Etiket: Mehmet Ali Has

  • Şeref Has Röportajı

    Şeref Has Röportajı

    Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Şeref Has röportajı ile karşınızda… Ağabeyi Mehmet Ali Has’tan sonra, Fenerbahçe’de 5 şampiyonluk yaşayan Şeref Has tarihe geçmiş kahraman bir futbolcuydu. Nur içinde yatsınlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Özlenen Kaptan

    Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şeref Bey?

    Annem, ablalarım ve futbolcu büyüğümüz ağabeyim Mehmet Ali Has hepsi Fenerbahçeliydi. Ben de onların bu sevgisini görerek Fenerbahçeli oldum. Zaman içinde de bu sevgim ve ilgim arttı.

    Spora Beyoğluspor’da başladınız…

    Futbola aşırı bir sevgim ve merakım vardı. Beni Beyoğluspor’a Raif Dinçkök aldı. Kendisi İsmet Uluğ zamanında başkan vekiliydi. 5000 TL’ye aldı, 5000 TL de kendisi verdi. 10.000 TL’ye bir daire geliyordu. İyi bir rakamdı. Beyoğluspor’da bir sene oynadım. Altyapıda yetiştim. Fakat hedefim Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oynamaktı.

    Ve hedefinize ulaştınız. Fenerbahçe’ye transferiniz nasıl gerçekleşti?

    Benim futbol hayatım Fenerbahçe genç takımında Sabri Kiraz hocamızla başladı. Can Bartu, rahmetli Avni Kalkavan ve ben genç takımda beraber yetiştik. Kabataş Lisesi’nde okuyordum. 18 yaşında iken Büyük Fikret bizi A takımına aldı. 1956-1957 sezonu. Bizi Moskova’ya götürdüler. O zaman değerli sporcularımızla on beşer dakika oynamıştık. Çok büyük oyuncular vardı, ağabeyim Mehmet Ali Has, Burhan Sargın, Lefter, Küçük Fikret, Donanma Kamiller. O zaman böyle kaliteli bir takımda oynama şansını yakaladık. Çok gençtik. Etap etap Can Bartu ile maç bitimine doğru oyuna girerdik. Fikret Arıcan bizi alıştırıyordu. 14 yıl Fenerbahçe’de oynadım, 7 kez kaptanlık yaptım, 169 gol attım. Ama maalesef sakatlığım nedeniyle Manchester’da oynayamadım. Ogünler, Çevrimler, Ziyalar, Puşkaşlar, Canlar, Şükrüler bu takımla 6 şampiyonluk yakaladık. Fenerbahçe’de bu gördüğümüz üç yıldızdan birini bizim ekibimiz aldı. Müthiş bir duygu öyle bir yaşıyorsunuz ki rüya gibi…

    Şeref Has Röportajı

    Araya vatan hizmetiniz girdi. Ordu milli takımında oynadınız…

    1958’de askere gitmiştim. Askere gittiğimizde hemen ordu milli takımına aldılar. B milli takımına seçildim, oynadım üç maçtan sonra A milli takımına çıktım.

    Milli takımda da hem oynadınız hem kaptanlık yaptınız…

    48 defa milli oldum. 7 defa kaptanlık yaptım. Milli takımın 17. kaptanıydım. En büyük düşüm milli formayı 50 kez giymekti. Sakatlığım nedeniyle 48 kez giyebildim. Kısmet bu kadarmış.

    Kırılamamış gol rekorunuz var… 

    Evet. En büyük gol kralı Zeki Rıza Sporel. O’nun rekorunu Lefter kıramamış. Lefter’in rekorunu da Cemil ile ben kıramadım ama bizim altımızdan gelenler de bizim rekorumuzu hala kıramamış. 

    Kafa golleriniz de çok ünlü…

    Diyebilirim ki 50-60 tane kafa golüm var, diğerleri sağ sol ayak goller…

    Yıl 1966 Fotospor’un açtığı yarışmada yılın sporcusu seçildiniz. Ve yine Güneş gazetesinin yaptığı Fenerbahçe tarihinin altın karmasında yer aldınız. Bu efsane isimleri bir kez daha hatırlayalım: Selahattin – Şeref – Cihat – Basri – Küçük Fikret – Alpaslan – Can – Lefter – Cemil – Büyük Fikret – Zeki Rıza…Bu isimlerin hepsi çok değerli. Bizimle paylaşacağınız anılarınız var mı?

    1963-1964 sezonunda lig şampiyonu olmuştuk. Galatasaray da Türkiye Kupası’nın şampiyonu. Şampiyon olduktan sonra federasyon bir karar aldı. Galatasaray ile Atatürk Kupası oynanacak. Maç başladı. İlk golü yedik. Bazı idareciler eleştirmişti: “Neden bu maçı kabul ettiler” diye. Sonra 2. yarıya çıktığımızda içerde yemin ettik ve hep beraber “Biz Fenerbahçe oyuncusuyuz, her şeyimizi bu maça vereceğiz” dedik. O maçı 3-1 kazandık, ilk ve son golü Ogün Altıparmak, 2. golü de ben atmıştım. Atatürk Kupası’nı aldık. Yine Ankara’da Beşiktaş ile özel bir maç yapıyorduk, gece maçıydı. Ben de böyle 30 metreden falandı kale tarafından gelen topa köşeye doğru müthiş bir şekilde vurdum top takıldı, öyle yere düştü, ben de golü attım. Ankara’da bir gece maçında Ankaragücü ile oynuyoruz. Lefter, Can orta sahada ben forvette bir frikik oldu, hakem düdük çalmadan Lefter golü attı hakem vermedi, tekrarladı bir daha vurdu aynı köşeden gene gol oldu müthiş bir şeydi. Lefter ağabeyimin bu golünü hiç unutamam.

    Şeref Has Röportajı

    Derbi maçlarında neler yaşardınız?

    Biz derbi ve tüm maçlara “Maçı kazanacağız, bu maçı alacağız; taraftarımızı, kendimizi, yöneticilerimizi, teknik heyetimizi mutlu edeceğiz” diyerek çıkardık. Kazanma azmiyle… Futbol bu kazanırsın da kaybedersin de bu her zaman öyle ama hep kazanmak için çıkılır. Birinci yarıda gol yiyip soyunma odasına döndüğümüzde “Çocuklar maç henüz bitmedi, bu maçı kazanacağız, yediğimiz golleri unutun sanki maç yeni başlıyor 0-0’mış gibi tekrardan başlayacağız” diyerek konuşmalar yapardık. Hakikatten kazanırdık. Kaybettiğimiz zaman ise soyunma odasına döndüğümüzde kimse bir diğerini suçlayacak hiçbir laf etmezdi. “Sen hata yaptın da bunu kaçırmasaydın da” diyerek maç hakkında asla konuşmaz, duşumuzu alır eve giderdik.

    En mutlu olduğunuz an?

    Fenerbahçe’de şampiyon olduğumuzda kupayı kaptığımız zaman. Derbi maçlarını kazanmamız da her zaman ayrı bir coşku olurdu.

    Çok teknik direktörle çalıştınız.

    Tabii 13 senede çok teknik direktör geçti. Fikret Arıcan, Abdullah Gegiç, Molnar, Oscar Hold, Kokotoviç, Szekely… Hepsi ayrı bir öğretici, ayrı bir teknikti. Onlarla Balkan Kupaları’na gittik, UEFA maçlarına gittik. UEFA’da 2 maç direnip 3. maçta eleniyorduk. Artık bundan sonrasında yeni oyuncularımızdan beklentimiz bizim alamadığımız UEFA Kupası’nı getirmeleri. Hep birlikte onlara tam desteğimizi vereceğiz.

    Uğurlarınız var mıydı?

    Uğurlarım yoktu. Mesela “13” numara uğursuz derlerdi dolabım “13” numaraydı. “Lütfen değiştirin” demedim. Yalnız sahaya çıkarken hepimiz sağ ayakla çıkardık. Tüm futbolcuların alışkanlığıydı.

    Şeref Has Röportajı

    Örnek aldığınız oyuncular?

    Büyüklerimiz ağabeyim Mehmet Ali Has, Lefter, Küçük Fikret, Burhan Sargın, Suphi Bey, Halit Deringör, Basri Dirimli, Naci Erdem gelmiş geçmiş en iyi futbolcular. Hangisini örnek almazsınız ki.

    1950’li yıllarla bugünü karşılaştırırsak hangi futbol daha kaliteli?

    Formalar yağmur geçiriyordu, karda, buzda, kumda her şartta oynanırdı. Bizim oynadığımız zeminde at koşmazdı. Top sekmezdi. Dolmabahçe Stadı’nda ayağını uzatıyordun, top sekiyor kafana çarpıyordu. Bizim zamanımızda oyuncularımız bu kötü koşullarda bile 20-25 metreden kendi oyuncularının ayağına top atıyordu. Bugünkü oyuncular ise 4-5 metrede büyük top kaybı yapıyorlar, O zamanlar bu kadar top kaybı yoktu, alınmasın şimdiki oyuncular ama bizim zamanımızdaki futbol daha kaliteliydi.

    Ya tribünler…

    Tribünler muhteşemdi, kravatlı gelirler, küfür yok, oyuncuları alkışlarlardı. Takım farkı yoktu, çıkışta Beyoğlu’na yürürlerdi. Sporcular da öyle… Oradan evlerin yolu tutulurdu.

    Tabii Avrupa şartları o yıllarda Türkiye ile kıyaslanamazdı…

    Avrupa çok öndeydi, antrenman sahaları, statları daha bir düzgündü. Biz lig maçlarını Dolmabahçe’de oynuyorduk ama bugün stadımıza ve koşullarımıza baktığımda bunlarla gurur duyuyorum. Avrupa’daki birçok kulüpten bile önde.

    Şeref Has Röportajı

    “Sahada menisküs olsam gam yemeyeceğim. Beni en çok üzen sokakta yürürken menisküs olmam” dediniz. Ve futbolu bırakmaya karar verdiniz. Bu Türk futbolu ve sizin için büyük bir şansızlıktı. O yıllarda tüm spor camiası derin üzüntü içindeydi. Hatta o sıralarda dargın olduğunuz söylenilen Fenerbahçe takımının teknik direktörü Molnar’ın “Şeref, futbolu bırakıyoo. Yazık ediyöö, adam gibi bir futbolcu” demekten kendini alamadığı basında yer aldı. Futbolu daha 4 yıl oynayabileceğinizi düşünüyordunuz fakat sakatlığınızın yakanızı bırakmayacağı inancıyla o yıl (1969) jübilenizi yaptınız. Çok parlak, şovlu ve ihtişamlı geçti… Başlama vuruşunu Sayın Hülya Koçyiğit yapmıştı. Maalesef erken bir “Allahaısmarladık” dediniz… O geceyi anlatır mısınız?

    Dün gibi hatırlıyorum. 29 Haziran 1969. Mithatpaşa Stadı’ndaydı. Şovla başladı. Artistlerle jokeyler arası bir müsabaka gerçekleşti. 1-0 jokeylerin galibiyetiyle başlayan bu maçta artistlerin kalesini koruyan Fikret Hakan ve rahmetli Öztürk Serengil sakatlanarak oyundan çıkmışlardı. Ondan sonra oynanan Galatasaray- Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi. Sonrasında benim veda törenim başladı. Yine takım kaptanı olarak sahaya çıktım. Almanların “Harika çocuğu” gol kralı Uwe Seeler’i ve o sıralarda Almanya’nın Hamburger SV Takımı’nda oynayan eski Fenerbahçeli kalecimiz Özcan Arkoç’u davet etmiştim. 30.000 kişi gelmişti. Stat doluydu. Kupalar, madalyalar, çiçekler ama en önemlisi bizim takımın ve diğer takımın taraftarlarının, arkadaşlarımın ve yöneticilerimin kucak dolu sevgisi… Unutulmaz bir gece unutulmaz bir jübileydi benim için.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yöneticilik döneminiz başladı.

    1981-1983 döneminde Ali Şen Bey’in başkanlığındaki yönetimde bulundum. Yönetimde Abdullah Acar, Ali Dinçkök, Mesut Dizdar gibi arkadaşlarımız vardı. Bu dönemde beş kupa aldık. Türkiye Kupası, TSYD Kupası, Donanma Kupası, Westfalya Kupası, Vatan Kupası. Takımdan Ali Dinçkök sorumluydu, transferleri kendi yaptı, iki tane Yugoslav yıldız getirdi, teknik direktör ise Branko Stankoviç’di. Almanya’dan İlyas Tüfekçi’yi, Trabzonspor’dan Hasan Yıldızeli’ni aldı. O sezon ne kadar kupa varsa aldık. Fenerbahçe tarihine geçtik. Oyuncularla oturup, oyuncularla kalkıyorduk.

    Sonra Türk Futbol Fedarasyonu’nda (TFF) görev aldınız…

    Bir süre de TFF’de milli takım sorumluluğu yaptım. 2000-2001 sezonunda Fenerbahçe şampiyon olmuştu, federasyon olarak kupayı ben verdim. Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım’ın başkanlığındaydı. Kupayı verirken yaşadığım duygular anlatılmaz. O ne haz o ne sevinç ne büyük bir mutluluk olmuştu benim için.

    Federasyon idareciliği ile kulüp idareciliği arasındaki fark nedir sizce?

    Federasyonda çalışmak güzel tabii. Kulüp idareciliği de güzel. Fakat federasyon idareciliği biraz daha farklı çünkü kulüp idareciliğinde sadece kulübünle ilgileniyorsun fakat federasyonda tüm kulüplerle ilgileniyorsun. Amatör ligden tutun da tüm liglerle… Daha zor tabii.

    Sizce yabancı oyuncu sınırlandırılması tamamen kalkmalı mı?

    Aslında bir kriter getirilmesi lazım. Bence serbest bırakmalı. Yabancı oyuncularda da kulüpler daha titiz ve seçici davranmalı. Kalitesiz oyuncular gelince oynayamıyorlar. Oynayamayınca da paralarını alamıyorlar. FIFA’da çok dosya var. Bu da kulüplere kötü oluyor…

    Şeref Has Röportajı

    Ve bugün Fenerbahçe Spor Kulübü artık bir dünya kulübü olarak görülüyor ve örnek alınıyor. Siz neler söyleyeceksiniz? 

    Benim için gelmiş geçmiş en büyük Başkan Aziz Yıldırım. Alt yapı, stat, bütün amatör branşlar hepsi muhteşem. Tarihe geçecek bir başkan ve yönetim. Kim bir tuğla koyduysa hepsini tebrik ediyorum, sağ olsunlar, var olsunlar. Bunlar çok büyük hizmetler.

    Sizlerin deneyimlerinden yeteri kadar faydalanılıyor mu? Eski bir oyuncu olarak beklentileriniz nelerdir?

    Benim dönemimdeki futbolcuların deneyimlerinden, bizlerden epey yararlanıldı. Bugünlere baktığımda eski futbolcular bildiğim kadarıyla çoğunlukla maçları izlemeye gidiyorlar yani altyapıda görev almıyorlar. Altyapıda çoğunlukla yabancı hocalar var. Biraz daha faydalansınlar, gözlemci olarak Anadolu’da genç çocukları gözlemleyebilirler, oradan oyuncu getirebilirler. Kulüp bu arkadaşlara görev verirse bu arkadaşlarımız da kulübün altyapısına yardımcı olurlar. Bir isteğim de huzurevi projesinin gerçekleşmesi.

    Maçları sık sık takip edebiliyor musunuz?

    Ben de 12 numara taraftarımızla birlikte 12. oyuncu olarak stada geliyorum (Gülüyor). Ali Dinçkök Bey ile beraber seyrediyoruz. Kupa maçlarına dışarı gidiyorum. Fenerbahçe’yi Avrupa’da da takip ediyorum. En büyük dileğim Fenerbahçe’nin maçlarını bu sene her zamankinden fazla yurt dışında seyretmek. Fenerbahçe’nin hedeflerinin artık çok büyüdüğünü görebiliyorum. Sanırım bu hedeflerimiz de gerçekleşecek.

    Bugüne baktığımızda sizi etkileyen oyuncular…

    Tuncay ve Rüştü’yü beğenirdim. Şu an takımda değiller. Fenerbahçe ile özdeşleşmiş olduklarını düşünüyordum. Ayrılmaları beni biraz hayal kırıklığına uğrattı ama şimdilerde her şeye daha profesyonel gözle bakılıyor. Bu açıdan fikir üretemiyorum. Gönlüm futbolu Fenerbahçe’de bırakmalarıydı. Ama kim bilir? Alex’i beğeniyorum. Tabii ki dünya starı Roberto Carlos. Hep beraber izleyip göreceğiz.

    Taraftarlarımız için mesajınızı alabilir miyiz?

    Maç başlıyor ve taraftar müthiş. “Non-stop” susmak yok. 12 numara olmayı fazlasıyla hak ediyorlar. Her zaman temennim Fenerbahçe’nin ayrıcalığını hissettirsinler, centilmenlik örneği teşkil etsinler. Tüm branşlarda verdikleri destek için hepsine teşekkür ediyorum.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Fikir ve Prensip

    Fikir ve Prensip

    Fenerbahçe’nin 2022 Malî Genel Kurulu’nda yaşananlar, bir “Kongre Adabı” tartışması yarattı. Biz de 1967 yılına gidelim ve yıllık genel kurul önesinde yaşananlara bir bakalım istedik. Başlıktaki gibi ağız kavgası mı yoksa sonda iddia edildiği gibi fikir ve prensip mücadelesi mi? Her halükarda enteresan bir metin… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’de Ağız Kavgası

    Başkan Ilgaz’ın iddialarını muhalefet listesinde bulunan Müslim Bağcılar ve Talha Altınbaşak cevaplandırdılar. Eski başkan İsmet Uluğ aday değil.

    Fenerbahçe Kongresi’ne iki gün kala karşı gruplara mensup liderler arasındaki söz düellosu kızışmış, bu arada Başkan Faruk llgaz’la eski ikinci Başkanlardan ve muhalefet listesi adaylarından Müslim Bağcılar birbirini ağır şekilde itham etmişlerdir, Muhalefetin Başkan adayı Talha Altınbaşak da, Ilgaz’ın “Fenerbahçe namuslu ellerdedir” sözüne karşı bir demeç vermiştir.

    Eski Başkanlardan Dr. İsmet Uluğ ise, iki taraftan da kendisine teklif yapıldığını açıklamış, fakat hiçbir listede yer almayı arzulamadığını bildirerek, “Bu yıl kulübümde vazife almak istemiyorum. Fenerbahçe’ye idare heyeti dışında bulunarak da hizmet etmek mümkündür, İki gruptan da beni rahat bırakmalarını rica ediyorum” demiştir.

    Ilgaz: “Bağcılar Fenerbahçe’ye kilit vurmağa kalkmıştı”

    Fenerbahçe kulübünde bize söz söyleyecek ve dil uzatacak kimsenin, en az bizim kadar şahsiyet sahibi ve temiz mazisi olması iktiza eder.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe kulübünde idareci iken Erol, Hilmi, Samim, Halil, M. Ali gibi güzide futbolcularımızı Adalet kulübüne götürüp, o kulübün idarecisi olduktan sonra da “Fenerbahçe’ye kilit vurduracağım” diyen kimsedir.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe’nin Kıbrıs seyahatinde Fazıl Küçük, Rauf Denktaş, Osman Örek ve Türk erkânının hazır bulunduğu Türkiye Büyükelçiliği’nde Fenerbahçe şerefine verilen kokteylde kafile başkanı olarak “Benim iki hanımım var; biri Türk, biri Rum. Gül gibi geçinip gidiyorlar. Siz de burada öyle yapın” seklinde beyanat vererek Hariciye Vekâletimize şikâyet edilen kimsedir.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe’nin her nezih toplantısında göbek atarak nezahetini bozan kimsedir,

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe balosunda arttırmaya çıkan imzalı topa yüz lira vermeyerek çıplak dansözün göğsüne bin lira sıkıştıran kimsedir.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe kulübünde kendi reklamı için transferi dejenere eden kimsedir.

    Müslim Bağcılar, futbolculara kulübün binliklerini sayarak ve el öptürerek fotoğraf çektirmeğe meraklı kimsedir.

    İşte Fenerbahçe’yi kurtarmağa (!) koşan ve şahsımıza dil uzatmağa çalışan vatanperverin (!) içyüzü. Takdir, sayın kongre azalarımızındır.

    Bağcılar: “Ilgaz başkanlığı parayla satın alan adamdır”

    Faruk Bey isterse başkan olur, çünkü bu iş parayla satın alınıyor. Elimde ve vesikalar var, beni bunları açıklamak zorunda bırakmasınlar.

    İki gün önce bana Ali Aladar ve Suphi Ergür vasıtasıyla kendi listesine girmesi için haber gönderdi.

    Faruk Bey maalesef çok kötü bir çığır açtı ve işi şahsiyata döktü. Şimdi ben de konuşacağım.

    Kıbrıs’taki sözlerimi bir ihanet vesikası gibi yüzüme vurduğunu sanıyor. O zamanki hükümetin Kıbrıs politikası onu gerektiriyordu. Lefter’in Kıbrıs kesimine geçtiği dedikoduları yayılmış, ben de “Ne olur geçmişse, ben de geçerim, başkası da geçer” demiştim. Bize Kıbrıs’a giderken “İyi geçinin” diye tenbihatta bulunmuşlardı. “Vize kalkacak” diyorlardı.

    Transfer işlerine gelince; futbolcu elimi öpmek istemiş, tekme mi atacaktım ya? Ben Fenerbahçe’ye hayatımı verdim. Ve bunun karşılığında 1 kuruş almadım, bir bardak suyunu içmedim kulübümün. Bir vakitler 50.000 liralık alacağımın altına çizgi çektiğimi kongre halkı bilir. Faruk Bey ne vermiştir kulübe? Benim Kıbrıs’taki konuşmalarımı tahrif edeceğine, yurda İngiliz Lirası yerine Türk parası getirdiğinin sebeplerini açıklasın. Osman Kavrakoğlu’nun bu usulsüzlüğü düzeltinceye kadar canı çıkmıştı.

    Bazı futbolcuları Adalet kulübüne götürdüğüm iddiası ise gülünçtür. O futbolcular Fenerbahçe’den kovulmuştur. Adalet idarecileri de bana telefon edip, bunların itimada şayan olup olmadığını sordular. Hepsinin dürüst olduğunu söyledim. Sokak ortasında mi kalsınlardı?

    Faruk Bey göbeğimle ç çok uğraşıyor. Para da yapıştırırım, gezerim de, Faruk bey göbeğimin kahyası mı?

    Sonuca geliyorum; bu tartışmalardan ben bir şey kaybetmem, Fenerbahçe kaybeder. Ben Fenerbahçeli futbolculara yıllarca babalık yaptım, hâlâ da yapıyorum, Selâhattin’i aldım, okuttum. Cihat’ı da öyle. Cihat, Melih, Murat’ın maaşlarını ben verdim, Faruk Ilgaz bugüne kadar kaç futbolcuyu okutmuş, kaçına yardım etmiş, kulübe kaç kuruş vermiş? Bunlardan bahsetsin.

    Yine söylüyorum, iktidarda bulundukları bir yıl içerisinde muvaffak olamamışlar, kulübü kötüye götürmüşlerdir.

    Fenerbahçe’yi kurtarmak için çalışan arkadaşların ricalarını kıramadım ve “Evet” dedim. Sevgi, saygı, para ile satın alınan bir şey değildir.

    Altınbaşak: “Fenerbahçe eskiden namussuz ellerde miydi?”

    Kurtarma faaliyeti yalnız namussuz ellere karşı yapılmaz. Sayını Ilgaz hafızalarını yoklarlar veya eski gazete koleksiyonlarını karıştırmak külfetine katlanırlarsa, kendilerinin de 1957’de kulübü kurtarmak amacıyla muhalif olarak mücadele ettiklerini hatırlarlar.

    O tarihlerde idare heyetinde Sayın Sporel, Sayın İsmet Uluğ, Küçük Fikret, Niyazi Sel, Müslim Bağcılar ve bendeniz gibi insanlar mevcuttu. Acaba Sayın Ilgaz o sırada kulübün namussuz ellerde olduğuna mı kâni idiler?

    Sayın Ilgaz, Fenerbahçe kulübünün bir lokali bulunduğuna işaret ederek; “Muhalifler toplantılarını orada yapmalıydılar” demektedirler. Bu zarureti kendileri için de düşünseydiler, bir müddet evvel bir sinemayı kiralamak suretiyle toplantılarını orada yapmazdılar. Ve o toplantıya münhasıran kendileriyle hemfikir olanları davetiyelerle çağırıp davetsiz gelen Fenerbahçelileri toplantıdan kovdurmazdılar.

    Sayın llgaz, bizleri zayıf olanların telaşı içinde buluyorlar. Telaş, kaybedecek şeyi olanlarda olur. Bizim kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. İktidarda değiliz ki; onu kaybedecek olalım. Seçimde yenilirsek bunun şahıslarımız için bir nakise teşkil edeceğine de inanan insanlar değiliz. Kaldı ki, kulübümüzdeki seçim sonuçlarının hangi nevi gayretlerin mahsulü olduğu cümlenin malumudur. 800’ü aşkın kongre üyesi içinde sadece 400 kadarının iştirak hakkına sahip sayıldığı bir toplulukta, münhasıran seçim sonuçları haklıyı ve haksızı ortaya koyan kesin bir ölçü olamaz. Aksi düşünülseydi geçmişte müteaddit seçim kayıplarına uğrayan Sayın Ilgaz’ın, “Karşı taraf haklıymış” diyerek mücadeleyi terk etmeleri gerekirdi. Kendileri öyle yapmadıklarına göre bugün karşılarında yer alanların da aynı şekilde hareket etmekte haklı olduklarını kabul etmeleri gerekir. Yapılan fikir ve prensip mücadelesidir.

    Milliyet Gazetesi

  • O Zamanlar Tanrı Bile

    O Zamanlar Tanrı Bile

    İslam Çupi 1994 yılının Ocak ayında kaleme aldığı yazıda yine birbirinden harika cümlelerin altına imza atmış… Bunlardan biri de uzun zamandır aradığımız “O zamanlar, Tanrı bile gizli bir Fenerbahçeli idi, belki de…” cümlesiydi. Yazının tamamını büyük bir keyif ve özlemle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe ve Yeni Yıl

    Bundan 50 yıl öncesinin anılarında bir ölmüş güzellik olan o esatiri üçgen, üstüne yağan on binlerce takvim yaprağı yüzünden, sadece kartpostallara sığınan eski bir dükalık manzarası olarak kalmış ve günümüz İstanbul’u artık, ister çirkinlik deyin, ister mantıksız kocamanlaşma deyin, bir tarafı İzmit’e öteki tarafı Tekirdağ ve Karadeniz’e dayanan, şehirden öte bir ülke gibi şiştikçe şişmiştir.

    Manevi büyüklüğünü sayısal üstünlüğünü bir kenara bırakınız, ama gerçek şu ki Fenerbahçe İstanbul’un dinozorlaşan istilacılığı karşısında, hala Kadıköy’de bir evde, olanca kapalılığını ve tek başınalığını sürdürmektedir, ısrarla…

    * * * * * *

    Gerçek İstanbullu zenginler, Polonezköy’de Trakya’da Şile’de Podima’da, daha çok yeşil daha çok oksijen daha çok mekan gibi ekolojik dengeler ararken, Fenerbahçe 85 yıldır Kadıköy ısrarında yarattığı bir fil mezarlığı içinde, kendi ölümü için, bir 25 yıldır kazdığı lahidin müteahhitliğini yapmaktadır.

    50 yıl önce güzeldi Kadıköy…

    500’e yakın arsa ve semt sahalarında futbollarını Fenerbahçe için büyüten İstanbul çocukları, kendi top rönesanslarını sadece sarı – lacivert forma için imrenilir bir düzeye getirirler sonra büyüdüklerinde, Kadıköy’de stadın anlatamayacağı güzellikte bir futbol resitaline soyunurlardı.

    Cambazlar gelirdi, yıldızlar üşüşür, dripling şeytanları santrayı sarhoş eder büyük ustalar oyun zemininin her santimetre karesine sar – lacivertli renkli bir “TSE” damgası, basardı Fenerbahçe’de…

    Hoş bir akrobasi kitabı idi, Fenerbahçe o dönemde…

    Bir maçta jonglör Mehmet Ali Has önüne gelen rakibe çalımı basıp topu bir türlü “başka arkadaşına pas” olarak postalamayınca kaptan Küçük Fikret sinirlenir ve “Senden başka hiç kimse bu sahada top oynayamayacak mı? “diye sorunca, sempatik Tarzan’ın verdiği cevap, eskilerin hafızalarında aynı tazelikle yanar söner, şimdilerde bile…

    “Kaptan… Sahada Fenerbahçe ismini yazıyorum. Son iki harfi kaldı, sabret biraz…”

    * * * * * *

    O zamanlar Fenerbahçe’nin ne başkanı, ne yönetimi, ne antrenörü önemli idi. Önemli olan süper futbolcular idi.

    Bu süper futbolcuları da Fenerbahçe’ye ne bugün üç rakamlı milyara vurmuş transfer fiyatlar, ne teknik direktörlerin oyuncu bulma dikkati, ne ithal kotası getirirdi.

    Bunları İstanbul’un doğası, Ankara ve İzmir’in Fenerbahçe’ye duydukları uzak aşk yığardı, Kadıköy’e…

    O zamanlar, Tanrı bile gizli bir Fenerbahçeli idi, belki de…

    25 yıldır yaza yaza, tazminat fermanına benzer uzunlukta bir Fenerbahçe fermanını, İstanbul yakasından Kadıköy yakasını birleştiren bir yakınma boğaz köprüsü yaptım.

    İstanbul değişiyordu, İstanbul’un büyümesi, yayılması, nüfus kesafetinin ikamet istikametleri her gün değişen paraboller çiziyordu.

    Genç nüfus, fakir aile çocuğu nerede konaklıyordu. Nerelere konaklıyordu, futbola yatkın genç?

    Fenerbahçe yönetimleri, tüm bu ısrarlı uyarılara rağmen, ne değişen ve büyüyen İstanbul’u görebilme dürbününü taktı gözlerine, ne de İstanbul’un futbol oynama yaşına gelmiş çocuk oranının nerelere kümelendiğinin envanterini yapabildi.

    Büyüyen İstanbul’la birlikte, büyüyen futbol çocuk haraları ile birlikte, bilimsel bir açılmayı ve istasyonlar kurmayı beceremedi Fenerbahçe ve 25 yıl sonra İstanbul’un Kadıköy’ünde küçük bir nokta olarak kaldı.

    * * * * * *

    Fenerbahçe yönetimi hala, “zengin çocuğundan futbolcu olmaz” diyen bir sosyo-ekonomik gerçeğe sırtını dönerek Kadıköy’de futbol tesisi kumarını oynuyor, muhalefet Fenerbahçe üniversitesi ve hastanesi gibi maarif ve sağlık ütopyalarının peşinde koşuyor, ama hiç kimse İstanbul’un şehirleşme planını dikkate alarak ve politika büyüklerinin çok Fenerbahçeli göründüğü dönemde, devlet arazisi isteyip, bu şehir genç nüfusunun en fazla biriktiği yerlerde, gönderine sarı-lacivert bayrak dalgalanan 6 Fenerbahçe alt yapı tesisi ya da futbol okulu yapalım demiyor.

    Hayaller pahalıdır Türkiye’de, ama gerçekleştirilecek alt yapılar ve futbol okulları daha ucuz.

    Hayalleri satın almaktan vazgeçmeli, gerçek ucuza alınacak şeylere dönmelidir, Fenerbahçe…

    * * * * * *

    Fenerbahçe ligin ilk yarsında Galatasaray’ın 3 puan gerisinde ikinci sıraya oturmuştur.

    İşin futbol estetiği dışlanıp, görüntüyü bir matematik laboratuvara soktuğunuzda bu bir başarıdır.

    Fenerbahçe ikinci yarıda mutlaka adı şampiyonluk denen hedefe vuracak şekilde organize edilmelidir. Bu konuda beşinci yıl da bu takıma “sabır” diyenler, Fenerbahçe taraftarı değil, bu renklerin azrailidir.

    İkinci yanda takım disiplini ekip mantığı tamam ama bu oyunculara ferdi esneklik ve yaratıcılık aşılamak şarttır.

    Fenerbahçe stadı, hem uzaklık hem her türlü rüzgâr ve yel türbülanslarına açık, İstanbul’un en kötü futbol stadıdır.

    Beşiktaş’ın deplasmanda olduğu haftalar mutlaka İnönü stadı kiralanmalı ve İstanbul’un merkezi, daha çok taraftar ve sahada daha teşvik gören bir Fenerbahçe takımı ile bütünleştirilmelidir.

    “TV – gece – Fenerbahçe takımı – naklen yayın” gibi seyirciyi maçlardan kaçıran, taraftarlık kavramını soğutan ve ortadan kaldıran bir görüntü tuzağı mutlaka bitirilmelidir.

    Fenerbahçe takımının şahlanma ilacı, bir futbolcunun san – lacivertli forma ile oynadığını hissetmesi için mutlaka dolu tribünlere ihtiyacı vardır.

    Birinci devre boyunca görüldü ki, naklen TV yayınının rengi ve kalbi gerçek Fenerbahçeli değildir.

    Fenerbahçe 85 yıldır İstanbul’da kocaman kocaman kaldığı Kadıköy evinde, şimdilik bir nokta ailedir.

    Oraya 85 yılda her şeyi soktuk, bari ikinci devrede odadaki TV’yi kaldıralım.

    İslam Çupi – 4 Ocak 1994 – Milliyet Gazetesi

  • Duşa Hacet Kalmadı

    Duşa Hacet Kalmadı

    13 Mart 1955 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-0 kazandığı maçtan sonra, müsabakanın yıldızları Lefter Küçükandonyadis ve Selahattin Ünlü o kadar çok tebrik edilmişler ki “Duşa hacet kalmadı” şakası yapılmış. Huzurlarınızda Necmi Tanyolaç’ın “Maçtan Notlar”ı… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Fotoğraflar: Sami Önemli, Memduh Yükman


    Maçtan Notlar

    Mithatpaşa Stadı’nda, seyirci ve alaka rekorunu gölgede bırakan dünkü Fenerbahçe-Galatasaray maçı, sportmence bir mücadele halinde geçti. Sarı-Lacivert ve Sarı-Kırmızılı ocağın çocukları 90 dakika müddetle ter döktükleri sahadan öpüşerek ayrıldılar. Tarihi maç, büyük heyecan öyle samimi ev sıcak bir “veda” jestiyle sona ermişti ki…

    Mağlup Galatasaraylılar, sahayı başları önlerinde terk ederlerken, muzaffer Fenerbahçeliler, gökleri tırmalayan bir “tezahürat uğultusu” altında kaybolmak üzere olan prestijlerinin beratını tekrar ele geçiriyorlardı.

    Galatasaray, Hakem ve Fenerbahçe Odaları!

    Mithatpaşa Stadı’nın seferberlik sığınaklarını andıran soyunma odaları koridorunda sevinçle, kederin hudutları çizilmişti. Sıra ile dizilmiş odaların kapıları üzerinde Galatasaray – Hakem – Fenerbahçe isimleri yazılıydı, Galatasaraylıların soyunma odasındaki matem âdeta duvarları delmiş de, koridora fırlamıştı. Kapının aralığından başımızı uzatacak olduk. Asık ve üzgün çehreli şahıs mütehakkim bir eda ile “Yasak” dedi, “Giremezsiniz”. Bu kesin sözlerin ve mana ifade ettiğin anlayıp, çaresiz oradan ayrıldık. Mağluba, sual sorulmaz, derler. Doğrudur…

    Dellow’un Sözleri

    Maçın muvaffak hakemi Mr. Dellow, Britanya’lılara has soğukkanlılıkla şöyle konuştu:

    “Sahanın anormal şartlarına ve ağırlığına rağmen, oyunun muazzam bir süratle cereyan etmesi, şayanı hay ret ve tebriktir. İyi bir futbol mücadelesi oldu, Tarafların enerji ve iman, maça kalite kazandırdı.”

    Fenerbahçeliler arasında

    Fenerbahçelilerin soyunma odası açık şehir, ilan edilmişti. Her gelen, geçen bir kere oraya giriyor ve tebriklerini arz ediyordu. İdareciler, futbolular, mütemadiyen öpüşüp, kucaklaşıyorlardı. Günün kahramanlarından Lefter ve Selâhattin, o kadar çok öpülmüşler ki “Duşa hacet kalmadı” diye şakalaştılar. Bir aralık Lefter, bir hayranı tarafından boydan – boya havaya kaldırıldı. Fenerbahçe kaptanı ”Kardeşim bu kaçıncı tebrik?” deyince, muhatap taraftar “Vallahi heyecanımdan kime sarıldığımı unuttum” cevabını verdi.

    Mihailoviç’in büyük ideali tahakkuk etti

    Anterenör Mihailoviç dedi ki:

    “Fenerbahçe, beklenen oyunu çıkardı. Bütün futbolcular vazifelerini ifada kusur etmediler. Müdafaa ve hücumda, verilen talimata göre hareket edip, neticeyi lehlerine çevirdiler. Benim, bu kulübe antrenör olduğum günden beri, müdafaa ettiğim, bir tez vardı, Naci’yi santrhaf oynatmak. Melih, fiziki teşekkülatı ve ağır futbol stili ile santrhaf mevkiinde muvaffak olamıyordu. Bu hususu, aylarca ikaz ettim. İdareciler, nihayet arzumu yerine getirdiler. Fenerbahçe’nin santrhaf mevkii, ideal adamını Naci’nin şahsında bulmuştur, Başlıca arzularımdan biri Naci’yi santrhaf olarak görmekti. Artık memleketime müsterih dönebilirim.

    Sarı-lacivertliler, soyunma odasında, idarecileri tarafından bir gazinoya dâvet edilirlerken, acı haber duyuldu. Bir cinayet olmuştu. Mesut galibiyetin sevinci bir anda kedere saplandı.

    Galatasaray ve Fenerbahçeliler, stadın arka kapılarından selâmetlendiler. Stadın önünde toplanan, beş bine yakın meraklının bir taşkınlık yapması ihtimali, böyle bir tedbire lüzum gördürmüştü.

    Necmi Tanyolaç – 14 Mart 1955 – Milliyet Gazetesi


    Stadyum: Mithatpaşa Stadı

    Seyirci: 26.305 kişi

    Hakem: Mr. W.E. Dellow (İngiliz)

    Fenerbahçe: Selahattin Ünlü, Müzdat Yetkiner, Basri Dirimlili, Nedim Günar, Naci Erdem, Mehmet Ali Has, Hüsamettin Poyrazoğlu, Burhan Sargın, Feridun Bugeker, Lefter Küçükandonyadis, Niyazi Tamakan.

    Galatasaray: Turgay, Kamil, Tayyar, Coşkun, Ergun, Rober, Necdet, Suat, B.Ali, Kadri, K.Ali.

    Goller: Lefter (47′), Hüsamettin (86′)


    Duşa Hacet Kalmadı
  • Canavar Burhan Röportajı

    Canavar Burhan Röportajı

    Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Canavar Burhan röportajı ile karşınızda… Burhan Sargın, Fenerbahçe’nin yaşayan en eski futbolcusu fakat şu anki durumu hakkında ne yazık ki bilgi sahibi değiliz. Belki kulübümüz biliyordur, inşallah iyidir.

    Sizi röportajla baş başa bırakalım… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Küçük Şeytanların Canavarı

    Yıl 1951… Şimdi gözlerinizi kapatın ve bir futbolcumuzun yaşlı malzemeci Mustafa Efendi’ye yardım etmek adına; her gece uyuduğu tahta tribünlerin altından kalkıp, Şükrü Saracoğlu Stadı’nı sabahın erken saatlerinde suladığını hayal edin. Ve aynı futbolcumuzun dört sene içinde 112 gol atarak Fenerbahçemize verdiği emekleri düşünün… O futbolcumuz nam-ı diğer; Canavar Burhan…

    Canavar Burhan Röportajı

    Spor hayatınız nasıl başladı Burhan Bey? 

    1929 Ankara doğumluyum.

    Önce Kurtuluş Ortaokulu’nu bitirerek, liseyi son sınıfa kadar Atatürk Lisesi’nde ve son seneyi de Maarif Koleji’nde okudum. Bir yandan okul takımının maçlarında oynuyor bir yandan da Hacettepe Kulübü’nde futbol oynuyordum. Maarif Koleji 13 golle Ankara şampiyonu oldu, 12 golü ben atmıştım. Hacettepe Kulübü’nü de birinci lige çıkarmıştım.

    Ankara’da 34 takım vardı. 1946-47 sezonunda Ankara Futbol Ligi’nde ilk maçıma çıktım. Hacettepe’yi 1949-1950 yıllarında Ankara şampiyonu yaptık.

    Sonra bir ara Ankara’da sıtma salgını vardı. Bu hastalık beni de bir süre yatağa düşürdü, oynayamadım. İyileştikten kısa bir süre sonra ağabeyim beni trenle İstanbul’a götürdü. Hem hava alacağız hem de mal satın alacağız. Ankara Garı’nda milli hakemlerimizden Cezmi Başar’a rastladık.

    Başar, benim çok maçımı yönetmişti. Ağabeyim aynı zamanda Hacettepe Kulübü’nün başkanıydı. Cezmi Başar bizi garda görünce; hemen Beşiktaş Kulübü’nü aramış ve benim İstanbul’a geleceğimi bildirip beni idarecilere tavsiye etmiş. Vardığımızda Haydarpaşa Garı’nda Beşiktaşlı yöneticiler bizi bekliyorlardı. Beşiktaş’ın idarecileri “Bizde oyna” diye çok ısrar ettiler. Ağabeyimin de isteğiyle çok kısa bir süre için oynadım. Sadri Usuoğlu da çok ısrar etmişti. Orada Beyoğluspor’la bir hazırlık maçı yapmıştık. Yaz sezonuydu. 4-0 biten bir maçta 2 golü ben atmıştım. Fakat alışamadım çok soğuk geldi bana, Ankara’yı özledim ve hemen tekrar geri döndüm.

    Ve Fenerbahçe’ye gelişiniz…

    O zamanlar Fenerbahçe’de efsane bir takım vardı. Süper bir takım: Küçük Halil, Cihat, Lefter, Murat, Küçük Fikret, Erol, Suphi, Halit, Samim, Selahattin, Ahmet.

    Bu futbolcuların bazıları idarecilerle sorunlar yaşıyor. Futbolcular Ahmet ağabeyin kahvesinde oturuyorlar, kazan kaldırıyorlar, antrenmanlara çıkmıyorlar. Futbolcularla yönetim arasında itilaf doğunca; o dönemin Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Osman Kavrakoğlu da Karadenizli yönü ağır basıp, kızıyor ve bu futbolculara bir mektup göndererek kulüple ilişkilerinin kesildiğini açıklıyor.

    Sonra Ankara Hacettepe Kulübü Başkanı ağabeyim Celal Sargın’ı arayıp, Fenerbahçe’ye takviye için futbolcular istiyor. Hacettepe’den ben ve Akgün; Ankaragücü’nden Abdullah ve Orhan; Karagücü’nden de Selahattin 5 kişi Fenerbahçe’ye geliyoruz.

    Fenerbahçe’ye geldiğimizde stadın altında yatmaya başladık. Tahta tribünler vardı. Şükrü Saracoğlu Stadı’nda benim de çok emeğim vardır. Her sabah stadı ben sulardım. Malzemeci Mustafa Efendi yaşlıydı yardım ederdim ona. Atlet Osman Coşgül de bizimle kalanlar arasındaydı. Hepimiz oralarda uyurduk. 200 lira da maaşımız vardı.

    İlk geldiğimde sezon çok kötü geçmişti. Kendimize Fenerbahçe’nin ikinci cumhuriyeti derdim. Fikret Kırcan, Donanma Kamil, Müzdat Yetkiner ağabey vardı. Taraftarlar o sezon çok hor gördüler bizi. Yollarda yürüyemezdik, yüzümüze tükürenler, hakaret edenler, dövmeye kalkanlar bile oldu. Şaşırmıştık!

    Stadımızda şu an sunulan olanakları gördüğünüzde neler hissediyorsunuz?

    Fenerbahçe’nin temelini atanlardan biriyim. Geçmişe baktığımda; çamurlu toprak sahaları görüyorum. Yıkanmak için kullanılan duşlar, sıcak su bulamayışımız, renkleri solan formalar, parasızlık ve tüm o şartlarda iyi oynamaya çalışan futbolcular.

    Şimdiye baktığımda ise bir Fenerbahçeli oyuncu olarak gurur duyuyorum. Fenerbahçemiz artık bir dünya kulübü. UEFA finaline ev sahipliği yapacak aynı zamanda Türkiye’yi de dünyaya duyuran bir takım. En büyük isteğim o finali bu statta bizim oynamamız. Ne kadar gıpta edildiğimizi hepimiz görüyoruz. Sadece merakla daha neler yapabileceğimizi takip ediyorum. Başta Başkanımız Aziz Yıldırım ve yöneticilerimizi tebrik ediyorum. Son 10 senede çağ atladık desem; haksız sayılmam herhalde. Her şey ortada.

    Peki, hep stadın altındaki tahta tribünlerde mi kaldınız?

    Bir süre de Moda’daki Mano Palas’a geçtik. Sonra da Kadıköy İskelesi’ne yakın bir yerde çatı katında ev tutmuştuk. Erken yatar erken kalkardım. Her gün 5 kilo portakalı sıkıp içtiğimi hatırlıyorum. Bursa’dan da şeftalilerimiz gelirdi. Kalori onlardaydı.

    Fenerbahçe’ye kötü bir sezonda geldiniz ama sonra tarihe geçtiniz. Sizlere “Küçük Şeytanlar” denmeye başlandı. Namağlup şampiyon olduğumuz yılı anlatır mısınız?

    1952-53 sezonuydu.

    Niyazi Tamakan, Niko Knezeviç, Abdullah Matay, Fahir Ülgür, Muammer Tokgöz, Fikret Kırcan, Kamil Ekin, Akgün Kaçmaz, Nedim Günar, Orhan Çakmak, Haluk Eralp, Melih Ilgaz, Selahattin Ünlü, Müzdat Yetkiner, Fehmi Özişler, Mehmet Ali Has, Feridun Bugeker ve ben.

    “Küçük Şeytanlar” denmişti gençlerden oluşan bu takıma. Gerçekten bizden beklenmeyen büyük bir başarı göstererek sezonu namağlup ve İstanbul şampiyonu olarak kapadık. 18 maç oynamıştık. 14’ünü kazandık. 4 tanesinde de berabere kaldık. 44 gol attık. 32 puanla şampiyonduk. Beşiktaş 29 puanla 2’nci, Galatasaray 23 puanla 3’üncü olmuştu.

    1952’de Arjantin’den ilk defa bir takım Türkiye’ye geliyor. Club Atletico Lanus. Bu takım Arjantin Devlet Başkanı Peron’un eşi tarafından gönderilen “Eva Peron” Kupası’nı da yanında getiriyor. Diğer adıyla “Evita” Türkiye’de de sevilen bir kişiydi. Elim bir hastalığa yakalandığında halkımız üzülmüş, iyileşmesi adına Şişli Camii’nde dualar okutulmuştu. Bu sevgi Eva Peron’u duygulandırıp Lanus takımıyla bu kupayı göndermişti. Bu kupa son maçın galibine verilecekti. Lanus takımı Beşiktaş ve Galatasaray’dan sonra son maçı tekrar Fenerbahçe ile oynadı. O maçı anlatır mısınız?

    Eva Peron Kupası bizler için ne kadar değerliyse; Arjantinliler için de daha çok değerliydi. O kupayı mutlaka almak istiyorlardı.

    27 Ocak 1952; yer İnönü Stadı…

    Biz Küçük Şeytanlar yine sahadaydık… İlk golü Abdullah, ikinci golü ben, üçüncü golü Fahir atmıştı. Sonuç 3-2 bitti. Kupa bizimdi.

    Arjantinliler çok sert bir maç çıkardı. Çok tekme yedik ama maçı bırakmadık. Kupa Fenerbahçe taraftarınındı. Şimdi müzemizi süslüyor.

    Sonra bir süre Feshane’de Adalet Kulübü’ne gittiniz…

    Bir Galatasaray maçında sakatlandım Dr. Reşat Dermanver vardı. O zamanda Ayazağa’da askerdim. Sakatlanınca tedavi olmam gerekti. Sabah tedavi için Dr. Reşat’a öğleden sonra da Yorgo’ya giderdim. Beş kere tedaviye gitmiştim, kulübe de ibraz etmiştim. Yönetimden bana ödenmemesi emri çıkınca o an çok sinirlendim ve ayrıldım.

    Muhittin Bulgurlu vardı. O da benim akrabamdı, Ahmet Erol’da menajerdi. O arada Gündüz Kılıç Galatasaray’a çağırdı. “Kasamızda 17.500 TL var. 2.500 TL de Rafet verecek, gel burada oyna” dedi.

    Adalet Kulübü’nde oynarken Galatasaraylı kaleci Turgay Şeren antrenmana geldi. “Hadi beraber kulübe gidelim, seni Metin Oktay’la oynatmak istiyorlar” dedi. Gündüz Kılıç hakkımda çok iyi yazılar yazardı.

    Ben de Turgay’a “Sana Fenerbahçe’den teklif gelse Fenerbahçe’ye gider misin” diye sordum.

    “Düşünürüm” dedi.

    “O halde sen Galatasaray’da kal ben de Fenerbahçe’de”dedim.

    İki sene kaldığım Adalet Kulübü’nden tekrar Fenerbahçe’ye geçtim. Toplam 4 sene Fenerbahçe’de futbol hayatım sürmüştü. Dönüşümde çok az bir süre oynayıp jübilemi Fenerbahçe’de yaptım. Gelmeme kaleci Şükrü Ersoy önayak olmuştu. Belki biraz daha oynayabilirdim lakin sakatlık geçirmem ve tedavi dönemleri nedeniyle futbolu birkaç sene erken bıraktım. 7 kez de Fenerbahçe yönetiminde görev aldım.

    Fenerbahçemizde toplam kaç maçta oynadınız, kaç gol attınız?

    Toplam 4 sene içinde 172 maç, 112 golüm var.

    Milli takım formamızı kaç kez giydiniz?

    8 defa milli oldum, 8 gol attım. 

    Türk futbolunda övünçle söz edeceğimiz bir de 1954 yılı var? Türk milli takımımız İspanya gibi dev bir takımı eleyerek dünya kupası finallerine katıldı.

    İspanya’da İspanyollara karşı 4-1yenildik. Ama 2’nci maçı burada oynadık, 1-0 yendik. Çok güzel bir goldü. 16’ncı dakikada ben attım. O golü ben bile göremedim tekrarı yok.

    Averaj sistemi olmadığından iş 3. maça kaldı. Çarşamba İtalya’ya tarafsız sahaya gittik.

    İspanya önce 1-0 galipti. Beraberlik sonrası durum 2-1 oldu. Ben gol attım 2-2 oldu. Bu sonuçta kurayı kazandığımızdan dünya kupasına biz gittik.

    İlk maçımızı Federal Almanya’ya karşı oynadık, 4-1 yenildik. Almanya’ya 4-1 yenilmiştik ama ilk golü biz atmıştık.

    En zor gruba düşmüştük. Sonunda Almanya-Macaristan final oynadı.1954 Dünya Kupası’nda bir maçta 3 gol atan tek kişi ben oldum. .

    1955 yılında tesadüftür ki çok yetenekli futbolcular askeri hizmetlerini yapıyorlardı. Ordu futbol takımı sizlerle Ordu Takımı’nı güçlendirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri ilk defa ordulararası Dünya Futbol Şampiyonluğu’nu kazandı. Seyirci kapasitesiyle en kalabalık CISM maçıydı. Biraz o günlere dönebilir miyiz?

    Kafile başkanımız Kurmay Albay Nuri Gücüyener’di. O takımdaki tek Fenerbahçeli oyuncu bendim.

    Hollanda’yı, Mısır’ı yendik. İtalya ile final oynayacağız. O takım fazla hatırlanmaz bence müthiş bir takımdı.

    İlk gol 20.dakikada Sabahattin’den gelmişti. Sonra durum 1-1 oldu. Sonra İtalya durumu 2-1 yaptı. Artık işimizin bittiği düşünüldü. 71. dakikada bir gol attım. Beraberliği yakalamıştık. Durum 2-2 oldu. Daha iki dakika geçmedi ki 73. dakikada üçüncü golü atmıştım. Efsane İtalya’yı Roma’da 3-2 yendik.

    Gollerin dakikalarına bakın; nasıl bir maç olduğunu anlarsınız. Böylece en sevdiğim stat Roma stadıdır. Olimpiyat Stadı’nı 70.000 kişi doldurmuştu. Bu şampiyonluk Türk futboluna gelen ilk ordular arası dünya şampiyonluğudur. 

    Sonra İslam Orduları Dünya Şampiyonası oldu, orada da dünya şampiyonu olduk. Bu şampiyonlukla ilgili ne yazık ki hiç resme sahip değildim. TSK arşivinde belki bulunabilir.

    Uğur getirdiğine inandığınız şeyler var mıydı? Oyuncu arkadaşlarınızla uyumunuz nasıldı?

    Allah’a dua eder çıkardık. İnanç tamdı. Takım ruhu vardı. Öyle bir kardeşlik havasındaydık ki şakalaşırdık. Büyüğümüz Fikret ağabey vardı; haddimizi bilirdik. Hava atmazdık. Antrenör bana yanında kimi oynatayım diye sorardı. Asla isim verdiğimi hatırlamam.

    8 Mart Kadınlar Günü’nü erken kutladığımız Burhan Sargın Bey’in eşi Evnur Hanım anlatmaya başlıyor…

    Fenerbahçe’de oynayan tüm oyuncuların her zaman büyük bir itibarı vardır.

    Nişanlıyken bir yemeğe gittiğimizde ve Burhan Bey hesabı istediğinde “Hesap ödendi” derlerdi.

    Bir vapurla Kadıköy’den Karaköy’e geçsem “Eşiniz karşıya geçti” diye Burhan Bey’e iletirlerdi.

    Süreyya Operası’nda tanıştık, 1956 yılında evlendik. İki kızımız var. Aslı ve Nazlı.

    Nazlı’dan bir de 21 yaşında torunumuz var. Aslı ve Nazlı beraber çalışıyorlar. Saat ve giyim ithali yapıyorlar. Nişantaşı ve Kanyon’da yerleri var. 

    (Evnur Hanım’ın dedesi Suat Avni Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı gemiyi tahsis eden generaldi. Suat Avni Paşa sonra sürülmüş tabii.

    Canavar Burhan lakabı nereden geldi Burhan Bey?

    Haydarpaşa Lisesi Müdür Muavini Ferhat Bey vardı. Ben böyle atak futbol oynayınca o ismi takmış bana. Sonrasında tribünlere taşındı.

    Okuyucularımız için bir mesajınızı alabilir miyiz? Derbi maçlarda Beşiktaş’a çok gol attım. Yedek subayken maçlara geliyordum. Yüzbaşım Beşiktaşlıydı. Bana çok kızardı. Herşey bir tarafa, Fenerbahçe bir tarafa… Fenerbahçe’nin taraftarı hiçbir takımda yok. Ne kadar övünsek azdır. Aziz Yıldırım öyle bir stat yaptı ki tabir-i caizse; “Her şeyi ilk Fenerbahçe yapar diğer kulüpler ne görürse onu yapar” demek istiyorum. Şimdi Fenerbahçe’nin yaptıklarına kimse yetişemiyor. Bunda da en büyük katkı her zaman 12 numaranın. Hepinizi çok seviyorum.

    Sibel Kurt | Fenerbahçe Dergisi – Mart 2008

  • Türkiye’nin Gerçek Sevgisi

    Türkiye’nin Gerçek Sevgisi

    Fenerbahçe tarihinin en güzel yazılarını ve tamlamalarını yazan kalemlerden birisi Halit Çapın. “Biz Fenerbahçeliyiz, bizden çok adam çıkar” sözünün sahibi olan büyük Fenerbahçeli, “Türkiye’nin Gerçek Sevgisi” diyerek halkın Fenerbahçe’ye olan muhabbetini üç kelimede eksiksiz bir şekilde tanımlamış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Sevgisi

    Memleketimiz “O deniz ülkesiydi”… Ve de “sevdalı değil, karasevdalıyız” Fenerbahçe’ye…

    Ben çok küçümen olduğumdan mı büyüktü Fenerbahçe o geçmiş zamanlar? Yoksa kocadık mı ne, ondan mı küçülmede giderek Fenerbahçe?

    Padişah sülalesince… İmparatorlar ve dahi krallarca bir büyük armada… Sevgisi babadan çocuğa geçen… Miras diye evlad-ü riyale bırakılan… Öyle bir şey ki başka bir yerlerde görülesi yok…

    Babam Fenerbahçeliydi… Ben ve kardeşlerim de öyle olduk… Kızım, anasının dayanılası olmayan Galatasaraylılığına karşın, Sarı-Lacivert renkleri taşımakta… Şükrü Gülesin’in bir zamanlar dediğince, “Türkiye’de her çocuk Fenerbahçeli doğar. Sonra bazıları başka takımları seçer…” Geçmiş tarihlerde bir yazıma ben, “Ayıptır söylemesi, ben Fenerbahçeliyim” diye girmiştim… Yetmez mi anlatmaya?

    Karamelalardan çıkardı Fenerbahçe, kendisinden uzakta olanlara…

    Cihat’lar, Murat’lar, Ahmet’ler, Halil’ler, Samim’ler, Müjdat’lar, Mehmet Ali’ler… Suphi’ler, Donanma Kamil’ler… Ve diğerleri ve diğerleri… Ütüleyip biriktirirdik, kıymetli pullar biriktirircesine…

    Ben ilk canlı Fenerbahçe’yle İzmir’de tanıştım. Bıyıklarım ne zaman çıkacak diye düşler kurduğum günlerde… Milli küme şampiyonluğu için Fenerbahçe ve Altay karşı karşıya… Fener’in şampiyon olması için dört sıfırlık bir yengi gerek… Yoksa şampiyon Galatasaray. Altay’da şimdi anımsadığım Clark kardeşler… İki İngiliz… Topa öyle vuruyorlar ki meşin yuvarlağın haykırdığını duyuyorsunuz acıdan… Ama kalede Cihat… Anlatılmaz ki… Tarzan denilen Mehmet Ali anlatılmaz ki… Suphi, Halit, Erol ve karamele kağıtlarındaki o eski ve sevgili tanışlarım…

    Ve maç dört sıfır Fenerbahçe’nin…

    O zamanlar Fenerbahçe’ye çekilen “Ole!” bütün yaşamı boyunca İspanya’da çekilmedi El Cordobes’e…

    Ve ne zaman anladım ben Fenerbahçe’nin büyüklüğünün, Galatasaray ve Beşiktaş’ın büyüklüğünden soyutlanamayacağını? Çokça bir zaman sonra. Ne zaman ki Galatasaray ve Beşiktaş büyüktü, Fenerbahçe de büyüktü… Galatasaray’ı da tutarım o yüzden, Beşiktaş’ı da… Onlar olmasa Fenerbahçe hangi büyük yengilerle taht kuracaktı gönüllerde…

    Yaşar Kemal Akçasaz’ın Ağaları’nda Derviş Bey’e “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, çekip gittiler” dedirtir…

    Ve işte o güzel futbolcular çekip gittikten sonra statlardan, yürüyen zamanla birlikte arkadaş oldular benle… Çoğu dost oldular… O yüzden severim ben eski Fenerbahçeliler kadar eski Galatasaraylıları ve de eski Beşiktaşlıları.

    Günlerden bir gün Kulis Kulüp’te oturuyorum… Şükrü geldi (Gülesin). İki dirhem bir çekirdek… “Nikaha mı?” dedim… “Yok” dedi. “Hakkı kaptan benle, Kemal’i (Beşiktaş’ın o unutulmaz santrforu) yemeğe davet etti. Ona gidiyoruz”… Sonra Mücap düştü (Ofluoğlu), “Hadi siz de gelin” dedi. Şükrü ile Kemal yan yana olduklarında çok vahimleşmekteler… Yanlarında ciddiyet, ölü… Ve kalkıp gittik… Hakkı kaptan içerde… Şükrü de Kemal de 45 yaşlarını geride bırakmışlar… Kaptan’ın önünde ceketlerini iliklediler… O oturmadan oturmadılar, o çatalı almadan eline, dokunmadılar hiçbir şeye… O konuşmadan konuşmadılar da. Ben böyle bir sahneyi az gördüm… Vakit geçince Mücap aldı laf sazını eline. “Kaptan Hakkı” gülmekten fenalıklar geçirmekte… Kaptan güldüğü için diğer ikisi de gülmekte… Ve sonra dedi ki Hakkı, “Mücap Bey” dedi. “Mücap Bey, ben bunlarla uğraşmaktan sizler gibilerle tanışma olanağını bulamadım hiç. Bunlarla uğraşmaktan hep…”

    Şükrü de Kemal de başlarıyla onayladılar.

    Çok zaman geçti aradan… Bir şey ettim… Fenerbahçe sevgisi miydi o, yoksa gazetecilik mi? Hala bilmem, bilemem… Polis muhabirliği yapıyordum. Gizli polis bülteni geçti elime bir gün… Bültende Metin Oktay’ın askerlik görevi yüzünden polis tarafından arandığı yazılıyordu. Görüldüğü yerde tutuklanması isteniyordu. Ve Metin ertesi gün Galatasaray forması altında maça çıkacaktı. Oturup haberi yazdım. “Polis tarafından aranan Metin Oktay bugün Mithatpaşa Stadı’nda” diye… Abdi İpekçi, coşkusunu bir yerde, sadece bir yerde orta yere koyardı: Galatasaray takımı sahaya çıktığı zaman… İnanmazsınız ama Abdi Bey küfür bile ederdi Galatasaray için… Ve yine o Abdi Bey, o haberi Milliyet’in birinci sayfasına koydu. Metin Oktay tutuklandı hemen… Bir hafta boyunca telefon kanalıyla Galatasaraylılardan işittiğim küfürü, bütün yaşamımda duymadım.

    Ve sonra biz Metin Oktay ile dost olduk… Arkadaş değil, dost… Hem büyük bir futbolcu, hem iyi bir insandı o… Hani “O güzel atlara binip çekip gidenlerden…”

    Bunları neden mi anlatıyorum? Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş özdeşleştirmesi yapmak için…

    Şimdinin futbol aşığı gençler için ne büyük kayıp o zamanların üç büyüklerini seyretmemiş olmak… Lefter profesörlük unvanını YÖK’ten almamıştır… Çim yoldurarak, bel kırdırarak almıştır. Bir gün spor servisinde Baba Gündüz’le laflıyorum… “Baba” dedim, “Neden bıraktın Galatasaray’ı?” Kendine özgü gülümsedi, şaka mı, ciddi mi bilmem, dedi ki: “Üç sıfırlık maçta bizim Kamil’e Lefter’i tut dedim. Sonuç malûm. Sonuç, ikimizin de Kamil’in de benim de sonucum…”

    O maçta Lefter bizim sevgili Kamil’i çok tribünlere yolladı. Kamil’i bir rakkase etti çıktı ki vah vah… (Yarın Kamil’den telefon. Validenin ve pederin hatırını sormak için.)

    Can, şimdikilerin kafaya sıçrayamadıkları kadar kaldırırdı sol bacağını havaya… Raket gibi… Lefter profesörse, o en azından doçentti, biline… Öyle bir “senyor”u Fenerbahçe’nin artık göresi olası değil…

    Ben futbolu ve Fenerbahçe’yi Cemil’ler, Ziya’lar, Şenol’lar, Birol’lar, Ercan’larla birlikte bıraktım. Yani benim kuşakla birlikte… Sahalarda artık bir deli Basri, bir Mehmetçik Basri olmadığı için…

    Maçlarına falan gitmiyorum artık… Üzülmekle yetiniyorum…

    Sirano Berjerak’ın dediğince, “İstemem eksik olsun…”

    Ben geçmişin büyük armadasını görmüşüm… Şimdiki Fenerbahçe’yi ne edeyim: “İstemem eksik olsun…”

    Kiralıklarla, alınıp satılanlarla, Viç’lerle, hiçlerle dolu bir takım. Her şeyi parada arayan bir yönetim istemem, eksik olsun…

    Ve Attila İlhan’ın bir dizesiyle noktalayayım lafı:

    “Vurdun kanıma girdin, itirazım var…” FENERBAHÇE…

    Halit Çapın | 13 Mayıs 1984 – Milliyet Gazetesi

  • Fenerbahçe’nin Cenneti

    Fenerbahçe’nin Cenneti

    1988-1989 sezonu bitiminde İslam Çupi‘nin yazdığı, hemen her paragrafı motto bir yazı ile karşınızdayız. “Fenerbahçe’nin cenneti nedir?” sorusuna verilecek yanıtın şampiyonlukla beraber Fenerbahçe karakteri olduğunu da pek şahane bir biçimde anlatmış üstat. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Mutat Not : Yolunuzu, üstadın yazılarının derlendiği IslamCupi.org adresine düşürmeyi unutmayın.


    Fenerbahçe

    Her şampiyonlukta İstanbul böyle allanır, pullanır, boyaların en boya olanı ile boyanır, insan çığlıkları gökyüzünü rahatsız eder hale gelir ve kent esatiri bir büyü ile sarmalanır.

    Benim İstanbul’daki ellinci futbol yılım galiba…

    Bu süre zarfında Türkiye Ligi idi, Türkiye Kupası idi, eski terimlere düş Milli Küme de Tayyare Kupası, şilt ve özelleri de koy yan yana sanıyorum ki gördüğüm İstanbullu şampiyonlukların sayısı sekseni bulmak üzere…

    Türk futbolunun baştan beri değişmez ve değiştirilemeyecek üçlerinden ikisi olan Galatasaray ve Beşiktaş taraftarı ile böyle şampiyonluk günlerinde bir ülke haline gelirlerse, Fenerbahçe bu takvim yaprağını yakaladığında partizan yığınları ile Türkiye’de koskoca bir dünya olur.

    Sevgiler bir telefon defteri gibi kalın ve değişiktir; Türkiye’de… Anne sevgisi, baba sevgisi, evlat, torun sevgisi, kadın ve zevce sevgisi, tırman statların soğuk taşlarına Beşiktaş ve Galatasaray sevgisi… Başka kulüplerin sevgisi…

    Bunların hepsi inkâr edilmez kutsallığı tartışılmaz birer sevgidir de Fenerbahçe taraftarının Fenerbahçe’ye duyduğu aşk, en sevdadır.

    Galatasaray’ın, Beşiktaş’ın her şampiyonluğu Türkiye’de büyük bir olaydır ama Fenerbahçe bu başarıyı avuçlarında ölümüne sıktığında olay biter, ülkede bir metafiziğin büyülü dünyası gürüldemeye başlar.

    Türkiye’de Beşiktaş ve Galatasaray mazi ve gelecekteki futbol servetleri ile sahaların en büyük ik kulübü olmaya devam edecek, fakat asla Fenerbahçe olmayı beceremeyecektir.

    Nasıl Fenerbahçe, bir Galatasaray, bir Beşiktaş olamayacaksa…

    Fenerbahçe ve Fenerbahçelilik Türkiye’de bir futbol kulübü ve o kulübün taraftarı değil, bir özelliktir, bir prensiptir, tekkeleri sökülemez bir dindir… Bir felsefe akımı, bir ideal, sandıkları ve oyları milyonların gönlünde saklanmış bir gitmez iktidar ve devlettir Türkiye’de Fenerbahçe ve Fenerbahçelilik…


    İlk çağın en büyük futbol imparatoru Zeki Rıza, kulübe başkan olduğu zaman idmanlarda çok beğendiği adı Naci Bastoncu olan süklüm püklüm bir Trabzonlu çocuğu önüne dikerler…

    Zeki Rıza, çocuğa başından ayağının ucuna kadar bakar, sonra yanında hazırolda duran kulüp müdürüne dönüp kükrer:

    “Alın bu çocuğu Moda’daki İstepan’ın dükkanına götürün ve Fenerbahçeli gibi saç traşı ettirin…”

    Büyük bir Fenerbahçe üslupçusu ve estetikçisi idi Zeki Rıza…

    Şampiyonluklar kazanmış takımda, şayet Fenerbahçe tualine layık yaratıcı blyaları sürememiş futbolcu varsa, şayet Fenerbahçe orkestrasında elindeki aletle virtüözleşmeyen oyuncu varsa, onların eline futbol malzemelerini verir, yüzlerine açık açık mecburi istikametlerini söylerdi:

    “Senin Kadıköylülüğün bitti, Kadıköy’de yaşama sen… Bir vapura bin, karşıya geç ve kendine yeni bir kulüp ara…”

    Her taraftarın Fenerbahçeli doğuşu gibi, her Fenerbahçe’de futbol oynayacak çocuğun da Tanrı’ca peşin sokulan ayrı bir tornası vardı; anlaşılan…

    Sonraları silinmez bir insan anayasası gibi takımın bünyesine değişmez bir prensip olarak oturan temel motif yavaş yavaş şekillenmişti; artık…

    “Her futbolcu Galatasaray ve Beşiktaş’ta oynar. Ama her futbolcu Fenerbahçe’de oynayamaz”

    Fenerbahçe tarihinde bu estetiği yaratanlarla bu estetiği bozan futbolcular arasında müthiş savaşlar olmuştur.

    İkinci kuşağın en büyük yan haflarından biri olan Şeref Has, gençliğinde henüz dengelenmemiş tekniği yüzünden, futbolumuz ve Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en büyük baleti ağabeyi Mehmet Ali Has tarafından hiç tutulmuyordu.

    Şayet Şeref’in arkasında onu koruyucu kanatları altına almış Lefter gibi bir idol olmasa, belki de Has’ın küçüğü Fenerbahçe’deki futbolcu albümündeki doruk isimlerinden biri olmaz, bir basit takımda sessiz, sedasız mazisi ses vermeyen bir futbolcu tipi çizerdi…

    Fenerbahçe’nin bir sezonda 5 kupa kazandığı 1968 döneminde ise takımın teknik yapısını ve estetik birikimini büyük bir özveri ile koruyan Ziya, Ercan, Fuat ve Selim’den kurulu cuntayı da unutmamak gerek.

    Takımın kamp disiplininin şekillenmesinden tutun da ekibin teşkiline ve oyun vidalarının sıkılmasına kadar bu dörtlü, başroldeki gizli fakat o nispette yararlı bir denetleyici timdi, güçtü.


    Fenerbahçe tarihi, Fenerbahçe tipini, Fenerbahçe oyun modelini en çok bozmuş, onu en çok dejenere etmiş adam olarak, Yılmaz Yücetürk’ü ve onu tayin edenleri hatırlayacaktır hep…

    Bu dönemde girilen Fenerbahçe dışı bir ölü saha gezintisi, bu dönemde girilen bir ayak katılığı ve tekniksizlik, bu dönemde parlayan dörtlü, beşli taşra yenilgileri ve “arkasını Fenerleyin” diye nerede ise “best-seller” bir plak haline gelen alaylar, Fenerbahçe’nin tarihinde zift sürülmüş tek kara kitabıdır.

    Bu Fenersizlikten dördüncü yıl içinde bir eski Fenerbahçe, bir şampiyon Fenerbahçe çıkardıkları için, öpülecek alınlar aranıyorsa Veselinoviç’e ve bu pırlanta futbolculara koşunuz…

    Fenerbahçe’nin cenneti oradadır; çünkü…

    İslam Çupi | 13 Haziran 1989 – Milliyet (Fenerbahçe’nin Cenneti)

  • 1953 Yılında Millî Takım

    1953 Yılında Millî Takım

    5 Haziran 1953 tarihinde Yugoslavya ile 2-2 berabere kaldığımız millî maçtan önce Nejat Altay futbolcuları anlatan bir yazı yazmış. 1953 yılında millî takım kadrosunda Fenerbahçelilerin çokluğu göz çarpıyor. Bu Türk futbolunda kadim bir gelenektir… Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    1953 Yılında Millî Takım

    Bugün Yugoslavlar karşısında çetin bir imtihan geçirecek olan millî futbol takımımız oyuncularının kısa biyografileri:

    Şükrü Ersoy (Kaleci)

    1929 İstanbul doğumlu. Küçük yaşta futbola başlamış. 16 yaşında Fenerbahçe’ye intisap ederek genç takımda oynamıştır. Bilahare Vefa’ya geçen Şükrü halen vatani vazifesini yapmakta ve Karagücü’nde oynamaktadır. Bir defa (A), bir defa (B) millî takımında yer almıştır.

    Form düşüklüğü gösterdiğinden kampa çağrılmayan Turgay’dan sonra son senelerin yetiştirdiği en iyi kalecidir. Blokajları emniyetlidir. Topu iyi takip eder. Fedakarca plonjonlariyle takımını mutlak gollerden kurtarmaktadır.

    Erdoğan Akın

    1930 İzmir doğumlu. Futbola forvet olarak başlamış, esas mevkini bilahare 1949’da Göztepe kulübünde iken bulmuştur.

    952’de Adalet’e geçmiştir. İki defa (A), iki defa (B) millî takımlarında oynamıştır.

    Gayet çevik ve iyi top takip eder. Kaleci Şükrü’nün yedeği idi. Ancak son dakikada ayağındaki arızası nüksettiğinden yerine Selahattin çağrılmış bulunmaktadır.

    Müzdat Yetkiner (Bek)

    1924’te İstanbul’da doğmuştur. Meşin topa forvet olarak başlamıştır. Fenerbahçe takımının hemen her tarafında oynamıştır. 12 defa millî.

    Futbolu tam olarak hazmetmiştir. Her iki ayağına hakimdir. Mükemmel bir (WM) oyuncusu. Ayağındaki arızası bizim için büyük talihsizliktir. Yerine Ankaralı Rıdvan çağırılmıştır.

    Basri Dirimlili (Sol Bek)

    1930’da Silistre’de doğmuştur. Futbola Eskişehir Demirspor’da başlamıştır. Vatanî vazifesi dolayısıyla Ankara’ya gitmiştir. Halen Havagücü’nde tescillidir. 3 defa millî olmuştur.

    Havadan hakimiyeti ve rakip takımın oyununu bozuşu başlıca meziyetidir. Sol ayağı daha kuvvetlidir. Takımında orta haf oynamaktadır.

    Gökçen Dinçer (Yedek Bek)

    1935 İstanbul doğumlu. Futbola Çengelköyü’nde başlamıştır. Bir sezon Beylerbeyi’nde oynadıktan sonra 952’de Adalet’e geçmiştir. 4 defa genç, 1 defa B millîdir.

    Genç yaşına rağmen futbolda gösterdiği yüksek kabiliyeti dolayısıyle millî kadroya alınmıştır. Kulübünde orta haf oynamakta, millî takımda bek yedeği.

    Mustafa Ertan (Sağ Haf)

    1928’de Bursa’da doğmuş ve futbola orada başlamıştır. Bilahare Adana Millî Mensucat takımında yer almış, askerliğe Ankara’ya gelmiştir. Halen Karagücü’nün kaptanlığını ifa etmektedir. 8 defa millî formayı giymiştir.

    Millî takımın en teknik oyuncularıdan. Müstakar oyunu ile Ay-Yıldızlı formada hakkı olan yerini almıştır ve uzun zaman da muhafaza edeceği umulmaktadır.

    Ali İhsan Karayiğit (Sol Haf)

    1927’de Manisa’da doğmuştur. Futbola olan yüksek kabiliyetini hemen belli etmiş ve Beşiktaş’a geçtiği günden beri orta haf mevkiinin rakipsiz adamı olmuştur. 13 defa (A), 1 defa (B) millî takımda oynamıştır.

    Ayağına hakimiyeti, akın kesme ve hücum hattını beslemesiyle Beşiktaş’ın ve millî takımın en esaslı unsuru. Havadan üstünlüğünü ve bilgili oyununu da zikretmek icap eder.

    Rober Eryol (Sol Haf)

    1930’da Mersin’de doğmuştur. Futbola İstanbul’da Talimhane’de başlamıştır. 1947’de Galatasaray’a girmiş, genç, (B) ve (A) takımlarında oynamış ve üç sezondur devamlı olarak birinci kadroda yer almaktadır. Bir defa (A), iki defa (B) millî takım formasını giymiştir.

    İleri geri çalışması, forvet hattını layıkiyle desteklemesi, maç esnasında aklını ve dikkatini sadece topa ve oyuna hasretmesi başlıca meziyetleridir.

    Akgün Kaçmaz (Yedek Haf)

    1935 Ankara doğumlu. Futbola Doğanspor’da başlamış, bir mevsim sonra Hacettepe’ye, oradan da Fenerbahçe’ye geçmiştir. Dört defa genç, bir defa (B) millîsi.

    Müthiş enerjik, topu ayağından bırakmak istemez. İlerde daha “teknikleşeceği” muhakkak. Millî takımın haf yedeği.

    Fikret Kırcan (Sağ Açık)

    1920’de İstanbul’da doğmuştur. Feneryolu’nda futbola başlamış, 1933’de Fenerbahçe’ye  girmiş ve günden beri Sar-Lacivert takımda oynamaktadır. 7 defa millî formayı giymiştir.

    Türk futbolunun yetiştirdiği nadir kıymetlerden biridir. Millî takım ve Fenerbahçe kaptanı. Ayağını aklıyla idare etmesi en büyük hususiyetlerinden. Top sürüşleri, ortaları ve isabetli frikikleriyle karşı taraf için en tehlikeli oyuncudur.

    Mehmet Ali Has (Sağ İç)

    1927’de İstanbul’da doğmuş ve meşin topa Beykoz çayırında başlamıştır. Beş sene Beykoz birinci takımında oynadıktan sonra 1948’de Fenerbahçe’ye geçmiştir. 13 defa millî. 11 defa (A), iki defa  genç millî takımda yer almıştır.

    Top olan hakimiyeti… Fizik yapısı futbola elverişlidir. Fazla dripling yaptığı ve ayağında top tuttuğu zamanlar takımına zararlı olmaktadır. Sağ iç oynayacaktır.

    Garbis İstanbulluoğlu (Santrfor)

    1927’de İstanbul’da Kumkapı’da doğmuştur. Futbola Kadırga’da başlamış, gayri federe kulüplerde yer aldıktan sonra Taksim’e geçmiş, vatanî vazifesini müteakip 1949’da Taksim’den Vefa’ya girmiştir. 3 defa millî olmuştur.

    Fevkalade cevval, son senelerin en iyi santrforlarından. Her iki ayağına ve kafasına hakim. 90 dakika rakip müdafaayı karıştırabilecek enerjiye sahip. Topla fazla oynamadığı zamanlar daha randımanı olduğu muhakkak.

    Burhan Sargın (Sol İç)

    1929 Ankara doğumlu. İlk kulübü Hacettepe. 947den 951’e kadar Hacettepe’de oynamış, bilahare Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. 3 defa millî olmuştur.

    Top sürüşleri fevkalade. Son derece fırsatçı. Gayet girgin ve kıvrak oyun tarzı var. Bir ismi de “Ankara Canavarı” geçen yılın Ankara gol kralı ve bu senenin İstanbul ikincisi.

    İsmet Yamanoğlu (Sol Açık)

    1925’de İzmir’de doğmuş ve futbola orada başlamıştır. 944’de Beşiktaş’a, 947’de Elektriğe geçmiş, bir sezon sonra da Vefa’ya intisap etmiştir. 8 defa (A), bir defa da (B) millî takımında yer almıştır.

    Gayet sıkı sol şutlara malik. Top söküş ve pas tevziatı ile for hattını işletmektedir. Futbolda ciddi çalışması hakkı olduğu yeri kendine verdirmiştir.

    Ali Erener (Yedek Sağ Açık)

    1930’da İzmir’de doğmuştur. 945’de Karşıyaka birinci takımında yer almış, 950’de Vefa’ya girmiştir. Millî takımın sağ açık yedeği.

    Feridun Bugeker (Yedek Santrfor)

    1933 İstanbul doğumlu. Küçük yaşta meşin topun peşinde koşmaya başlamış, mahallî kulüplerde oynadıktan sonra 949’da Beyoğluspor’a girmiş ve derhal birinci takımda yer almıştır. 952’de Fenerbahçe’ye geçmiştir. Aynı zamanda atletizmle de meşgul olur. 100 metreyi 11.3 ve 200 metreyi de 24 saniyede katetmektedir. Bir defa (A), bir defa (B) millî takımında oynamıştır. Bu maçta santrfor yedeği.

    Garbis Baklaoğlu (Sol Açık Yedeği)

    1930 İstanbul doğumlu. Futbola Şişli’de başlamıştır. İlk tescilli kulübü Taksim’dir. Fenerbahçe ve Galatasaray’da oynadıktan sonra 952’de Vefa’ya geçmiştir. Bir defa (B) millîsi. Bu maçın sol açık yedeği.

    Nejat Altay | 5 Haziran 1953 – Milliyet Gazetesi (1953 Yılında Millî Takım)

  • Tarihî Maç Broşürleri IV

    Tarihî Maç Broşürleri IV

    Başlangıç kolaya gelsin diye değil; her yazıya aynı girişi yazmak istiyoruz. Zira gerçekten çok büyük iş… Kıymetli büyüğümüz Mustafa Oduncu, Fenerbahçe tarihi için çok önemli bir iş yapıyor ve yurt dışı müzayede sitelerinden Fenerbahçe ile ilgili malzemeleri topluyor. Bu mesaiyi büyüten ve daha anlamlı bir hale getiren şey ise aldıklarını paylaşmaktan bir an bile imtina etmemesi. “Bunda ne var?” demeyin; kimlerin, neler sakladığını bilseniz, inanamazsınız. Halbuki Fenerbahçe tarihini bilmek herkesin hakkı. Daha doğrusu “Dünyanın en büyük sivil toplum kuruluşu” lafının hakkını vermek istiyorsak, tutulması gereken yol bu… Mustafa ağabey, Fenerbahçe Müzesi’ne bağışladığı maç broşürlerini halka açmak ve kolay ulaşılabilir hale getirmek adına bizlerle paylaştı. Huzurlarınızda “Tarihi Maç Broşürleri IV : 6 Ekim 1953 | Hull City – Fenerbahçe” maçının broşürü…

    Bir yandan, bu gibi belgelere bakıp da adamların yetmiş sene önce geldiği bazı noktalara bizim hâlâ gelemediğimizi görmek de çok üzücü. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Broşürün PDF haline “buradan” ulaşabilirsiniz. | Tarihi Maç Broşürleri IV : 6 Ekim 1953 | Hull City – Fenerbahçe

  • Bu Neden Böyle Oldu?

    Bu Neden Böyle Oldu?

    Fenerbahçe’nin sembol ismi “Sarı Kanarya” Cihat Arman, bundan tam 75 sene önce, Fenerbahçe taraftarı “Neden ancak averajla şampiyon olabildik, diye düşünmesin. İnsanlara doğru dürüst bilgi verelim” demiş ve oturmuş aşağıdaki yazıyı kaleme almış. Gerçekten ders niteliğinde bir “Bu neden böyle oldu?” yazısı…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 946-947 Lig Şampiyonluğunu Nasıl Kazandı?

    946 – 947 senesi lig maçları birincisi çok çetin mücadelelerden sonra belli oldu. Ve Fenerbahçe ancak averajla 11 inci defa olmak üzere İstanbul şampiyonluğunu kazandı.

    Lig maçlarına büyük bir muvaffakıyetle başlayan bir takımın, rakiplerini beş puan aşarak ileri fırlamış olmasına rağmen, maçların sonunda şampiyonluğu ancak averajla kazanmış bulunması, herkese ve bilhassa Fenerbahçe’ye bütün varlıklarıyla bağlanan taraftarlara (bu neden böyle oldu?) sualini sordurabilir.

    Taraftarların merakını gidermek için bu suali şu şekilde cevaplandırabiliriz.

    1 – Sezon başında muntazam bir şekilde çalışan Fenerbahçe takımı çalışmasının semeresini görerek rakiplerinden beş puan ileri fırlamıştı.

    2 – Fakat aradaki bu beş puan fark, Fenerlileri daha ziyade çalışmaya sevk etmesi icap ederken maalesef muntazam çalışmalarını gevşetmelerine sebep olmuş ve dolayısıyla antrenmanlara gelenlerin yekûnu azaldığı için çalışmalar muntazaman yapılamamıştır.

    3 – Maçların başında sağ iç oynayan M. Ali’nin, tekrar talebe olması dolayısıyla lisansının alınarak anlaşılmayan bir sebeple oynayamayacak bir durumda bırakılması takımın bu mevkiini boş bırakmıştır.

    4 – Melih’in, oynadığı bir maçta 75 gün ceza olarak lig maçlarının sonuna kadar maçlardan mahrum edilmesi hücum hattını zayıf düşürmüştür.

    5 – Sol açık Halit’in askerliğini Gelibolu’da yaptığı için maçlara gelememesi bu mevkiinde boş kalmasına sebep olmuştur.

    Halit, Melih ve M. Ali gibi üç mühim elemanın takımdan ayrılması hücum hattını felce uğratmış ve bu oyuncuların yerine de bir mevsim zarfında yenileri yetiştirilemediğinden, Fenerbahçe for hattı bütün maçlarını her hafta değişik bir kadro ile yaparak muvaffakiyetli maçlardan uzak kalmıştır.

    Lig maçlarının 14 oyununu 23 oyuncu ile bitiren Fener takımının, her maça değişik bir kadro ile çıkmış olması takımındaki birlik beraberlik ve anlaşmanın olmamasına yegâne sebep teşkil etmiştir. 14 maçtan iki maçı üst üste aynı forvetle oynayamayan bu takımdan bundan başka bir şey zaten beklenemezdi.

    Sol açıkta 5 oyuncu, sol içte 7 oyuncu ve sağ içte 5 oyuncu değiştiğine göre takım esasen istikrar peyda edemezdi.

    İşte Fenerbahçe’nin 946 — 947 senesinde şampiyonluğu kazanmış olmasına rağmen hem efkârı umumiyeyi, hem de bizleri tatmin etmemiş olması bu saydığım sebeplerden ileri gelmiştir.

    Terhis olan Müjdat’ın tekrar takımındaki yerini almak üzere olması, M. Alinin de lisansının yeniden çıkarılması ihtimalinin bulunması Milli Eğitim Maçlarının ilk haftasında ezeli rakibi Galatasaray’ı yenmekle başlıyan takımımıza bu şampiyonluğu da almak ümidini vermiştir.

    Hafta içinde Macar Antrenörümüzün de gelmesinin katileşmesi ümidimizi arttırmıştır.

    Bu bakımdan takımımızın Milli Eğitim maçlarında daha fazla muvaffak olacağını ve lig maçlarındaki gibi kötü durumlara düşmeyeceğini söyleyebilirim.

    Cihat Arman