Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak değerlendirebileceğimiz “Spor Tarihimizde Canlı Yapraklar” metinleri, kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlamaya başlıyoruz.
Değerli spor idarecilerimizden Muhtar Sencer, hazırladığı bu sahifede, her Pazar benim için de bir sütun ayırdığını ve yazılarımı beklediğini söylediği zaman onu pek kıramadım. Açıkçası, şu iki sebepten: Birincisi; Muhtar Sencer’in mensubu olduğumuz aziz yuvamızın ta orta mektebinden beri renklerine meftun ve onun yılmaz, yorulmaz ve fedakâr bir evladı olması,
İkincisi de; “Akşam”ı Türk basınında Fenerbahçe haklarını, 1922’den itibaren ve Ali Naci Bey’in kudretli ve celadetli kalemi altında, ilk müdafaa eden günlük gazete olarak tanımam dolayısıyla…
İşte; bu iki mülâhaza bir araya gelince “Akşam”a pazardan pazara da olsa, bir yazıyı memnuniyetle vazife saymış bulunmaktayım.
Bu yazı nasıl olmalı ve olacak?
Bugünkü spor yazarlarımızı umumiyetle gençlerin teşkil etmeleri karşısında, ben, genç neslin oldukça meçhulü, hiç değilse, sadece kulaktan misafirleri olduğu devre inmeyi tercih etmiş bulunuyorum. Yazılarım, bu bakımdan, içinde yaşamakta olduğumuz değil de, geçmiş hâdiselere müteallik olacak ve okuyucularımıza Türk sporunun mazisi hakkında malûmat vermek hedefini güdecektir.
Bu yolda mesnedim eski fotoğraflardır, “Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar» sütununda her pazar neşredilecek bir resim ve verilecek tafsilâtla mazinin unutulmuş veya duyulmamış birçok hâdiselerini sanki yaşamış ve eski maruf sporcuları da tanımış olacaksınız. İlk fotoğraf ve yazı önümüzdeki pazar günü ve 42 yıl önceye ait çok kıymettar bir hâtıradır:
“Fenerbahçe’nin futbolda ilk ecnebi maçı ve zaferi”
Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, müthiş bir Cem Atabeyoğlu röportajı ile karşınızda… Nur içinde yatsın, Cem ağabey’in anlattıkları insanın yüzünde güller açtırıyor fakat bir yandan da kaybedilenleri düşündükçe insanı hüzün sarıyor.
Mustafa Kemal Atatürk; “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir; şayet yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtıcı mahiyet alır” demişti. Bu sözler sporun duayeni Sayın Cem Atabeyoğlu’nun her daim ışığı oldu.
Fenerbahçe adının geçtiği her an, hepimizin gözleri parlar. Ardından bir tutku bir heyecan… Cem Atabeyoğlu röportajını okuduğunuzda yaşadığınız bu duygularla beraber gururunuz da iki kat artacak.
“Fenerbahçe işgal takımlarına toz attıran takımdır…” diye başlıyor söze.
Bugün seksen iki yaşında ve halen aynı hazzı alıyor. Nice geceler biz en derin uykudayken o daktilosunun tuşlarına sabaha dek dokunarak bize muhteşem tarihimizi en doğru şekilde ulaştırmaya çalışıyordu hep yıllar boyu.
Sadece Fenerbahçe tarihi mi? Sporun tüm branşlarında tam kırk dört kitap ve tefrikalar. Takdiri çok, inanması zor…
“Fenerbahçe’ye hizmet bitmez” diyor. O zaman daha çok düşünüyoruz, kendi payımıza düşen katkı ve hizmetlerimizi. Ve ne kadar yetersiz kaldığımızı anlıyoruz bu büyük ulu çınarın yanında. Cumhuriyetin ilk kuşağı olan sizinle çok daha anlamlı bu Ekim sayımız Sayın Cem Atabeyoğlu. Teşekkür ederiz. Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.
– Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Cem Bey?
Fenerbahçelilik malum sonradan olunmuyor.
Ben kalabalık bir aileden geliyorum. Eski İstanbul evleri üç katlı evler. Tüm aile dayım, babam, dedem, teyzem hep beraber aynı evde kiracı olarak kalıyorduk. Dayım Galatasaray Lisesi’nde okuyordu. Teyzem ise kız ve erkek çocuklarının arasındaki rekabetin tesirinden olacak Fenerbahçeli oldu. Fenerbahçe takımının sağlam taraftarlarından biriydi. O kadar ki dayımla beraber Fenerbahçe-Galatasaray maçlarına gittiklerinde dayım Galatasaray tribününde, teyzem Fenerbahçe tribününde otururdu.
Ben teyzemin etkisinde kaldım. Yıl 1932, ilkokula başlayacağımın bir gün öncesi teyzem beni aldı postanenin karşısındaki Kızılay Caddesi Vakıf Han’da bir mağazaya götürdü. Mağazaya girdiğimizde hiç unutmam tezgâhtara “Yeğenim yarın okula başlıyor, ona bir Fenerbahçe rozeti hediye etmek istiyorum” dedi. Bizim bu konuşmalarımızı duyan kasadaki bey yerinden kalktı, yanımıza geldi. “Hanımefendi sizi tebrik ederim, bizim Fenerbahçe’nin işte böyle kuşaklara ihtiyacı var” dedi. O kişi Zeki Rıza Sporel’di. Teyzemin aldığı rozeti kendi eliyle göğsüme taktı.
Artık bu benim Fenerbahçe’ye bir tescilim oldu.
– “Her yerde inlesin gürleyen sesin / İstanbul Yıldızı Erkek Lisesi” marşınız. Fenerbahçe’nin ayrı bir yeri vardır İstanbul Erkek Lisesi tarihinde. O günleri anlatır mısınız?
İstanbul Erkek Lisesi bir defa lise olarak en eski liselerinden biri. Bir de Galatasaray Lisesi vardı. Bu iki lise arasında her zaman rekabet vardır.
Galatasaray Lisesi “Zadegân” dediğimiz yüksek tabaka çocuklarının mektebiydi. Onlara Galatasaraylı olmanın ayrıcalık olduğunu öğretirlerdi.
İstanbul Erkek Lisesi ise halk lisesiydi. Memur çocuğu, esnaf çocukları gibi. Belirli semtlerin mektebiydi. Beyazıt, Çemberlitaş, Sirkeci, Eminönü Sultanahmet, Aksaray’dan öğrenciler gelirdi. Hatta Bakırköy’den bile trenle gelirlerdi. Münir Özkul da Bakırköy’den gelenlerdendi.
– Sizin döneminizdeki Fenerbahçeli okul arkadaşlarınız kimlerdi?
Sadri Alışık vardı. Oğlu Kerem Alışık da Fenerbahçelidir. Sadri tam bir deli Fenerbahçeliydi. Sadri’nin en keyifli anları Galatasaray’ın yenildiği Fenerbahçe maçlarıydı. “Oh ömrüme ömür kattı” derdi. Dünya tatlısıydı.
Bir diğeri Eşref Aydın atletimiz sonra yönetimde de yer alıp 70 senesini Fenerbahçe’ye adadı. Onun da sonra nikâh şahidi ben olmuştum. Halen bildiğiniz gibi Eski Sporcular Derneği başkanı.
Hababam Sınıfı filmlerinin de yapımcısı Nahit Ataman da Fenerbahçeliydi. O da başka bir Fenerbahçeliydi. O kadar Fenerbahçeliydi ki her filminde bir Fenerbahçe konusu olurdu.
İstanbul Erkek Lisesi çok sporcu çıkardı. Yine Fenerbahçeli Neriman Tekil, Selim Duru gibi kıymetli öğretmenler vardı.
Necmettin Erbakan da bizim okuldaydı ama onun sporla alakası yoktu. Hepsi arkadaşımızdı.
– Ya Galatasaraylılar?
İstanbul Erkek Lisesi’nde bizim dönemimizde bir tane Galatasaraylı vardı. O da Halit Narin’di.
– “Bir Baba Hindi”nin hikâyesini bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Fenerbahçeli hocamız Selim Duru okulun yönetim kurulundaydı. Beş ayrı kolda değerlendirirdi bizleri. 100 metre koştururdu 10-12 saniyede. Gülle atma, yüksek atlama, uzun atlama yaptırır, ondan sonra o notları toplar, beşe böler, yıllık karne notu çıkardı. Futbol o zamanda ön plandaydı. Öğretmenimiz Selim Duru ile izci oymağında Sakarya’da çıkan yemek öncesi söylenirdi.
Sonraları İstanbul Erkek Lisesi’nden Süha Erge bizim dönemimizde “Bir Baba Hindi”yi Fenerbahçe tribününe taşımıştır.
O zaman şeker yoktu ki zerde olsun, hiçbir şey yoktu kuru fasulyeden başka. O günleri yaşamayanlara bu günleri anlatabilmek çok zordur. Hey gidi günler hey…
– Spor tarihinin duayenisiniz. Yazarlığınız babanızdan geçti… Çalışma hayatınıza nasıl başladınız?
İstanbul Erkek Lisesi’ne giderken Fenerbahçe tarihine alaka göstermeye başladım.
O zaman “Kırmızı Beyaz” spor dergisi çıkıyordu. Dergiyi çıkaran Talat Mithat’ın kardeşi İlhan da bizimle aynı okulda öğrenciydi. Bir gün İlhan’a “Okulda eli kalem tutan, sporla alakası bilgisi olan biri varsa bana gönder, ben onları cumartesi günkü amatör faaliyete göndereyim. Pazar günkü büyük maça da davetiye veririm.” diyor.
Biz üç kişi böylece başladık. Bugün onlardan bir tek ben kaldım. İstanbul Erkek Lisesi son okulum oldu zaten. Böyle başladı benim spor muhabirliği hayatım.
Babama gelince Türkiye’nin Emile Zola’sı. Salâhaddin Enis Bey. Babamın “Son posta” gazetesindeki son durağı, benim profesyonel meslek hayatımın ilk durağı oldu.
1942’de muhabir olarak girdim 50 TL para veriyorlardı. Haftanın beş günü adliye muhabirliği, cumartesi – pazar ise spor muhabirliği yapardık.
Sonrasında 1945-1964 Cumhuriyet gazetesinde çalıştım. Ve spor servisini kurdum.
Cumhuriyet’ten ayrıldıktan sonra Haldun Simavi’nin, Babıali’de ilk kez ofset tekniğini kullanarak çıkardığı “Günaydın” gazetesinin kadrosuna katıldım.
Günaydın gazetesinde belli bir süre çalıştıktan sonra ayrılıp serbest çalışmaya başladım.
Futbol, Fener, Öz Fenerbahçe, Fotospor, Türkspor, Spor Haber, Spor 21 gazete ve dergilerinde yazılar yazdım.
1973’te ise Hayat Spor’un Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlendim. Taa ki iki yıl sürecek greve kadar. Hayat Spor’da iki sene süren grev olduğunda o sürede maaş alamadım. İşimi değiştirebilir oradan ayrılabilirdim. Fakat kendi ekibim iş bulmadan benim başka yere geçmem şahsi vicdani meselemdi. O nedenle bekledim.
1973-1977 yılları arasında TSYD müdürlüğünü yaptım.
1978’de emekli olduktan sonra çalışmadığım gazete kalmadı. Hürriyet, Milliyet, Tercüman gazetelerinin ilavelerine araştırma yazıları, Milliyet’in çıkardığı Türkiye Ansiklopedisi’nin spor maddeleri yazarlığı, Tercüman’ın hazırladığı üç ciltlik Spor Ansiklopedisi…
1981’de Günaydın tekrar beni çağırınca yeniden gazeteye dönüp, spor yazarlığı yaptım. Spor yazarlığının yanında da Günaydın’ın Almanya baskısına pehlivan tefrikaları, 50 büyük Türk zaferi, umut kapıları, evliyalar, yatırlar ve türbeler, şifalı sular ve kaplıcalarla ilgili dizi yazıları hazırladım.
1991’de Fotospor, 1995’te ise Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Bilgi Birikim Merkezi’ni kurdum. Altı sene yönettim.
Ve 2002’de anjiyo ile başlayan sağlık bozukluğum By-Pass ameliyatıyla sonuçlandı.
– Bir gazeteyi “giydirdiniz”…
O zaman Tan gazetesi vardı. Diğer gazetelere o zamana nazaran çok açık saçık bir gazeteydi. “Bu gazeteyi giydireceksin” dediler.
Asil Nadir vardı gazetenin başında ama gazetenin sorumlusu Noyan Yiğit “Ne yapacaksın, sen ne düşünüyorsun?” dedi. Çok tehlikeliydi. Tüm tirajla oynayacaktım.
O yıl Fenerbahçe şampiyon olmuştu. “Şampiyonlar Şampiyonu Fenerbahçe” diye bir dizi yaptım ve eski fotoğraflar buldum. Eski futbolcuların çoğu yaşıyordu.
Bir patlama yaptı gazete. Onu televizyon reklamlarıyla duyurdu. Ve Asil Nadir benim için “Gözlerinden öpün” dedi. Bir milyon lira maaşımdan hariç para verdi. Hayatımda ilk defa 1.000.000 TL gördüm. 400-500 TL’ye çalışıyorduk.
– Çalışma disiplininiz nasıldır?
Bir bilgi birikimim, düzenli bir arşivim var.
Atatürk’ün bir sözünün ışığı altında yazdım tüm yazılarımı. Belgesi olmayan hiçbir şey söylemedim, yazmadım hayatım boyunca…
Atatürk’ün bir sözü var “Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir, şayet yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtıcı mahiyet alır.”
Tarihi yapana sadık kalarak yazdım. Her kitabım her tefrikam bu ışığın altındadır. Size gösterdiğim bu Atatürk heykeli de bunun işaretidir; İstanbul Gazeteciler Cemiyeti tarafından cumhuriyetin ilk kuşağı olan gazetecilere verilen bir heykeldir.
– Hiç Atatürk’ü görme şerefine nail oldunuz mu?
Altı defa çok yakından gördüm.
Biz 1920 kuşağının içindeyiz. 1925 doğumluyum Cumhuriyet çocuklarıyız.
Florya plajında kumda güneşlenirken gözümüz Florya köşkünün verandasında olurdu. Atatürk’le aynı güneşle güneşlenmek müthiş haz verirdi. O denize girer girmez biz de denize girerdik. Onunla aynı denizde yüzmek bile bizim için büyük bir onurdu.
– Sporun her dalında 44 adet kitap yazdınız. Ve çok büyük değerli düzenli bir arşiviniz var. Bir röportajınızda bu arşivi yakacağınızı söylediniz. Bu düşünceniz hala geçerli mi?
Arşivimi yakmayacağım. O an için söylenmiş bir sözdü, öyle bir niyetim yok. Fakat halen ne yapacağıma karar vermiş değilim. Oğlum karar vermeli. Eşimin, çocuğumun haklarını yemeyeceğim, onlara bırakacağım. Onlar kararlarını versinler. Ben 65 sene amatör bir aşkla çalıştım. Profesyonel olmanın icaplarını yerine getirdiğimi zannetmiyorum. Kötü bir profesyonelim.
– Türkiye’deki spor yazarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk Spor Yazarları Derneği’nin üyesiyim ama karşıyım. Onların hepsi spor yazarı mı? Futbol yazarı mı? Türkiye Futbol Yazarları Derneği yapın, değiştirin adını.
Bende yüzme, atletizm, kayakçılık, avcılık, yelkencilik hepsi var. Karşıma yelkenci geliyor “Yelken sporu tarihini sizin kitabınızdan öğrendim” diyor. “Madem spor yazarıyım, sporun bütün branşlarıyla ilgilenmeliyim” denmesi lazım. Sadece futbolla kalınmamalı.
– Yazmakta en zorlandığınız kitabınız?
Fotospor’ a yaptığım 600 sayfalık Türk Spor Kronolojisi beni epeyce zorladı. Çok dikkat harcamak gerektiren bir kitaptı. Çok sabahladığım gece oldu. Elimde şu an ne yazık ki bu kitaptan bir adet kaldı. Artık kızım mı alır oğlum mu bilemiyorum. Gazetenin binasına gelirken 10 tonluk kitap yüklü kamyon kayboldu. Allah bilir artık. Kupon mukabelesinde dağılacaktı.
– Fenerbahçe Spor Kulübü’ nün hemen hemen ilk üyelerindensiniz…
İstanbul Erkek Lisesi’nin spor basketbol takımında her beş kişiden üçü Fenerbahçe’de Yüksek Divan Kurulu üyesi oldu. Benim de Fenerbahçe Spor Kulübü’nde numaram 327 idi. Divan üyesiyim. Bir de şimdi ulaştığı sayıyı düşünün…
– En sevdiğiniz spor branşı hangisidir?
40 yılımdan fazlasını basketbola verdim. Tabii Fenerbahçe’de basketbolu kurmamız da bunda büyük rol oynadı. Hakemlik ve antrenörlük de yaptım. Ayrıca basketbol, atletizm ve yüzmede de hakemliğim var. Bütün talimatnameleri de okumuşumdur.
1956 senesinde o zaman basketbol spor oyunları federasyonu, voleybol, tenis, hentbol ve masa tenisi ile beraber spor federasyon üyeliği, federasyonda basın temsilciliği, 1968’de Türkiye Basketbol Federasyonunda Asbaşkanlık yaptım.1981’e kadar devam etti. 1981’de bıraktım.
1970 yılında Uluslararası Spor Yazarları Derneği “AIPS”e (Basketbol Komitesi) seçildim. İlk Türk üyesi oldum.
1956 Yapı ve Kredi Bankası “En Başarılı Spor Yazarı” armağanı, 1965-1977 yılları arasında katıldığım 6 yarışmada “Türkiye Spor Yazarları Derneği” armağanı (4 birincilik, 2 ikincilik), 1986 “Haliç’in Öyküsü” eseriyle Haliç Rotary Kulübü armağanını kazandım.
– Fenerbahçe Spor Kulübü basketbol şubesinin kurulumu nasıl gerçekleşti?
Harp yılları; pamuk yok ekmek yok bunlar olmadığı gibi arpa buğday yok, süpürge tohumundan yapılmış ekmek üç gün yiyeceksin, bütün bunlar zor ve sıkıntılı yıllardı. Devlet pamuğa el koymuş, pamuklu elbise yoktu. Tüm gençler askere alınmıştı. Üç dönümlük toprağın bir dönümüne devlet el koymuştu.
Savaş bittikten sonra 1945’de Haydarpaşa Lisesi’nde Muhtar Sencer idare memuruydu. Fenerbahçe’de hentbol takımını kurmuştu. İstanbul şampiyonu, Türkiye ikincisi olmuştu. Sonra Haydarpaşa Lisesi’nde talebeler mezun olunca takım dağıldı.
Muhtar Sencer “Bana yardım edersen basketbol takımını kuralım” dedi. Ve sonunda kurduk. Basketbolda çok emeğim var. O zamanlar pek çok kişi karşı duruyordu
Bir tek yardım eden Rüştü Dağlaroğlu oldu. Onaylayan yoktu. Hatta bir büyük Fenerbahçe-Galatasaray maçından önce gazeteye beyanat verilmiş “Takım motor sporlarına devir edilecek” diye. Tüm sporcular çok üzgündü. Sonra ben “Ne oluyorsunuz, çıkıp Galatasaray’ı yeneceğiz” dedim. Ve bir sayı farkla yenildik. Biz çok yeni bir takımdık. Tek farkla yenilgi kurulma aşamasında olan bir takım için büyük bir başarıydı. Basketbol çok daha zor spor çünkü bir saniyede her şey değişebilir.
– Bir anınızı anlatabilir misiniz?
Bir milli takım maçındayız. İspanya’da İsrail’le oynuyoruz. Bir sayı farkla kazandığımız maçtı. Yanımızda bir tek Türk seyirci Barcelona başkonsolosumuz var. Ben de Türkiye Basketbol federasyonu as başkanıydım.
Maç uzatmada berabere ve maçın bitimine 3 dakika var. Top gitti, çembere oturdu, bir tur attı. 2. turu attı çemberin üzerinde içine düştü. Bir anda altı, yedi kişiyi üzerimde buldum.
O heyecanla tribünde tek büyüğümüz konsolosumuz Şevki Beye dönmeye çalıştım “Eyvah” dedim. Vücudum hareket şansını kaybetti. Bir eğildim baktım; Doğan Hakyemez bacaklarımın üzerinde yüzükoyun yatmış. “Doğan bırak ayaklarımı” dedim. Bıraktı. Şevki beye döndüm ne yapıyor diye. Kendinden geçmiş tribünlere bir takım hareketler yapıyor, yanına gittim. “Aman Şevki Bey yapma” dedim. Sonra soyunma odasına geldi. Sen bu işle kaç senedir uğraşıyorsun” dedi “30 senenin üstünde” dedim. “Maşallah iyi kalbin var” dedi.
– Çok ilginçtir ki bugüne kadar hiçbir olimpiyatı izlemeye gitmediniz…
Evet, hiç gitmedim, çalıştığım gazetelerde ajanslarda gelen haberler bende toplanıyordu. O yüzden gidemiyordum. Hep “Sen gidersen biz ne yaparız?” derlerdi. .
Olimpiyat denince aklıma bir de 1948’de Olimpiyat üçüncüsü olan Ruhi Sarıalp gelir. Çok zor şartlar altında hazırlanmış, Fenerbahçe kulübünün verdiği bodrum katında günleri geçmişti. Olimpiyatlara gidemedim ama basketbol maçlarına Avrupa’ya çok gittim. Basketbol Federasyonu asbaşkanlığım sırasında kafile başkanı olarak takımı götürürdüm.
– En beğendiğiniz ve en yakın olduğunuz futbolcular kimlerdi?
Fenerbahçeli oyunculara karşı her zaman sınırsız bir sevgim var. Küçük Fikret canciğerimdi.
Bapçum modası vardı. İlk taklit edenlerden birisiydi. Uzun ceket, top ense saç, nokta kravat. Yakışıklı bir adamdı o. Aramıza katıldığında “Bapçum aşağı Bapçum yukarı”
Cihat Arman vardı, canım ciğerimdi. Bir de kitabı vardı. “Ben kitap çıkarıyorsam sensiz olmaz” dedi. Sizce bir kaleci nasıl uçar? O bir efsane! Sarı kazağıyla 90 derece tabir ettiğimiz yere uçuyor, topu tutuyor. Şeref Stadı’nda bütün saha “Uç sarı kanaryam benim” diye bağırıyor. Sarı kanarya Cihat’la geliyor Fenerbahçe’ye. Sarı kanarya sarı kazakla uçuşundan geliyor. Takılan lakaplar boş değil.
Anlatacak o kadar çok şey vardır ki hangi çocuğu beğenmem?
Ogün Altıparmak, Lefter, İsmail Kurt, Can Bartu, Küçük Fikret, Büyük Fikret ve sayamadıklarım… Hepsi çok büyük insanlar, o kulüpte yetiştiler, o kulüpte bıraktılar.
Düşünün ki Eşref Aydın, ben, kaç senedir şu kulübün içindeyiz. Bunlar yaşanmış olaylar, unutulmaması gereken olaylar. Ama şunu söylerim o zamanki futbol daha kaliteliydi.
– Bir dönem üye kayıt defteri gözden geçirilmesi nedeniyle göreve çağrıldınız…
Şerefli vazifeyi ifa daveti 16.11.1959’da kongre azası genel sekreter Faruk Ilgaz’dan geldi.
Üye kayıt defterinin felaket hale geldiği söyleniyordu. Beş kişilik bir komite belirlendi.
En büyük şansımız eski Fenerbahçelilerin hepsinin hayatta olmasıydı. Selahattin Bey’e, Hasan Kamil Bey’e gittik. En büyük kazancımızdı onların verdiği yolda yeni defter hazırladık, sonra o defter de felce uğradı.
Donki Necdet vardı Galatasaraylı. Notere tasdik ettirelim derken vefat etti. O defter de kayba uğradı, güvenilir kişi olarak görev almak bir onurdu benim için
– Fenerbahçe Spor Kulübü 50. yıl komitesinde, basın yayında, hem de tarih komitesinde yer aldınız…
Evet, ilk toplantıda Zeki Bey efsane kaptandı. Zeki Rıza başkan ben geldiğimde gayet ilgi ile karşıladı. Bulunanlara döndü “Bakın tarih komitesinde genç bir arkadaşımız da var” dedi.
Ben de Zeki Rıza Sporel’e dönüp yine aynı heyecanla “Sayın kaptan size eski bir sözünüzü hatırlatabilir miyim, 1932’de küçük bir çocuk teyzesinin elinde mağazanıza gelip de yeğenim yarın mektebe başlıyor ona bir Fenerbahçe rozeti hediye etmek istiyorum” demişti.
Ben sözümü bitirmeden “O sen misin yoksa” dedi. Sonra dönüp arkadaşlara “Yanlış mı konuşmuşum” dedi. O an ve o komitede görev almak benim için onur kaynağı oldu.
-Türk sporu adına yazılan kitapları yeterli buluyor musunuz? Özellikle futbol içeren kitapları karşılaştırdığınızda farklı bilgiler insanı şüpheye düşürüyor… Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Spor basınına inanmıyorum her branş var ama yazılara baktığınızda sadece futbol…
Ayrıca bu futbol yazılarına da hiç kanaat getirmiyorum. Biri bir yıldız veriyor diğeri dört yıldız, biri üç biri beş yıldız, bu nasıl bir matematiktir. Bütün bunları üzülerek izliyorum.
Bugüne kadar hep dokümanla konuştum.
Federasyonda asbaşkanken bir maçta Fenerbahçe’nin attığı bir basketin bana kale hesabını yaparak şu kadar kare Fenerbahçe’nin attığı sayı sayılmaz dendi. “19.59’da maç bitiyor” dedim. 60 saniyenin dolması için bir 20 saniye daha lazım siz önce bir öğrenin. Bunu bilmeden karşıma geliyorsunuz önce öğren şu alet nasıl çalışıyor işten anlamayan ahkâm yürütenlerle uğraşmak zorunda kalıyorsunuz, aldığınız resmi bir görev varsa.
-Fenerbahçe Spor Kulübü yönetimini nasıl buluyorsunuz?
Eski Fenerbahçeliler olarak Aziz Yıldırım’ı takdir ediyoruz. Yaptığı şeyler bizim aklımıza gelmezdi.
“Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” dedi. Bu yıl da büyük bir artış var taraftar sayısında.
“Avrupa takımı olacak” dedi. Bunda hala biraz engeller görüyorum. Çünkü Avrupa’da 15-16 takıma karşı oynuyorsunuz.
Yabancı oyuncu sınırlandırılması kalkmalı. Sen Türkiye’de genç oyuncu yetişmesini istiyorsan hala milli takıma Rüştü’yü çağırmak niye? Aklım ermiyor.
Bir de Roberto Carlos var. O dünya çapında bizim milletin hayal bile edemediği bir oyuncuydu. Ama o kadar abarttılar ki o kadar büyüttüler ki bu bizim milletin mayasında var. O bir defans oyuncusu ama beklentiler abes. Adam ağzıyla kuş tutsa yaranamaz.
– Spor kulübü olmanın özellikleri nedir? Spor kulübü olmayı kimler hak ediyor?
Türkiye’de futboldan kazandığını diğer branşlara yatıran kulüplerle, futboldan kazandığını futbola yatıran kulüpler aynı kefeye konuyor. Sonunda da her ikisi de spor kulübü olarak karşımıza çıkıyor. Adalet yok.
Fenerbahçe tam anlamıyla bir spor kulübü. En son 100. yılımıza bakın, en büyük başarısı sadece futbol değil. Atletizm, boks, voleybol yüzme, masa tenisi hepsinde şampiyon olmuş. Dereceye girmiştir. Örneğin bayan voleybolda 2. olmuş şampiyon olmamış ama dereceye çıkmıştır.
Fenerbahçe Spor Kulübü futbol kulübü değil, spor kulübü adını taşıyor. Bunun şartlarını da mükemmel bir şekilde yerine getiriyor. Sadece Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın amatör şubeleri var. Ama ligde bulunan tüm kulüpler spor kulübü diye geçiyor. Örneğin Ligdeki kulüplerin çoğunun futboldan başka ne branşı var? 2. bir şube yok neden bu adı alıyor. Arsenal Futbol Kulübü diye anılır. Avrupa’da bunlara dikkat edilir.
Fenerbahçe bugün tesisi bakımından da Türkiye’nin en zengin tesislerine sahip. Spor dalları bakımından en fazla spor dalına sahip. O basketbol da örnek genç var, erkek var, bayan var, A takımı var… Lisanslı sayısına, yapılan spor faaliyetlerine bakarsanız diğer kulüpleri mat edecek kadar çoktur. Tekrar söylüyorum 100. yıl da olaydır. Fenerbahçe Spor Kulübü futboldan kazandığını Anadolu’nun çeşitli yerlerinde spor okulları açarak harcar. Neden büyüktür, işte bu yüzden büyüktür Fenerbahçe. Büyümek sadece futbolda şampiyon olmakla kalmamıştır. Şampiyonluk kazanamadığı dallarda da kürsüye çıktı; ya 2. ya 3. Bunları görmek örnek almak lazım…
– Ve Şampiyonlar Ligi’ndeyiz? Teknik direktörümüz Sayın Zico’yu değerlendirir misiniz?
Gene Fenerbahçe üzerine düşeni yapacak. Karşımızdaki yabancılar kaç yabancıyla oynuyorlar, biz kaç yabancıyla. Ayaklarımız eşit değil. Onların bacağı daha yüksek. Eşitsizliklerimiz, haksızlıklarımız çok. Fakat ben teknik bakımdan da, idari bakımdan da, futbolcular bakımından da her zaman kulübüme güvendim, yine güveneceğim. 100 yıllık şanlı şerefli kulübüme.
Evet, Zico’yu tutuyorum. Futbol dünyasında Brezilya gibi bir ülkede Beyaz Pele lakabıyla ün yapmış futbol bilgisi yüksek, Didilerle, Pelelerle oynamış değerli bir futbolcuydu Zico.
Carlos diyor ki; “Onun yanında bile çalışmak gururu verici”. Futbol bilgisi olan insanların ortak görüşü Zico futbol bilgisine sahip bir insan. Bunu hocalığı ile de ispatladı. İlk geldiği sene bir takımı şampiyon yaptı. Daum ilk geldiği sene şampiyon yapamadı. Doğru dürüst derbi bile kazanamadı. Birde Zico’ya bakın. Ben güveniyorum.
Fenerbahçe 1922-23 yılında hiç gol yemeyen bir İstanbul takımı oldu. Oyuncuların hepsi yüksek tahsilli üniversite mezunlarıydı. Yavuz İsmet Uluğ Zeki Rıza Sporel Veteriner, Bedri Gürsoy Diş Hekimliği Fakültesi, Fahir Yeniçay Fen Fakültesi mezunu sonra profesör. Türkiye’nin tek atom profesörü Sonra Fen Fakültesi’ne dekan oldu. 58 atılan gole karşı hiç gol yemedi bu oyuncular. Böyledir Fenerbahçe takımı. Türk futbol tarihinde kırılmayan rekoru kırdılar. Fenerbahçeliler ne kadar övünseler azdır. Biz her şeyin üstesinden geliriz.
– Fenerbahçe’nin yüz yıllık tarih kitabı yazılıyor. Bunda sizin de emeğiniz çok fazla…
Hayatımın kitabı. Benim üzerime düşen görev bitti. Sanırım yakında çıkacak. En duygulandığım an Fenerbahçe 100. yıl kitabını yazma şerefine nail olmak ve bu görevi arkadaşım Sertaç Kayserilioğlu ile paylaşmış olmam. Ben bu katkılarımla 82 yaşında bu işin altından kalktığıma göre Fenerbahçe’ye hizmetin yaşı yoktur.
Ayrıca torunumun Dünya Fenerbahçeliler günü olan 19 Temmuz ilan edilmeden 19.07.2000 günü doğmuş olması, yapılan üç tane Fenerbahçe görsel tarihinin içinde yer almam (ki bunlar: “Kuruluştan kurtuluşa”, “Bahçedeki Fener” ve “Bir Tutkunun Tarihi”)… Hepsi çok hoş rastlantılar. Bir insan için güzel hatıralar.
– Fenerbahçe dergimiz hakkındaki düşünceleriniz ve önerileriniz eleştirileriniz?
İlk sayısından beri inceliyorum. Her şeyiyle mükemmel. Baskı kalitesi de harika. Hacim olarak doyurucu, Fenerbahçe’den en doğru haberleri alabileceğimiz iki kaynaktan biri. Bir diğeri ise Fenerbahçe TV.
Dergi vasıtasıyla her ay sonu ve dolayısıyla yılsonu haberlerin bir toplamı geçiyor elimize. Arşivimiz oluyor aynı zamanda. Kötünün bir sınırı vardır; “bundan kötüsü olmaz” deriz . Ama iyinin sınırı yoktur. Daha iyisi olur, onun da iyisi olur. Ölçü olarak tahlilim bu. Her şey için söyleriz. “Bundan iyisi can sağlığı” deriz. Ama kötü için noktayı koyarsın. Kötü kötüdür.
Dergi hep iyiye gidiyor. Tatmin ediyor. Tüm branşlardan haberler veriyor. Gazetelere baktığınızda ise nerde yüzme? Nerde kürek? Nerde boks? Ama dergimizde hepsi var.
1950’li yıllarda 4 kalecili bir takım vardı. Öz Fenerbahçe Dergisi futbol takımı. Futbolu bıraktıktan sonra bir araya gelip oynayan 4 kalecinin de yer aldığı takımdı. Sabri Kiraz, Cihat Arman (santrfor), Fecri Ebcioğlu (takımın kalecisi). Ortaköy’lü Behiç. Bu takım, tarihinde yenilgi görmedi.
– Fenerbahçe’nin büyük taraftarına mesajınızı alabilir miyiz?
Bizim zamanımızda kazanan-kaybeden hep birlikte maçtan sonra birbirimizi tebrik edip, akşam da eğlenceye giderdik. Mesajım şu;“En olgun taraftar olmak!” Bu Fenerbahçe’ye en çok yakışan şeydir. Bunun için ne kadar tahrik görürsen gör, efendiliğini kaybetme, hep destek tam destek, Fenerbahçe’nin en güzel işaretidir.
Bir adamını ıslıklıyorsun, bu sana yakışacak olay değil, sana her şeyden önce hayran olduğun renklerine bağlılık lazım. Belki o beğenmediğin ıslıkladığın oyuncu attığı bir golle seni galip çıkaracak. Sen de hatırladığında mahcup olacaksın.
Bunun örneklerini de çok yaşadık. Her zaman desteklersen bu çok daha iyi olacaktır. Fenerbahçe en çok taraftarı olan kulüptür. Bize yakışan duruşu her zaman muhafaza etmeliyiz.
– Sizin bizimle paylaşmak istedikleriniz…
Can Bartu benim basketbolcumdu. Bir gün basketboldan çocuklar Genç Milli Takım İstanbul şampiyonu olduklarının 40. yılında bir yemek hazırlamışlar. Faruk Ilgaz Tesisleri’ndeki bu yemeğe ben de gittim. Yemekte Atatürk sevgisi ve Fenerbahçe tarihi ile ilgili konuşmalar yapıldı. Orada da anlatmıştım.
Fenerbahçe’nin tarihi o kadar geniş ki mesela gazetede bir haber okumuştum. Hemen kulübe haber vermiştim. Sabiha Rıfat İzmir’de vefat etmiş. Ve gazete ilanı onu sadece inşaat mühendisi kimliği ile belirtmişti. Hemen kulübe ilettim. Kulüp de çelenk göndermişti. Fenerbahçe tarihindeki kişiler bir efsanedir.
Sabiha Rıfat’ı bilmeyen kişilere tanıtmak istiyorum. Kulübümüze hizmet veren her insan bizim için değerlidir. Yıl 1929 tamamı yüksek mühendis mektebi (teknik üniversite) öğrencilerinden kurulu Fenerbahçe’nin güçlü voleybol takımında bir de bayan sporcunun yer aldığı görüldü. O tarihlerde Türkiye’de henüz bir bayan voleybol takımı bulunmadığından teknik üniversitede öğrenim görmekte olan ve büyük bir voleybol yeteneğine sahip bulunan Sabiha Rıfat hanıma okul arkadaşları kendi aralarında yer vermişlerdi. Yönetmeliklerde bir bayan sporcunun erkek takımında yer alamayacağına dair bir maddenin bulunmaması yüzünden Sabiha Rıfat Hanım’a Fenerbahçe Spor Kulübü adına tescili yapılmıştı. Ve bu takım İstanbul şampiyonluğunu kazanmıştı. Dünyada ilk ve tekti. Ve Fenerbahçe Spor Kulübü umumi kaptanı genel sekreter vekili Hayri Celaleddin Atamer Sabiha Rıfat’a bir mektup göndermişti. Bu mektupta; “Bu memlekete ilk defa cem’i bir sporda erkek arkadaşlarla beraber olarak oynamak suretiyle gösterdiğiniz teceddüt ve muvaffakiyetten dolayı sizi Fenerbahçe gençliği ve Hey’et- i İdaresi namına hararetle tebrik ederim efendim” diye yazıyordu.
Bir Türk kızının şampiyon bir erkek takımında yer alması Türk sporu adına büyük olaydı.
Daha sonraları Anıtkabir inşaatında da kontrol mühendisliği yapmıştı. Diyeceğim o ki; Fenerbahçeliler tarihlerini iyi bilsinler ve onları bu duruma getiren efsane insanları asla ve asla unutmasınlar…
Röportaj: Sibel Kurt (Ekim 2007 – Fenerbahçe Resmî Dergisi)
Bir İstanbul Vardı
Ben, İstanbul’da doğdum. İstanbul’da büyüdüm.
Yetmiş beş yılı aşan ömrüm hep İstanbul’da geçti.
Çocukluğumun, delikanlılığımın, gençliğimin geçtiği bu şehirde arkamda bıraktım yaşlarımı.
Azrail’le randevum nerededir, bilinmez. Fakat yine de bu şehirde olmasını isterim kabrimin. Mezar taşımda İstanbullu yazmasını isterim.
Bu şehirde diyorum. Çünkü benim yaşlandığım, toprağında yatmayı arzuladığım şehir, doğup büyüdüğüm o güzel İstanbul asla değil şimdi. İstanbul’um diyemeyeceğim bir garip diyar oldu burası
Fenerbahçe’nin ve Türk basketbolunun Muhtar Baba’sı Muhtar Sencer’in mezarı İstanbul Büyükşehir BelediyesiAvrupa Yakası Mezarlıklar Şube Müdürlüğü tarafından temizlenmiş. Elbette kurumlarımıza teşekkür ediyoruz fakat teşekkürün büyüğü sayın Muharrem Gürbüz beyefendiye… Kendisini ayakta alkışlıyoruz! Kendisinden müsaade almadık fakat bizi hoş göreceğini umarak, Twitter’da bu konuda yazdığı tweetleri derledik. Muhtar Baba’nın ruhu şâd olmuştur. Bu da orayı asude bir bahar ülkesi yapmaya yeter… Bir de Fenerbahçe arması olsa mezarında… Keşke…
2001 yılında aramızdan ayrılan spor yazarı İslam Çupi, Fenerbahçe Basketbol Şubesi’nin kurucularından biri olan Muhtar Sencer’in vefatı üzerine 23 Kasım 1982 tarihinde Milliyet’te bir yazı kaleme alır.
Yazısında Muhtar Sencer ile tanışma hikayesine, Sencer’in Fenerbahçe ile olan ilişkisine ve Türk sporuna katkılarına kadar pek çok konuya değinir.
Bunun yanında Sencer’in edebiyata ve sanata olan ilgisinden bahsederken “dibine kadar bir Yahya Kemal hayranı” olduğundan da söz eder.
Yaşamının son yıllarını Almanya’da geçiren Muhtar Sencer’in rahatsızlığı nedeni ile yaşadıklarını ve sonrasında vefatından duyduğu üzüntüyü dile getiren Çupi, Yahya Kemal’in Rindlerin Ölümü başlıklı şiirine atıfta bulunarak ve “Muhtar Baba’yı, ‘Asude bir bahar ülkesi’ne yolcu çıkaracağız.” diyerek yazısına son verir.
Bugün “Asude bir bahar ülkesi” olarak anılan Muhtar Sencer’in Aşiyan’da yer alan kabri maalesef İslam Çupi’nin tarifinden uzak bir halde oldukça bakımsız ve unutulmuş görünüyor.
Fenerbahçe camiasına ve Türk sporuna olan katkılarından ötürü Muhtar Sencer’i rahmetle anıyor, kabrinin İslam Çupi’nin ifade ettiği gibi “Asude bir bahar ülkesi” olacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Bunun için başta Fenerbahçe camiası olmak üzere konuyu tüm yetkililerin ilgisine sunuyorum.
29 Temmuz 2022 tarihinde yaptığım paylaşım ile Fenerbahçe Basketbol Şubesi’nin kurucularından Muhtar Sencer’in Aşiyan’da bulunan kabrinin mevcut durumu hakkında bilgi verip kabrin bakımsız olduğuna dikkat çekerek gerekli düzenlemenin yapılması için ilgililere çağrıda bulundum.
Bu çağrımın hemen sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile iletişime geçerek ayrıca bir talepte oluşturdum. Talebime gelen cevabı ve yapılan işlemin sonucunu sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Sonuç her ne kadar İslam Çupi’nin ‘Asude bir bahar ülkesi’ tarifine uygun olmasa da gelen cevap ile İBB Avrupa Yakası Mezarlıklar Müdürlüğü’nün yetki ve sorumlulukları dahilinde üzerine düşeni yerine getirdiğini anlıyorum. Bu nedenle kendilerine teşekkür ederim.
18 Nisan 1949 tarihli Öz Fenerbahçe dergisinde Cem Atabeyoğlu müthiş bir tarihî belge bırakmış ve Fenerbahçe’de Ping Pong’un kuruluşu hakkında şahane detaylar vermiş. Meğer içinde bulunduğumuz 2022, Fenerbahçe Masa Tenisi şubesinin 75. yılıymış ve 1 Temmuz da doğum günü… İnşallah Muhtar Sencer‘in de adı anılarak, bihakkın kutlanır. Keyifli okumalar…
Bütün dünyada günden güne rağbet kazanmakta olan bir spor var. Adına: Masa Tenisi veya Ping-Pong deniliyor.
Bu cazip sporun memleketimize gelişi bir hayli eski olmasına rağmen; kulüplerimize yayılışı pek kısa bir maziye inhisar etmektedir. Burada, Ping-Pongun tarihçesini yapacak değilim. Yalnız, bu sene hiç yenilmeden İstanbul şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe Ping-Pong şubesinden biraz bahsetmek isteri. Çok kısa bir maziye sahip olan Fenerbahçe Ping-Pong şubesinin bu müddet zarfında elde ettiği parlak başarılar, cidden övünülmeye değer neticelerdir.
Çok kısa bir mazi dedi. Evet… Fenerbahçemizde Ping-Pong şubesinin kuruluşu, 1 Temmuz 1947 gününe rastlar. Yani henüz iki sene bile dolmamıştır. Bu şubenin tesisinde, Sarı-Lacivertlilerin kıymetli ve çalışkan sportif oyunlar kaptanı Muhtar Sencer’in hissesi çok büyüktür. Kendisini burada peşinen tebrik ederim.
Fenerbahçe’nin genç Ping-Pongcuları, üç dört aylık bir çalışmadan sonra, ilk maçlarını 11 Aralık 1947 günü Teknik Üniversite ile yaptılar. Takımın en kuvvetli elemanı Güneri Artunkal, bu maçta kendi mektep takımında yer aldı. Bu ilk müsabakada, Güneri’nin mektebine kazandırdığı bir galebe ile Fenerbahçeliler maçı 3-2 kaybettiler.
Sarı-Lacivertliler, bu ilk müsabaka ve mağlubiyetten sonra, çalışmalarına hız verdiler. 1947-1948 Ping-Pong sezonunu şu şekilde hülasa edebiliriz:
11.12.1947 | Fenerbahçe 2 – 3 Teknik Üniversite (Dostane Maç) (1. Kategori) 13.12.1947 | Fenerbahçe 5 – 0 Ortaköy (Vefa Turnuvası) (1. Kategori) 14.12.1947 | Fenerbahçe 4 – 1 Vefa (Vefa Turnuvası) (1. Kategori) 14.12.1947 | Fenerbahçe 4 – 1 Kurtuluş (Vefa Turnuvası) (1. Kategori) 20.12.1947 | Fenerbahçe 1 – 4 Beyoğlu (Vefa Turnuvası) (1. Kategori) 15.01.1948 | Fenerbahçe 4 – 1 Galatasaray (Dostane Maç) (1. Kategori) 17.01.1948 | Fenerbahçe 3 – 2 Zoğrafyon Lisesi (Zoğrafyon Turnuvası) (2. Kategori) 07.02.1948 | Fenerbahçe 3 – 2 İtalyan T. Lisesi (Zoğrafyon Turnuvası) (2. Kategori) 08.04.1948 | Fenerbahçe 3 – 2 Robert Kolej (Dostane Maç) (1. Kategori) 25.05.1948 | Fenerbahçe 5 – 0 Beyoğluspor (Vefa Turnuvası Finali) (1. Kategori)
Ping-Pong sezonu böylelikle kapanmış oluyordu Fakat bu arada; Şişli Halkevi, güzel bir teşebbüsle 17 Temmuz 1948 günü bir açıkhava turnuvası tertip etti. Beş takım arasında yapılan bu cazip turnuva sonunda; Ortaköy, Şişli Halkevi, Fatih Halkevi ve Tarabya’yı aynı neticelerle (3-2) yenen Fenerbahçe Ping-Pong takımı, bu turnuvanın şampiyonu oldu.
Fenerbahçeliler, bu arada iki hususi müsabaka daha yaptılar: 25/9/948 günü Kurtuluş’a 2-1 galip; 1/10/948 günü İzmit muhtelitine 4-1 galip.
Sarı-Lâcivertli Ping-Pongcular, 1948-1949 sezonuna daha hazırlıklı ve ümitli girdiler. Nitekim, İstanbul Tenis Ajanlığı tarafından tertiplenen İstanbul Ping-Pong Şampiyonası’nda; Beyoğluspor’u 7-2, Şişli’yi 6-3, Ortaköy’ü Hükmen, Tarabya’yı 9-0, Kurtuluş’u 6-3, Galatasaray’ı 6-3 mağlup ederek 18 puanla İstanbul Şampiyonu oldular.
Ayrıca; mecmuamız tarafından tertiplenen ferdî birinciliklerde de Fenerbahçeli Ping-Pongcular 2 ikincilik ve 2 üçüncülük kazandılar. Bu faaliyet programını 10/9/949 günü B.T.G.M. tarafından tertiplenen ferdî birinciliklerle (bu haftalık) kapayabiliriz. Bu müsabakalarda da Fenerbahçe, çift erkeklerde 1 ikincilik; çift muhtelit (kadın-erkek) müsabakalarında da 1 üçüncülük aldı…
Bu arada, Fenerbahçe’den Güneri Altunkal 1946 yılından beri İstanbul Ferdî Ping-Pong Birinciliği’ni muhafaza etmektedir. Bu güzide oyuncu, 1946 yılından beri (Öz Fenerbahçe Ferdî Turnuvası hariç) iştirak ettiği bütün ferdî ve takım müsabakalarında hiç yenilmemiştir. Güneri’den sonra takımlar arası yaptığı müsabakalarında yaptığı 18 maçta 18 galibiyet alan Hamit Pişkin’i sayabiliriz. Hamit, Apostol, Ancus ve K.Vasiliadis gibi kıymetli rakiplerini müteaddit defalar mağlup etmeye muvaffak olmuştur. Fenerbahçe’nin Ping-Pong’cuları arasında Aleko Morisis, Niko Magulas, Foduloğlu, Stefo Halaris, İsak Hananel, Nejat Tulgar ve kıymetli takım kaptanı Marulidis isimlerini sayabiliriz.
Böylelikle Fenerbahçe Ping-Pong takımı iki sene içinde tertip edilen resmî ve hususî bütün karşılaşmalarında 20 maç kazanmış ve ancak 2 maç kaybetmiş oluyor. Övünülecek bir netice değil mi? Sarı-Lâcivertlilerin genç Ping-Pongcularını tebrik ederiz. Kendilerinden bu parlak derecelerinin devamını bekliyoruz.
Cem Atabeyoğlu | 18 Nisan 1949 – Öz Fenerbahçe Dergisi (Fenerbahçe’de Ping Pong’un Kuruluşu)
16 Mart 1934 tarihinde başlayan Şükrü Saracoğlu’nun Fenerbahçe başkanlığı, tam 16 yıl sonra 15 Ekim 1950’de sona erdi. Her ne kadar Şükrü Saracoğlu, 1953 yılı sonundaki vefatına kadar “Fahrî Başkan” olarak kaldıysa da Ekim 1950 kongresi, Fenerbahçe’de bir çağın kapanışı oldu. Aşağıdaki yazı Dr. Rüştü Dağlaroğlu tarafından, bu kongreden hemen sonra Öz Fenerbahçe dergisinde kaleme alınmıştı. Keyifli okumalar.
Fenerbahçe Kulübü geçen Pazar fevkalade bir kongre aktetti. İdare heyetine sunulmuş bir takrir neticesi kulübe çağırılan Fenerbahçeliler, tarihimizde rekor teşkil edecek bir kalabalıkla, bu davete koştular. Dört ay önce yapılan senelik kongreden tam üç misli bir aza kitlesinin katıldığı bu topluluğun hafızalarımızda da, bir çok hususiyetlerle dolu, unutulmaz ve mesut bir hatıra olarak kalacağı şüphesizdir.
Fenerbahçe Kulübü, derece derece, her Fenerlinin emeğini taşıyan, onların gönüllerinden birer parça bulmuş medarı iftihar bir varlığımızdır. Onu korumak, yükselmesine mani engelleri bertaraf etmek, şikayet ve ıstırap mevzularını silip atmak, her Fenerbahçeli için bir hak olduğu kadar vazife ve vecibedir de… İşte, bu aziz yuvanın son toplantısında görülen ve yaşanan manzara ve hadiseler kulübümüz muhitinin bu vazife ve vecibeyi bihakkın kavramış ve onun icaplarına uymaya kitle halinde hazır olduğunu, en gencinden en yaşlısına kadar ispat etmiştir.
Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi Enver Bey’den, en yaşlı azamız 84’lük doktor Hamit Hüsnü’den ve en emektar idarecimiz meşhur Elkatipzade Mustafa Bey’den tutun da, 5 yıllık üye şartını henüz iktisap etmiş gençlere kadar, geçen Pazar lokalimizde yaşanan 6 saatlik toplantı, sarsılmaz Fenerbahçe birlik ve bağlılığının en son ve kuvvetli bir tezahürü olarak karşımıza çıkmış bulunuyor.
Ulvî Dava Fenerbahçe
Ben, çok uzun yıllardan beri bu derece muazzam ve heyecanlı bir Fenerbahçe topluluğunu 15 Ekim 1950 Pazar günü gördüm. Enver ve Mustafa Beyleri bir Fenerbahçe kongresinde, hiç değilse son 20 yıldan beri, ilk defa o gün hazır buldum. Camiamızın birliğimize karşı harareti gittikte artan bu muhabbeti karşısında sevinmek hepimiz için bir hak olmuştur. Övünelim ve yarına emniyetle bakalım.
Bu emniyeti kuvvetlendirici diğer bir nokta da, Fenerbahçe muhitinin gençliğe karşı gösterdiği çok yerinde ve yüksek güvendir. O gün seçilen 7 kişilik yeni heyetten 5’ini, kulüp mukadderatına ilk defa olarak el koymuş, gençler teşkil etmesi bu itimadın en kuvvetli bir örneği oldu.
Yaratılan bu büyük inkilâp karşısında her Fenerbahçe mensubuna bir vazife düşüyor: Faye aynı vicdan da bir olduktan sonra, davayı el birliği ile ve gayretle hedefe doğru ilerletmek noktasında temerküz edecek edecek bu vazifeden tek bir Fenerlinin uzak kalacağını akla getirmek hata olur.
Hepimiz için tek huzur imkanı, bu ulvî davada hedefimizin böylece yalnız ve yalnız (Fenerbahçe’nin menfaati) olduğunu idrak ve kabul etmektir. Bunda ise müttefik bulunduğumuza göre, istikbal elbette Fenerbahçelilerin olacaktır.
Dr. Rüştü Dağlaroğlu
Bilgi Notu :
Bir çağın kapanışı olan 15 Ekim 1950 kongresinde seçilen idare heyeti şu isimlerden oluşuyordu :
Yukarıdaki fotoğraf 1955 yılında, Ankara’da çekilmiş. Yılmaz Gündüz’ün ve İnci Yiğit’in düğünlerinden… Sayın Murat Gündüz sağ olsun, sayesinde biliyoruz. Bugünkü konumuz “Altan Dinçer Fenerbahçe’de” diyebilmek için kulübün başına gelenler. Muhtar Sencer ile beraber Fenerbahçe basketbol şubesinin kurucusu olan Cem Atabeyoğlu, doyumsuz kalemiyle, Altan Dinçer’in Fenerbahçe’ye transferini anlatıyor.
Fotoğrafta ise kimler yok ki… Altan Dinçer, Cem Atabeyoğlu, Muhtar Sencer, Erdoğan Karabelen, Sacit Seldüz, Rüştü Dağlaroğlu, Reşat Dermanver, Selahattin Torkal, Basri Dirimlili… Hepsi nur içinde yatsın.
Bir sabah Cağaloğlu’ndaki evime gelen Muhtar Sencer o telaşlı haliyle, “Mahvolduk… Mahvolduk…” diye içeri dalmıştı. Ve kendini holdeki koltuğun üzerine külçe gibi bırakırken “Altan’ın lisansını alamıyoruz. Mahvolduk” diye inlemişti.
Sevgili dostumun tarifsiz bir heyecan içinde anlattığına göre, Altan Dinçer, Teşvik Turnuvası’nın bir maçında Vefa takımında oynadığı için Beden Terbiyesi Bölgesi bu sporcunun transferine izin vermiyordu. Bir sporcunun, bir sezon içinde iki takımda yer alamayacağı yolundaki genel prensip, Altan Dinçer’in Vefa’dan Fenerbahçe’ye transferini engelliyordu.
Ben de şok olmuştum. Kafamı toparlamaya çalıştım zorlukla. Sonra çalışma odama geçip, oradaki yönetmeliklere sarıldım. Bildiğime inandığım bir hususu bir kez de gözlerimle görüp kendi kendime kanıtlamaya çalıştım. İncelediğim yönetmelikler beni rahatlatmıştı. Salonda döndüğümde Muhtar bir yandan kahvesini içiyor, bir yandan da karşısına oturttuğu rahmetli anneme olup bitenleri anlatmaya çalışıyordu.
“Kahveni iç, gidelim” diye konuştum.
Muhtar’cık şaşırmıştı. Fakat yine de iki yudumda kahvesini içti:
“Nereye gideceğiz?” diye sormaktan da kendini alamadı.
“Nereye olacak?” dedim sakin bir sesle “Bölge’ye, Altan’ın lisansını almaya gideceğiz”
Asla inanmamıştı, daha doğrusu inanamamıştı bir türlü. Nitekim yolda durmadan aynı konuyu tekrarlıyordu:
“Vefalılar, Teşvik Turnuvası’nın maç kağıdını getirip Bölge’ye vermişler. Altan oynamış bu maçta. Nasıl faka bastık yahu?” diyordu durmadan.
“Üzme kendiniii” diyordum ona “Bir de ben konuşayım bakalım”
“Konuşmasına konuş ama, bitti bu iş artık” diye söyleniyordu arkadaşım.
Ne Yapıp Edip O Lisansı Almalıydık
Muhtarcığım alabildiğine büyük bir karamsarlığın içindeydi. Onu gayet iyi tanırdım. Ne söylesem onu feraha çıkaramazdım. Bu konuda onu bu büyük karamsarlıktan ancak Altan’ın lisansını kurtarabilirdi.
O zamanlar Beden Terbiyesi İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün Sicil ve Lisans Servisi Şefi, Sorbon Üniversitesi’nin Yüksek Matematik bölümünden mezun olmuş rahmetli Raşit Bey’di. Cin gibi zeki, yönetmelikleri ezbere bilen, son derece dürüst, fakat asık suratlı bir insandı rahmetli. Hayli de sertti. Muhtar’ı koridorda bıraktım, odasına tek başıma girdim. Reşit bey, beni karşısında görünce, gözlüklerinin üzerinden baktı her zamanki gibi donuk sesiyle;
“Hoş geldin.” Dedi ve hemen arkasından sordu “Hayrola bir şey mi var?”
“Altan’ın lisansını almaya geldim Reşit Bey” diyiverdim.
Gözlüklerinin üzerinden attığı bakışları birden sertleşiverdi:
“Muhtar’a söyledim.” Diye homurdandı. “Altan, Teşvik Turnuvası’nda Vefa’da oynamış. Resmi maçta oynamış bir oyuncunun aynı sene içinde başka bir kulübe transferi yapılamaz. Bilmiyor musun? Seneye alabilirsin ancak”
Sakince sordum kendisine:
“Teşvik Turnuvası resmi maç mıdır Raşit Bey?”
Bakışları alabildiğine alevlenmişti o anda:
“Bölge tarafından düzenlenen Teşvik Turnuvası’nın resmi maç olduğunu bilmiyor musun sen?” diye homurdandı.
Kara Kaplı Kitap Ne Diyor?
Yine masum bir tavır takınmaya çalıştım:
“Kabul Reşit bey. Fakat hangi kitabın hangi maddesine göre?” diye konuştum. “Bunu bana gösterirseniz, bir daha böyle hataya düşmem”
Rahmetli Reşit Bey, bana bir şey öğretmek hevesiyle işin üzerine eğildi. Çekmecesinden “Basketbol Müsabaka Yönetmeliği”ni çıkardı. Sayfalarını birkaç kez baştan sona karıştırdıktan sonra:
“Buraya alınmamış ama resmi maçtır Teşvik Turnuvası” diye söylendi.
Cüretimi birden arttırıverdim:
“Fakat bu söylediğiniz, Basketbol Müsabaka Yönetmeliğinin son maddesine biraz ters düşmüyor mu Reşit Bey?” diyiverdim.
Adamakıllı öfkelenmişti. Bu öfkeyle yönetmeliğin son sayfasını açtı ve son maddeye baktı. Bu son maddede “Bu yönetmelikte yer almayan hususlar için Futbol Müsabaka Yönetmeliği esas alınır” diyordu. O bu maddeyi okurken, cebimden çıkardığım Futbol Müsabaka Yönetmeliği’ni usulca masası üzerine bıraktım. Bu yönetmelikte “Resmi Müsabakalar”ın ne olduğu açıkça izah eden bir madde vardı. Onu gösterdim. Okudu. Bu maddede Teşvik Müsabakaları diye bir kayıt yoktu. Olamazdı da zaten Teşvik Turnuvaları yalnız basketbol ve voleybolda vardı. Ve takımları liglere hazırlamak amacıyla düzenlenirdi. Reşit Bey fena halde öfkelenmiş, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Üst üste belki üç dört defa okudu maddeleri. Sonra yine gözlükleri üzerinden baktı bana yine:
“Sen de biliyorsun ya Teşvik Turnuvaları’nın resmi maç olduğunu” diye homurdandı.
Boynumu büküp öfkeli gözlerine baktım: “Kara kaplı kitabın söyledikleri yanında benim bildiklerimin ne değeri olabilir ki Raşit Bey?” diye konuştum.
Durdu, uzun uzun düşündü. Kara kaplı kitap, onun pek büyük bir sadakatle bağlı olduğu şeydi. Birden çekmecesini çekti., bir lisans çıkardı. Bana uzatırken yüzünde ve bakışlarında hafif bir tebessümün bir an için belirip uçtuğunu fark ettim.
“Maddelerdeki açıklardan faydalandın” diye söylendi.
“Vazifemiz de bu Reşat Bey” diyiverdim gayriihtiyari.
Bu kez yüzünde, bir an için de olsa açık ve seçik bir tebessüm belirmişti:
“Hak ettin” diye söylendi “Al Altan’ın lisansını, git”
Altan Dinçer Fenerbahçe’de
Lisansı kapmamla teşekkürü basıp odasından fırlamam bir oldu. Kapının önünde tarifsiz heyecanlar içinde, piposunu kemire kemire volta atmakta olan Muhtar’a elimdeki lisansı uzattım.
“Al bakalım Altan’ın lisansını” diye söylendim.
Muhtarcık, elinde tuttuğu lisansa hayretler içinde bakıyor, gözlerine inanamıyordu sanki. Sonra birden boynuna sarılıp “Allah Allah” nidalarını atmaya başlamıştı.
İşte koca Altan Dinçer, yönetmeliklerdeki küçücük bir madde açıklığı sayesinde resmen Fenerbahçeli oluvermişti böylece.
Elbette ki Fenerbahçeli milli futbolcu Yaşar Alpaslan’ın özbeöz yeğeni olan Altan Dinçer de “Oğlan çocuk dayıya çeker” sözünü boşa çıkarmayıp Fenerbahçeli olacaktı. Seneler sonra Altan, yine Fenerbahçeli bir bayan voleybolcu olan Seçkin ile evlenecek ve yıllar sonra da bu Fenerbahçeli çiftin çocukları Kemal Dinçer, Sarı-Lacivert’li forma altında basketbol oynayacak, takım kaptanlığı yapacak ve sonunda takımın menajeri olarak başa geçecekti.