İlk kitabımız “Fenerbahçe Tarihi Meseleleri: 1907-1914” içerisinde Elkatipzade Mustafa Bey ile ilgili ayrı bir bölüm vardı. Merhum “müessisimiz” aslında ayrı bir kitabı hak ediyor ama ne yazık ki evrak-ı metrukesine ulaşmak mümkün olmamıştı. Kıymetli büyüğümüz Oğuz Elkatip beyefendi sayesinde bu imkansızlık zail oldu. Kendisinin teveccühü ve müsaadesiyle, Elkatipzade Mustafa Bey Arşivi artık sitemizde… Merhum kurucumuzun ruhu şâd olsun. Huzurlarınızda Fenerbahçe Mucizesini Yaratan Adam: Mustafa Elkatip.
Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan’ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm I
Bu, sporda yaşanmış bir hikayedir. Özel sohbetlerimde, anılarımı dostlarıma anlatırken onlar bana “Gelmiş geçmiş Fikret’sin. Hep sözde kalır bu hatıralar. Bunları bir kitap halinde topla” dediler.
Fikir bana da uygun geldi. Dostlarımın arzusuna uyarak kalemi elime aldım ve bir şeyler karalamaya çalıştım. Bu kitabın çıkışında bazı yakınlarım da yardımcı oldular. Ben olaylara tamamen ışık tutmaya çalıştım. Profesyonel bir yazar değilim. Spor alanında evvela futbolcuyum. Sonra teknik adam ve daha sonra da yöneticiyim. Geriye baktığım zaman hafızamda 58 yılın hatıraları canlanıyor. Kimleri görmüş ve kimleri tanımamıştım. Onları kendilerine göre sınıflara ayırdım ve hatıralarımı dile getirmeye çalıştım… Sevabımı ve hatalarımı açıkça ortaya koydum. İşte gördüğünüz “Büyük Fikret” adlı bu kitap ortaya çıktı.
Dünü hatırlamak isteyen bugünkü gençlere ışık tutabilen iddiasız ve mütevazi bir kitap. Bunda başarılı olabildimse ne mutlu bana…
En derin saygılarımla…
Çocukluğum
1911 yılında Kızıltoprak’la Feneryolu arasında bir evde doğmuşum. Anne tarafım Kadıköylü, baba tarafım Rumelihisarlı. Benden üç yıl sonra da kardeşim Semih aynı evde dünyaya gelmiş. Her ikimiz de küçüklüğümüzü bu yerde geçirdik. Ancak Çanakkale Savaşları’nın kritik bir döneminde bir yıl için Ankara’ya giderek orada oturduk. Böylece Kadıköy’deki evimizi bırakmıştık. Dönüşte büyükbabamın Rumelihisarı’ndaki evinde 10 yaşına kadar kaldım. Ancak yazları dedemin Kadıköy’ünde ve Kızıltoprak’taki evinne gelir, kışları Rumelihisarı’na dönerdim. Çocukluğumun bu devresinde top nedir bilmezdim. Hatta hiç görmemiştim bile… Beşiktaş’ın başarılı yöneticisi Sadri Usuoğlu, Rumelihisarı’nda evimizin az aşağısında oturuyordu. Yıllar sonra karşılaştık. Birbirimizi ancak o zaman tanıdık. İstiklal Savaşı’nın sonlarında, artık ailemiz büyüklerinin ayrıldıkları bir sırada Kadıköy Bahariye’de Cevizlik denen yerde bir ev alarak oraya yerleştik.
Futbola Başlangıç
İşte futbol hayatım 12 yaşında burada başlar… Esasen yakın akrabam olan ve benim futbol hayatıma büyük katkılar yapan Alaaddin Baydar ağabeyimin çok yakınına taşınmıştık. Kendisi o zaman Fenerbahçe’nin ve Türkiye’nin büyük isim yapmış şöhretlerindendi. İçimde bulunan futbola yakınlık yavaş yavaş meşhur Cevizlik çayırında meydana çıkmaya başladı. Çünkü, Fenerbahçe’nin büyük isimleri burada toplanmışlardı. Cevizlik Çayırı çok engebeli ve yokuşlu olduğu için, burada top oynamak için muhakkak ayak hakimiyeti gerektiği gibi, topun gideceği yeri kestirmek bakımından dikkat ve ani hareketler gerekirdi. İşte burada yetişen Fenerbahçelilerin ve tüm futbolcuların ayak hakimiyetleri ve futbol teknikleri hemen hemen tamdı. Burada top koşturan büyük isimleri şöyle sıralayabilirim, Alaaddin Baydar, Sabih Arca, Kadri Göktulga, Fahir Yeniçay, Şahap ve meşhur tenis şampiyonumuz, futbolcumuz Suat Subay…
Aralarında dolaşan biz küçüklere gelince, Muzaffer Çizer, İhsan Gürsan, Agah, İhsan Tuna, Neylan, Fahri İşbay, Tarık Yenisey, Suat Belgin, Ziya Atamer, Tevfik Baban, Suat Tokay, daha sonra Yunanistan’a giderek Simionidis adıyla milli takımlarına kadar yükselen Tefeloi, kardeşim Semih ve ben…
Bizden de küçükler olarak Necdet Dolay, Bedii Yazıcı, Müşfik ve Eşfak Aykaç vardı… Yalnız Eşfak ve Müşfik Galatasaray Lisesi’ne gittikleri için Galatasaraylı olmuşlardı. Ancak Eşfak Aykaç Cevizli Çayırı’nda yetişmiştir…
Bizler büyükler arasına girerek yapılan çift kale maçlarında oynardık. Bu oyunlara elbette ben de girerdim. Bilhassa maç olmadığı cuma günleri karşılaşmalar yapılır ve bizleri Fenerbahçe Kulübü’nün iki büyük idarecisi Mustafa Elkatip ile Mocuk lakabı ile anılan Suat Belgin’in ağabeyi Hikmet Belgin izlerdi. İkisi de futboldan çok iyi anlayan ve kulübün temel direklerini yetiştiren kişilerdi. Bu itibarla gençlere büyük değerler vererek derhal kulübe alırlardı. Seçtikleri bu kişiler kulübün büyük futbolcuları olurlardı.
Bu arada bende futbol merakı ve istidadı olduğunu sezen Aladdin Baydar ağabeyim, elimden tutarak kendi oynadığı maçlara götürmeye başladı. Tabii ki, artık Fenerbahçeli olmuştum. Muhitimde oldukları için önce Zeki, Bekir, Sabih ve Kadri gibi oyuncuları görmüştüm. Onlara yetişmek hevesi uyandı içimde. Bir tutbol maçı olarak ilk defa stada girişim o zaman cuma ligi şampiyonu Fenerbahçe ile pazar günü şampiyonu Union Kulüp (İttihatspor) maçı olmuştur. Oyun Kadıköy’de şimdiki Fenerbahçe Stadı’nın bulunduğu yerde oynanıyordu. Bu müsabakada ilk defa bende uyanan kulüpçülük heyecanını hiç unutamam. Dört, beş kişi dışında oyuncuları iyi tanımıyordum. Ama Fenerbahçe 2-0 galipken İttihatspor’dan Bekir fırtına gibi bize arka arkaya iki gol attı ve durumu berabere yaptı. Müsabaka heyecanı son haddini bulmuştu. Son dakikalarda Sabih Arca kafa ile bir gol daha atarak durumu 3-2 yaptı ve kazanmayı başardık. Artık küçük bir Fenerbahçe taraftarıydım. Aladdin ağabeyimden beni her Fenerbahçe maçına götürmesini rica ettim, kabul etti…
Günler böyle geçerken Cevizlik’te ben de çift kaleler arasına girmiştim. Büyüklerin oynayışlarına dikkat ederek onlardan çalım yutmamaya gayret ederdim. Yaradılışım itibariyle korkak olmadığımdan süratimle onlarla mücadele ediyordum. İşte o sıralarda bizi seyreden Mocuk Hikmet çayırın küçüklerini bir araya toplayarak birkaç oyuncu eklemek suretiyle Fenerbahçe’nin dördüncü takımını kurdu. Yıl 1924… Hiç unutmam, ilk formalarımızı Ziya Atamer’in annesi hazırlayarak bize vermişti. Bu takımda şu arkadaşlarım vardı: Agah, İhsan Kaleci, Tevfik, Ziya Müdafaa, Şeref, Reşat ve ben, Suat, Şevket, Tarık, Fahri, Muzaffer, Suat, Neylan…
Yukarıda adları geçen futbolculardan sekizi bizim çayırdandı. Mocuk ve Mustafa Elkatip beylerin yardımıyla kendimize göre takımlar bulup maçlar yapmaya başladık. Böylece çayırdan sahaya geçen muntazam oyun şekli benim futbola karşı daha da yakınlaşmamı temin etti. İki yıl kadar geçmişti. Bu arada Galatasaray ve Beşiktaş da genç takımlarını kurmuşlardı. Devrin federasyonunu teşkil eden Muvaffak Menemencioğlu, Yusuf Ziya Öniş ve Şeref beyler genç takımlara büyük önem veriyorlardı.
(DEVAM EDECEK)
Sene 1929… İsmail Hakkı Tekçe’nin davetlisi olarak Ankara’ya gittik. O gün Muhafızgücü ile yaptığımız maçı 3-1 kazanmıştık. Ve bir golü de ben attım. Fotoğrafta, takım arkadaşlarım ve Muhafızgüçlü futbolcular bir arada.
On yıllar evvel, İstanbullu mahlasıyla “Ol Şehr-i İstanbul ki” isimli bir seri kaleme alan yazarın, bu yazıdaki konusu Kurbağalıdere… “İstanbullu”, bu muhitin asıl çöküşünü Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali’nin yanmasına bağlamış. Haksız da sayılmaz… Yazıyı okurken size zaman zaman neşe, fakat ekseriyetle hüzün eşlik edecek…
Kadıköy yakasında dolaşırken, buraya nice ve nice yıllar apayrı bir özellik ve güzellik kattıktan sonra bugün kendi haline terk edilmiş bulunan Kurbağlıdere’den bahsetmemek, İstanbul’un geçmiş yaşantısına karşı saygısızlık olur herhalde…
Kurbağlıdere, İstanbul’un bu güzel yakasının en büyük bir eğlence ve bir mesire yeri idi. Kadıköy’ün o sevimli Kuşdili Çayırı’na ayrı bir güzellik katmakla da kalmayıp Yoğurtçu Parkı önünden tâ Kalamış koyuna kadar uzayıp giderdi.
İlkbahar ve yaz aylarında bu dere rengârenk kayıklarla dolup taşar ve nice canlar en güzel kıyafetleri içinde burada seyrana çıkarlardı. Dere’nin akıp geçtiği yerdeki çayırlar da mahşeri kalabalık ile dolup taşardı. Kadıköy’ün en güzel ve en gözde konakları ve evleri bu derenin yanında yükselirdi. Bu ahşap evlerden pek çoğu günümüze dek ulaşmış bulunmaktadır.
Bir zamanların bu en gözde köşesinin bugün gözden alabildiğine düşmüş olmasının nedeni, Kurbağalıdere’nin son zamanlarda eski şaşaalı günlerini tamamen unutturan bir hal ve hüviyete bürünmüş olmasıdır. Buraya gizlice verilen kanalizasyonların yanı sıra günden güne çamurla dolmakta bulunan dere bu havaliyi oturulması pek zor bir hale getirmiştir ne çare ki. Bu nedenle yalnız Kurbağalıdere değil, kıyılarında yükselen o eski güzelim konaklar da mukadder akibetlerine terk edilmiş durumdadırlar. Dolayısiyle bu konakların yer aldığı arsalar bile gözden düşmüştür ne çare ki. Bir zamanlar Kadıköy yakasının en muteber arsaları bugün bir karış toprağın bir servet teşkil ettiği çevrede «yüzüne bakılmaz» duruma dûçar kalmıştır maalesef.
Kurbağalıdere Kadıköy semtinin yalnız en gözde bir mesire yeri değildi, aynı zamanda bir spor merkezi idi de. Bu derenin hemen yanındaki çayırı, İstanbul futbolunun doğuşuna sahne olmuştu, İngilizlerin yurda soktukları bu cazip oyun bu çayırda yine İngilizler tarafından ilk kez oynanmıştı. Sonra yine bu çayırdan Kadıköyün diğer çayırlarına yayılmış, oradan da bütün İstanbul’u kaplamıştı.
Bu semtte doğan Fenerbahçe kulübü, 1914 yılında bu derenin hemen kenarında beyaz boyalı güzel bir lokale taşınmış ve burada Türkiye’nin an büyük bir spor kulübü haline gelmişti. Fenerbahçeli futbolcuların teşebbüsü ile alınan bir sandal, Türkiye’de spor kulüplerinin ilk kürek faaliyetini teşkil etmişti. Ve Türkiye’de kürek sporunun temelinin atıldığı yer de bu vesile ile Kurbağalıdere olmuştu.
Fenerbahçelilerin 1914 yılı yazında Nehabet adında bir ustaya bu derenin üzerinde yaptırdıkları ahşap kayıkhane, bir spor merkezi haline gelmiş bulunan Kurbağalıdere’ye ayrı bir önem kazandırdı.
Fenerbahçe kulübünün 20 Mart 1914 cuma günü parlak bir törenle açılan dere kenarındaki, beyaz boyalı ahşap kulüp lokali, yalnız bu kulübün değil, Türk sporunun da bir çok unutulmaz olaylarına sahne oldu.
3 Mayıs 1918 günü Fenerbahçe kulübünün bu lokalini ziyaret eden Anafartalar Kahramanı Mirliva Mustafa Kemal Paşa burada birkaç saat geçirmiş ve kulüp hâtıra defterine intibalarını yazmıştı :
«Fenerbahçe Kulübünün her tarafta mazharı takdir olmuş bulunan âsarı mesaisini işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbabı himmetini tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifâsı ancak bugün müyesser o- labilmiştir. Takdirat ve tebrikâtı buraya kayıt ile mübahiyim. 3.5.1334 (1918) – Ordu Kumandanı M. Kemal»
Kulüpten Moda’ya gitmek üzere ayrılan Mustafa Kemal Paşa, Kurbağalıdere iskelesinden Fenerbahçe kulübüne ait iki çifte bir futaya binmiş ve bu dereden futa ile Moda’ya gitmişti. Aradan dört yıl geçmeden vatanı kurtaracak olan büyük kahramanı kulüpten futa ile Moda’ya götürmek şerefi ise Fenerbahçeli Mustafa Elkâtip Bey’e ait olmuş, küreği bu eski Fenerbahçeli çekmişti.
Bu kulüp lokali Türk spor tarihinin en hareketli faaliyetine sahne olmuştu. Fenerbahçe’nin çeşitli yaşlardaki futbolculardan kurulu on beş futbol takımı lokale 50 metre mesafedeki sahaya (bugünkü Fenerbahçe stadı) giderlerken, atletler piste çıkarlar, hokeyciler Kuşdili çayırında egzersiz yaparlardı. Kürekçiler derede çalışır, yelkenciler buradan yelken açarlardı. Tenisçiler hemen bitişikteki kortta oynarlarken, patenciler beton pistte kayarlardı. Salonda da boks, halter, eskrim ve cimnastik çalışmaları yapılırdı.
Geceleri ise toplantı salonunda toplantılar, çeşitli müsamereler tertiplenir, konserler verilirdi. Kulüp azasından bulunan Ibnürrefik Ahmet Nuri, Ahmet Rasim, Ali Rıfat, Ekrem Besim gibi edebiyat ve musiki âleminin ünlü isimlerinin yanı sıra yine azadan Muhiddin Sadak ve futbolculardan Münir Nureddin (Selçuk) beyler bu unutulmaz gecelere ayrı renk katarlar, yaz gecelerinde Kuşdili çayırı ve Kurbağalıdere saz ve ses ahengi ile yıkanırdı.
5 Haziran 1932 pazar gecesi çıkan bir yangın bu beyaz boyalı ahşap binayı içindeki binbir hâtıranın yanısıra spor sahalarında kazanılmış 107 parça kupa ve mükâfat ile birlikte kül ederken Kurbağalıdere en büyük ve en acı bir kaybına uğramıştı.
Bu yangından sonraki yıllarda geçen her gün Kurbağalıdere’nin aleyhine tecelli etti. Her geçen gün bu delrnin şaşaası biraz daha söndü. O berrak su bir çamur deryası halini aldı. Yasemin, manolya ve mor salkımların içleri bayıltan o güzelim rayihasının yerini kanalizasyondan çıkan boğucu ve tiksindirici hava kapladı. Ve Kurbağalıdere’nin eski günlerden bu yana sadece tatlı bir anısı kaldı..