Ben geldiğimde yedek kaleci olarak gelmiştim. Kalede Cihat Arman vardı. Efsane kalecimiz. “Sarı kanarya” lâkabı onunla başlamıştı. Gelmiş, geçmiş en büyük kaleciydi. Ondan çok şey öğrendim. Efsane kalecimiz Cihat Arman. Onun arkasında durmak kolay değildi.
O zamanlar, şimdilerde olduğu gibi bir lüks yaşantımız yoktu. Öğle, akşam yemeklerini Kadıköy Altıyol’da lokantada yer, akşamları da kulüpte yatar, kalkardık.
Ben kaleciyken teknik direktörümüz Molnar’dı, üç sene antrenörlük yapmıştı.
Hiç unutmam biz tribünlerin üzerinde yatıp kalktığımız bu dönemde Ruhi Sarıalp Londra’daki olimpiyatlarda Dünya üçüncüsü oldu.
En çok birlikte olduğunuz arkadaşınız kimlerdi?
Arkadaşlarımız arasında ayırım yoktu. Maçlardan sonra hatta Galatasaraylı, Beşiktaşlı arkadaşlarla beraber Taksim, Beyoğlu’na gider hep birlikte yemek yer, eğlenirdik.
Fakat benim zamanım en çok Ahmet Erol ile birlikte geçerdi. Ahmet’le daha sonraki yıllarda yöneticilik kadrosunda da yer aldık. Arkadaşlığımız çok uzun senelere dayanır.
Süleyman Seba ile de hâlâ çok iyi arkadaşız.
1937 yılında başlayıp en son 1950’de yapılan Milli Küme şampiyonluk maçlarında en son kupayı da sizin de içinde bulunduğu takımımız müzeye götürecekti…
11 yılda 11 kez düzenlenen bu şampiyonluk maçlarında Fenerbahçe 6, Beşiktaş 3, Güneş ve Galatasaray takımları da birer kez şampiyon olmuşlardı.
Kadromuzdaysa; Cihat Arman, Süleyman Köprülü, Murat Alyüz, Ahmet Erol, Selahattin Torkal, Kamil Ekin, Müjdat Yetkiner, Hilmi Ardağ, Samim Var, Mehmet Ali Has, Turhan Akra, Niko Knezeviç, Erol Keskin, Rafet Atamer, Nusret Mengü, Cemal Uzkes, Cemal Şikak, Cemal Uludağ, Fikret Kırcan, Halit Deringör, Lefter Küçükandonyadis ve ben vardım.
Bayağı çekişmeli ve olaylı geçen bu maçta alınan galibiyetten sonra aynı sene Başbakanlık Kupası da Fenerbahçe’nindi.
Cihat Arman askere gidecek ve siz tamamıyla kaleye geçecektiniz fakat futbolu maalesef bırakmak zorunda kaldınız…
Yılbaşında kulüpler bir ay tatil olurdu bu arada özel maçlar yapılırdı.
1950 yılında yılbaşına bir hafta kala üçlü kulüp karması Altay, Beşiktaş, Fenerbahçe, Avusturya takımı Vienna ile oynadık. Bu karşılaşmada burnuma bir tekme yedim. Burnum parçalandı. Yerime Turgay kardeşim kaleye geçti. Benim beyin kanaması nedeniyle Amerikan hastanesinde başucumda beklediler. Olmadık bir şeydi.
1946–1950 yılları arasında oynadım. Futbol hayatım, tekme olayıyla ve Londra’da estetik ameliyat sonrasında bitti. Londra’ya gidişim çok acıklıydı. Şimdiye kadar yaptığım seyahatler hep takım seyahatleri olduğu için daima kalabalık tarafından ve neşeyle uğurlanmaya alışık olduğumdan İstanbul’dan ayrılışım benim için gerçekten üzüntülü oldu.
Estetik ameliyat için Londra’ya geldiğimde ameliyat başarıyla sonuçlandı. Ankara Vapuru ile İstanbul’a döndüm. Rıhtımda ailem, efradım ve gazeteciler tarafından Cihat Arman ile Halit Kıvanç tarafından karşılandım. Yüzüm eski haline kavuşmuştu. Londra’da İngiliz sporculardan ve tıp adamlarından çok iyi muamele gördüm. Sarı lacivert formaları tekrar giymek en büyük özlemimdi.
Gençlik yıllarınızdan itibaren diğer spor branşlarında da başarılarınız vardı… Hatta “Lodosu bıçak gibi kesen” diyorlardı…
“Komple sporcu” da derlerdi.
Voleybol, basketbol, hentbol oynadım. Atletizm de kısa ve orta mesafe koşuda Ankara ikinciliklerim oldu.
12 yaşımda yüzme şampiyonu oldum.
1941 yılında 58 kişiden 8. oldum. 15 yaşımda boğazı geçtim Bebek’te, resmi müsabakaydı.
Halit Kıvanç, Cem Atabeyoğlu hep “Büyük Erdal” derlerdi. Her sporu yapardım. Sırık bile atladım.
Milli takımda da oynadınız…
1948 yılında savaş nedeniyle milli maç yoktu. Milli takım formasını ancak bir defa giydim. Suriye’ye karşı o da 7–0 bitmişti. Ankara’da oynandı.
Biraz da Fenerbahçe’deki yöneticilik dönemizden söz edebilir misiniz?
1950’den sonra 3 defa yöneticilik yaptım. Hepsinde de şampiyon olduk.
1965 yılında Faruk Ilgaz’la çalıştım. Uzun süre başkanlık yaptı.
İsmet Uluğ ile de çalıştım. Kulüpte yetişmiş, ciddi, askerde de boksörlük yapmış biriydi.
O zamanlar idareciler Karaköy’de Merkez Yağcılar Hali’nde Yağcı Ali’nin yerinde toplantı yapar, takım kurardı.
Kadıköy Grubu’nu kurduk. Muhittin Bulgurlu, Semih Bayülgen, Turgut Hayrullah vardı.
Hacı Bekir de yöneticilik yapmıştı.
Ziya Şengül ve Şükrü Birand’ın, Yaşar’ın, Nedim Doğan’ın, Cemil Turan’ın transferlerinde rolüm olmuştu. Şükrü Birand ve Ziya Şengül’ü PTT’den takımımıza transfer ettik. Tabii bu pek kolay olmadı. O zamanlar transferlerde futbolcular onların onayıyla kaçırılır ve bir yerde saklanırdı. Şükrü ile Ziya’yı Pendik’te bir otele saklamıştık. Bunu yönetimden bile sadece birkaç kişi biliyordu. Saklama nedeni transfer gerçekleşene kadar gazetelerin duymamasını sağlamak istememizdi. İki gün sonra bir baktık ki Hürriyet Gazetesi’nde manşet haberde; Şükrü ile Ziya’nın kaçırılıp Pendik’te bir otelde saklandığı yazılmıştı. Toplantıya geldiğimizde herkes ters ters birbirine bakıyor, “İhanet bu!” diye birbirini suçluyordu…
Bir dönemde basketbol takımı sorumlusu oldum. Fransa’nın Lyon takımıyla oynadık. Burada yendik. Orada yenildik ama o sene şampiyon olduk. 1965–1968 üç dönem şampiyon olduk. O sene Faruk Ilgaz başkandı. 5 kupa aldık.
Kamplarınız nasıl geçerdi?
Oynadığımız dönemde kamplar iyiydi ama arada bir kaçanlar olurdu tabii. Hocamızın haberi olmazdı, idare ederdik.
Yöneticilik dönemindeyse; akşamları evleri gezer, futbolcuların evde olup, olmadığını kontrol ederdik. Eşref Aydın’la da aynı dönemde yöneticilik yaptık.
Sizin döneminizde Erdal ismi bayağı yaygınlaşmıştı…
Ankara Gazi Lisesi’ndeyken Atatürk Lisesi ile maç oynuyoruz. Her iki takımda da Erdal ismi vardı. Bir takımda İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü diğeriyse Erdal Kocaçimen. Ondan sonra her doğan çocuğa Erdal ismi takılırdı… Tabii Fenerbahçeli olduğumuzdan dolayı… Sonradan çoğaldı bu isim…
Bugüne geldiğimizde nasıl bir Fenerbahçe görüyorsunuz?
O yıllarda Fenerbahçe’de gece bekçisi yoktu, tesisin hortumundan su içiyorlardı. Şimdi çok büyük bir çağ atladı. O zamanlar çivi bile çakan olmadı. Şimdi yüzlerce insan çalışıyor. Yalnız şimdilerde seyircilerden bazıları, grup liderleri çok yanlışlar yapıyorlar. Bunlar düzelmeli, Fenerbahçe formasını taşımak da kolay değil, taraftarı olmak da…
Halit Deringör Anlatıyor
Erdal Bey’e “En çapkın futbolculardan biriydiniz…” dediğimde, yakınımızda oturan efsane sporcumuz Sayın Halit Deringör de birkaç cümle söylemek gereği duruyor…
“Erdal takımın en yakışıklılarındandı. Tabii çok da çapkındı. O şansız sakatlığı gerçekleşmeseydi, Cihat Arman’dan sonra kaleyi aldığında ne kadar yetenekli bir kaleci olacağını daha fazla seyredecektiniz…
Vücut kabiliyeti çok üstündü. Ayaklarıyla, zekâsını birleştirebilen bir futbolcuydu. Ancak şanssızdı önünde Cihat diye bir kaleci vardı, efsane hatta dünya modeli bir kaleciydi. Cihat, onun arkası olmak kolay değil.
Çamurlu bir saha Avusturya takımıyla bir maçımız vardı. Props’la karşı karşıya kaldı, onu kurtarmak için Hilmi diye bir futbolcu vardı araya girdi, fizik tarafı güçlü ama futbolu zayıf olan bir oyuncuydu. Sanırım burnuna yanlışlıkla o vurdu.
Eşref Aydın anlatıyor…
“İsmet Uluğ’un başkanlık dönemiydi, benim de amatör şube direktörü olduğum yıl. O sene basketbolda hem lig hem de Türkiye Kupası’nı kazandık ve atletizmde Türkiye şampiyonu olduk.
Amatör sporun başarılı olmasının yanı sıra futbolda da başarılı olduk ve Avrupa Şampiyon Kulüplere girme hakkı elde ettik.
O dönemlerde Fenerbahçe’ye fazla üyelik isteği olmazdı. Toplantılarda arada bir 5 veya 6 üyelik talebi gelirdi. Üyelik aidatı da alınmaz, üyelerin de büyük bir çoğunluğu sporculardan oluşurdu.
Başkanımız İsmet Uluğ, yine bir yönetim kurulu toplantısı sonunda sırayla üyelik müracaatlarına bakıyor, “Bu olur, bu olmaz!” diyerek ayırt ediyordu.
“Olmaz!” dediği üyelerden birisi fabrikatördü. Reddettiği kişiyi tanımıyordu. O gün bitti. Bir sonraki toplantıdan evvel bazı arkadaşlarım, benim yanıma gelerek “İsmet Ağabey, geçen toplantıda bir üyeyi reddetmişti. Hâlbuki bu kişiden Romanya’ya gidecek basketbol takımımız için yardım alacağız. Sen devreye gir, İsmet Ağabey seni reddetmez, bu arkadaşı da üye yapalım.” dediler.
Sonradan öğrendim ki benimle temasa geçen arkadaşlar İstanbul Sanayi Odası’nda çalışan Fenerbahçeli üye arkadaşlardan Müzdat Yetkiner, Eyüp Karadayı ve Erdal Kocaçimen’in de desteğini almış. Ben de sevdiğim bu arkadaşlarımın isteğini kıramadım ve “Peki” dedim.
Ertesi toplantıda, sıra yine üye müracaatlarına geldiğinde, müracaatları tek tek kontrol eden başkanımız İsmet Uluğ ters bir ifadeyle “Burada bir tanesi gözüme takıldı.” dedi. Bu kişinin daha evvel getirildiğini ve kendisinin iade ettiğini söyledi.
İsmet Uluğ tekrar “Ben Fenerbahçe’ye paralı, zengin kişi istemiyorum.” dedi. İsmet Uluğ milli mücadeleci. Fenerbahçe’yi idare edecek kişilerin sporcu unvanlarının da bulunmasını isterdi. Fakat işin açıkçası sporcularda da para bulunmazdı.
Ben devreye girdim. Aslında o kişiyi tanımıyor, bilmiyordum da. Ama arkadaşlarım rica ettiler diye, “Bu kişi futbola karışmayacak, basketbola yardım edecek, destek verecek.” dedim. Ve üyelik girişinin kabulüne İsmet Uluğ’u razı ettim. O üye fabrikatör Emin Cankurtaran’dı. Ve ileride 1974–1976 yılları arasında Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlığını yapacaktı…”
Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

Fenerbahçe’nin 1952-1953 kadrosuna “Küçük Şeytanlar” denildiğini birçoğumuz biliyoruz ama kim kimdir, bilmeyenler için Milliyet gazetesinin derlemesi… Keyifli okumalar…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Melih Ilgaz: 1928 yılında İstanbul’da Kadıköyü’nde dünyaya gelmiştir. Futbola Darüşşafaka Lisesi’nde başlamıştır. Bilahare Fener genç takımına giren Melih, liseyi bitirdikten sonra Vefalı Galip’in tavassutiyle Vefa’ya girmiş ve birinci takımda oynamaya başlamıştır. Melih vatani vazifesini müteakip eski kulübü Fenerbahçe’ye girmiş ve halen sarı-lacivert forma altında oynamaktadır. Üç defa milli olmuş. Yeni açtığı muayenehanesinde dişçilik yapmaktadır.
Kamil Ekin: 1924 yılında İstanbul’da Bakırköy’de doğmuştur. Futbola burada başlamıştır. İlk kulübü semtin takımı olan Barutgücü’dür. Bilahare Kasımpaşa’ya girmiş. Bir sene bu takımda oynadıktan sonra askere gitmiş ve orada da Donanmagücü takımında yer almıştır. Askerden dönüşte Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Üç defa milli olan Kamil evlidir.
Haluk Eralp: 1931 senesinde İstanbul’da Erenköy’de doğmuştur. Futbola Erenköyü’nde başlayan Haluk, 1946’da Fenerbahçe’ye girmiş ve genç takımdan yetişmiştir Bir ara Hilal’e giren Haluk geçen sene tekrar sarı – lacivertli yuvaya dönmüştür. Geçen sezondan beri de birinci takım kadrosunda bulunmaktadır. Galatasaraylı K Bülent’in ağabeysi olan Haluk bekar olup bir ticarethanede çalışmaktadır.
Fehmi Özişler: 1952’de Emniyet takımından Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Amatör takımda çok güzel oyunlar çıkaran Fehmi, Beşiktaş’a karşı ilk defa profesyonel takımda yer almıştır. Bekardır.
Orhan Çakmak: 1926’da Trabzon’da doğmuştur. Futbola sanat enstitüsü’nde başlamıştır. İlk kulübü Trabzon İdman Yurdu’dur. Bilâhare Zonguldak’a giderek Kömürspor’a girmiş ve ertesi sene de Ankaragücü’ne intisap etmiştir. 1951 yılı transferinde Fenerbahçe’ye girmiştir. Sezon başında sakatlanması yüzünden takımda devamlı surette oynayamamıştır. Bekardır.
Nedim Günar: 1932 yılında Bandırma’da doğmuştur. Futbola doğduğu memlekette başlamış, 1946’da İstanbul’a gelmiş ve Fenerbahçe’nin genç takımına intisap etmiştir. Nedim bu kadroda yetişmiş ve bir müddet kaptanlığını da yaptıktan sonra birinci takıma terfi etmiştir- Eski solaçık Vefalı Kazım’ın kardeşi olan Nedim istikbalde bize çok şeyler vadetmektedir.
Müzdat Yetkiner: 1922 yılında Kadıköyü’nün Acıbadem semtinde dünyaya gelen Müzdat, futbola Kuşdili’nde başlamış ve bilahare Fenerbahçe’nin genç takımında oynamıştır. Müzdat on seneden beri kaleci de dahil olmak üzere takımının her yerinde muvaffakiyetli oyunlar çıkarmış ve halen çıkarmaktadır. 1946 lig maçlarında santrfor oynayan Müzdat 38 gol atarak gol kralı olduğu gibi rekortmeni de olmuştur. 9 defa milli olan Müzdat evli olup bir çocuk babasıdır ve halen Tekel’de tütün eksperliği yapmaktadır.
Selahattin Ünlü: 1929’da Adana’da dünyaya gelen Selâhattin futbola Adana’da başlamış ve henüz 16 yaşında iken Adana Demirspor takımında oynamıştır. 1949’da İzmir’e giderek bir müddet İzmir Demirsporu’nda oynamıştır. Bilahare vatani vazifesine giden Salâhattin futbola Ankaragücü’nde devam etmiş, bu arada Ordu karmasına seçilmiş ve ordular arası maçlara iştirak etmiştir. 1951 yılı transferinde Fenerbahce’ye intisap etmiştir. Atina’da Türk -Yunan mili maçında kalemizi müdafaa eden bu genç ve enerjik kalecimiz bekârdır.
Fahir Ülgür: 1930 yılında İstanbul’da, Büyükada’da doğmuştur. Futbola Fenerbahçe genç takımında başlamıştır. Bir ara Hilal kulübüne geçmiş, oradan Tavşanlı’ya giderek Linyitspor takımında da üç mevsim oynamıştır. Fenerbahçe birinci takımında ilk maçını 1948’de Karagümrük’e karşı oynamıştır. Tahsilini Büyükada İlkokulu, Kadıköy orta ve İl Ticaret lisesinde yapmıştır. Bekârdır.
Feridun Buğeker: 1933 yılında İstanbul’da doğmuştur. Futbola küçük bir yaşta başlamıştır. Hususi bir teşekkül olan Birlikspor’da parladıktan sonra Beyoğluspor’a girmiş ve burada iki sezon oynamıştır 1952 transferinde çok sevdiği Fenerbahce’ye girmiş ve derhal birinci takımda oynamağa başlamıştır. Deniz Sanat Okulu’ndan mezun olan Feridun halen Fabrika ve Havuzlarda makine modelcisidir. Bekârdır.
Fikret Kırcan: 1920 yılında İstanbul’da doğmuştur. Futbola Feneryolu’nda başlamıştır. 1934’de Fenerbahçe’ye girerek, merhum Galib’in meşhur genç takımından yetişmiştir. 1939-40 sezonundan beri birinci takım kadrosunda muvaffakiyetli maçlar çıkarmaktadır. Bu arada. 5 defa da milli formayı giymek şerefine erişmiştir. Futbol sahalarında “Küçük” lakabıyla anılır. Fenerbahçe’nin kaptanlığını yapan Fikret bekâr olup, sigortacılık yapmaktadır.
Lazslo Szekely: 1910 yılında Macaristan’ın Budapeşte şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Macar Ayan Meclisi azasıydı. Futbola çok genç bir yaşta başlamış, henüz 15 yaşında iken Navigarad şehrindeki “N. A. C.” takımının birinci kadrosunda yer almıştır. Bu takımda 4 sene oynadıktan sonra Macaristan’a dönmüş ve vatani vazifesini yapmıştır. 1941 de terhis olan Szekely. M T. K. (Hungaria)ya girmiş ve beş sene bu meşhur takımda oynamıştır. Bu arada Fenerbahçe’ye karşı da M.T.K. kadrosunda yer almıştır. 1946 yılında futbolu bırakmıştır. Antrenörlük hayatında; M.T.K. Viyana Hakova, İtalyan Verona ve İsrail milli takımlarını çalıştırmıştır. Macar milli takımında 6 defa yer alan Szekely, iki sene içinde genç bir kadroyu şampiyonluğa eriştirerek antrenörlükteki değerini de bir kere daha ispat etmiştir. Evli ve 2 çocuk babasıdır.
Akgün Kaçmaz: 1933 yılında Ankara’da doğmuştur. İlk tahsilini Ankara’da yapan Akgün, futbola 1949 yılında üçüncü küme kulüplerinden Doğanspor’da başlamış, 1950’de Hacettepe’ye geçmiştir. Burada da bir mevsim oynadıktan sonra çok sevdiği Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Halen Ticaret Lisesi’nde talebedir.
Mehmet Ali Has: 1925’te İstanbul’da Şişli’de doğmuştur. Futbola Beykoz çayırında başlamıştır. 1944’ta Beykoz kulübüne intisap eden M. Ali burada parladıktan sonra 1947’de Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Bugüne kadar 10 defa milli formayı giymek şerefine nail olan M. Ali bekâr olup vatani vazifesini yapmakta ve halen Ordu muhtelitine seçilmiş bulunmaktadır.
Abdullah Matay: 1928 yılında Eskişehir’de doğmuştur. Tahsilini Eskişehir’de yapan Abdullah futbola 1942 yılında Eskişehir Tayyare Fabrikasında başlamıştır. Bu takımda parladıktan sonra Demirspor’a intisap etmiş ve bir müddet bu takımda oynamıştır. Bilahare Ankara’ya giderek 1947 yılı transfer ayında Ankaragücü’ne girmiştir. Dört mevsim Ankara’nın sarı – lâcivert renkleri altında oynadıktan sonra 1951’de çok sevdiği Fenerbahçe’ye girmiştir.
Niko Knezeviç: 1931 yılında İstanbul’da, Bostancı’da doğmuştur. Aslen Yugoslavyalı bir ailenin çocuğudur. Futbola Bostancı’da başlamıştır. İlk kulübü Taksim’dir. 1949-50 sezonunda çok sevdiği Fenerbahçe’ye geçmiştir. Tahsilini Bostancı İlkokulu, Kadıköy Orta ve Haydarpaşa Liselerinde ikmal etmiştir. Bekârdır.
Burhan Sargın: 1929’da Ankara’da doğmuştur. Futbola, pek küçük yaşta Ankara’da başlamıştır. 1946’da Hacettepe kulübüne giren Burhan, dört yıl müddetle bu takımda yer almış ve bu arada Ankara’nın gol kralı olmuştur. Nihayet 1951’de Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Bu arada iki defa ay-yıldızlı formayı giymiştir. Burhan bekârdır.
Milliyet Gazetesi

Bir aylık bir fasıladan sonra… Başlangıç kolaya gelsin diye değil; her yazıya aynı girişi yazmak istiyoruz. Zira gerçekten çok büyük iş… Kıymetli büyüğümüz Mustafa Oduncu, Fenerbahçe tarihi için çok önemli bir iş yapıyor ve yurt dışı müzayede sitelerinden Fenerbahçe ile ilgili malzemeleri topluyor. Bu mesaiyi büyüten ve daha anlamlı bir hale getiren şey ise aldıklarını paylaşmaktan bir an bile imtina etmemesi. “Bunda ne var?” demeyin; kimlerin, neler sakladığını bilseniz, inanamazsınız. Halbuki Fenerbahçe tarihini bilmek herkesin hakkı. Daha doğrusu “Dünyanın en büyük sivil toplum kuruluşu” lafının hakkını vermek istiyorsak, tutulması gereken yol bu… Mustafa ağabey, Fenerbahçe Müzesi’ne bağışladığı maç broşürlerini halka açmak ve kolay ulaşılabilir hale getirmek adına bizlerle paylaştı. Huzurlarınızda “Tarihi Maç Broşürleri VII : 7 Ekim 1953 | Luton Town – Fenerbahçe” maçı broşürü…Bir yandan, bu gibi belgelere bakıp da adamların yetmiş sene önce geldiği bazı noktalara bizim hâlâ gelemediğimizi görmek de çok üzücü. Keyifli okumalar.
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu







Broşürün PDF haline “buradan” ulaşabilirsiniz. | Tarihi Maç Broşürleri VII : 7 Ekim 1953 | Luton Town – Fenerbahçe