Etiket: Mehmet Reşat Nayır

  • Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

    Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

    17 Mayıs 1942 tarihli “Vatan” gazetesinde, “Bir Fenerbahçeli” imzasıyla 35. yılında Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesi yer almış… Böyle yazılar, unuttuğumuz insanları hatırlamak açısından önemli. Her bulduğumuza burada yer vereceğiz. Huzurlarınızda, Bir Fenerbahçeliden kuruluş hikayesi. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kadıköy’den Doğan Güneş

    1907 yılında idi. Türk spor semasında bir güneş doğdu. Kadıköy gençliği başlarında Ziya Nuri, Ayetullah, Enver, Asaf, Yahya olduğu halde Türk spor tarihinde şerefli sayfalar açan, bugün başlı başına bir tarihi olan Fenerbahçe’nin temelini attılar. Bu temiz yuvayı kurdular.

    Fenerbahçe’nin ilk kuruluş günlerinde büyük zorluklara rağmen yılmadan çalışan gençler, her türlü müşkülatı yendiler ve memleket sporuna bu eşsiz denecek yuvayı sarsılmaz bir cemiyet haline getirdiler.

    Fenerbahçe ismini Kadıköyü’nün, o tabiatın bütün güzelliklerini bir araya getirmiş Fenerbahçe’den, renklerini de o zümrüt çayırları süsleyen baharın ilk çiçeği papatyanın sarı-beyaz renginden aldılar.

    İşte bu arada merhum Galip’i, Fuat Hüsnü’yü, meşhur Hasan’ı, Hamit Hüsnü’yü, Tevfik Haccar’ı, Hasan Kamil’i, Kemal Aşki’yi, Mustafa Elkatib’i, Sait Selahattin’i, Yahya’yı Fenerbahçeliler arasına karışmış görüyoruz.

    Birinci Dünya Savaşı

    Fenerbahçe Umumi Harp’ten evvel çok sıkıntı geçirdi. Fakat azimkar gençlerin çalışmasıyla bu buhranlara göğüs gerildi. Kemal Aşkı’nın verdiği bir tek kulübede çalışmalarına devam etti. Ve Moda, Kadıköy, Strugglers’ın yanında yer aldı.

    Fenerbahçe her gün daha kuvvetli bir hale geliyor ve yeni elamanları arasına alıyordu. Elkatip Mustafa’nın geceli gündüzlü çalışmasıyla Türk futbol tarihinde birer yıldız olarak parlayan Zeki’ler, Bekir’ler, Sabih’ler, İsmet’ler, Arif’ler, merhum Sırrı’lar, Ragıp’lar, Fenerbahçe kadrosunda yer aldılar.

    Biz yine Fenerbahçe’nin o şerefli tarihine geçelim : Fenerbahçe bu sırada bir buhran devresi geçirdi. Bekir ve Otomobil Nuri de dahil olduğu halde birinci takımın sekiz dokuz kişisi ayrılarak diğer bir kulübü tesis ettiler. Fakat bu buhran Fenerbahçe’yi sarsmadı. Bilakis daha ziyade çalışamaya sevk etti. İşte bu aradadır ki Fenerbahçe takımında yeni yıldızlar parladı.

    Umumi harp sıralarında idi, gençler memleket müdafaası için vatan sınırlarına koştular. Spor faaliyeti sekteye uğradı. İşte bu buhranlı devrede merhum Sabri Toprak‘ı Fenerbahçe’nin başında görüyoruz. Bu büyük insanın himmeti ile Fenerbahçe bu arada yeni bir binaya da sahip oldu ve Kuşdili’ndeki yanan binaya yerleşti.

    Fenerbahçe asıl tarihini, o ölmez sevgisini mütareke yıllarındaki galibiyetleriyle yaptı. Sevgisini bir mezhep haline getirdi. Her önüne gelen ecnebi takımını yenerek spor tarihimizde şerefli sayfalar açtı.

    Fenerbahçe tarihinde Mustafa Elkatip’ten sonra merhum Mocuğu da unutmamak icap eder. Mocuk zamanın Mustafa’sı olmuştu. Onun çalışmasıdır ki Büyük Fikret, Muzaffer, Niyazi, Mehmet Reşat gibi futbol yıldızları parladı.

    Bütün Sporlarda Fenerbahçe

    Fenerbahçe futbolda olduğu gibi diğer spor sahalarında da başta yer aldı. Bilhassa teniste memlekete, merhum Galipleri, Suatları, Sedatları, Zekileri, Saitleri, Tevfikleri kazandırdı.

    Denizde, atletizmde de büyük muvaffakiyetler gösterdi. Fenerbahçe’ye hizmet edenler arasında merhum Sabri Toprak, sporcu Hariciye vekilimiz Şükrü Saracoğlu, eşsiz sporcu Galip, Ali Muhiddin Hacıbekir, Zeki Rıza Sporel, Hasan Kamil, Fuat Hüsnü, Hamit Hüsnü, Tevfik Taşçı, Hayri Celal, Muvaffak Menemencioğlu’nun isimlerini zikredebiliriz.

    Fenerbahçe tarihinde açılmış bir şerefli yaprak daha var. O da Ebedi Şef Atatürk’ün kulübü ziyaretinde hatıra defterine kaydettiği birkaç satırdır. Büyük kurtarıcı ihtisaslarını şöyle ifade ediyor:

    “Fenerbahçe Kulübü’nün her tarafta mazharı takdir olmuş bulunan asarı mesaisini işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbabı himmetini tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası ancak bugün müyesser olabilmiştir. Takdirat ve tebrikatımı buraya kayd ile mübahiyim”

    Fenerbahçe tarihini süsleyen şerefli sayfalar arasında Slavya, El-İttihad galibiyetleri ve daha bunun yüzlerca açılmış zafer sayfaları da vardır.

    Fenerbahçe’nin ölmez bir tarihi, şerefli bir mazisi var ve bundan sonra da daha bir çok sayfalar açılacaktır.

    Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

  • Fenerbahçe’nin 50. Yıl Törenleri I

    Fenerbahçe’nin 50. Yıl Törenleri I

    1957 gibi özel bir yıl, Fenerbahçe tarihinin en büyük hayal kırıklıklarından birine sahne oldu. Büyük bir coşkuyla yapılması beklenen törenler idare heyetinin aldığı kararlar yüzünden çok az kişiyle gerçekleştirildi. Yine de birbirinden güzel enstantaneler yaşandı. Fenerbahçe’nin 50. yıl törenleri I, detayları ile dönemin Cumhuriyet gazetesinden karşınıza geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bayramın İlk Günü

    Daima iyiye yürüyerek 50 seneye kadar yükselmiş olan Fenerbahçe, dün Dolmabahçe Stadı’nda 50. yıl bayramının ilk gününü kutladı.

    Sertçe geçen rüzgara, kapalıca havaya, idare heyetinin yüksek fiyatla satışa çıkardığı biletler de eklenince merasim az bir seyirci topluluğu önünde yapılmak zorunda kaldı.

    Saat 14:30’da merasim başladı. Önce Deniz Eğitim Bandosu olduğu halde bayrağı taşıyan Altan, flamayı taşıyan Karabelen, 50. yıl bayrağını taşıyan Ayten’i müessisler, idare heyeti, eski şampiyonlar, denizciler, basketbol ve voleybol kız ekipleri, voleybol ekibi, basketbol yıldız, genç ve (A) takımları boks, ping-pong takımları, atletizmin üç ekibi ve yıldız, genç ve (A) futbol takımları takip ettiler. Az olmasına rağmen, seyirciler tarafından hararetle alkışlandılar.

    Konuşmalar ve Ödül Töreni

    İlk sözü kürsüye gelen Vali ve Belediye Reisi Fahrettin Kerim Gökay aldı. Veciz bir hitabede bulunarak “Fenerbahçe Türk milletinin malı olmuştur, var olsun” dedi. Fenerbahçe’ye Vali ve Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin yolladığı buketler sunuldu.

    Umumi Katip Ertuğrul Akça söz alarak Fenerbahçe’ye karşı gösterilen alakaya teşekkür etti. Merhum Ali Naci Karacan adına kulübe bir kupa hediye edildi. Galatasaray kulübü mümessili Semih Türkdoğan sarı-kırmızılıların bir buketini hediye etti. Hakkı Yeten de Beşiktaş adına tebrikatta bulundu.

    Müteakiben Fenerbahçe’ye emeği geçmiş zevata törenle madalyaları verildi.

    En enteresan tevzi en eski Fenerbahçeli Mustafa Elkatib‘e madalyası verilirken oldu. Emektar Fenerbahçeli ağlıyordu. İlk şampiyon takımın soliçi Sait Selahattin Cihanoğlu’na madalyasını Fenerbahçe’nin en genç futbolcusu Ergun Öztuna verdi.

    Kızılay teşkilatı ise Fenerbahçe flamasına en büyük nişanını taktı.

    Tekaütler Maçı

    Program mucibince tekaütler maçı Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynandı. Eskinin şöhretleri klaslarını kaybetmediklerini saha yabancılığı çekmelerine rağmen Dolmabahçe’de de gösterdiler.

    Hüsamettin, Lebip, Fazıl (Püzant), Necdet, Halil, Semih, Esat, Müzdat, Ahmet, Boncuk Ömer, Mehmet Reşat ve Bedri’nin yer aldığı Fenerbahçe takımı; Avni, Necmi, Reha, Celal, Eşfak, Musa, Cici Necdet, Selahattin, Fazıl, Danyal’ın oynadığı Galatasaray takımı ile Nurettin Otmar Savcı’nın idaresinde hakikaten çetin bir karşılaşma yaptılar. Bir penaltı kaçıran Galatasaraylılar sahadan 0-0 berabere ayrıldılar.

    Fenerbahçe'nin 50. Yıl Törenleri I
    Fenerbahçe’nin 50 Yıl törenleri I

  • Fenerbahçe’nin Santrforu Yaşar Yalçınpınar

    Fenerbahçe’nin Santrforu Yaşar Yalçınpınar

    Bir tanesi de bizim sitemizde yayınlanan “Tarihte Bugün” sayfalarında, bazen sadece “Yaşar” olarak, bazen de soyadıyla “Yaşar Yalçınpınar” şeklinde rastlamışsınızdır ismine… O da hiç hak etmediği halde, unutulup gidenlerden biri… Daha doğrusu, Türk futbolunun 1959 öncesini silmek isteyenlerin unutmak istediklerinden biri… Fakat, hayır! Bizler onu ve arkadaşlarını unutturmayacağız.

    Yaşar Yalçınpınar’ın yeğeni, sayın Zafer Yalçınpınar, kendi sitesinde onun hakkında çok güzel bir metin kaleme almış. Biz müsaadesiyle yazıyı buraya da aldık. Fakat yazıya geçmeden önce bizim de birkaç katkımız olsun istedik.

    6 Haziran 1937 tarihinde Fenerbahçe Spor Kulübü, Kadıköy’de 29. kuruluş yıldönümünü kutluyordu. Sporcuların resmî geçidinden sonra, ilk olarak Fenerbahçe-Güneş tekaütleri maçı oynandı, sonra da Fenerbahçe birinci takımı Rapid Wien ile karşılaştı… Aynı saatlerde İstanbul’un Avrupa yakasında Taksim Stadı’nda ise Ankaragücü, Galatasaray ile maç yapıyordu. Yaşar Yalçınpınar’ın hat-trick yaptığı bu müsabaka için mikrofonlarımız Akşam gazetesinde…

    Bu hafta millî kümenin yegane maçı olan Galatasaray-Ankaragücü karşılaşması dün iki-üç bin seyirci önünde Taksim Stadı’nda oynandı.

    Galatasaray takımı şöyle idi:
    Sacid, Reşat, Lütfi, Ekrem, Hayrullah, Suavi, Necdet, Eşfak, Süleyman, Haşim, Bülent

    Ankaragücü de en kuvvetli şeklini muhafaza ediyordu.

    Dördüncü dakikada Ankaragücü sol açığı Hamdi’nin şandellediği topu karşılamak üzere çıkan Sacid, Galatasaray kalesini boş bıraktı ve top Güc’ün en tehlikeli muhacimi Yaşar’a geçince Lütfi de boş kaleye geçti. Yaşar topu kaleye gönderdi ve Lütfi eliyle tutmak mecburiyetinde kaldı. Bu suretle penaltıdan Ankaragücü ilk dakikalarda birinci golünü (Şükrü) yaptı.

    Bu devrede maç hemen hemen mütevazin oldu, fakat Galatasaray muhacimleri hayli beceriksizlikler yaparak mühim fırsatlar kaçırdılar. O kadar ki kırk dördüncü dakikada Ankaragücü aleyhine verilen penaltıyı bile gole çeviremediler. Devre 1-0 Ankaralılar lehine bitti.

    İkinci devre başında Güçlüler, Galatasaray’ın üstünlüğünü bertaraf etmeye muvaffak oldular. Galatasaray kalesinin üst üste tehlikeli ziyaretlerine maruz kaldığı görülüyordu. Nitekim Yaşar 17. ve 18. dakikalarda birbiri arkasına iki gol çıkararak takımını 3-0 galip vaziyete çıkardı.

    Galatasaraylıların artık muhakkak bir mağlubiyeti kabul edecekleri tahmin edilirken sarı kırmızılılar yeniden hücuma geçtiler ve 20. ve 21. dakikalarda iki gol çıkardılar.

    Maç en heyecanlı safhasına girmişti. Galatasaraylılar bir gol daha çıkararak beraberliği kurtarmak için çabalıyorlardı. Muhakkak bir galibiyeti tehlikeye düşüren Güçlüler de yeniden bir sayı çıkarmak için uğraşıyorlardı. Güçlüler bu mücadeleden galip çıktılar. Yaşar, 31. dakikada bir gol daha atarak kati şeklini verdi ve Güçlüler sahadan 4-2 Galip çıktılar.

    4 Nisan 1938 tarihli Haber gazetesinden

    Araştırmacı Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre Yaşar Yalçınpınar, Fenerbahçe formasını ilk kez 3 Nisan 1938 tarihinde oynanan İstanbul Şildi Çeyrek Final maçında giydi ve İstanbul’un sarı-lacivert formasıyla ilk golünü de yine bu maçta attı. Bu bilgiyi doğrulayan Eşref Şefik Bey, Tan gazetesindeki maç yazısına şöyle başlıyordu :

    İstanbul futbol ajanlığı tarafından tertip edilen şilt maçlarına, dün Fener Stadı’nda devam edildi ve hakem Adnan Akın’ın idaresinde Fenerbahçe ile Anadolu kulüpleri karşılaştılar.

    Fenerbahçe takımı Ankaragücü merkez muhacimi Yaşar’ı kadrosuna alarak şu şekilde çıkmıştı:

    Hüsamettin, Lebip, Fazıl, Reşat, Angelidis, Fikret, Naci, Ali Rıza, Yaşar, Bülent, Orhan

    1 Mayıs 1938 tarihli Ulus gazetesinden

    Fenerbahçe 1938’de Millî Küme’ye devam etmediği için bol bol özel maç yaptı.

    Bunlardan ikisi 30 Nisan ve 1 Mayıs tarihlerinde Ankara’da oynandı.

    İlkinde Fenerbahçe, Ankaragücü/Gençlerbirliği karmasını 3-2 yendi.

    İkincisi yine aynı iki takım arasında oynandı ve bu defa (Fenerbahçe ilk yarıyı 4-0 önde kapatmasına rağmen, herhalde biraz da rehavetle) 5-5 berabere bitti. Fenerbahçe’nin birinci ve üçüncü gollerini Yaşar Yalçınpınar attı. Ulus gazetesinin haberine bakılacak olursa, birinci gol Fikret Arıcan’ın pasıyla gelmiş; üçüncü gol ise 39. dakikada Yaşar’ın karışık bir vaziyetten istifade etmesiyle yapılmıştı.

    Tarihe not düşmek adına, bir parantez açıp bu iki maçta Fenerbahçe’de ve karma takımlarda oynayan futbolcuları yazalım…

    Fenerbahçe : Hüsamettin Böke, Necdet Erdem, Lebip Elmas, Yorgo Angelidis, Yaşar Alpaslan, Fazıl Arzık, Mehmet Reşat Nayır, Fikret Arıcan, Esat Kaner, Niyazi Sel, Ali Rıza Tansı, Yaşar Yalçınpınar, Naci Bostancı, Şaban Topkanlı, Orhan Canpolat

    Ankaragücü/Gençlerbirliği Karması : Rahim Kotan, Nuri Togay, Enver Erlat, Keşfi Tarlan, Nusret Göktuna, Semih Sözer, Abdül Küçüktaşkıner, Selim Baykurt, Ali Anul, Hasan Pulat, Fahri Akay, Ali Rıza Arda, Mustafa Yılmaz

    Yeni sezon geldi, çattı.

    Ve Fenerbahçe, 2 Ekim 1938’de 1938-1939 İstanbul Ligi’nin ilk maçına çıktı.

    Rakip Beşiktaş o sezon fırtına gibi esecek, 18 maçın sonunda hiç yenilmeden ve sadece üç kez berabere kalarak İstanbul Şampiyonu olacaktı.

    O Beşiktaş ilk yarıyı 2-0 önde kapattı ama Akşam gazetesinde maçı yazan Ulvi Yenal’a göre ikinci yarının 11. dakikasında Yaşar’ın yerden çektiği çok sıkı bir şut, güzel bir plonjon yapıp topa yetişen Beşiktaş kalecisi Mehmet Ali’yi geçip gol oldu. Üstüne bir gol de Fikret Arıcan atınca, maç 2-2 berabere sonuçlandı.

    30 Ocak 1939 tarihli İkdam gazetesinden

    Yaşar Yalçınpınar, bu tarihten sonra 25 Aralık 1938’e kadar oynamadı veya oynasa bile gol bulamadı.

    Fakat bundan sonra da üst üste tam altı İstanbul Ligi maçında bir oynadı, pir oynadı. 7 gün arayla, 6 maçta, tam 12 gol attı.

    25 Aralık 1938’de, 6-1 biten maçta Hilal’e 3 gol,
    1 Ocak 1939’da, 6-2 biten maçta Beykoz’a 2 gol,
    8 Ocak 1939’da 7-0 biten maçta Süleymaniye’ye 2 gol,
    15 Ocak 1939’da 8-1 biten maçta İstanbulspor’a 2 gol,
    22 Ocak 1939’da 8-0 biten maçta Topkapı’ya 2 gol,
    29 Ocak 1939’da 3-2 biten maçta Galatasaray’a 1 gol.

    Galatasaray maçındaki golü için sözü yine gazetelere bırakalım..

    Altıncı dakikada Ali Rıza topu uzaktan Galatasaray kalesine doğru ortaladı. Lütfi kale önüne düşen topu güzel bir degajmanla uzaklaştırdı. Top santraya doğru ilerlemiş olan Yaşar’ın önüne düştü. Yaşar’ın da Galatasaray kalesine kadar inen uzun bir şandelini görüyoruz. Osman kaleden çıkarak bu şandeli yumrukla uzaklaştırdı. Akını gayet iyi bir şekilde takip eden Mehmet Reşat topu havadan kalenin önüne doğru vurdu. Santrfor Yaşar yakaladığı topu yerden Galatasaray kalesine gönderdi. Lütfi ile Osman aynı zamanda plonjon yaptılar. Lütfi’nin hareketi kaleciyi şaşırttığı için Osman topu tutamadı. Yaşar’ın ikinci bir sol şutu yerden ağları buldu.

    Fenerbahçe, ligi Beşiktaş’ın arkasından ikinci bitirdi ve Türkiye Şampiyonluğu maçları için Millî Küme’ye gitmeye hak kazandı.

    Evet, Fenerbahçe hak kazandı ve maçlara da (19 Mart’ta Vefa, 25 Mart’ta Ankaragücü ile karşılaşarak) başladı ama kulüpte ortalık karışıktı. Cumhuriyet gazetesinde durum şöyle özetleniyordu :

    1938 Millî Küme maçlarına katılmayan Fenerbahçe’de müessisler umumi heyeti bir toplantı yapmış ve Millî Küme talimatnamesinde kulüp idare heyetinin tadilini istediği noktalara hiçbir cevap verilmemiş olması dolayısıyla maçlara iştirak etmemeye karar vermişti. Fenerbahçe idare heyeti azasından bir zat da Müessesan heyetinin verdiği kararı Galatasaray kulübüne bildirmişti. Fakat Fenerbahçe’nin Müessesan ve idare heyetlerinin bu hususta vermiş oldukları kararı geç vakit protesto eden Fenerbahçe futbolcuları verilen bu kararı tanımayarak sahaya çıkmak arzusunu göstermişler ve soyunmuşlardır.

    Gazetelerde aynı anda Fenerbahçe Kulübü’nün ve futbolcuların tebliğleri yayınlandı.

    Kulüp idaresi, “Fenerbahçe Spor Kulübü’nün otuz bir sene gibi uzun bir spor hayatı devresinde tesadüf etmediği bir vaziyet karşısında kaldığı ve idare heyeti kararına muhalif olarak bazı oyuncuların isyankar hareketlerde bulunduklarını teessürle kaydetmekteyiz. Bu dakikada müşevvik ve muharrikler hakkında muktezi tahkikatın yapılmakta olduğu ve taayyün edecek vaziyete göre en şiddetli disiplin cezaları verilerek tatbikinin fevkalade olarak davet edilecek Müessisler heyetine bildirilmesi takarrür etmiştir” açıklamasını yaptı.

    Bazı futbolcular ise buna mukabil, “Biz sahada teşkilatın emrettiği oyunu oynamakla mükellefiz. Bu sene de geçen seferki gibi bir ihtilafa yol açmamak için bu fedakarlığı yaptık” diyorlardı.

    Neticede olan yine Fenerbahçe’ye oldu. Ligin ilk 7 maçında 6 galibiyet ve sadece 1 yenilgi alan Fenerbahçe, koskoca ikinci devrede tek bir maç bile kazanamadı ve 2 beraberlik, 5 yenilgi sonrası 1939 Millî Küme’sini 5. sırada bitirdi.

    Sezonun sonunda Galatasaray,1959 öncesindeki tek Türkiye şampiyonluğunu, oldukça tartışmalı (ve yarıda kaldığında geride oldukları) bir maçtan sonra Federasyon kararıyla kazanacaktı.

    Bu arada Yaşar Yalçınpınar da Mayıs ayından 1 Ekim 1939’daki İstanbul Ligi açılışına, Galatasaray maçına kadar forma giymedi.

    2 Ekim 1939 tarihli Akşam gazetesinden

    1939-1940 İstanbul Ligi’ni de Beşiktaş şampiyon, Fenerbahçe ikinci olarak bitirdiler.

    Yaşar Yalçınpınar ilk dört maçın üçünde, Topkapı’ya, Beşiktaş’a ve Süleymaniye’ye birer gol attı. Daha sonra Hilal ve Süleymaniye maçlarında bir kez daha fileleri havalandırırken gördüğümüz santrforumuz 14 Ocak 1940 – 25 Mayıs 1940 arasında iki özel maç haricinde suskunluğa büründü.

    Bu arada Yaşar Yalçınpınar, Fenerbahçe kariyeri boyunca Galatasaray’a attığı 4 golün ikisini 30 Ekim 1939 tarihli “Cumhuriyet Bayramı Kupası” maçında kaydetti ama maç pek de bayram havasında geçmediği gibi, üstüne bir de ikinci yarıda çıkan kavga yüzünden yarım kaldı.

    Cumhuriyet gazetesi maçtan sonra “Gençliğin spor yapmasını, seyircinin spor zevkini bu gibi müessif vak’alarla ihlale kimsenin hakkı yoktur. Otuz küsur seneden beri muhtelif vesilelerle namütenahi maçlar yapmış olan bu güzide iki kulübün maçı, iyi düşüncelerle tertip edilmiş, fakat tevil edilmez bir tatsızlık içinde yarım kalmıştır” yazdı.

    Aynı gün İstanbul Matbuat takımı da Fenerbahçe-Galatasaray tekaüt karmasıyla bir maç yapacaktı ama “iki eski kulübün on bir oyuncuyu toplayamamış olması sebebiyle” Matbuat takımı seremoni yaptı ve hükmen galip ilan edildi. Bunlar da böyle yıllardı işte…

    Nerede kalmıştık? 1940 Millî Küme… Evet…

    Türkiye Şampiyonluğu müsabakaları, 24 Mart 1940 tarihinde, Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı 5-1 yendiği maçla sona eren İstanbul Ligi’nden sadece bir hafta sonra, 31 Mart 1940’da başladı.

    Takvimler 7 Temmuz 1940”ı gösterdiğindeyse, Fenerbahçe, Beşiktaş’ı yine 5 golle (bu sefer 2’ye karşı) yendi ve dördüncü kez Türkiye Şampiyonu oldu.

    Yaşar Yalçınpınar oynanan 14 maçın 9 tanesinde forma giyerken, rakip kalelere 4 gol bıraktı. Bunların ikisini Beşiktaş ile yapılan son maçta atarak şampiyonluğu perçinledi.

    21-22 Eylül 1940 tarihlerinde Fenerbahçe, Türkiye Futbol Şampiyonluğu finali için Ankara’ya gitti. Fakat aynı hafta sonu İstanbul’da da ligin açılış maçları oynanacak ve geçmiş yılların Türkiye Şampiyonluğu kupaları dağıtılacaktı.

    İstanbul Ligi’nin açılış maçını Beşiktaş ile yapacak olan Fenerbahçe “Ne yardan, ne serden” dedi ve (“Büyük” Fikret Arıcan, “Küçük” Fikret Kırcan ve Yaşar Yalçınpınar takviyeli kadrosuyla çıktığı maçta) Eskişehir Demirspor’la 0-0 berabere kaldı. Sonra adı geçen üç oyuncu İstanbul’a geri dönüp Beşiktaş maçına çıktılar.

    Fakat Fenerbahçe hem ikinci maçta Ankara’da Eskişehir’e 3-1 yenilip Türkiye Şampiyonluğu’ndan oldu, hem de İstanbul’da Beşiktaş’a yenilip lige dezavantajlı başladı.

    Eskişehir Demirspor, kaderin bir cilvesiyle şampiyonluk şildini Dışişleri Bakanı ve Fenerbahçe Başkanı Şükrü Saracoğlu’nun elinden alırken, Fenerbahçe de İstanbul’da 1937 ve 1940 Millî Küme şampiyonluklarının kupasını (İngiltere Kralı’nın Türkiye ziyaretinde Atatürk’e hediye edilen adeta sanat eseri gibi bir mükafatı) müzesine götürmek üzere törenle teslim alıyordu.

    Artık bu güzel hikayenin “bizim tarafımızdan” sonuna doğru geliyoruz…

    1940-1941 sezonu Fenerbahçe için şampiyonluklardan uzak geçti. İstanbul Ligi’ni yine Beşiktaş , bu sefer 18’de 18 yaparak kazanırken, hemen sonrasında Millî Küme’yi de birinci bitirdi ve Türkiye Şampiyonu oldu.

    Yaşar Yalçınpınar, İstanbul Ligi’nin ilk beş maçında forma giyip, sadece bir gol atabildi.

    Sonrasında 6 maç sahaya çıkmadı. Derken…

    Ligin ilk yarısında tek golü attığı Kasımpaşa karşısına bir çıktı, 1938’deki gibi pir çıktı.
    5 Ocak 1941’de, 4-0 biten maçta Kasımpaşa’ya 1 gol,
    12 Ocak 1941’de, 6-0 biten maçta Süleymaniye’ye 3 gol,
    26 Ocak 1941’de, 5-2 biten maçta Beyoğluspor’a 1 gol,
    2 Şubat 1941’de, 3-1 biten maçta Topkapı’ya 1 gol,
    9 Şubat 1941’de, 3-0 biten maçta Vefa’ya 1 gol,
    23 Şubat 1941’de, 4-1 biten maçta İstanbulspor’a 1 gol attı. Arada sadece Beşiktaş maçını boş geçmişti. 1940 İstanbul Ligi böylece bitti.

    Fakat Yaşar Yalçınpınar’ın Galatasaray’a atılacak bir golü daha vardı.

    9 Mart 1941 Pazar günü iki ezeli rakip Şeref Stadı’nda, Dörtler Kupası maçında karşı karşıya geldiler. Fenerbahçe, 80. dakikada “Küçük” Fikret Kıcan’ın ayağından bir gol bulup 1-0 öne geçti. Maç tam bitmek üzereyken, 90. dakikada Yaşar Yalçınpınar sol ayağıyla yerden sert bir şut çekti ve onun bu “son derbi golü” ile Fenerbahçe maçı 2-0 kazandı.

    1940-1941 Millî Küme Şampiyonası, Yaşar Yalçınpınar’ın Fenerbahçe’de forma giydiği son sezon oldu.

    18 maçın yalnızca 4 tanesinde oynayabildi.

    24 Mayıs 1941’de Fenerbahçe, bir sezon önce Türkiye Şampiyonluğu’nu kaybettiği Eskişehir Demirspor’u 3-1 yendi. O gün maçı stadyumda izleyenler Yaşar’ın Fenerbahçe için attığı son gole şahit olmuşlardı.

    7 Temmuz 1941 tarihinde gazetelerde Fenerbahçe’nin Maskespor’u 3-0 yendiği maçın kadrolarına bakanlar ise, Yaşar Yalçınpınar’ı son kez Fenerbahçe on birinde gördüler.

    1940 Türkiye Şampiyonluğumuzun mimarlarından Yaşar Yalçınpınar… Attığı gollerden sonra Fenerbahçe taraftarının yaptığı sevinç tezahüratları hâlâ evrenin bir yerlerinde yankılanıyor.

    Onu asla unutmayacağız. Umuyoruz ki kulübümüz de unutmaz.

    FenerbahceTarihi.org


    Söz Zafer Yalçınpınar Beyefendi’nin…

    Aslında, büyükamcam (babamın amcası) Yaşar Yalçınpınar’ın futbolculuk geçmişine ilişkin fazla bilgi sahibi değiliz. Büyükamcam, garip bir şekilde, 1933-1945 yılları arasında futbol oynadığı döneme ilişkin hiç konuşmazdı. Mizacı böyleydi. Televizyonda bir futbol maçı izlerken kendini kaybedip futbolcuların davranışları, skor ya da oyunun gidişatı üzerine bir şey söylediğini de hatırlamıyorum. Her zaman sessiz sessiz oturur, dikkatlice maçı izlerdi. Ben okuduğum lisenin basketbol takımı ile D.S.İ.’nin basketbol takımında oynarken, birkaç kez beni yanına çekerek “Antrenmanlar nasıl gidiyor?” diye sorması ve arada bir “İyi antrenman yapmalısın. Çünkü basketbol yorucu oyundur, futbol gibi değildir. Futbolda top sende değilken dinlenebilirsin ama basketbolda hiçbir zaman dinlenemezsin!” demesinin dışında spor ya da futbol hakkında bana bir şey söylediğini hatırlamıyorum. Bununla birlikte, 50’li yılların sonuna doğru futbolun endüstrileşerek değişmesini, büyükamcamın futbol geçmişini kayıt altına alacak (buna merak duyacak) bir evlâdının olmaması ile ailemin benden önceki kuşağının futbola ve tarihine yeterince ilgi duymamasını da büyükamcamın -özellikle futbol konusunda- takındığı içe dönük mizacın nedenleri olarak görebiliriz. Sonuçta, babamın büyükamcam hakkında aktardıkları dışında tutarlı bir bilgiye sahip değiliz.

    Büyükamcam 1914’te Kadıköy’ün Kuşdili semtinde doğuyor. Santrfor Yaşar Yalçınpınar, 30’lu yılların ortasında genç bir delikanlıyken Kuşdili semtindeki arkadaşlarıyla futbol oynamaya başlamış. Kuşdili’nde, sokakta, bir duvarın önünde sürekli olarak duvara topu göndererek sağ ayak sol ayak paslaşma çalışması yaparmış. Arkadaşlarının arasında çok azimli, hırslı, içine kapanık, ters ve inatçı biri olarak tanınırmış gençliğinde… 1936 öncesinde semt takımları arasında oynanan birçok özel maça katılmış. Büyükamcamın Moda, Üsküdar ve Kuşdili’nin yanı sıra Büyükada, Heybeliada, Kınalıada semti takımları için forma giydiğini ve birçok kez İstanbul Karması’nda yer aldığını da ancak eski fotoğraflardan öğrenebiliyoruz.

    Santrfor Yaşar, 1934-35’te büyükteyzem Meral ile tanışıyor ve evlenmeye karar veriyorlar. Büyükamcamın evlilikten önce askerlik ödevini tamamlaması gerekiyor. Askerliği Ankara’ya çıkıyor ve İmalat-ı Harbiye fabrikasında kasatura kalıp ustası olarak çalışıyor. Orada büyükamcamın futbola olan ilgisini, kabiliyetini farkediyorlar ve Ankaragücü takımına alıyorlar. Santrfor Yaşar, Ankaragücü’nde çok başarılı maçlar çıkarıyor; 1935-36 sezonunda Ankaragücü formasıyla Ankara Ligi şampiyonluğu yaşıyor. 3 Mayıs 1936’da Ankaragücü’nün Galatasaray’ı 3-2 mağlup ettiği maçta Ankaragücü’nün gollerinden birini büyükamcam atıyor.

    “Fenerbahçe Tarihi” adlı kapsamlı ve sıkı kitabın yazarı Dr. Rüştü Dağlaroğlu, büyükamcamın Fenerbahçe Spor Kulübü’ne Üsküdar’daki “Anadolu” kulübünden 1938 yılında transfer olduğunu not düşmüş. Ancak bizim bu konuda -ailece- bildiğimiz ise büyükamcamın Ankaragücü’nde oynarken, dönemin Fenerbahçe Başkanı Sn. Ali Muhittin Hacı Bekir tarafından kulübe transfer edildiğidir. Fenerbahçe’nin eski başkanlarından Sn. Faruk Ilgaz Bey ise büyükamcamın Kuşdili’nde tanınan ve kabiliyetli bir futbolcu olduğunu, Ankaragücü’nden önce de Fenerbahçe tarafından bilindiğini ve takip edildiğini ifade ediyor.

    Fenerbahçe Spor Kulübü müze müdürü Sn. Alp Bacıoğlu’yla birlikte kulübün kayıtlarına baktığımızda, büyükamcamın 1938-1941 yılları arasında toplamda 75 resmi ve özel maçta Fenerbahçe forması giydiği, toplamda da 60 golün sahibi olduğunu öğreniyoruz. 29 Ocak 1939 tarihinde Fenerbahçe Futbol Takımı, İstanbul Ligi maçında Fenerbahçe Stadı’nda Galatasaray’ı 3-2 mağlup ederken gollerin ikisini Yaşar Yalçınpınar ve birini de Esat Kaner atıyor. 30 Ekim 1939′da Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanan Cumhuriyet Bayramı Kupası maçında, Fenerbahçe 1-0 gerideyken santrfor Yaşar Yalçınpınar üst üste iki gol atıyor ve skoru 2-1′e getiriyor. Bunun üzerine maçın 65. dakikasında olaylar ve arbede çıkıyor. Maç tatil ediliyor, Fenerbahçe kupayı hükmen kazanıyor!* 30 Ekim 1940’ta, Fenerbahçe Futbol takımı, Fenerbahçe Stadı’nda oynanan Vatan Kupası maçında Galatasaray ile 3-3 berabere kalırken Fenerbahçe’nin gollerini Esat Kaner, Melih Kotanca ve Yaşar Yalçınpınar atıyor. 1940 yılında Fenerbahçe formasıyla milli küme şampiyonluğu yaşıyor. Büyükamcam, en ünlü golünü Romanya’yla oynadığımız özel bir milli maçta atıyor: Milli takımımız 1-0 gerideyken 30-35 metreden çok sert bir şut, gol oluyor. Kaleci yerinden kıpırdayamıyor bile.

    Sn. Faruk Ilgaz Bey, 11 Şubat 2011 tarihli Fenerbahçe Gazetesi’nde dönemin futbolcularına ve futbol ruhuna ilişkin olarak şu satırları kaleme almış:

    “(…)Eski günlerde Fenerbahçe Stadı ilkel olduğu zamanda Kadıköy’deki futbola meraklı gençler mahalleler asındaki çeşitli arsalarda maçlar yapıyorlardı. O tarihlerde Kadıköy’ün muhtelif semtlerinden: Moda, Kuşdili, Bakla tarlası, Kızıltoprak, Erenköy, Bostancı, Hasanpaşa, İbrahimağa mahallelerindeki çayır ve arsalarda yetişen gençler çoğunlukla Fenerbahçe kulübüne giriyorlardı.
    Bu anlamda zaman içinde, Moda’dan; Esat Kaner, Kuşdili’nden; Yaşar Yalçınpınar, Bakla tarlası’ndan; Fikret ile Semih Arıcan ve Bülent Büyükyüksel, Erenköy’den; Fikret Kırcan, Erol Keskin ile Naim Şukal ve Hasanpaşa’dan; Halit Deringör, Müjdat Yetkiner, Sabri Kiraz ve Zeynel Üner temayüz ederek Fenerbahçe’ye gelmişler ve onun şampiyonluklarında emek vermişlerdi. (…)”

    Santrfor Yaşar Yalçınpınar’ın 1938’de ve sonrasındaki senelerde Fenerbahçe takımındaki en yakın arkadaşları şöyle: Esat Kaner, Taka Naci, Fikret Kırcan, (Çingene) Lebib Elmas, Zeynel Üner ve Müjdat Yetkiner… Esat Kaner’le, Zeynel Üner’le ve Lebib Elmas’la dostluğu çok daha derin, çok daha sıkı dostlar… Büyükamcam, Zeynel Üner’e “Zogo” diye hitap edermiş, arkadaşları arasında Zeynel Üner’in lakabı “Zogo”ymuş. Zogo Zeynel ava çıkmayı çok severmiş, birkaç kez amcamla birlikte ava çıkmışlar. Böylesi dostlukları ve yaşantıları incelediğimizde, günümüzdeki endüstrileşmiş futbol ile o dönemdeki semt futbolu ruhunun çok önemli bir karşıtlık oluşturduğunun farkına varmaktayız.

    1970’li yıllarda eşi Meral’in parkinson hastalığına yakalanmasının ardından büyükamcamın suskunluğunun arttığı ve yaşama sevincinin azaldığı da ailemiz arasında bilinmektedir. Büyükamcam santrfor Yaşar Yalçınpınar, hayatının son yıllarını Marmara Adası’ndaki yazlığımızda büyükteyzem Meral’le birlikte geçirdi. Büyükteyzem Meral 8 Aralık 1987’de, santrfor Yaşar ise 18 Ağustos 1998’de vefat etti. (Büyükamacam vefat ettiğinde Sn. Faruk Ilgaz Bey, Erenköy’deki evimize taziye ziyaretine gelmişti. 2009 yılında -Lefter heykelinin açılışında- Sn. Faruk Ilgaz Bey’le karşılaştık ve babamla birlikte elini öptük. Sn. Faruk Ilgaz Bey, bize, amcamı ve futbolculuğunu çok sevdiğini ifade etti.)

    Sonuçta, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 1/1/1933 giriş tarihli ve 582 numaralı üyesi olan büyükamacam santrfor Yaşar Yalçınpınar hakkında bildiklerimiz -şimdilik- bu yazıda aktarmaya çalıştıklarımızdan ibarettir. Eminim ki Sn. Faruk Ilgaz ve Sn. Zeynel Üner, büyükamcamın futbol yaşantısı hakkında birçok şey biliyorlardır; çeşitli ayrıntılara, anılara, hikâyelere vâkıflardır.

    Bu yazıyı Sn. Zeynel Üner Bey’in Sn. Faruk Ilgaz Bey’e aktardığı ilginç bir anıyla bitirmek yerinde olacaktır:

    “Futbolcu arkadaşım Yaşar Yalçınpınar ve kız arkadaşlarımızla Belvü Gazinosu’nda oturuyorduk. Bir de baktık ki, o tarihte kulübümüz yönetim kurulunda vazife görmekte olan, sonradan Fenerbahçe Kulübü başkanı olacak Hacı Bekir Bey orada idi. Biz utanç ve şaşkınlık içinde iken, nur içinde yatsın, Hacı Bekir Bey bize bir garson ile zarf içinde 40 lira göndermişti.. Hesabı ödememiz için!..”

    Zafer Yalçınpınar

  • 35. Senesinde Fenerbahçe’nin Kuruluş Hikayesi

    17 Mayıs 1942 tarihli “Vatan” gazetesinde, “Bir Fenerbahçeli” imzasıyla Fenerbahçe’nin kuruluş yıllarının hikayesi… Böyle yazılar, unuttuğumuz insanları hatırlamak açısından önemli. Her bulduğumuza burada yer vereceğiz. Keyifli okumalar.

    * * * * * *

    1907 yılında idi. Türk spor semasında bir güneş doğdu. Kadıköy gençliği başlarında Ziya Nuri, Ayetullah, Enver, Asaf, Yahya olduğu halde Türk spor tarihinde şerefli sayfalar açan, bugün başlı başına bir tarihi olan Fenerbahçe’nin temelini attılar. Bu temiz yuvayı kurdular.

    Fenerbahçe’nin ilk kuruluş günlerinde büyük zorluklara rağmen yılmadan çalışan gençler, her türlü müşkülatı yendiler ve memleket sporuna bu eşsiz denecek yuvayı sarsılmaz bir cemiyet haline getirdiler.

    Fenerbahçe ismini Kadıköyü’nün, o tabiatın bütün güzelliklerini bir araya getirmiş Fenerbahçe’den, renklerini de o zümrüt çayırları süsleyen baharın ilk çiçeği papatyanın sarı-beyaz renginden aldılar.

    İşte bu arada merhum Galip’i, Fuat Hüsnü’yü, meşhur Hasan’ı, Hamit Hüsnü’yü, Tevfik Haccar’ı, Hasan Kamil’i, Kemal Aşki’yi, Mustafa Elkatib’i, Sait Selahattin’i, Yahya’yı Fenerbahçeliler arasına karışmış görüyoruz.

    Fenerbahçe Umumi Harp’ten evvel çok sıkıntı geçirdi. Fakat azimkar gençlerin çalışmasıyla bu buhranlara göğüs gerildi. Kemal Aşkı’nın verdiği bir tek kulübede çalışmalarına devam etti. Ve Moda, Kadıköy, Strugglers’ın yanında yer aldı.

    Fenerbahçe her gün daha kuvvetli bir hale geliyor ve yeni elamanları arasına alıyordu. Elkatip Mustafa’nın geceli gündüzlü çalışmasıyla Türk futbol tarihinde birer yıldız olarak parlayan Zeki’ler, Bekir’ler, Sabih’ler, İsmet’ler, Arif’ler, merhum Sırrı’lar, Ragıp’lar, Fenerbahçe kadrosunda yer aldılar.

    Biz yine Fenerbahçe’nin o şerefli tarihine geçelim : Fenerbahçe bu sırada bir buhran devresi geçirdi. Bekir ve Otomobil Nuri de dahil olduğu halde birinci takımın sekiz dokuz kişisi ayrılarak diğer bir kulübü tesis ettiler. Fakat bu buhran Fenerbahçe’yi sarsmadı. Bilakis daha ziyade çalışamaya sevk etti. İşte bu aradadır ki Fenerbahçe takımında yeni yıldızlar parladı.

    Umumi harp sıralarında idi, gençler memleket müdafaası için vatan sınırlarına koştular. Spor faaliyeti sekteye uğradı. İşte bu buhranlı devrede merhum Sabri Toprak’ı Fenerbahçe’nin başında görüyoruz. Bu büyük insanın himmeti ile Fenerbahçe bu arada yeni bir binaya da sahip oldu ve Kuşdili’ndeki yanan binaya yerleşti.

    Fenerbahçe asıl tarihini, o ölmez sevgisini mütareke yıllarındaki galibiyetleriyle yaptı. Sevgisini bir mezhep haline getirdi. Her önüne gelen ecnebi takımını yenerek spor tarihimizde şerefli sayfalar açtı.

    Fenerbahçe tarihinde Mustafa Elkatip’ten sonra merhum Mocuğu da unutmamak icap eder. Mocuk zamanın Mustafa’sı olmuştu. Onun çalışmasıdır ki Büyük Fikret, Muzaffer, Niyazi, Mehmet Reşat gibi futbol yıldızları parladı.

    Fenerbahçe futbolda olduğu gibi diğer spor sahalarında da başta yer aldı. Bilhassa teniste memlekete, merhum Galipleri, Suatları, Sedatları, Zekileri, Saitleri, Tevfikleri kazandırdı.

    Denizde, atletizmde de büyük muvaffakiyetler gösterdi. Fenerbahçe’ye hizmet edenler arasında merhum Sabri Toprak, sporcu Hariciye vekilimiz Şükrü Saracoğlu, eşsiz sporcu Galip, Ali Muhiddin Hacıbekir, Zeki Rıza Sporel, Hasan Kamil, Fuat Hüsnü, Hamit Hüsnü, Tevfik Taşçı, Hayri Celal, Muvaffak Menemencioğlu’nun isimlerini zikredebiliriz.

    Fenerbahçe tarihinde açılmış bir şerefli yaprak daha var. O da Ebedi Şef Atatürk’ün kulübü ziyaretinde hatıra defterine kaydettiği birkaç satırdır. Büyük kurtarıcı ihtisaslarını şöyle ifade ediyor:

    “Fenerbahçe Kulübü’nün her tarafta mazharı takdir olmuş bulunan asarı mesaisini işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbabı himmetini tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası ancak bugün müyesser olabilmiştir. Takdirat ve tebrikatımı buraya kayd ile mübahiyim”

    Fenerbahçe tarihini süsleyen şerefli sayfalar arasında Slavya, El-İttihad galibiyetleri ve daha bunun yüzlerca açılmış zafer sayfaları da vardır.

    Fenerbahçe’nin ölmez bir tarihi, şerefli bir mazisi var ve bundan sonra da daha bir çok sayfalar açılacaktır.

    Bir Fenerbahçeli

  • Fenerbahçe’de 40 Yıl ve Altın Rozetler

    1967 yılında Faruk Ilgaz yönetimindeki Fenerbahçe Kulübü, en az 40 yıldır kayıtlı olan üyelerinealtın rozet dağıttı. Aşağıda bu törenin detaylarını okuyacaksınız. Unutulmuş üyelerimizin tarihe not olarak düşülmesi açısından güzel bir belge…

    * * * * * *

    Fenerbahçe’de idare heyetinin sosyal faaliyetlere ve kulüp üyeleri arasında irtibat ve tesanüdünün sağlanması yolundaki çalışmalara ait düzenlediği program uygulama safhasına girmiştir.

    Hilton’da tertip edilen Fenerbahçe balosundan sonra; kulübe asgari 40 yıl hizmet etmiş üyelere verilen “Altın Rozet”ler; geçmişe duyulan saygı ve sevgi hislerinin güzel bir belirtisi olmuştur.

    3 Mart Perşembe günü akşamı kulüp lokalinde tertip edilmiş olan toplantıda kimler yoktu ki…

    Her biri birer tarih olmuş ve Fenerbahçe uğrunda saçlarını ağartmış Tevfik Taşçı’lar, Hasan Kamil’ler, Şekip Kulaksızoğulları, Sabihler, Alaattinler, Muvaffak Menemencioğlu’lar, Sait Selahattinler, Caferler, Bedriler, hepsi orada idiler Fenerbahçe’ye kuvvet vermiş, ona şerefli bir mazi sağlamış olan bu ve daha bir çok kıymet, belki de yıllar var ki birbirlerinin yüzlerini olsun görmemişlerdi.

    Kulübün özel bir şekilde hazırlattığı “Altın Rozet”ler; çok orijinal bir yapılışta idi. Fenerbahçe armasını çevreleyen iki defne dalı rozete müstesna bir güzellik veriyordu. Rozetler numaralı idi ve tam 71 adet yaptırılmıştı.

    Fenerbahçe Kulübü Başkanı Faruk Ilgaz; kendisinden çok daha yaşlı ve eski üyelere rozetlerini tevdi ederken büyük bir heyecan duyuyordu.

    – Biz çocukluğumuzda ve kulübe ilk intisap ettiğimiz günlerde hep bu değerli ağabeylerimizi takip eder, Fenerbahçe sevgisini onları seyrederek kalbimize gömerdik, diyordu Ilgaz.

    Gerçekten de öyleydi. Dalgakıran Kamil, Demir Ethem, çalım kralı Alaaddin , Çin Seddi gibi aşılmaz Cafer, Yavuz İsmet, üstat Zeki, Pamuk Sedat, Beyaz Fahir, centilmen oyuncu Niyazi, Miço Suat, Büyük Fikret hep isimlerinin önüne birer sıfat takılarak çağırılırlardı. Ve bu oyuncuları seyretmek gerçekten bir zevkti.

    Kırk yıllıkların, hatta içlerinde 60 yılı bile dolduranların bulundukları Fenerbahçeli üyeler çaylarını tatlı tatlı yudumlarlarken eski anıları tekrarlamaktan zevk duyuyorlardı.

    Dakikalar ve saatler hep böyle geçmişti. Fenerbahçe’nin 60 yıllık tarihi sanki birden canlanmış, dile gelmişti.

    Eskiler, bugünkü genç idarecilerin kendilerini böyle toplu bir halde anmalarından ve onlara kulübün şükran borcu olarak ufak ve mütevazi de olsa bir armağanla mukabele etmesinden son derece mütehassis idiler. Onların arasında dolaşırken şu takdirdar sözleri de sık sık işitiyorduk :

    Tevfik Taşçı : Kulübün bizi hatırlaması cidden takdire şayan bir harekettir. Mazilerini unutmayan cemiyetler, geleceğe kuvvet ve imanla bakabilirler.

    Nimet Selen : İzmit’ten kalkıp bu törene yetişmek için vasıta zor buldum. Amma işte bu mutlu saatleri yaşamak, bütün yorgunluğumu unutturdu.

    Hasan Kamil Sporel : Çoktandır biz arkadaşlar bir araya gelememiştik. Bu güzel bir vesile oldu. Tertip edenlere teşekkürler.

    Ethem Bellisan : Bizi hatırlayanlara teşekkür ederiz. İnsanın kendisini unutulmuş zannederken böyle kulübü tarafından çağrılması ve taltif edilmesi, çok asil bir hareket.

    Rüştü Dağlaroğlu : Bugün koskoca bir tarih dile geldi. Cidden zarif ve güzel bir düşünüş.

    Muvaffak Menemencioğlu : Bu tören beni son derece mütehassis etti. Şu hediye Fenerbahçe için harcadığımız gayretlerin en değerli hatırası olacaktır.

    İSİMLER :
    Mustafa Elkatip
    Tevfik Taşçı
    Sait Selahattin Cihanoğlu
    Hasan Kamil Sporel
    Zeki Rıza Sporel
    Alaaddin Baydar
    Cafer Çağatay
    İsmet Uluğ
    Muvaffak Menemencioğlu
    Nedim Kaleci
    Ali Muhiddin Hacı Bekir
    Ethem Bellisan
    Şekip Kulaksızoğlu
    Burhanettin Belge
    Arif Sporel
    Sabih Arca
    Bedri Gürsoy
    Fikret Arıcan
    Füruzan Şansal
    Sedat Taylan
    Fahir Köseoğlu
    Suat Belgin
    Fahri İşbay
    Şevket Soley
    Rüştü Dağlaroğlu
    Niyazi Sel
    Mehmet Reşat Nayır
    Salim Hamdi Güven
    N. Fikri Arpad
    S. Fikri Arpad
    Rıza Nemli
    Sadık Ceylan
    Nurettin Otmar Savcı
    Hüseyin Hamit Sertel
    Bahattin Moltay
    Osman Pekin
    Abdülazel Nazikoğlu
    Ömer Faruk İpek
    Rami Kalyoncu
    Salih Dinçman
    M. Zeki Alay
    İhsan Tuna
    Ali Talip
    Velit Pepemehmetoğlu
    Kadri Göktulga
    Suat Tokay
    Hayri Başol
    Nurettin Torunoğlu
    Hamit Akbay
    Ziya Denizeri
    Ziya Atamer
    Namık Taptık
    Agah Türkdoğan
    Nevzat Usberk
    Cevat Sayit
    İhsan Dinçman
    Osman Göksu
    Necdet Tokay
    Nimet Selen
    Übeyt Çınar
    Kemal Everi
    Ali Aladar
    Mesut Taylan
    Asaf Öget
    Fethi Öge
    Hakkı Gürtay
    Şevki Ata
    Hüsamettin Baltaoğlu
    İ. Ruhi Derbent
    Refik Şansal

  • Altın Rozet

    Altın Rozet

    1967 yılında Faruk Ilgaz yönetimindeki Fenerbahçe Kulübü, en az 40 yıldır kayıtlı olan üyelerine altın rozet dağıttı. Aşağıda bu törenin detaylarını okuyacaksınız. Unutulmuş üyelerimizin tarihe not olarak düşülmesi açısından güzel bir belge…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tam 40 Yıl

    Fenerbahçe’de idare heyetinin sosyal faaliyetlere ve kulüp üyeleri arasında irtibat ve tesanüdünün sağlanması yolundaki çalışmalara ait düzenlediği program uygulama safhasına girmiştir.

    Hilton’da tertip edilen Fenerbahçe balosundan sonra; kulübe asgari 40 yıl hizmet etmiş üyelere verilen “Altın Rozet”ler; geçmişe duyulan saygı ve sevgi hislerinin güzel bir belirtisi olmuştur.

    3 Mart Perşembe günü akşamı kulüp lokalinde tertip edilmiş olan toplantıda kimler yoktu ki…

    Her biri birer tarih olmuş ve Fenerbahçe uğrunda saçlarını ağartmış Tevfik Taşçı’lar, Hasan Kamil’ler, Şekip Kulaksızoğulları, Sabihler, Alaattinler, Muvaffak Menemencioğlu’lar, Sait Selahattinler, Caferler, Bedriler, hepsi orada idiler Fenerbahçe’ye kuvvet vermiş, ona şerefli bir mazi sağlamış olan bu ve daha bir çok kıymet, belki de yıllar var ki birbirlerinin yüzlerini olsun görmemişlerdi.

    Kulübün özel bir şekilde hazırlattığı “Altın Rozet”ler; çok orijinal bir yapılışta idi. Fenerbahçe armasını çevreleyen iki defne dalı rozete müstesna bir güzellik veriyordu. Rozetler numaralı idi ve tam 71 adet yaptırılmıştı.

    Altın Rozetler

    Fenerbahçe Kulübü Başkanı Faruk Ilgaz; kendisinden çok daha yaşlı ve eski üyelere rozetlerini tevdi ederken büyük bir heyecan duyuyordu.

    – Biz çocukluğumuzda ve kulübe ilk intisap ettiğimiz günlerde hep bu değerli ağabeylerimizi takip eder, Fenerbahçe sevgisini onları seyrederek kalbimize gömerdik, diyordu Ilgaz.

    Gerçekten de öyleydi. Dalgakıran Kamil, Demir Ethem, çalım kralı Alaaddin , Çin Seddi gibi aşılmaz Cafer, Yavuz İsmet, üstat Zeki, Pamuk Sedat, Beyaz Fahir, centilmen oyuncu Niyazi, Miço Suat, Büyük Fikret hep isimlerinin önüne birer sıfat takılarak çağırılırlardı. Ve bu oyuncuları seyretmek gerçekten bir zevkti.

    Kırk yıllıkların, hatta içlerinde 60 yılı bile dolduranların bulundukları Fenerbahçeli üyeler çaylarını tatlı tatlı yudumlarlarken eski anıları tekrarlamaktan zevk duyuyorlardı.

    Dakikalar ve saatler hep böyle geçmişti. Fenerbahçe’nin 60 yıllık tarihi sanki birden canlanmış, dile gelmişti.

    Büyük Heyecan

    Eskiler, bugünkü genç idarecilerin kendilerini böyle toplu bir halde anmalarından ve onlara kulübün şükran borcu olarak ufak ve mütevazi de olsa bir armağanla mukabele etmesinden son derece mütehassis idiler. Onların arasında dolaşırken şu takdirdar sözleri de sık sık işitiyorduk :

    Tevfik Taşçı : Kulübün bizi hatırlaması cidden takdire şayan bir harekettir. Mazilerini unutmayan cemiyetler, geleceğe kuvvet ve imanla bakabilirler.

    Nimet Selen : İzmit’ten kalkıp bu törene yetişmek için vasıta zor buldum. Amma işte bu mutlu saatleri yaşamak, bütün yorgunluğumu unutturdu.

    Hasan Kamil Sporel : Çoktandır biz arkadaşlar bir araya gelememiştik. Bu güzel bir vesile oldu. Tertip edenlere teşekkürler.

    Ethem Bellisan : Bizi hatırlayanlara teşekkür ederiz. İnsanın kendisini unutulmuş zannederken böyle kulübü tarafından çağrılması ve taltif edilmesi, çok asil bir hareket.

    Rüştü Dağlaroğlu : Bugün koskoca bir tarih dile geldi. Cidden zarif ve güzel bir düşünüş.

    Muvaffak Menemencioğlu : Bu tören beni son derece mütehassis etti. Şu hediye Fenerbahçe için harcadığımız gayretlerin en değerli hatırası olacaktır.

    Altın Rozet Sahipleri

    • Mustafa Elkatip
    • Tevfik Taşçı
    • Sait Selahattin Cihanoğlu
    • Hasan Kamil Sporel
    • Zeki Rıza Sporel
    • Alaaddin Baydar
    • Cafer Çağatay
    • İsmet Uluğ
    • Muvaffak Menemencioğlu
    • Nedim Kaleci
    • Ali Muhiddin Hacı Bekir
    • Ethem Bellisan
    • Şekip Kulaksızoğlu
    • Burhanettin Belge
    • Arif Sporel
    • Sabih Arca
    • Bedri Gürsoy
    • Fikret Arıcan
    • Füruzan Şansal
    • Sedat Taylan
    • Fahir Köseoğlu
    • Suat Belgin
    • Fahri İşbay
    • Şevket Soley
    • Rüştü Dağlaroğlu
    • Niyazi Sel
    • Mehmet Reşat Nayır
    • Salim Hamdi Güven
    • N. Fikri Arpad
    • S. Fikri Arpad
    • Rıza Nemli
    • Sadık Ceylan
    • Nurettin Otmar Savcı
    • Hüseyin Hamit Sertel
    • Bahattin Moltay
    • Osman Pekin
    • Abdülazel Nazikoğlu
    • Ömer Faruk İpek
    • Rami Kalyoncu
    • Salih Dinçman
    • M. Zeki Alay
    • İhsan Tuna
    • Ali Talip
    • Velit Pepemehmetoğlu
    • Kadri Göktulga
    • Suat Tokay
    • Hayri Başol
    • Nurettin Torunoğlu
    • Hamit Akbay
    • Ziya Denizeri
    • Ziya Atamer
    • Namık Taptık
    • Agah Türkdoğan
    • Nevzat Usberk
    • Cevat Sayit
    • İhsan Dinçman
    • Osman Göksu
    • Necdet Tokay
    • Nimet Selen
    • Übeyt Çınar
    • Kemal Everi
    • Ali Aladar
    • Mesut Taylan
    • Asaf Öget
    • Fethi Öge
    • Hakkı Gürtay
    • Şevki Ata
    • Hüsamettin Baltaoğlu
    • İ. Ruhi Derbent
    • Refik Şansal
  • Fenerliler Yunanlıları Nasıl Yendiler?

    Fenerliler Yunanlıları Nasıl Yendiler?

    Tuncay Yavuz, çok güzel bir işe imza attı ve 1931 yılında oynanan Fenerbahçe-Olympiakos maç yazısını Milliyet gazetesinde yazan Ali Naci Karacan’ın satırlarından buraya aktardı. Bu maça dair önemli bir olayı da “Özel Dosyalar” sayfamızda Barış Kenaroğlu‘nun araştırmacı kaleminden göreceksiniz. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Milliyet Gazetesi’nden

    (Fenerbahçe kulübü müessislerinden ve bu büyük gençlik müessesemizi senelerce idare eden Ali Naci Beyden, Olympiacos ile Fenerbahçe takımları arasında icra edilecek maçın tafsilatını “Milliyet”e yazması için rica ettik. Aziz arkadaşımızın bütün maçı bir sinema filmi gibi tasvir eden güzel yazısını memnuniyetle dercediyoruz.)

    İnsan Akını

    Saat on ikiden itibaren şehrin büyük caddelerinden Taksim’e doğru sel gibi bir insan akını başladı. Saat birde stadyum etrafındaki vaziyet, Talimhane meydanındaki meşhur Ben-A-mar sirkine ait mutat kalabalığı, geniş bir mürekkep lekesi yanında küçük bir nokta haline indirecek derece kesif bir halk vardı. Daha maça üç saat kala stadyumun önü, arkası, yan kapılarının bulunduğu uzun sokaklar, girilemez, geçilemez derecede dolup taşmaya başladı.

    Biletlerini alanlar iki resmi kapıdan, bilet almaya imkan bulamayanlar da eski Taksim kışlasının büyük maç günleri her biri gizli birer kapı rolünü oynayan sayısız, viran pencerelerinden içeri girmeye çalışıyorlardı. Bu mahşerin arasından nasıl geçtiğimi, metalden nasıl içeri girdiğimi ve nihayet nasıl yukarı balkona çıktığımı hatıra getirdikçe bir tarafımın nasıl olup da sakatlanmamış olmasına karşı hayretten hayrete düşmekteyim. Birbirine kenetlenmiş yüzlerce insandan mürekkep bir seyirci dalgasının arasında bir çöp parçası gibi tamamen iradesiz bir halde, evvela öne atılıyor, sonra bir polis ve jandarma reddine çarparak geri geliyor, daha sonra tekrar ileri geri gidiyor, nihayet kalabalığın müşterek hamlesi ile ileri atılıyorduk. Kadıköyünden stadyuma kırk beş dakikada gelmiştim. Büyük kapıdan balkona kadar, münakaşalar, gürültüler, itişmeler, kakışmalar, sıkışmalar ve mütemadi geri tepilmeler arasında tam bir saatte vardık.

    Balkona çıkıp etrafa bakınca müthiş kesafet karşısında “bu ne hal!” demekten kendimi alamadım.

    Kan Ter İçinde Tıklım Tıklım Bir Stadyum

    Saat tam dörtte stadyum içinde barınabilecek ne bir yer, ne bir pencere içi, ne bir ağaç dalı kalmamıştı. Muhakkak ki en kalabalık Galatasaray-Fener maçının üç misli halk vardı. Stadyumda yapılan en kalabalık ecnebi maçı bundan dört sene evvel Slavya-Galatasaray maçı idi. O gün kalabalık rekoru diye 12 bin kişi tespit olunmuştu. O izdiham ile dünkü kalabalığı mukayese edince Fener-Olympiacos maçında dün herhalde 15.000’den fazla seyirci vardı. Bazı zavallı seyirciler yer bulamayınca tribünlerin payandaları üzerine yerleşmişler ve oralarda, rafa konmuş saksı nevinden, yahut komik Şarlo’nun son filminde abideye takılması gibi garip oturuş vaziyetleri icat etmişlerdi. Hava o kadar sıcaktı ki seyircilerin yarıdan fazlası yeleklerini çıkarmışlar ve ellerindeki gazetelerden imal ettikleri yelpazelerine, güneşliklerine rağmen zırıl zırıl terlemeye başlamışlardı.

    Stadyum adam almayınca ve sığınabilecek hiçbir yer kalmayınca herkes birbirini dışarıda değil, içeride tazyike başladı. Duhuliye tarafı ile tribünleri ayıran taş duvar sallanmaya, balkonun altından piste çıkan orta kapı kabına sığmayan seyircilerin tazyiki ile çatır çatır çatırdamaya başladı. Nihayet sağ taraftan fasıla duvarı taş ve tuğla olmasına rağmen paldır küldür yıkıldı ve o taraftaki seyirciler bir kısmı – hikmette ki muvazene-i meyah kaidesine tevfikan!- tribün tarafına taştılar. Birkaç kere polis bu mahreci tıkamaya çalıştı amma mümkün olmadı. O taraftaki halka biraz fazla şiddetli bile davranınca genç talebe kümeleri durup durup bu tarafa aktılar ve nihayet duhuliye ile tribün arasındaki sınıf farkını fiilen ortadan kaldırdılar.

    Esasen nihayet yirmi sekiz bin kişi için yapılmış bir yere 15.000 kişiyi soktuktan sonra tribün, duhuliye saha kenarı diye mevkiler ayırmak -hasılat noktasından müessir olsa bile- intizam noktasından faideli olmazdı. Nasıl ki piste çıkan orta kapıdaki intizamsızlık, tam 24 polisin 3 metre genişliğinde bir kapıyı muhafaza için saatlerce uğraşması şeklinde dehşetli bir manzara halini aldı. Biletlerini alanlar kapının bu tarafından ellerini uzatarak ‘bırakın! Allah aşkına bırakın!’ diye bağırıyorlar, polisler ise kapının öbür tarafından: ‘Olamaz!’ diye haykırıyorlardı.

    Deplasman Seyircileri

    Hele bu esnada Olympiakos ile gelen ve piste çıkmak isteyen Yunanlı seyirciler de epey müşkilata uğradılar. Oynayacakları maçın ehemmiyet ve azametini kalabalık arasındaki itişme ve kakışmalarla daha iyi anladılar. Hakikaten manzara ana baba gününden pek farklı değildi. Kimi: ‘Yahu biletim elimde kaldı, paramla içeri giremiyorum!’ diyor, misafirlerden biri de kapıyı tutmuş kendi arkadaşlarını içeri almak için boyuna:
    – Ela viresi
    – Siga vire pedyamu!
    – Diki maz! Diki maz! diye bağırıyor ve kalabalığın içinden denizde boğulan insanların feryadı kabilinden:
    – Pinkene! Pinkene!
    – Ekselihistiha! apistena pedamu!
    – Sasparakolo! Piso!
    diye tazalumlar işitiliyordu.

    Bu esnada sıcaktan zarıl zarıl terleyen ahali de -alay ihtiyacıyla- en küçük şeylerle eğleniyor, mesela bir sinek uçsa, kahkahadan kırılıyordu. Nasıl ki bir çocuğun boş sahanın ortasına attığı sarı bir oyuncakçı balonu ile – balon havada zıplayıp oynadıkça – halk da gülüp eğlenir. İşte Olympiacos maçı dün garson, berber ve daha binlerce Rum’un da dolup taştığı böyle mahşeri bir kalabalık, cehennemi bir sıcak ve halkın kesif kalabalıkla sıcağın biraz daha gerginleştirdiği derin bir heyecan halet-i ruhiyesi içinde icra edildi.

    Takımlar Sahaya Çıkıyor

    Saat beşte evvela Olympiacos takımı sahaya çıktı. Yazıldığı gibi arkalarında kırmızı-beyaz formalar vardı. Kapıdan girip kalabalığı görünce içlerinden biri iki elini yanaklarına götürüp:
    – Urre pedyamu! Ti kalabalikine! diye hayretini saklayamadı.

    Yunan takımı sahaya çıktıktan sonra parmaklıkların ve tribünlerin önlerine gidip halkı selamladılar ve çok alkışlandılar. Hemen arkalarından Fenerliler ortaya çıktılar ve “Yaşa, var ol, galibiyet isteriz’” seslerine karışan devamlı bir alkış tufanına tutuldular. Güneşin ışığı içinde sarı-lacivert formaları daha güzel parlıyordu. Onlar çelimli, cüsseli, çalak ve seri görünüyorlardı. Fenerlilerin yüzlerinde ise, kendilerini çeviren kalabalığın azametini görünce o derece azametli ve net çetin ve ehemmiyetli bir imtihana çıktıklarını daha iyi anlamış görünüyorlardı. Heyecandan renkleri solmuştu: Fakat hepsi de Yunan sporu gençlerinin en yüksek tezahürü karşısında ve aynı zamanda efendiliğinin tahmil ettiği ağır vazifeye layık olmak emeline er meydanına, ürkeklerin değil erkeklerin meydanına çıktıklarına bariz imanı gözlerinden taşıyor gibiydi. Bütün maç baştan sona kadar Türk’e yakışan misafirperverlik havası içinde, Fener’e yakışan centilmenlikle ve Türk gencinin galebe azmine herkesi hayran bırakan bir hava içinde cereyan etti ve her iki takım birbirleriyle karşılaşmaya hakikaten layık sporculardan mürekkep olduklarını bihakkin gösterdi.

    Nutuk ve bayrak teatisi gibi merasimden sonra para atıldı ve takımlar vaziyetlerini alınca Fener takımının:
    Natık
    Hüsnü-Ziya
    Cevat-Sadi-Reşat
    Niyazi-Alaeddin-Zeki-Muzaffer-Fikret
    şeklinde olduğu anlaşıldı. Fenerbahçe’nin mevcut anasırına ve bugünkü vaziyetine nazaran çıkarabileceği en kuvvetli takım da ancak bu olabilirdi. Buna mukabil Yunanılar da bizzat kendi taraflarının en kuvvetli şekilleri olarak tertip ettikleri kadro ile ortaya çıktılar. Bu kadro şu idi:
    Gramatupulos
    Curentes-Sofros
    Lokos-Pupolos-Koneros
    Terezokis-Tostos-Yorgos-Bailis-Seonudos

    İlk Devre Nasıl Oldu?

    Bir talihsizlik eseri olarak Fener rüzgarı kaybetmiş ve daha büyük bir talihsizlik eseri olarak da aksi rüzgar bu  sıcak havada, birkaç dakikadan beri esmeye başlamış bulunuyordu. Yunanlıların aynı zamanda 4 numaralı küçük bir topla oynamak noktasında ısrar ettikleri de görülüyordu. Nihayet hafif münakaşa bizim dostane kabulümüzle neticelenerek düdük çaldı ve insanın asabını mahvı muzmahil eden heyecanlı maç cereyana başladı.

    Yunanlılar daha ilk hamlede hiç yadırgamamış, hatta karşılarındaki takım kadar bu sahaya sanki alışıkmış gibi oynamaya başladılar. Topa gayet muntazam vuruyorlar, aralarında gayet iyi anlaşıyorlar ve derhal buraya gelen ecnebi ekiplerin en iyilerinden biri oldukları intibaını uyandırmakta gecikmiyorlardı. Oyuna başladıktan sonra, daha beş dakika olmadan iki müessir akın yaptılar ve denebilir ki bizim takımın asabına hakim oldular. Yerini değiştiren takımların daima başına geldiği gibi yadırgamıyorlar, hatta adeta galiba dostluğa mugayir bir şey yapmış olmayayım endişesiyle nefesini tutarak, ses çıkarmaktan korkarak kendilerini seyreden halkımız arasında, kendi halkları arasında oynar gibi rahat oynuyorlardı. Bütün oyunlarına bir şuurun hakim olduğu aşikardı. Birbirleriyle mükemmel paslaşıyorlardı. Topu muntazam sürüşler ve güzel aldatışlarla kendi muhacimlerine verdikten sonra o hatta da sol açıkları, sağ içleri, merkez muhacimleri gibi çok düzgün ve sıkı şut çeken oyuncular ile yenilmesi güç bir rakip hissini uyandırıyorlardı.

    Maçın ilk on beş dakikası onların bu hakimiyetine mukabil bizim çocukların heyecanının fazlalığından bir çok falsolu hareketleri ile geçti. Mütemadi ıskalarız ve en mahir oyuncularımızın bile topa düzgün vuramayışı seyirciyi ne kadar endişeye düşürse yeriydi. Bereket versin ki onların bütün akınları dün hakikaten çok güzel oynayan, canla başla çalışan, birkaç muhakkak golü kurtaran Fener müdafileri Ziya ve Hüsnü’nün, Fener merkez muhacimi Sadi’nin, Fener sol müdafii Reşad’ın gayretleriyle tamamen akim kaldı. 15 dakika bu suretle bocaladıktan sonra Fener takımı müessir akmaya başladı.

    Yunan Kalecinin Hüneri

    Muhaccim hattında bilhassa Alaeddin ve Fikret’in bugün ve hiçbir fırsatı kaçırmamak için azami bir dikkat gösteren Niyazi’nin atılgan ve candan oyunları ile bir iki gol yapmak fırsatı çıktı ise de Yunan kalecisinin çok güzel oyunu sayı yapılmasına imkan bırakmadı. Ancak rüzgarın altında olmadığına ve karşı tarafa nazaran bizim binnisbe falsolu oynamaklığımıza rağmen oyunun beraberlik şeklinde cereyanı ikinci devre için ümit verici bir vaziyet idi. Birinci devre bu şekilde, mütekabil akınlar korveler, neticesiz şutlar, birçok tasalar ve sayısız çalımlar içinde durgun, hadisesiz geçti.

    İkinci Yarı

    İkinci devrede kaleler değişti. Fakat bu sefer de, demin talihsizlik eseri olarak çıkan rüzgar kesildi. Onlar müessir bir akın yaptılar, kalenin önüne geldiler ve orada, sol içleri üç dört metreden çok mükemmel bir gol fırlattı, topu auta atmak sureti ile – Bereket versin! – heder etti. 15.000 kişinin:
    – Ooooohhh! diye nasıl derin bir nefes aldığı görülecek şeydi. Halk, lisanıhal ile, Yunan sol içine, adeta:
    – Hay allah senden razı olsun! demek ister gibi garip bir ifade idi.

    Bunu müteakip Fenerliler tehlikeyi yakından duymuş adamların endişe ve heyecanlı daha düzgün daha canlı, daha azimkar oynadılar ve Olympiacos’un yaman bir kalecisinin muhafazası altına bırakılmış kalesine doğru akın üzerine akın yaptılar. Bu esnada Fikret’in cidden emsalsiz ve derin golü bu şutunu Yunan kalecisinin nasıl kurtardığına, kurtarabildiğine, hala kaleci kurşun gibi gelen topu yaman bir uzanışla direk hizasında ve havada yakaladı ve gol diye bağırmaya hazırlananların ağzı hayretten açık kaldı. Bunun arkasından Olympiacos kalesi gene sıkı bir akına uğradı ve bu sefer de Niyazi’nin tutulmaz bir kafa vuruşunu aynı kaleci aynı derece müşkül bir hareketle yakaladı.

    İkinci devrenin 35’inci dakikasında vaziyet bu şekilde cereyan ederken ve Yunanlı kaleci en sıkı şutları böyle tutup söndürüverirken herkese de:
    -Anlaşıldı, berabere kalacağız! fikri gelmeye başlamış gibiydi.

    Evet… Bu esnada, ümidin sallandığı bu sırada idi ki, Alaeddin ah canım Alaeddin! İkinci devrenin tam 38’inci dakikasında bizim kale önünden kaptığı topla kedinin makara ile oynaması kabilinden ve nasıl yaptığına bir türlü akıl ermeyen garip bir takım çalımlar yaparak ve karşısına çıkan Yunanlılar’ı geçip atlayarak, Olympiacos kalesinin 20 metre mesafesine geldi ve oradan, topu durdurtmadan (Yaradana sığındım!) diye öyle bir çekiş çekti ki topun Yunan kalesine girmesi ile Yunan kalecisinin kederinden düşüp bayılması ve ortalığın (gol!) diye bayram yeri gibi bir türlü sevinç çınlama sesleri arasında bir oldu.

    Kazandık!

    Stadyumda dünkü maçın 38’inci dakikasında tesadüfen bu tarihi manzarası görülecek şeydi ve denilir ki, Alaeddin o golü takımının yenme azmini birdenbire nefsinde canlandırmak suretiyle ve emsalsiz bir zafer hizile tahakkuk ettirdi. Çünkü bu kadar güzel bir gol, ancak o kadar yüksek bir duygu ve gayretin eseri olabilirdi.

    Hülasa efendim.. Yesü kederinden bayılan Yunan kalecisi ancak beş dakika sonra kendisine gelebildi ve oyunun mütebaki kısmı ümitsizliğe duçar olan Yunanlıların neticesiz uğraşmalarıyla geçerek Olympiacos cenapları Fenerbahçe’ye karşı 1-0 mağlup olarak sahayı – dostluk iyi amma, dayanamayıp bir haibü hasir kelimesi kullanacağım – terletip dün 15.000 kişilik münevver bir kalabalığın önünde Türk’ün göğsünü kabartacak derece yüksek oyun ve yüksek efendilik, centilmenlik gösteren Fenerbahçeli arkadaşlarımı candan tebrik eder ve Yunanlı dostlarımıza da:
    – Üzülmeyin dostlar – meşhur Slavya da bu takıma tıpkı sizin gibi 1-0 yenilmişti. Bu az bir teselli de değildir! derim..

    Ali NACİ

    Fenerliler Yunanlıları Nasıl Yendiler?
    Fenerliler Yunanlıları Nasıl Yendiler?
  • Türkiye’nin Futbolcu Fabrikası Fenerbahçe

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 1957’de yapılan 50. Yıl kutlaması için yayınlanan kitapçıkta mükemmel bir yazı var. Konusu; Fenerbahçe’nin Genç Futbol Takımları… Bundan tam 110 sene önce Elkatipzade Mustafa Bey ile başlayan ve sonra aşağıda okuyacağınız diğer isimlerle devam eden bu futbol mucizesine şimdilerde ne kadar da uzağız. Keyifli okumalar…


    Fenerbahçe, Türk futbolunda genç takımlar davasına layık olduğu ehemmiyeti veren ilk Türk kulübü olmak mazhariyetini taşır. Her biri devrinin büyük birer yıldızı olarak parlayan pek çok namlı futbolcular sarı-lacivertin bu genç takımlarından yetişmişlerdir.

    Fenerbahçe’de bu çığırı açan Elkatipzade Mustafa Bey’dir. Sarı-Lacivertin ilk genç takımını kuran bu zat Türk futboluna Zeki Rıza, Alaaddin, Cafer, Baron Feyzi, Demir Ethem ve Refik gibi büyük asları hediye etmiştir. Nitekim 1916 senesinde Altınordu’nun Fenerbahçe’ye yaptığı büyük darbe, onun yetiştirdiği bu genç takımlar sayesinde futbol takımını yıkılmaktan kurtarmıştı.

    Bilahare bu davayı Hüseyin Sami Coşar ile ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan Beyler ele aldılar. Futboldan çok iyi anlayan bu iki zatın hocalığı ve kıymetli futbolcu Sabih Arca ile “Mocuk” lakabıyla maruf Hikmet’in antrenörlük sahasındaki büyük emekleri kulübümüze zafer sayfaları açan bir genç takım nesli getirdi. Bu takım şehir dahilinde yaptığı maçlarda mükemmel neticeler elde ettikten maada yurt içinde yaptığı turnelerde de “namağlup” vasfını korumaya muvaffak oldu. Bu arada İzmir’e vaki seyahatte Fenerbahçemizin bu namlı üçüncü takımı Ege’nin en kuvvetli tertipleri olan Altay, Altınordu, Karşıyaka, Garibaldi ve Hilal’i adeta hezimete uğrattı ve bütün maçlarını kazanırken bu takımlara tam 50 gol attı. Aynı takım Bursa’da, devrin maruf futbolcularını kadrosunda bulunduran Muhafızgücü’nden Atatürk’ün huzurunda pek kıymetli bir beraberlik almaya da muvaffak oldu.

    Bu takımdan yetişenler arasında Nihat Sayar (Yüksek Ticaret Okulu Müdürü), Haydar Aşan (Balkan Yüksek Atlama Şampiyonu), Sedat Taylan (İstanbul Futbol Ajanı), Sedat Erkoğlu (Belediye Reis Muavini), Hakkı Gürtay (Veteriner Albay), Nasır Özdeş (Denizyolları Süvarilerinden), Ferruh Örer (İzmir Fuarı Müdürü), Suat Belgin (Fenerbahçe İdare Memuru), Ziya, Seyfi, Hayri ve Şahab gibi kıymetler mevcuttur.

    Fenerbahçemizin bu meşhur üçüncü takımı yine Hüseyin Sami Coşar ve rahmetli Mocuk Taceddin ile Sabih Arca’nın yetiştirdiği ve hazırladığı dördüncü takım istilak etti. 1927’den 1929 sonuna kadar takım halinde büyük anlaşma gösteren bu küçüklerin arasında da birinci takımımıza Fikret Arıcan, Niyazi Sel, Mehmet Reşat Nayır, Rıza Nemli, Muzaffer Çizer, Ziya gibi genç istidatlar katıldılar. 1929 senesi lig maçlarına girerken Fenerbahçe kadrosunda altı genç elemana yer vermişti. Ayn sene yine Fenerbahçe’nin bu gençleri Federasyon Reisi Muvaffak Menemencioğlu’nun himmetiyle ilk defa ihdas edilen genç millî takım kadrosunda da yer aldılar. Genç takımlar maçı için celbedilen ve aralarında meşhur Saroşi’nin de bulunduğu Macar genç millî takımımızın beş oyuncusunu Fenerbahçeli gençler teşkil etmekte idiler.

    Hüseyin Sami Coşar’ın İzmir’e tayini, Fuat Hüsnü Bey’in de vazifesi icabı İstanbul’dan ayrılmasından sonra genç takım davasını büyük Fenerbahçeli Galip ağabey üzerine aldı. Galip ağabey ömrünün sonuna kadar Fenerbahçe’nin bu mukaddes davasına hizmet etti. Semihler, Bülentler, Sedat (Bayur)lar, Faruklar, Necdetler, Küçük Fikretler hep onun genç takımlarından yetiştiler. Uzun seneler milli futbol takımımızın santrhaflığını ve Galatasaray’ın takım kaptanlığını yapan Bülent Eken de merhum Galip ağabeyimizin dördüncü takımından yetişen güzide futbolcularımızın arasındadır.

    Galip ağabeyin vefatından sonra kulübümüzün genç takım davası bir duralama safhasına girdi. Nihayet 1944 yılında Fenerbahçe’nin genç takımlarından yetişmiş bulunan milli futbolcumuz Mehmet Reşat Nayır bu davayı şahsi bir gayretle ele aldı. Fenerbahçe genç takımı Mehmet Reşat’ın yakın alaka ve himmeti neticesinde kuvvetli bir varlık olarak ortaya çıktı. Bu takımdan yetişen Eol Keskin, Adnan Tunçay, Kemal ve Hilmi Atakul, Rıfkı Pekşen, Nazif Kamalı, Ruhi gibi müstaid gençleri, İlhan, Necati, Ruhi (Sadi), Haldun, Ali, Burhan, Fikret, Aydemir, Malik, İlhan, Nusret tertibindeki şampiyon kadro takip etti. Müstaid elemanlarından layıkı veçhile faydalanmak ne yazık ki kabil olamadı. Birinci takımımızda birkaç defa oynamak imkanını bulan bu kabiliyetli gençler başka başka kulüplere dağıldılar. Bu takımın kaptanı Aydemir Nemli bugün İstanbulspor’da aynı vazifeyi deruhte ederken “milli” unvanını da taşımaktadır.

    Bilahare yine genç takımlarımızdan yetişen kaleci Sabri Kiraz’ın himmet ve alakasıyla Fenerbahçe genç takımı yeniden canlandı. Bu usta hocanın elinde milli takım kadromuza kadar yükselen genç kıymetler yetiştiler. Bunların arasında Şükrü Ersoy, sağ bekimiz Nedim Günar, Emniyet kaptanı Fahir Ülgür, İstanbulspor kaptanı Sabih Sünter’in isimlerini zikredebiliriz.

    Sabri Kiraz’ın genç takımını kulübümüzün eski atletlerinden Reşat Erte’nin hazırladığı genç takımlar takip etti. Bu genç takımımız faaliyet gösterdiği üç yıllık zaman zarfında tam 118 maç yaptı. Bu maçların 113’ünü kazandı, 4’ünde berabere kaldı ve yalnız birini kaybetti ve kulübümüz müzesine tam 120 kupa ile 28 bayrak hediye etti. Başta milli futbolcu ve basketbolcumuz Can Bartu olmak üzere genç milli takımımızın sağ içi Sarıyerli Mustafa, Beykozlu Erdoğan, milli futbolcumuz Avni Kalkavan, Emniyetli Gürkan, Beykozlu Erdinç, genç milli Çetin ve genç milli takımımıza namzet gösterilen Kaya hep bu kadrodan yetiştiler.

    Halen Esat Kaner ve Ömer Boncuk gibi iki eski futbolcumuzun ellerine tevdi edilmiş bulunan genç kadrolarımız kulübümüz namına iftihar vesilesi neticeler almaktadırlar.

    Fenerbahçe, 1956 senesi Temmuz ayında genç takımını Bulgaristan’a gönderirken, bu davaya gösterdiği büyük ehemmiyeti bir kere daha ispat etmiş oldu. Bu güzel icraatta kulübümüzün genç takımlarından yetişip milli kadroya kadar yükselen maruf futbolcusu ve o tarihlerde idare heyeti azası bulunan Niyazi Sel’in büyük hissesi mevcuttur. Kulübümüz böylelikle genç takımı yurt dışında maçlar yapan ilk Türk kulübü olmak şerefine de erişmiş oldu.

    Genç takımlar gibi büyük bir ideale bütün samimiyetleriyle inanıp kendilerini bu işe vakfeden ve Türk futbolu ile Fenerbahçemize sayısız elemanlar yetiştiren Mustafa Elkatip, Hüseyin Sami Coşar, Fuat Hüsnü Kayacan, Sabih Fani Arca, Ragıp Ziya Mağden, Muvaffak Menemencioğlu, Mehmet Reşat Nayır, Sabri Kiraz, Reşat Erte, Esat Kaner ve Ömer Boncuk’u takdir ve hürmetle yâdederken, Galip Kulaksızoğlu ve Mocuk Taceddin Hikmet’in aziz hatıralarını rahmetle anıyoruz.

  • Türkiye’nin Futbolcu Fabrikası

    Türkiye’nin Futbolcu Fabrikası

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 1957’de yapılan 50. Yıl kutlaması için yayınlanan kitapçıkta mükemmel bir yazı var. Konusu; Fenerbahçe’nin Genç Futbol Takımları… Bir zamanlar Türkiye’nin futbolcu fabrikası Fenerbahçe, sürekli kendi kadrolarına oyuncu yetiştiriyordu. Bir asır önce Elkatipzade Mustafa Bey ile başlayan ve diğer isimlerle devam eden bu futbol mucizesine şimdilerde çok uzağız. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sarı Lacivert’in Genç Takımları

    Fenerbahçe, Türk futbolunda genç takımlar davasına layık olduğu ehemmiyeti veren ilk Türk kulübü olmak mazhariyetini taşır. Her biri devrinin büyük birer yıldızı olarak parlayan pek çok namlı futbolcular sarı-lacivertin bu genç takımlarından yetişmişlerdir.

    Fenerbahçe’de bu çığırı açan Elkatipzade Mustafa Bey’dir. Sarı-Lacivertin ilk genç takımını kuran bu zat Türk futboluna Zeki Rıza, Alaaddin, Cafer, Baron Feyzi, Demir Ethem ve Refik gibi büyük asları hediye etmiştir. Nitekim 1916 senesinde Altınordu’nun Fenerbahçe’ye yaptığı büyük darbe, onun yetiştirdiği bu genç takımlar sayesinde futbol takımını yıkılmaktan kurtarmıştı.

    Bilahare bu davayı Hüseyin Sami Coşar ile ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan Beyler ele aldılar. Futboldan çok iyi anlayan bu iki zatın hocalığı ve kıymetli futbolcu Sabih Arca ile “Mocuk” lakabıyla maruf Hikmet’in antrenörlük sahasındaki büyük emekleri kulübümüze zafer sayfaları açan bir genç takım nesli getirdi. Bu takım şehir dahilinde yaptığı maçlarda mükemmel neticeler elde etti. Yurt içinde yaptığı turnelerde de “namağlup” vasfını korumaya muvaffak oldu. Bu arada İzmir’e vaki seyahatte Fenerbahçemizin bu namlı üçüncü takımı Ege’nin en kuvvetli tertipleri olan Altay, Altınordu, Karşıyaka, Garibaldi ve Hilal’i adeta hezimete uğrattı ve bütün maçlarını kazanırken bu takımlara tam 50 gol attı. Aynı takım Bursa’da, devrin maruf futbolcularını kadrosunda bulunduran Muhafızgücü’nden Atatürk’ün huzurunda pek kıymetli bir beraberlik almaya da muvaffak oldu.

    Bu takımdan yetişenler arasında Nihat Sayar (Yüksek Ticaret Okulu Müdürü), Haydar Aşan (Balkan Yüksek Atlama Şampiyonu), Sedat Taylan (İstanbul Futbol Ajanı), Sedat Erkoğlu (Belediye Reis Muavini), Hakkı Gürtay (Veteriner Albay), Nasır Özdeş (Denizyolları Süvarilerinden), Ferruh Örer (İzmir Fuarı Müdürü), Suat Belgin (Fenerbahçe İdare Memuru), Ziya, Seyfi, Hayri ve Şahab gibi kıymetler mevcuttur.

    Genç Milli Takıma Doğru

    Fenerbahçemizin bu meşhur üçüncü takımı yine Hüseyin Sami Coşar ve rahmetli Mocuk Taceddin ile Sabih Arca’nın yetiştirdiği ve hazırladığı dördüncü takım istilak etti. 1927’den 1929 sonuna kadar takım halinde büyük anlaşma gösteren bu küçüklerin arasında da birinci takımımıza Fikret Arıcan, Niyazi Sel, Mehmet Reşat Nayır, Rıza Nemli, Muzaffer Çizer, Ziya gibi genç istidatlar katıldılar. 1929 senesi lig maçlarına girerken Fenerbahçe kadrosunda altı genç elemana yer vermişti. Aynı sene yine bu gençler Federasyon Reisi Muvaffak Menemencioğlu sayesinde ilk defa ihdas edilen genç millî takım kadrosunda da yer aldılar. Genç takımlar maçı için celbedilen ve aralarında meşhur Saroşi’nin de bulunduğu Macar genç millî takımımızın beş oyuncusunu Fenerbahçeli gençler teşkil etmekte idiler.

    Galip Kulaksızoğlu Geliyor

    Hüseyin Sami Coşar’ın İzmir’e tayini, Fuat Hüsnü Bey’in de vazifesi icabı İstanbul’dan ayrılmasından sonra genç takım davasını büyük Fenerbahçeli Galip ağabey üzerine aldı. Galip ağabey ömrünün sonuna kadar Fenerbahçe’nin bu mukaddes davasına hizmet etti. Semihler, Bülentler, Sedat (Bayur)lar, Faruklar, Necdetler, Küçük Fikretler hep onun genç takımlarından yetiştiler. Uzun seneler milli futbol takımımızın santrhaflığını ve Galatasaray’ın takım kaptanlığını yapan Bülent Eken de merhum Galip ağabeyimizin dördüncü takımından yetişen güzide futbolcularımızın arasındadır.

    Galip ağabeyin vefatından sonra kulübümüzün genç takım davası bir duralama safhasına girdi. Nihayet 1944 yılında Fenerbahçe’nin genç takımlarından yetişmiş bulunan milli futbolcumuz Mehmet Reşat Nayır bu davayı şahsi bir gayretle ele aldı. Fenerbahçe genç takımı Mehmet Reşat’ın yakın alaka ve himmeti neticesinde kuvvetli bir varlık olarak ortaya çıktı. Bu takımdan yetişen Eol Keskin, Adnan Tunçay, Kemal ve Hilmi Atakul, Rıfkı Pekşen, Nazif Kamalı, Ruhi gibi müstaid gençleri, İlhan, Necati, Ruhi (Sadi), Haldun, Ali, Burhan, Fikret, Aydemir, Malik, İlhan, Nusret tertibindeki şampiyon kadro takip etti. Müstaid elemanlarından layıkı veçhile faydalanmak ne yazık ki kabil olamadı. Birinci takımımızda birkaç defa oynamak imkanını bulan bu kabiliyetli gençler başka başka kulüplere dağıldılar. Bu takımın kaptanı Aydemir Nemli bugün İstanbulspor’da aynı vazifeyi deruhte ederken “milli” unvanını da taşımaktadır.

    Sabri Kiraz

    Bilahare yine genç takımlarımızdan yetişen kaleci Sabri Kiraz’ın himmet ve alakasıyla Fenerbahçe genç takımı yeniden canlandı. Bu usta hocanın elinde milli takım kadromuza kadar yükselen genç kıymetler yetiştiler. Bunların arasında Şükrü Ersoy, sağ bekimiz Nedim Günar, Emniyet kaptanı Fahir Ülgür, İstanbulspor kaptanı Sabih Sünter’in isimlerini zikredebiliriz.

    Sabri Kiraz’ın genç takımını kulübümüzün eski atletlerinden Reşat Erte’nin hazırladığı genç takımlar takip etti. Bu genç takımımız faaliyet gösterdiği üç yıllık zaman zarfında tam 118 maç yaptı. Bu maçların 113’ünü kazandı. 4’ünde berabere kaldı. Yalnız birini kaybetti ve kulübümüz müzesine tam 120 kupa ile 28 bayrak hediye etti. Başta milli futbolcu ve basketbolcumuz Can Bartu olmak üzere genç milli takımımızın sağ içi Sarıyerli Mustafa, Beykozlu Erdoğan, milli futbolcumuz Avni Kalkavan, Emniyetli Gürkan, Beykozlu Erdinç, genç milli Çetin ve genç milli takımımıza namzet gösterilen Kaya hep bu kadrodan yetiştiler.

    Halen Esat Kaner ve Ömer Boncuk gibi iki eski futbolcumuzun ellerine tevdi edilmiş bulunan genç kadrolarımız kulübümüz namına iftihar vesilesi neticeler almaktadırlar.

    Türkiye’nin Futbolcu Fabrikası

    Fenerbahçe, 1956 senesi Temmuz ayında genç takımını Bulgaristan’a gönderirken, bu davaya gösterdiği büyük ehemmiyeti bir kere daha ispat etmiş oldu. Bu güzel icraatta kulübümüzün genç takımlarından yetişip milli kadroya kadar yükselen maruf futbolcusu ve o tarihlerde idare heyeti azası bulunan Niyazi Sel’in büyük hissesi mevcuttur. Kulübümüz böylelikle genç takımı yurt dışında maçlar yapan ilk Türk kulübü olmak şerefine de erişmiş oldu.

    Genç takımlar gibi büyük bir ideale bütün samimiyetleriyle inanıp kendilerini bu işe vakfeden ve Türk futbolu ile Fenerbahçemize sayısız elemanlar yetiştiren Mustafa Elkatip, Hüseyin Sami Coşar, Fuat Hüsnü Kayacan, Sabih Fani Arca, Ragıp Ziya Mağden, Muvaffak Menemencioğlu, Mehmet Reşat Nayır, Sabri Kiraz, Reşat Erte, Esat Kaner ve Ömer Boncuk’u takdir ve hürmetle yâdederken, Galip Kulaksızoğlu ve Mocuk Taceddin Hikmet’in aziz hatıralarını rahmetle anıyoruz.

    Türkiye'nin futbolcu fabrikası Fenerbahçe
    Türkiye’nin futbolcu fabrikası Fenerbahçe