Etiket: Milliyet Gazetesi

  • Sahil Banyoları

    Sahil Banyoları

    Kalamış ve Fenerbahçe Sahil Banyoları… Zaman zaman yer verdiğimiz Kadıköy semt yazılarında 1929 yılına gidiyoruz. Yazarımız M.S.’nin konusu bu meşhur mesire yerleri… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Fotoğraf Seyhun Binzet ağabeyimizin koleksiyonundan…


    İstanbul Cuma Günleri Nasıl Eğleniyor?

    Kalamış, Fenerbahçe Sahillerinde Banyolar

    Bir haftadan beri, buram buram ter döküp burcu burcu kokuyoruz. Dün birisi ile konuşurken yanımızdan şişmanca bir adam geçti. Herif, sanki seyyar ıtriyat mağazası idi. Allah süründürmesin, öyle sürünmüş ki adeta burnumuzu tıkamaya mecbur olduk. Arkadaşım dayanamadı:

    • Yahu, bu ne koku?
    • Ne yapsın, dedim, görmüyor musun, kan ter içinde zavallı… Kendi hoş kokusunu (!) gizlemek için kiralık koku almış.

    Ya bu sıcak günlerde ne kadar dondurma yendiğine dikkat ediyor musunuz? Vakit, öğle. Bir dondurmacı dükkanındayım. Yanımda kırmızı suratlı, beş on sene sonra mutlaka tıkanıp ölmeye namzet, iyi yarı (iri de söz mü) adeta aygır misali bir zat var. Arka arkaya üç vişneli, iki karışık dondurma yedikten sonra, altıncı bardağı ısmarlarken arkadaşı kolundan çekti:

    • Hiş… Ne yapıyorsun be? Çatlarsın!

    Güldü:

    • Zati sıcaktan çatlıyorum. Bari bırak da dondurmadan çatlayayım!

    Seyyar şerbetçilerin bini bir paraya:

    • Haydi buuuu…z!… Otuz iki dişe trampet çaldırıyor.

    İhtiyar bir adam yaklaştı, bir bardak şerbeti, bir hamlede yuvarladıktan sonra dişsiz ağzını açarak:

    • Evladım, dedi, ya böyle benim gibi ağzında diş kalmayan biri olursa? Trampeti kime çaldıracaksın?
    • Az bekle, dedi, neredeyse karnında çalmaya başlar.

    İtişe kakışa iskelenin demir parmaklığı önüne yığıldık. Vapur, çoktan gelmiş, yolcularını çıkarmış, fakat biz hala bekliyoruz. Yoldular arasında mırıltılar başladı:

    • Nedir bu rezalet canım. Şu kapıyı açsalar kıyamet mi kopar?
    • Keenne, insan değiliz de mezbaha kapısında bekleşen öküzleriz.

    Bir ses:

    • Çüşş… Öküz sensin. Söylediği lafa bak be.

    Memur çok geçmeden yetişti:

    • Birbirimizin üstüne binmeyelim! Azıcık sabırlı olalım, daha bir buçuk dakika var.

    Etraftan sesler:

    • Bir buçuk dakika varmış. Sanki şu kapıyı açsalar kıyamet kopar.
    • Dakikaların ne kadar da kıymetini biliriz.

    Hele neyse parmaklık aralandı. Ve yüz kadar yolcu bu daracık geçitten birbirlerini omuzlayıp dürterek deli gibi seyirttiler. Kendimi arka güverte kısmında bir sıra minderinde bulunca:

    • Oh, dedim, dünya varmış.

    Şimdi rahatça etrafımdakileri seyredebilirim. Onlar da bari seyre değer bir şey olsalar neyse… Durmadan fıstık yiyip kabuklarını avucunda biriktiren altmışlık bir Beni İsrail acuzesi, suratı çilli, boynu sargılı yine aynı fasileden bir kadın ve lüfer avcılığından bahseden iki eski İstanbul tipi, durmadan anlatıyor:

    • Efendim lüfer balıkların en kurnazıdır. Bu muhakkak. Bir tarihte Sarıyer’deyim, gece sabaha karşı sandalla dolaşıyorum. Malum a serde gençlik var o zamanlar. Yeni mahalle önünde dalyanlar vardı bilmem hatırlar mısınız?

    Ve muhavere böyle devam ediyor:

    • Haydi, Kadıköy, Kadıköy!

    Vapurdan daima geç çıkmayı adet etmişimdir. Bu defa da öyle yaptım. İskeleye en sonra ayak atan yolcu olmak şerefini muhafaza ettim. Fakat bir de bakayım ki meydanda bir tane otobüs kalmamış. Niyetim (söz aramızda) ucuz olsun diye Kalamış’a kadar otobüsle gitmekti. Kendi kendime:

    • Bu işte de yaya kaldın mı tatar ağası, diye söylenmeye başladım.

    Söylenmek para eder mi? Behemehâl bir vasıta bulmak lazım. O sırada üzeri tenteli tek beygirli bir muhacir arabası çıkagelmez mi?

    Hemen yaklaştım ve iki laf bir pazarlık, atladım. Kalamış sahilleri, Moda’dan itibaren binlerce insanla dolmuştu. Öyle ki adeta bana yer kalmayacak diye korktum. Aman Kalamış’tan Fenerbahçe’nin görünüşü. Acaba dünyanın hangi yerinde bu kadar müstesna güzellikler bir araya toplanmıştır? İskelenin önünde çepçevre sahili kapatmış her renkte tenteli ince, oynak, sevimli birçok sandal… Ara sıra bir müşteri yaklaşarak eliyle bir işaret yapıyor ve nereye gideceğini söylemeden sandala kuruluyor. Fener yarım adası da günün bu saatinde adeta uykuda. Uyanık olan yalnız Kalamış tarafı. Burada iskeleden başlayıp deniz hamamları kısmında nihayet bulan bir sahil parçası var ki fıkırdak bir kadın kadar caziptir.

    Karpuz kabuğu düşmeden denize girilmezmiş. Şimdi bu masala kimse kulak asmıyor. Denizin üstü (sade üstü değil) batıp çıkanları da hesaba dâhil edersek altı ve üstü kumralından esmerine, balıketinden şişmanına kadar her renkte, her biçimde Âdem’in oğulları ve Havva’nın kızlarıyla dolu. Kumsal üzerinde serpilip yorgunluk atanlar da başka!

    Dalgalarla boğuşmaktan bitap düşenler sahile döner dönmez yaslanacak bir kadın başı buluyorlar. Hayattaki çetin mücadeleleri bize unutturan da bu sevdalı başlar değil midir? İskelenin önünde bir sandala da ben atladım:

    • Çek, dedim, Fenerbahçe’ye…

    Yosun yeşilliğinde suyun üstünden kayarak ilerliyoruz. Uzaktan deniz üstünde çırpınanların sesleri geliyor.

    Fener’in arkasında bir sığlığa yanaştık. Vay… Burada da banyo meraklıları varmış. Fakat bunlar sade banyoya meraklı değil.

    Denizin içinde sevişmeyi tercih edenler, hep buraya toplanmışlar.

    Anadan doğma bir erkek beni görünce iri bir göl kurbağası gibi cumburlop… Kendini suya attı. Hemen oracıktan dönmek nazikâne bir hareket olacaktı, ben de öyle yaptım. Üstat Ekrem merhuma koca bir roman yazdıran Fenerbahçe mesiresi, şimdi ihtiyar birkaç ağaç arasında güneşe karşı “Araba Sevdası” kahramanı Bihruz Bey’in neslini ve o neslin kadın şemsiyeleri içine mektup atmayı en büyük muvaffakiyet sayan zavallı erkeklerini düşünüyor gibi idi.

    22 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (M.S.)

  • Bir Müessif Hadise

    Bir Müessif Hadise

    “Türk futbol tarihinde golden çok ne olmuştur?” diye sorsak alacağımız cevap muhtemelen “Bir Müessif Hadise” olacaktır. İşte onlardan biri… Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki rekabeti sadece saha içi boyutuyla değerlendirmek hatasına düşenler için, 70 yıl önceden bir olay… Detayları Milliyet gazetesinden okuyalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kulüpçü Bir Gümrük Müdürünün Çıkarttığı Hadise

    Gümrük Vekili Dün Hadiseye El Koydu Sayın Emin Kalafat diyor ki:

    “Memleketimizi spor sahasında temsil etmek üzere harice giden millî kafilemizin daha ilk hareket anında bu şekilde müşkül bir vaziyete düşmüş veya düşürülmüş bulunmasından müteessir olmuş bulunuyorum.”

    Milli futbol takımımızın evvelki gün İsviçre’ye hareketinden evvel Yeşilköy Hava Meydan Gümrük Dairesinde vuku bulan müessif hadisenin uyandırdığı teessür, basının hâdiseyi ehemmiyetle ele alması üzerine, dün de şehrimizde ve umumiyetle bütün spor çevrelerinde devam etmiştir.

    Malum olduğu üzere, Galatasaray Kulübü umumi kaptanı ve aynı zamanda gümrük müfettişi olduğu anlaşılan Kadri Dağ adında bir şahsın, kulüpçülük haleti ruhiyesiyle ve bu haleti ruhiyeden doğan taraftarlık, garazkârlık hisleriyle, kanunun kendisine verdiği salahiyeti kötüye kullanmış, yabancı ülkelere, milletimizi temsil etmeğe giden milli bir kafileyi kasten bir kaçakçı şebekesi vaziyetine sokmuş ve bu hal, bilhassa gençlik arasında derin bir infial uyandırmış bulunmaktadır.

    Bu vaziyet karşısında ne düşündüğünü öğrenmek istediğimiz ve esasen kendisine müracaat ettiğimiz zaman dahi, hâdiseden teessür duymuş olacağından hiç şüphe etmediğimiz Gümrük ve Tekel Vekili Sayın Emin Kalafat’la bir muharririmiz arasında geçen bir konuşmayı aşağıya naklediyoruz:

    “Hadiseyi gazetenizi okumakla öğrendim. Gerek Gümrük Teftiş Heyeti’nden ve gerek Yeşilköy Hava Meydanı’ndaki Gümrük Müdürlüğü’nden aldığım malumata göre; milli futbol takımı İsviçre’ye 18 kişilik kolektif bir pasaportla gitmiştir.

    Takım kaptanı Fenerbahçeli Fikret Kırcan’mış. Kafileye, tayyareye binecekleri sırada yapılması mutat olan gümrük muayenesinde, beraberlerindeki Türk parası ile döviz miktar, soruldukta, beraberlerinde hiçbir para bulunmadığını ifade etmişler. Hâlbuki yapılan muayenede, beyan harici olarak Fikret Kırcan’ın bavulunda 100 dolar bulunmuş.

    Bu vaziyet karşısında Fikret Kırcan, bu paranın 18 arkadaşına ait olduğunu ve bu dolarları Yunanistan’a yaptıkları seyahatten dönerlerken beraberlerinde getirdiklerini, fakat Türkiye’ye girerlerken bunlar, deklare etmeyi unuttuklarını söylemiş. Hadise bu şekilde zapta geçmiş ve zabıt gümrük müfettiş muavini Burhanettin Başsaraç, muayene memuru Hasan Tüzen ve Fikret Kırcan tarafından imza edilmiş.

    Verilen malumata bakılırsa, gazetenizde ismi geçen müfettiş Kadri Dağ da, spor kafilesini uğurlamak üzere orada bulunuyormuş ve muayene sırasında müşahit olarak kalmakla iktifa etmiş. Ancak, Ankara’dan teftiş heyeti riyasetinden bizzat telefonla yaptığım tahkikat neticesinde Kadri Dağ’ın, talebine binaen 15-5-953 tarihinden itibaren 10 gün müddetle mezun olduğunu öğrenmiş bulunuyorum.

    Hadise ile yakından alakadar oluyorum. Elde edeceğim neticeye göre hareket edeceğim tabiidir.

    Memleketimizi, spor sahasında temsil etmek üzere harice giden milli kafilemizin daha ilk hareket anında bu şekilde müşkül ve arzu edilmez bir duruma düşmüş olmasından veya düşürülmüş bulunmasından ben de müteessir olmuş bulunuyorum.

    Memleketimizi temsil edecek olan bir milli kafileye isnat edilmek istenen kaçakçılık vaziyeti karşısında gazetemizin gösterdiği hassasiyet, gençlik arasında büyük bir memnuniyet uyandırmış olduğunu, dün muhtelif teşekkül ve talebe derneklerinden aldığımız telefonlarla müşahede etmiş bulunuyoruz.”

    24 Mayıs 1953 – Milliyet Gazetesi


    Fenerbahçe-Galatasaray Münasebetleri Kesildi

    Kendileriyle Görüştüğümüz Kulüp Başkanları Birer Beyanatta Bulundular

    İsviçre milli maçı münasebetiyle Bern’e giden milli takımımızın Cuma günü Yeşilköy’den hareketinden evvel cereyan eden müessif hadise yüzünden Fenerbahçe Kulübü idare heyeti yaptığı bir toplantıda, bundan böyle Fenerbahçe’nin, Galatasaray Kulübüyle hiçbir münasebatta bulunmamasına karar verilmiştir.

    Dün bu hususta, her iki kulüp başkanları gazetemize aşağıdaki beyanatları vermişlerdir:

    Fenerbahçe Kulübü Başkanı Rüştü Dağlaroğlu;

    “Biz bu güne kadar Galatasaray Kulübü ile daima dostça münasebetler tesisine çalıştık. Fakat maalesef bir iki zat, düştükleri her hatanın müsebbibi olarak bizi gördüler, Aleyhimizde yazdılar, söylediler. Şurası bilinmelidir ki Fenerbahçe Kulübü, Galatasaray Kulübü için şimdiye kadar asla bir fena niyet taşımamıştır. Hataya düşen Galatasaraylı idareciler, kendi umumi efkârlarını avutmayı daima bize isnatlarda bulunmak yolunda aramışlardır. Bunun sonu gelmediğini ve maalesef yarattıkları soğukluğu Türk spor tarihinde eşi görülmemiş bir düşmanlık derecesine çıkarmaları karşısında herhalde kulüplerimizin selameti adına şimdilik onlarla münasebeti kesmeği lüzumlu görüyoruz. İnşallah karşımızdakiler de bir gün gelir de aklıselimlerine hâkim olur ve bu müessif durumu biran evvel bertaraf ederiz.”

    Diğer taraftan Galatasaray Kulübü Başkanı Ulvi Yenal şunları söylemiştir:

    “Fenerbahçe Kulübünün böyle bir kararına resmen muttali olmamakla beraber, ortada bu kararı almaya sebep olabilecek bir hadisenin mevcut bulunduğuna da kani değilim. Fenerbahçe ile sahada mevcut rekabetimizin devam ve hatta şiddetlenmesi tabiidir. Saha dışında ise, öteden beri olduğu gibi, dostane münasebetlerimizi devam ettirmeği arzu ederiz. Galatasaray’ın ananesi, sporu kendi çerçevesi içinde mütalaa etmeği icap ettirir. Kanaatimce bazı müfrit kulüpçüler iki kulüp arasında suni bir gerginlik yaratmayı, kendi menfaatlerine uygun görmektedirler. Bizce hadise bu kadar basit bir manzara arz etmektedir. Milli takımın hareketi sırasında futbolcularımızdan Fikret Kırcan’ın başına gelenden biz de çok müteessiriz. Adnan Akın arkadaşımızın ise bu hadise ile hiçbir alakası yoktur.”

    25 Mayıs 1953 – Milliyet Gazetesi  

  • Ateş-Güneş

    Ateş-Güneş

    Bir yandan da Türk spor tarihinin fenomenlerini araştırmaya devam ediyoruz. Malumunuz “Ateş-Güneş” de bunlardan biri. Aşağıdaki yazı, kulübün kuruluş senelerinde Aka Gündüz tarafından 1935 yılında kaleme alınmış. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ateş-Güneş’te Güneşlendim

    Eğer (Ateş – Güneş) Kulübünü görmeden (Dikmen)e dönseydim; neye göremedim? diye donakalacaktım. Fakat ikinci başkanı Kemal Salih’in arkadaşça saygısı ve nazık kılavuzluğu ile gittim, gezdim, gördüm. Ve hem güneşlendim, hem ateşlendim hem de alevlendim.

    Bizlere düne kadar siyasette (Hasta adam) ve cemiyette (ellerinden bir şey gelmeyen kalabalık) derlerdi. Bugün (en dimdik ve en dipdiri insan) diyor lar. Dedirmesini bildiğimiz ve başardığımız için. Ötekini de cemiyete verdiğimiz yüksek örneklerle (elinden her şey gelen millet) dedireceğiz. Dedirmeğe başladık bile. En yeni örnek (Ateş- Güneş) Kulübünün deyilir deyilmez (maddi manevi) kuruluşudur. İstanbulda olsun, dışarıdan gelsin, her ihtiyar ve genç aydınlıya “münevvere” her yanı güzel ve başarımlı olan (Ateş -Güneş) Kulübünü görmesini salıklarım.

    Ankara’daki (Anadolu Kulübü)nden sonra Türkiye’nin hiçbir sosyetesi (Ateş – Güneş) kadar güzel, temiz, modern, hele görüklü “hedefli” ve ülkülü bir şey kuramamıştır. Bu gibi kulüplerin çoğalmasını, ömrümün çoğalmasından önce dilerim.

    Güneş; Enbüyük’ümüzün doğuş adıdır. Ateş te, o adın Türk milletine verdiği hızı gösterir.

    (Ateş – Güneş)in sporda ülküsü; sağlam ve zengin kafalı, sağlam ve zengin karakterli, sağlam ve zengin gövdeli bir gençlik yetiştirmek. Ve içtimai bölüsünde yolu; cemiyet hayatını her bakımdan yükseltip olgunlaştırmak…

    (Ateş – Güneş)in birinci başkamı Cevat Abbas Bey arkadaşım bana armalarından, yollarından, sokak kapısına kadar anlatırken, onu hasretine ve ülküsüne kavuşan yirmi yaşında bir delikanlı heyecanı içindeydi. Öyle seyredip dinledim. O yirmi yaşında ki o zaman çarıklarını çekmiş, dürbününü asmış, silâhını kuşanmış bir halde gene bu toprağın ve bu Ulus’un uğrunda Balkandan balkana seğirtiyordu. Bugün yaşlarımız çok ilerledi. Fakat alevlerimiz sönmedi, heyecanlarımız duraklamadı.

    Hattâ (Ateş – Güneş) başkanında arttığını gördüm.

    (Ateş – Güneş) temelli ve zengin bir kurultudur. Burada derin bir heyecan ve sevgi ile iki temiz adı anmaktan kendimi alamıyorum değil, bunu vazife biliyorum: İktisat Vekili Mahmut Celal Beyle İş Bankası İstanbul Müdürü Yusuf Ziya Bey.

    Bütün siyasi, silahlı ve milli mücadelelerde; bütün mali ve iktisadi mücadelelerde, bütün yurt işlerinde ak ve ünlü bir varlık gösteren Celal Beyi; Türk gençliğini ateşli ve güneşli bir benlikle yetiştirme yolunda da en ön dizide görüyoruz. (Ateş -Güneş) denilen bu ülkü kaynağının kuruluşunda harcadığı terle ettiği yardımın önünde memleket hesabına baş eğmeliyiz.

    Tevazuu ve çalışkanlığı ile tanınmış olan Yusuf Ziya Bey’e gelince; ancak geçen gün ilk defa yüz yüze gelmek mutunu kazandığım bu Türk çocuğu, denilebilir ki (Ateş – Güneş)in hem temel taşıdır, hem mimarbaşısı.

    Her gün en az on saat ve en zor işlerle çalışan bu ortagencin öteki saatlerinde de nasıl çalıştığı ve neler yapabildiği (Ateş -Güneş)i gezdikten ve kuruluş tarihini dinledikten sonra anlaşılır.

    Kulüp ve kulüpçülük nedir?

    Spor ne demektir? Cemiyet halinde yaşamak nasıl olur? Bunları anlamak için (Ateş – Güneş) i görüp öğrenmek gerek.

    Şimdi çok duygulandığım için bu kadarcık yazdım. Sonra biteviye yazıp anlatmağa çalışacağım.

    21 Eylül 1929 – Milliyet Gazetesi (Aka Gündüz)

  • Eşref Şefik Bey’in İhracı

    Eşref Şefik Bey’in İhracı

    Güneş Spor Kulübü’nün ortaya çıkışında önemli mihenk taşlarından biri de Eşref Şefik Bey’in Galatasaray’dan ihracı olayıdır. Dönemin gazetelerinde önemli isimlerin bu konuya dair yazdığı yazıları derleyelim istedik. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Terkini Kayıt

    Galatasaray Spor Kulübü Reisliğinden   Azamızdan Eşref Şefik Bey’in kendi kulübünün şahsiyeti maneviyesini ve oyuncularını haksız ve müstekreh mütemadi neşriyatı ile tahkir etmiş olmasını hayret ve teessüfle karşılayan idare heyetimiz mümaileyhin kulüpten kaydının terkinine karar vermiştir.   Keyfiyet tebliğ olunur.

    4 Ocak 1933 – Milliyet Gazetesi


    Tenkide de İdman Lazım

    Bir boksör için, ringde, rakibinden aldığı darbelere tahammül, bir futbolcu için karşı tarafın yaptığı gollere tahammül, bir pehlivan için güreştiği insanın oyunlarına tahammül, adalenin kuvvetine ve kendinden emin oluşuna delildir.

    Fakat sporcu, silme adaleden mürekkep bir mahlûk değildir; onun bir zekâsı da vardır. Sporcunun adalesinden beklediğimiz tahammülü sinirlerinde ve zekâsında da ararız: O, bu tecrübeyi ve bu imtihanı tenkitler karşısında da geçirir. En şiddetli yazılara karşı sinirleri ve zekâsı metanetini kaybetmeyen bir sporcu, ringde, statta gösterdiği tahammülü matbuat sahnesinde de ortaya koyan dayanıklı ve kuvvetli bir adamdır. Fakat bu yazı tenkitlerine karşı sinirlenen bir sporcu da, ringde de stadda da beklediğimiz asabi mukavemetten eser yok demektir. Çünkü insanın “cümlei asabiye”si, her iki tarafta da ayni kuvvet manzumesidir ve değişmez.

    Dostum Eşref Şefik, Akşam gazetesinde, Galatasaraylıların uğradığı hezimetleri tenkit ediyordu. Kulüp idaresi bu yazılardan sinirlenmiş ve Eşref’in kaydını silmeye karar vermiş. Bu herhangi bir maçta yenilişten daha fena bir sinir bozukluğudur. Bence Galatasaray’ın hezimetlerinin o kulübe mensup bir muharrir tarafından tenkit edilmesi, Galatasaraylıların kuvvetini ve şerefini gösterirdi; çünkü eskilerin “marifeti nefis” dedikleri hassanın ve “autocritique” denilen kabiliyetin en güzel örneğiydi. Eşref Şefik’i fedaya karar vermekle Galatasaray kulübü idaresi, bu kabiliyetinin zaafa uğradığını meydana vurmuş oluyor. Tenkit, canlı ve dayanıklı uzviyetler içine şifa verici bir cerrahi ameliye gibidir; dişçinin kerpeteninden kaçan ürken çocuğu yarın, daha müthiş ağrılar bekliyor.

    4 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi (Peyami Safa)


    Eşref Şefik Bey Dava Açıyor

    Galatasaray İdare Heyetini Mahkemeye Verecek 

    (…) Kulüp idare heyetinin yazdığı tebliğin tarzı tahriri ve kullanılan kelime ve cümlelerin hakaretamiz bir mahiyette olması, Eşref Şefik Bey’i de çok müteessir etmiştir. Eşref Bey, dün kendisiyle görüştüğümüz vakit bize şunları söylemiştir:

    “Bu sarı kırmızı renkleri daima temiz olarak tutmak istedim. Yazılarım hiçbir vakit samimi tenkit hududunu geçmemiştir. Mensup olduğum bir kulübün mağlubiyetten mağlubiyete uğraması, sarı kırmızı rengi benim gibi sevenler kadar yüreğimi sızlatmıştır. Bir kulübe mensup olmak, o kulübün renklerini taşımak demektir, fakat hiçbir vakit meddah olmak, hakikati görmemek demek değildir. Kulüp heyeti idaresinin hakkımda yazdığı tebliğde baştan nihayete kadar şahsıma hakaret edilmiştir. Matbuat kanunu, bu gibi ahvalde gayet sarih ahkâmı ihtiva etmektedir. Neşir vasıtasile şahsıma karşı yapılan bu hakaretten dolayı kulüp idare heyeti aleyhine hakaret davası ikame edeceğim. Fakat bütün bu dedikodular, beni kulübüme karşı duyduğum sevgiden ayıramayacaktır”

    5 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi


    Kafamızın İdmanı

    Eski şerefli günlerinin iç gıcıklayıcı zaferlerile sermest olan Galatasaray futbol takımı bu seneki resmî maçlarda hezimetten hezimete düşerken kulüp erkân ve azası da biribirlerine düşmeğe başladılar.

    Galatasaray, memleketin spor tarihine kıymetli hatıralar kaydetmiş ve kendini münevver bir zümreye sevdirmiş emektar bir kulüptür. Bu kulübün futbol takımını ezeli bir rakip olarak tanıyan ve ağlarını gol demetlerile donatan Fenerbahçeliler bile bu akıbetten müteessirdirler.

    Şerefli bir rakip değersiz bir düşmandan çok kıymetlidir. Fakat zamanla telafi edilecek spor mağlubiyetleri arasına bir varlığın eczasını parçalayacak sinir buhranları girmesi tehlikelidir.

    Galatasaray’ın mağlubiyetlerini hiç şüphesiz samimi bir sporculuk gayretile ve gene şüphesiz salahiyettar bir kalemle tenkit eden Eşref Şefik Bey hakkında kulüp idaresinin verdiği karar işte bu tehlikenin işaretidir. Galatasaray şimdiye kadar çok şerefli zaferler kazanmıştır. Bir iki mağlubiyet ancak bir idman zaafı ve bir devre ricatidir. Muntazam bir antrenman bu sukutu tevkif edebilir.

    Fakat en mütehassıs azasının içten gelen bir teessürle ortaya attığı kusurları benimseyecek yerde acı söyleyen bu dost ağzını tıkamaya kalkmak bir kulübün maneviyatında telafisi güç rahneler açar.

    Anlaşılıyor ki tenkide karşı kalplerimizde teşekkür ve tesamüh yerine hala kin ve istan hissediyoruz.

    Her şeyden evvel tenkit ve münakaşa işin kafamızın idman etmesi lazımdır. Çünkü bu idmansızlık spor mağlubiyeti gibi geçici bir akıbet değil, bizi gülünç ve biraz da müstebit yapan bir afettir.

    5 Ocak 1933 – Milliyet Gazetesi (Burhan Cahit)


    Elifi Öldürün!

    Ehibba, şivei yağmada mebhut eyler âdâyı,Hüda göstermesin âsarı izmihlal bir yerde!

    Galatasaray izmihlal âsarı gösterir göstermez, en yakın dostu Eşref Şefik’in kaydını sildi. Eşref Şefik –idare heyetine göre- artık Galatasaraylı değildir.  

    Oh!.. Artık mesele kalmadı demektir. Kulüpteki bozgunlara, idaresizliklere, hoşnutsuzluklara sebebiyet veren, meğerse, Eşref Şefikmiş. Mağlubiyetlerin en büyük âmili bu arkadaşmış…

    Eğer Eşref Şefik Galatasaray’ın mağlup olacağını evvelden yazmasaymış, galibiyet muhakkakmış.

    İdare mekanizması bozuktur, futbol ekibi çalıştırılmıyor, bu şekilde galibiyet temin edilmesi imkansızdır, demek müstekreh neşriyat yapmakmış.

    Meğer mensup olduğu kulübün düzeltilmesini istemek “mensup olduğu kulübün şahsiyeti maneviyesini tahkir” imiş…  

    Bir kağıt, bir kalem, gazetelere bir tebliğ: Eşref Şefik Bey’in kaydını terkin ettik…

    Bundan böyle idare heyetini herkes sevecek, idare mekanizması kronometre gibi işleyecek, futbol takımı artık galip gelecek…

    Doğrusu, idare heyetinin kulüp işlerini tanzim için bir çırpıda bulduğu çareye deyecek yok…

    Vakti evailde, mahalle mekteplerindeki çocuklar, elifbeyi bir türlü öğrenemiyorlarmış. Dersi zihinlerine yerleştiremeyince aralarında karar vermişler:  

    • Hocayı öldürelim.

    Karar mı karar. Ellerine birer sopa alıp, köşebaşında hocayı beklemeye başlamışlar. Oradan geçen bir zat, çocuklara sormuş:  

    • Ne yapıyorsunuz burada?
    • Hocamızı bekliyoruz.
    • Neden?
    • Onu öldüreceğiz.
    • Sebep?
    • Elifbeyi öğrenemiyoruz.
    • Ayol, hocayı öldürürseniz yerine başkası gelir, elinizde ise elifbeyi öldürün!

    Eşref Şefik’i –hem de salahiyetleri yokken– kulüpten addetmemekle işler düzelecek mi? Eşref artık tenkit etmeyecek mi? Doğru yolu göstermeyecek mi? O olmazsa, başkası yazamaz mı?

    Bu neşrettikleri tebliğden sonra –bize kalırsa– idare heyeti, kendi kayıtlarını silmelidirler…

    5 Ocak 1933 – Vakit Gazetesi (Selami İzzet)


    Vur Abalıya!

    Eskiden, her futbol mağlubiyetinin sayılı sebepleri vardı: İlkbaharsa, rüzgârın altına düşmek; yazsa, güneşe karşı oynamak; güzse, çamura batmak; mevsim müsaitse hakemin haksızlığı; hakem adilse, şanssızlık!

    Bu beş gizli düşmandan biri, muhakkak her yaptığımız milli maçta bizim on bir oyuncumuzun ayrı ayrı ayaklarına dolaşır, nefeslerini tıkar, hücumlarını keser, şütlerini çelerdi.

    Fakat bu beş düşmandan üçü, rüzgâr, güneş, yağmur, tabiatın korkunç kuvvetleri olduğu için kolay kolay başa çıkılmaz. Dördüncüsü, hakem denen münferit hâkimdir ki ona söz söylemeye kimsenin hakkı yoktur. Beşincisi olan şansa gelince, bu gizli sihirbazın, yeryüzünde oyuncağı olmayan kim var?

    Bundan dolayıdır ki galip gelmek için, yalnız on bir rakibini değil, rüzgârı, güneşi, yağmuru, hakemi, şansı da mağlup etmeye mecbur olan takımlarımız, ekseriya sahadan başları önderine düşük çıkıyorlardı.

    Son günlerde, bu yenilme salgınına Sarı-Kırmızılılar tutuldular: Beşiktaş’a yenildiler, İstanbulspor’a yenildiler, Süleymaniye’ye yenildiler… Sebep? Bunu, Galatasaray idaresi uzun uzun düşünmüş, aramış ve bulmuş: Güneş değil, rüzgâr değil, yağmur değil, hakem değil, şans değil. Ya kim? Söyleyeyim: Eşref Şefik Bey’in tenkitleri!

    Ve Eşref Şefik Bey’i kulüpten ihraç etmişler…  

    Bu adilane kararlarile Galatasaray’ı gelecek mağlubiyetlerden kurtaran idare heyetini tebrik ederiz.    

    6 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi (Yusuf Ziya)

  • Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Bundan tam 101 sene önce Çeklerin meşhur futbol takımı SK Slavia Praha İstanbul’a geldiğinde yaşananları, geçen yıl Milliyet gazetesinden Celal Umut Eren‘e ve Goal internet sitesine özet olarak anlatmıştık. Şimdi de huzurlarınızda dönemin meşhur dergisi Spor Alemi’nden tafsilatlı bir yazı ile Slavya’nın İlk İstanbul Macerası var. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Slavyalılar Şehrimizde İken

    12 Temmuz Perşembe günü akşamı (Karnaro) vapuruyla misafirlerimiz şehrimize geldiler. Rıhtım üzerinde daha sabahtan dolmuş olan halkın –vapurun gecikmesi ve ertesi güne kalmak ihtimalinin de ileri sürülmesinden- mühim bir kısmı dağılmıştı. (Karnaro) vapuru saat altı buçuğa doğru Galata rıhtımına yanaşmış ve Slavya’nın on dokuz futbolcusunu Kavaklar’da istikbal etmiş olan Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu kulübü murahhaslarıyla beraber altı buçukta İstanbul toprağına ayak basmışlardır.

    Slavyalı misafirlerimizi rıhtım üzerinde bir kısım sporcular ile Çekoslovak memleketi namına Doktor Klemans, Doktor Sivetlik, Mösyö Kohut karşılamışlar ve şehir namına Vali Haydar Beyefendinin namına vekili de mevcuttu. Ayrıca mecmuamız namına da Selahaddin Bey bulunmuştur.

    Rıhtım üzerinde Matmaze Kohut tarafından misafirlere güzel bir buket takdim edildikten sonra nutuklar teati edilmiş ve oradan doğru kendilerinin ikametlerine tahsis edilen Kohut Oteli’ne gitmişlerdir.

    Oyuncular ile Birlikte Kimler Geldi?

    Çekoslovak Futbol Federasyonları Reisi Doktor (Peligan), Futbol Federasyonu Reisi Mösyö (Kanta), Çekoslovakya’daki Alman Federasyonu Reisi Doktor (Lenhart), Slavya’nın Reis-i Sanisi Mösyö (Coelos), Fahri Katib-i Umumi Mösyö (Lavfer) ve birkaç gazeteci.

    13 Temmuz Cuma

    Cuma günü misafirlerimiz Selamlık Resm-i Alisi ile şehrimizin muhtelif yerlerini ziyaret ederek akşamı saat beş buçukta Taksim’de Galatasaray ile karşılaşmışlardır.

    Slavya 7 – 0 Galatasaray

    Bir aydan beri ağızlarda dolaşan, spor muhitinin yegâne meşgalesini teşkil eden büyük ve tarihi günlerden: 13 Temmuz Cuma.

    Bugün Galatasaraylılar Çekoslovakların meşhur Slavya takımıyla çarpışacak. Eski Taksim Kışlası’nın büyük kapısı önünde toplanan sporcular, bir an evvel biletlerini tedarik edip kendini içeri atabilmek üzere gişelere yapılan tehacüm, gruplar halinde toplanmış meraklıların hararetli mübahase ve münakaşaları günlerden beri dillere destan olan Slavya oyuncularının kabiliyet ve maharetleri hakkındaki türlü türlü anlatışlar ahalinin sabırsızlığını tezyid ediyordu.

    Futbol sahasının etrafını şimdiye kadar henüz şahidi olamadığımız bir kalabalık kuşatmış. Gözler saatlere ve kapıya matuf, herkes bekliyor… Birden başlar kımıldandı. Ahali arasında bir hareket görüldü ve alkışlar içinde oyuncular sahaya dâhil oldular. Merasim-i mahsuseyi müteakip Hamdi Bey’in hakemliğiyle oyuna altıya çeyrek kala başlanıldı.

    İlk dakikalarda Çekoslovakların oyunu ahali üzerinde inkisar-ı hayale uğratıcı bir tesir yaptı. Bu kadar gürültü ile mevzubahis edilen Slavya takımının hakikaten bunlar olup olmadığını herkes yekdiğerine sormaya başlamıştı. Galatasaraylılar topu hasım kalesi önünde tutmaya muvaffak oluyordu. Necip Bey bu aralık kaleye pek yakın bir mesafeden şutlarını dışarı atmak suretiyle iki gol kaçırmıştı. Fakat oyunun bu şekli çok devam edemedi. Bir çeyrek saat süren bir müphemiyetten sonra Çeklerin oyunu inkişaf etmeye ve Galatasaray takımında da yavaş yavaş yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı. Slavya oyuncuları kısa ve mütevali paslar yapıyor, top mütemadiyen ayaktan ayağa gidip geliyordu. Bu oyuncuların harekâtında biraz bataet meşhud olmakla beraber o kadar muntazam pas yapıyorlardı ki dünyanın en mukavim müdafaa oyuncuları –alışmamış oldukları takdirde- bu şekildeki bir tabiyeye uzun müddet dayanamazdı. Galatasaray takımı da böyle bir vaziyete maruz kaldı. Bu aralık Slavyalılar ilk gollerini kale direği kenarından Galatasaray kalesine ithale muvaffak oldular. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi ve biraz sonra da bir üçüncüsü takip etmişti. İkinci partide bu miktara dört sayı daha ilave ettiler. Müsabaka bu suretle sıfıra karşı yedi sayı ile Çekoslovakların galibiyetiyle neticelendi.

    Her İki Takımın Oyununu Biraz Tahlil Edelim

    Galatasaray: Heyet-i umumiyesi itibariyle azimperver ve gayretli oynadı. Fakat oyuncular arasında teşrik-i mesai yok denilebilecek derecede azdı. Müdafaa imkân dâhilinde çalıştığı halde muhacimler muvaffak olamadılar. Hasım kalesine doğru yapılan birkaç münferit teşebbüs hüsn-i netice veremedi. Bu hatta kendisinden en fazla iş beklenen Arif Bey çekingen oynamasından dolayı muvaffak olamadı. Biraz daha itina ile Galatasaray bugünkü müsabakada rakibine hiç olmazsa bir gol yapabilirdi. Yalnız takımına ithal ettiği Hüsnü Bey çok çalışmıştı.                

    Gelelim Slavya takımına: Bu takım hakkında kati bir fikir dermeyan etmezden evvel bugünkü oyunlarını esas olarak kabul edersek o da Slavya takımının muvaffakiyetinin başlıca amilini paslarının mükemmeliyetinde aramalıdır.  Bununla beraber oyunları biraz batî görünüyordu. Münferit akın yapıyorlar fakat pas tevziatında o derece muvaffak oluyorlar ki koştukları gözükmediği halde topu hasım oyuncuları arasından dolaştıra dolaştıra kale önüne geliyorlar. O zaman netice-i katiyeyi hasıl edecek olan şutlarını kaleye atıyorlardı.

    Akşam saat dokuzda Galatasaray mektebinde Galatasaray kulübü tarafından seksen kişilik büyük bir ziyafet çekilmiştir.

    Ziyafette Vali Haydar, mebuslarımızdan Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyefendiler ile Çekoslovak sefareti mümessili ve birçok ekâbir ve kulüp rüesası hazır bulunuyordu. (Yemek Listesi) Kıymalı Mekteb-i Sultani Böreği, Koyun Rostosu, Patlıcan Karnıyarığı, Galatasaray Pilavı, Kırmızı-Sarı Tatlı, Dondurma, Alaturka Kahve idi.

    Yemeğin hitamında Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey misafirlere kulüp namına beyan-ı hoşamedi ettikten sonra seyahat hakkında fazla teshilat gösteren Çekoslovak mümessiline de teşekkür etmiştir. Nutka mümessil tarafından bizzat cevap verilerek bu gibi mesut günleri gördükten memnuniyetini alenen tebrik ederek alkışlandı.

    Vali Haydar Beyefendi, Ercüment Ekrem Bey, Çekoslovak Federasyonu Reisi ve Slavya takımının reisi ve kaptanları tarafından da birer nutuk verilmiştir. En nihayet Hamdullah Suphi Bey’in sporcular için pek canlı olan nutku fazla alkışlandı. Hamdullah Bey nutkunda Türk sporcularının 1924 Olimpiyatı’na gitmesi ve memleketimizde spor kulüplerinin himayesini ve kendi ve arkadaşları namına muavenette elinden gelen kuvveti sarf edeceğini söylemiştir. Bilahare Ekrem ve Afif Beyler tarafından pek fazla alkışlanarak mektebin müzesinde istirahati müteakip saat on ikide müsamere nihayetlendirilmiştir.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    14 Temmuz Cumartesi                

    Misafirlerimiz bugün de boğazın serin havasını teneffüs ederek güzel bir gezinti yapmışlar ve akşamı saat 8,30’da Çekoslovak mümessilliği tarafından Novotni’de muhteşem bir ziyafette bulunmuşlardır.

    Salon Türk ve Çekoslovak bayraklarıyla donatılmıştı. Ziyafette Vali Haydar Beyefendi, Çekoslovak sefareti mümessili ve memleketimizdeki Çekoslovaklar, sporcularımız hazır bulunuyordu. Ziyafetin son dakikalarında Refet Paşa da heyete iştirak etmiş ve Selahattin Adil Paşa namına da bir yaver hazır bulunmuştur.

    (Yemek Listesi) Slavya Çorbası, Mayonezli Levrek Balığı Fileto (Tezyin edilmiş), Elmalı Strudel, Piyaz, Dondurma, Meyve, Kahve.

    Yemeğe orkestra tarafından Türk milli marşı ve Çekoslovak milli marşının çalınmasıyla başlanıldı. Taamın nihayetinde İstanbul’daki Çekoslovak cemiyeti reisi tarafından bir nutuk irad edilmiş ve buna Vali Haydar Bey cevap vermiştir. Bilahare mümessil, kulübün reisi de ayrı ayrı nutuklar vermişler ve kulübün reisi tarafından Vali Haydar Bey ile Tanin başmuharriri Hüseyin Cahit Beylere Slavya’nın rozetleri hazirunun alkışları arasında takılmıştır.

    Nutukların hitamında Çekoslovak cemiyeti reisinin kızı milli elbise ile milli şarkılar okumuş ve etraftan pek samimi tezahürat arasında şarkısını nihayetlendirebilmiştir.

    Müsamere saat on ikide nihayetlendirilmiştir.

    Slavya Kulübü Reisi ile Muharririmiz Selahaddin Bey’in Yaptığı Mülakatta Slavya Takımının Son Maçları Hakkında Elde Edilen Fazla Tafsilat                

    Slavyalılar bu turnesinde oyunlarına 1 Temmuz’da Romanya’nın Cluj şehrinde başlamışlardır. Bu müsabakaya çıkan Çekoslovak muhtelit takımı olup Slavya’dan Ştapal, Çapek, Kojel, Zayfert oynamış ve altıya karşı sekiz ile Çekoslovaklar galip gelmişlerdir. (5) Temmuz’da bu takım Prag’a avdetinde Kosice muhtelit takım ile çarpışmışlarsa da bunda da sıfıra karşı on ile kazanmışlardır… Ertesi gün Slavya Prag, Slavya Kosice’ye karşı oynayarak sıfıra karşı altı ile tekrar galip gelmişlerdir.

    8 Temmuz’da Slavya, Ongarişe kulübüne karşı çıkmış, bunda da sıfıra karşı iki ile galip gelmiştir. Takım 8 Temmuz akşamı hareket etmiş, Bükreş-Konstanna tarikiyle 12 Temmuz’da şehrimize muvasalat etmişlerdir.

    Slavya’nın Meşhur Oyuncusu Mazar’ın Başına Gelenler                

    Sparta’nın sabık sol açığı ve dünyanın en iyi oyuncularından olan meşhur (Mazar) bu son seyahate iştirak edememiştir. Buna sebep de geçen sene Noel’de İsviçre’de yapılan bir maçtan avdette Karlsruhe’de yapılan aktarma esnasında elindeki fotoğraf makinesini birinci trende unuttuğundan tekrar trene dönmüş fakat avdette tren hareket ettiği esnada atladığından sukût neticesinde ağır surette yaralanarak hastaneye yatırılmıştır. Hâlihazırda (Kaledenor)da tedavi ediliyor.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    15 Temmuz Pazar                

    Sabah Kohut’ta antrenör tarafından oyuncular istirahat ettirildi ve yevmi idmanları yaptırıldı.

    Slavya 7 – 0 Altınordu                

    Program mucibince Altınordu-Slavya maçı Temmuz’un on beşinci Pazar günü yapılacaktı. Galatasaray maçında sahayı kuşatan binlerce seyirci bugün yine gelmişler, sabırsızlıkla oyuna intizar ediyorlardı. Takımlar beşi otuz beş geçe sahaya çıktılar. Hakem Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’di. Kaleler intihap edildi ve altıya yirmi kala oyuna başlandı. Slavya takımı bugün büsbütün başka bir şekilde oyun oynuyordu, iki gün evvel gördüğümüz üç dört metrelik kısa paslar, bize ağır görünen hareketler kalmamıştı. Bilakis paslar uzun, akınlar seri ve mühlik, vuruşlar sıkı idi. Altınordu’ya müsabaka başladıktan yedi dakika sonra ilk gol yapıldı. Nedim Bey bugün biraz asabi görünüyordu. Altınordu müdafaasında Feyzi Bey oldukça muvaffak oluyordu. Diğer oyuncuların da ellerinden geldiği kadar gayretli oynamalarına rağmen Çekoslovak oyuncularının akınlarını tevkif etmek müşküldü. Bu suretle ilk haftaymda Slavya lehine dört gol kaydedilmişti.

    İkinci haftaymda üç gol daha yaptıklarından müsabaka sıfıra karşı yedi ile neticelendi. Seyircilerimiz müsabakaları mümkün mertebe sükûnetle temaşaya atf-ı ehemmiyet etmelidir.

    Üçüncü golden evvel yapılan “hendbol”ü oyunu uzaktan takip etmekte olduğu bir sırada hakem göremedi. Emrivaki olan bir şeyi ahalinin itirazları arasında beşinci gol olarak kabul etmesi halka pek ziyade tesir etmişti. Çünkü herkes bu yapılan sayının (ofsayd) olduğunu görmüş ve daha pek evvelden bağırmaya başlamıştı.

    16 Temmuz Pazartesi                

    Sabah ufak bir gezintiden sonra Moda deniz hamamında deniz banyosu yapılıp saat üç buçukta Fenerbahçelilerin ziyafetine geldiler. Fenerliler misafirleri şerefine kulüplerini rengârenk bayraklar ile donatmışlar ve ziyafette Reis-i Fahri Şehzade Ömer Faruk Efendi hazretleriyle kulübün hamilerinden Cafer Paşa, damat Abdülmecid Bey ve damat Abdülraif Beyefendiler hazır bulunuyordu. Otomobiller ile kulübe getirilen misafirler aza tarafından karşılandıktan sonra kütüphane, hatıralar, mükâfatlar gösterilip kulübün hazırlanmış olan üç futası mavi, sarı formalı kürekçiler idaresinde bahçedeki iskeleden ikişer ikişer misafirlerini alarak ufak bir tenezzüh yaptıktan sonra Otel Belvü’ye getirdiler ve orada hazırlanan çay ziyafetinde hazır bulundular.

    Ziyafete kulüp müessesanı ile Çekoslovak mümessili de gelmişti. Çayın nihayetinde Şehzade Ömer Faruk Efendi kulübü namına gayet selis bir Almanca ile bir nutuk irad etmiş ve buna Slavyalıların reisi tarafından verilen cevapta kendisinin kulübünün aza-ı hamiyesi meyanına ithal edildiğini söyleyerek alkış arasında alamet-i mahsusası olan rozeti şehzademizin göğsüne talik etmiştir. Bundan sonra mümessil, Çekoslovak Federasyonu Reisi tarafından birer nutuk irad edilmiş ve bilahare verilen nutuklar İhsan Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.

    Ziyafetin hitamında tekrar futalar ile misafirler Moda iskelesine getirilmiş ve “Yaşa” nidaları arasında vapur teşyi edilmiştir.

    17 Temmuz Salı                

    Sabahleyin şehrimizin münasip mahallelerinde yapılan gezintiden sonra üçüncü maça başlandı.

    Fenerbahçe 1 – 10 Slavya                

    Galatasaray ve Altınordu kulüplerinin mağlubiyetinden sonra bütün enzar İstanbul’da yerli ve ecnebi takımları mağlup eden Fenerbahçe’ye dikilmişti. Meraklılar bugün Fenerbahçe’den galibiyet değilse de muvaffakiyetli bir müsabaka bekliyor ve yabancıların hiç olmazsa bir gol yemeden buradan uzaklaşmamasını arzu ediyordu.

    Saat beş buçuğa doğru stadyum gişeleri önündeki izdiham gayrikabil-i tasvir bir hal almıştı. Muhacimin kitlelerini bir hal-i intizama almak üzere jandarmaların muavenetine ihtiyaç görülmüşken ahali bilet almak üzere birbirini çiğniyordu. Hiç şüphesiz Türk toprağında bugünkü kadar mühim bir müsabaka daha henüz icra olunmamış ve hiçbir maçta bu kadar çok temaşakar görülmemişti. Saat altıya çeyrek kala ahalinin alkışları arasında oyuncular sahaya çıktılar. Slavya takımının ısrarı üzerine hakem olarak bu heyetin kendi aralarından bir zat intihap edilmişti.

    Hakem, vazifesini –bir iki “hendbol” istisna edilirse- pek güzel ifa etti. Bununla beraber her ne de olsa zairlerden hakem intihabı usule muhaliftir.

    Altıya sekiz kala oyuna başlandı. Beş dakika devam eden kararsız vaziyetten sonra Çekoslovak oyuncuları nagehani bir gol yaptılar. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi takip etti. Bununla beraber Fenerliler de boş durmuyor, ekseriyetle hasım kalesi yakınlarında tutunmaya muvaffak oluyorlardı. Fakat hasım müdafaası mükemmel vaziyet almış, akınları ve pasları kesiyor ve topu kendi muhacimlerine yetiştiriyordu. Yüksek kabiliyetli ve mücerreb beş muhacim karşısında fedakarane sarf-ı mesai eyleyen Fenerbahçe müdafaası mekik dokurcasına pas yaparak ilerleyen hasım oyuncularını tevkifte güçlük çekiyordu. Atletik idmanlarda esasen sağ bacağı zedelenen Fener merkez muhacimi kasıklarına yemiş olduğu şiddetli bir darbenin tesiriyle oyuna devam edemeyecek bir hale gelmişken azmini toplayıp vazifesine devam etti. Bir aralık Fener muhacimleri tarafından yapılan bir akında tevkif edildikten sonra top yine Fener kalesi önlerinde dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Fahir Bey’in topu ayağından kaleye doğru atmasından üçüncü gol de oldu. Bundan sonra bir dördüncü gol de oldu ki bu doğrudan doğruya her iki müdafiin pek ileride bulunmasından vakti zamanında ilerleyen rakip oyuncuya yetişilememesinden ileri gelmiştir. Topu ayağından uzaklaştırmadan süren muhacim karşısında Şekip Bey kaleden çıkmak imkânını görememiş ve bu suretle gol olmuştur. Beşinci gol ceza sahası dâhilinde Kadri Bey’in topa eliyle dokunması üzerine verilen bir “penaltı”dan yapıldıktan bir müddet sonra muayyen vakit hulul etmekle oyuna fasıla verilmiştir.

    İkinci haftayma başlandığı zaman Sabih ve Alaaddin Beyler yerlerini değiştirmişlerdi. Top iyi vaziyetlerde pek çok defalar ortalandı ise de fakat muhacimler ekseriya dağınık bir halde bulunduklarından bu güzel fırsatlar kaçtı. Herhangi bir cenahtan top sürülürken beş muhacimin birden ilerlemesi mümkün olamıyordu. Bu suretle top kale önlerine geldiği zaman bir tarafın bir veya iki oyuncusuna mukabil hasım muavin ve müdafaa hattını karşısında buluyor ve hücum bittabi müsmir olamıyordu. Yedinci golden sonra Alaaddin Bey sağdan topu sürerek karşısındakileri geçti ve topu yakından kaleye havale etti. Kaleci bunu iade etmek üzere iken top kale önünde husule gelen ufak bir kargaşalığı müteakip Zeki ve Ömer Beylerin de inzimam ve muavenetleriyle içeri atıldı.

    Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan “Gol” kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Pek pahalıya mal olmakla beraber şeref kurtulmuştu. Fakat Çekler üç gol daha yapmaya muvaffak oldular ve neticede bire karşı on gol ile Slavya takımı maçı kazandı. Fenerbahçe’nin bugünkü müsabakasına biraz da talihsizlik karışmıştı.

    18 Temmuz Çarşamba                

    Bugün de muhtelit takımımızın oyunu vardı.

    Muhtelit Takım 3 – 7 Slavya                

    Epeyce münakaşadan sonra icrası taht-ı karara alınan dördüncü bir maç Temmuz’un on sekizinci Çarşamba günü icra olundu, bir gün evveline nispetle saha o kadar kalabalık değildi. Evvelki üç maçın büyük farklarla aleyhimize neticelenmesi sporcuların ümidini kırmış olmakla beraber yine herkes müsabakaların neticesini merakla bekliyordu. Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray kulüplerinden bir muhtelit takım şu suretle teşkil edilmişti.

    Nedim – Cafer, Tevfik – Feyzi, Nihat, İbrahim – Bedri, Sabih, Zeki, Alaaddin, Emin

    Bu takımın esaslı azasından İsmet ve Hasan Kamil Beyler bir gün evvelki müsabakada fazla hırpalandıkları cihetle bugünkü maça iştirak edemediler. Hakem olarak yine Fenerbahçe-Slavya maçını idare eden zat intihap edilmişti. Oyuna başlandı. Çekler muntazam paslarla ilerlemeye başlayarak yedinci dakikada ilk gollerini yaptılar. Fakat oyunun tarz-ı cereyanı da yavaş yavaş değişmeye başladı. Muhacim hattımız rakip kalesini tehdit ediyordu. Ve daima Çekoslovak takımı kaptanı ve Slavya sol beki Ratsa en ümitbahş dakikalarda topu uzaklaştırıyordu. Oyun adeta mütevazin bir şekil almıştı. Hasım müdafaası bugün çok çalışmaya mecbur oluyordu. Evvelki maçlarda iki müdafinin göstermekte olduğu lakaydane hareketlerden bugün eser görülmüyordu. Slavya aleyhine verilen bir ceza vuruşunu Zeki Bey sıkı bir şutla kaleye tevcih etti ve top kalecinin elinden sıyrılmak suretiyle kornere gitti. Biraz sonra Slavya takımı bir sayı daha kazanmaya muvaffak oluyor. Fakat bizim takımdaki gayret de semeresini vermekte gecikmiyordu. Zeki Bey, Alaaddin’in güzel bir pasından istifade ederek direğin kenarından topu hasım kalesine ithal etti ve etraftan Bravo’lar, Yaşa’lar yükselmeye başladı. Slavyalılar bir üçüncü sayı kazandılar ve haftaym oldu. İkinci partiye başlandı. Mütekabil akınlarına devam edip gidiyor. Çekler birçok “hendbol” yapıyorlar. Avrupa’da nam kazanmış bir takımın mükerrer defalar ve kasten topa el ile vurması her halde çok çirkin bir şey. Tevfik Bey’in yanlış bir hareketi bir ceza vuruşuna meydan veriyor ve Çekler bu suretle dördüncü sayılarını yapıyorlar.                

    Biraz sonra beşinci defa olarak top muhtelit takımın kalesine girdi. Bizimkiler güzel bir akın yaptılar ve bu esnada hasım aleyhine bir korner oldu. Kornerden gelen topu Zeki Bey sıkı bir şutla adeta kaleye tıkadı. Ümit etmedikleri bu neticeden Slavya oyuncuları şaşalamaya başladılar. Bununla beraber oyunlarındaki ahenk hiçbir veçhile bozulmadı. Yine muntazam paslarla ilerleyerek iki gol daha yapmaya muvaffak oldular. Fakat Bedri Bey’in hücumuyla Alaaddin Bey de güzel bir gol yaptı. Bu son müsabaka da üçe karşı yedi ile Slavya takımının galibiyetiyle neticelendi ise de Çeklerin yapmış oldukları gollerden biri “ofsayd” idi.

    Bilaistisna bütün oyuncularımız muvaffak oldular. Ferdi kabiliyetler nispetinde futbolda esas ve amil-i muvaffakiyet olan teşrik-i mesaide de günden güne terakki edersek böyle takımlarla boy ölçüşebileceğimize kani olmalıyız. Elverir ki bihakkın çalışalım ve sporun her şubesinde olduğu gibi futbolda da en mühim noktanın vücuda ve sıhhate itina olduğunu unutmayalım.

    Akşamleyin gündüzki zaferin tesiratı arasında otomobillerle Galatasaray mektebinden hareket ile Fatih Daire-i Belediyesi’ndeki şehremanetinin ziyafetine gidilmiş ve binanın kapısında oyuncular pek ziyade alkışlanmıştır. Ziyafette Refet Paşa hazretleri, Vali Beyefendi, Slavya ile çarpışa oyuncular ve misafirlerimiz hazır bulunuyordu.

    (Yemek Listesi) Çorba, Börek, Havyarlı Levrek, Kuzu Fırını, Piliçli Pilav, Kayısı Tatlısı, Meyve, Dondurma, Ayran, Kahve

    Yemeğin hitamında verilen nutuklar arasında Refet Paşa’nın sözleri pek ziyade alkışlanmış ve nutkunu şu cümleler ile nihayetlendirmiştir. “Hayır, sizin maneviyatınız kırık değildi. Son maçlarınızda bulundum. Çok kahramanca çarpıştınız. Yalnız onlar bizden fazla idi ve hem çok fazla idi. Siz oyunlarını hemen kaptınız, çalıştınız ve bugün misafirlerimiz şehrimizden daha uzaklaşmadan ettiğimiz istifadeyi kendilerine de gösterdik. Birinci günü yedi tane yedik. İkinci günü yedi tane yedik. Üçüncü günü on tane yedik, fakat bir tane yaptık. Dördüncü günü yedi tane yedik, fakat üç tane yaptık. İhtimal bir daha oynar isek berabere kalacağız. Fakat misafirlerimiz şunu hatırlamalıdırlar ki kendilerine teşekkür etmekle beraber bu yapılan sayıları behemehâl gelecek seneye kadar çalışıp kendilerine ödeyeceğiz ve bu çalışmaya da her Türk muavenet edecektir.”

    Nutkun hitamında herkes kemal-i memnuniyetle yanındaki misafirlere tercüme ile meşguldü ve nihayet saat 12’de tramvaylar ile bu son ziyafet de terk edildi.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Ziyafet Esnasında Elde Edilen Bazı Notlar                

    Yanımızda bulunan bir oyuncuya son turnede on dört gün zarfında dokuz oyun nasıl yapıldığını sorduğumuz zaman cevabında demişti ki: “Biz spor yapmak için dolaşıyoruz. Bunun için hayatımız muntazamdır. Ertesi günü müsabaka icra edilecekse sabahleyin saat altıda yarı belimize kadar soğuk su duşu yaparak sekize kadar yatakta istirahat ve sekizden sonra tekrar ufak bir gezinti, on ikide yemeğimizi yedikten sonra yatarız. Oyun zamanı antrenörümüz yataktan kaldırır ve maça gideriz. Bu vaziyette bir gün evvelki yorgunluktan vücudumuzda hiçbir eser görülmez…”

    19 Temmuz Perşembe                

    Öğleyin Kohut’ta verilen ziyafetten sonra, misafirlerimiz (Graç) vapuruyla saat dörtte şehrimizden hareket etmişlerdir. Şehir namına Ercüment Ekrem Bey, Galatasaray namına Reis Ziya, Fenerbahçe namına Fuat Hüsnü, Saib Beyler, mecmuamızdan Sait Tevfik, Türk İdman Mecmuası’ndan Tahir Beyler ve birçok sporcular da teşyie iştirak etmişlerdi. Saat dörtte hareket eden vapura misafirlerimiz saat ikide gelmişler ve kalan iki saatlik müddet zarfında milli şarkılar söylenmiş ve her iki taraf da birbirlerini alkışlamışlardır.

    Misafirlerimiz hareket ederken yadigâr olmak üzere teşyie gelenlerini feslerini istemişler ve bu talep de idmancılarımız tarafından kabul edilerek kendilerine verilmiş ve fessiz avdet edilmiştir.

    Takımlarımız Hakkında (Sokas)tan Öğrendiklerimiz

    • Galatasaray’ı nasıl buldunuz?
    • Pek nazik…
    • Altınordu’yu?
    • Mukavim ve şiddetli…
    • Fenerbahçe’yi?
    • Çok mahir…
    • Muhtelit takımı?
    • Fevkalade… Bu maçta oynayan orta muhacim ve orta muavin, bizim takıma şimdiden iştirak edebilirler.

    Slavya’nın Antrenörü “Muallim” Mister Con Madden ile Spor Âlemi namına Bahriye Binbaşısı Fuat Hüsnü Beyefendi’nin Mülakatı

    “Slavya” futbol timinin dimağı, muvaffakiyetlerinin amili Mister Madden orta boylu, çakır gözlü, vasat çapta bir zat, İngilizlere has sükûtilik bunda da nümayan. Az söyler, çok dinler. Söz söylerken muhatabının fikrini mühim nukata imale için lüzum gördüğü kelimelere ve cümlelere kuvvet verir, ifadesini kısa fakat manidar cümlelerle telhis etmeyi sever, futbolun inceliklerini ve (Association)ın ne demek olduğunu onun lisanından işitecek olursanız bizi rub’ asırdan beri kendisine bazice edinen bu oyunun serairini anlarsınız. Slavya’nın ikinci müsabakasında seyircilerin teşvik ve tergib feryatları kulaklarımda medid uğultular peyda ederken söylediklerini not ediyordum:

    • “Ne zaman, on bir kişi bir olursa o zaman ‘Association Futbol’ olur.” dedi.

    Sonra sustu. Oyunun seyrini takibe koyuldu. Biraz kurcaladım:

    • “Bizim futbolumuzu nasıl buldunuz?” dedim.

    Bir müddet cevap vermedi. Gözleri çayıra merkûz, oyunu takipte berdevam. Sonra:

    • “İyi” dedi. “Oyuncular futbolu anlamışlar. Fakat ‘vahdet’ yok. ‘Sükûnet ve itidal’ yok. Seyirciler de öyle. Bağırma çağırma oyuncularda asabiyet tevlid eder. Muhakeme kalmaz, oyun çorbaya döner.”

    Altınordu aleyhine ilk gol yapıldı. Mister Madden’ın gözleri parladı.

    • “Ha, şöyle!” dedi.

    Tekrar sükût! İkinci bir gol daha! Mister Madden’ın neşesi zail oldu!

    • “Bugün ‘Çapek’ çok fena, çok!” dedi. “Öyle fena ‘şut’lar çekiyor ki”

    Anladım, muhakkak ve malum galibiyetin onun ruhuna bir tesiri yok. O yalnız bir fotoğraf makinesi gibi dest-i terbiyesine mevdu şakirdanın vaziyetlerini, hatalarını bir nida-ı takdir ve asabiyet ile meşgul. Yüzünde beliren küçük bir tebessüm, bazı kere kaşlarında husule gelen çatkınlık kendi talebelerinin hareketlerinde görülen muvaffakiyet veya hataların inikâsından başka bir şey değil. Bu mizaç-ı sükûtiliği kırmak, bir girizgâh bulmak, bir zemin-i mükâleme aramak için kafa patlattım. Birdenbire hatırıma geldi:

    • “Mister Madden” dedim. “Siz gençliğinizde kim bili ne kadar mühim oyunlarda bulundunuz.”

    Büyük sportmenin can alacak noktasını bulmuştum. Artık çenesi açıldı. Slavya kulübü üçüncü golünü yaparken:

    • “Evet” dedi, “Ben İskoçum. Bizde futbol çok ileridir. Glasgowluyum, ‘Celtic’ profesyonel kulübünde senelerce oynadım ve üç sene de ‘Maçanter Nasyonel’de sentr, insayd, autsayd, rayt forvard oynadım. Bu herkese müyesser olmamıştır… Bir İskoç timinde üç sene bir mevki kazanmak çok büyük bir şeydir. Şimdi kırk sekiz buçuk yaşındayım, on sekiz buçuk senedir Slavya kulübüyle beraberim. Onlara ders veriyorum. İdman yaptırıyorum. Aynı zamanda cerrahlık vazifesini de görüyorum. İncik, çıkık ve burkulmaların tedavisinde ihtisasım vardır. İngiltere’deyken bunları bir cerrah arkadaşımdan tahsil etmiştim.
    • “Slavya kulübünde işe başladıktan ne kadar zaman sonra bir muvaffakiyet elde edebildiniz? Yani oyuncuları ne kadar müddet zarfında ıslah edebildiniz?”
    • “Bir buçuk sene sonra, zaten ilk zamanlar teşkil-i mümanaat ve müşkülatı iktihamla geçti. Hiç kimse fenni futbola itimat etmiyor ve bu oyunun kendine has bir ‘teknik’i olabileceğine inanmıyordu… Bilalüzum maksatsız ve gayesiz topa vurarak saatlerce futbol oynamakla bu oyunu öğrenebileceklerine iman ediyorlardı. Fakat zamanla ve gösterdiğim bir-iki basit tatbikat ile işe akılları ermeye başladı. Şimdi hepsi buna mutidir. İdmanlarını, mümareselerini ve hatta yevmi harekâtlarını bile ben tanzim ederim.”
    • “Bizim sizin gibi bir muallimimiz olsa acaba ne kadar müddet zarfında futbolu öğrenebiliriz?”
    • “Bir sene bile sürmez. Zira ferden tekâmül etmiş oyuncularınız var. Yalnız muntazam idman usulü dairesinde mümarese lazım. Bunlar yapıldı mı, fenni futbol kendiliğinden husule gelir.”

    Mülakatı burada kesmeye mecbur oldum. Oyunun seyri ve biraz da sertliği bizim sportmeni benden ziyade alakadar ediyordu. Şimdi ben de Mister Madden’ın on sekiz senelik sa’yinin meşkûr netayicini seyre ve yapılan golleri tadada başlamıştım.

    F. Hüsnü

  • Galatasaray’ın Fenerbahçe’si

    Galatasaray’ın Fenerbahçe’si

    1957 yılında Fenerbahçe’nin 50. kuruluş yıl dönümü kutlanırken, Galatasaraylı Gündüz Kılıç, Milliyet gazetesinde “Galatasaray’ın Fenerbahçe’si” başlıklı kısa ama güzel bir yazı kaleme almış. Keyifle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Galatasaray’ın Fenerbahçe’si

    Fener, karanlıkları aydınlatan, karanlıktakine yol gösteren bir ışıktır. Bahçe ise havadar, ferah bir yer… İsmini bu iki aydınlık ve iç açıcı kelimelerden alan Fenerbahçe, Türk sporunda da daima meşale gibi parıldayıp huzur vermemiş midir?

    Ok sporuna düşkün bir padişah bütün idmanlarına, çalışmalarına rağmen maiyetindeki bir kemankeşi geçemez de üzülürmüş. Bir gün dalkavuklar neşe içinde huzura çıkıp “Padişahım, bugün artık memleketin en büyük okçusu sizsiniz (…) ağa sizlere ömür” diye müjdelerler. Hakanın, birden yüzü bulutlanır, kaşları çatılır, “Yıkılın karşımdan teresler!” der, siz bilir misiniz ki ben sırf onu geçmek için bunca helecanla, şevkle çalışıp çabalardım. Yayımı gererken, yayı germek için pazımı şişirirken acep bu sefer geçebilecek miyim? Duyduğum heyecanı duyabilir miyim hiç artık? Bana şimdi yayımı fırlatıp atmak gerek…”

    Fenerbahçe – Galatasaray rekabetinin dozu ve tonu budur işte…

    Fenerbahçe’ye candan sevgiler…

    Gündüz Kılıç – 8 Haziran 1957 – Milliyet Gazetesi

  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Fikir ve Prensip

    Fikir ve Prensip

    Fenerbahçe’nin 2022 Malî Genel Kurulu’nda yaşananlar, bir “Kongre Adabı” tartışması yarattı. Biz de 1967 yılına gidelim ve yıllık genel kurul önesinde yaşananlara bir bakalım istedik. Başlıktaki gibi ağız kavgası mı yoksa sonda iddia edildiği gibi fikir ve prensip mücadelesi mi? Her halükarda enteresan bir metin… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’de Ağız Kavgası

    Başkan Ilgaz’ın iddialarını muhalefet listesinde bulunan Müslim Bağcılar ve Talha Altınbaşak cevaplandırdılar. Eski başkan İsmet Uluğ aday değil.

    Fenerbahçe Kongresi’ne iki gün kala karşı gruplara mensup liderler arasındaki söz düellosu kızışmış, bu arada Başkan Faruk llgaz’la eski ikinci Başkanlardan ve muhalefet listesi adaylarından Müslim Bağcılar birbirini ağır şekilde itham etmişlerdir, Muhalefetin Başkan adayı Talha Altınbaşak da, Ilgaz’ın “Fenerbahçe namuslu ellerdedir” sözüne karşı bir demeç vermiştir.

    Eski Başkanlardan Dr. İsmet Uluğ ise, iki taraftan da kendisine teklif yapıldığını açıklamış, fakat hiçbir listede yer almayı arzulamadığını bildirerek, “Bu yıl kulübümde vazife almak istemiyorum. Fenerbahçe’ye idare heyeti dışında bulunarak da hizmet etmek mümkündür, İki gruptan da beni rahat bırakmalarını rica ediyorum” demiştir.

    Ilgaz: “Bağcılar Fenerbahçe’ye kilit vurmağa kalkmıştı”

    Fenerbahçe kulübünde bize söz söyleyecek ve dil uzatacak kimsenin, en az bizim kadar şahsiyet sahibi ve temiz mazisi olması iktiza eder.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe kulübünde idareci iken Erol, Hilmi, Samim, Halil, M. Ali gibi güzide futbolcularımızı Adalet kulübüne götürüp, o kulübün idarecisi olduktan sonra da “Fenerbahçe’ye kilit vurduracağım” diyen kimsedir.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe’nin Kıbrıs seyahatinde Fazıl Küçük, Rauf Denktaş, Osman Örek ve Türk erkânının hazır bulunduğu Türkiye Büyükelçiliği’nde Fenerbahçe şerefine verilen kokteylde kafile başkanı olarak “Benim iki hanımım var; biri Türk, biri Rum. Gül gibi geçinip gidiyorlar. Siz de burada öyle yapın” seklinde beyanat vererek Hariciye Vekâletimize şikâyet edilen kimsedir.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe’nin her nezih toplantısında göbek atarak nezahetini bozan kimsedir,

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe balosunda arttırmaya çıkan imzalı topa yüz lira vermeyerek çıplak dansözün göğsüne bin lira sıkıştıran kimsedir.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe kulübünde kendi reklamı için transferi dejenere eden kimsedir.

    Müslim Bağcılar, futbolculara kulübün binliklerini sayarak ve el öptürerek fotoğraf çektirmeğe meraklı kimsedir.

    İşte Fenerbahçe’yi kurtarmağa (!) koşan ve şahsımıza dil uzatmağa çalışan vatanperverin (!) içyüzü. Takdir, sayın kongre azalarımızındır.

    Bağcılar: “Ilgaz başkanlığı parayla satın alan adamdır”

    Faruk Bey isterse başkan olur, çünkü bu iş parayla satın alınıyor. Elimde ve vesikalar var, beni bunları açıklamak zorunda bırakmasınlar.

    İki gün önce bana Ali Aladar ve Suphi Ergür vasıtasıyla kendi listesine girmesi için haber gönderdi.

    Faruk Bey maalesef çok kötü bir çığır açtı ve işi şahsiyata döktü. Şimdi ben de konuşacağım.

    Kıbrıs’taki sözlerimi bir ihanet vesikası gibi yüzüme vurduğunu sanıyor. O zamanki hükümetin Kıbrıs politikası onu gerektiriyordu. Lefter’in Kıbrıs kesimine geçtiği dedikoduları yayılmış, ben de “Ne olur geçmişse, ben de geçerim, başkası da geçer” demiştim. Bize Kıbrıs’a giderken “İyi geçinin” diye tenbihatta bulunmuşlardı. “Vize kalkacak” diyorlardı.

    Transfer işlerine gelince; futbolcu elimi öpmek istemiş, tekme mi atacaktım ya? Ben Fenerbahçe’ye hayatımı verdim. Ve bunun karşılığında 1 kuruş almadım, bir bardak suyunu içmedim kulübümün. Bir vakitler 50.000 liralık alacağımın altına çizgi çektiğimi kongre halkı bilir. Faruk Bey ne vermiştir kulübe? Benim Kıbrıs’taki konuşmalarımı tahrif edeceğine, yurda İngiliz Lirası yerine Türk parası getirdiğinin sebeplerini açıklasın. Osman Kavrakoğlu’nun bu usulsüzlüğü düzeltinceye kadar canı çıkmıştı.

    Bazı futbolcuları Adalet kulübüne götürdüğüm iddiası ise gülünçtür. O futbolcular Fenerbahçe’den kovulmuştur. Adalet idarecileri de bana telefon edip, bunların itimada şayan olup olmadığını sordular. Hepsinin dürüst olduğunu söyledim. Sokak ortasında mi kalsınlardı?

    Faruk Bey göbeğimle ç çok uğraşıyor. Para da yapıştırırım, gezerim de, Faruk bey göbeğimin kahyası mı?

    Sonuca geliyorum; bu tartışmalardan ben bir şey kaybetmem, Fenerbahçe kaybeder. Ben Fenerbahçeli futbolculara yıllarca babalık yaptım, hâlâ da yapıyorum, Selâhattin’i aldım, okuttum. Cihat’ı da öyle. Cihat, Melih, Murat’ın maaşlarını ben verdim, Faruk Ilgaz bugüne kadar kaç futbolcuyu okutmuş, kaçına yardım etmiş, kulübe kaç kuruş vermiş? Bunlardan bahsetsin.

    Yine söylüyorum, iktidarda bulundukları bir yıl içerisinde muvaffak olamamışlar, kulübü kötüye götürmüşlerdir.

    Fenerbahçe’yi kurtarmak için çalışan arkadaşların ricalarını kıramadım ve “Evet” dedim. Sevgi, saygı, para ile satın alınan bir şey değildir.

    Altınbaşak: “Fenerbahçe eskiden namussuz ellerde miydi?”

    Kurtarma faaliyeti yalnız namussuz ellere karşı yapılmaz. Sayını Ilgaz hafızalarını yoklarlar veya eski gazete koleksiyonlarını karıştırmak külfetine katlanırlarsa, kendilerinin de 1957’de kulübü kurtarmak amacıyla muhalif olarak mücadele ettiklerini hatırlarlar.

    O tarihlerde idare heyetinde Sayın Sporel, Sayın İsmet Uluğ, Küçük Fikret, Niyazi Sel, Müslim Bağcılar ve bendeniz gibi insanlar mevcuttu. Acaba Sayın Ilgaz o sırada kulübün namussuz ellerde olduğuna mı kâni idiler?

    Sayın Ilgaz, Fenerbahçe kulübünün bir lokali bulunduğuna işaret ederek; “Muhalifler toplantılarını orada yapmalıydılar” demektedirler. Bu zarureti kendileri için de düşünseydiler, bir müddet evvel bir sinemayı kiralamak suretiyle toplantılarını orada yapmazdılar. Ve o toplantıya münhasıran kendileriyle hemfikir olanları davetiyelerle çağırıp davetsiz gelen Fenerbahçelileri toplantıdan kovdurmazdılar.

    Sayın llgaz, bizleri zayıf olanların telaşı içinde buluyorlar. Telaş, kaybedecek şeyi olanlarda olur. Bizim kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. İktidarda değiliz ki; onu kaybedecek olalım. Seçimde yenilirsek bunun şahıslarımız için bir nakise teşkil edeceğine de inanan insanlar değiliz. Kaldı ki, kulübümüzdeki seçim sonuçlarının hangi nevi gayretlerin mahsulü olduğu cümlenin malumudur. 800’ü aşkın kongre üyesi içinde sadece 400 kadarının iştirak hakkına sahip sayıldığı bir toplulukta, münhasıran seçim sonuçları haklıyı ve haksızı ortaya koyan kesin bir ölçü olamaz. Aksi düşünülseydi geçmişte müteaddit seçim kayıplarına uğrayan Sayın Ilgaz’ın, “Karşı taraf haklıymış” diyerek mücadeleyi terk etmeleri gerekirdi. Kendileri öyle yapmadıklarına göre bugün karşılarında yer alanların da aynı şekilde hareket etmekte haklı olduklarını kabul etmeleri gerekir. Yapılan fikir ve prensip mücadelesidir.

    Milliyet Gazetesi

  • 1980 Fenerbahçe Kongresi

    1980 Fenerbahçe Kongresi

    Geçende yayınladığımız 1979 yılı faaliyet raporunun okunduğu Fenerbahçe kongresi 10 Şubat 1980 tarihinde yapıldı. İlginç hikayelerle dolu 1980 Fenerbahçe Kongresi haberini Milliyet gazetesinden okuyalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Başkanlığı’na Razi Trak Seçildi

    Başkanlık seçiminde Razi Trak 435, Firuzan Tekil 153 oy alırken, Yönetim Kurulu seçimini büyük bir farkla Kadıköy grubunun listesi kazandı…

    Eski Başkan Ilgaz, üyelere yaptığı veda konuşmasında, “Fenerbahçe’ye hizmetim geçtiyse helal olsun” dedi… Yeni Başkan Trak, işi nedeniyle kongreden erken ayrıldı…

    Kongre Başkanı Erdemir, üyelerin 10’ar bin lira teberru vermesini isleyen önerge için, “Bana Humeyni de deseniz, bu önergeyi oylamaya koymam” dedi…

    Fenerbahçe Kulübü’nün olağan genel kurulu dün yapılmış ve başkanlığa Razi Trak seçilmiştir.

    Avukat Sadun Erdemir’in başkanlığını yaptığı kongreye 679 üye katılırken, eski başkanlardan Emin Cankurtaran ile bir ara başkanlığı söz konusu olan Cevher Özden’in gelmeyişi dikkati çekmiştir.

    Kongrenin başlangıcında konuşmaların 10’ar dakika ile sınırlandırılması için iki önerge verilmiştir.

    Bu önergelerin verilmesinden sonra Avukat Orhan Ergüder bir konuşma yapmış ve “İki yıldır sabırla beklediğimiz kongrede meseleleri 10 dakikaya sığdıramayız. Sorunların üstüne gitmek için bizi 72 gün daha bekletmeye kimsenin hakkı yok” demiştir.

    Ergüder, yerine otururken de, “Bu önergeleri ücretle tutulmuş kişilerin verdiğini biliyorum” demiştir. Ergüder’in bu sözleri ortalığı karıştırmış, kongre başkanı Sadun Erdemir, “Disiplini bozanı zabıta kuvveti ile dışarı attırırım” diyerek üyeleri uyarmıştır.

    Daha sonra Yüksel Günay önergenin lehinde bir konuşma yapmıştır. Ergüder ve Günay’ın konuşmalarından sonra önerge oylamaya konulmuş ve konuşmaların 10’ar dakika ile sınırlandırılması kabul edilmiştir.

    Gündem gereğince kürsüye yönetim kurulu adına Altan Ayanoğlu gelmiş ve iki yıllık çalışmalarını kapsayan çalışma raporunu okumuştur.

    Gündemin dilek ve temenniler bölümünde Altan Dinçer söz almış ve yönetim kurulunu suçlayarak şunları söylemiştir:

    “Ben bakkala kapıcımı gönderirken 7 kelimeden fazla konuşuyorum. Ama faaliyet raporunda voleybol ve basketbola 7 kelime bile yer verilmiyor. Rezil oluyoruz…”

    Dinçer’in konuşmasından sonra Yeni Kadıköy Grubu’nun başkan adayı Firuzan Tekil kürsüye gelmiş ve “Fenerbahçe’nin yönetiminde ipler başkasının elindeyse ve kukla yönetim varsa, bundan daha vahim durum olamaz” demiştir.

    Yeni Kadıköy Grubu’nun liderlerinden Orhan Ergüder de bir konuşma yapmış ve “Fenerbahçe’yi mutluluğa götürme gayreti değil, sömürme gayreti vardır” demiştir.

    Ergüder, yıllar sonra ilk kez haysiyet divanına da çatacağını belirtmiş ve şunları söylemiştir:

    “Sosyal Tesislerde insanlar havuza atılıyor, kafalarında bira şişeleri kırılıyor. Bana ‘Niçin tesislere gelmiyorsun?’ diyorlar… Gelmiyorum, güvencem yok… Gelmiyorum, param yok… En önemlisi de, bunların hesabını soracak haysiyet divanı yok… Fenerbahçe Türkmen çadırlarına benzetilmiştir.”

    Ergüder, konuşma süresinin kısıtlı olması nedeniyle kürsüden ayrılacağını da söylemiş “Allah sizi inandırsın, bu ve mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğim” demiştir.

    Bu konuşmalardan sonra eski yönetimin başkanı Faruk Ilgaz kürsüye gelmiş ve “1956 yılından beri sürekli görev aldım. 12 yıl başkanlık yaptım. Eğer bir hizmetim olduysa bunu helal ediyorum” diyerek üyelere veda etmiştir. Ilgaz yerine otururken uzun süre alkışlanmıştır.

    Fenerbahçe kongresi devam ederken Razi Trak, İzmir’e gideceğini söyleyerek salondan ayrılmıştır. Trak salondan ayrılırken, “Nasıl olsa başkan seçileceksiniz, ne diyorsunuz” seklinde soru soran gazetecilere, “Fenerbahçe’de önce bu gruplaşmaları kaldırmak gerekiyor. Amatör şubelere gereken önemi verecek ve futbol şubemiz için kendi öz kaynaklarımıza döneceğiz” yanıtını vermiştir.

    Daha sonra, artan yaşam koşulları göz önüne alınarak, yeni yönetim kurulunun bütçesinin yüzde elli oranında artışla kabul edilmesine karar verilmiştir.

    Ayrıca Ali Şen’in yeniden üyeliğe alınması kabul edilmiştir. Bazı konuşmacılar da yönetim kurulundaki titiz çalışması nedeniyle Başaran Ulusoy’u teşekkür etmişlerdir.

    Bu sırada Recai Aslan ve Hanefi Ulutekin, kongre başkanlığına bir önerge vererek, salonda bulunan üyelerin kulübe 10’nr bin lira teberruda bulunmalarını istemişlerdir. Kongre başkanı Sadun Erdemir, “Önergeyi veren arkadaşlarımı biliyorum. Onlar milyon da verse dokunmaz. Bu önergeyi oylamaya koyamam” diyerek reddetmiştir.

    Aidatların yıllık 1200 liraya çıkarılması da tüzüğe uygun olmadığı için kabul edilmemiştir.

    Konuşmaların tamamlanmasından sonra oylama işlemine geçilmiştir. Sadun Erdemir’in oylamanın harf sırasına göre yapılacağını söylemesinden sonra bir üye ayağa kalkmış ve “Yıllardır hep (A) harfinden başlanıyor ve biz saatlerce bekliyoruz. Bir de (Z) harfinden başlansın” demiştir. Bunun üzerine salon karışmış ve eline zarfı alan sandığın başına gelmiştir.

    Kongre başkanı Erdemir’in üstün gayreti ile düzen yeniden sağlanmış ve oylama yapılmıştır.

    Oylama sonunda yönetim kuruluna şu üyeler girmiştir.

    Talha Altınbaşak (428), Yüksel Günay (426), Muhittin Bulgurlu (429), Semih Bayülken (423), Melih Ilgaz (434), Güven Sazak (429), Kazım Bayülken (410), İlkin Okan (130), Osman Karatop (429), Aziz Yılmaz (428)

    Başkanlık seçiminde ise Razi Trak 435 oy alırken, Firuzan Tekil 153 oy toplamıştır.


    Fenerbahçe kongresine sadece bir çiçek ve bir telgraf geldi… Telgrafı çeken ve kongreye başarılar dileyen, kulübün üyesi, eski Deniz Kuvvetleri komutanı Hilmi Fırat’tı… Tek çiçeği yollayan da Türkiye Spor Yazarları Derneği… Ne gariptir ki, yönetim kurulu raporu okunurken “Basının maksatlı tutumu bizi yıpratmıştır” görüşüne yer verildi… Belli ki, yönetim kurulu bazı şeylere kılıf arıyordu…

    * Kongre başlamış, her şey istenildiği biçimde gidiyordu… Bu sırada Kadıköy grubunun lideri Semih Bayülken’in kongrenin yapıldığı sinemanın balkonundan çalışmaları tek başına kuşbakışı izlediği görüldü… Bayülken, bu sırada kaleyi fethetmeye hazırlanan birliklerin komutanına benziyordu…

    * Fenerbahçe kongresinde gerçekten ilginç konuşmalar oldu. Kulübün eski üyelerinden Dr. Memduh Eren, “Artık bilimsel çalışmaya girmeliyiz” dedi, “Sonra Fenerbahçe ikinci kümeye düşer, biz de sosyal tesislerde bol bol pişti oynarız…”

    * Kongrede eski başkan Cankurtaran ile kongre öncesi başkanlığından söz edilen Cevher Özden yoktu… Ancak kongrenin yapıldığı sinemanın kapısında ilginç bir pankart vardı:

    “Büyük Başkan Cankurtaran, yuvaya…”

    * Fenerbahçe kongresinde en çok eleştirilen konulardan biri de sosyal tesisler oldu… “Pahalı” denildi, “Üyelerin rahat giremediği” söylendi… Bu konuşmalar yapılırken bir üye şöyle bağırdı: “Adını değiştirelim… Hanefi’nin yeri olsun…”

    * Kongrenin başlangıcında konuşmaların 10 dakikayla sınırlandırılması ile ilgili önerge büyük tartışmalara neden oldu… Bu sırada Fenerbahçe’nin ve Milli Takım’ın eski oyuncusu Ogün Altıparmak’ın, kongre başkanı Sadun Erdemir’e “Taraflı yönetiyorsun” diye bağırdığı duyuldu…

    * Kongre Başkanı Sadun Erdemir’i en çok, salonda bulunan üyelerin 10’ar bin lira teberruda bulunmasını isteyen önerge kızdırdı… Erdemir hiddetle ayağa kalktı ve “İsterseniz bana Humeyni deyin arkadaş, bu önergeyi oylamaya koymam” dedi…

    * Razi Trak, hafta içinde yapılan Kadıköy grubunun toplantısından işi olduğunu ileri sürerek çabuk ayrılmıştı… Dün yapılan kongrede de İzmir’e gideceğini ileri sürerek salondan erken çıktı… Bunu gören bir üye “Eyvah” dedi, “Bizim başkan daha başlangıçta su koyverdi…”

    * Başkanlık oylaması yapılırken Razi Trak ve Firuzan Tekil’in dışında Ajda Pekkan’a 2, Aysel Tanju’ya 1 ve Cevher Özden’e de 1 oy çıktı…

    Şansal Büyüka – 11 Şubat 1980 – Milliyet

  • Hacıbekir Lokumu

    Hacıbekir Lokumu

    Aralık 1931 tarihli Milliyet gazetesinde Fenerbahçe tarihinin en büyük başkanlarından Ali Muhiddin Hacı Bekir ile yapılmış bir röportaj var. Rahmetli başkanımızı saygıyla anıyor, hepinize Hacıbekir lokumu gibi günler diliyoruz… Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Nasıl Para Kazandınız?

    Hacı Bekir Zade Ali Muhiddin Bey’in cevabı

    “Dükkâna sermaye düzmek için annemin elmaslarını rehine koymak icap etmişti!”

    Bahçekapı’daki mağazasında Hacı Bekir Zade Ali Muhittin Beyi bekliyorum. Tezgâh mütemadiyen işliyor:

    • Üç okka fıstıklı lokum…
    • Yarım okka akide tartınız… Bergamotu fazla olsun…
    • Bir şişe ahududu…
    • Fondan…
    • Bir okka karışık şeker…

    Ve daha böyle bir sürü siparişler…

    Belleri fıtalı, başları takkeli ustaları alışkan el hareketleriyle istenilen şeyleri tartıyor, kutulara yerleştiriyor, zarif birer paket halinde müşterilere uzatıyorlar.

    Müessese müdürü adaşım Salâhattin Bey, ustalardan birine seslendi:

    • Beye lokum getiriniz…

    Adı üstünde: Hacıbekir lokumu. Doğrusu bu nazikâne ikramı reddedemedim.

    Tabaktan ikinci lokumu henüz ağzıma atmıştım ki Ali Muhittin Beyin geldiğini haber verdiler:

    Beni görünce, hemen elimi sıktı:

    • – Zahmet ettiniz buraya kadar… Ben size yazıp gönderecektim…
    • – Zarar yok, dedim, yeter ki konuşacak birkaç dakikalık vaktiniz olsun.

    Ali Muhittin Bey, gülümsedi:

    • Hay hay… Konuşalım…

    Bana anlattıklarını aynen yazıyorum:

    Babam, ben on bir yaşında iken öldü.

    O zamanlar Fransız lisesinde okuyordum. Mektepte leyli idim.

    Benden on- beş yaş büyük bir biraderimle bir ablam, bir de küçük hemşirem vardı. Ağabeyim, hastalıklı bir adamdı. İşleri çevirecek hali yoktu. Validem, bana vasi oldu. Şimdi içinde bulunduğumuz mağazayı üzerime devrettiler.

    Birçokları beni babadan kalma zengin zannederler. Size şunu söyleyeyim ki dükkâna sermaye düzmek için annemin elmaslarını rehine vermek icap etti. Bir ahbabımız vasıtasıyla diğer bir ahbabımızdan bu suretle bir miktar para tedarik ettik.

    Hiç unutmam: Sabahları erkenden kalkar, o tarihlerde Gedikpaşa’da bulunan Hamidiye ticaret mekteb-i alisine gider, öğleye kadar mektepte okur, öğleden sonra da mağazaya dönerdim. Bu dede ocağını söndürmemek için bütün kuvvetimle çalışıyordum.

    Babamın sağlığında saray, başlıca müşterimizdi. Esasen pederim “Şekercibaşılık” unvanını haizdi. Babamın vefatından sonra saray, yine alışverişine devam etti. Fakat şekercibaşılığı bana vermedi. Bir sene kadar vaziyet böyle devam etti. Bu müddet zarfında, az çok şöhret kazanan bazı şekerciler şekercibaşılık pâyesini kazanmak için pek çok çabaladı. Saraydaki hamileri vasıtasile Padişah’a şekerler, şekerlemeler takdim ettiler.

    Fakat neticede bütün gayretleri boşa gitti. Mamulatımızın nefasetini muhafaza ettiğine kanaat getiren saray bir sene sonra, şekercibaşılığı bana tevcih etti.

    Ticaret hayatımda beni pek çok sevindiren üç mühim gün vardır.

    Bunlardan biri, annemin elmaslarını, rehinden kurtarıp daima minnettar olduğum bu şefkatli kadına iade ettiğim gündür.

    İkinci sevinci, Turguan sergisinde teşhir ettiğim şekerlerin en büyük takdirnameyi kazandığı gün idrak ettim. Ne pederim, ne büyük pederim, iştirak ettikleri sergilerin hiçbirinde böyle bir takdirname alamamışlardı.

    Kahire’deki şubemi açtığım gün de pek çok sevindiğimi hatırlarım. Kahire’de bir şube açmağa karar verdiğimi söylediğim zaman bütün akrabalarım itiraz ettiler. Daha 16 yaşında bir çocuktum… Elimdekini avcumdakini tecrübesizlik yüzünden kaybedeceğimden korkuyorlardı.

    Şubeyi açıp muvaffakıyetle İstanbul’a döndüğüm gün göğsüm iftiharla kabarıyordu.

    “Para nasıl kazanılır?” sualine şu kısa cevabı vereceğim:

    Para işçi gibi kazanılır. Ve efendi gibi yenir!

    Kapıdan çıkarken elime bir paket tutuşturdular. Ben teşekkür etmek isterken Hacıbekir zade Ali Muhittin Beyin tezgâh başından sesi duyuluyordu:

    Malum ya atalarımızın sözü vardır, tatlı yiyelim, tatlı konuşalım!.

    M. Salahaddin | Aralık 1931 – Milliyet Gazetesi