Etiket: Mösyö Grodotski

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – IV

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – IV

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – IV”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    AMATÖR GELİYOR [1]

    Avusturya’nın maruf Amatör takımının geleceğinden dün bahsetmiştik. Dünya futbol kralı Şafer’in de iltihak ettiği bu ekip kurban bayramında üç yapmak üzere şehrimize gelecektir.

    VOLEYBOL FİNALİ [2]

    Voleybol şampiyonası hitama ermiş ve Fenerbahçe-Beşiktaş takımları finale kalmıştır. Final maçı Perşembe günü Amerikan kulübünde yapılacaktır.

    KURTULUŞ! CEMİL EFENDİ DÜN GELDİ [3]

    Kahraman Esir Tüyler Ürperten Macerasını Nasıl Anlatıyor?

    Mütarekenin kara günlerinden birinde iki Türk hanımına tasalluta ve kendisine tecavüze kalkışan Senegalli bir Fransız neferine karşı vazifesini yapan ve bu yüzden Güyan zindanlarında 9 sene inleyen Polis Cemil Efendi, dün sabah vatanına kavuştu ve 9 seneden beri ilk defa geniş bir nefes aldı.

    Patris vapuruyla dün sabah saat 9’da limanımıza gelen Polis Cemil Efendi, polis arkadaşları ve uzak yakın birçok ahbapları tarafından istikbal edildi. Dokuz sene vatan hasretiyle en acıklı bir hayatı süren, tüyler ürpertici işkenceler altında inim inim inleyen Cemil Efendi, bütün karşılayıcıları ile ayrı ayrı ve gözyaşları dökerek kucaklaştı. Kendisine buketler ve deniz polis memurları tarafından bir altın kalem hediye edildi. Şerefle ifa ettiği bir vazifeden dolayı, düşmanların kahrına uğrayan polisimiz, arkadaşları ile musafaha ederken: “Vatanı ve beni esaret zincirinden kurtaran ulu Gazi bin yaşasın!” diye haykırmıştır.

    Cemil Efendi, vapurdan çıktıktan sonra istirahat için evine gitmiş, öğleden sonra saat on dört buçukta da Polis müdüriyetine giderek Şerif Bey’i ziyaret etmiştir.

    Cemil Efendi halen polis memurudur. Esareti esnasında maaşı da ailesine muntazaman verilmiştir. Polis müdüriyeti istirahati için kendisine bir hafta izin vermiştir.

    Cemil Efendi dün gazetemize de gelmiş ve intibalarını şöylece anlatmıştır:

    “Anavatanın hasreti 9 senedir çektiğim işkencelerin en ağırı idi. Bugünün saadetini ifade edebilmek iktidarından mahrumum. Beni yeniden dünya yüzüne çıkaranlara karşı minnet ve şükranlarım nihayetsizdir. Uzun ıstıraplı senelerden sonra hür vatanımda mesut bir gün yaşıyorum. Reisicumhurumuz Hazretlerine bilvasıta şükranlarımı arz ve iblağ için Ankara’ya gideceğim”

    Cemil Efendi Guyan’da çektiği eziyetler hakkında da kısaca demiştir ki:

    “Yalnız şu kadar söyleyeyim ki geceleri bile ayaklarımda gayet kalın zincirler olduğu halde uyuyordum.

    Guyan, dünyanın en müthiş yeridir. Mahbusiyetim esnasında tecennün ettim, bu müthiş hastalık geçti ama işte acı bir hatıra olarak dilimdeki tutukluk kaldı.

    Bu eziyetlere nihayet vermek için tamam üç kere intihara teşebbüs ettim. Klordö Potasyom içtim, lakin üçünde de talihim müsaade etmedi ve kurtarıldım.

    Güyan’da mahpuslar sabahtan akşama kadar çalışmak mecburiyetindedirler. Hem de nasıl çalışış? Taş kırmak, yol yapmak ve hamallık etmek…

    Bir gün hiç unutmam vücudumda bir kırıklık hissettim ve işe çıkmadım. Benim bu hareketim mahpushanede büyük bir hadise oldu. Orada hapishanenin dahili muhakemeleri vardır.

    Gardiyanların hakkımda verdiği raporlar üzerine muhakeme kuruldu ve benim üç ay rutubetli bir zindanda kalmama karar verildi.”

    Guyan’da iki Türk mahbus daha vardır. Polis Cemil Efendi bu Türklerin yüzünü çok nadir görebilmiştir, bu biçarelerin de yakında kurtulmalarını temenni etmektedir.

    “Guyan’da mahpuslara karşı böyle hareket edilir. Bir gün işe çıkmadınız mı? Üç ay zindan… Mamafih tekrar memleketime döndüm. Bu dakikanın sevinci bu müthiş hatıraları hafifletiyor.”

    SENENİN MÜHİM MAÇI [4]

    Galatasaray Bu Mühim Maç için Maruf Kalecisini Getiriyor

    İstanbul’un futbol şampiyonluğunu dört seneden beri mütevaliyen muhafaza eden kulüp: Galatasaray…

    Dört seneden beri bu şampiyonluğa en yakın namzet ve şampiyona en kuvvetli rakip: Fenerbahçe…

    Dört seneden beri en büyük emeli bu iki kulüp arasında derece elde etmek iken bu sene mütemadi gayretiyle doğrudan doğruya şampiyon kulübe tehlike kesilen: Beşiktaş…

    Lig maçlarının ilk devresinde her zaman olduğu gibi yine başta gelen: Galatasaray…

    Lig maçlarının ilk devresinde şampiyon takıma şimdilik tehlike olmaktan uzaklaşan: Fenerbahçe…

    Lig maçlarının ilk devresi neticesinde şampiyon takımı adım adım takip ettiği ve ondan ancak iki puan noksan aldığı anlaşılan ve eğer ikinci devrede Galatasaray’ı yenebilirse onun dört seneden beri üstünde hüküm sürdüğü şampiyonluk postuna kurulması çok muhtemel olan: Beşiktaş…

    (…) Tehlikeyi anlayan Galatasaray’ın on beş günden beri ciddi surette çalışmaya başladığını, bundan başka bu mühim maç için maruf kalecisi Ulvi’yi getirdiğini gördük. Hiç şüphesizdir ki bunlar tehlikenin biraz önüne geçilmesini mucip olmuştur. Ve Galatasaraylıların Rumlara karşı yaptıkları talim maçlarından birincisiyle ikincisi arasında sarı kırmızılılar lehine şayanı dikkat fark vardır. Fakat bu henüz kafi değildir. Oyun tarzında da tatbik edilmesi lazım gelen cihetler vardır.

    JİMNASTİK ŞENLİĞİ [5]

    Geçen sene Mayıs’ta memleketimizde ilk defa yapılan idman şenlikleri bu sene de yapılacaktır. Jimnastik şenliğinin bu sene geçen senekine nazaran çok daha iyi olması için çalışılmaktadır.

    Jimnastik şenlikleri şehrimizde bu sene de Taksim Stadyumu’nda yapılacaktır. Şenliklere yalnız lise ve orta mekteplerin kız ve erkek talebesi iştirak edecektir.

    Şenlik programı vekâletten Maarif Emaneti’ne gelmiş ve mekteplere tevzi edilmiştir. Geçen sene 10 Mayıs’ta yapılan jimnastik şenliklerinin bu sene henüz ne vakit yapılacağı takarrür etmemiştir.

    BİR DE SEYİRCİ MEKTEBİ [6]

    Futbol hakemleri için bir mektep açılmış, fikrimizce, bazı seyirciler için de bir mektep açmalı; futbolculara ve hakemlere küfür ve hakaret etmeye hakları olmadığını öğretmek için…

    VOLEYBOL FİNALİ [7]

    İstanbul voleybol şampiyonası turnuvası artık hitam bulmuş ve Fenerbahçe-Beşiktaş takımları finale kalmıştı. Bugün Beyoğlu Amerikan kulübünün salonunda final maçı yapılacaktır.

    Hemen hemen denilebilir ki şimdiye kadar yapılan resmî, gayriresmi büyün voleybol maçlarında daima bu iki takım finale kalmışlardır. Yekdiğerinin en büyük rakibi olan bu iki kıymetli ekibi karşılaştıran her maçın daima heyecan ve zevk içinde seyredildiğini söylemeye lüzum yoktur. Bu seferki maçın hangi taraf lehine netice vereceğini tahmin etmek kabil değildir. Yalnız bu iki rakip son defa Amerikan kulübü tarafından tertip edilen gayriresmi turnuvada gene final maçında karşılaşmışlar ve Fenerbahçe takımının galebesiyle neticelenen bir maç yapmışlardı.

    BUGÜN HANGİSİ KAZANACAK? [8]

    Galatasaray mı Beşiktaş mı?

    Bugün Taksim stadyumunda senenin en mühim futbol müsabakası yapılacaktır. Lig maçlarının ikinci devresine Galatasaray-Beşiktaş müsabakası ile başlanıyor. Lig maçlarının birinci devresi hitam bulduğu vakit en önde Galatasaray, ikinci olarak da Beşiktaş geliyordu.

    Dört seneden beri İstanbul şampiyonluğunu muhafaza eden Galatasaray, bu seneki lig maçlarının birinci devresinde gene birinci olmuş, öteden beri İstanbul şampiyonasında Galatasaray’a rakip olan Fenerbahçe’nin yerini de Beşiktaş almıştı. Beşiktaş takımı bilhassa bu sene muntazam surette çalışması sayesinde kuvvetli ve korkulu bir rakip olarak meydana çıkmıştır.

    Galatasaray takımına bugünkü vaziyete göre eski rakibi Fenerbahçe’den ciddi bir tehlike melhuz değildir. Şimdi Galatasaray için en esaslı rakip Beşiktaş’tır.

    Galatasaraylıların bu maç için fevkalade bir surette çalıştıkları şüphesizdir.

    Dört seneden beri şampiyonluğu elinden bırakmayan Sarı-Kırmızı takımın bu sene de aynı mevkii muhafaza için ciddi surette çalışması çok makuldür. Diğer taraftan Beşiktaş takımının da şimdiye kadar sarf ettiği muntazam mesainin semeresini toplamak için her halde bu sene şampiyon olmaya azmettikleri muhakkaktır.

    Bu itibarla bugünkü müsabaka senenin heyecanlı bir maçı olacak, aynı zamanda bu seneki lig maçlarının neticesi üzerinde müessir olacaktır.

    Müsabakayı kim kazanacak? Bu öyle bir sual ki bu hususta bir mütalaa dermeyan etmek kabil olmadığı gibi doğru da değildir. Zevahire göre hüküm vermek lazım gelirse, Beşiktaş iki hafta evvel Galatasaray-Fener muhtelitinin en kuvvetli şeklini 1-5 gibi büyük bir farkla yendi, bugün de Galatasaray’ı mağlup edebilir, demek icap eder. Fakat bu netice üzerinde hüküm vermek makul değildir.

    Beşiktaşlılar iki hafta evvel kazandıkları o muvaffakiyetten sonra geçen Cuma günü Süleymaniye takımının karşısında fena bir oyun oynadılar.

    Galatasaraylılar ise on beş günden beri büyük bir gayretle çalışmaktadırlar. Sonra nazarı dikkate alınacak en mühim mesele şudur:

    Bugünkü müsabaka hususi bir maç değil, İstanbul şampiyonluğunun neticesini tayin edecek bir karşılaşmadır.

    Her iki takım da bugün bütün gayret ve maharetlerini ortaya koyacaklardır. Bununla beraber takımların hangi oyuncularla çıkacaklarını da bilmiyoruz. Netice şudur ki bu müsabaka çok heyecanlı olacak, yekdiğerine tamamen müsavi iki kuvvet çarpışacaktır. Şurası muhakkaktır ki bu oyunu sinirlenmeyen, yorulmayan taraf kazanacaktır. Yalnız temenni edelim ki müsabaka tam bir samimiyet içinde cereyan etsin.

    VOLEYBOL ŞAMPİYONASI [9]

    İstanbul voleybol şampiyonasının finali dün icra edilecekti. Fakat alakadar teşkilat, mutat karakuşi hükümlerinden biri istar ederek, maçı talik etti. Böyle idarecilerin elinde oyuncak kalan sporculara acımamak kabil olmuyor.

    KIR KOŞUSU YAPILMIYOR [10]

    İstanbul kır koşusu birinciliğinin bugün icra edileceğini yazmıştık. Fakat bugün yapılacak Galatasaray-Beşiktaş maçı dolayısıyla bu koşunun 15 Nisan’a, yeni gelecek haftaya tehiri münasip görülmüştür. Çünkü Beşiktaşlı koşuculardan bazıları futbol takımında oynamaktadırlar.

    GALATASARAY-BEŞİKTAŞ MAÇI NE VAKTE KALDI? [11]

    Bu Cuma günü, fikstür mucibince icrası mukarrer Galatasaray-Beşiktaş ve Vefa-Süleymaniye maçları, yağmur dolayısıyla icra edilememiştir.

    Lig maçlarında mutat olan usule nazaran bu maçların, ikinci devrenin sonuna kalması lazımdır. Çünkü aksi takdirde yağmurlu Cumalarda yapılamayan her maç için yeni tehirler yapıldığı takdirde bütün program alt üst olur ve hiçbir kulüp maç yapacağı günleri evvelden bilip ona göre hazırlanamaz, bittabi müsabakaların da intizamı kalmaz.

    Bu Cuma günü yapılmayan maçların, usulüne tevfikan, fikstürün sonuna tehiri lazım geldiği halde bilhassa Galatasaray’ın bazı rakipleri şampiyon takımı idmansız yakalamak ümidiyle maçların bu Cuma günü icrasını temine çalışmaktadırlar.

    Dün bu hususta İstanbul Futbol Heyeti reisi Orhan Bey’in mütalaasını sorduk.

    Bu dürüst sporcu, eskiden beri adet ve usul olduğu üzere bir mani yüzünden yapılamayan bütün lig maçları gibi geçen Cuma günkü icra edilemeyen müsabakaların da lig maçları fikstürünün sonunda yapılacağını söyledi.

    MÜSABAKA BAŞLADI [12]

    Dün ilan etmiştik. Cumhuriyet refikimizin en güzel kadını, İkdam’ın da en yosma erkeği aradığı burada bize de kala kala bir çirkinlik müsabakası açmak kalmıştı. Açtık.

    Dünkü ilanımızı okuyanlar arasında tevazuları yüzünden kendilerini çirkin sayanlar resimlerini göndermeye başladılar.

    Bunların birçoğu müsabakaya giremeyecek derecede çirkinlikten mahrumdur; bunların neticede kazanmalarına imkân yoktur. Fakat hatırları kalmasın diye resimleri basacağız. Bunlar içinde hem maruf hem de meçhul olanları vardır.

    Bir zamanlar gayet güzel bir delikanlı olan Vartan Efendi üstadımız da resmini yollamış.

    İhtiyarlığı çirkinlik addetmiş olacak. Kâfi derecede çirkin olmamakla beraber üstadın resmini teberrüken basıyoruz.

    SPOR KURBANI [13]

    Adil’in Ölümünden Maznun Olanın Mahkemesi

    Bir maç esnasında Beşiktaş kulübünden Adil Bey’in tekme ile ölümüne sebebiyet vermekle maznun Hüsamettin Efendi’nin muhakemesine dün üçüncü cezada devam edilmiştir.

    Muhakemenin dünkü celsesinde ehli vukuf raporu okunmuştur. Raporda, ölüm hadisesinde Hüsamettin Efendi’nin bir taksiri olmadığı zikredilmekte idi. Muhakemenin gelecek celsesinde bir karar verilmesi muhtemeldir.

    BEYOĞLU SALONU [14]

    Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından İstanbul spor teşkilatına tahsis edilen Beyoğlu Halk Fırkası salonunun bu ayın 25inci günü küşat resmi yapılacak ve bu münasebetle güreş federasyonunun tertip ettiği şehir birincilik müsabakası başlayacaktır; ortaya bir de kupa konmuştur. Bu kupa, en fazla puan alan kulübe verilecektir. Ayrıca birinci ve ikinci gelenlere madalyalar verilecektir.

    Müsabakaya Haliç, Üsküdar, Harbiye, Kuleli, Ortaköy, Beşiktaş, Kumkapı kulüpleri iştirak edecektir.

    Bu müsabakalara fevkalade bir ehemmiyet atfedilmektedir.

    ESKRİM [15]

    Kadın Eskrimciler Gayretle Çalışıyorlar

    Eskrim federasyonu antrenörü M. Grodeski’nin bir antrenman esnasında bacağının adaleleri koptuğu ve muallim elyevm de tahtı tedavide bulunduğu için eskrimörlerimiz çalışamamaktadırlar.

    Federasyonun Beşiktaş’ta hanımlara mahsus olarak açılan eskrim yurdunda, hanımlar üç aydan beri mesailerine devam etmektedirler.

    Söylendiğine göre hanım eskrimcilerimiz iyi yetişmekte olduklarından iki aya kadar memleketimize gelmeleri muhtemel olan ecnebi takımındaki kadın eskrimcilerle müsabakalar yapacaklardır.

    MINTIKA ATLETİZM HEYETİ’NDEN [16]

    Kros Kontri İstanbul Birinciliği evvelce ilan edildiği veçhile önümüzdeki 12 Nisan 929 Cuma günü icra edilecektir.

    1. Mezkûr müsabakalara Şişli tramvay deposu önünden başlanıp Katolik Mezarlığı arkasından dolaşılarak Hürriyet tepesine giden caddeye çıkılıp oradan Şişli’ye ve Şişli’den de tramvay caddesini takiben Taksim Stadyumu’nda nihayet bulacaktır.
    2. Müsabakayı bitiren birinciye bir, ikinciye iki, üçüncüye üç olmak üzere puan verilecektir.
    3. Birinciden beşinciye kadar İstanbul Kros Kontri birincisi ve ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü, beşincisi unvanıyla birer madalya verilecektir.
    4. Her kulübü ilk bitiren baş idmancısına puanı mecmuu en az olan kulübe de İstanbul 929 Kros Kontri birincisi unvanıyla bir kupa verilecektir.
    5. Her kulüp istediği kadar müsabıkla yarışa iştirak edebilir. Ancak beşten az müsabıkla iştirak eden kulübün idmancıları müsabakanın umumi neticesinde birinciden beşinciye kadar müsabakayı kazandıkları takdirde derecesine göre madalya alır. Müsabakanın takım kıamına girmek için beş veya beştan fazla müsabıkla iştirak etmek şarttır.
    6. Müsabıklar on iki Nisan Cuma günü saat 9.30’da Galatasaray kulübünde toplanacaklardır.
    7. Beşten az veya beş ve ziyade suretiyle müsabakaya iştirak edecek kulüplerin müsabaka gününe kadar her gün mıntıka merkezine tahriren müracaat ve ihbarı keyfiyet etmeleri lazımdır.

    AMATÖR’DEN SONRA F.T.C. İLE DE MUKAVELE YAPILDI [17]

    Macaristan’ın maruf takımlarından Hungarya’nın İstanbul’a gelmesi için müzakerat cereyan ettiğini yazmıştık.

    Hungarya ile birlikte, şehrimize gelmek için F.T.C. takımı da müracaat etmiştir. Her iki takımla müzakerat yapılıyordu. Son dakikada Hungarya ile çıkan müşkülat üzerine bu takımın getirilmesinden sarfınazar edilmiş ve F.T.C. ile itilaf edilerek icap eden kontrat alakadarlar arasında dün imza edilmiştir.

    Amatörden sonra F.T.C.’nin de İstanbul’a gelmesinin temin edilmesi suretiyle merkezî Avrupa’nın en kuvvetli takımlarından birini daha görmek fırsatını kazanmış oluyoruz.

    F.T.C. Temmuz’da gelecek ve 13-15-17-20 Temmuz tarihlerinde Beşiktaş-Galatasaray-Fenerbahçe, FB-GS-BE muhtelitiyle olmak üzere dört maç yapacaklardır.

    F.T.C.’nin bu sene yapacağı ziyaret bu maruf Macar takımının şehrimize ikinci gelmesini teşkil edecektir. Macarlar bundan dört sene evvel gelmişler ve kendileriyle berabere kalmak şerefini kazanan Galatasaray’dan mada, muhtelit takım da dâhil olmak üzere, bütün rakiplerini mağlup etmişlerdi.

    Temiz ve nezih oyunları ile İstanbul sporcuları üzerinde çok müstesna bir tesir bırakan F.T.C. oyuncularını bir defa daha seyretmek her İstanbullu sporcunun arzu ettiği bir hadisedir.

    KIR KOŞUSU [18]

    Senenin En Mühim Koşusunda Beşiktaşlılar Hem Fert, Hem de Takım İtibariyle Birinci Geldiler

    İstanbul Atletizm Heyeti tarafından tertip edilen senelik kır koşusu dün sabah büyük bir muvaffakiyetle icra edilmiştir.

    Bu koşuya Beşiktaş’tan 29, Galatasaray’dan 6, Taksim Yeni Yıldız’dan 6, Vefa’dan 3 atlet olmak üzere 44 koşucu iştirak etmiştir.

    Koşuya Şişli tramvay garajı önünden başlanmış, Ermeni mezarlığı arkasından dönülerek Harbiye-Taksim tarikiyle Taksim Stadyumu’nda bir tur yaptıktan sonra hitam bulmuştur.

    Koşuların mesafesi (5) kilometreye yakındır. Koşu muntazam bir şekilde yapılmıştır. Beşiktaşlı koşucular gerek takım, gerek fert itibariyle birinci gelmek suretiyle büyük bir muvaffakiyet göstermişlerdir. Koşunun neticesi şudur:

    Beşiktaş’tan Mehmet Bey 16.07 dakikada birinci, Yeni Yıldız’dan Yanaki ikinci, Beşiktaş’tan İbrahim üçüncü, Sünusi dördüncü, Mecdi beşinci gelmişlerdir. Birden beşinciye kadar olanlara birer madalya verilmiştir.

    Koşunun takım itibariyle birincisi 20 sayı ile gene Beşiktaş takımıdır. Yeni Yıldız 41 sayı ile ikinci, Galatasaray 67 sayı ile üçüncü, Vefa da dördüncü gelmiştir.

    Birinci gelen Beşiktaş takımına bir kupa verilmiştir.

    VOLEYBOL FİNALİ [19]

    Voleybol şampiyonası finali dün Beyoğlu Amerikan kulübünde Fener-Beşiktaş takımları arasında yapıldı.

    İstanbul voleybol şampiyonluğunu halledecek olan bu maçı seyretmek için kalabalık bir seyirci kitlesi toplanmıştı. Takımlar alkışlar arasında sahaya çıktılar.

    Senelerden beri İstanbul voleybol şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe ile onun daimi finalist rakibi Beşiktaş arasında cereyan eden mücadelenin çok alaka uyandırdığı alkışların salonu titreten şiddetinden anlaşılıyordu.

    Sahaya çıkan Fenerbahçe takımı final maçına şu kadro ile çıkmıştı:

    Bedi, Yusuf, Aziz, Salih, Hikmet, Sıtkı.

    İhtiyatlar arasında resmî müsabakalara ilk iştirak eden Türk hanımı Sabiha Hanım da bulunuyordu.

    Maça maruf sporcumuz İlhami Bey’in hakemliği ile başlandı.

    İlk dakikalarda her iki takım müsait puanlar kazanıyorlardı. Fakat birkaç dakika aksayan Fenerlilerin gevşekliğinden istifade eden Beşiktaşlılar aradaki farkı birdenbire açtılar ve ilk seti 13-15 kazandılar.

    İkinci devre, senelerden beri muhafaza edilmiş bir şampiyonluğu kaybetmemek gayretiyle çalışan Fenerlilerin, gene senelerden beri takip edilen ümide yaklaşan Beşiktaşlılarla çetin bir mücadele yaptıkları görülüyordu. Filhakika mücadele çok heyecanlı bir mecra takip ediyordu. Neticede ikinci seti, 9-15 Fenerliler kazandılar.

    Üçüncü devre neticeyi belli edecekti. İki takım sahaya çıktığı vakit oyuncuların yüzünde asarı gözüken heyecanın seyircilere kadar sirayet ettiği gözüküyordu.

    Devre başlar başlamaz Beşiktaş oyuncularının faaliyete geçtikleri müşahede edildi. Bu faaliyet üst üste kazanılan dört sayı ile tevsik edilince artık Fenerli voleybolcuların senelerden beri muhafaza ettikleri şampiyonluğu kaybettikleri kanaatı hâsıl olmaya başladı. Fakat oyun, gayretlerini artıran Fenerlilerin sevkiyle yeni bir mecraya girdi ve üst üste 15 sayı yapan sarı-lacivert takım, Beşiktaş’ı 4 sayıda bırakarak maçı 15-4 kazandı, İstanbul şampiyonu oldu.

    HALK VE GAZETELER [20]

    Celal Nuri Bey üstadımız gazeteler ve kariler hakkında bir makale neşrettiler. Bu makalenin bir yerinde şöyle bir hüküm veriyorlar:

    “Matbuatı en münkeşif millet, en ileri millettir”

    Muhterem muharrir sonra bir Japon gazetesinin günde 2.400.000, bir İngiliz gazetesinin 1.900.000, bir Fransız gazetesinin 1.700.000 nüsha sattığını, bizde ise 10.000 nüsha basmanın bir zafer olduğunu, Balkan gazetelerinin bile 100.000 nüsha satmaları harikulade bir iş olmadığını söylüyor.

    Muhterem başmuharrir bu münasebetle halkı muaheze ediyor.

    Yukarıda vazettikleri düstura nazaran, matbuatı en az münkeşif millet biz olduğumuz için en geride biz kalmış oluyoruz.

    Benim fikrime kalırsa milletlerin ileri veya geriliğini yalnız gazete satışı ile ölçmek pek doğru değildir. Bizde gazetelerin satışı yüksek olmamasının sebepleri burada izah edilemeyecek kadar uzun ve mütenevvidir.

    Celal Nuri Bey’in gazete okumuyorlar diye halkı muahezeye hakkı yoktur. Kendileri başmuharrir oldukları halde iki günde bir kemali iftiharla:

    “Hiç gazete okumam” diye ilan eder dururlar.

    Mebus ve gazeteci oldukları halde kendileri gazete okumazlara halk neden okusun?

    BİLARDO ŞAMPİYONASI [21]

    İstanbul’da bir bilardo şampiyonası yapılacağını yazmıştık. Türkiye’de bir bilardo federasyonu mevcut olmadığı için bu şampiyona iki üç müteşebbis amatör tarafından tertip ve idare edilecektir.

    Avrupa ve Amerika’da, hakiki ve ilmi bir spor addolunan bilardonun da diğer sporlar gibi, beynelmilel federasyonları, muazzam teşkilatları vardır. Her sene resmi şampiyonalar yapılır ve dünya birincileri, hem amatör hem profesyonel tespit olunur. Türk bilardocularının da bir federasyon yaparak beynelmilel teşkilata girmek arzusunda olduklarını, bu işlerle uğraşan selahiyettar bir arkadaştan duyduk.

    Yalnız bu hususta tesadüf edilecek müşkülayın hariçten ziyade kendi içimizden zuhur edeceği, şu şampiyona yapmak tasavvurunun ortaya çıkmasından sonra çok iyi anlaşılmıştır. Vaziyeti izah için hadiseyi baştan anlatalım:

    Bundan birkaç sene evvel, Spor Âlemi mecmuasının sahibi Sait Çelebi Bey, bir bilardo şampiyonası tertip etmişti. O zaman “Bilardo Palas” denilen bir salonda icra edilen bir müsabakaya, Fuat ve Hasan Beyler gibi eski bilardistlerin iştirak edememesi kabul edildiği için, bu sahada yeni çalışmaya başlayan genç amatörlerimiz karşı yakalı rakiplerine ağır basacak bir vaziyette değildiler. Turnuva nihayetlendi ve Galatasaraylı Sadi Bey’le o zaman Fransa işgal ordusunda askerlik yapan Krepon isminde bir Rum finale kaldılar. Maç çok heyecanlı oldu. Neticede Sadi Bey’in bir isteka falsosundan fırsat bulan Krepon küçük bir farkla şampiyon oldu.

    O vakitten sonra gençlerimiz çok çalıştılar. Hatta Beşiktaşlı kıymetli futbolcu Nafi Bey, bilardoda eski üstatları olan Hasan ve Fuat Beylere yakın, hatta muadil bir iktidar sahibi oldu.

    Geçen şampiyonadan seneler geçtiği ve o zamandaki çamlar çoktan bardak olduğu halde hala Edvart Kreon efendi İstanbul bilardo şampiyonudur. Hâlbuki bu şampiyon taslağına layık olduğu dersi verecek Türk bilardocuları onun şampiyonluk unvanını taşıdığı senelerin adedinden çok fazladır.

    Bunu nazarı dikkate alan bazı müteşebbisler yeniden bir şampiyona yaparak bu unvanın hak sahibine verilmesini temin etmek istediler. Fakat birçok dürüst maksat daha ilk adımda müşkülatla karşılaştı ve Krepon’un bu şampiyon unvanını kaybedeceğini anlayan bir Rum, arkadaşlık gayretiyle mânialar ihdasına kalktı.

    Bilardo şampiyonasını tertip edenler, maçları yapabilmek için bir “müsabaka bilardosu”na muhtaçtırlar. Hâlbuki nizami ebatta olması lazım gelen bu bilardo şehrimizde yalnız bir tanedir ve o da Beyoğlu’nda “Lüksenburg” namı verilen bilardo salonundadır, her kapalı bir odasında tavla oynanan ve Beyoğlu âlemlerin sathi tanıyanlarca bile malum bir şöhrete malik bulunan bu salonun sahibi Niko isminde bir Rumdur.

    Şampiyonayı tertip eden gençler yegâne müsabaka bilardosunun bulunduğu bu salon sahibine müracaat etmişler ve hususi şerait dermeyan etmeyerek herkesin verdiği parayı da vermek şartı ile müsabaka yapmak istediklerini söylemişlerdir. Halbuki bu gençlerin salon sahibine müracaat etmeden, masayı sabahtan angaje etmek suretiyle maçları yapmaları kabildi. Salon sahibini haberdar etmek nezaketini gösterenler, bu hususta teshilat göreceklerini ümit ediyorlardı. Fakat Niko Efendi şampiyonanın bir Türk’ün şampiyonluğunu temin edeceğini, bu hususta ihtisas sahibi bir eski kurt gibi anladığı cihetle, hemen vaziyetini değiştirmiş ve hiddetli bir tavır alarak:

    • Ben salonumda böyle kepazelikler yaptırmam, beyhude rica etmeyiniz, demiştir.

    Bittabi derhal icap eden cevap verilerek iskat edilen Niko Efendi’nin salonunda cereyan eden hadiselerden haberdar değilmiş gibi görünerek münhasıran sportmen gençlerimizin çok temiz gayelerini “kepazece” telakki etmesini çok garip bulduk.

    Herkese layık olduğu muamelenin ricası lazımdır. Nezaketle tabasbus arasındaki farkı anlamayanlara göre vaziyet almak icap eder. Türkiye’de Türk sporcularına müşkülat çıkaran, onları tahkir ve istiskal etmeye kalkan bu efendiye yapılacak şey ona selam bile vermeden salona girmek ve parası mukabilinde herkesin emrine tahsis edilen bilardodan istifade etmektir. Bakalım Niko Efendi bu sefer ne yapacak?

    GAZİ HAZRETLERİ [22]

    Ankara, 14 (Milliyet) – Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretleri dün refakatlerinde Başvekil İsmet Paşa Hazretleri olduğu halde Ahimesut köyüne gitmişlerdir. Köylüler, köy meydanında toplanarak büyük misafirleri karşılamışlardır. Köylüler güreş ve köy oyunları tertip ederek sevinçlerini izhar etmişlerdir.

    Gazi Hazretleri ve Başvekil Hazretleri köylüler ile hasbihalde bulunmuşlardır. Ekinler ve diğer zirai işler hakkında malumat alarak neticeden memnun kalmışlardır. Elyevm köy mektebine 60 çocuk devam ediyor. Köyde bu sene içinde birçok yeni tesisat vücuda getirilecektir. Köylüler ile hasbihalden sonra büyük Gazi ile muhterem Başvekil civarda bir tenezzüh yapmışlar ve geç vakit Çankaya’daki köşklerine dönmüşlerdir.

    İSTANBUL’DA BİR FUTBOL KOMİTESİ TOPLANACAKTIR [23]

    Belgrat, 14 (A.A.) – Balkan spor federasyonları kongresi bugün açılmıştır. Konferans bir Balkan Kupası ihtası ve her sene bu kupa için bir müsabaka icrasını kabul etmiştir. Müsabaka işleriyle meşgul olmak üzere bir komite teşkili takarrür etmiştir. Komite ilk defa olarak 9 Mayıs’ta Bükreş’te içtima edecek, müteakip içtimalarını sıra ile İstanbul’da, Sofya’da, Atina’da ve Belgrad veya Zagrep’te aktedecektir. Konferans aynı zamanda hakem ve oyun sahalarının tayini hususları ile de meşgul olacaktır.

    ISTANBUL’UN İMLASI [24]

    Bir taraftan caddelerdeki tabelalarda imla yanlışı arayan Emaneti Aliye, otomobil levhalarının imla yanlışından dolayı pek tedirgin bir haldedir. Çünkü yeşil boyalı yeni otomobil levhalarında Istanbul kelimesinin başındaki “ı” harfi, noktalı “i” olarak yazılmış. Şimdi levhaları mı yoksa Istanbul’un imlasını mı değiştirmek lazım geleceği tetkik edilmektedir.

    YARINKİ MAÇ [25]

    Bu hafta şu resimde görülen naçar vaziyette hangisi düşecek: Galatasaray mı Beşiktaş mı?

    On beş gün evvel yapılacak iken ani bir yağmur neticesinde teahhür eden Galatasaray-Beşiktaş maçı yarın Taksim Stadyumu’nda icra edilecektir. Her sene kat’i bir faikıyetle şampiyonluğu alan Galatasaray’ı Beşiktaş bu sene yalnız iki puan farkla takip ettiği ve ikinci devre başlarken Galatasaray herkesçe idmansız addedildiği içindir ki bu maç senenin en mühim müsabakası mahiyetini almaktadır.

    Hatta rivayetlere inanmak lazım gelirse bu maç; spor nizamnamesinin yetmiş beşinci maddesi mucibince en sona tehir edilmek lazım gelirken Galatasaray’ı idmansız bir halde yakalayabilmek için bu madde hilafına bu hafta yapılması karar altına alınmıştır. Söylendiğine göre hiç de hakkı olmadığı halde Futbol Heyetinin bu kararı veren içtimaına Beşiktaşlı Şeref Bey de iştirak ettirilmiş ve kendisine söz verilmiştir. Bütün bu rivayetler gösteriyor ki Galatasaray-Beşiktaş maçı tam manasıyla bir hususiyeti haizdir.

    Bakalım “Spor siyasileri”nin bu yeni siyaseti hangi tarafın lehine olacak ve hangi taraf bu hafta şu yukarıki resimde görülen naçar vaziyetlere düşecektir?

    BUGÜNKÜ MAÇLAR [26]

    Bugün hava yağmurlu olmadığı takdirde lig maçlarına başlanacaktır. Saat 1’de “Vefa-Süleymaniye”, saat 3’te “Beykoz-Fener”, saat 5’te de “Galatasaray-Beşiktaş” maçları yapılacaktır.

    Evvelki hafta muhalefeti hava dolayısıyla icra edilemeyen müsabakaların, devrenin sonuna kalması lazım gelecektir. Ve nizamname bunu amirdi. Fakat sporun er meydanında değil bir de perde arkasında oynanan kısmı vardır ve bazı kimseler –ki sporcular onları gayet iyi bilirler- bu cins perde arkası sporunda çok mahirdirler. Onlar Galatasaray’ı idmansız yakaladıkları ümidiyle ne yapıp yapıp nizamnameyi çiğnediler, çiğnettiler ve sona kalması lazım gelen maçları bu haftaya yaptırmak kararını temin ettiler. Bu da yetişmiyormuş gibi, evvelce gazetelere verilen tebliğde sonran bir evvel icra edileceği yazılı olan Galatasaray-Beşiktaş maçını en son saate bıraktırdılar.

    Bu suretle, çok mühim ve hararetli olacağı muhakkak bulunan bu müsabakayı, sona bırakmak suretiyle istihdaf edilen gayeler şunlardır:

    1. Ankara’dan gelecek olan kaleci Ulvi’nin o akşam avdet etmesi imkanını kaldırmak ve bu suretle gelmesine mani olmak,
    2. Müsabakayı karanlığa bırakıp, mutat olduğu üzere halkın sahaya dolmasını temin etmek ve Galatasaray aleyhdarı olanlara zemin hazırlayarak icap ederse bir hadise çıkartmak,
    3. Kapalı bir havada saat altıdan sonra ortalık aktardığına göre, gene icap ettiği takdirde, maçı gürültüye getirmek.

    Bu satırları yazdıktan sonra İstanbul Futbol Heyetinin bir tebliğini getirdiler. Heyet geçen günkü neşriyatımızı nazarı dikkate alarak maç saatlerini yarım saat ileri almışlar. Heyetteki dürüst sporcuları bu suretle bir takım manevralara alet olmadıklarından dolayı takdir ederiz.

    DÜNKÜ MAÇLAR [27]

    Galatasaray Beşiktaş’ı 2-1 Mağlup Etti

    Dün birinci küme futbol maçlarına Taksim Stadyumu’nda başlandı. Havanın çok soğuk olmasına rağmen stadyum bir hayli kalabalık toplanmıştı.

    İlk maçı Vefa-Süleymaniye takımları yaptılar. Tarafeyn sahaya çıktıkları zaman takımların teşekkülatı şöyle idi:

    Vefa: Hüsamettin, Demir, H.Ragıp, Naci, Şekip, İhsan, İ.Hakkı, Sayit, Gazi, Osman, Muhteşem.

    Süleymaniye: Mansur, Sadi, Necati, Selahattin, Sabih, Murat, Ruhi, İhsan, Burhan, Halit, Necati.

    Maç her iki takım arasında sona kalmamak için bir rekabet mevcut olduğu cihetiyle çok heyecanlı oldu. Gerek Vefalılar, gerek Süleymaniyeliler azami gayretle çalışıyorlar, ufak bir hataya düşmenin bir mağlubiyete mal olabileceğini takdir ederek çabalıyorlardı.

    İlk haftaym bu suretle beraberlikle bitti. İkinci devrede de aynı gayretle çalışan tarafeyn maçı müsavatla bitirmek üzere idiler ki Vefa son dakikada bir gol yaparak maçı galibiyetle bitirdi.

    İkinci maç Fenerbahçe-Beykoz maçı idi. Kemal Bey’in hakemliği ile oynanan maçta iki takım şu şekilde vaziyet almıştı:

    Fenerbahçe: Rıza, Kadri, Füruzan, Cevat, Sadi, Reşat, Alâ, Muzaffer, Zeki, Fikret, Niyazi.

    Beykoz: Şadi, Nebi, Sedat, Cahit, İbrahim, Saip, Kamuran, Sait, Salah, Mehmet, Rıdvan.

    Müsabaka çok samimi ve güzel cereyan etti. Fenerliler iki devrede ikişer sayı yaparak 0-4 galip geldiler.

    Son maç günün en mühim maçını teşkil ediyordu. Hakem Abdullah Bey. İki takım sahaya şu şekilde çıkıyorlar:

    Galatasaray: Rasim, Burhan, M.Nahit, Mithat, Nihat, Suphi, Mehmet, Kemal, Necdet, Latif, Kemal.

    Beşiktaş: Halis, Adnan, Zeki, Rıdvan, Tahir, Hüsnü, Hayat, İbrahim, Şükrü, Eşref, Selah.

    Maç, rüzgârı lehlerine alan Beşiktaşlıların hücumu ile başladı. Daha ilk dakikalarda anlaşılıyordu ki her iki takım mutlaka galip gelmek azmindedir ve bu galibiyeti temin için her türlü çareye başvuracaktır.

    Hakemin bu noktayı takdir ederek lüzumsuz sertlikleri daima cezalandırması lazımken Abdullah Bey çok müsamahakâr davranıyordu. Bu müsamahanın zararı oyunun mütezayit bir şiddet kazanması ve tekmeleri tokatların takip etmesi oldu. Daha ilk devrede çığırından çıkan oyun 22 oyuncunun iştirak ettiği muazzam bir boks maçı ile az daha inkıtaa uğrayacaktır.

    Fakat hakemin hiçkimseyi cezalandırmak isabetini göstererek işi güya hal ve fasletmesi maçın bir tekme ve hayata kast etme iptizali içinde devamını temin etti.

    Birinci devre Galatasaray’ın 1-0 galibiyetiyle bitti. İkinci devrede de Beşiktaş evvela müsavatı temine muvaffak olmuşken bilahare Galatasaray’ın son kaydettiği sayı ile mağlup vaziyete düştü.

    Netice, maçın sonuna kadar beyhude bir didişme yapan tarafeynin bütün gayretine rağmen değişmedi ve Galatasaray 2-1 galip geldi.

    HOKEY BİR ZAMAN ÇOK SEVİLMİŞ BİR SPORDU [28]

    Bundan birkaç gün evvel, alakadar bir zattan aldığımız malumata atfen bu sene ilkbaharda hokey lig maçlarının yapılacağını yazmıştık. Bilahare yaptığımız tahkikat bu haberin henüz tasavvur halinde bulunan bir fikirden ibaret olduğunu bize öğretti. Bu fikrin sahipleri, hokey lig maçları yapıldığı takdirde hiçbir kulübün bu müsabakalara girmemesinden çekiniyorlarmış.

    Bundan 10-12 sene evvelki spor faaliyetini hatırlayanlar İstanbul’da çok canlı bir hokeyciliğin mevcut bulunduğunu bilirler. Fenerbahçe, Altınordu, Galatasaray, İdman Yurdu, Nişantaşı gibi o zaman çok kuvvetli birer hokey takımına malik bulunan kulüpler her sene Haziran’ın o yakıcı güneşi altında başlayan bir lig maçı yaparlar ve çok hararetli mücadelelere şahit olurduk. Şimdiki en hararetli, en heyecanlı futbol maçlarından daha zevkli cereyan eden bu maçlar o derece iddialı olurdu ki meraklı kütlesi arasında oyunu daha iyi görmek için ne yapacağını bilmeyenlere tesadüf edilirdi.

    Yapılan maçlar arasında en heyecanlı olanları ekseriya Altınordu-Fenerbahçe maçları olurdu. Hatta çok defa olduğu gibi, yine bir kere final maçı yapan Fener-Altınordu takımları daha ilk devrede o kadar yorulmuşlar o kadar nefes ve gayret sarfetmişlerdi ki Altınordu’nun orta muavini yerinde oynayan zavallı Nuri (Allah rahmet etsin) birinci devreyi bitiren düdükle beraber fevkalbeşer gayretin neticesi olarak, sırtı üstü düşmüş, bayılmıştı.

    O devrin iyi hokeycilerinden Rıza, Sait, Galip, Server, Sadi, Hakkı ve saireyi belki bilmeyen vardır. Fakat bugünün maruf sporcularından Zeki, Alaettin, Sabih, Nedim, bütün bunlar hep o zaman küçük, fakat çok kıymetli hokeycilerdi.

    Futboldan evvel fazla değilse bile hiç de olmazsa onun kadar rağbet gören hokey neden birdenbire unurulduğu makul bir şekilde izah edilemez.

    Hokey federasyonunun ilgasından bahsediliyor. Memleketimizde çabuk taammüm edebileceği sebkat eden tecrübe ile sabit olan hokeyin yeniden canlanmasına çalışmak, hokey federasyonunu ilga ederek bu sporu bütün bütün öldürmekten şüphe yok ki daha hayırlıdır.

    Eğer bu sene himmet edilir ve hokey lig maçları yapılırsa buna birçok kulüplerin iştirak edecekleri muhakkaktır. Yalnız maçların çok soğuklara tesadüf ettirilmemesi lazımdır.

    ZARO AĞADAN BÜYÜKMÜŞ! [29]

    Cilo Ağa isminde bir ihtiyar çıkmış, Zaro Ağa’dan daha yaşlı olduğunu iddia ediyormuş! Zaro Ağa 150nci yıl dönümünü kutlulayalı birkaç sene olduğuna göre Cibo Ağa 200 yaşına yaklaştığını iddia ediyor demektir! Kaydı, kuyudu yok ya, atsınlar bakalım, 300 hatta 400’e çıkmazlarsa ayıp!

    ALDATMA! [30]

    Abidin Daver Bey biraderimiz dün bir şeyden acı acı şikâyet ediyor. Bilmem nerede 200 kadın aldattığı için bir erkeği tevkif etmişler, Daver Bey diyor ki:

    “200 kadın aldatan erkek tevkif edilsin de neden 200 erkek aldatan kadın tevkif edilmesin?”

    A efendim! Evvela erkekler aldandıklarını itiraf etmeyi onurlarına yedirip de söylemezler ki: Kaç erkek gösterebilirsiniz ki aldandığını itiraf etsin. Saniyen, 200 erkek aldatan kadın da yok gibidir, çünkü 200 adedine varıncaya kadar içlerinden birisi temizler.

    VEFALILAR DÜN BALIKESİR’E GİTTİLER [31]

    Vefa birinci futbol takımı, 23 Nisan Bayramı münasebetiyle vukua gelen daveti kabul ederek, bir maç yapmak üzere dün Balıkesir’e hareket etmiştir. Balıkesirliler, iyi futbolculara malik oldukları cihetle yapılacak müsabakanın vereceği netice merakla beklenmektedir. Vefalılar tam takımla gitmişlerdir. Bugün yapılacak müsabakayı müteakip hemen yola çıkacaklar ve Cuma günü Fenerbahçe ile yapacakları müsabakaya yetişeceklerdir.

    Şehirler arasında yapılan bu gibi temasları, memleket sporu için çok faideli telakki ettiğimiz cihetle Vefalıların yaptığı bu seyahati takdir ederiz.

    PİÇ! [32]

    Dün Çocuk Bayramı idi. Himayei Etfal Cemiyeti, çocuğun kıymetini, bilmeyenlere öğretmek için, genç ve yeni Türkiye’nin temeli kurulduğu günün yıl dönümünde muazzam bir çocuk bayramı tertip etti. Bu bayramda, bugünün büyükleri, yarının büyüklerine muhabbet ve hatta hürmetlerini gösterdiler.

    Köprü başında durmuş, çocuk alaylarını seyrediyordum. Takım takım yavrular köprüden geçiyorlardı. 9-10 yaşlarında ter temiz giyinmiş bir mektepli yavru, alayın haricinde köprüden para vermeden geçmek istedi.

    İzbandut gibi bir köprücü bu çocuğun yakasına yapıştı, aralarında bir mücadele başladı. Küçük, kendini ve hakkını müdafaa etmeyi bilen ateşli bir çocuktu. Takım takım geçen çocukları göstererek diyordu ki:

    • Bugün çocuk bayramı! Bak, alay alay çocuk para vermeden geçiyorlar!”
    • Onlar mektepli!
    • Ben de mektepliyim. Kasketimi görmüyor musun?

    Köprü tahsildarı çocuğun yakasına sarılmış, bırakmıyor, onu sarsıyor, “Çok zırlama, ver kuruşu!” diyordu.

    Mektepli çocuk, köprüden geçen arkadaşlarını göstererek:

    • Onlar vermiyor, ben de vermem! Bugün bayram! Diye ısrar ediyordu.

    Tahsildar, çocuğu sürükleyerek gişeye doğru getirmeye çalışıyor, yavrucuk, bütün kudret ve kuvvetiyle mukavemet ediyordu.

    Gişede para bozan memur başını uzattı:

    • Piç versene parayı! Diye bağırdı.

    O vakite kadar şiddetle mücadele eden çocuk bu ağır hakaret karşısında sapsarı kesildi, gözleri doldu, cebinden bir kuruş çıkarıp köprü tahsildarına verdi, mahsun ve müteessir, yürüdü.

    Tramvay kumpanyasının çocuklara ücretsiz arabalar tahsis ettiği, Türk ocağının idaresini bir hafta yavrulara tevdi eylediği, bütün Türkiye’de çocuklara müstesna bir hürmet gösterildiği bir günde bir şehir müessesesi olan köprüde geçen bu elim hadise yüreğimi sızlattı. Fakat bu sızıyı bir düşünce izale etti.

    Bu yavrular, yarın, kendi çocuklarına köprü memurlarının “piç” demelerine katiyen müsaade etmeyecekler, herkese hürmet edecekler ve kendilerine hakikaten hürmet ettireceklerdir.

    835 SATIR [33]

    Bundan dört beş sene evvel Nazım Hikmet Bey’in alelacayip görünen şiirini ilk selamlayan ben olmuştum. O cesaretim bir kalem sahibi ile aramda ağır bir münakaşaya sebebiyet vermişti.

    Şimdi artık bu cesarete lüzum yok. Bilakis.

    Hatta işitiyoruz ki bazıları Nazım Hikmet Bey’in şiirini, Valentino’nun zülfü, Duglas’ın bıyığı, Jozefin Baker’in raksı, paçalı pantolon, eter ve kokain nevinden bir şey zannederek, bu gencin hayranları arasında ilk safta görünememekten hayli telaş ediyorlar.

    Sıhhatli ve faziletkar Nazım Hikmet! Sen böyle anlaşılmaya ve sevilmeye layık mıydın?

    Nazım Hikmet Bey’in şiiri bazılarına göre, her şeyden evvel bir fikir şiiriymiş. “Makinalaşmak” serlevhalı manzumede denildiği gibi, karnına bir türbin, kuyruğuna çifte uskur takılmasını temenni etmek bir fikir ise, her halde “835 satır” isimli mecmuanın büyük güzelliğini bu nevi fikirlerin çeşnisinde aramamalı. Makine henüz nakıs ve yavaş yavaş tekemmül etmekte olan bir insan eseridir. Makine olmayı temenni edecek yerde bir makine mühendisi olmayı istememek niçin?

    Mütefekkirin tetkikini ehline bırakıp gölgesi bütün eski şiirin topraklarını kapayan şaire gelince:

    Şair, müheykel bir şekil halinde semanın maviliğine karşı durmuş, cidden tuhaf, fakat ahengi cidden emsalsiz bir garip aletin tellerini söyletiyor. Bu vezin bildiğimiz vezinlerden değil, bu şarkı duyduğumuz şarkılardan değil, bu lisan şiirin bizde bugüne kadar kullandığı lisana benzemiyor. Nazım Hikmet Bey, tarzını kendisi icat etmemedi, bu biçimde şiirler şimdi dünyanın her tarafında yazılıyor. Nazım Hikmet Bey bu tarzı anlamış, Türkçeleştirmiş, bu iklimi toprağında tutturabilmiş olmakla büyük bir yeni şairimizdir.

    Bu şiirin eskisina nazaran rüçhanı muhakkak. Eskiden şiir bir tek düdükle söylenirdi. Nazım Hikmet Bey bir tek alet yerine koca bir orkestra takımı vücuda getirmiş. Fakat bu zengin orkestra, yalnız marş evinden bir takım heyecanlı havalar çalıyor.

    Ne yazık ki bu bakır aletler içinde ruh, bir keman telinin titrek, uzak ve mahrem sesini duymuyor.

    BİZİM ÇOCUĞUMUZ [34]

    İçinde doğduğumuz ev, sıralarında okuduğumuz mektep, arasında yetiştiğimiz düşünceler, oturup kalkışımız her şey tepeden tırnağa değişti. Bu kadar geniş kargaşalığı ne bir adam, ne de bir nesil sekiz on yılda kafasına yerleştirse bile sinirine ve canına sindiremez. Şarklılık yarası bizde kabuk tuttu; fakat derimizin üzerinde henüz bir kabarık durmaktadır. Sert bir sürtünüş orasını tekrar kızartabilir; belki yarayı tekrar işletebilir. Biz yarım adamlarız. Doğru fikirlerimiz henüz yanlış hislerimizle boğuşuyor. Karısını kafesten çıkarmayan cesur ihtilalcilerimizin adedi az değildir.

    Başımızdan çıkarıp attığımız sarık ikide bir, adımlarımıza dolaşıyor. Biz tak garplılığı çocuklarımızda göreceğiz. Onlar latin harflerini nasıl hece hece okumayacaklarsa, bir şey istedikleri vakit kafa ve sinirlerinde şarklılık nüksü duymayacaklardır. Bu çocuğa inkılap dikkat etmelidir. Bugün, baba ve anası kim olursa olsun, vasisi ancak inkılaptır. Biz bizi yarım yapan hastalıklarımızdan hiçbirini çocuklarımıza aşılamak cürmünde bulunamayız. Çocuk başka milletlerde devam ve tekemmül unsuru, bizde bir doğuştur: Türkiye bugünkü çocuğunda büyüyor, hepimiz onda yetişiyoruz.

    MAÇTA RASGELDİM [35]

    Galatasaray’la Fenerbahçe maç yaptılar mı, stadyum mahaşerallah! Böyle olduğunu işittim, fakat gidip görmemiştim.

    Bir kalabalık, bir kalabalık… Tribünlere şöyle bir göz attım. Erkekten çok genç kız var. Gözüme sarışın bir kız ilişti, yanında da yarım kişilik bir yer var. Nezaketle sokuldum ve oturdum.

    Göz ucuyla kızın her tarafını süzdüm. Enfes bir parça… Daha enfesi de kimse ile konuşmadığına göre yalnız olması!

    Yalnız tribünün tahtaları pek sert… Cebindeki gazeteleri çıkardım, oturduğum yeri hafif tertip yumuşatacak tarzda katladım.

    Lakin şeytan derhal bir akıl öğretti, gazetenin yarısını da komşu hanıma teklif ettim. Gözümün içine güler bir yüzle bakarak hem kabul etti, hem de teşekkür…

    Herkes omuz omuza… Hava güneşli, bağıran, gülüşen, gazete kâğıtlarını ceviz gibi yuvarlayarak birbirine atan… Renk renk, çeşit çeşit, boy boy bir sürü insan… Belki on bin kişi var. Saha bomboş, herkes bekliyor.

    Bir aralık yanımdaki hanımla gözlerimiz ilişti. Teşekkür etmişti ya, benim gazetemin üstünde ikimiz de beraber oturuyorduk ya… Eh, ona söz söylemeye ve konuşmaya hakkım vardı.

    • Maça galiba çok meraklısınız hanım efendi…
    • Oh, çok!
    • Takımlarda bir tanıdığınız bir ahbabınız var mı?
    • Oh, yok!
    • Demek yalnız oyunu seyretmek için geliyorsunuz?
    • Oh, tabii…
    • Her halde Galatasaraylısınız.
    • Oh, elbet…
    • Hep “oh”lu ve tek kelimeli cevaplar… Anladım ki bu tek kelimeli cevaplarla samimiyeti ilerletmek mümkün değil…

    On bin ağızdan bir vaveyla koptu. Evvela Galatasaraylılar ortaya çıktılar. Bir alkış tufanı, arkasından Fenerliler gene bir alkış tufanı…

    Ben oraya (ne yalan söyleyeyim) daha doğrusu eğlenceli bir hava almaya gitmiştim. Onun için 24 gencin tekme muharebesinden ziyade komşu hanımla meşgul oluyordum. Dedim ya enfes şeydi.

    Galatasaraylılar pas verdikçe göğsüme doğru yaslanıyordu. Hatta bir aralık gol yapacak oldular, heyecanından kolumu tuttu. Gol kaçında hınçla parmaklarını sıktı ve kolumu bıraktı:

    • Eyvah, dedi, kaçırılır mı bu?

    Artık oyun hızını almıştı. Hakemin düdüğü öttüğü zaman, birinci haftaym Fenerlilerin iki Galatasaraylıların bir sayısı ile bitti.

    Yanımdaki hanım bu sefer tek kelimeleri bıraktı:

    • Bakalım, dedi, ben Fener’i bilirim, ilk haftaym onların, fakat bütün parti bizim.

    Ben de hemen muhavereyi açmaya koyuldum..

    • Vallahi hanımefendi, bendeniz de o fikirdeyim.
    • Ben sizin Fenerli olduğunuzu anladım. Buna müteessir olmuyor musunuz?

    Ben ne o taraftan ne butaraftan değildim ama hanımın iltifaten tevcihi ile Fenerli olmuştum.

    • Olmaz olur muyum? Ama sizin yanınızda bulunmak teessürüme mani oluyor.
    • Oh, hakem düdüğü çaldı, bakın şimdi neler olacak. En aşağı üç gol. Siz de sıfır. O kadar!

    İkinci devre hakikaten kızın dediği gibi çıktı. Fenerliler insicamı ve kendilerine has düzgünlüğü kaybettiler. Karşı taraf hemen topu tıktı. Bir daha, oyunun sonuna doğru da bir daha: üç gol!

    Yalnız bir dediği çıkmadı, Fenerliler de bir gol yapmışlardı.

    Herkes dağılmaya hazırlanırken:

    • Hanımefendi nerede oturuyorsunuz?
    • Beşiktaş’ta…

    Taksim’de oturduğum halde:

    • Ne âlâ, dedim, ben de Bebek’te. İsterseniz sizi otomobille bırakayım.

    Vakit geç olduğundan galiba, bu teklifi reddetmedi:

    Otomobilde bana dedi ki:

    • Nasıl, dediğim çıktı mı, ben partiyi alırız demiştim. Kimbilir ne kadar müteessir oldunuz. Bu mağlubiyet…
    • Hangi mağlubiyet?

    Ben maçı çoktan unutmuştum bile… Elimi beline doladım, hemen sıyrıldı.

    • Hangi mağlubiyet olacak, işte sizi yendim, Galatasaray, her zaman Galatasaraydır.
    • Ah, sahi, dedim, yenilmek acı şey!

    Baktım, spordan hoşlanıyor, elimi tekrar beline doladığım zaman sesini çıkarmadı. Ben Fenerlileri tenkit ettim:

    • Efendim, çalışmıyorlar ki, dedim, bizim oğlanlar haylazlığa vurdu. Ah bizim de bir Nihadımız olsaydı, o zaman görürdünüz.

    Bu sefer belini sıktım, yine sesini çıkarmadı.

    Artık mabadini anlatayım mı? Bizim bildiğimiz usullerin hiçbiri ile elde edilemeyecek olan bu çok güzel kızı ben yavaş yavaş, spordan anlarmışım gibi, elimde Allah bilir nerelerde, takımlar teşkil ettim, kaleye birini koydum, hücum hattına başkalarını koydum, münakaşanın hararetinden kız Beşiktaş’ı da unuttu, evini de:

    Ah, bugünün kafası! Bizim hissi rabıta da böyle başladı.

    Demek ki aşkta bile anlaşmak için yalan söylemeli imiş…

    FUTBOL MAÇLARI [36]

    Dün Taksim Stadyumu’nda lig maçlarına devam edildi. Yapılması mukarrer olan üç maçtan biri, Fener-Vefa maçı, Vefalıların Balıkesir seyahatinden yorgun dönmeleri dolayısıyla tehir edilmişti. İlk maçı Beşiktaş-Süleymaniye takımları yaptılar. Tarafeyn sahaya şu şekilde çıkmışlardı:

    Beşiktaş: Halis, Adnan, Zeki, Rüştü, Tahir, Rıdvan, Nuri, Eşref, Şükrü, İbrahim, Hayati.

    Süleymaniye: Mansur, Necdet, Sadi, Ruhi, Murat, Ekrem, Sadi, İhsan, Burhan, Halit, Necdet.

    Necmi Bey’in hakemliği ile oynanan bu maç baştan nihayete kadar Beşiktaş’ın hâkimiyeti altında geçti. Süleymaniye müdafaasının, bilhassa merkez muavini fedakarane mesaisine rağmen Beşiktaş’ın faikiyeti tabii semeresini vermekte gecikmedi ve maç 5-1 Süleymaniye’nin aleyhine bitti.

    İkinci ve son müsabaka Galatasaray-Beykoz maçı idi. Hakem Selahattin Bey, iki takımın teşekkülatı şöyle:

    Galatasaray: Rasim, Burhan, Mehmet, Suphi, Nihat, Vahi, Muslih, Rebii, Necdet, Latif, Kemal.

    Beykoz: Şazi, Ziya, İbrahim, Sait, Rıdvan, Kamuran, Sait, Mazla, Cahit.

    Galatasaray’dan Leblebi Mehmet, Beykoz’dan da esaslı birkaç oyuncunun eksik olduğu gözüküyor.

    Oyunun ilk dakikasından itibaren Galatasaray hücuma geçiyor. Fakat şuurlu bir oyun oynayan Beykoz müdafaası, ilk devrenin nihayetine kadar bu hücumların semere vermesine muvaffakiyetle mani oluyor.

    İkinci devre başladığı zaman Beşiktaş müdafaası, birinci devredeki fevkalade mesaisi yüzünden çok yorgun düşmüştür.

    Bunun ilk neticesi, ilk çeyrek saat içinde Galatasaray’ın üç sayı kazanması oldu. Artık adeta tek kale oynayan Sarı-Kırmızılar devre nihayetine kadar sayıların adedini kolaylıkla beşe çıkardılar ve 5-0 galip geldiler.

    Beykoz’un bu şekilde mağlubiyeti eksik bir takımla sahaya çıkmalarından ileri gelmiştir.

    MODA BU SABAH SAAT 10’DA YÜZDÜ [37]

    Dün saat 10.30’da köprüden kalkan Seyrisefain idaresinin Moda vapuru, limanı kaplayan kesif sis yüzünden Haydarpaşa ile Harem arasında, Kavak İskelesi denilen yerde karaya oturdu.

    Sis sabah 8.20’den itibaren Marmara’yı kaplamaya başladığından vapurda 2 binden fazla üç vapur yolcusu bulunuyordu. Bu gibi havalarda gemilerin hareket etmemesi mutat ise de Moda köprü iskelesini terkettiği zaman liman açılmış görünüyor, Sarayburnu ile Üsküdar tepeleri müşahede olunuyordu.

    Bu itibarlı gemi kaptanı Münir Bey’in bir mesuliyeti olamayacağı kanaati vardır.

    Gemi bir müddet Marmara’da ilerlemiş, sonra karşısına çıkan bir sandal önünün kayalık olduğunu bağırmış ise de az sonra kaza vukua gelmiş ve gemi oturmuştur.

    Kazayı müteakip yolcular arasında şiddetli bir heyecan baş göstermiş, herkes cankurtaran simitlerine sarılmış, fakat az sonra vaziyette tehlike olmadığı anlaşılmış, sükunete avdet etmiştir.

    Yolcular idarenin römorkleri ile ve yetişen sandallarla Kınalı vapuruna nakledilmişlerdir. Alemdar vapuru dün geceyi demirli olarak Moda’nın yanında geçirmiş, bu sabah dalgıç indirilerek geminin nasıl çekilip kurtarılabileceğinin tespiti için deniz muayene edilmiştir. Moda’nın oturduğu yer taşlık olduğundan birdenbire çekilmesiyle altında rahne açılmasından korkulmakta idi. Fakat dalgıç böyle bir tehlike olmadığını tespit etmiş ve gemi çekilerek kurtarılmıştır.

    BOYNUZ [38]

    Herkes bilir ki konuşma lisanında “boynuz” şerefsiz kocanın alameti olarak kullanılır. Aşk işlerinde malını rakibine kaptırmış erkeğe “boynuzlu” derler. Niçin? Bu sarih manasızlığın menşeini bilmiyorum.

    Hakikatte “boynuz “erkek olmasını bilmeyen adamın gülünç remzi değil, bilakis muzafferin tacı addolunmaya layıktır.

    Boğa boynuzludur, teke boynuzludur, koç boynuzludur, geyik boynuzludur.

    Tenasül kudretinin bu en güzel timsalleri, aşk kavgalarında silah olarak kullanmak için alınlarında çifte boynuzun çelikten karanlık hançerlerini taşırlar.

    Kudret ve bereket alameti olan boynuz, kadim milletlerde ilah ve hükümdar alınlarının ziyneti idi.

    Kadim Yunanilerin en büyük mabudu “Müşteri”nin Afrika’daki timsali boynuzlu idi. Pan, Baküs ve Satirler, boynuzlarıyla azgın bir keçi sürüsünü andırırlardı.

    İskenderi Kebiri’in tacı boynuzlu idi. Kadim Isparta kadınları, harbe giden kocalarının alınlarına zafer çelengi olarak boynuz takarlardı.

    Mısır, Finike ve Asur ilahlarının birçokları, alınlarında öküz başının şanlı çıkıntılarını taşırlardı.

    Böyle asil ve mutantan maziye malik bir uzvun zamanımızda sukutu ne hazindir! Boynuzu bugünkü şerefsiz hamillerinden alıp ona layık olmasını bilenlere hürmetle iade etmeli.

    SAĞAÇIK EMİN [39]

    Tedavi Edildiği Hastanede Vefat Etti

    Beykoz ve Altınordu’nun birinci futbol takımlarında uzun müddet sağ açık oynamış olan Emin ahiren tedavi edilmekte olduğu Şişli Sıhhat Yurdu’nda irtihal etmiştir.

    Emin uzun müddetten beri gırtlak vereminden muztarip bulunmakta ve kendisini ziyaret edenlere yeniden futbol oynamak için pek büyük bir arzu hissettiğini söylemekte idi.

    Emin pek sevdiği futbolda üç dört sene evveline kadar en iyi sağ açıklarımızdan biri idi. Antrenmanlı olduğu zaman seri akışlarla ve eski sisteme kaçan oyunlarıyla pek çok alkışlanmıştı.

    Bu ölümle futbol âlemimiz emektar ve kıymetli bir uzvunu kaybetmiş oluyor. Arkadaşlarına ve ailesine beyanı taziyet ederiz.


    [1] 1 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [2] 1 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [3] 2 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [4] 3 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi

    [5] 3 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi

    [6] 4 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [7] 4 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [8] 5 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [9] 6 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [10] 6 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [11] 7 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [12] 8 Nisan 1929 – Vakit Gazetesi

    [13] 9 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi

    [14] 10 Nisan 1929 – Vakit Gazetesi

    [15] 10 Nisan 1929 – Vakit Gazetesi

    [16] 11 Nisan 1929 – Son Saat Gazetesi

    [17] 12 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [18] 13 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 13 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [20] 14 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [21] 14 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [22] 15 Nisan 1929 –  Milliyet Gazetesi

    [23] 16 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [24] 17 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [25] 18 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi

    [26] 19 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [27] 20 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 21 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [29] 22 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [30] 22 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [31] 23 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 24 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [33] 24 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [34] 25 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi (Falih Rıfkı Atay)

    [35] 26 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [36] 27 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [37] 28 Nisan 1929 – Son Saat Gazetesi

    [38] 29 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [39] 30 Nisan 1929 – Vakit Gazetesi

  • Şehzade Ömer Faruk Efendi

    Şehzade Ömer Faruk Efendi

    Son Halife ve son Veliaht Abdülmecid Efendi’nin oğlu… Fenerbahçe onursal başkanlığını 1920-1924 yılları arasında yürütmüş Osmanlı Hanedan üyesi… Bugünkü yazımın konusu yukarıdaki sıfatların sahibi Şehzade Ömer Faruk Efendi olacak. Günümüzde, Fenerbahçe Başkanlığı yapmış olması sebebiyle “Milli Mücadele” karşıtı olarak yaftalanan bir Osmanlı şehzadesinin hayatından kesitler aktaracağım. Ülkesinden uzak geçirdiği yıllarda “Cânım Fenerbahçe” diyen Ömer Faruk Efendi hakkındaki görüşleri değerlendireceğim.

    Bir Fenerbahçeli’nin İstanbul’da başlayıp, Kahire’de sona eren hayatından önemli satır başları…

    Barış KENAROĞLU


    Ömer Faruk Efendi’nin hikayesini aktarmaya babası Abdülmecid Efendi ile başlamanın, yazının sonunda yer vereceğim sonuç değerlendirmesi için fazlaca önem taşıdığı düşüncesindeyim. Kendisi hakkında Profesör Dr.Ali Satan’ın “Son Halife Abdülmecid Efendi” isimli biyografik eserinin, yazı boyunca aktaracağım bilgiler için ana kaynak olduğunu öncelikle belirtmek isterim. Bunun yanında Gazeteci-Yazar Murat Bardakçı’nın Ömer Faruk Efendi ile ilgili yıllar içerisinde yayınladığı makalelerden de yararlanılmıştır.

    Baba Abdülmecid Efendi

    Sultan Abdülaziz’in oğlu olan Abdülmecid Efendi Osmanlı hanedanı içerisinde sanatçı yönüyle olduğu kadar, Milli Mücadele’ye bakış açısı ve kuzeni Son Padişah Vahdettin ile ilişkileriyle de öne çıkmaktadır. Abdülmecid Efendi, dönemin birçok yerli ve yabancı yayınını takip eden, geniş bir kütüphaneye sahip hanedan üyesiydi. Abdülmecid Efendi “Batı müziğinin popüler dans türlerinde eserler vermiş”, hatta “Elegie” adlı eseri İtalya’da yayınlanmıştır. 

    Abdülmecid Efendi’nin ressamlığı ise üzerinde durulması gereken en önemli özelliğidir. Bugün bile sanat çevreleri tarafından “profesyonel bir ressam” olarak nitelenen Abdülmecid Efendi’nin tabloları uzun yıllardır sergilenmektedir. Bu tabloların içerisinde en dikkat çekici olanı “Tarih/Nasihat” ismini verdiği tablosudur. 1912 Yılında tamamladığı tabloda, Edirne’nin Bulgaristan tarafından işgal edilmesinin ardından bir Balkan haritası üzerinde oğlu Ömer Faruk Efendi ve kızı ile birlikte kendisini resmetmiştir. Dönemin birçok sanatçısı, edebiyatçısı ile yakın dostluklar kuran Abdülmecid Efendi aynı zamanda 1908 yılında kurulan “Osmanlı Ressamlar Cemiyeti”nin de başkanlığını yapmıştır. Ömer Faruk Efendi’nin babası, Veliaht Abdülmecid Efendi ile ilgili Profesör Dr. Ali Satan’ın aşağıdaki yorumu yazının son bölümü için bir yol gösterici niteliğindedir:

    “Dindar, gelenekle barışık ve aynı zamanda batıya da açık bir insan… Doğu-Batı, gelenek-modernite ikilemleri karşısında kompleks taşımayan bir Türk aydını. Onun “Doğuyu ve Batıyı kendinde birleştirmiş” olduğunu görüyoruz ki bu, bizim ikisinden hangisi olmamız gerektiğine dair sorumuza verilmiş tarihi cevap gibidir”

    “Boykotçu Şehzade”

    Döneme ait kaynaklarda Ömer Faruk Efendi’nin sık sık babası ile birlikte zaman geçirdiğine;  gerek resmi kabullerde gerekse kütüphanesindeki çalışma saatlerinde onun yanında olduğuna ilişkin bilgiler yer almaktadır.

    Baba-Oğul arasındaki ilişkinin yakınlığını, Ömer Faruk Efendi’nin okul yıllarında yaşanan bir olayın daha açıkça ortaya koyacağı düşüncesindeyim. Ömer Faruk Efendi’nin öğrenim hayatını sürdürdüğü Mekteb-i Sultani’nin müdürü Tevfik Fikret, 1910 yılında dönemin Eğitim Bakanlığı ile ters düşmüş ve bunun üzerine görevden alınmıştı. Öğrencileri bu gelişme üzerine Tevfik Fikret’e olan bağlılıklarını okulu boykot ederek göstermişlerdi.

    Murat Bardakçı’nın ulaştığı dönem gazetelerinde çıkan haberlere göre bu öğrenciler arasında Ömer Faruk Efendi de vardı. Boykotçu öğrenciler olarak tepkilerini bugünün İstiklal Caddesi’nde düzenledikleri yürüyüş ile göstermişler, müdürlerinin yeniden okula dönmesini istemişlerdir. Oğlunun yaptığı protesto baba Abdülmecid Efendi’nin de ilgisini çekmişti. Abdülmecid Efendi devletin yüksek kademesine yazdığı mektuplarda “Tevfik Fikret’in başarılı icraatlarına dikkat çekmiş, onun yokluğunda okulu önemli tehlikelerin beklediğini söylemiş”, kısacası görevden alınan müdürün ve boykotçu öğrencilerin tarafını tutmuştu.

    Bu aşamada boykottan bir sene öncesine dönüp Devlet Arşivlerinde karşıma çıkan bir belgeye yer vermek istiyorum. Belgede dönemin Sadrazamı Hüseyin Hilmi Paşa, lise öğrenimi için Mekteb-i Sultani’ye başlamasına karar verilen Şehzade Ömer Faruk Efendi için okulun müdürü Tevfik Fikret’e bir mektup  göndererek, şehzade için gereken özenin gösterilmesini ister. Bu mektuba Tevfik Fikret’in cevabı ise “başka ne gibi takayyüdat (dikkatli davranma, özen gösterme)” lazım geldiğini tırnak içinde sormak şeklinde olur. Baba Abdülmecid Efendi‘nin, öğrencilerinin kim olduğuna bakmadan onlara eşit muamele eden okul müdürü Tevfik Fikret’e yaklaşımı bu belge ile birlikte daha değer kazanmaktadır.

    Asker

    Ömer Faruk Efendi, Tevfik Fikret krizine rağmen Mekteb-i Sultani’yi bitirir. Şehzade, üniversite eğitimine Avrupa’da devam etme kararı alır. Ali Satan’a göre bu kararı almasında Mekteb-i Sultani’deki hocaları Tevfik Fikret ve Salih Keramet Nigar’ın yönlendirmelerinin etkisi vardır.

    Ömer Faruk Efendi önce Viyana’daki Theresianum Askeri Okulu‘nda, daha sonra da Berlin’deki Potsdam Askeri Okulu’nda eğitim alır. Bu eğitimlerin ardından  ülkesine dönen Ömer Faruk Efendi, 1914 yılında Harbiye Mektebi‘nden de mezun olur. Osmanlı Devleti’nin Almanya ile yakınlaşma politikası sürdürdüğü bu dönemde Ömer Faruk Efendi’nin Alman ekolü ile eğitim alması doğal karşılanması gereken bir durumdur.

    Dönem basınında Şehzade’nin üniversite eğitimi için yurtdışına gitmesinden bahsedilmiş, kendisi “Avrupa’ya eğitime gönderilen ilk şehzade” olarak tanıtılmıştır. Ömer Faruk Efendi yurtdışında geçirdiği yıllar sonunda Almanca’ya anadil seviyesinde hakim olmuş, İngilizce ve Fransızcayı da konuşmaya başlamıştı. 

    Ömer Faruk Efendi, I.Dünya Savaşı’nın başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Alman İmparatorluğu ile ittifak yapmasının ardından aktif olarak cephede savaşa katıldı. Almanya – Fransa sınırında gerçekleşen Verdun Muharebesi’nde müttefik Alman ordusu safında savaştı.

    Osmanlı Şehzadesi Ömer Faruk Efendi’nin Almanya ile bu yakın ilişkileri 15 Aralık 1917’de başlayan ve 4 Ocak 1918’de sona eren Veliaht Vahdettin’in Alman İmparatoru II.Willhem’i resmi ziyaretinde yer almasını da sağladı. Padişah Mehmet Reşat’ın yaşlılığından dolayı Vahdettin Efendi’yi gönderdiği ziyarette Mustafa Kemal Bey de Veliahtın Yaveri olarak yer almıştı. Bu ziyaret, aynı zamanda Ömer Faruk Efendi ile Mustafa Kemal’in ilk karşılaşmalarıydı.

    Padişah Damadı

    Ömer Faruk Efendi’nin Osmanlı Hanedanının şehzadesi olarak sürdürdüğü hayatında babası Abdülmecid Efendi’nin önemli rol oynadığını yazının başında belirtmiştim. Abdülmecid Efendi ile Veliaht Vahdettin’in ilişkilerine kısaca değinmek bu rolü açıklamak için önemlidir.

    1916 Yılında Padişahlık makamında Mehmet Reşat otururken, Veliaht sıfatını taşıyan Yusuf İzzettin Efendi’nin intihar etmesi ile kimin veliaht olacağı konusu gündeme gelmişti. Teamüller gereği Vahdettin veliaht olacaktı ancak iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi, fikirlerini bildikleri şehzade yerine, kendilerine yakın gördükleri Abdülmecid Efendi’yi veliaht yapmak istiyordu. Çünkü Padişah Mehmet Reşat yaşlıydı ve sağlığı iyi değildi. Veliaht olacak kişi yüksek ihtimalle yakında padişah olacaktı. Bu doğrultuda veliaht olması teklifi Dahiliye Nazırı Talat Paşa tarafından Abdülmecid Efendi’ye iletilse de, şehzade tarafından “yüzyıllardır süren geleneği bozmak istemediği” gerekçesi ile reddedildi. Nitekim Veliaht olan Vahdeddin, Sultan Reşat’ın 4 Temmuz 1918’de ölümü üzerine Padişah, Abdülmecid Efendi de Veliaht oldu.

    Ali Satan’ın tespitine göre Milli Mücadele başlayana kadar Padişah Vahdettin ile kuzeni Veliaht Abdülmecid arasında bir fikir ayrılığı yoktu. Anadolu’da başlayan Milli Mücadele, ikiliyi bir daha bir araya getirmeyecek şekilde ayırdı. Bu küskünlüğün tek istinası ise Veliaht Abdülmecid’in oğlu Ömer Faruk Efendi’nin, Padişah Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’a aşık olmasıyla ortaya çıkmıştır. Hanedanın güzel üyesi Sabiha Sultan ile evlenmek için  o dönem Mustafa Kemal Paşa da girişimde bulunmuştur. Murat Bardakçı’nın aktardığına göre Sabiha Sultan, sonraki yıllarda yakın dostlarına Mustafa Kemal Paşa’nın evlenme isteğinden bahsederken olayı doğrulayacak, hatta “Kendilerini bir defa görmüş ve hoşlanmıştım. Gayet yakışıklı idi. Ateş gibi gözleri vardı, alev alev yanıyorlardı. Ama evlenemezdim, zira Faruk’u (Ömer Faruk Efendi) seviyordum” diyecekti. Sabiha Sultan, bu evliliği istememesinin bir diğer nedeni olarak da Enver Paşa’nın hanedan üyesi Naciye Sultan ile evliliğini göstermiştir: ” (Mustafa Kemal) Benimle konuşmuş değildir ama ben çekindim ve istemedim. Zira, önümde hiç de iyi örnek olmayan Enver Paşa ile Naciye Sultan’ın hayatı vardı. Sonra, tanınmış bir kumandanla aile hayatı kurabileceğime inancım yoktu.”

    Milli Mücadele

    Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin Milli Mücadele ile ilişkisi 25 Nisan 1921 tarihinde orduya katılmak için İnebolu’ya gidişi ve akabinde Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul görülmeyerek, İstanbul’a geri gönderilmesi şeklinde özetlenebilir. Bu bölümde Ömer Faruk Efendi’nin bu girişimine yol açan olayları sıralamakta yarar görüyorum.

    Veliaht Abdülmecid Efendi’nin Padişah Vahdettin ile Milli Mücadele’nin başlamasıyla beraber fikir ayrılığının başladığından söz etmiştim. Abdülmecid’in, Padişah ile arasındaki temel sorun, Sadrazam Damat Ferit’ti. Abdülmecid, Vahdettin’in Damat Ferit’e olan güvenini doğru bulmuyordu. Bu doğrultuda Padişah’a ilk muhtırasını 18 Ocak 1919’da verdi. “Anadolu’daki milliyetçilerle hükümet arasındaki mücadelenin sona erdirilmesini, Anadolu’ya şehzadelerden birinin başkanlığında bir heyetin gönderilip tarafların yakınlaştırılması gerektiğini” yazdı. Anadolu’da kurulan cemiyetlerin isteklerinin incelenerek faydalı olanlarının kabul edilmesi ve yerine getirilmesini istedi.

    Bu söylem, İngilizler ve Fransızlar tarafından Abdülmecid’in Milli harekete ilgi gösterdiği şeklinde nitelendi.

    Abdülmecid bu dönemde kendisi ile görüşen İngiliz yüksek komiserliği tercümanı Ryan’a şunları söylemiştir: “Halk, halkı Türk olan topraklarda Türk yönetimi istemektedir. İzmir faciası, Rumların cinayetleri ortadadır. Halk Mustafa Kemal ve arkadaşlarına itibar ediyorsa, bunun sebebi arzularına İstanbul Hükümetince itibar olunmamasıdır” Prof.Dr.Sina Akşin, Abdülmecid Efendi’nin bu teklif ve söylemlerini partiler üstü meşruti bir yöneliş olarak değerlendirmektedir. Akşin’e göre Veliaht, Padişaha karşı apayrı bir ideolojinin sözcüsüydü ve Anadolu’daki milli hareket ile “ülküdaş”tı.

    Davet

    Veliaht Abdülmecid bu eylem ve söylemlerinden dolayı Mustafa Kemal Paşa tarafından 1920’nin yaz aylarında Anadolu’ya davet edildi. TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa, Veliahtı Anadolu’ya davet eden bir mektup yazdı. Cevaben “Anadolu’ya geçmeyi ve bu mücadeleye katılmayı çok isterdim. Fakat bu karar ve hareketimin ailevi vaziyetimizle yani hanedan vaziyetinde nasıl bir değişiklik göstereceğini, bunun millet ve memlekete faydalı olup olmayacağını açıklıkla anlayıncaya kadar beklemenin daha doğru olduğunu düşünmekteyim” diyerek, daveti reddetti. Resimli Tarih Mecmuası’nın 1952 yılında yayınlanan 29.sayısında Mehmet Ataker’e ilk ve tek röportajını veren Ömer Faruk Efendi, babasının bu daveti reddetmesinin temel sebebinin “ikilik” çıkarmak istememesi olduğunu söylemiştir.

    Abdülmecid Efendi’nin Mustafa Kemal Paşa’nın iç isyanlar dolayısıyla sıkışık durumda olduğu bir zamanda davetini reddetmesi, TBMM ile hanedan arasında var olan soğukluğun artmasına neden olmuştur. Diğer yandan Veliahtın Anadolu’ya geçerek milli hareketin başına geçme ihtimali İtilaf Devletleri’nin uzun zamandan beri korktukları bir konuydu. Bu doğrultuda İstanbul işgal edildikten sonra Veliaht Abdülmecid Efendi’nin sarayı İngilizler tarafından kuşatılarak, yazışma notlarına ve belgelerine el konuldu. Abdülmecid’in Mustafa Kemal’in davetini kabul etmemesinde İngiliz faktörü de göz önünde tutulmalıdır. Abdülmecid, İngilizler tarafından ev hapsinde tutulurken Mustafa Kemal Paşa’ya şu mesajı gönderdi:

    “Vaziyeti görüyorsunuz, bu şartlar altında benim ayrılmam maddeten de mümkün gözükmüyor. Mustafa Kemal Paşa’ya hürmetlerimi ve muvaffakiyet temennilerimi söyleyin. Beni mazur görsün.”

    İngilizlerin göz hapsinde tutulan Abdülmecid Efendi 16 Eylül 1920’de, 9 ay önce dünür olduğu Padişah’a bir mektup yazdı:

    “Yüce şahsınızı elinde ihtiras oyuncağı yapan Ferit’in (Damat Ferit) yalanına dolanına nasıl inanıyorsunuz? Ferit beni bilmez ve anlamaktan acizdir. Bütün önemli hususları kişisel amaçlarına tabi kılan Ferid’in hıyanetkar idaresine bir son veriniz”

    Bu mektuptan sonra Veliaht ile Padişahın arası düzelmemek üzere bozuldu. Vahdettin ülkeyi terk ettikten sonra onun hakkında “hain” sıfatını kullanan tek hanedan mensubu Abdülmecid Efendi’ydi.

    Ömer Faruk Efendi İnebolu’da

    Babası Veliaht Abdülmecid, başkent İstanbul’da İngilizlerin göz hapsindeyken Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi, 25-26 Nisan 1921’de gizlice İnebolu’ya gitti. Bu esnada Türk ordusu I.ve II. İnönü Savaşlarını kazanmış, Milli Mücadele zafere doğru ilk adımlarını atmıştı. Şehre adım atar atmaz, Ankara’ya “vazife-i vataniyyem ve askeriyemi görmek üzere” geldiğini bildirdi. Anılarını 1957 yılında yazan ve Ömer Faruk Efendi’yi İnebolu’da karşılayan polis memurlarından biri olan Ali Rıza Öge, şehzadenin ziyareti ile ilgili şu ifadeleri paylaşmıştır:

    “ ‘Şehzadem, millet sizi bekliyor, buyrun’ deyip onu karaya çıkarmışlar. Vapur hareket edinceye kadar Ankara’dan cevap gelmeyince İnebolu’da kaldı. Bir otelde yer bularak korumalar eşliğinde bir geceyi geçirdi. Gece yarısına doğru Ankara’dan gelen telgraf emriyle ilk gidecek vapurla İstanbul’a iadesi bildirilmişti. Biz de kendisini İstanbul’a iade ettik” Ömer Faruk Efendi’nin ve İnebolu’da görevli memurların beklediği Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafında şunlar yazılıydı:

    “Telgrafınızı büyük bir memnuniyetle aldık. Yüksek zatınızın Anadolu’yu şereflendirmeleri tarihteki üzücü örneklerinden de görüldüğü üzere saltanat mensupları arasında bazı fena anlamalara yer verebileceği ve birlik halinde bulunan milli kamuoyunu yeniden karışıklığa düşürmek suretiyle fevkalade mahzurlara sebep olabileceği için vatan ve milletin bütün saltanat hanedanı mensuplarının hizmetinden istifade edecekleri zamanın gelmesini bekleyerek şimdilik İstanbul’da kalmaya devam etmenizi yaradılışınızın verdiği vatan sevgisinin gereği görüldüğü saygı ile arz olunur”

    Anadolu’ya geçmesi uygun bulunmayan Ömer Faruk Efendi, o gün neler hissettiğini yıllar sonra verdiği tek röportajında şöyle anlatıyordu: “O zaman 23 yaşındaydım. Tecrübesizdim. İstanbul’a döndüğüm takdirde, İngilizler tarafından yakalanacak, hapsedilecek ya da Malta’ya sürülecek belki de öldürülecektim. Sarayın bana karşı takınacağı hareket, Vahdettin’in intikam almaya kalkması… birer birer gözümün önüne geliyordu.” Ömer Faruk Efendi, Gazeteci Mehmet Ataker’e Ankara’nın kendisini kabul etmemesinin nedenini şöyle açıklıyordu: “Birkaç ay sonra Millet Meclisi’nde benim için sorulan bir soruya şöyle cevap verilmişti: ‘İngilizler veya saray tarafından gönderilmiş olması ihtimaline karşı kendisini iade etmek mecburiyetinde kaldık’”

    Ömer Faruk Efendi’nin sözünü ettiği cevabı TBMM’nin 24 Aralık 1921 tarihinde toplanan gizli oturumunda Mustafa Kemal Paşa tarafından verilmişti. Mustafa Kemal Paşa, milletvekillerine Şehzade’nin gelişi ile ilgili şu açıklamayı yapmıştı:

    “Efendim, bunların mahdumu Ömer Faruk Efen­di İnebolu’ya gelmişti; ben kendisini iade ettim. Onun gelişi babasının (Abdülmecid Efendi) ve yahut kayınpederinin (Padişah Vahdettin) onayıyla olup olmadığını bilmiyorum. Şahsen Ömer Faruk Efendi’yi tanırım. Ba­na bazı mektuplar yazmıştı ve kendisiyle yakından te­masta bulunan bazı arkadaşlarla da sözlü haber gön­dermişti. Bana yazdığı şeylerde diyor ki: “Ben oraya geliyorum. Ben oraya gelir gelmez, benim şartlarımı şimdiden tespit ediniz. Ben buradan bir takım in­sanlar getireceğim ve benimle beraber kalacaklardır” Doğrudan doğruya amacı, halife ve pa­dişah olmak.. Bunun mümkün olamayacağını kendi­sine söylemişler. Bunu kafasına koymuş. Halbuki Ömer Faruk Efendi’yi buraya getirmek Halife veya Padişah yapmak söz konusu değildi. Belki de bir çok kargaşaya sebep olacaktı. ‘En iyi vazifenizi İstan­bul’da görürsünüz’ demiştim.

    Yalnız ona demişler ki, ‘gider gitmez emri vaki yaparsın ve millet her şeyi unutur, büyük gösterilerle sizi Padişah ilan eder’ ve o da buna güvenerek benim onayımı almaksızın gelmiştir ve hakikaten İnebolu’ ya çıktığı zaman, beklendiği üzere ve derhal İstanbul’a da ha­ber vermiştir. Yani açıkça Padişahın ya da babası­nın izni ile gelmiştir.”

    Ömer Faruk Efendi’nin İnebolu’ya gelişinin en önemli tanığı, Milli Mücadele’ye katıldıktan sonra Batı Cephesi Kurmay Başkanlığı görevini yürütecek, Cumhuriyet’in ilanından sonra ise Genelkurmay İkinci Başkanlığı yapacak olan, aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye’den sınıf arkadaşı Orgeneral Asım Gündüz’dür. O dönem Harp Akademisinde ders veren, Ömer Faruk Efendi’nin öğretmeni de olan Miralay Asım Bey:

    “Ömer Faruk Efendi bana gelerek, ‘Hocam, ben Anadolu’ya gitmek istiyorum. Eğer Mustafa Kemal Paşa, babam gelmedi diye kızdı ise ben vardım. İster babamın yerine beni kabul etsin isterse Milli Mücadelede bir er olarak kullansın. Gideceğim. Kararımı verdim’ demişti. Tam bu sıralarda Mustafa Kemal Paşa’dan haber aldım. Paşa beni Ankara’ya çağırıyordu. Ömer Faruk Efendi, tekrar evime gelerek Anadolu’ya geçmek konusunda ısrar etti. Arkadaşlarla görüştük. ‘Mustafa Kemal Abdülmecit’i istiyordu. O gidemedi bari oğlunu götürelim. Bu, herhalde yanlış bir hareket olmaz’ diyerek onu da götürmeye karar verdim. Şehzadenin seyahat ettiğimiz gemide tutulduğu bölmenin şartları dolayısıyla yarı baygın halde kıyıya çıkartılması, kimliğinin açığa çıkmasına sebep oldu. Yolculuk sonrasında tedaviye ihtiyacı vardı. Gemiden çıkartıldıktan sonra İnebolu’da gelenin kim olduğu haberi yayılınca halk rıhtıma yığıldı. Davullar zurnalar serhat türküleri gökleri inletmeye başladı. Her tarafta silahlar patlıyordu. Ankara’nın asıl manevi endişesi İnebolu’da genç şehzadeye karşı gösterilen büyük tezahüratın Milli Mücadelenin gayesi üzerinde meydana getireceği şüphelerde toplanmıştı. Ömer Faruk Efendi’ye yapılan tezahüratı kimse beklemiyordu.”

    Asım Gündüz’e göre Ömer Faruk Efendi’nin geri gönderilmesinin bir diğer nedeni de şuydu:

    “Daha sonra öğrendiğime göre Ankara’nın dostu olan bir yabancı, hanedana mensup bir kişinin Milli Mücadele safhında olmasının bilhassa İngilizler tarafından istismar edileceğini, Anadolu’nun müdafaasına karşı nispeten tarafsız davranan İtalyan ve Fransızları da aleyhimize sevk edeceğini ihtar etmiş. Bu ihtimali mümkün ve akla yakın görmüştüm.”

    Fenerbahçe Başkanı

    Ömer Faruk Efendi’nin Fenerbahçe’ye 1920 yılında 21 yaşındayken başkan oldu. Başkanlığı, Osmanlı hanedan üyelerinin yurtdışına çıkarıldığı 1924 yılının Mart ayına kadar devam etti. Başkanlığı süresince kulübe, şimdiye dek tespit edebildiğimiz sadece bir ziyaret gerçekleştirdi. 26 Aralık 1920’deki bu ziyaret dönemin Spor Alemi dergisinde geniş yer buldu. Ziyaret sonrasında kulüp hatıra defterini imzalayan Şehzade’yi kulüpte karşılayanlar arasında ilerleyen yıllarda Fenerbahçe’ye başkanlık da yapacak olan genç bir sporcu, Yavuz İsmet (Uluğ) de vardı.

    Ömer Faruk Efendi’nin Fenerbahçe ile ikinci ve son teması ise yıllar sonra gerçekleşecek ve Fenerbahçe Tarihinde derin bir iz bırakacaktır. Spor Alemi Şehzade’nin ziyaretini şu satırlarla aktarmıştı:

    “26 Aralık Pazar günü, Fenerbahçe Kulübü fahri başkanlığını kabul buyuran Şehzade Ömer Faruk Efendi Hazretleri kendi yurtlarını (kulüplerini) ziyaret etmişlerdir. Öğleden sonra saat ikide Kadıköy gençlerinden bir kısmı orta salonda sevgili reislerini karşılamak için hazırdılar. Fahri Başkanın yanında yine kulüp üyelerinden Damat Mecit Bey ile Damat Selami Bey ve yaverleri Binbaşı Faik Bey Efendiler bulunuyordu.  Önce kulüp ziyaret edildi ve kütüphane, kayıkhane, jimnastik, tenis alanları gösterilerek efendi hazretlerine spor sahasındaki kulübün faaliyeti hakkında bir fikir verilmek istenildi, sonrasında kulüp üyelerinden bir kısmı tanıtıldı. Bu arada kulüpte tenis şubesinde çok yüksek bir faaliyet gösteren Damat Mısırlı Muhsin Yeğen Bey de bulunuyordu. Saat üçte havanın elverişsizliği dolayısıyla yalnız salonda bazı sporlar yapılabildi. İlk numarayı azadan Said ve Fevzi Beylerin eskrimi ve ikinciyi de muallimleri meşhur şampiyon Miralay Grodotski ile Mösyö Nikolay’ın egzersizi oldu. Bundan sonra memleketimizin en kıymetli amatörlerinden İsmet (Yavuz İsmet Uluğ) ve Ziya Beylerin boksu, ve Binbaşı Mazhar Beyefendinin idare ettiği Alman jimnastiği ile program sonlandırıldı. Bu sırada kulübün en değerli bir parçası olmakla beraber musiki yönüyle de gurur kaynağı bir amatörü olan Ekrem Bey’in keman ile çaldığı birkaç parça musikide de kulübün bir yerinin bulunduğunu hissettiriyordu.”

    Ziyareti esnasında Kulüp anı defterine bıraktığı iz, bugün hala Fenerbahçe Müzesi’nde sergilenmektedir. O satırlarda Fenerbahçe Başkanı Ömer Faruk Efendi, şu satırlarla kulübünü onurlandırmıştır: “Kulübün tealisini (gelişmesini) görmek medar-ı iftiharım (gurur kaynağım) olacaktır”  

    Ömer Faruk Efendi’nin Fahri Başkanı olduğu Fenerbahçe, bu dönemde sadece yabancılarla maç yapmakla kalmadı, devletin düzenlediği bağış kampanyalarında aktif rol aldı. Bunlardan bir tanesi de Fenerbahçe – İttihatspor arasında oynanacak şampiyonluk maçının hasılatının Göçmenler Müdürlüğü’ne bağışlanmasıydı. 17 Ağustos 1921 günü oynanan maça Fenerbahçe,  Şekip, Galip, Hasan Kamil, Fahir, İsmet, Ethem, Ömer, Boldin, Zeki Rıza, Alaeddin ve Sabih 11’i ile çıktı. Akşam gazetesinin haberine göre maçta “her taraftan gelip stadı dolduran binlerce kişilik büyük bir kalabalık” vardı. Maçı 3-2’lik skorla kazanan Fenerbahçe, şampiyon olmuş ve Göçmen Müdürlüğü yüklüce bir gelir elde etmişti.

    Halife’nin Oğlu

    Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra, 1 Kasım 1922’de Saltanat yönetimine son veren TBMM, Osmanlı Hanedanın elindeki dünyadaki bütün Müslümanların liderliği anlamını taşıyan “Hilafet” makamına Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin babası Abdülmecid Efendi’yi getirdi. Anadolu’daki Milli Mücadele’ye çeşitli sebeplerle katılmamış/katılamamış olsa da İstanbul’da Fahri Başkanı olduğu Kızılay Cemiyeti aracılığı ile Anadolu’ya yardım ettiği kayıtlara geçen, Milli Mücadele’nin kutlama, miting, yardım gibi organizasyonlarına hem kendisi hem de oğlu adına bağış yapan Abdülmecid Efendi’nin halife olarak seçilmesinde bu tavrının önemli etkisi vardır. Ömer Faruk Efendi’nin halifenin oğlu olarak İstanbul’da yaşadığı 2 yılı aşkın zaman boyunca, Fenerbahçe, İstanbul’u terk etmeye hazırlanan İşgal kuvvetleri takımlarına karşı üstünlüğünü korudu.

    “Canım Fenerbahçe”

    Ömer Faruk Efendi, Hilafetin kaldırılmasının hemen ardından diğer hanedan üyeleri ile beraber yurtdışına gönderildi. 1924 Yılından, 1969 yılına kadar 45 sene sürgün hayatı sürdü. İsviçre ve Fransa’da yaşadıktan sonra Kahire’de hayatını kaybetti ve oraya defnedildi. Mezarı yıllar sonra, Türk hükümetinin “sessizce nakledilmesi şartıyla” verdiği özel bir izinle Türkiye’ye getirildi ve Cağaloğlu’ndaki Sultan Mahmud Türbesi’ne nakledildi.

    Ömer Faruk Efendi’nin, Fenerbahçe Tarihinin en özel hatıralarından biri olan, “Canım Fenerbahçe” seslenişi Murat Bardakçı’nın 16 Ocak 2006 yılında Hürriyet Gazetesi’nde yayınladığı bir mektupla gün yüzüne çıkmıştır. Bardakçı, Ömer Faruk Efendi’nin Kahire’den 20 Temmuz 1966’da İstanbul’da yaşayan dostu ünlü Tarihçi İsmail Hami Danişmend’e gönderdiği mektubun Fenerbahçe ile ilgili kısımlarını köşesine taşıdı. Bu mektupta Ömer Faruk Efendi, yıllar önce başkanlığını yaptığı Fenerbahçe Kulübü’nün o zamanki başkanı Faruk Ilgaz’dan bir mektup aldığını söylüyor, kulübün kendisini hatırlamasından duyduğu memnuniyeti anlatıyor ve gözyaşlarını tutamadığını yazıyordu.

    “Geçen gün postacı geldi ve büyükçe bir zarf uzattı. Üstünde canım Fenerbahçe Spor Kulübü’nü görünce şaşırdım. Mektubu okuyunca büsbütün hayretlere düştüm. Kulübün yeni müdürü, eski başkanlarının resmini istiyor! Salonlarını süslemek için! Kırk küsur senedir böyle bir ilgi görmediğimden şaşırdım ve duygulandım. Gözlerimden yaşlar boşandı. Yeni ve eski birer fotoğrafımı, kulüp üyeleriyle çıkmış olan bir eski resmimi ve göstermiş oldukları ilgi dolayısıyla teşekkürlerimi yazdım ve gönderdim. Yeni reisin ismi de Faruk olduğundan, adaşlık sebebiyle bir sempati doğmuş olacak! Bana gönderdikleri kulübün ismi, işareti ve arkasına yazdıkları beni çok mütehassis etti: ’Kulüp erkanı, eski reislerine saygılarını sunarlar.’ Şimdi resim çerçevelenmiş halde yanımda duruyor…Ömer Faruk”

    Sorular

    Ömer Faruk Efendi nasıl bir kişiliğe sahipti?

    Ömer Faruk Efendi’nin kişiliğinde şüphesiz Babasının etkisi büyüktür. “Doğu-Batı, gelenek-modernite ikilemleri karşısında kompleks taşımayan bir Türk aydını” olan Abdülmecid Efendi’nin oğlu ve şehzade ünvanıyla, Avrupa’da eğitim gören ilk hanedan üyesi olmuş, birden fazla yabancı dil öğrenmiştir. Özetle, Ömer Faruk Efendi, Osmanlı Modernleşmesinin hanedan içerisindeki en önemli temsilcisi sayılabilir.

    Ömer Faruk Efendi Milli Mücadele’ye karşı mıydı?

    Ömer Faruk Efendi’nin Milli Mücadele’ye karşı olduğunu söylemek elimizdeki belgelere ve kaynaklara göre imkansızdır. Anadolu’ya geçişi ile ilgili, kendisi ve Mustafa Kemal Paşa farklı sebepler ortaya koymuş olsa da, bu durum Ömer Faruk Efendi’nin ülkenin kurtuluşunu istemediği anlamına gelmemektedir. Babasının Sadrazam Damat Ferit’e ve Padişah Vahdettin’in Milli Mücadeleye olan tavrına getirdiği ağır eleştiriler göz önüne alındığında, iki tarafın ülkenin kurtuluşu için farklı yöntemler öngörmesi ihtimal dahilinde olsa da; bu, onun Milli Mücadeleye karşı olduğu göstermemektedir. Kendisini Anadolu’ya getiren Asım Gündüz’ün sonraki günlerde Milli Mücadele’nin önemli komutanlarından biri olacak olması ve Cumhuriyet’in ilanından sonra Genelkurmay 2. Başkanlığı yapması, bu değerlendirmeyi destekler niteliktedir.

    Mustafa Kemal Paşa’ya göre Milli Mücadele’nin yöntemi neydi?

    Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele yıllarında söylemleri farklı bakış açılarıyla değerlendirilmektedir. Bu söylemlerin ve Paşa’nın eylemlerinin tek hedefi şüphesiz ülkenin bağımsızlığını kazanmasıydı. Yakın çevresine Milli Mücadele’nin ilk günlerinde “Cumhuriyet” fikrini hayata geçireceğini paylaşmış olsa da, 620 yıldır bir hanedanın yönetimi altında yaşayan halka bu fikrini açmamıştır. Bağımsızlığın kazanılması için deha seviyesinde bir iç politika yürütmüş, kendi deyimiyle “uygulamayı evrelere ayırarak, hedefe varmıştır.” Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’un giriş kısmında yer alan ifadeleri yaptığım bu değerlendirmenin temel dayanağıdır:

    “Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına teca­vüz edenler kimler olursa olsun, onlara bütün millet­çe silahlı olarak karşı koymak ve onlarla mücadele eylemek gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gereklerini ve zorunluluklarını ilk günden ortaya koymak ve ifade etmek, elbette isabetli olamazdı. Tatbikatı birtakım safhalara ayır­mak ve vakalardan ve hadiselerden istifade ederek milletin hissiyat ve fi­kirlerini hazırlamak ve kademe kademe yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak lazım geliyordu. Nitekim öyle olmuştur.”

    Tarihi nasıl okumalıyız? Olaylara nasıl bakmalıyız?

    Şüphesiz tarihi olayların, farklı düşüncelere sahip, dünyaya başka pencerelerden bakan insanlar tarafından çeşitli şekillerde yorumlanması doğal karşılanmalıdır. Bu farklı değerlendirmeler ancak  tek bir şartla tarih yazımını değerli kılar. O da: “geçmişte yaşanmış olayları, meydana geldikleri dönemin şartlarına göre değerlendirerek” Anadolu topraklarında kurtuluş mücadelesi verilirken, iç isyanların bu mücadeleyi tehlikeye sokmaya başladığı günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın Veliaht Abdülmecid Efendi’yi Anadolu’ya davet etmesi onu “Saltanat yanlısı” yapmayacağı gibi, Osmanlı Şehzadesinin “Campidoglio” gemisinin gizli bir bölmesinde Anadolu’ya geçişi de onu “Milli Mücadele karşıtı” yapmaz.

    Ömer Faruk Efendi’nin Fenerbahçe Başkanlığı ne ifade etmektedir?

    Ömer Faruk Efendi, Fenerbahçe’nin fahri yani bugünkü anlamıyla onursal başkanlığını yürütmüş isimlerden biridir.  Kısaca Fahri Başkanlık, yönetsel değil simgesel bir makamdır. Her ne kadar bu makam “simgesel” olsa da, Fenerbahçe’nin, buhranlı geçen kuruluş günlerinin ardından, ilk önce İttihat ve Terakki’nin sonrasında da hanedanın dikkatini çekmesi, kulübün sportif olduğu kadar sosyal bir olgu da olduğunu göstermektedir. Nitekim Fenerbahçe faktörü Cumhuriyet’in ilanından sonra da ülkeyi yönetenler tarafından  dikkate alınmaya devam etmiştir. Fenerbahçe, Ömer Faruk Efendi’nin başkanlığı döneminde işgal yıllarının esir İstanbul’una moral kaynağı olmuş, bu dönemde yaşanan gerek maddi gerekse manevi sıkıntılara rağmen, Türk insanının kalbinde yer etmeye Ömer Faruk Efendi kulübün başkanıyken başlamıştır.

    Barış KENAROĞLU / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi

    Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi

    İstanbul işgal edildiğinde bir taraftan Anadolu’da milli mücadele sürüyor, diğer yanda İstanbul’daki milli unsurlar da canla başla Anadolu’ya yardıma çalışıyorlardı. İşte tam da bu dönemde Şehzade Ömer Faruk Efendi, Fenerbahçe’ye Başkan oldu. Aşağıdaki transkripsiyon, dönemin Spor Alemi mecmuasından… Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi ve yanındakilerin Kuşdili Lokali‘ni, kulübü ziyareti anlatılıyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şehzade Ömer Faruk Efendi Fenerbahçe Kulübü’nde

    26 Kanunuevvel Pazar günü, Fenerbahçe Kulübü Reis-i Fahri’liğini kabul buyuran şehzade civancennet devletli necabetli Ömer Faruk Efendi Hazretleri kendi yurtlarını ziyaret etmişlerdir. Öğleden sonra saat ikide Kadıköy gençlerinden bir kısmı orta salonda sevgili reislerine muntazırdılar, ufak bir intizar devresini ziyaretçilerin teşrifleri takip etti. Reis-i Fahri’nin nezd-i âlilerinde yine aynı kulüp azasından Damat Mecit Bey ile Damat Selami Bey ve yaverleri Binbaşı Faik Bey Efendiler bulunuyordu.

    Evvela kulüp ziyaret edildi ve kütüphane, kayıkhane, jimnastik, tenis mahalleri gösterilerek efendi hazretlerine spor sahasındaki yurdun faaliyeti hakkında bir fikir verilmek istenildi, bilahare kulüp azalarından bir kısmı takdim edildi. Bu meyanda yurtta tenis şubesinde çok yüksek bir faaliyet gösteren Damat Mısırlı Muhsin Yeğen Bey de bulunuyordu. Saat üçte havanın adem-i müsaidesi dolayısıyla yalnız salonda bazı sporlar yapılabildi.

    İlk numarayı azadan Said ve Fevzi Beylerin eskrimi ve ikinciyi de muallimleri meşhur şampiyon Miralay Grodotski ile Mösyö Nikolay’ın egzersizi oldu. Bundan sonra memleketimizin en kıymetli amatörlerinden İsmet (Yavuz İsmet Uluğ) ve Ziya Beylerin boksu, ve Binbaşı Mazhar Beyefendinin idare ettiği Alman jimnastiği ile program nihayetlendirildi. Bu sırada kulübün en kıymettar bir uzvu olmakla beraber musiki nokta-i nazarından da medar-ı iftihar bir amatörü olan Ekrem Bey’in keman ile çaldığı birkaç parça musikide de kulübün bir mevkii bulunduğunu hissettiriyordu. Bilahare Reis-i Fahri ve misafirler hususi odaya alınarak kulüp hakkında bazı malumat verildi.

    Ve defter-i mahsusa fikirleri kayıt olunarak aza için pek şerefli bu güzel günden ayrılındı. Ziyaretçiler kapıdan çıkarken bahçe ortasında küme halindeki genç idmancılar sevgili reislerini son “Yaşa!”lar ile teşyi ediyorlardı.

    Fotoğraflar

    Sağda : Kulübün iki eskrimcisi Said ve Fevzi Beyler

    Orta Üstte : Şehzade Ömer Faruk Efendi Hazretleri’nin Fenerbahçe’yi ziyareti; sağında Damat Mecit Bey, solunda Damat Selami ve Muhsin Yeğen Beyler, arkada kulüp heyet-i idaresi.

    Orta Altta : Faruk Efendi Hazretleri kulüp amatörleri arasında (sağda muallim Mazhar Bey, solunda meşhur eskrimci Grodotski)

    Solda : Kulübün iki mühim tenisçisi; Tevfik ve Damat Muhsin Yeğen Beyler

    Spor Alemi / Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi