Etiket: Milliyet Gazetesi

  • Fenerbahçe Rusya’da

    Fenerbahçe Rusya’da

    Tuncay Yavuz, muhteşem bir seriyi daha aktarıyor. 1956 yılında Fenerbahçe Rusya’da…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Giriş

    Avrupa’da kulüpler arası futbol turnuvaları başlamadan evvel uluslararası temasların ne kadar kısıtlı olduğunu, araştırdığımız bütün kaynaklarda gözlemliyoruz. Bu sebeple ülkemize gelen tüm takımlar, dostluk maçı oynasalar bile büyük bir hevesle takip edilmiş, maçlar zaman zaman tansiyonun yükseldiği anlara sahne olmuş. İletişimin kısıtlı olduğu o günün dünyasında yabancı takımların ülkeye getirdiği oyuncular ve oynadıkları futbol, dışarıda olan biten hakkında öğretici oluyordu. Aynısını yurt dışını ziyaret eden takımlarımız için de söyleyebiliriz. Bu ziyaretle hem futbol bilgisi alışverişinde önemli yer tutuyor, hem de dünyanın içinde bulunduğu politik durumda da rol oynuyordu.

    İşte böyle bir dönemde, Fenerbahçe’nin Sovyetler Birliği’ne Haziran 1956’da yaptığı seyahat ve orada oynadığı Dinamo Moskova ve Zenit Petersburg maçları da tarihimizde önemli bir yer tutuyor. Özellikle Dinamo Moskova maçı, Fenerbahçe’nin tespit edebildiğimiz ilk maç özetini de bize sunduğu için daha farklı bir konumda. Bu uzun seyahatte takımın yanında yer alan usta gazeteci Halit Kıvanç’ın seyahatin hemen ardından Milliyet gazetesinde 11 bölümde yayınladığı notlarını buraya da taşımak istedik. Keyifli okumalar!

    Tuncay Yavuz


    Zaferle Biten Bir Seyahatin Öyküsü

    Halit KIVANÇ – Yayınlanma Tarihi: 19 Haziran – 29 Haziran 1956 (Milliyet Gazetesi)

    Sarı-Lacivertlileri Viyana’da Sarı Lacivertli Bayraklar Karşıladı

    Dört motörlü uçağın dört motörü de çalıştığı anda içindeki 29 yolcu “Nihayet!” dediler. Fenerbahçe futbol takımı nihayet Rusya’ya doğru yola çıkmıştı.

    Rusya’ya gitmekte olan bir kafile için, uzun zamandır bir esrar ülkesi vasfını taşıyan bu memleketi görmek meraka değerdi. Fakat uçaktaki yolcular şu anda gidecekleri memleketten, görecekleri gariplikten ziyade yuvarlayacakları meşin topu düşünüyorlardı.

    Seyahat Sovyet Elçisinin bir ziyafetteki teklifinden doğmuştu. Ruslar Fenerbahçe’yi davet arzusunu izhar etmişler, bir müddet sonra kabule mazhar olan bu teklif üzerine hazırlığa başlanmıştı. Fenerbahçe, bir yandan lig maçlarına devam ederken öte yandan da çok mesuliyetli bir seyahatin heyecanını hissediyordu. İşte her şey hazırlanmış ve hatta Ruslar maç günlerini bile bildirmişken, seyahatin tehiri haberi gazetelerde yer aldı. Sarı-Lacivertliler, temmuz başında gideceklerini söylüyorlardı. Ancak Sovyetlerin cevabı, tehiri imkansız hale koyuverdi: Moskova ve Leningrad sokaklarına maçların afişleri asılmıştı.

    4 Haziran Pazartesi sabahı İstanbul’dan kalkacak uçak Fenerbahçe’yi Viyana’ya götürecek, orada bekleyen bir Rus uçağı da yolun mütebaki kısmını tamamlayacaktı. Fakat 3 Haziran günü Beşiktaş’la zorlu bir maç yapan Sarı-Lacivertli takım için hemen seyahate çıkmak güçleşmişti. Zira uçakta kafilenin tamamını alacak yer yoktu. Seyahatin Sofya’ya kadar trenle yapılması teklifi ileri sürülüyordu. Fenerbahçeliler “Olamaz” dediler ve 5 Haziran günü hususi bir uçakla hareket edebileceklerini bildirdiler. İşte bugün öğleden sonra Yeşilköy’den havalanan hususi uçak, Fenerbahçelileri Rusya’ya doğru yola çıkarıyordu.

    İdman Sahası Gibi Bir Uçak

    Uçak 40 kişilikti. Fakat kafilenin 29 kişiden ibaret olması karşısında hava şirketi öndeki 10 koltuğu kaldırmış ve sanki sporculara bir idman sahası açmıştı. Nitekim bulutların üstüne çıkıldıktan az sonra sol açık Niyazi, sakat iki takım arkadaşı Şükrü ile Gürkan’ı öndeki bu açıklığa oturtarak tedaviye başladı. Diğer futbolcular da battaniyeleri yere koyup istirahati tercih ettiler. Üçü, dördü ise vakti iskambil kağıtları ile öldürmeye çalıştılar.

    Uçağın en heyecanlı yolcusu, hava seyahatinden en fazla müteessir olan Mehmet Ali idi. M. Ali mütemadiyen pencereden bakarak uçağı lodosa tutulmuş Kadıköy vapuru gibi sallayan karanlık fırtına bulutlarının gelip gelmediğini kontrol ediyordu.

    Fenerbahçelilerin seyahatteki iyi talihi havadan başlamıştı. 5 saatlik yolculukta uçak, asfaltta koşan bir lüks otomobilden farksız ilerliyordu. Havaalanında haplar yutanlar dahi Viyana’ya gelindiği zaman sanki daha birkaç saat uçacak canlılıkta idiler.

    Konuşmalar tek mevzu etrafında toplanıyordu: Rusya’daki maçlar! Rakipler hakkında herkes kendi bildiğini, duyduğunu naklediyor, neticeler üzerinde tahminler yürütülüyordu. Arada Rus futbolunun kuvvetli olduğu, Rusya’ya giden yabancı takımların hep mağlup olduğu tezi ileri sürülünce, bir ses diğerlerini susturuyordu: “Allah’ın izniyle çocuklar, biz elimizden geleni yapalım, bütün varlığımızla oynayalım. Vatana güler yüzle döneriz.”

    Viyana’da Fenerbahçelileri Rusya’nın bu şehirdeki temsilcilerinden biri karşıladı. Ve hemen ardından da kafilenin iki grup halinde bir gün sonra hareket edeceğini bildirdi. Gece Baden’de geçirilecekti.

    Baden, Viyana yakınında bir banyo şehri idi. Şirin, tertemiz bir kasaba. Fenerbahçeliler Baden’e geldiklerinde hepsi sevinç içinde bağırdılar: “Bakın çocuklar, bakın!”

    Hakikaten kalacakları otelin kapısında olsun, onun etrafındaki diğer binalarda olsun, Sarı-Lacivertli bayraklar dalgalanıyordu. Bu, Viyanalıların Fenerbahçe’ye karşı bir jesti idi galiba. Fakat çok geçmeden mesele anlaşıldı: Baden’i de içine alan Aşağı Avusturya bölgesinin resmi bayrağının renkleri Sarı Lacivertti.

    Bu benzerlik, Fenerbahçelileri olduğu kadar Badenlileri de memnun etmişti.

    Fenerbahçeliler Rus Uçağında

    Sarı-Lacivertlilerin Baden’deki ikameti ertesi günü yani 6 Haziran Çarşamba öğleye kadar sürdü. Viyana’daki Sovyet temsilcisi Moskova ile temastan sonra kafilenin birinci grubunun saat 14’te hareket edeceğini bildirmişti. Bu suretle kafile başkanı Ertuğrul Akça, antrenör Fikret Arıcan ile onsekiz futbolcudan ve bir de bu satırların muharririnden mürekkep 21 kişilik grup hususi surette Moskova’dan gönderilen Rus uçağına yerleşti. Sekiz idareci ise yarım saat sonra kalkacak uçağa kaldılar.

    Hava yolculuğu yapanlar bilir, uçakların kalkışında ve inişinde pilot mahalline giden kapının üzerinde ışıklı yazıyla: “Sigara içmeyiniz! Kemerleri bağlayınız!” ibareleri okunur ve bunların yanmasıyla da yolcular kemerlerini bağlar, eğer içiyorlarsa sigaralarını söndürürler. Kemeri bağlamayan yahut sigarasını ağzında unutan olursa hemen güzel hostes gelip zarif bir tebessümle ihtar eder. Laf aramızda, bazı yolcular sırf şirin hosteslerin böyle latif tebessümlerine muhatap olmak için kasten kemerlerini bağlamaz, beklerler. Fakat Fenerbahçelileri Viyana’dan Moskova’ya götürecek Rus uçağına binen kafilemiz uzun uzun beklediği halde ne böyle ışıklı yazılar göründü, ne de hostes gelip “Lütfen kemerinizi!” ihtarında bulundu. Hoş, çocukların çoğu bağlayacak kemeler bulamamışlardı ya. Bazı koltuklardaki kemerler kopuk, bazısında da hiç yoktu. Hostes ise hiç de tebessümü arzulanacak güzellikte değildi. Belki de bundan dolayı olacak, kendisini yedi saatlik yol boyunca yedi defa göstermedi bile…

    Rusya’daki İlk Yemek Votka ve Havyar

    Uçak Viyana’dan havalandığı anda futbolcuların haleti ruhiyesi değişmiş, İstanbul’dan Viyana’ya kadar şarkı ve neşe ile gelen sporcular şimdi derse girmiş talebe gibi sessiz sedasız oturuyorlardı. Mamafih çok geçmeden gençlik ateşi, her düşünceyi mağlup etti ve nükteler başladı: “Dikkat et! Konuşma! Koltuğun altında ses makinesi vardır. Konuştuklarını tele alır.”

    Viyana’dan kalkıştan bir saat sonra artık meşhur ismiyle “Demir Perde”de idik. Prag havaalanına inildiği anda çocuklar merakla etrafı tetkike koyuldular. Fakat transit yolculara ayrılan salondan başka bir şey göremeyerek meraklarını yenemeden ve ancak içtikleri birer maden suyu ile hararetlerini yenerek tekrar uçağa bindiler.

    Bu defa hedef Vilno idi. Çift motörlü uçak Prag’dan kalktıktan üç buçuk saat sonra Rusya’nın hudut şehri Vilno’ya geldi. Prag – Vilno arasında Rus hostesin bisküvi ile çay ikramı da nüktelere fırsat verdi:

    “Yahu çocuklar, bu bisküvi Avusturya mamulatı.”

    “ Yavaş! Tepsinin içindeki mikrofonu unutuyorsun!”

    Mimarisinden, eski devirden kaldığı anlaşılan Vilno havaalanı binasında akşam yemeği verildiği sırada sofraya ilk gelenlerden biri, Rusların meşhur votkası oldu. Ancak “votka” sözünü duyan Fenerbahçeli futbolcular bir ağızdan aynı şeyi istediler: “Aman, maden suyu!”

    Etleri tereddütle yiyen kafile en fazla rağbeti havyara gösterdi ve yemeği müteakip de tekrar kemersiz uçaktaki yerini aldı. İki buçuk saatlik ve evvelkiler gibi sakin havada yapılacak bir uçuştan sonra Fenerbahçeliler artık Moskova’ya ayak basmış olacaklardı.

    Ve Moskova

    Rus uçağı Rus başşehrine indiği sırada saatlerimiz on biri gösteriyordu. Halbuki duvardaki saate göre vakit gece yarısını bir saat geçmiş olmalıydı. Bu anda Fenerbahçeli futbolculardan biri “şimdi İstanbul’da saat 12’dir” deyince iş büsbütün karıştı. Hakikaten şehirler arasındaki mevcut saat farkları, kafilenin vaktini şaşırtmıştı. Viyana’da saat 11 iken İstanbul’da 12, Moskova’da ise 1 idi. Ve işte Fenerbahçe kafilesi bu saatte Moskova’ya vasıl olmuş bulunuyordu.

    Uçağın kapısından inen Fenerbahçeliler esasen uykusuzluktan ve yol yorgunluğundan ufalmış gözlerini büsbütün kapamak zorunda kaldılar. Zira keskin bir projektör ışığı gözleri almaktaydı. Fotoğrafçılara ve sinema operatörlerine flaş vazifesi görmesi için uçağa doğru meydan binasından projektör tutulmuştu.

    Bir yanda fotoğraf ve sinema makineleri çalışırken öte yandan da Sovyet Spor teşkilatı erkanı ellerinde çiçeklerle “Hoş geldiniz” diyorlardı. Çiçekler adam başına bir tane düşecek miktardaydı. Rus karşılayıcıların içinde Türkçe’yi kendilerine has şive ile konuşan tercümanlar, mihmandarlar hemen ön plana çıktılar. Fakat az sonra Moskova Radyosu’nun spikerleri onları da geride bırakacaktı.

    Herkesin merak ettiği bir diyara ayak basan sporcular sık sık gözlerini etrafta dolaştırıyor ve ilk intibalarını tesbite çalışıyorlardı. Fakat bu ilk intiba, karşılıklı protokol kaideleri içinde teati edilen nutuklardan ve karşılama seremonisinden ileri geçmedi ve geçemezdi de.

    Moskova Radyosu için Fenerbahçe’nin Rusya’ya gelişi büyük nimetti. Bundan azami istifadeye karar verdikleri, daha Moskova’ya adım atıldığı anda belli oldu. Ve bundan sonra Moskova Radyosu’nun spikerleri, seyyar mikrofon elde Fenerbahçelileri her yerde takip ettiler. Fakat sporcular sadece spor yapmak gayesiyle geldikleri Rusya’da müşahedelerini radyo ile nakletmektense, kendi kafalarında saklamayı tercih ettiler. Bir spor teşekkülüne yakışan en doğru hareket tarzı da buydu.

    Gün ve Gece Birbirine Karışıyor

    Saat biri geçmişti. Artık hava aydınlanıyordu. Sanki gece olmamıştı. İşte bu, Fenerbahçelilerin Rusya’daki ilk mühim intibası oldu. Fakat üç gün sonra Leningrad’a gittikleri zaman Moskova’dan daha fazla şaşıracaklardı. Çünkü kuzeye çıkıldıkça gecelerin gündüzlere eklenmesi daha hızlanacak ve hava ancak bir saat kadar karardıktan sonra yeniden gündüz başlayacaktı.

    Çocuklar çiçekler elde önce Rus karşılayıcıların nutkunu dinlediler. Ardından Fenerbahçe kafilesi başkanı Ertuğrul Akça şu cevabı verdi:
    “Sovyet Rusya Spor Nezaretinin vaki davetine icabet eden Fenerbahçeli arkadaşlarım görmüş oldukları hüsnü kabulden dolayı teşekkürlerini bildirirler. Dünya futbol klasmanında Rusya’nın yeri, şimdiye kadar bu vadide almış olduğunuz neticelerden anlaşılmaktadır. Kuvvetli bir futbolunuz olduğunu işittik ve okuduk. Sisteminiz ve oyun tarzını hakkında evvelden bir tahminde bulunmak imkanına malik değiliz. Burada göreceğiniz Fenerbahçe takımı bu sezon İstanbul profesyonel liginde çetin maçlar yapmış ve bir hayli yorgun vaziyettedir. Bu bakımdan teknik imkanlarımız bugün için gayri müsait olduğu halde sizlere verilmiş olan sözümüzün tutulmasını ön plana alarak memleketinize gelmiş bulunuyoruz.

    Otelde

    Otel Moskova… Büyük bir otel… Rusların bilhassa yabancıları misafir ettikleri mahal… Bittabi Rusya’da kısa zaman kalacak yabancıların iyi bir intiba temin etmeleri için de gerekli konforla teçhiz edilmiş.

    Uzun uçak yolculuğundan sonra yataklarına giren Fenerbahçeliler ne oteli, ne de Moskova’nın gece manzarasını görecek halde değildiler. Fakat 7 Haziran Perşembe sabahı kahvaltıya inildiği zaman, gözler otelden dışarı kaymaya başladı.

    Mihmandarlar sporculara “Moskova’yı nasıl buldukları”nı soruyorlardı. Fenerbahçeli oyuncular ise şehirden çok ertesi gün oynayacakları stadı merak ediyorlardı. Nihayet bu merak az sonra zail oldu. Otelin önünden hareket eden otobüs, sarı-lacivertlileri Dinamo Stadı’na götürdü.

    Dinamo Stadı Moskova’nın halen en büyük stadıydı ama Rusya’nın en büyük stadyumu değildi. Bu sıfatı Fenerbahçe maçında 120 bin seyirci alan Leningrad’ın Kirof Stadı taşımaktaydı. Dinamo Stadı ise en fazla 80 bin kadar seyirciyi istiab edebiliyordu.

    Sarı-lacivertliler sahada normal antrenmanlarına başladıkları sırada bir yanda da üç Rus kız atleti çalışıyorlardı. Saha kenarında ise oyuncularımızın topa vuruşlarını, idman şekillerini merakla seyreden Dinamo idareci ve futbolcuları fark ediliyordu. Bu arada Rusların milli takım kalecisi, aynı zamanda Dinamo’nun kaptan ve kalecisi Yashin’e yaklaştım ve ertesi günkü maç hakkında ne düşündüğünü sordum. Tercümanın naklettiğine göre Yashin “Türkler’in beynelmilel sahada Macar galibiyeti gibi mühim bir netice almaları sebebiyle ihmal edilmez rakipler olduğunu” ifade etmiş ve “maçın centilmence geçmesi” temennisinde bulunmuştu. Yashin bilhassa arkadaşlarının attıkları şutları uçarak bloke eden kaleci Selahattin’in çalışmasını dikkatle takip etti.

    Milli Marşlar Çalınacak

    Antrenmanı bitiren sporcular otele yollandılar amma idarecilerin işi yeni başlıyordu Staddaki kulüp odasında oturularak Rus idarecileriyle müzakereye başlandı. Ruslar maçın seremonisinin önceden tespitini ve harfiyen tatbikini istiyorlardı. Takımlar beraber çıkacak, başkanlar nutuk verecek, oyuncular çiçek teati edecek, milli marşlara çalınacak, maçta muayyen adette oyuncu değişecekti.

    Fenerbahçe İstanbul’un, Dinamo da Moskova’nın bir kulübüydü. Ve oynadıkları müsabaka bir milli maç değildi ki milli marşlar çalınsın.

    Sovyet idarecileri bu hususta uzun uzun ısrar ettiler, her gelen ecnebi takımın maçında milli marş çalındığını belirttiler ve açıkçası bir emrivaki yaptılar. Mamafih emrivakiler bununla bitmeyecekti. İstanbul’da iken ayın 12’sinde diye bilinen Leningrad maçının da 13’ünde yapılacağı söylenecek ve asılan afişler gösterilecekti.

    Ceketler çıktı, kravatlar gevşetildi ve uzun konuşmalardan sonra toplantı tamamlandı. Moskova Radyosu gene kapıdaydı ve gene Fenerbahçelilerden itibalarını rica ediyordu.

    Maçı İlan Eden Afişler

    Antrenman ve idarecilerin toplantısı bitip de staddan çıktığımız zaman, önümüzden başlayan ve sonu görünmeyen bir insan kuyruğu ile karşılaştık.

    “-İşte, dediler, yarınki maç için bilet alan halk.”

    Öte yanda da afişler göze çarpıyordu. Fakat dikkate şayandı ki, Fenerbahçe – Dinamo maçından önce milli marşların çalınması emrivakisi gibi afişlerde de karşılaşma aynen şöyle ilan ediliyordu.

    Evet, Sovyetler müsabakayı ön planda “Türk – Rus” maçı olarak ilan ediyorlardı. Amma bu ilana Leningrad’daki maçtan sonra çok üzülecekler, kafileye Rusya hatırası olarak verilecek albüme Fenerbahçe’nin galip geldiği maçın fotoğraflarını koymayacak kadar keder duyacaklardı.

    Fenerbahçe Moskova’ya ayak basmıştı amma buradaki elçiliğimiz gelişimizi geç haber almıştı. Bu sebeple öğleden sonra sefarete gidildi. Moskova büyükelçimiz Kemal Kavur’un Fenerbahçeli futbolculara hitabı dikkate değerdi:

    “- Çocuklar mağlubiyet de galibiyet kadar şereflidir. Yeter ki memleketimizi en güzel şekilde temsil edecek gibi hareket edin, yeter ki sahada sportmence bir oyun gösterin!”

    Sarı-Lacivertli çocuklar bu sözleri esasen harfiyen tatbik etmektelerdi ve seyahatin sonuna kadar da tatbik edecekler, hem güzel oynayacak hem de disiplinli, efendice hareketleriyle Rusya’dan parlak bir zaferin yanında en temiz intibayı bırakıp döneceklerdi.

    Hakem Uğursuz mu Geliyor?

    Maçtan evvelki gece takım sanki Rusya’da değil de, İstanbul’da Moda’da yahut Yeşilköy’de kampta idi. Çocuklar mümkün mertebe yapacakları maçın ehemmiyetini unutmaya çalışıyor, heyecanlarını gidermeye gayret ediyorlardı. Bu arada muzip tanınanların arkadaşlarına yaptıkları şakalar da havayı ferahlatıyordu. Nihayet hepsi uykuyu tercih ettiler. Sovyet mihmandarlarımız ise “kafilenin tiyatroya gitmek isteyip istemediğini” sormaktaydılar. Futbol varken, hem de maç akşamı tiyatronun perdesi bile gözlerin önünde canlanamadı.

    Ve nihayet 8 Haziran Cuma… Bu tarih futbolumuz için bir imtihan günü idi. Fenerbahçe Rusya’nın başşehrinde, en kuvvetli takımlarından biri olan Dinamo ile boy ölçüşecekti. Saha, seyirci, hatta iki yan hakemi dahi Rus takımının avantajlarıydı. Moskova’yı soğuk bulacaklarını uman oyuncuların akşamüstü dahi serinlemeyen sert bir kara iklimi ile karşılaşmaları ve mütemadiyen ter dökmeleri de, keza aleyhimize kaydedilecek puanlardandı.

    Bu arada maçlarımız idare edecek hakem Karni ile tanıştık. Saçları hafif dökük, sempatik bir adam olan Karni, Finlandiya’nın beynelmilel hakemlerindendi. İsveç’te 3-1 mağlup olduğumuz milli karşılaşmayı ve 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda Macaristan’a 7-1 yenildiğimiz amatör milli maçı idare eden hakemdi.

    Çocuklar bu neticeyi hatırlayarak: “Bu hakem bize pek uğur getirmiyor” diye hayıflandılar. Dinamo’ya 3-1 mağlubiyetten sonra ise aynı söz, daha kuvvetli olarak ağızlarda dolaştı. Fakat Leningrad’da yalnız çetin bir Rus takımını değil, Fin hakemine dair batıl inanışı da yeneceklerdi.

    Hakem Karni Rusya’ya daha önce gelmiş değildi. Doğrudan doğruya Fenerbahçe’nin maçları için getirilmişti. Fakat Rus futbolunu görmüştü, tanıyordu. Sert oynamalarına rağmen, Ruslar’ın teknik, sürat ve deplasman bakımından tehlikeli olduklarını ifade etmekteydi.

    Fenerbahçe Sahaya Çıkıyor

    Dinamo Stadı tıklım tıklım dolu idi. Bize verilen rakamlara göre, staddaa toplanan halkın yekunu yetmiş bini çok aşıyor, hatta seksen bine yaklaşıyordu. Tribünlerin üzerinde Rus bayraklarının yanında Türk bayrağı da dalgalanıyor, keza Dinamo’nun renkleri olun mavi-beyazlı bayrakların yanında Sarı-Lacivertli Fenerbahçe bayrakları asılı bulunuyordu. Stadda Rusça parçaların yanında Moskova radyosunda bulunan Türkçe şarkılar da çalınmakta, herkes merakla maçın başlama saatini beklemekteydi.

    Fenerbahçe’nin soyunma odasında heyecan son haddini bulmuştu. Yirmi yıl evvel Rusya’ya futbolcu olarak gelmiş bulunan Büyük Fikret’le Niyazi Sel, şimdi antrenör ve futbol şubesi kaptanı sıfatıyla oyuncularına talimat veriyorlar, menajer Ahmet Erol da çocukların moralini takviye ediyordu. Savunma odasındaki hava hakikaten samimi idi. Yedek olarak soyunan oyuncular, hatta hiç soyunmayan Küçük Fikret, Akgün ve Gürkan da oynayacak arkadaşlarının maneviyatını yükseltici şekilde konuşuyorlardı.

    Fenerbahçelilerin soyunma odasının yanındaki odada ise hakemler hazırlanıyordu. Fin hakemi Karni ile Rus yan hakemler spor kıyafetlerini giydiler ve çıkış tüneline doğru yürüdüler. Daha önce sahanın ortasına bando gelmiş, yerini almıştı.

    Hazırlanan program gereğince iki takım yan yana, antrenörleri ve menajerleri önde olduğu halde sahaya çıkmaya başladıkları zaman tribünlerden büyük bir alkış tufanı yükseldi. Bunu önce Rus seyircilerinin takımlarını teşci etmeleri şeklinde tefsir ettik ve tabii karşıladık. Demek ki seyircisinden de kuvvet alacak çetin bir rakiple oynuyorduk. Fakat maç başladıktan sonra ve hele ilk devrenin ortalarında pek haksız bir penaltıdan ilk golü yediğimiz zaman, halkın iyi oynayanı da aynı derecede alkışladığına şahit olduk. Seyircilerin iyi hareket yapan Fenerbahçelileri alkışlamaları bütün maç boyunca devam etti, hele fevkalade bir oyun gösteren kaleci Selahattin’i takdir eden nidaları, bilhassa dikkati çekti.

    Sarı Lacivertliler Halka Çiçek Atıyor

    İki takım da ortaya geldikten sonra karşılıklı dizildiler. Dinamolular Fenerbahçelilere çiçek verdi. Milli marşlar çalındı ve Dinamo başkanı ile Fenerbahçe kafilesi başkanı Ertuğrul Akça kısa bir hitabede bulundular. Bundan sonra iki takım da birer kale önüne çekilerek eşofman yapmaya başladı.

    On dakika geçmişti. Yine bir gün önce tespit edilen protokola göre, takımlar sahadan çekildiler ve bu defa hakemin düdüğü üzerine tekrar sahaya çıktılar. Şimdi Sarı-Lacivertlilerin ellerinde çiçekler vardı. Ortaya gelip de halkı selamlamalarını takiben Fenerbahçeli futbolcular stadın her yanına dağıldılar ve ellerindeki çiçekleri tribünlere attılar. Sarı-Lacivertliler bu seremonide halka atmak üzere beraberlerinde sigara da getirmişlerdi. Lakin Sovyet spor idarecileri çiçek atılmasını kafi görmüş, halka sigara atılmasını arzulamamışlardı.

    Fin hakemi Karni başlama düdüğünü çaldığı anda Fenerbahçe onbiri şu tertiple dizilmişti: Selahattin – Avni, Basri – Nedim, Naci, Necdet – Kasaboğlu, M. Ali, Şeref, Ergun, Niyazi. Yedek olarak soyunanlar da Şükrü, Can, Hüsamettin ve K. Nedim idi. Şükrü’nün sakatlığı geçmiş değildi. Bununla beraber genç kaleci herhangi bir kötü ihtimali düşünmüş ve icabında Fenerbahçe kalesini korumak üzere yedek olarak soyunmuştu. Bir yandan tedavisi devam eden Şükrü, maç sırasında da ekseriya kale arkasında takım ve mevki arkadaşı Selahattin’i alkışladı, onun maneviyatını yükseltti.

    (DEVAM EDECEK)

  • Bu Seyirci Nerede Yaşar?

    Bu Seyirci Nerede Yaşar?

    10 Aralık 1989 tarihinde, Fenerbahçe 0-2 geri düştüğü Sarıyer karşısında müthiş bir geri dönüş yaptı ve maçı 5-2 kazandı. Aşağıda okuyacağınız “Bu Seyirci Nerede Yaşar?” başlıklı yazı, İslam Çupi’nin kaleminden, tam bir destan yazısı…

    Bu arada, “İslamÇupi.org adresini ziyaret etmeden geçmeyin” diyerek, keyifli okumalar dileyelim.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bu Seyirci Nerede Yaşar?

    YAŞAYAN insanların yaşadıklarını sandıkları anda öldüklerini, sinir, et kemik ve kan taşıdıklarını bildikleri anda bir ceset haline geldiklerini hiç gördünüz mü?

    Ben gördüm dün…

    Fenerbahçe’nin Sarıyer karşısındaki ilk devresi, insanın, “canlı” olarak nesi varsa, teker teker bıçaklanmış bir sadist cinayetin tüyler ürpertici sonunu gösteren bir korku filminin finali gibi idi.

    Hafta içinde haber muhabirlerinin kulağı delik bültenlerinde tertip olarak şekillenen Fenerbahçe, maç sabahı hangi sansür ağasının makası altında bilinmez bir budamaya uğramış ve maçın içine şimdiye kadar yapılmış en hatalı bir onbirle düşmüştü.

    Maç planı ile, kazanma hevesi mücadelesi ve kişisel kavgası ile çok şeyler değil, bir şeyler yapmak istemenin ateşi bile yanmıyordu Fenerbahçe’de…

    Fener, “Fener”ini söndürmüştü.

    Sarıyer iki lider kafa ve ayakla, ismi Sercan ve Fikret olan iki virtüözle rakibinin üstüne gelirken, Fenerbahçe Nejat’ı, kaleci Can’ı, Erdi, Turan ve Şenol’un küçüğü ile bir telaş ve acemiler mangası olarak sahanın en kör yerlerine ateş ederek ve bu gözü bağlanmış düelloda daha kurşunların balistik raporunu almadan 2-0 yenik duruma düşecekti.

    Tribündeki Müthiş Güç

    Hezimete doğru yeni bir fal açıyordu Fenerbahçe…

    Çünkü dünkü oyunda Fenerbahçe takımında bir Fenerbahçeli futbolcu gibi savaşan Nezihi ve B. Şenol’un örnek gayreti, suyun üstüne bir türlü çıkmayan tekniği ile Oğuz görüntüsü, sol ileri uçta bir bilinmez olarak kalan Aykut heykelciği, Fenerbahçe’ye sonuç Oscar’ını kazandıracak futboldaki “tek adam” lık öldürücülüğü değildi.

    Hele müthiş hırsı, takım taşımadaki olağanüstü özverisi olan Müjdat’ın arena boğası korkunçluğundaki meziyetlerinin libero halatları ile dar alana kıskıvrak bağlandığım gördükten sonra…

    Bu aralarda Fenerbahçe’nin “müthiş Fenerbahçe” diye nitelendirilecek gücü, sahada değil, tribünde idi.

    2-0’ın saha içinde döneceğini, o anda kaç futbolcu yürek ve kafalarında hissediyordu bilemem ama, 13 bin Fenerbahçeli en susulacak dakikalarda, en susulmaz kıyametleri koparıyor ve Sarıyer’e, “Biz bu takımı sana yendirmeyiz” demekle yetinmiyor, ayrıca “0-2”nin altında kalmış kendi takımlarına yeni bir kazanma modeli aşılıyorlardı.

    Hemen ikinci devrenin başında bir gezinen profesyonelden geçen seneki kral Aykut’u yaratan bu seyirci idi.

    Aykut’un olağanüstü güzellikteki şandel golünden sonra Fenerbahçe’yi geçen yılki dörtlü beşli gollerle süslenmiş galibiyet hünerlerine taşıyan bu seyirci idi.

    Rus’un liberoya yerleştirilmesi, K. Şenol’un tam çizgi futboluna yöneltilişi, Müjdat gibi bir mücadele ve inat anıtının orta sahaya sürülüşü bu muhteşem seyircinin kendilerini yırtarcasına kurdukları bir Fenerbahçe senfonisinin doğal sonucu idi.

    İnanılmazlığın Mimarı

    İlk yarıdaki ölüden ikinci yandaki beş gole koşmuş takımı yaratan inanılmazlığın mimarı Fenerbahçe taraftarı idi kısaca…

    Aykut, yokluğu her dakika dayanılmaz bir yokluk olan Rıdvan’ın ta kendisi idi sanki. Oğuz, Sarıyer geri dörtlüsünün açık saçık yerlerine pas değil mayın fırlatıyordu.

    K. Şenol çizgiye kadar rakip çağıran Fenerbahçe’nin geçen yıldan kalma en akıllı satrancını oynuyordu. Bilal yanlış Hakan’ı değil doğru Hakan’ı getirip dikmişti sahaya…

    Müjdat ve B.Şenol ikinci yanda beş gollük ikmali geriden alıp Sarıyer ceza sahasına yığan bir komando birliğinin cesur ve tehlike tanımaz iki yürekli neferi idi.

    Fenerbahçe tarihinde kazanılmış maçı kazandırmış yığınla kahraman vardır. Fenerbahçe tarihinde gitmiş maçları geri çevirmiş yığınla fenomen oyuncu vardır.

    Ama dünkü maçla Fenerbahçe tarihine, Fenerbahçe taraftarının girmesi ilk defa oluyor galiba…

    Şeref verdiniz…

    İslam Çupi / 11 Aralık 1989 – Milliyet)

  • Duvara Asmalık Yazı

    Duvara Asmalık Yazı

    Arşivde dolanırken, 1983 şampiyonluğundan sonra İslam Çupi tarafından kaleme alınan bir yazıya denk geldik. Kısacık, muazzam bir keyif anında yazıldığı belli olan ve onlarca benzeri gibi sizi alıp göklere çıkartacak bir Fenerbahçe yazısı. Tam duvara asmalık yazı…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İstanbul Kenti mi, Fenerbahçe Şehri mi?

    İstanbul, İstanbul şehri değil de, sanki şehr-i Fenerbahçe…

    Kanaryalar Fenerbahçe diye ötüyor.

    Semtlerde, sayfiyede adada, Moda’da, mevsim sanki Sarı-Lacivert…

    Meyhanelerde kadehler Fenerbahçe’ye kalkıyor.

    Fenerbahçe Oktay Rıfat’ın;

    “Bu ne biçim meyhane.
    Apostol…
    Tabağımda gökyüzü,
    Kadehimde de bulut.”
    dizelerine sizlere ömür demiş. Yenisine mürekkep açmış…

    Bu ne biçim Fenerbahçe.
    Ali Şen…
    Tabağımda lig…
    Kadehimde
    Federasyon Kupası var…

    Fenerbahçe mi İstanbul’un, İstanbul mu Fenerbahçe’nin? Karışmış belli değil…

    İstanbul Fenerliliğini, Fenerbahçeliliğini yaşıyor, kime ne…

    Kanaryalar Fenerbahçe’ye ötüyor… Ona ne?… Saksağan ve sakaları sorarsanız haber fena… Göç ettiler?…

    İslam Çupi / Milliyet Gazetesi – 20 Haziran 1983 – Duvara Asmalık Yazı


    Notlar :

    1982-1983 sezonu şampiyonluğunu 34 maçta 18 galibiyet, 13 beraberlik ve 3 yenilgiyle, Trabzonspor’un iki puan önünde şampiyon tamamladık. Tam 24 oyuncunun forma giydiği yıl boyunca bütün maçlara çıkan tek isim Cem Pamiroğlu oldu. Selçuk Yula ise, diğer takım arkadaşlarının uzak ara önünde (30 maçta) 19 gol atarak Fenerbahçe’nin gol kralıydı.

    O sezon oynayan futbolcularımız şunlardı :

    Alpaslan Eratlı
    Arif Kocabıyık
    Bahtiyar Yorulmaz
    Cem Pamiroğlu
    Erdoğan Arıca
    Fahruddin Zeynelovic
    Güngör Tekin
    Hasan Özdemir
    Hasan Yıldızeli
    Mahmut Aydın
    Mehmet Hacıoğlu
    Muhammed İbrahimbegoviç
    Mustafa Arabacıbaşı
    Müjdat Yetkiner
    Nurettin Yıldız
    Onur Kayador
    Osman Denizci
    Önder Çakar
    Özcan Kızıltan
    Sedat Karaoğlu
    Selçuk Yula
    Sertaç Olcayto
    Yaşar Duran
    Zafer Dinçer

  • Baklava

    Baklava

    Milliyet gazetesi, 19 Aralık 1954 tarihinde oynanacak olan Fenerbahçe-Galatasaray maçı için bir kampanya başlatmış. “Konya Lezzet Lokantası Galatasaray’ın atacağı her gole 1 tepsi baklava verecek” başlığıyla duyurulan haberde, Aralık 1950-Aralık 1952 tarihleri arasında Fenerbahçe Başkanlığı yapan Ali Muhiddin Hacı Bekir‘in “Ben artık bu kabil işlerle uğraşmaktan çoktan vazgeçtim. Orijinal olan bu teklifinize maalesef iştirak edemeyeceğim” dediği yazılı…

    “Acaba Hacı Bekir’in renklerine olan bu küskünlüğü’ne sebep nedir?… Bir türlü anlayamadık…” diyen Milliyet, bu defa soluğu bir başka meşhur Fenerbahçeli Yağcı Ali’nin dükkanında almış.

    Onlara stoktaki yağ fıçılarını gösterip “Bunlar çocukları ilgilendirmez ki. Bu işi en iyi Hacıbekir halledebilirdi” diyen Yağcı Ali’den de bir sonuç çıkmayınca bizim taraf için gazetede “Fener taraftarlarından, Sarı-Lacivertlilerin galibiyetini mükafatlandırmayı vaad eden şimdilik kimse çıkmadı” denmiş…

    Ama sonra ne olmuş? Milliyet’in de tahmin ettiği gibi; Fenerbahçe’nin muhteşem taraftarı devreye girmiş.

    Söz Milliyet gazetesinin…


    Besi

    Pazar günkü Galatasaray-Fenerbahçe maçında Fenerliler kazanırsa, bir şirket, kazananların hepsine birer ampul, başka bir mağaza hangi taraftan olursa olsun gol atanlara birer gömlek ütüsü, bir lokanta Galatasaray kazanırsa oyunculara bir tepsi baklava, berabere kalırlarsa iki tarafa da iki tepsi baklava, Kandıra’da bir Milliyet okuyucusu da kazanan takıma on dört hindi hediye etmeyi vaad etmişler. Galiba lokum vermeye hazırlananlar da varmış.

    Şu ampuller ve ütüler bir yana ama, futbolcularımızı tepsi tepsi baklava, semiz hindiler ve lokumlarla şişirip kilolarını artırmak onlara dostluk mu olur, düşmanlık mı? Hele bütün büyük lokantalarla baklavacılar ve şekerciler bu ikram yarışına girerlerse, oyuncularımızda futbol değil, köşe kapmaca oynamaya hal kalmaz!


    Fenerbahçe Taraftarları Harekete Geçtiler

    Konya Lezzet Lokantası’nın, bu karşılaşmada galip geldikleri takdirde Galatasaray futbol takımına hediye edeceği baklavalara dair dünkü haberimiz, Fenerbahçe taraftarları arasında büyük bir reaksiyona sebep olmuştur.

    Konya Lezzet Lokantası, dün de bildirdiğimiz gibi, Galatasaray galip geldiği takdirde, her gol başına bir tepsi baklava ortaya koymuştur.

    İstanbul’da patlak veren bu tatlı (!) hediye rekabetine Fenerbahçe taraftarları da iştirak etmektedirler.

    İzmitli Bir Okuyucu Fenerbahçelilere Hindilerini Verecek

    Fenerbahçe-Galatasaray maçı, İzmit spor çevrelerinde bir hayli iddialara yol açmıştır. İzmitli okuyucularımızdan Kandıralı Kemal Saner, Fenerbahçe galip geldiği takdirde, kendi beslediği hindilerden, her oyuncuya birer, antrenöre ise iki tane vereceğini dün gazetemize bildirmiştir. Kandıralı okuyucumuz (13) adet besili hindiyi, İzmir bayiimiz Tayyar Kobak’a teslim etmiştir.

    Helios Şirketi Fenerbahçelilere Ampul Dağıtıyor

    Helios Elektrik Makina T.A.Ş. Satış Amiri Mucip Denizel, Galatasaray-Fenerbahçe maçında, Fenerbahçe’nin her golüne (galip gelsin veya mağlup olsun) 25 adet Philips ampul verecektir.

    Vat Elektrik Evi de Fenerbahçe’den Gol Atacak Oyuncuya Ütü Hediye Ediyor

    Karaköy Palas karşısındaki Vat Elektrik Evi, Fenerbahçe’nin galibiyet golünü atacak oyuncuya gömlek ütüsü hediye edeceğini dün gazetemize bildirmiştir.

    Fenerbahçe Taraftarlarının Hediye Yağmuru

    Gazetemize telefonla, telgrafla ve bizzat gelerek Pazar günkü maç için hediye vermek isteyen Fenerbahçe taraftarlarının adedi, gittikçe artmaktadır.

    Baklavaya Karşı Baklava

    Bu arada Göztepe’de “Öz Bolu” Lokantasının sahibi Muhittin Kansu, “Konya Lezzet” Lokantasının Galatasaraylılara vermeyi taahhüt ettiği hediyeleri, aynı şartlar altında Fenerbahçeliler için ortaya koymuştur. Lokantacılar Cemiyeti’nin emektar hocası Muhittin Usta’nın baklavaları, tepsi hesabıyla Fenerbahçeli futbolculara verilecektir.

    Tarihi Bursa Kebapçısı İsmail Atalay’ın Enteresan Teklifi

    Sirkeci’de “Tarihi Bursa Kebapçısı” İsmail Atalay, bu maç üzerine enteresan bir teklifte bulunmuştur.

    İsmail Atalay, Fenerbahçe bu maçta Galatasaray’ı yendiği takdirde kendi lokantasında istedikleri gün büyük bir ziyafet verecektir. Ayrıca bir tepsi baklava ile tarihi kıymeti haiz bir çini vazoyu da Fenerli futbolculara hediye edecektir.

    İsmail Atalay, aynı hediyeleri ve ziyafeti, bir dahaki hafta yapılacak Beşiktaş-Galatasaray maçında, galip geldiği takdirde Beşiktaşlılar için de taahhüt etmektedir.

    Adapazarı Hacı Baba Lokantası İşçilerinin Telgrafı

    Dün gece geç vakit Spor Servisimize gelen bir telgraf, aynen şu cümleleri ihtiva etmekteydi:

    Fener-Galatasaray maçında, Fener galip geldiği takdirde bir tepsi hindi dolması, bir tepsi kabak tatlısı göndereceğizHacı Baba Lokantası İşçileri

    İki ezeli rakibin Pazar günkü karşılaşmasından şimdiden heyecanlanan taraftarlar arasında başlayan bu saha dışı mücadelenin maç gününe kadar devam edeceği tahmin edilmektedir.

    Dünkü bilançoya nazaran Fenerbahçe taraftarları, bu mevzuda öne geçmişlerdir. Galatasaraylıların da ezeki rakiplerinden aşağı kalmayarak bazı teşebbüslere girişecekleri bildirilmektedir.


    Sadık Oğulları Firması Fenerbahçe’nin En İyi Oyuncusuna Elektrikli Süpürge Verecek

    Beyoğlu’nda Sadık Oğulları Firması sahipleri Refik-Müfit Sadıkoğulları kardeşler, Pazar günkümaçta Fenerbahçe galip geldiği takdirde takımın en iyi oyuncusuna 200 Lira kıymetinde bir elektrik süpürgesi hediye edecektir. Bu hususta adı geçen firma sahipleriyle, spor yazarlarımızdan teşkil edilecek bir jüri Fener’in en iyi oyuncusunu tespit edecek, hediyesini vereceklerdir.

    Hasanpaşa Fırını Gündüz’ün Boyu Kadar Kandil Simidi Hediye Edecek

    Hasanpaşa fırını sahibi Yılmaz Altınışık, Galatasaray takımı bu maçta galip gelirse, antrenör Gündüz Kılıç’a boyu kadar kandil simidi hediye edecektir. Koyu Galatasaraylı olan Yılmaz Altınışık, Galatasaray için 20 kilo ağırlığında bir pasta hazırlamaktadır. Bu “Zafer Pastası”nın kreması sarı-kırmızı renkleri ihtiva edecek ve üzerinde “Kalbimizdeki Galatasaray’a” ibareci yazılacaktır.

    Fenerbahçe Futbolcular Altı Ay Boya Parası Vermeyecek

    Beyoğlu’nda Ağa Camii karşısındaki Olimpiyat Lostra Salonu sahibi İbrahim Bengisu enteresan bir vaadde bulunmuştur. İbrahim Bengisi, Fenerbahçe, Galatasaray’ı yendiği takdirde Fenerli futbolcuların (antrenör dahil) altı ay müddetle ayakkabılarını bedava boyayacaktır.

    Garson Koço Galatasaray’a Baklava Dağıtacak

    Degüstasyon Lokantası garsonlarından Koço, Galatasaray, Fener’i yendiği takdirde gol atacak oyunculara birer tepsi baklava dağıtacağını bildirmiştir.

    Fenerbahçelilere Verilecek Gömlekler

    Fenerbahçe-Galatasaray maçının neticesi gömlekçiler arasında da iddia mevzuu olmuştur.

    Sultanhamam Balcı Han 31 numarada gömlekçi Kemal Almızrak, Marpuççular Abud Efendi Han 34 numarada gömlekçi Bensiyon Kastiel, aynı handa 35 numarada gömlekçi Jozef Kunya, Fenerbahçe galip geldiği takdirde 11 oyuncuya birer gömlek, ayrıca her gol atan oyuncuya da birer ipekli gömlek hediye edeceklerdir.

    Çeşitli Hediyeler Verecek Diğer Mağazalar

    Mahmutpaşa Attarbaşı Han 20 numarada Çantacı Lefter Portakalidis, Fenerbahçe kazandığı takdirde her gol atan oyuncuya birer kadın çantası verecektir.

    Galata Şair Ziya Caddesi 20 numarada “Barokas Basımevi” Fenerbahçe galip geldiği takdirde bütün oyunculara Nylon kartvizit hediye edecektir.

    Mahmutpaşa Manastır Han’da 11 numarada tuhafiyeci İlya Eskenazi, Fenerbahçe galip gelirse, bütün oyunculara birer çift eldiven hediye edecektir.

    Bir Ay Bedava Traş ve Bedava Elbise

    Galata Arap Camii Nafe Sokak 7 numarada berber Bahattin Küçük, Fenerbahçe galip geldiği takdirde antrenör dahil 11 oyuncuyu bir ay müddetle bedava (saç sakal) traş edecektir.

    Kadıköy Söğütlü Çeşme 22 numarada terzi Ahmet Üçer, Fenerbahçe’nin galibiyet golünü atacak futbolcuya, bedavadan bir kat elbise dikecektir.

    Cihat Arman Bir Kupa Verecek

    Cihat Arman Spor Mağazası, Fenerbahçe-Galatasaray maçının galibine verilmek üzere büyük bir kupa koymuştur.

    Galata’da Kuledibi’nde Marmara Gazoz Fabrikası sahibi Fevzi Uzgören Galatasaray kazandığı takdirde 11 oyuncuya birer ve takım antrenörü Gündüz Kılıç’a da dört kasa gazoz gönderecektir.


    Galatasaray-Fenerbahçe Maçı için Hediye Verecek Okuyucuların En Son Hediye Listesi

    Fenerbahçe Galip Geldiği Takdirde Verilecek Hediyeler :

    • Nejat Özdemir (Samatya Yokuşçeşme Tramvay Durağı – Sarı Kanarya Bakkaliyesi 133/1 : 12 tane “Atatürk Portresi”)
    • İzmit Muzaffer ve Sedat Patır Kardeşler Pişmaniye İmalathanesi (Antrenör dahil 12 kutu pişmaniye)
    • Bursalı okuyucularımızdan Basri Okyar, galip geldikleri takdirde Fenerbahçelilere 12 kutu şeftali kompostosu vereceğini bildirmektedir. Diğer Bursalı okuyucumuz Şemsettin Özerel de Fenerbahçe’den gol atacak her oyuncuya bir kilo kestane şekeri verecektir.
    • Bursa Turan Şekerleme Fabrikası (gol atacak her Fenerbahçe oyuncusuna birer kutu ambalajlı kestane şekeri)
    • Mehmet Altınbaş (Sıhhiye vekaleti önünde gazete bayii (antrenör ve Fenerli futbolculara birer adet cep takvimi)

    Galip Takıma Verilecek Hediyeler

    Sabri Turgut : Kasımpaşa Bahariye Kışlası karşısı Berber Salonu (galip takım antrenörüne bir kol saati. Gol atan oyunculara birer Parker dolma kalem)

    Karaca Matbaa ve Zarf Fabrikası galip gelecek takıma 15 kutu zarf.

    Bir Fenerbahçeli gol başına 100 Lira koydu. (Fenerbahçe Kulübü azalarından Mustafa Angın yarınki maçta Fenerbahçe galip geldiği takdirde gol atacak her oyuncuya 100 lira mükafat verecektir.

    Fenerbahçelilere bir sandık portakal (Haydarpaşa Gar Büfecileri Fenerbahçe galip geldiği takdirde bir sandık portakal göndereceklerdir.)

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Not : Gerçi maçın sonucu bizim için iyi olmadı; 1-3 kaybettik fakat bu süreç tarihe “En Organik Hediye/Bağış Kampanyası” olarak geçti.

    Baklava
  • Mehmetçik Basri Öldü

    Mehmetçik Basri Öldü

    14 Eylül 1997’de bir Fenerbahçe efsanesi, Mehmetçik Basri öldü. İslam Çupi, 16 Eylül 1997 tarihli Milliyet gazetesinde kıymetli dostunun arkasından mükemmel bir yazıya daha imza attı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Mehmetçik Erken Değil mi?

    Basri Dirimlili öldü…

    Basri Dirimlili ölürken, Fenerbahçe’de ve milli takımda büyük bir futbol uslubu, bir güzel çağ ve yenisi gelmesi mümkün olmayan bir kişilik ve adamlık dönemi kapandı.

    Türkiye’yi şimdi Basri’yi seyredenler ve seyretmiyenler diye ikiye ayırmak gerek.

    Ben talihliyim çünkü Basri’yi seyredenlerdenim.

    Şimdiki futbolcunun iyisini şöyle yazıyorlar…

    Mevkii olmayan adam, top ve kendisi sahanın neresinde ise, oranın gerektiği icaplarla futbol oynayan insan…

    Basri Dirimlili bundan 40 yıl önce herkesin adından önce mevkii ile anıldığı dönemlerde bu günkü tarzı uygular ve şimdi “modern oyuncu tipini” yarım yüzyıl öncesinden sahalara getirmiş isimdi.

    Neden Mehmetçik?

    Çok ipinci çok süratli ve yağsız vucuduna çok muhteşem bir teknikle birlikte, büyük bir yürek eklemiş ve sahalardaki korkusuzluğu bu yüzden “mehmetçik” sıfatı ile taçlandırılmıştı.

    Futbolcu olarak Fenerbahçe ve milli takımda ne kadar inanılmaz büyüklükte maçları varsa, sosyal yaşamda o kadar sade ve basit yaşamlı bir vatandaştı.

    Futbolu bıraktıktan sonra büyük ismi daha fazla para getirecekken, O Fenerbahçesinin içinde kalmaya her ikbale tercih etmiş ve tesisler müdürü olarak Fenerbahçe ve yaşamdaki ömrüne nokta koymuştur.

    Son yılları kendisinden sonra emekli olmuş iki Fenerbahçe futbolcusu Ercan Ziya ve Sarı – Lacivertli kulübün insan katalogu denince “hırsız” diye gündeme gelen Semai Şatıroğlu ile küçük bir aile ve küçük bir dünya kurarak, kendi cephesine çekilmiştir.

    Buruk Ayrılık

    Basri Dirimlili zamanından kalma Türkiye’de en eski yaşayan masörlerden Beşiktaşlı Zeki Er, futbolcunun bir milli maç bittikten sonra sahadan çıkmayıp çimeni dikkatle incelediğini görünce Dirimlili’ye sormuş. Ne arıyorsun diye…
    Meğer Basri’nin büyük mücadelede oyunun bir dakikasında diş protezi fırlamış ağızından onu arıyormuş.

    Beni çok severdi ama, buruk ayrıldı galiba benden…

    Bir kitap vardı idealinde… Bunu benim yapmamı istiyordu.

    Çok gitti, geldi bana…

    Ziya ve Ercan da vardı devrede…

    Ben “vaktim yok” diye, bazen doğru bazen yalan hava raporu ile atlattım hep onu.

    Tam karar verdik ortaya çıkarmaya kitabı…

    Geçen yıl benim beynim karıştı, arkasından kısmı felç… Uzun süre İnternational’de yattım ve çıktım.

    Her karşılaşmada sağlığımı sorarken, ben onu “nerde kitabım” diye alıyordum.

    Bu erken vefatı acaba bu kitaptan ve benden mi diye düşünüyorum.

    Üçlü beni teselli ediyor; Ziya, Ercan ve Semai…

    “Tanrı öyle istedi, sen değil…”

    İslam Çupi / 16 Eylül 1997 – Milliyet Gazetesi


    Not : İslam Çupi yazılarının derlendiği İslamÇupi.org sitesini sizlere tavsiye etmeden geçmeyelim.

  • Turgay Şeren’in Fenerbahçe Bayrağı

    Turgay Şeren’in Fenerbahçe Bayrağı

    19 Aralık 1964 tarihli Milliyet gazetesindeki “Olaylar ve İnsanlar” köşesinde Hasan Pulur, Turgay Şeren’in Fenerbahçe bayrağı ile bir hatırasını nakletmiş. Arkasından Semai Şatıroğlu ile güldüren bir anı… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Turgay Ağladı, Turgay Güldü

    Koca Turgay…

    Yüz binlerin alkışladığı kaptan kaleci…

    Hiçbir alkış, hiçbir tezahürat onu önceki gün meçhul bir Fenerbahçelinin hediyesi kadar heyecanlandırmamıştı…

    Hastane odasının kapısı açıldı. İçeriye genç bir delikanlı girdi. Ürkek adımlarla yaklaştı, “Geçmiş olsun Turgay abi!” dedi ve Turgay’ın teşekkür etmesine fırsat vermeden devam etti:

    • Beni sen tanımazsın abi! Kapalı tribünün ortasında oturan binlerce Fenerbahçeliden biriyim! İnan abi belki Türkiye’de benim kadar koyu Fenerbahçeli yoktur! Ama sana çok üzüldüm. Geçmiş olsun abi! İnşallah yakında kaleye geçersin! Hastaya eli boş gelinmez abi… Çiçek getirsem, şeker getirsem, kolonya getirsem benim için kıymeti yok… Bunları herkes getirir… Ben sana en kıymetli şeyimi getirdim. Al abi!

    … Ve ismini bile söylemeyen delikanlı bir anda odadan çıkıp giderken Turgay gözyaşlarını Fenerbahçe bayrağı ile siliyordu.

    Hırsız Semai’nin Ziyareti

    Turgay’ı ziyaret eden Fenerbahçelilerden biri de anlı, şanlı “Hırsız Semai”ydi.. “Baba Gündüz” Semai’ye Turgay’ın ameliyatını anlatıyordu :

    • Sorma Semaiciğim! Ameliyata girdim… Bir müddet seyrettim. İnsan çok fena oluyor. Turgay’ın koluna kocaman bir demir koyunca dayanamadım. Çiviymiş bu… Hemen dışarı çıktım…

    “Hırsız Semai” lafı yarıda kesti :

    • Tamam! Bundan sonra bizim maçta tatbik edeceğimiz taktiği kurdum.

    Gündüz’le Turgay “Hırsız”ın ne mal olduğunu bildikleri için “Söyle!” dediler “Neymiş bu taktik?”

    Semai ciddi ciddi taktiği açıkladı:

    • Sen Allah’ın izniyle iyileş, bizim maça çık… Ben o maçta senin kalenin arkasına geçeceğim. Elimde bir mıknatıs… Mıknatısı tuttum mu kolun benim elimde! Sen ondan sonra tek elle giren toplara “Geç” işareti ver!

    Turgay günlerden beri ilk defa gülüyordu.

    Hasan Pulur / 19.12.1964 – Milliyet Gazetesi – Olaylar ve İnsanlar (Turgay Şeren’in Fenerbahçe Bayrağı)

  • Erdal Akkan

    Erdal Akkan

    İki gün sonra, 4 Eylül’de önemli bir Fenerbahçelinin ölüm yıl dönümü : Erdal Akkan.

    Fenerbahçe’nin ve Türk atletizminin bu unutulmuş ismi için sözü, Fenerbahçe edebiyatının 1 numarası İslam Çupi‘ye bırakıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kendi Boyundan 30 Santim Fazla Atlayan Adam

    Yıl, 1956 adlı yıl iken, Türkiye pistleri pıtraktı…

    Ekrem Koçak, Cahit Önel, Osman Coşgül, Gül Çıray, Muzaffer Selvi gibi, dev adamlar dev adımlarla Balkan Akdeniz Oyunları pistlerini pislemeyip şereflendirirken, rekorlar rakı kadehi kolaylığında kırılırken, 1956’yı unutturmayan 56 yapan başka biri de vardı…

    Öyle elektrik direklerine ellerini uzattığında, ampul çevirme gibi bir beceriyi gerçekleştirebilecek kadar uzun boylu değildi, ortancadan az uzundu…

    Kıvırcık sık siyah saçlı idi… Yüzü çikolataya az süt karıştırılmış, siyah sarı karışımı bir renge sahipti. Bu renge kestirmesinden, rengin melezi derlerdi… Vücudu, eti kemiklerine çok yapışmış bir incelikte ve çeliklikte idi…

    Bu gelin genci delikanlı da atletti… Adı Erdal Akkan’dı ve yüksekten atmaz, yüksek atlardı.

    O tarihte Türkiye’nin en yüksek adamı idi… Çıta 1.97’ye konulduğunda, vücudu bu yüksekliğe hiç ırım kırım demeden, öte tarafa Türkiye yüksek atlama rekortmeni olarak bay gürültülerle geçiyordu…

    İlanla mı bulunmuş, kim bulmuş, hangi hınzır beyin düşünmüş, hangi zehir kalem yazmış, bilmiyoruz…

    O zamana kadar sadece Erdal Akkan dedikleri Erdal Akkan’a, 1.97’lik Erdal Akkan olduktan sonra şöyle denilmeye başlanmış…

    “Kendi boyundan 30 santim yüksek atlayan adam…”

    İnsanlar mı Yoksa Bardaklar mı Daha Vefalı

    Ve sonra başladı, geçmemesi gereken güzel günlerin geçmeye başlaması…

    İstanbul’un yeşili, renk kataloğundan silindi…

    Atletizm pistleri rekortmen yerine, ot yetiştirmeye başladı… Kendi fanilalarını kendileri yıkayıp yarışanlar, ilaçsız delik kuruşsuz rekorlar kıranlar, Balkan ve Akdeniz oyunlarında kimseyi önüne geçirmeyenler, yani Türk atletizminin kralları, bir bir tahttan indiler… Krallıklarını bırakıp, sadece vatandaş kalabalığına karıştılar…

    Aranmadılar, yoklanmadılar, unutuldular…

    Erdal Akkan da bunlardan biri idi…

    Bir zamanın alkışlanan aranır adamı olmak, öteki zamanda alkışlanmaz aranmaz adamı olmak zordur…

    Kişiyi sallar, bozar, kişiyi toplumdan soyutlar, küskün ve ezik yapar… Kişiyi, “İnsanlar mı yoksa bardaklar mı daha vefalı?”…” gibi sonradan çıkılması olanaksız inişlere yapıştırıverir…

    Milliyet bir büyük eskiyi bulduğu zaman o büyük eski de inişe geçmiş ve sırtı ile, bir hastane yatağına yapışmıştı…

    Erdal Akkan şimdi felçtir. “Düzelir mi, düzelmez mi?”nin kararı Tanrı’dandır…

    Ama Türkiye’nin büyük şampiyonları “bir Tanrı gibi” yaşatmadığı, Tanrı’nın her gün gördüğü başka bir gerçektir…

    İslam Çupi / Milliyet Gazetesi – 12 Mart 1985


    Not : Bol miktarda İslam Çupi yazısı için İslamÇupi.org adresini de ziyaret etmenizi tavsiye ederiz.

  • Deniz’in Ummanı

    Deniz’in Ummanı

    30 yıl önce bugün Fenerbahçe (İslam Çupi‘nin deyimiyle) Galatasaray’ı “beklenmeyen beş çayı hatıralarına doğru yola çıkardı”… Ertesi gün Milliyet gazetesini alanlar, “Deniz’in Ummanı” başlığı altında üstadın doyumsuz kaleminden bu Galatasaray beşliğinin hikayesini okudular. Sıra sizde…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Bayram Tarihi

    Futboldaki Fenerbahçe kahramanlığı Galatasaray galibiyetine rastladığında kocaman olur ve de ölümsüzleşir…

    Meşin yuvarlağı tutma işini yavaş yavaş elinin işi olmaktan çıkarmaya karar veren bir Yaşar’ın kaleciliğinin sonbaharında Galatasaray’ı açık farkla yenen Fenerbahçe’nin bir numaralı kahramanı olması, kendisine, çoluk çocuğuna anlatması 20 yıl sürecek bir büyük zenginlik bırakmaktadır.

    Hep anlatacaktır Yaşar, bu birinci kahraman olduğu bu Galatasaray beşliğinin hikayesini… Mahalleliye anlatacaktır, kahvesini bu keyifle karıştıracaktır, hatıralarında Fenerbahçe’nin faziletleri söz konusu olduğu zaman dün ellerinde boğduğu Galatasaray’ı, bir bayram tarihi olarak anıp duracaktır, hep…

    Ölümsüzleşen Hatıra

    Maçın 21. dakikasında Fenerbahçe’yi sahada 10 kişi bırakıp saha dışına düşen Müjdat, kendi ile başlayıp kendi ile bitmeyen böyle bir zafere yaşadığı sürece, Fenerbahçeli kaldığı sürece, her geçen gün büyüyen hayranlıklar atacaktır.

    “Fenerbahçe’nin 10 kişi ile Galatasaray’ı hezimete uğrattığı maç” Müjdat’ın hafızasında beyin buruşukluk yaşı ne olursa olsun, arkadaşlarının yarattığı bir inanılmaz zafer heybeti ile, takımının rekorlar kitabında özel bir sayfada ölümsüzleşip duracaktır.

    Hakan, stobu bile acemilik haline gelmiş dünkü takımda, Fenerbahçe stilinin 50 yıldan beri yerleşmiş kılığını ve kıyafetini giydiği zaman tek adamın nasıl bir Sarı-Lacivertli bela olacağını gösterirken, belki bu ekibin tarihine rakibin on bir adamına tek başına kâfi gelmiş bir yeryüzü dışı yaratığın son temsilciliğini yapıyordu.

    Mevsim başından beri Fenerbahçe’nin milyarlarca lira tutan transfer mallarına “hayali ithal” olarak bakan çoğunluk için dünkü oyun, Ercan’ın kendisini bu şüpheli yığından kurtarıp, Fenerbahçe futbolcusu olduğunu belgeliyordu.

    Kurdeşen

    Mustafa Denizli’nin eşofman altı ile bir kaleciden çok Galatasaray sarayına gelen köylü intibaı veren o son çocukla, defans dikkati ve özelliklerinin hiçbirini sırtlamamış o savunma ile kendi takımını koca umman olarak görmesi o kadar aceleciliğe getirilmiş bir röntgen cihazı ki…

    Mustafa’nın, Tayfun’un, Rotariu’nun, Tanju’nun ve Uğur’un spor sayfalarının şeref köşelerine alınışı, bir mevsim sürecek lig iniş çıkışlarına bakılmaksızın bu elemanlar için yapılan altın borsasının Fenerbahçe maçı ile iflas ettiği, bir ibretli örnek olarak devamlı hatırlanmalıdır.

    Kurdeşen tedavisi iyi yapılmadığı zaman “geçti” zannedildiği bir maçta Galatasaray taraftarını böyle kederlere boğar. Ve beklenmeyen beş çayı hatıralarına doğru yola çıkarır.

    Kurdeşen fena illet anlaşılan…

    5-2’yi Ne Edeceksin?

    Dünkü maçı adil teraziye oturttuktan sonra, Fenerbahçe’yi de kazığa oturt…

    Fenerbahçe’nin defans tedbirlerine çağ dışı de… Fenerbahçe savunmasına “90 dakika tek yorgansız gariban” de… Fenerbahçe’nin takım armonisine, takım gidip gelmelerine futbol adına ortaya konmuş en berbat gösteri de…

    Fenerbahçe takımının 90 dakika tek akın için abone bilet almadığını öne sür… Galatasaray takımının oyunun bütününde rakibini aciz ve taciz ettiğini 10 sütunda iddia et… “Galatasaray açık farklı kaybetmezdi, bilakis açık farklı kazanırdı” gibi, Kadıköy’de askıya alacağın bir inadın iddianın sahibi ol… Galatasaray “mükemmel”, Fenerbahçe “ilkel” deyimini yazının son imzası olarak yap, istersen…

    “5-2″yi ne edeceksin?

    Ben ne söylesem boş, son sözü o söyledi, çünkü…

    İslam Çupi / Milliyet Gazetesi – 12 Ağustos 1990 (Deniz’in Ummanı)


    Not : İslam Çupi’nin yazılarının bulunduğu IslamCupi.org sitesine uğramadan geçmemenizi tavsiye ederiz.

  • Biz Deliler Gibi Fenerliyiz

    Biz Deliler Gibi Fenerliyiz

    10 Mayıs 1985 tarihli Milliyet gazetesinde İslam Çupi almış yanına Ateşböceği Ercan ile Öztürk Serengil’i… Ve adeta “Biz Deliler Gibi Fenerliyiz” başlığının altında, hep beraber şov yapmışlar. Keyifle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Biz Deliler Gibi Fenerliyiz

    Bu milleti yıllar yılı “kasık basuru” yapan iki büyük komik, pardon komedyen Ateşböceği Ercan’la Öztürk Serengil’i bir yuvarlak masada, iki omzumun yanına aldım.

    Ercan sol tarafıma park ettiği için solcu, Öztürk sağ tarafıma çöreklendiği için sağcı mı oldu?..

    Yazının burasına gelince kızılca kıyamet geldi. Ercan, “Ben hayatımda sol elle aşk mektubu bile yazmadım” demez mi? Ercan der de, Öztürk susar mı?.. “Ben de hayatımda yataktan sağ tarafıma yuvarlanarak hiç kalkmadım…

    İkisine de sordum… “Aşkınız?..

    Eh, İstanbul Kız Lisesi önünde değiliz, Yeşilçam’ın cümbüşünde değiliz, bir film setinde hiç değiliz, ya neredeyiz? Milliyet Spor Servisi’ndeyiz.

    Spor Servisi’ndeki Öztürk ve Ercan -zeka yaşları gür ömürlü olsun- Spor Servisi’nde olduklarını hemen çaktıkları için Ayşe, Fatma, Feride demediler, “Fenerbahçe” dediler…

    Ben” diye başladı Öztürk, “Bugünkü yöneticilerden bazıları süt kuzusu bile değilken, ben Boks Şubesi’nin yöneticisi idim…

    • Cepten para verdin mi?
    • Cepten para vermedim. Bizim terzi delikten huylandığı için, benim pantolonları cepsiz diker. Ama Kadıköy’de ne kadar cepli Fenerbahçeli erkek varsa, derhal hacamat… Benim Fenerbahçe’ye topladığım paraları, Sülün Osman 1000 yıl yaşasa idi toparlayamazdı…

    Ercan, Öztürk gibi parasal bir erkek değil, platonik bir erkek… “Ben sandıktan çıkmadığım için, beni Bayülken topu bile deviremez. Ben 25 yıldır Fenerbahçe moral şubesinin yöneticisiyim… Benim kamplarda futbolculara verdiğim morali, ne dolar, ne mark verebilir…

    İkisine birden bir soru sordum : “Fenerbahçe’yi ne kadar seviyorsunuz?

    İkisi birden tek cevap verdi : “Deliler gibi…

    Nasıl Fenerbahçeli Olduk?

    İkisi de sünnet olmadan Fenerbahçeli olmuşlar… Öztürk’ün Giresun’da sınıf takımında kaleci oynarken lakabı Cihat’mış. Bir gün Giresun’a Öz Fenerbahçe dergisi gelmiş, sahte Cihat, gerçek Cihat’la tanışmış, gerçek Cihat’ın fotoğrafı kensilmiş, langırt duvara… Gerçek Cihat duvara yapışınca, Öztürk’e de Fenerbahçe sevgisi yapışmış.

    Ercan mini midi iken Abdülvahit Turan karamelası satarmış. Satarken, birisini yiyeceği tutmuş, içinden Fenerbahçe takımının fotoğrafı çıkmış. “Bir takımın ancak bu kadar tatlı bir şekeri olur” demiş ve Ercan, o gün bu gün ağzının tadını hiç bozmamış….

    İkisinin de Fenerbahçe aşkından sonra ikinci göz ağrıları Beşiktaş’mış. Ama ittifak bozulmuş. Beşiktaş NATO’da iken, Varşova Paktı’na kaçmış. Bozuklar… Öztürk hıncını söyledi : “Bu kere Beşiktaş’ı kanırta kanırta yenip şampiyon olacağız..

    On yıldır maça gitmeyen Öztürk, böyle söylerken, 10 yıldır hiçbir maçı kaçırmayan Ercan, bu defaki Fenerbahçe maçını kaçıracak…

    Ercan hasta Fenerbahçeli, Neco hasta Beşiktaşlı… Bu maçlarda her ikisinin tansiyonu, lipid ve kolestrolü tavana vuruyormuş. O gün otomobilleri ile ıssız bir dağda kontak kapatacaklarmış… Kendin pişir kendin ye vaziyetleri… Rakılama vaziyetleri… Tavlalama vaziyetleri… Maçın sonucunu gece öğreneceklermiş.. Ehlikeyf taraftar, bu ikiliye denir işte…

    Eski Fenerli Trabzonspor Başkanı

    10 yıldır maça gitmeyen Öztürk, iki yıl önce, Fenerbahçe’nin Trabzonspor’u 4-2 yendiği maça gitmiş. Yanında M.Ali Bey varmış… M.Ali Bey, hem Öztürk’ün büyük patronu, hem de Trabzonspor Başkanı… Hemen Öztürk’ün suratında bir Trabzonspor maskesi. Trabzon ilk golü yemiş, Öztürk profesyonel cenaze ağlayıcısı gibi perişen… Trabzon ikinci golü yemiş, Öztürk, ahlar-vahlar içinde bitap… Trabzon üçüncü golü yiyince Öztürk’te ne Trabzon maskesi kalmış, ne keder, ne gam… İnci Birol’un zillerini bulsa parmaklarına takıp tüm tribünü oynatacak. O anda patronuna bakacağı tutmuş, ne görse beğenirsiniz: Patron da bıyık altından devamlı tebessüm koyveriyor… İçinden şöyle geçirmiş Öztürk… “Patron da gülüyor. O da eski Fenerli, arada sırada Fenerliliğini hatırlamazsa rahat edemez…

    İki komedyen, Milliyet Show’ın perdelerini şöyle çektiler…

    Komedyenlik bizimle…
    Futbol, Cemil’le…
    Türk parası Özal’la…
    Sizlere ömür öldü…

    İslam Çupi / Biz Deliler Gibi Fenerliyiz (Milliyet Gazetesi – 10 Mayıs 1985)

  • Milyonların Sevgilisi Fenerbahçe Neden Çöküyor?

    Milyonların Sevgilisi Fenerbahçe Neden Çöküyor?

    Sene 1965… Tam 55 sene önce, Milliyet gazetesinde 11 gün üste üste yayınlanan bir yazı dizisinin başlığı böyle idi: “Milyonların Sevgilisi Fenerbahçe Neden Çöküyor?”

    İmzasız çıkan bu dizinin yazarı, büyük bir ihtimalle (o dönem gazetenin kadrosunda yer alan) Fenerbahçe efsanesi “Sarı Kanarya” Cihat Arman‘dı. Son derece sansasyonel olan bu yazılar, 30 maddelik bir liste ile bitiyor, sembol kalecimiz Fenerbahçe’nin gelecekte ne yapması gerektiğini anlatıyordu. Müthiş bir öngörüyle yazılan bu maddeleri sizlerle paylaşmak istedik. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ve Şimdi Fenerbahçe Ne Yapmalı?

    Fenerbahçe’de hizipçiliğe son verilmelidir.

    Kongreye gelen her üye, 24 Lirasını kendi cebinden ödemeli, bu kadarcık para için şunun, bunun kuyruğu haline düşmemelidir.

    Olayların tesiriyle küsmüş, kenara çekilmiş ya da kasdi hareketlerle kaçırılmış bütün üyeler, yapılacak ilk kongrede muhakkak hazır bulunmalı, kulübün kaderinde söz sahibi olmalıdırlar.

    Kongrede seçim, alışılagelen emrivaki şeklinde yapılmamalı, seçilmek isteyen veya seçilmesi faydalı olan bütün isimler tahtaya yazılıp, üyelerin vicdani oylarını vermesine imkan bırakılmalıdır.

    Hizipçilerin tahriklerine rağmen, geçmişteki hata ve kinler unutulmalı, her şeye adeta yeniden başlanırcasına prensipler kurulmalıdır. Fenerbahçe “prensiplerin hakim olduğu” bir kulüp hüviyetine kavuşmalıdır.

    Kulubün bağımsız ve makul bir malî politikası bulunmalıdır. Bu imkanları teminde zengin üyelerinden yardımından istifade edilmeli ama asla bunların kulübün sahipleri haline gelmesine fırsat verilmemelidir.

    Kulübün bir transfer politikası olmalı, ihtiyaç hissedilen futbolcular makul ve meşru yollarla alınmalıdır. Oyuncu kaçırmak gibi Ortaçağ metodları terk edilmelidir.

    Kulüpte vazife alanların, günün icaplarına göre konuşmaktan vazgeçmeleri sağlanmalıdır. Hele yetkililerin, birbirlerini itham ederek oyuncu yanındaki hürmetlerini kaybetmeleri önlenmelidir.

    Yöneticiler, Teknik Adamlar ve Menajerler

    İdareciler idari işlerle uğraşmalı, teknik konuları teknik adamlara bırakmalıdırlar. Neticeler istendiği gibi olmasa bile, teknik insanlara kendilerini gösterecek zaman ve fırsat verilmeli, kulis faaliyetiyle bu şahıslar geldikleri gün yıpratılmaya başlanmamalıdır.

    Yurt içinden veya dışından alınacak bir antrenör veya menajerin özellikleri, önceden incelenmeli, oldu bittilere yer verilmemelidir.

    Mukavelelere, verilen sözlere sadakat, Fenerbahçe’nin en büyük prensibi olmalı; antrenör, menajer veya oyuncuların kontratları hiçe sayılıp Fenerbahçe’ye hafiflik veren davranışlardan kaçınılmalıdır.

    Kulübün bir lokali olmalı, sosyal hüviyeti ağır basmalı, oyuncu ve idareci münasebeti saygı-sevgi havasında sağlanmalı, üyelerle dostça konuşulmalı, bir kongrenin bitiminde yenisi için kulise girişilmekten vazgeçilmelidir.

    Fenerbahçe’de muhalefet, bir koltuk kapma mücadelesinden değil, kulübe hizmet arzusundan doğmalıdır. Muhalefet, İngiltere’nin siyasi bünyesindeki gibi, iktidara yardımcı hüviyet taşımalıdır.

    Kulübü kendilerine basamak yapmak isteyenlere, bilhassa politikacılara bu fırsat verilmemelidir.

    Oyuncular arasında farklılık doğuracak tutumlardan kaçınılmalı, futbolculara karşı eşit davranılmalıdır.

    Futbol ve Diğer Şubeler

    Kulübün hakiki manasında çeşitli spor şubeleri olmalı, futbol dışı branşlarda Sarı-Lacivert formayı taşıyanlar üvey evlat muamelesinden kurtulmalıdır.

    Futbol dışındaki şubelerin başına, sırf kongrede oy verecekleri için bazı kişiler değil, hakikaten ehliyetli insanlar getirilmelidir.

    Basının ikazları iyi niyetle karşılanmalı, tenkitler sövme ile değil, aksine üzerine eğilmekle bunlardan faydalanma yoluna gidilmelidir.

    Teşkilatla hemen çatışmaya gidilmemeli, kaybedilen maçların bütün sorumluluğunu Federasyon veya hakemlerde görmekten sıyrılınmalıdır.

    Kulübün bir basın bürosu ve bir yetkili Basın Sözcüsü olmalı, gazeteciler de Fenerbahçe’nin resmî ağzını bilmeli, sadece ona inanmalı, ama vazifelerini yapmakta kulüpten yardım görmelidirler.

    Kadroda bulunan bütün futbolcularla, hatta istidatlı gençlerle yakından ilgilenilmeli, el altındaki bu oyuncuları başka kulüplere kaçırıp da ertesi yıllarda büyük paralarla geri almak hatasına düşülmemelidir. Fenerbahçe, kendi yetiştirdiği kıymetlerden faydalanmayı bilen bir kulüp olmalıdır.

    Genç ve B takım antrenörlüklerine hiziplerin adamları değil, ehliyetli, bilgili insanlar getirilmelidir.

    Futbol işlerinin başına hem yetkili, hem kudretli bir futbol adamı Teknik Direktör olarak getirilmeli, kendisine tatmin edici para verilmeli, takımın günlük çalışmasını sağlayan antrenör ve irtibatını temin eden menajer de bu teknik direktörün emrinde olmalıdır. Futbolcular, her hususta Teknik Direktörün elinde olduğunu bilmeli, şu veya bu idareciye sokulmanın fayda etmeyeceğini anlamalı ve sahada hakikaten terlemelidirler. İdareciler ise, teknik işlere asla karışmamalıdır.

    Futbolcular, profesyonel olduklarını unutmamalı, aldıkları parayı hak etmelidirler.

    Yöneticilik ve Kurullar

    Oyunculara iyi hareketlerinde verilecek prim yüksek olmalı, ama kötü, lakayt davranışlarında da cezadan kaçınılmamalıdır. Bu cezaların, idareciler tarafından el altından yok hale getirilmesi de önlenmelidir.

    Fenerbahçe gibi bir büyük kulübün yetkilileri, önlerine gelen yerde ağızlarına geleni söylemekten çekinmeli, idare heyeti bir “beyanat makinesi” halinde işlenmemelidir.

    Haysiyet Divanı, gerçek manada kulübün haysiyetini temine çalışan bir kurul olarak teşkil edilmelidir.

    Divan toplantılara, daha olumlu ve layık üyelerden kurulu bir havada yapılmalı, kongre hüviyetine bürünmesi önlenmelidir.

    Seyahatlere gidilecek kafilelere faydasız bir sürü adamı sırf kongre ve politika düşünceleriyle sokmaktan sıyrılınmalıdır.

    Ve bütün bu yazdıklarımızın Merih’ten gelecek insanlar tarafından değil, pek âlâ Fenerbahçe’de bulunan pek çok kişinin yapabileceğine inanılmalıdır. Ama vicdanlarının sesini dinleyebilen, iyi niyetten ışık alan, hakikaten ehliyetli, hizipçilere pabuç bırakmayacak kadar dürüst, vazife ve mesuliyet namusuna sahip, istifa müessesesinin varlığını unutmayacak, haddini bilen, elinden gelen gayretle çalışan, yardımlarını, hizmetlerini her yerde afiş gibi yaymayan, Fenerbahçe’nin sadece 200-300 kongre âzâsından ibaret değil, milyonların kalbine girmiş bir kulüp olduğunu anlayan insanlar, Fenerbahçe’yi gerçek mertebesine çıkarabilirler. İnanıyor ve memleket sporu adına bekliyoruz.

    Milliyet Gazetesi / 07.12.1965 – 18.12.1965 / Milyonların Sevgilisi Fenerbahçe Neden Çöküyor?