Etiket: Modaspor

  • Vizörün içindeki Kuşdili

    Vizörün içindeki Kuşdili

    İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (Suna ve İnan Kıraç Vakfı) arşivinden muhteşem bir Kadıköy fotoğrafı çıktı. İlk gördüğümüz andan beri “Vizörün içindeki Kuşdili bize ne anlatıyor?” sorusunu sorduk ve tabii ki en güzel yanıtı Alican Küçükcan ağabeyimizden aldık. Muhteşem bir fotoğraf ve bir o kadar muazzam bir yazı… “Keyifli okumalar” demeden önce belirtmeden geçmeyelim; fotoğrafın bulunduğu İstanbul Araştırmaları Enstitüsü çalışanlarına ve özellikle Furkan Sevim beyefendiye saygılarımızla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Ressam ve Bir Düş

    Bahariye’de, bir köşkün cihannümasından Kuşdili, Hasanpaşa ve Acıbadem’e baktığımızı düşlüyorum, hani derler ya! uyandığında gerçekmiş hissi veren bir düş. Önümüzde uzanan görüntü hünerli bir ressamın elinden damlamış adeta. Her fırça darbesi bin bir özenle vurulmuş tuvale: 

    Buradan Karacaahmet’e kadar uçsuz bucaksız servi ormanının hışırdadığını biliyoruz. İlerisi göz görebildiği yere kadar hep mezarlık. Kuşdili çayırında eğlenenler hayatla ölümün sınırında olduklarını hiç düşünmüyorlar. Gülüyor, söylüyor, top oynuyorlar. Daha geçen hafta pazar günü Moda Futbol Kulübüyle, İngiliz Bahriyelileri İmogene kıran kırana bir maç yaptılar burada. Bu hızlı gösterinin galibi 1-0’lık sonuçla Moda oldu.. 3000 meraklı, kalesinde nefis plonjonlarla birçok şutu kurtaran Alex Sophiano’yu çılgınca alkışladı. Sophiano,hakemin  düdüğünden sonra omuzlarda taşındı. 

    Solumuzda uzanan ahşap denizinin altındaki Kuşdili çayırında sadece top oynanmadı. O geniş alan,  Kadıköylülerin hava almaya çıktıkları, ağır faytonların, ıhlamur ağacından yapılma geniş landoların cirit attıklarını, çayırda kurulan panayırda, şimdi tarih olmuş şerbetçilerin, kağıt helvacıların, muhallebicilerin, baloncuların ceplerinin şiştiği, yeldirmeli, maşlahlı güzellerin boy gösterdikleri, kısaca Kadıköy havalisinin eğlendiği geniş bir seyran yeri olmuştur. 

    Fenerbahçe Lokali

    Bu resim geçen yüzyılın başlarına ait. Tam da, Üsküdar kumandanı Bedirhani Ali Şamil Paşa, erkekleri Kuşdili’ne, kadınları Yoğurtçu’ya  pay etmeye uğraşıp, feryadını kimseye dinletemediği günler. Çayırın Kurbağlıdere kıyısına Galatalı Hamdi Reis’in çalgılı gazinosu kurulacak. Hamdi, evvelinde Galata’da kumar kahvesi işletmiş, Abdülhamit’in meşhur yaveri Fehim Paşa’nın adamlarından. Bu gazinonun yanında birkaç yıl sonra Fenerbahçenin lokalini göreceğiz. 

    Lokal bahçe içerisinde ve iki katlı olacak. Fotoğrafta yerleri boş ama, dış kapıdan girince sağ tarafındaki açıklığa tenis kortları yapılacak sonrasında. Bina inşa edildiğinde dereye bakan kapısı, köşede piyanosu olan, maroken koltuklu genişçe bir salona açılacaktır. Solda iç içe olan iki soyunma odasında, Zeki Rızalar, Alâlar, Kadriler çubuklu formalarını giyecekler. Suat, karbeyaz pantolununu, tişörtünü giyip, kortta raket sallayacaktır. Üst kattaki müzede kupalar, resimler ve hatıraların çerçevelenmiş halleri duracak. Fenerbahçe Kulübünün minnetsiz idmancısı, sarı lacivert forma altında bütün sporları yapmaya ve yaymaya çalışmış; kayıkhanede sandalları kalafatlayacak, korttaki fileleri eliyle örecek kadar fedakar Fenerbahçeli Galip, 6 Haziran 1932 günü lokal yandığında en çok gözyaşı dökecek olan sporcu olacaktır. 

    Fenerbahçe Lokali, alevlere teslim olmadan önce ulvi bir görev için koluna pazubant takmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’ya silah ve cephane sevkinin yapıldığı bir istasyon, Cumhuriyet yolunda ise önemli bir ‘yapı’taşı olmuştur. Ulu Önderin lokali ziyareti bu binada yaşanmış önemli dakikalardandır. 1920 yılında Hamit Hüsnü’nün lokalin yanına yaptıracağı kayıkhanede çok sayıda kürekçi filizlenecektir. 

    Fenerbahçe futbol takımı bu fotoğrafın içindeki sahalarda oyununu geliştirdi. Üzerine seneler sonra Dereağzı tesislerinin kondurulacağı Kördere Çayırı, Kurbağlıdere’nin hemen yanındaki Gemici çayırında Fenerbahçe idmancılarının izleri vardır. 

    Papazın Bahçesi

    Resmin sağ gerisinde, fotoğrafçı vizörünü biraz daha çevirseydi Kadıköy’ün ‘ehli diller yatağı’ denilen Papazın Bahçesini görecektik. Orası, doğanın yeşil sessizliğine meftun Ahmet Rasim’in müdavim olacağı, ağaçlar altında bir cennetti. Bahçeye bahar akşamları bülbül dinlemeye gelen çok olurdu. Ahmet Rasim orda etrafına şair Andelip, Eyüplü Neş’e, Muhsin, Borazan Tevfik, Ayı Raşidi toplar, alem yapardı. Papazın Bahçesinde bülbül sesi dinleyenler,  birkaç sene sonra, bahçenin hemen yan parseline yapılacak sahada, Fenerbahçeli sporcuların futbol sahasında icra edecekleri ahenkli sesleri duyacaklardı. Kurbağalıdere’nin doğusunda kalan bu alan vaktiyle Kardinal Andon Hassunyanın uhdesinde olduğu için bu ismi almıştı. 

    Fotoğrafın tarihinin 1905 civarı olduğunu tahmin ediyorum. Aşağıda, Kurbağlıdere yolunda,  bir sene kadar sonra 1906’da Göztepe istasyonunda vurulan Şehremini Rıdvan Paşa’nın katilleri yakalanacak ve apar topar Selimiye kışlasına götürülecekler. 

    Kurbağlıdere çayırında top peşinde koşanlar bu derdestten habersiz birçok maç yaptılar. Eski başkentin ilk futbolcularını şehire tanıtan La Fontaine’in Kadıköy Futbol Kulübü, “Harrier” denizcileriyle bu sahada yaptıkları sıkı gösteri maçı üzerinden yıllar da geçse de hep anılmıştır.

    Kadıköylüler 

    Ünlü besteci, Fenerbahçeli futbolcu Cafer Çağatay’ın babası Ali Rıfat Çağatay Yoğurtçu Köprüsü’nü geçince sol kolda kalan bir eve taşınalı bir sene bile olmamış daha. Köprü, fotoğrafın ortalarında beliren ahşap haliyle karşımızda.. Derenin iki yakasını kavuşturan ilk gerdanlık 30’lu yıllarda betona dönecek. Köprü, üzerindeki parke zemini, tramvay rayları, kendine hiç de yük olmayan, sırtından atladıktan sonra Bostancı’ya dek gidecek motrislerle eşsiz görüntüler verecekti. Kadıköy kumluktan kalkan tramvay arabalarına binip, bu civarda araçtan ineceklerden biri de (Ceylan) Bedri olacaktır. Bedri, sırasıyla Papazın çayırı, Silahtarağa, Union Kulüp, İttihadspor, Fenerbahçe Stadı isimleriyle bilinecek stadın tam karşısında oturacaktır. Futboldan sonra mesleği dişçiliğe dönecek, ilk milli maçımızın sol açığı Bedri’nin muayenehanesi Altıyolağzı’nda eskiden postahane olarak kullanılan sarı bir binadaydı. Binanın mimarı ilk futbolcularımızdan meşhur Hasan’ın babası Mehmet Ağaydı. 

    Fondaki yükselti Çamlıca tepesi.. İrtifa kaybederek yaklaşınca, Acıbadem’deki ortodoks kilisesinin apak halini farkediyoruz..Hemen sağında, pek seçemesek de :)  Kadıköy sularının çıktığı kaynak Üçpınar var. Abdülhamidin Başhafiyesi Ahmet Paşa’nın Peynirci Çiftliği denilen arazisinden geçen üç derecikle kucaklaşıp, Gazhane üzerinden Kadıköy çeşmelerine ulaşıyor bu ‘ab-ı hayat’.

    Bu hayat suyundan içenlerden biri de “Black Stocking” takımının ilk ve tek maçında  on birde kendine yer bulabilmiş  Sinekemani Nuri’dir.. Üstat, Namık Kemal’in küçük kardeşi Naşid Bey’in kızıyla evlidir. Fotoğrafçı, panoramik görüntü için makinesini ayarlarken Nuri belki de, Yoğurtçuçayırı caddesi 40 numaralı evinde, göğüse yaslanması sebebiyle ‘sinekeman’ adını almış kemandan battalca aletini çalıyordur. Ömrünü jimnastiğe ve musikiye  adamış olan Nuri Bey kalben Fenerbahçeliydi. Türk Sanat Musikisi’nde dev bir isim olarak kabul edilen, sarı lacivertlilerin ele avuca sığmaz sağ açığı Münir Nureddin ise Yoğurtçu çayırının karşısındaki evde oturmaktadır. 

    Fotoğrafın kadrajında kanat çırpan, buradayım diye uçuşan epeyi ayrıntı olduğu malum, onları da başka bir Kadıköy klişesi altında yakalar, konuştururuz efendim; sağlıcakla…

    Alican Küçükcan

    Vizörün içindeki Kuşdili
  • 7 Mayıs 1955… Potanın Kraliçelerinin İlk Şampiyonluğu

    Deniz Aydıncı arşivinden…

    7 Mayıs 1955’te İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) spor salonunda Türk sporunun alışkın olduğu bir final var: Fenerbahçe ve Galatasaray.

    Türk sporunun iki büyüğü bu sefer kozlarını kadın basketbolunda paylaşıyorlar. Ortada ise bir final var, zira bir “lig”in kurulabilmesi mümkün olmamış. Okul müsabakalarındaki takım zenginliğine karşın, kulüpler düzeyinde dört takım bir araya gelememiş. Çünkü başlangıçta katılacaklarını bildiren Modaspor (erkeklerde son iki yılın Türkiye şampiyonu) ve İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü (1960’larda iddialı hale gelecek) takım çıkaramamışlar.

    Bu nedenle, şampiyonun iki ayaklı bir finalle belirlenmesine karar veriliyor. Maç tarihleri de 30 Nisan ve 7 Mayıs olarak belirlenmiş.

    Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinde neredeyse bütün branşlarda gözlemlenen ilginç bir seyir vardır. İlk galibiyetleri genelde Galatasaray alır, ardından ise Fenerbahçe üstünlüğü devralıp sürdürür.

    Kadın basketbolunda da farklı olmadı ve 30 Nisan’da İTÜ spor salonunda oynanan ilk karşılaşmayı sarı-kırmızılılar (uzatmada) 20-19 kazandı.

    Aynı salondaki rövanşa da hızlı girip 5-1 öne geçen rakibelerine karşı Fenerbahçe’nin “altın kızları” toparlandı ve önce 7-7’lik beraberliği yakalayıp devreyi de 12-9 önde kapadılar. İkinci devrede ise hakim oyunlarını sürdürerek 22-17’lik galibiyete ulaştılar ve ilk şampiyonluklarını kazandılar.

    Fenerbahçeli efsane basketbolcu Altan Dinçer’in çalıştırdığı Fenerbahçe takımına şampiyonluğu kazandıran oyuncular ve attıkları sayılar şu şekildeydi: Deniz Aydıncı (8), Ayten Salih (7), Süeda Özçiçekçi (4), Seta Yağcıoğlu (2), İnci Önen (1) ve Güneş Çapa.

    12 Mart 1955’te voleybolda da ilk şampiyonluklarını kazanan bu altın ekip, aynı sezonda şampiyonluklarını ikilemişti (her iki sporda da kadınlar arası Türkiye Şampiyonaları bir sonraki yıl başlayacaktı). Bundan sonra da duracakları yoktu. 1961’e kadar düzenlenen 21 İstanbul ve Türkiye Şampiyonası’nın 19’unu kazanacaklardı.

    Fenerbahçe’nin “potalardaki ilk kraliçelerinin” bu şampiyonluğuyla, 1954-55 sezonunda Fenerbahçe basketbolu hem erkekler, hem kadınlar, hem de genç erkeklerde şampiyonlukları sarı-lacivertli formanın tekeline almıştı.

    Seta Yağcıoğlu arşivinden…
  • Kraliçelerin İlk Şampiyonluğu

    Kraliçelerin İlk Şampiyonluğu

    1961 yılına kadar, basketbolda ve voleybolda şampiyonluklara damga vuracak Fenerbahçeli kadın sporcular bu seriye 1955 yılında başladılar. Huzurlarınızda Tapfereritter‘in kaleminden, kraliçelerin ilk şampiyonluğu…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Klasik Bir Final Ama…

    7 Mayıs 1955’te İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) spor salonunda Türk sporunun alışkın olduğu bir final var: Fenerbahçe ve Galatasaray.

    Türk sporunun iki büyüğü bu sefer kozlarını kadın basketbolunda paylaşıyorlar. Ortada ise bir final var, zira bir “lig”in kurulabilmesi mümkün olmamış. Okul müsabakalarındaki takım zenginliğine karşın, kulüpler düzeyinde dört takım bir araya gelememiş. Çünkü başlangıçta katılacaklarını bildiren Modaspor (erkeklerde son iki yılın Türkiye şampiyonu) ve İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü (1960’larda iddialı hale gelecek) takım çıkaramamışlar.

    Bu nedenle, şampiyonun iki ayaklı bir finalle belirlenmesine karar veriliyor. Maç tarihleri de 30 Nisan ve 7 Mayıs olarak belirlenmiş.

    Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinde neredeyse bütün branşlarda gözlemlenen ilginç bir seyir vardır. İlk galibiyetleri genelde Galatasaray alır, ardından ise Fenerbahçe üstünlüğü devralıp sürdürür.

    Kadın basketbolunda da farklı olmadı ve 30 Nisan’da İTÜ spor salonunda oynanan ilk karşılaşmayı sarı-kırmızılılar (uzatmada) 20-19 kazandı.

    Aynı salondaki rövanşa da hızlı girip 5-1 öne geçen rakibelerine karşı Fenerbahçe’nin “altın kızları” toparlandı ve önce 7-7’lik beraberliği yakalayıp devreyi de 12-9 önde kapadılar. İkinci devrede ise hakim oyunlarını sürdürerek 22-17’lik galibiyete ulaştılar ve ilk şampiyonluklarını kazandılar.

    Fenerbahçeli efsane basketbolcu Altan Dinçer’in çalıştırdığı Fenerbahçe takımına şampiyonluğu kazandıran oyuncular ve attıkları sayılar şu şekildeydi: Deniz Aydıncı (8), Ayten Salih (7), Süeda Özçiçekçi (4), Seta Yağcıoğlu (2), İnci Önen (1) ve Güneş Çapa.

    Kraliçelerin İlk Şampiyonluğu

    12 Mart 1955’te voleybolda da ilk şampiyonluklarını kazanan bu altın ekip, aynı sezonda şampiyonluklarını ikilemişti (her iki sporda da kadınlar arası Türkiye Şampiyonaları bir sonraki yıl başlayacaktı). Bundan sonra da duracakları yoktu. 1961’e kadar düzenlenen 21 İstanbul ve Türkiye Şampiyonası’nın 19’unu kazanacaklardı.

    Fenerbahçe’nin “potalardaki ilk kraliçelerinin” bu şampiyonluğuyla, 1954-55 sezonunda Fenerbahçe basketbolu hem erkekler, hem kadınlar, hem de genç erkeklerde şampiyonlukları sarı-lacivertli formanın tekeline almıştı.

    Tapfereritter

    Kraliçelerin İlk Şampiyonluğu
    Deniz Aydıncı arşivinden…
  • Tahtaperde Aleko ve Galip’in Son Gecesi

    Tahtaperde Aleko ve Galip’in Son Gecesi

    Türkiye’de futbolun kuruluş yıllarından meşhur bir ismi konuk ediyoruz bu kez… Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, sağ olsun, Tahtaperde Aleko’nun bir söyleşisini göndermiş. Bize de aktarmak kaldı. İçindeki güzel hatıralar bir yana, meğerse (Midilli eşrafının aile tanışıklığından ötürü olacak) Aleko, Fenerbahçe’nin efsane ismi Galip Kulaksızoğlu ile çok iyi arkadaşmış ve hatta Galip Bey ölmeden önceki gece birlikte bir-iki kadeh bir şeyler içmişler… Huzurlarınızda Tahtaperde Aleko ve Galip’in son gecesi. Her ikisi de nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tahtaperde Aleko

    – Kafa koçanı mı, dedi. Geçenlerde kömür kağıdı ile birlikte kaybettim! Bir bakarsan iyi oldu! Artık benim ne işime yarayacak! 1905 yıllarında ilk takım arkadaşlarım 27 kişi idi. Bugün onlardan yaşayan üç kişi var : Biri ben, Tahtaperde Aleko, diğeri, İngiltere’de Toto, Yunanistan’da Kimon. Eh üçümüz de artık antika sayılırız. Yaşımı vallahi billahi bilemeyeceğim.

    Bir süre parmaklarıyla hesaplar gibi yaptı. O sırada, kızı Panayota hemen söze karıştı :

    – Baba, 84 yaşındasın şimdi!

    Aleko gülerek, sakin bir sesle devam etti :

    – Biliyorum. 1296 yılında (1880) Midilli’de doğdum, diyeceksin. Biliyorum be, ama hatırlamak işime gelmiyor…

    – Bu Tahtaperde adını nasıl aldınız?

    – Bir futbol hastası Musevî gencinin azizliği oldu. Gene o tarihlerde, İngilizlerin bir küçük harp gemisi gelirdi buralara… Bahriyeliler ilk defa meşin topu getirdikleri için, bizimle eni konu ahbaptırlar. Her gelişlerinde hemen takımlarını getirirler, çıkardık Fenerbahçe çayırına… İngilizlerin zehir gibi bir sol açıkları vardı. Fakat, bütün akınları gelip, benim önüme kesilirdi. Bir türlü geçemezdi beni! Gene bir maçta idi. Akınlar kesilince, sol açık çılgına dönmüş, tepinip duruyordu. Bu sırada, sahanın kenarında bir Musevî genci birden bağırdı : “Geçemezsin onu, bak çekmiş tahta perdesini… Tahtaperde Aleko… Tahtaperde Aleko…”

    İşte o günden sonra bu isim, yafta gibi yapıştı bize. Bir daha da çıkmadı. Elli yıldır yukarı gitsem, Tahtaperde Aleko, aşağı gitsem, Tahtaperde Aleko, diye çağırırlar beni…

    Türkiye’nin İlk Futbolcuları

    – Futbolu kaç yıl oynadınız? İlk golünüzü hatırlar mısınız?

    – İlk zamanlarda Moda Kulübü, Elpis takımları vardı. Sonra bunlar çoğaldı. Ben, Moda Kulübü’nde sağ bek oynuyordum. Hatırımda kaldığına göre, yukarıda soyadı aldığım maçtı. İngilizlerin o su gibi akan sarı delikanlısı, gelip gelip şutları çekiyor ama bir türlü gol olmuyordu. Maç sonlarına doğru, bir ara bizimkilerin bir akını oldu. Ben, santra yerine kadar gelmiştim. Birden, top bizim akıncının ayağından alındı. Bir şutla bana kadar geldi. Biraz sürüp körlemeden bir vurdum. Nasıl vurdum, ben de bilmiyorum. Ama, birden seyirciler tarafından bir “Goooolll!” sesidir geldi. Bir de baktım, fesler havada uçuyordu. Bu, benim bek olduğum halde, attığım ilk golüm oldu. 40 yıl var, oynadım bu mereti… Günde 10 altın kazandığım olurdu.

    “Tahtaperde, maç var, gel!” diye bir haber saldılar mı, ne altın, ne iş, soluğu sahada alırdım. Böylesine severdim meşin topu… Futbolu bizler getirdik ama, şimdi başkaları parsayı topluyor. Biz para almadık, üstelik para verdik!… Ömür verdik ve oğlum!… Ben, bek yerinden vurduğum zaman top, sahayı aşar, Papazın Bağı’na düşerdi (tahminen 100-110 metre). Böyle oynardık. Futbolda marifet, müdafaa oyuncusunun, rakip forların ayağından, zekasını ve hünerini kullanıp, topu çalabilmesidir!

    Maçlara hazırlanışlarını şöylece anlattı :

    – Bu sıralarda bekardım. Takım arkadaşlarımdan Hasan, Hüseyin adında iki kıymetli for vardı. Onları daha bazılarını alıp, eve getirir, çilingir sofrasını kurar, hem tek tek atar, hem de ertesi günü birlikte çıkacağımız maç için, İngilizlere karşı oyun şekli hazırladık!

    Hey gidi Galip!

    – Oyun arkadaşlarınızdan en çok kimi severdiniz?

    Gözleri birden perdelendi. 84 yaşına basmış bu koca ihtiyar, anlatılması güç bir dostluğa bağlılıkla, bir yandan ağlıyor, bir yandan anlatıyordu :

    – Bir Galip beyimiz vardı. Senelerce Fenerbahçe’ye takım kaptanlığı yapmıştır. Mertti, cömertti, Her şeyini kulübüne verenlerdendi. Son akşamı, onunla bir-iki çakıştırmıştık. Sonra gitti. O gidiş! Ölüm haberini aldığım zaman, bana bıçak soksalardı, kan çıkmazdı…

    Bundan 20 yıl evvel, onu son defa bir oyuna çağırmışlar. Fenerbahçe Stadı’na gitmiş. Kendisine forma ve futbol donu vermişler. “Yok” demiş. “Bu yaştan sonra bacaklarımı gösterip, meşin topla aramı bozamam! Şöyle bir-iki vurup, kurdumu dökeyim yeter!…”

    Baldızı İzmaro, Tahtaperde Aleko’nun sevdiği yemekler için bakınız ne diyor:

    – Ah efendim, hâlâ ete, pilava bayılıyor. Sebzeyi yediği zaman, kendimi doymuş saymıyor. 4 yumurtayı bir akşam yemeğinde yer. Bir bir yumurta yesek, ancak setliçle kendimizi kurtarıyoruz!…

    Onun, spor hayatı dışında avcılığı, balıkçılığı vardı. Onun sepetinde İstanbul’un en nadide ıstakozları bulunurdu. Bir avcılık hikayesini anlatırlar. Meşhur Avcı Sait, Fenerbahçeli Galip, Aleko ava giderler. Bir sülün çıkar. Aleko ateşler. Sülün tepeaşağı gelir. Galip bağırır : “Yaşa Sait!”. Aleko kızar, göğsüne vura vura : “Ne Said’i be! Aleko yok mu burada!…”

    Tahtaperde Aleko’nun yanlış teşhis yüzünden 19 yaşında ölen bir oğlunun yası ona hayatı zehir etmiş. Bu konuda şöyle diyor :

    – Onun ölümünden sonra neşem gitti. Hayatı bıraktım. Ne yapalım ki, hayat hâlâ bizi bırakmadı. Bakalım, sevdiklerimize ne zaman kavuşacağız.


    Yazıya Dair

    Röportaj : Necdet Erdem – T.E.
    Fotoğraflar : Tamer Güvenç

    En Üstte : Aleko’nun da aralarında bek oynadığı 1905’deki Elpis Kulübü’nün futbol takımını gösteriyor. Takım durumuna göre kaleci Yorgo, sağ bek Aleko (Tahtaperde), sol bek Mihal, İdareci Yorgo (giyimli), saf haf Kiryako, santrhaf Papazınoğlu, sol haf Boyacı Niko, sağ açık İstefo, saç iç Todori, santrfor Yorgo, sol iç Vasil (sağ ve Yunanistan’da), sağ açık Yorgi Lagopolos’u göstermektedir.

    Küçük Fotoğraf : Tahtaperde Aleko

    Sol Altta : Aleko 84’lük ama, gönlü taptazedir. Bütün ev halkı hizmetinde vazife alır. Baldızı kravatını düzeltirse, kızı kol düğmelerini takar. Onu, ömründe bir kere olsun traşsız gören olmamış!…

    Sağ Altta : Zaman olur, yaş ilerler, top oynanmaz, maça gidilmez olur!… İşte, o devir için, Aleko : “Benim gibi yapınız, diyor. Radyonun başına oturun. Dinler, bağırır, kurdunuzu dökersiniz…”