Etiket: Muzaffer Çizer

  • Büyük Fikret Bölüm IV

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm IV

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Genç Yaşta Takım Kaptanı Oluyorum

    Daha önce de sözünü ettiğim Galatasaray’la oynadığımız Gazi Büstü maçının son dakikasında geride oynamayı teklif ettiğim zaman kaptanımız Zeki Bey pek yanaşmamıştı buna… Sonradan oynayacağımız bir Beykoz maçının başlaması sırasında bana seslendi… “Git kaleyi al” dedi…

    Ben de oraya gitmeye üşeniyor da gitmiyor diye, “Hangi kaleyi alayım?” diye sordum. Bana ciddi ciddi bakarak, “Kaptansın hangi kaleyi istersen onu al…” dedi.

    Vaziyeti anlar gibi olmuştum. Maçtan sonra beni yanına çağırarak, “Ben yanında bulunurken takımı sevk ve idareye alış… Biz artık yaşlandık” diye konuştuk. Fakat iki yıldan fazla süre takımda Umumi Kaptan olarak yerini aldı… Ben de kaptanlık ettim… Bana, “Hemen hemen hiç müdahalede bulunmadı… Ve ilk nasihati şöyle verdi: “Takımda senden yaşlı ağabeylerin var. Onlar hakkındaki düşüncelerini önce bana söyle. Gerekli değişikliği ben onlara söylerim” dedi. Benden yaşlılar bu duruma itiraz edecek olmuşlar, onlara da, “Elbette bu takımın idaresi bir gün bir gencin eline kalacak. Bu çocuk mesuliyet hissine alışık’ demiş…

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Üzücü İki Olay

    Üzücü ve sevindirici olayların hemen hepsi Galatasaray maçlarında olmuştur.

    Bir Galatasaray maçı oynuyorduk. Zeki kaptan bana soyunma odasında, “Sen santrhaf oynayacaksın’ demişti… O kadar hazırlıklı değildim… Oda başıma yıkıldı sandım. O devirde Merkez Muavini denilen santrhaf hem defansa yardım eder hem de forvetin peşinden giderek hücum oynardı.

    Çok sert bir maç oldu. Oyunun başında Kadri ağabeyin bir düşüşte köprücük kemiği kırıldı. Bir süre sonra da Galatasaray beki Mehmet Nazif’in ayağı kırıldı. İki futbolcu da sahayı sedyede terk ettiler… Böyle iki kırıklı bir maç daha görmedim ve oynamadım…

    Yine bir Galatasaray maçıydı ve yine santrhaf oynuyordum. Bu oyunda galip geldiğimiz takdirde şampiyon olacaktık. Beraberlik Galatasaray’ı birinci yapıyordu… Maçın son dakikasına gelmiştik ve durum 1-1 berabere sürüyordu ki, Galatasaray aleyhine bir penaltı oldu. O gün çok yorulmuştum. İlk defa olarak Zeki kaptana, “Ben atmayayım” dedim… Sert sert yüzüme baktı, “Git at…” dedi… Galatasaray kalecisi sanırım Rasim’di. Atışı yaptım. Kaleci topun geleceği yeri anlamıştı yattı ve tuttu. Beynimden vurulmuşa döndüm… Dahası var… Derhal uzun bir degaj yaptı ve soliç Latif de bizim kaleye golü attı… Bu olay cereyan ederken ben daha yerime bile gitmemiştim. Maç bitti. Ben de bitmiştim. Zeki kaptan yanıma geldi, “Aldırma” dedi, “Futboldur bu… Olur böyle şeyler…” O kadarını hatırlıyorum. Gözümü açtığımda yatak odamda iki arkadaşımla, annem vardı. Ne kadar üzüldüğümü tarife imkân olmasa gerektir…

    Karacan’ın Bana İltifatı ve Hediyesi

    İlk oynadığım maçtan sonralarıydı… O zaman İdare Heyetinde bulunan Ali Naci Karacan beni yanına çağırarak parmağındaki çok değerli Fenerbahçe yüzüğünü, “Bu yüzük başarın için sana yakışır…” diye iltifat ederek verdi. Bu anın sevincini hiç unutamam…

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Yunanistan Seyahati

    O devirlerde Galatasaray’la birlikte muhtelit kurar, çok maçlar yapardık, seyahatlere çıkardık. Bunlardan biri de bir Türk futbol takımının ilk defa Yunanistan’a gidişi halinde olmuştur…

    Seyahatimiz deniz yoluyla idi… Çok fırtınalı bir havada Kaplora denilen yerde öyle sallandık ki hepimizi deniz tuttu ve arkadaşlarımızın çoğu “Kendimizi denize atıp kurtulalım…” dediler. Neyse ki salimen kıyıya vardık ve oradan Atina’ya gittik.

    Yunanlı idareciler bize çok yakınlık gösteriyorlardı ancak otobüsümüze Türk bayrağını astırmadılar. İlk maçımızı oranın Olimpiakos-Aris karması ile oynadık… Maçı bir Bulgar hakem idare edecekti. Fakat kendisinin bütün ailesi Yunanlı imiş… Sanki Atina muhtelitinin 12’inci oyuncusu olarak oynadı bize karşı… Maçı açık farkla kaybettik. Ancak maçın ortalarına doğru kalecimiz Avni bir çıkış yaptı ve kafasına yediği bir darbe ile baygınlık geçirdi. Hakem bu olayı görmemezlikten geldi. Rakip oyuncu topu kaleye yolladı. Tam gol olurken yedekte bekleyen kaleci Ulvi Yenal çıkarak topu kaptı ve oyuna soktu. Hakem bunu da görmedi. Top kaleye girmediği için gol olmadı.

    Oyunun ikinci devresinde kaptan bana, “Sen solhafa geç…” dedi. Karşımdaki Mihakis diye Yunanistan’da yılın sporcusu seçilen çok süratli biri oynuyordu. Benim de canım sıkılmış ve çok yorulmuştum. Adamı durdurmak güçtü. Sahanın etrafında uzun bir tel örgü ile bir su kanalı vardı… Adamla boğuşurken bıraktım topu ve bir çarptım ona… Balıklama suyun içine uçtu… Az daha boğulacaktı… Bütün halk üstüme geldi…

    İkinci maçımızda hakeme itiraz ettik. Başka bir hakem bulundu. Yunan kalesinde İstanbul’dan gitme şımarık Yamalis adlı bir kaleci vardı. Sahada formasını değiştiriyor, oyunu durdurup acayip şeyler yapıyordu. Derken Zeki Bey kaleye arkası dönük müthiş bir gol yaptı. Bu golü kendisi gibi 20.000 kişi de görmedi. Böylece itibarımız ve hakiki değerimiz yerine geldi ve maç 2-2 berabere sonuçlandı.

    (DEVAM EDECEK)


    Fotoğraf-1) Bir İstanbulspor maçı öncesi… İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy ve ben…

    Fotoğraf-2) Bir zamanların ünlü Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak ile Muhtar Uygur’un kafile başkanlığında İzmir muhteliti ile yaptığımız maç öncesi… Ayaktakiler soldan sağa: Orhan Şeref Apak, Sadi, Muhtar Uygur, Halil, Hasan Ekin, Muzaffer, Hüsnü, Rebii, Saim, ben, Burhan. Oturanlar: Mehmet Leblebi, Avni, Hüsamettin, Fahri, Celal Şefik, Reşat.

    Fotoğraf-3) Fenerbahçe, yabancı takımlardan biri ile yaptığı maç öncesinde toplu halde… Soldan sağa ayaktakiler: Ziya, Hüsnü, Muzaffer, Zeki, Cevat, Şaban, Halis, Alaaddin, Nedim, ben, Niyazi, Reşat ve masör Fikret. Oturan: Natık.

    Fotoğraf-4) Sene 1930… Fenerbahçe’nin Olimpiakos ile yaptığı ve 1-0 yendiği maçta iki takım futbolcuları objektife böyle poz verdiler. Bu maçta Yunan takımında Andreyapulos kardeşler de yer almıştı.

  • Büyük Fikret Bölüm III

    Büyük Fikret Bölüm III

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm III

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm III

    Fenerbahçe ile İlk Seyahatim

    Fenerbahçe birinci takımı Bekir Bey ve Alman hanımının da katılmaları ile İzmir’e gidiyordu. Bu seyahate bende iştirak ettim. Bu benim Fenerbahçe’deki ilk seyahatimdi. Bekir Bey’in Alman hanımı ile dolaşmak kafilenin en az 10 yaş küçüğü olan bana verilmişti… Konya vapuru ile gidiyorduk… Yemek durumu da beni çok sıkıyordu… Hanım karşımda, yemek yemenin bütün inceliklerini gösterecek, ben ise ona uymaya gayret edecektim… İçimden “İnşallah tavuk olmaz yemekte…” diye dua ediyordum… Yemesi çok zordu tavuğu…

    Fenerbahçe’nin o kadrosu devrinin en gözde ekiplerinden olduğu için Konya vapurunda mükellef bir sofra hazırlanmıştı… Daha yemek başlamadan karşımda listeyi gördüm… Ne yiyeceğimi kararlaştırmak üzere eğildim ve bakmaya başladım… Doğrulduğumda birden şaşkına döndüm… Garsonun elindeki çorba ensemden aşağı inmişti… Haşlanmıştım… Tabii herkes kahkaha ile güldü, bense rezil olduğumu düşündüm… Başka elbisem olmadığı için hemen makine dairesine indim… Biraz sıcak su, bez ve sabun rica ettim… Önüme istediklerim geldi… Bezi elime sararak suyun içine sokmamla beraber haykırmışım… Sanki parmaklarım ve derim suyun içinde kalmıştı… Meğer kaynar istim koymuşlar. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşum… Aksiliklerle başlayan bu seyahatin nasıl biteceğini düşünüyordum… Bir de üstelik aç kalmıştım…

    Ertesi günü İzmir rıhtımına yanaştık… Bizi davul ve zurnalarla karşıladılar, Bekir ve Zeki beylere büyük tezahürat yapıldı. İçimden, “Allah büyük bir gün bize de olur…” diye düşünüyordum…

    O seyahate orta hafımız Sadi gelmediği için Beşiktaşlı Hüsnü’yü takviye almıştık. İzmir’de oynadığımız Altay, Altınordu ve İzmir muhteliti maçlarını 4-0, 3-0 ve 2-0 kazandık. Altınordu ile oynadığımız maçta bütün sporseverlerin Mamako Saim diye tanınan ağabeyimiz de yer almıştı… Bu maçların birinde İzmir kalecisinin uzun degajına kafa vurmalarıyla şöhretli Hüsnü’nün kafa vuruşuna, Zeki Bey’in durdurmadan attığı volenin gol oluşu unutulmaz.

    İzmir’deki çilem henüz dolmamıştı. Birinci maçın sonunda Alsancak Stadı’nda giyinirken ayakkabılarımın yerinde olmadığını gördüm. Ne yapacağım şaşırdım. Bir köşede mahzun dururken kaptanımız Zeki Bey, “Ne var sende ne oluyor?”‘ diye sordu… Utanarak ayakkabılarımın yerinde olmadığını söyledim… Kafasını salladı, “Yarın alırız. Şimdi top ayakkabılarını giy’ dedi… Giydim tabii… Tam kapıdan çıkarken ayakkabılarımı bir çocuğun elinde görmeyeyim mi? Fırladım ve ellerine yapıştım… Çocuk ağlamaya başlamıştı. “Ben bunları boyatmak için aldım” diyordu… Fakat çabuk davrandı ve elimden kaçtı…

    Maçlarımız iyi sonuçlarla bitmişti. Tam döneceğimiz zaman kafilede bir telaş başladı… Doktorlar gidip geliyorlardı. Küçük olduğum için kalabalığa yaklaşamıyordum… Sonunda öğrendim ki, o zaman takımda yedek bulunan Nihat Sayar (Tonton Nihat – Yüksek Ticaret Rektörü) sarılık olmuş. Yatacak. Zeki Kaptan yanıma geldi, “Sen gençsin kal. Ağabayine bakarsın” dedi. Hiçbir itirazda bulunamadım. Emir emirdi. Derhal yerine getirdim… İşte birinci seyahatimden arda kalanlar…

    Büyük Fikret Bölüm III

    Takımda Yer Değişikliği

    Bekir Bey ve ailesi bir yıl kadar Türkiye’de kalmışlardı. Fakat Bekir’in hanımı Türkiye’de kalmaktan hiç memnun değildi. Eşini yanına alarak Almanya’ya döndü. Ben genç takımımızın birkaç maçında soliç oynadığımdan ondan açılan yere beni getirdiler. Bedri Bey de solaçık oynuyordu. Sabih, Aladdin, Zeki, ben ve Bedri forvet oynuyorduk… Sabih Bey takımın yerinde oynardı… Onun için, “Ona yer gösterilmez. İstediği yerde oynar” denirdi.

    Ulvi Yenal’a Attığım İlk Gol

    İstanbul’da Galatasaray ile Gazi Büstü için karşılaşacaktık. Maçın başlarında lehimize penaltı oldu. Genç takımlarda penaltıları ben attığım için kaptana, “Ben atayım…” dedim. O da penaltı atmasını sevmezdi. Bıraktı. Bu atış Ulvi Yenal’a ilk golümdü sanırım…

    Oyunun sonlarına doğru durum lehimize gidiyor fakat Galatasaray bizi çok sıkıştırıyordu. Kaptana, “Benim esas yerim hafbektir. Bırakın ben dördüncü haf gibi oynayayım. Böylece Leblebi Mehmed’i, Muslih Hoca’yı, Kemal Faruki’yi hiç bırakmam’ dedim… Kabul etti. Fakat son 10 dakika içinde iki gol yedik ve maç 3-3 berabere bitti. Ertesi hafta yaptığımız rövanş maçında Galatasaray’ın gençleştirdiği kadrosuna 4-0 yenilerek büstü maalesef kaybettik.

    İlk maçta yaptığım uyarı kaptanı etkilemiş olacak ki, ileride sözünü edeceğim şekilde, bana takım içinde hatta kendisi bulunurken yetişmem için kaptanlığı verdi…

    Büyük Fikret Bölüm III

    1928 Amsterdam Olimpiyatları’na Hazırlanışım

    Gençler Şampiyonası olmuş ve bizim takım da kazanmıştı. Ben o maçlarda soliç oynuyordum. O zamanki Federasyonda Muvaffak Menemencioğlu ile Beşiktaşlı Şeref Bey vardı. Prag’da yapılacak hazırlık maçları için beni kadroya davet etmişlerdi. Devrin vasıta olan konvansiyonel trenle Prag’a hareket ettik. Üç gün süren bir yolculuktan sonra Prag’a vardık ve orada otel Splandid Palas isimli otele yerleştik…

    Kafileye Bekir ve Zeki beyler henüz iştirak etmediklerinden soliç mevkiinde ben oynardım. Zeki Bey’in yerinde de Çekoslovakya’nın bizimle çalışmasına izin verdiği Mislik adında bir santrfor vardı… Buranın meşhur takımlarından Brno’yu 4-2 yendik, Kladno’ya da 6-1 yenildik…

    Sıra Çek Milli Takımı ile bir idman maçına gelmişti… Ben yine soliç oynuyordum… Karşımızda olimpiyatlara hazırlanan Çek’lerin meşhur Planiçka, Perner Hoyer, Hayni, Kada, Kolenati gibi Orta Avrupa çapındaki futbolcuları bulunuyordu… Stad kalabalıktı… Her milli takım antrenman maçında olduğu gibi Çek sporseverler kendi takımları başarılı olmadığında ıslıklıyorlardı… Benim karşımda Taksim Stadı’nın bataklığında oynadığı için “Kolenati Bataklığı” adını alan Kolenati oynuyordu. Acımasız ve sert bir futbolcuydu Kolenati. Ben ona alışmadığı çalımlarımdan birini attım ve topla yanından geçerken seyirciler güldü… Buna sinirlenen Kolenati bana tekme ile karışık bir çelme attı… Hiç ümit etmediğim için burnumun üstüne düştüm. Ses çıkarmadan yanımdan gitti. Seyircisi kendisini bir miktar yuhaladı. Fakat karakterim buna karşılık vermemi icap ettiriyordu. Bir müddet sonra topu solaçığa kaçırarak sürmeye başladım. O da yanıma geldi ve benimle koşmaya başladı. Bütün dikkatimle O’nun sağ ayağının yere basmasını bekliyordum. Böylece desteksiz kalacaktı. O an geldi ve ben O’na çarptım. Bu defa O sivri olan burnunun üzerine yere kapaklanmıştı. Yerden kalktı ve beni dövmek üzere üs tüme yürüdü. Meşhur Kada O’nu teskin etti fakat idareciler beni sahadan aldılar.

    Bu idman maçının ertesi günü kaldığımız otele sefaretten bir tercümanle Çek idarecileri geldiler ve İstanbul’da ne iş yaptığımı sordular. Talebe olduğumu söyledim…

    Bana bütün masrafları kendilerinden olmak üzere Prag’da okutacaklarını orada kalmamı söylediler. Halbuki benim yeni bir bisikletim, bir yelkenli kayığım, cennet gibi vatanım vardı. Düşünmeden reddettim.

    Oradaki çalışmalarımız sona erdikten sonra Bekir ve Zeki beylerde geldiler. Onlar Amsterdam’a gittiler. Biz İstanbul’a döndük ve maalesef Olimpiyatlarda Mısır’a 7-1 gibi açık farkla yenildik… Bu Prag çalışmalarına kulübümüzün 11 kişilik kadro ile katılması kayda değerdir…

    İstanbul’a döndüğümde takımımızda bazı yeniliklerin olması gerekiyordu. Muzaffer, Niyazi ve Reşat gibi kabiliyetli arkadaşlarımın da takıma alınması lazımdı. Muzaffer de Zeki gibi genç takımdan santrfor olarak yetiştiği için bir mevkide iki kişi bulunuyordu. Bedri de topu bıraktığı için solaçık yeri boştu. Öyle hissediyordum ki, Muzaffer soliçe, ben solaçığa kaydırılacaktık. Ben topla oynamayı çok sevdiğimden, solaçıktan ayrılmayı istemiyor, o mevkie sanki bir yardımcı yer olarak bakıyordum… Kendimi saha dışı sanarak bir türlü oynamak istemiyordum solaçık.

    O zaman antrenörümüz Necmi ağabeydi… Yılanı deliğinden çıkaracak kadar siyasi ve güzel konuşurdu, fakat tekniği zayıftı. Bir akşam eve geldiğimde Sabih ağabeyle o zamanki Kulüp Müdürü Tevfik Bey’in bizde oturduklarını gördüm. Önce pek bir şey anlayamadım. Uzun süren sohbet sırasında babam bu akşamın iyi bir tesadüf olduğunu ve çocukluğumdan beri kaybettiğimiz amcazadem Tevfik Bey’i gördüğünden son derece memnun olduğunu söyledi. Sonra bana dönerek, “Bir de sen beni memnun edeceksin… Senin bir yerde oynamanı arzu eden büyüklerine karşı gelmeye hazırlanıyormuşsun, bu ne demek?” diye sordu ve onların arzusunu yerine getirmemi söyledi. Bu da bir emirdi ve çare yoktu. Babamın daha fazla sertleşmesini önlemek amacıyla, “Böyle şey olur mu? Nerede olsa oynarım. Bu benim için şeref olur…” dedim. Mesele kapanmış oldu… Böylece beni herkesin yıllarca tanıdığı solaçık yerine geçtim…

    Bu olaydan sonraki ilk maçım Polonyalılara karşıydı. Tabii kaptan Zeki en müsait topları bana yağdırdı. Bol topla oynadım, hem kendimi yabancılara tanıttım hem de tam istediğim gibi bir futbol tutturarak yerime ısındım.

    Cumhuriyet gazetesinde, “42 yılın her mevkide oynayan oyuncuları” anketinde sporseverler lütfetmişler beni de solaçığa seçmişlerdi. Kendilerine hocalık ettiğim sırada futbolcularla sohbet ediyorduk. O gün takımda solaçık oynayan Aydın Yelken ayağa kalkarak, “Fikret Ağabey… Ben milli maçlara baktım. Sen ancak iki defa solaçık oynamışsın. Bense bu mevkide 25 defa oynadım… Sen seçiliyorsun, bu nasıl iştir?” dedi. Bir bakıma yanlış da değildi… “Galiba hakkın var” dedim O’na…

    (DEVAM EDECEK)

    Fotoğraf-1) Fenerbahçe hep Ankara-İzmir arasında mekiki dokurdu. İşte bu seyahatlerden birinde Lütfü, ben ve Mehmet Reşat görülüyor.

    Fotoğraf-2) 1928 Olimpiyatlarına katılan futbol milli takımımız elemanları Peşte garında… Soldan sağa ayaktakiler: Vahap, Burhan, Beykozlu Şekip, Sadi, Sabih, Arap Hüsnü, İsmet Uluğ, merhum Şeref, Dr. Fodor (Macaristan Futbol Federasyonu Başkanı), Zıt Kemal, ben, Cevat, Burhan, Baron Feyzi, Refik Osman Top, Zeki Rıza Sporel, Hüsnü. Oturanlar: Şükrü, Selahattin, Suphi, Nevzat, Talat, Alaaddin.

    Fotoğraf-3) Arkadaşlarımdan bir grup beni olimpiyatlara uğurlamak için Sirkeci Garı’na gelmişti. Soldan sağa: Hikmet Mocuk, Saip, İzzet, ben, Selman Yörük, Cemal, Amigo Behiç’in babası Sabahattin. Oturanlar: Mehmet Reşat, Suat, Cezmi ve Nevzat.

    Fotoğraf-4) Rahmetli Zeki Rıza kendi oynadığı devirde takım kaptanlığını bana vermişti. Fotoğrafta, Fenerbahçe takımı Macar Boçkay ile yaptığı maça benim kaptanlığımda çıkarken görülüyor.

  • Büyük Fikret Bölüm II

    Büyük Fikret Bölüm II

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm II

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm II

    Galip Kulaksızoğlu ile Kulüpte İlk Görüşmem

    Fenerbahçe’nin temel direklerinden biri olan, disiplin sahibi, küçüklerine şefkatle bakan, onları düzenli bir şekle sokan bu ağabeyimize kulüp müdürü olarak rastladım. Onun nazarında en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün sporcular aynı muameleyi görürdü. Disiplinsiz bir hareket yapan bir sporcunun yanına sokulması bile meseleydi.

    Bir gün dördüncü takımın idmanına geç kalmıştım. Galip Bey’de odamızın anahtarını cebine koyarak tenis oynamaya gitmişti. Yanına yaklaşarak özür diledim. Anahtarı vermesini rica ettim. “Küçük bana bak… Yeni olduğun için seni bu defalık affediyorum. Bir daha tekrarlanmasın…” dedi ve anahtarı verdi. Bunun benim için büyük iltifat olduğunu söylediler.

    Ancak kim derdi ki bende yıllar sonra kulüp müdürü olacağım… Fakat bir Galip Bey’in yarısı kadar değil…

    İlk Hocam

    Ilk hocam 1924 Olimpiyatları için Türkiye’ye gelen ve daha sonra Galatasaray’ın antrenörlüğünü yapan Billy Hunter oldu.

    Şimdi hiçbir genç futbolcunun çalışmasında görmediğim şekilde sahaya kayakçıların manialarına benzer direkler dikerdi… Biz gençlere bunların arasında sağa sola dönüşler yaptırarak ayak hakimiyetimizi artırırdı. Cevizlik Çayırı’nın özelliklerinden gelen alışkanlıkla bunları çok iyi yapardım. Bir seferinde topla kendi başıma oynuyordum. Beni karşısına aldı ve karşılıklı kafa oynadık. Top ikimizin arasında 568 defa gidip geldi. Etrafımız seyirci doluydu. Antrenörün takdiri beni çok etkilemişti.

    Futbolda yavaş yavaş göze batmaya başladığımı hissediyor ve daha da merak sarıyordum.

    İlk Müsabakalarımız

    Haydarpaşa semtinde kurulan, bizlerle maç yapmaya elverişli bir İkbaliye takımı vardı. Onlarla sık sık oynardık. Bir defa da Beylerbeyi sahasına giderek onların ikinci takımı ile bir maç yaptık. Orda Şahap adındaki bir genç benim ön dişimi kırmıştı. Bu maçın rövanşını Kadıköy Fenerbahçe sahasında yapacaktık.

    O devirde kulübümüzde Tod Bella adında bir Macar antrenör vardı. Bende onun büyük emeklerinin olduğunu açıklamayı borç bilirim.

    Nedenini şimdi hatırlamıyorum. Maça geç gelmiştim… Takımımız ilk yarıyı 2-0 yenik kapatmıştı. Dişimi kıran oyuncuyu sahada görünce bir hırslandım ki sormayın gitsin… İkinci yarıya ben de girdim ve antrenörün isteğiyle soliç mevkiinde yer aldım. Bu mevkide yer almayı benim futbol hayatımda bir dönüm noktası olmuştur. Karşı taraf yorulup bozulmuştu. Büyük bir inatla çalışıp maçı 4-2 aldık.

    Bu antrenör daha sonra beni gençler şampiyonasında Beşiktaş’a karşı da soliç oynattı. Gençler şampiyonası finalinde Beşiktaş’ı da yenip şampiyon olduk. Beşiktaş’ta o zaman Şeref, Eşref, Ekrem, Nazım ve Hayati gibi sonradan futbolda söz sahibi olmuş gençler vardı…

    İlk İddia ve Kendi Büyüklerimizle Yaptığımız Maç

    Kulübümüzün o devirdeki üçüncü takımı da kuvvetli ve şampiyondu… O takımda Fenerbahçe birinci takımında yer almış Hüsnü, İhsan, Ulvi, Hakkı, Şahap, Haydar, Sedat, Nihat ve Seyfi gibi ağabeylerimiz vardı. Bir gün dördüncü takım olarak onlarla yaptığımız idman maçında bize kızdılar. “Size bir maç olsa 10 tane atarız…” dediler. Ben, gençlerin takım kaptanıydım. “Yenip yenemeyeceğinizi bilmem ama 10 gol atamazsınız…” dedim. Tartışma kızıştı ve bir cuma günü maç yapmaya karar verdik.

    Meşhur Bombacı Bekir de İstanbul’a gelmiş ve Fenerbahçe’de oynamaya başlamıştı. Bizi yakından izlerdi. Hatta küçüklerin çalışmalarıyla meşgul bile oluyordu. Üçüncü takımla maçımız Bekir’in hakemliğinde başladı. Bütün güvencim tatlı sert bir hat olan Şeref, Kadri, Reşat ve benden kurulu hafbek hattımızdı. Maç bayağı heyecanlı geçti. Durum 2-2 berabere olmuşken büyükleri küçük düşürmemek için verilen bir penaltı ile 2-3 kaybettik.

    Bu müsabakada Bekir, Zeki gibi ağabeylerimin dikkatini çekmiştim. Beni büyüklerin idmanına çağırmaya başladılar. Onların arasında tekrar solhaf oynamaya başladım. Bütün gayem çalım yutmamak ve oyuna katılmaktı. Bir antrenmandan sonra Zeki Bey cuma günü oynanacak Slavya maçı için beni de soyunma odasına çağırdı… 16 yaşındaydım… Tereddüt ve heyecanım büyüktü…

    Büyük Fikret Bölüm II

    İlk Maçlarımdaki Büyük Heyecanım

    O günkü Slavya maçını Bekir’in bir kafa golüyle 1-0 kazanmıştık. Ben yedek oturmama rağmen Fenerbahçe’nin tarihindeki bu büyük galibiyetlerden birine şahit oldum. Büyük bir seyirci kitlesinin önüne çıkmak heyecanına da erişmiştim.

    İşte o tarihten sonra o zamanlar sık sık İstanbul’a gelen Çek, Avusturya ve Macar takımlarına karşı oynayarak futbol tekniğimi artırdım. İlk maçın Avusturya’nın BAC takımıyla oldu. Bu maçtan önce Sabih ve Alaaddin ağabeylerimin muhakkak soyunma odasına gelmemi istemeleri üzerine meşhur Taksim Stadı’nın soyunma odasına gittim…

    5-8-1927…

    Herkes soyundu… Ben de evvelce olduğu gibi yedeklere mahsus formayı giydim. Fakat kaptan Zeki bana bakarak, “Sen formanı değiştir…” dedi. İçimden “Galiba eski forma giydim’ diyerek yedeklere mahsus bir başka forma çektim sırtıma… Bu şekilde tam sahaya çıkarken kaptan bir daha göz attı bana ve “Sana formanı değiştir demiştim, neden değiştirmedin?” diye sordu. Ben de heyecanlı “Değiştirdim kaptan…” cevabını verdim… Şöyle bir etrafına baktı… Fazıl adında bir solhafımız vardı… Ona dönerek, “Sen Fikret’le formanı değiştir…” diye emir verdi… Hem sevindim hem de heyecandan başım döndü…

    Düşünün… Önümde en meşhur forvet… Sabih, Alaaddin, Zeki, Bekir, Bedri… Arkamda Cafer ve Kadri gibi büyüklerim vardı… Ben daha 16 yaşında bir çocuktum… Futbol klası bizden çok üstün bir Avusturya takımı ile oynayacaktık…

    Solbek olarak oynayacak olan Cafer ağabeyim yanıma geldi, “Küçük hiç heyecanlanma… Göreceksin dördüncü takımda oynadığın maçlardan daha kolay oynayacaksın…” dedi ve ekledi, “Karşındaki adam seni geçtiği takdirde onun arkasına takılma. Onun üzerine artık ben çıkacağım. Sen de benden boşalan yere topsuz olarak gidip çok çabuk doldurursun… Yalnız, rakibinle beraber yetiştiğin topu sakın kaybetmemeye çalış. Başının üzerinden geçe topa yetişmeye çalışma. Orada ben varım. Boş bir yerde benden gelecek topu al. Derhal o sahadan uzaklaştır…” dedi.

    İşte o devirde futbolda başarı kazanmak için verilen samimi öğütler. Bütün futbol hayatımca bunları benimsemişimdir. O zamanlar büyüklerin söyledikleri kitap yazısı kadar önemliydi. Böylece maça başladık.

    Biraz sert oynayarak başarı kazanacağıma inanıyordum. Durum böyle giderken epey rahat bir tempoya girmiştim. Önümde oynayan Bekir ağabey birkaç defa benden top istedi… Hemen verdim… O da çalım yaparak topları kaptırdı. Ben Avusturyalılardan topu almak için peşine koşarken Cafer ağabeyle anlaşmamız elbette bozuldu ve Viyanalıların meşhur üçgenleri arasına düşerek yorulmaya başladım.

    İçimden, “Fikret kendini topla. Önünde ceylan gibi koşan bir ağabeyin var. Solaçık Bedri ona veya toplamak için topu en uzağındakine gönder…” Bu tarz futbola rakiplerimiz alışık olmadıkları için rahatlamaya çalış. Esasen Bekir’in şöhretini bilen Avusturyalılar onu yalandan marke ediyorlar bu da Bekir Bey’in hiç hoşuna gitmiyordu. Birkaç defa topu kendisine atmadığım için bana terslendi. Fakat hiç aldırmadım. Sonunda bir güzel haşlandım. Tabii ki hiç ses çıkaramadım. Çok canım sıkılmıştı. Şimdiye kadar hiç kimseden böyle haşlama yememiştim. Moralim de bozulmuştu… Oyunun son on dakikasında kaptan Zeki Bey’e yorulduğumu söyledim ve beni oyundan aldı.

    Bence o zamana kadar görevimde başarı kazanmıştım. Nitekim ertesi günkü Cumhuriyet gazetesi, “Fenerbahçe’de oynayan genç Fikret vazifesini şayan-ı takdir şekilde yaptı…” diye yazdı ve bir fotoğrafımı koydu. Bu futbol hayatımda gördüğüm ilk takdirdi. Fakat maçtaki haşlanmayı hiç unutamıyordum…

    O zaman maçlar Cuma günü oynanır, pazar günleri de rövanşları yapılırdı. İkinci maçtan önce kaptan Zeki Bey’e giderek, “Benim oyun tarzım Bekir Bey’e uymuyor. Beni oynatmamanızı rica ederim…” dedim. Aldığım cevap çok ağırdı. “Dün takıma girdin. Bugün talepte bulunuyorsun. Ters yüzü geri döndüm… Yeni yetişen gençlere bu durum bir derstir…

    Yine takıma girerek başarılı olmaya çalıştım. Fenerbahçe formasını birinci takımda giyişim böyle oldu. O tarihten sonra 1941 yılına kadar ne kulüpte yedek bekledim, sakatlıklar dışında ne de Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş muhtelitlerinde, İstanbul muhtelitinde ve millî maçlarda devamlı yer aldığım oldu…

    Şunu da belirtmek isterim. Birinci takımda oynadığım halde, dördüncü takımın maçlarına da katıldım… Bir keresinde öğleden sonra Galatasaray’la olan maçımıza rağmen öğleden sonra oynanan genç takımlar müsabakasına katılırdım. Bu benim futbola olan hevesim, futbol topuna olan aşkımdan ileri gelmekteydi…

    (DEVAM EDECEK)


    Fotoğraf-1: 1929-1930 sezonunda şampiyon olan on biri soldan sağa ayaktakiler: Mehmet Reşat Nayır, Zeki Rıza Sporel, Kadri Göktulga, Alaaddin Baydar, Niyazi Sel, Muzaffer Çizer, Fikret Arıcan. Oturanlar: Şevket Soley, Hüsnü Teoman, Ziya Atamer.

    Fotoğraf-2: Fenerbahçe’deki ilk maçları. Sene 1927. Bekirli takım İzmir yolunda… Soldan sağa ayaktakiler: Kadri, Bedri, Zeki, Bekir, Hüsnü, Cafer, Firuzan, Nevzat, Rıza. Oturanlar: Cevat, Fikret Arıcan, Nihat, Nedim.

  • Büyük Fikret Bölüm I

    Büyük Fikret Bölüm I

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan’ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm I

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm I

    Önsöz

    Bu, sporda yaşanmış bir hikayedir. Özel sohbetlerimde, anılarımı dostlarıma anlatırken onlar bana “Gelmiş geçmiş Fikret’sin. Hep sözde kalır bu hatıralar. Bunları bir kitap halinde topla” dediler.

    Fikir bana da uygun geldi. Dostlarımın arzusuna uyarak kalemi elime aldım ve bir şeyler karalamaya çalıştım. Bu kitabın çıkışında bazı yakınlarım da yardımcı oldular. Ben olaylara tamamen ışık tutmaya çalıştım. Profesyonel bir yazar değilim. Spor alanında evvela futbolcuyum. Sonra teknik adam ve daha sonra da yöneticiyim. Geriye baktığım zaman hafızamda 58 yılın hatıraları canlanıyor. Kimleri görmüş ve kimleri tanımamıştım. Onları kendilerine göre sınıflara ayırdım ve hatıralarımı dile getirmeye çalıştım… Sevabımı ve hatalarımı açıkça ortaya koydum. İşte gördüğünüz “Büyük Fikret” adlı bu kitap ortaya çıktı.

    Dünü hatırlamak isteyen bugünkü gençlere ışık tutabilen iddiasız ve mütevazi bir kitap. Bunda başarılı olabildimse ne mutlu bana…

    En derin saygılarımla…

    Çocukluğum

    1911 yılında Kızıltoprak’la Feneryolu arasında bir evde doğmuşum. Anne tarafım Kadıköylü, baba tarafım Rumelihisarlı. Benden üç yıl sonra da kardeşim Semih aynı evde dünyaya gelmiş. Her ikimiz de küçüklüğümüzü bu yerde geçirdik. Ancak Çanakkale Savaşları’nın kritik bir döneminde bir yıl için Ankara’ya giderek orada oturduk. Böylece Kadıköy’deki evimizi bırakmıştık. Dönüşte büyükbabamın Rumelihisarı’ndaki evinde 10 yaşına kadar kaldım. Ancak yazları dedemin Kadıköy’ünde ve Kızıltoprak’taki evinne gelir, kışları Rumelihisarı’na dönerdim. Çocukluğumun bu devresinde top nedir bilmezdim. Hatta hiç görmemiştim bile… Beşiktaş’ın başarılı yöneticisi Sadri Usuoğlu, Rumelihisarı’nda evimizin az aşağısında oturuyordu. Yıllar sonra karşılaştık. Birbirimizi ancak o zaman tanıdık. İstiklal Savaşı’nın sonlarında, artık ailemiz büyüklerinin ayrıldıkları bir sırada Kadıköy Bahariye’de Cevizlik denen yerde bir ev alarak oraya yerleştik.

    Futbola Başlangıç

    İşte futbol hayatım 12 yaşında burada başlar… Esasen yakın akrabam olan ve benim futbol hayatıma büyük katkılar yapan Alaaddin Baydar ağabeyimin çok yakınına taşınmıştık. Kendisi o zaman Fenerbahçe’nin ve Türkiye’nin büyük isim yapmış şöhretlerindendi. İçimde bulunan futbola yakınlık yavaş yavaş meşhur Cevizlik çayırında meydana çıkmaya başladı. Çünkü, Fenerbahçe’nin büyük isimleri burada toplanmışlardı. Cevizlik Çayırı çok engebeli ve yokuşlu olduğu için, burada top oynamak için muhakkak ayak hakimiyeti gerektiği gibi, topun gideceği yeri kestirmek bakımından dikkat ve ani hareketler gerekirdi. İşte burada yetişen Fenerbahçelilerin ve tüm futbolcuların ayak hakimiyetleri ve futbol teknikleri hemen hemen tamdı. Burada top koşturan büyük isimleri şöyle sıralayabilirim, Alaaddin Baydar, Sabih Arca, Kadri Göktulga, Fahir Yeniçay, Şahap ve meşhur tenis şampiyonumuz, futbolcumuz Suat Subay…

    Aralarında dolaşan biz küçüklere gelince, Muzaffer Çizer, İhsan Gürsan, Agah, İhsan Tuna, Neylan, Fahri İşbay, Tarık Yenisey, Suat Belgin, Ziya Atamer, Tevfik Baban, Suat Tokay, daha sonra Yunanistan’a giderek Simionidis adıyla milli takımlarına kadar yükselen Tefeloi, kardeşim Semih ve ben…

    Bizden de küçükler olarak Necdet Dolay, Bedii Yazıcı, Müşfik ve Eşfak Aykaç vardı… Yalnız Eşfak ve Müşfik Galatasaray Lisesi’ne gittikleri için Galatasaraylı olmuşlardı. Ancak Eşfak Aykaç Cevizli Çayırı’nda yetişmiştir…

    Bizler büyükler arasına girerek yapılan çift kale maçlarında oynardık. Bu oyunlara elbette ben de girerdim. Bilhassa maç olmadığı cuma günleri karşılaşmalar yapılır ve bizleri Fenerbahçe Kulübü’nün iki büyük idarecisi Mustafa Elkatip ile Mocuk lakabı ile anılan Suat Belgin’in ağabeyi Hikmet Belgin izlerdi. İkisi de futboldan çok iyi anlayan ve kulübün temel direklerini yetiştiren kişilerdi. Bu itibarla gençlere büyük değerler vererek derhal kulübe alırlardı. Seçtikleri bu kişiler kulübün büyük futbolcuları olurlardı.

    Bu arada bende futbol merakı ve istidadı olduğunu sezen Aladdin Baydar ağabeyim, elimden tutarak kendi oynadığı maçlara götürmeye başladı. Tabii ki, artık Fenerbahçeli olmuştum. Muhitimde oldukları için önce Zeki, Bekir, Sabih ve Kadri gibi oyuncuları görmüştüm. Onlara yetişmek hevesi uyandı içimde. Bir tutbol maçı olarak ilk defa stada girişim o zaman cuma ligi şampiyonu Fenerbahçe ile pazar günü şampiyonu Union Kulüp (İttihatspor) maçı olmuştur. Oyun Kadıköy’de şimdiki Fenerbahçe Stadı’nın bulunduğu yerde oynanıyordu. Bu müsabakada ilk defa bende uyanan kulüpçülük heyecanını hiç unutamam. Dört, beş kişi dışında oyuncuları iyi tanımıyordum. Ama Fenerbahçe 2-0 galipken İttihatspor’dan Bekir fırtına gibi bize arka arkaya iki gol attı ve durumu berabere yaptı. Müsabaka heyecanı son haddini bulmuştu. Son dakikalarda Sabih Arca kafa ile bir gol daha atarak durumu 3-2 yaptı ve kazanmayı başardık. Artık küçük bir Fenerbahçe taraftarıydım. Aladdin ağabeyimden beni her Fenerbahçe maçına götürmesini rica ettim, kabul etti…

    Günler böyle geçerken Cevizlik’te ben de çift kaleler arasına girmiştim. Büyüklerin oynayışlarına dikkat ederek onlardan çalım yutmamaya gayret ederdim. Yaradılışım itibariyle korkak olmadığımdan süratimle onlarla mücadele ediyordum. İşte o sıralarda bizi seyreden Mocuk Hikmet çayırın küçüklerini bir araya toplayarak birkaç oyuncu eklemek suretiyle Fenerbahçe’nin dördüncü takımını kurdu. Yıl 1924… Hiç unutmam, ilk formalarımızı Ziya Atamer’in annesi hazırlayarak bize vermişti. Bu takımda şu arkadaşlarım vardı: Agah, İhsan Kaleci, Tevfik, Ziya Müdafaa, Şeref, Reşat ve ben, Suat, Şevket, Tarık, Fahri, Muzaffer, Suat, Neylan…

    Yukarıda adları geçen futbolculardan sekizi bizim çayırdandı. Mocuk ve Mustafa Elkatip beylerin yardımıyla kendimize göre takımlar bulup maçlar yapmaya başladık. Böylece çayırdan sahaya geçen muntazam oyun şekli benim futbola karşı daha da yakınlaşmamı temin etti. İki yıl kadar geçmişti. Bu arada Galatasaray ve Beşiktaş da genç takımlarını kurmuşlardı. Devrin federasyonunu teşkil eden Muvaffak Menemencioğlu, Yusuf Ziya Öniş ve Şeref beyler genç takımlara büyük önem veriyorlardı.

    (DEVAM EDECEK)

    Büyük Fikret Bölüm I
    Sene 1929… İsmail Hakkı Tekçe’nin davetlisi olarak Ankara’ya gittik. O gün Muhafızgücü ile yaptığımız maçı 3-1 kazanmıştık. Ve bir golü de ben attım. Fotoğrafta, takım arkadaşlarım ve Muhafızgüçlü futbolcular bir arada.
  • 1929 Bursa Seyahati

    1929 Bursa Seyahati

    Erken dönem Türk futbolunun şartlarını en iyi öğrenebildiğimiz metinler, görece az sayıda yapılan şehirler arası seyahatler. İşte bunlardan biri olarak, Fenerbahçelilerin 1929 Bursa seyahati… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bursa Sehayati Nasıl Geçti?

    Sabahın saat dokuzunda kalkan Marmara vapuru, Fenerbahçeli futbolcuları yeşil Bursa’ya doğru götürüyor.

    Vapurda Fener’in ağırbaşlı kaptanının etrafında hep tanınmış simalar toplanmış: Alaaddin, Sadi, Fikret, Reşat, Nejat, Niyazi, Muzaffer.

    Velhasıl takımın Kadri ve Cevat’tan maada bütün erkanı orada…

    Deniz, havanın bulutlu olmasına rağmen oldukça iyi. Marmara, ismini taşıdığı denizin kucağında seke seke ilerliyor.

    Gençler arasında seyahat etmek güzel şeraitin tevlit ettiği mutat neşeyi çok arttırıyor. İki saat sonra çok şen mevzular etrafında dönen mübahaseler hitama erdi, grup grup toplanan arkadaşlar tavla ve poker oynuyorlar. Samimi arkadaşlar arasında, her türlü ihtiras ve menfaat kaygılarından uzak devam eden oyun safahatını takip etmekte ayrı bir zevk var. Her hareket bir tuhaflıkla nihayetleniyor ve o tuhaflığı da 4-5 gürbüz gencin hançerelerinden fırlayarak takip ediyor.

    Seyrisefain idaresinin lütufkar teshilatıyla hürmet gören sporcular geminin her tarafında ikramla karşılaşıyorlar. Bilhassa kıymetli süvari Tahsin Bey kaptan Fenerbahçeli gençler için hakiki bir kardeş şefkati gösteriyordu.

    Yemekten az sonra Mudanya gözüktü. Bir saat sonra Yunan sürülerinin denize döküldüğü şirin Mudanya’dayız.

    Fenerlileri davet eden Sanatkaran kulübünün reisi Faik Bey misafirlerini karşılamak için Mudanya’ya kadar gelmiş.

    Fenerliler 45 dakika süren eğlenceli bir otobüs yolculuğundan sonra Bursa’ya, yolların çok kuru olmasına mukabil vıcık vıcık çamur içindedir. Şehrin arkasında bir heyula gibi yükselen muazzam keşiş, ta eteklerine kadar ratıp bir duman içindedir. Bu rutubet sert rüzgarla birlikte insanın iliklerine kadar işliyor.

    Fenerlilere tahsis edilen Osmaniye otelinde istirahat edildi ve tam saat dörtte sahaya gidildi.

    Saha muayyen ebadından noksan. Fakat çok güzel ve çimenli bir saha. Tesvieyi türabiyesi bir itina ile düzeltilse ve genişletilse emsalsiz olacak.

    Zemin ıslak, fakat çamurlu değil. Fakat ıslanan çimenler çok kayıyor. Ayaklarında krampon olmayan Fener oyuncuları için bu hal çok fena.

    Takımlar karşılaştıkları zaman Bursalılar şu şekildeler:

    Salih, Ata, Nezihi, Halit, Hüseyin, Refik, Hakkı, İlyas, Cemal, Saim, İsmail.

    Buna mukabil Fenerbahçe takımı, bilhassa defans itibariyle eksik bir halde şöyle teşkil edilmiş:

    Ali, Nejat, Ziya, Velit, Sadi, Reşat, Niyazi, Ala, Zeki, Muzaffer, Fikret.

    Hakem Bursa mıntıkasından Vecihi Bey. Yan hakemlik vazifesini Fenerbahçe’nin gayretli muallimi Necmi ağabeyle bir Bursalı yapıyorlar. Oyuna başlarken rüzgar Fenerlilerin lehindedir. Bu avantaj, sahayı hiç tanımayan bir takım için medarı tesellidir.

    İlk hücumu, oyun başlar başlamaz Fenerliler yaptılar. Daha vaziyet anlaşılmamıştı ki yarım dakikadan az bir müddet içinde bu hücum seri bir atakla müdafileri geride bırakan Niyazi’nin himmetiyle sayıya müntehi oldu. Bu çok çabuk semere alkışlarla karşılandı.

    Hücum ve hakimiyet daima Fenerlilerin. Sadi kornerden gelen topu kaleye sokarak sekizinci dakikada ikinci, Zeki üçüncü, Niyazi dördüncü golü yapıyorlar. Haftaymda Fenerbahçe 4-0 galip.

    İkinci devre aynı hakimiyet altında geçiyor. Sayılar devrenin ikinci dakikasında beşi, altıyı ve yediyi buluyor. Son dakikada Bursa yegane sayısını yapıyor.

    Fenerliler çok parlak olmakla beraber iyi bir oyun oynadılar.

    Bursalılara gelince biraz daha mutedil şiddette oynamak şartıyla iyi bir takımdır.

    29 Eylül 1929 – İkdam Gazetesi

  • Hakemin Altı İsteği

    Hakemin Altı İsteği

    23 Aralık 1932 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-1 kazandığı maça, hakemin altı isteği damga vurmuş. Fenerbahçe’nin ilk Türkiye şampiyonluğuna giden yolda önemli bir dönemeç olan maçın detayları da yazıda mevcut. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 2 – 1 Beşiktaş

    Dün Taksim Stadyumu senenin en mühim müsabakasına sahne oldu. Stad daha pek erken saatlerde bile büyük maçı seyretmek için gelenlerle dolmaya başlamıştı. B takımlarının oynama saatinde bile tribünlerde yer bulmak çok müşkülleşmişti. Herkes biribirine oyunun nasıl olacağını soruyor ve bu mevzu üzerinde münakaşalar yapıyordu.

    Bu oyun Fener ile Beşiktaş arasında idi. Kıymetli oyuncularımızdan Şeref’in yüksek dirayeti ve çalışması sayesinde yetişen genç Beşiktaş takımı günden güne terakki etmiş ve olgun bir hale gelmiştir. Bu sene karşılaştığı rakiplerini büyük sayı farklarile mağlup etmesi Beşiktaşlıların çok kuvvetli olduklarını göstermiştir. Binaenaleyh futbolle yakından alakadar sporcular bu neticelere göre dün oynanacak maçın neticesi üzerinde pek mütereddit idiler. Bazı kimseler Fenerbahçe’yi bütün vesaitine rağmen zayıf görüyorlar ve herkese de öyle göstermek istiyorlardı. İşin şeklinin bu merkezde olması meraklıları haklı bir surette tereddüte düşürüyordu. Bundan dolayı yukarıda da söylediğimiz gibi maç saatinden çok evvel her iki tarafın meraklıları tribünleri doldurmuşlardı. Saat on buçukta Fenerbahçe B ile Beşiktaş B karşılaştılar. İlk dakikalarda Beşiktaş B takımının ağabeyleri gibi bir kuvvette olmadıkları gözüküyordu. Fenerlilerin kalecileri, bekleri ve hafları çok iyi olmasına rağmen for hatları bozuktu. Ancak içlerinden Fahir iyi oynuyor ve hakikaten çalışıyordu. Oyun bu minval üzerinde devam ederek iki sıfır Fenerbahçe’nin galebesile bitti.

    Bunu müteakip oynanılan Anadolu-Altınordu müsabakasında birinci kümeden ikinci kümeye indirilen Anadolulular baştan nihayete kadar çok hakim ve güzel bir oyun oynadılar ve maçı 3-1 galebelerile bitirdiler.

    Bundan sonra günün en mühim ve hararetli maçı olan Beşiktaş-Fenerahçe maçı yapıldı. Takımlar 3,10 geçe sahaya çıktılar. Hakem Adil Giray Bey’di. Parayı Beşiktaşlılar kazandılar. Maç başlamadan evvel Adil Giray Bey her iki takım oyuncularını toplayarak şunları söyledi:

    “Arkadaşlar;

    Müsaadenizle bugünkü müsabaka hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Bugünkü müsabakanın idaresini her iki kulüp idarecilerinin bana gösterdikleri emniyete mukabele ve sizlerin de sportmenliğinize güvenerek kabul ettim.

    Bence bugünkü müsabakanın ehemmiyeti şampiyonluk meselesinde değildir. Şu dakikada İstanbul’un en iyi futbol oynayan iki takımı karşılaşmaktadır. Bugün sizlere büyük vazifeler düşmektedir. Bugünkü galebe herhalde en dürüst ve temiz oynayan tarafta kalmalıdır. Sizlerden en büyük ricam faullü ve sert oynamamaktadır. Bilhassa bazı noktalara nazarı dikkatinizi celbederim.

    1. Bu oyunda kalecilere lüzumsuz yere çarpmamanız,
    2. Hakem düdüğünden sonra kasten tekrar topa vurmamanız,
    3. Kale önünde her iki takım müdafaasının kat’iyyen faullü oyundan içtinap etmesi,
    4. Benden memnun olmadığınız anlarda işaret ve hareketlerle bunu ifade etmeyiniz. Bu suretle hareket oyunun seyrine mani ve halkın beyhude yere taşkınlığına sebep olur.
    5. İnsan hata yapmaz olmaz. Ben hata yapmamaya çalışacağım. Buna mukabil oyunun ahenk ve intizamı sizin temiz ve faulsüz oynamanız sayesinde temin edilebilir.
    6. Son söz olarak sizden tekrar faulsüz ve temiz oynamanızı rica ederim.”

    Bundan sonra takımlar yerlerini işgal ettiler. Fenerbahçe şu şekilde çıkmıştı:

    Hüsamettin, Hadi, Yaşar, Esat, Fikret, Cevat, Şaban, Muzaffer, Zeki, Mehmet Reşat, Niyazi.

    Beşiktaş takımı: Sadri, Hüsnü, Nuri, Fevzi, Tahir, Fahri, Eşref, Şeref, Hakkı, Ali Rıza, Hayati.

    Oyun on dakika kadar süren sıkı Fener hücumlarile başladı. Sarı Lâcivertliler bu müddet zarfında seri bir gol çıkarmak ve hakimiyeti, tefevvuku ele alarak müsabakayı galibiyetle bitirmek için ciddi biz azimle çalışıyorlardı. Paslar iyi idi. Kombinezonlar yerinde idi. Bu ilk on dakikanın verdiği manzara Fenerbahçe’nin eski kuvvetinden bir şey kaybetmemiş olduğu manzarası idi. Fakat, bundan sonra Beşiktaşlılar sıkı bir hücum yaptılar. O vakit görüldü ki Beşiktaş’ın muhacim hattı muntazam işliyor ve müdafaası kolay kolay sayı çıkarılmasına meydan vermiyor. Bu hücumların biri esnasında Fener sol müdafii Hâdi’nin sert bir hareketini hakem frikikle neticelendirdi. Topa Hakkı vurdu ve yıldırım gibi bir şutla Beşiktaş’ın ilk golünü kaydetti. Denilebilir ki bu şut son zamanlarda görülenlerin en güzel ve şüphesiz en kuvvetlisidir. Bu gol Beşiktaşlıları harekete getirdi. On dakika kadar da onlar mütemadi akınlar yaptılar. Bu esnada muhacim hatlarının bilhassa sol tarafı çok güzel işliyor. Hakkı ortada, her an şut çekmeğe, gol yapmağa müheyya bir halde güzel tevziat yapıyor. Fakat, Fener müdafaasının yerinde müdahaleleriyle bir netice istihsal edemiyordu.

    23üncü dakikada top sol açık Şaban’ın ayağına geldi. Kendisini takip eden hafı atlattıktan sonra biraz gerileyerek kaleye doğru inmeğe başladı. Önüne mütemadiyen Beşiktaş müstafileri sıralanıyorlardı. Hüsnü’nün bir ıska geçmesinden istifade eden Şaban diğerlerini birer birer atlattıktan sonra bütün oyuncuların müçtemi bir halde bulundukları Beşiktaş kalesi önüne kadar geldi ve herkesin ne yapacağını tayin edemediği bir sırada ayakları arasından topu güzel bir plase vuruşla Beşiktaş kalesine soktu. Bu beraberlik üzerine Fenerliler açıldılar. Birinci devrenin hitamına kadar nispeten daha hakim ve daha dürüst bir oyun oynayarak Beşiktaş kalesini birçok tehlikeler karşısında bıraktılar. Zeki’nin güzel bir şutu direğe çarptı, gol olmadı ve devre beraberlikle bitti.

    İkinci devrede hakimiyetin daha ziyade Fenerbahçe’ye geçtiği görüldü. Bilhassa onuncu dakikada Niyazi’den aldığı çok güzel bir pası yavaşçacık Muzaffer’in ayağı önüne koyan Reşat’ın yaptırdığı ikinci gol Fener takımının maneviyatını da arttırdığı için hücumlar daha ziyade sıklaşmaya başladı.

    Haftaymın yarsı da bu suretle geçtikten sonra Fenerbahçe kaptanı Zeki, Muzaffer’i geriye alarak oyuna dört muavin ve dört muhacimle devam etti. Buna rağmen takım yalnız müdafaa oyunu oynamıyor ve her fırsattan istifade ederek gol çıkarmağa çalışıyor. Beşiktaş’ın ise bundan sonra oyununda eski şuur görülmüyordu. Hakkı bile birinci devredeki sürat ve kudretini kaybetmiş gibi idi.

    Bu suretle ikinci devrenin nihayetine kadar tarafeyn sayı çıkaramadan maçı bitirdiler ve Fenerbahçe 2-1 güzel bir galibiyet kazanmış oldu.

  • Aşkolsun!

    Aşkolsun!

    10 Şubat 1933 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 5-1’lik üstünlüğü ile sonuçlanan maçtan sonra Milliyet gazetesi “Sarı Lâcivertli Gençlere Aşkolsun!” başlığını uygun görmüş. Malûmunuz bu sezon sonunda Fenerbahçe ilk Türkiye şampiyonluğunu kazanmıştı. Maç yazısını keyifle okuyacaksınız…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe, Galatasaray’ı 5-1 Mağlup Etti

    Dün Taksim Stadyumu’nda aralarında senelerden beri ölmez bir rekabet bulunan Galatasaray-Fenerbahçe takımları karşılaştılar. Sarı-kırmızılıların bu devrede aldıkları neticeler üzerine maçın zevksiz olacağını tahmin edenler dün bu tahminlerinde yanıldıklarını gördüler. Her ne olursa olsun İstanbul’da oynanacak olan Fenerbahçe-Galatasaray maçı aynı heyecanını ve aynı zevkini verir. Dünkü maç bunu fazlasıyla ispat etmiş oldu.

    Galatasaray hemen ekseri rakiplerine yenildiği halde dün ilk on beş dakikada çok güzel oyun oynadı ve adeta Fenerbahçelileri ve taraftarlarını korkuttu. Maç heyeti umumiyesi itibariyle Fener’in hakimiyeti altında cereyan etti. İlk on beş dakika müstesna, daima hücum vaziyetinde sarı-lacivertliler bulunuyorlardı. Stadyum geçen seneki maçta olduğu gibi gene kalabalık, seyirciler ve taraftarlar gene aynı heyecanın tesiri altında idiler.

    Saat üçü beş geçiyor. Bütün tribünler ve duhuliye tamamen dolmuş bir halde… Hilal-Anadolu maçı biter bitmez tribünlerdeki taraftarlar da coştular ve bütün stadyumu bir uğultu kapladı. Galatasaray tribününde meşhur ve mahut (re.. re.. re..)ler çılgıncasına söyleniyordu. Bütün bunlar gösteriyor ki sinirler son haddine kadar gerilmiştir. Her yerde yer yer münakaşalar yapılıyor ve hangi takımın galip geleceği şimdiden tahmin ediliyordu.

    Takımlar vürudunun müjdecisi olan fotoğrafçılar hazır vaziyetteler. Artık takımlar ha çıktı ha çıkıyor. Bütün gözler kapıda. Bir an evvel kendi rükünlerini müdafaa edecek olan on birlerini bekliyorlar. Sabırsızlık artık son haddini buldu. Herkes bir an evvel maçın başlamasını istiyor. Üçü çeyrek geçiyor, hala takımlar meydanda yok.

    Fenerbahçe tribününden:

    • Haydi arslan Fener..

    Avazesine aynı mealde duhuliye tarafından cevap veriliyor ve bütün stadyuma yalnız bu iki sada hakim oluyordu. Saat üç buçuk.. Önde Fenerliler çılgın alkışlar arasında sahaya çıktılar. Kendi on birlerinin çalak bir surette er meydanına fırladıklarını gören taraftarlar:

    • Haydi çocuklar görelim sizi yüzümüzü ak edin, diye bağırıyorlar.

    Her taraftan:

    • Fenerbahçe çok yaşa.. Sadası duyuluyor.

    Üç dakika sonra Galatasaray takımı aynı çılgın alkışlar ile sahaya çıktılar. Mutat ve malum merasimden sonra her iki takım şu suretle yer aldılar.

    Galatasaray: Avni, Bürhan, Asım, Kamuran, Nihat, Suphi, Şefik, Bülent, Leblebi, Rasih, Rebii.

    Fenerbahçe: Hüsamettin, Füruzan, Yaşar, Esat, Fikret, Cevat, Şaban, Muzaffer, Zeki, Reşat, Niyazi

    Hakem eski Vefalı Sami Bey’di.

    Dörde yirmi beş kala maça başlandı. İlk akını Galatasaraylılar yaptılar. Sağdan inkişaf eden hücum Fener müdafaası önünde durdu ve iade edildi. Mukabil Fener hücumu da bek hattına dayandı. Bu hücumda Galatasaray lehine bir faul oldu. Yaşar bunu ancak korner yaparak kurtarabildi.

    Hücumlar esnasında Muzaffer Zeki’ye daima yardımcı vaziyette oynuyor. Bu arada Asım bozuk bir girişle takımı aleyhine bir frikike sebep oldu. Zeki’nin çektiği bu ceza vuruşu kalenin yanından auta gitti. Mukabil hücumda Hüsamettin Galatasaray forvetinin ayağından topu kaptı.

    Galatasaraylılar fena değil, bilakis çok iyi oynuyorlar. Sarı-Lacivertliler bugün nedense daha düzelemediler. Aradan bir müddet geçtikten sonra Fener santrhafı vaziyete hakim oldu ve hücum hattını işletmeye başladı. Bunun üzerine Galatasaraylılar sert bir oyun tabiyesi kullanmaya başladılar fakat bu da fayda vermedi. Soldan inkişaf eden bir Fener akınında Niyazi topa kale önünde yetişemedi. Mukabil akına geçen sarı-kırmızılılar ileride bulunan Yaşar’ın bir ıskasından istifade ederek Leblebi’nin ayağıyla ilk gollerini kaydettiler.

    Bu sayı her iki takıma da can verdi. Fakat Fenerliler tehlikeyi yakından gördüğü için oyunlarını ıslah ettiler ve mukabil hücumlarda daha fazla müessir olmaya başladılar. Muzaffer çok çalışıyor fakat bütün bu faaliyeti bir semere veremiyor. Bir hücum esnasında Zeki’den aldığı güzel bir pası Reşat kafa ile Galatasaray kalesine gönderdiyse de Avni yerinde kapandı ve topu kurtardı. Hemen bunu müteakip gene bir akın esnasında Muzaffer’den aldığı pası solunda stop ederek sağına geçiren Zeki sıkı ve tutulmasına imkan olmayan bir şutla sağ üst zaviyeden Galatasaray ağlarına taktı. Bu gol haftaymın on ikinci dakikasında olmuştur.

    Bunun üzerine tekrar berabere vaziyete giren Galatasaray hücuma geçti ve bir netice elde edemedi.

    Fener’in hücumlarının ekserisi soldan oluyor. Nedense bugün Niyazi fena günlerinden birinde… İyi oynayamıyor. O zaman çarunaçar akınların bütün yükü sol tarafa yükleniyor. Soldan gelen bir Galatasaray hücumu aut ile neticelendi. Mukabil hücumda ortadan aldığı pası sağa doğru açan Reşat güzel ve hesaplı bir vuruşla ikinci defa olarak Galatasaray ağlarına taktı. Bu gol haftaymın yirminci dakikasında olmuştur.

    Galatasaraylılarda yorgunluk alaimi belirdi. Sakiplerinde ise keyfiyet aksine idi. Her geçen dakika Fener oyuncularını açıyor ve oyun üzerinde daha müessir bir oynamalarını temin ediyordu. Zeki, Şaban, Reşat iyi oynuyorlar. Niyazi ile Muzaffer çalışmalarına rağmen onlar kadar iyi değil… Oyunun büyük bir kısmı Galatasaray nısıf sahasında oynanıyor. Bu arada güzel bir Fener akını ziyan oldu. Buna mukabele olmak üzere Galatasaray da birkaç iyi hücum yaptı ise de bir netice elde edemedi.

    Oyun Fener’in hakimiyeti altına tamamen girdi. Arada sırada tek tük Galatasaray hücumları yapılıyorsa da hiç mesabesinde…

    Bir Fener hücumu esnasında Galatasaray lehine bir frikik oldu. Fener müdafaası bunu da geri çevirmekte büyük müşkülata mazur kalmadı. Hücumlar gene soldan oluyor. Gene bunların meyanında Galatasaray aleyhine ve 18 pas haricinde bir frikik oldu. Herkes bunu gol olacak diye beklerken Zeki bunu kaçırdı. Mukabil akında Rebii’nin uzaktan çekilmiş bir şandel şutunu Hüsamettin bloke etti ve kalesini kurtardı.

    Oyun güzel oluyor. Ancak malum şahsiyetler eski oyunlarını oynamakta devam ediyorlar. Galatasaraylılar Fener hücumlarını hep hentbol ile durdurabiliyorlar. Artık sarı kırmızılılar nefessizlikleri dolayısıyla son gayretlerini sarf ederek oynuyorlar. Bakalım ikinci devreyi nasıl çıkaracaklar? Bu arada Galatasaray’ın bir akınına iki Fener müdafaası yerinde müdahale ederek kornere yolladılar. Korneri Rebii çekti, fakat neticesiz… Bu kornerden iki dakika sonra da maçın birinci devresi bitmiş oldu.

    Beşe yirmi beş kala ikinci devre Fener’in bir akını ile başladı. Bunu müteakip tarafeyn iki neticesiz akın yaptı. Oyun binnisbe mütevazin. Devrenin daha üçüncü dakikasında Zeki Galatasaray müdafileri ile güzel bir eşanj yaptı ve topu arkasında demarke bir vaziyette bulunan Muzaffer’e verdi. O da bunu durdurmadan ve bomba gibi bir şiddetle üçüncü defa olarak Galatasaray kalesine yolladı.

    Oyun tamamen Fener’in hakimiyeti altında… Bir hücum esnasında tehlikeyi gören Galatasaray müdafaası bir penaltı yaptı. Bunu Fikret yedinci dakikada bir daha Galatasaray kalesini deldi. Bunun üzerine sarı-kırmızılılar mağlubiyeti kabul etmiş bir halde ve tamamen kuvvei maneviyeleri kırılmış şekilde oynamaya başladılar. Bundan istifade etmesini bilen Fener muhacimleri Avni’nin müdafaa ettiği kaleyi adeta bir şut yağmuruna maruz bıraktılar. Ancak bu kati sıkıştırma çok devam etmedi ve biraz sonra Fener muhacimleri üç sayı farkının verdiği bir emniyetle biraz gevşek oynamaya başladılar. Eğer Fenerliler bu tarzı tatbik etmemiş olmasalardı behemahal sayı adedini daha fazla yükseltebilirlerdi.

    Rebii mahut çalımlı ve halk için oynadığı oyunlarından birini oynuyor ve her zaman aksi netice veriyor. Ara sıra olan Galatasaray akınları dün hakikaten harikulade oynayan muavin ve müdafaa hattı tarafından kolaylıkla ve güzelce iade ediliyor. Fenerliler sağdan bir hücum yaptılar. Niyazi üç ve dört oyuncu ile epeyce uğraştıktan sonra topu Zeki’ye verdi. O da bir iç plase ile topu Avni’nin hayret nazarları önünde sağ zaviyeden kaleye soktu. Vaziyet 5-1.

    Bu gol üzerine seyirciler arasında bulunan ve Atletizm heyeti azasından olan Vedat Ubut Bey yanındaki Galatasaraylı arkadaşına “Bu mağlubiyetin sarı-kırmızılılar için tarihi bir mağlubiyet olduğunu” esefle anlatıyordu. Galatasaray tribünü adeta boşalmış gibi çıt bile duyulmuyor, maçın sonunu merak eden Galatasaraylıların ağzını bıçak açmıyor. Halbuki Fener tribünü yıkılacak gibi… Herkes bağırıyor, bütün Fenerliler takımının bu şerefli galibiyetini bitmez, tükenmez bir haz ile alkışlıyorlar.

    Bundan sonra, oyun daima Fener’in hakimiyeti altında cereyan etti ve bu tarihi maç da böylece 5-1 Galatasaray’ın mağlubiyetiyle neticelenmiş oldu.

    Galatasaray bugün birinci devrede kümenin sonuncusu vaziyetinde kalmıştır.

    11 Şubat 1933 – Milliyet

  • Muhafıza Karşı

    Muhafıza Karşı

    Bundan 93 yıl önce Ankara turnesine çıkan Fenerbahçe’nin Muhafızgücü ile yaptığı maç nasıl bir öneme sahipmiş? Maçı kimler izlemiş? Bu soruların yanıtı bile 1959 öncesi şampiyonluklar meselesinde Fenerbahçe’nin hakkını almasına yeter! Bu haber sadece Fener Muhafıza karşı haberi değil, 1927 Türkiye Şampiyonu ile İstanbul’un en büyük takımı Fenerbahçe oynuyor… Keyifli okumalar….

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Galip Oldu

    Dün İstiklal spor meydanı Ankara sporunun tarihî bir gününü yaşadı.

    Fenerbahçe ve Muhafız Gücü kendilerini seyre gelen kesif bir halk kütlesi önünde güzel ve temiz bir futbol oynadılar.

    Hava çok güzeldi. Hafif bir rüzgâr esiyordu. Tribünler hıncahınç dolu idi. Bundan başka tel örgülerin etrafı binlerce meraklılarla çevrilmişti.

    Başvekil İsmet Paşa Hazretleri, Maliye Vekili Saraçoğlu Şükrü Bey, Ordu Müfettişleri Fahrettin, İzzettin, Sait ve Şurai Askerî Azasından Cevat, Yakup Şevki ve Büyük Erkâni Harbiye İkinci Reisi Asım Paşalar da maça gelmişlerdi. Daha birçok erkân ve ümera ve Meb’us Beyler de bulunuyorlardı.

    Tam saat dörtte sarı lacivertliler alkışlar arasında sahaya çıktılar. Arkadan kırmızı formalarile Muhafızlar göründü. Her iki taraf sürekli alkışlarla karşılandılar. Kaleler intihap edildi. Hakem Naim Bey oyun başlamadan evvel tenbihatta bulundu. Bayraklar teati edildi ve oyun başladı.

    Fener rüzgârı lehine almıştı. Takımlar şöyle teşekkül etmişti:

    Fenerbahçe: Hüsnü, Kadri, Füruzan, Ziya, Sadi, Mehmet Reşat, Fikret, Muzaffer, Zeki, Alaattin, Niyazi

    Muhafız Gücü: Vasıf, Cevat, Cevat, Necmi, Cemal, Sıtkı, Salahattin, Besim, Sedat, Sedat, Sırrı.

    Fener’in İstanbul’da Galatasaray’a çıkardığı takımdan yalnız Cevat Bey yoktu. Buna mukabil Muhafız Gücü, dün de yazdığımız gibi, Talat ve Nafiz Beylerden mahrumdu. Bir buçuk saat zarfında bu yokluk daima nazara çarptı durdu.

    Oyun Fenerbahçelilerin mütemadi hücümlarile ve Muhafızların müdafaasile geçti. Muhafız çok canlı ve fedakârane oynuyordu. Fenerlilerin mütemadi akınları, bu fedakâr müdafaa hattında kırılıyordu. İlk golü Zeki Bey, Fener lehine 38inci dakikada yaptı. Haftaymın hitamına doğru Fikret Bey, ikinci sayıyı kaydetti. Birinci kısım sıfıra karşı iki ile Fenerin galibiyetile neticelendi.

    İkinci haftaymın 22inci dakikasında Salahattin Bey, güzel bir pas verdi. Sedat Bey, bu pastan istifade ederek topu Fener kalesinin ağlarına attı. Bu gol iki tarafa da yeni bir kuvvet vermişti. Hücumlar daha sıklaştı. Etrafta heyecan arttı. Bu aralık Muhafız muhacimleri bir iki de fırsat kaçırdılar. Nihayet Zeki Bey üçüncü golü de yaptı ve on beş dakika sonra da oyun Fener’in galibiyetiyle bitti.

    Her iki taraf da çok muvaffakıyetli ve temiz bir oyun oynadı. Bu bir buçuk saatlik temiz mücadele, hemen herkese futbolu sevdirmiş ve daima bu gibi maçlar seyretmek arzusunu vermiştir.

    Muhafızın noksan takımla aldığı bu netice ve Fenerlilerin muvaffak oyunu şayanı tebriktir.

    Çankaya-İmalatı Harbiye

    Fener-Muhafız Gücü maçından evvel hakem Sedat Bey’in idaresinde İmalatı Harbiye-Çankaya birinci takımları arasında bir müsabaka yapılmıştır. Birinci haftaymda Çankaya bir gol yapmış ve ikinci haftaymda İmalatı Harbiye bir golle İmalatı Harbiye beraberliğini temin etmiştir. Bu müsabaka çok güzel ve heyecanlı olmuştur. Kuvvetler mütevazin idi, İmalatı Harbiye geçen haftaki oyununu gösterememişti, Buna mukabil Çankaya çok canlı idi.

    Yarınki Maç İçin

    Mıntıka Merkez Heyeti Reisliğinden: 8/12/929 pazar günü icra edilecek Fenerbahçe-GençlerBirliği maçında o gün için tevzi edilmiş serbest duhuliye kartlarından maada hiç bir duhuliye kartı muteber değildir. Maç saat 14’tedir.

    7 Aralık 1929 | Hakimiyet-i Milliye Gazetesi


    Muhafıza Karşı
    Dünkü heyecanlı maçta Şurayi Askeri azaları ve Meb’us Beyler.
    Muhafıza Karşı
    Maçın en heyecanlı dakikası: Muhafız kalecisi topun girmesine mani olurken.
    Muhafıza Karşı
    Fenerbahçe ve Muhafız Gücü birlikte.
    Muhafıza Karşı
    Maçı seyreden halk.
    Tarafeyn kaptanlarile hakem.
    Muhafız Gücü Reisi ile Fenerbahçe Reisi
  • Hadiseli Türkiye Birinciliği

    Hadiseli Türkiye Birinciliği

    Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu “Büyük” Fikret Arıcan, hayatını anlattığı ve “Keşke yeniden basılsa” dediğimiz, müthiş görsellerle süslü kitabında “Hadiseli Türkiye Birinciliği” başlığı ile Fenerbahçe’nin ilk ulusal zaferini nasıl kazandığını yazmış. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Fotoğrafta “Büyük” Fikret Arıcan (sağda) ve dönemin İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy bir arada.


    1933 Türkiye Futbol Birinciliği

    Cumhuriyetin 10. Yılına rastlayan 1932-1933 yılları şampiyon takımları Türkiye Birinciliği için Ankara’da toplanmıştı. O zaman 19 Mayıs Stadı olmadığından maçlar Gazi Terbiye Enstitüsü sahasında yapılıyordu. Biz Trabzonspor’la oynayacak, galip gelirsek İzmirlispor’la final yapacaktık. Trabzonspor hakkında bilgimiz yoktu.

    Kapalı ve sert bir havada maç başladı. Zorlu bir oyun oluyordu. Fakat Zeki Bey’in müthiş frikikleriyle oyunu 3-0 aldık. Ancak işin önemini maç bittikten sonra kavradık. Trabzonspor’dan Salim Galatasaray’a, Taka Naci bize, Hasan Polat Beşiktaş ve Gençlerbirliği’ne, Ali ve Mahmut Polat Ankara Gençlerbirliği’ne girerek yıldız oldular. Halbuki biz Trabzonspor’u hiç önemsememiştik. Doğrusu sonuç Trabzonspor için şanssızlıktı. Maç sırasında bizim hafbek Cevat -ki çok güçlü ve bileği sağlam biriydi- Naci ile takışmışlar. Naci, Cevat’a sataşmış, Cevat biraz saf görünüşlü biriydi. Ben de santrhaf oynuyordum. Cevat bana geldi, “Fikret, şu bir karış herife bak bana kafa tutuyor…” dedi. “Aldırma…” dedim O’na… Ben sanki hadiseyi körüklemişim. Cevat kalktı, “Ben bıçağını alırım ondan…” diyerek Naci’ye saldırdı. Yatıştırana kadar akla karayı seçtim. Zaten Trabzonspor da bu maçtan sonra dağıldı. Oyuncular gerek tahsil, gerekse aile yaşamları nedeniyle çeşitli kentlere dağıldılar.

    Final müsabakamızı İzmirspor’la oynayacaktık. Kemal Halim’in hakemliğinde maça başladık. Bir süre sonra Esat yanlışlıkla kendi kalesine bir gol attı. Bütün gayretimize rağmen beraberliği temin edemiyorduk. Maç elektriklenmişti. Kemal Halim hastalanarak maçı yarım bırakınca iş iyice çığırından çıktı. Federasyonun kararıyla verilen bir başka hakemle oyuna başladık ve bir penaltı kazandık. İzmirsporlular bu penaltıya uzun süre itiraz ettiler. Saha karıştı. Oyun da yarıda kaldı.

    Gece Fenerbahçe ve İzmirspor temsilcilerinin katılmasıyla federasyonda bir toplantı yapıldı. Maçın tekrarı gerekiyordu. İki taraf da buna razıydı. Fakat maç nerede oynanacaktı? Uzun tartışmalar oldu. Zeki Bey’in yanında ben de vardım. Maçı ecnebi bir hakemin yönetiminde İzmir’de oynayabileceğimizi söyledik. İzmirliler de bunu kabul ettiler. Biz vapurla gittik İzmir’e… Maçtan önce İzmir gazeteleri, “Ankara’da yendik… İzmir’de de yeneriz’ diyerek Hüsamettin’in sola yattığı ve topun sağdan girdiği karikatürlerini yayınlıyorlardı. Bunlar bize doping olmuştu. Anlaşmaya göre maç hasılatı İzmirspor Kulübü’ne kalacaktı. Elde edilen 4000 lira ile sonradan milyonlar eden bir stad yeri aldılar ve hiç olmazsa bunu kazandılar.

    Maç sırasında Zeki Bey, benim solaçık oynamamı istemişti. Böylece İzmirsporlular şaşıracak hücum gücümüz artacaktı. Onların kalesinde Sami Ozok, defanslarında Reşat, Nazmi gibi değerli oyuncular vardı. Oyunun ilk on dakikası içinde bir gol attım. Peşinden Zeki Bey, Niyazi ve Muzaffer sıraladılar. Devre 4-0 bitti. İkinci yarıda oyun sertleşti. Zeki ve Niyazi birer gol daha atarak skoru 6-0’a çıkardılar. Bu arada İzmirsporlu oyunculardan biri Zeki Bey’e fena bir tekme attı. Zeki, sesini çıkarmadı. Bana dönerek, “Ben çıkıyorum, kavga gürültü etmeden maçı bitirin…” dedi. Onunla beraber karşımda oynayan İzmirsporlu sağbek Reşat da ağlayarak sahayı terketti. Şampiyon olarak vapurla İstanbul’a dönüşümüzü ve bizi rıhtımda büyük tezahüratla karşılayan kalabalığı hiç unutmam…

    “Büyük” Fikret Arıcan | Hadiseli Türkiye Birinciliği

  • Alaaddin’in Üç Golü

    Alaaddin’in Üç Golü

    Kamuran Tekil’in kurucusu olduğu ve sonrasında Neriman Tekil’in devam ettirdiği muhteşem dergi Fenerbahçe’nin arşivinde tarihin izlerini sürmeye devam ediyoruz. Fenerbahçe’nin efsanevi golcüsü Alaaddin Baydar, kişisel tarihinden unutulmaz hatıraları anlatıyor. Huzurlarınızda Alaaddin’in üç golü… Keyifli okumalar…

    Fenerbaçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Âlâ ve Unutamadığı Üç Gol

    1907 yılında kurulan Fenerbahçe futbol takımı beş sene içinde gelişmiş, adeta bir futbol okulu halini almıştı. Fenerbahçe’nin artık sayısız dördüncü, üçüncü, ikinci ve bir de birinci takımı vardı. Bugün size dillere destan olan altın gollerini anlatacağımız Alaaddin Baydar (meşhur Âlâ) üçüncü takımda sağiç idi.

    1916 senesinde 24 Mart günü Fenerbahçe birinci takımın Anadoluhisarı İdman Yurdu ile bir hususi maçı vardı. Bu maçta takımın menajeri Mustafa Elkatip Bey 15 yaşındaki küçük Alaaddin’i sağ açık oynatmıştı. Doksan dakika içinde Anadoluhisarı’na 2 gol atan Alaaddin Baydar o günden sonra birinci takımın malı oldu.

    Fenerbahçe tarihinde Alaaddin Baydar-Zeki Rıza ikilisinin golleri, çalımları ve başarıları altın harflerle çakılıdır. Biz bu sayımızda sizlere Fenerbahçe takımında 18 sene yer alan 324 maçta 362 gol atan ve 18 defa milli olan çalım kralı Âlâ’nın gollerini anlatıyoruz. Daha doğrusu biz soracağız, Âlâ anlatacak.


    Hayatınızda unutamadığınız golünüz hangisidir, Alaaddin Bey?

    Hayatımda unutamadığım goller verdır. İşte bunlardan biri… Çekoslovakya’nın meşhur Slavya takımının İstanbul’a üçüncü gelişi idi. O zamanki Slavya bugün Real Madrid gibi bir takım olduğundan bütün Avrupa maçın neticesini bekliyordu. İlk maçta Fenerbahçe Slavya’yı 1-0 yenmişti. İkinci maçı nedense Galatasaray ile takviye edilmiş Fenerbahçe’nin oynaması istendi. 5-3 kazandığımız bu maçt forvette Leblebi Mehmet (Galatasaray), Ben, Zeki (Fenerbahçe), Bekir (Fenerbahçe), Bedri (Fenerbahçe) idik. Slavya’ya karşı seri paslarla üçgenler kurarak hücumlarımızı geliştiriyorduk. Oyunun ikinci yarısında birden haf Ploder’i ve arkasından bek Mietel’i çalımlayıp yerden 20 metre mesafeden kalenin sol alt köşesine bir şut çektim. Kaleci Şanel kımıldayamadı. Top attığım köşeden ağları yırtarak dışarı fırlamış, Taksim Stadı’nın duvarına çarpıp geri gelmişti. Kaleci Şanel sanki gol olmamış gibi topu çizgi üzerine koyup avut çekmeye hazırlanırken tribünler gol sesi ile yıkılıyordu.

    Unutamadığınız bir ikinci gol var mı?

    Evet. 1931 yılının Mayıs ayında Yunan başvekili Venizelos’un Elli kruvazörü ile İstanbul’u ziyaretinde Yunanistan şampiyonu Olimpiyakos ile karşılaşıyorduk. Bulgar Federasyonu’ndan Koşef’in hakemliğinde Taksim Stadı’nda yapılan bu maçta seyirci ve hasılat rekoru kırılmıştı. Fenerbahçe maça Natık, Ziya, Hüsnü, Reşat, Sadi, Cevat, Fikret, Muzaffer, Zeki, ben, Niyazi tertibinde çıkmıştı. Güç bir maçtı. Atmosfer gergindi. Gayrimüslim ve Rum vatandaşlarımız arasında sık sık tribünlerde kavgalar çıkıyordu. Taşkınlıklar artmıştı. Hele Yunan kalecisi Gramatapulos’un küstahça hareketleri tribünleri dolduran Türkleri ve Fenerbahçelileri çileden çıkarıyordu. Oyunun 76. dakikasında güzel bir ara pastan istifade ederek, seri bir koşu, ufak bir dripling ve akabinde 25 metreden sert bir şut ile topu kaleye soktum. Öyle hınçlı oynuyorduk ki Büyük Fikret koştu, ağların içindeki topa hırsla bir kere daha vurdu. O anda Yunan kalecisi Büyük Fikret’in gırtlağına sarıldı. Bu arada nereden geldiğini anlamadığım arslan gibi bir subayımızın da Gramatapulos’u bir yumrukla boydan boya yere serdiğini gördüm. Gözlerim yaşarmıştı. Bu gol nasıl unutulur?

    Pekiyi Alaaddin Bey, hani Galatasaray’a attığınız dillere destan bir golünüz varmış, onu da anlatır mısınız?

    Efendim, Galatasaray ile 2 Kasım 1923’de Fenerbahçe Stadı’nda bir lig maçımız vardı. Hava son derece yağmurlu saha da çamurlu idi. Galatasaraylılar bu havada maç yapılmaz diye bize haber yollamışlardı. Zaten Yoğurtçu ve Altıyolağzı civarında oturan bizim çocukların çoğu da maçtan ümidini kestikleri için stada gelmemişlerdi. Oyunun başlamasına yarım saat kala hakemin gelip sahayı kontrol ettiğini ve bizim futbolcuların gelmediğini duyan Galatasaraylıların soyunmaya başladığını öğrendik. Hemen haber salındı. Bedri hariç herkes toplanmıştı. O gün yağmur, çamur bir yana Galatasaray’ı 4-0 gibi bir farkla yendik. Ben bu maçta dördüncü golü attım. Solaçık Nevzat’ın bir ortasını yakalayarak Galatasaray beki Ali’yi bir vücut çalımı ile ekarte ettim. Artık kaleci Nusret’le karşı karşıya idim. Nusret benim sola şut atacağımı sanmış, bir plonjona hazırlanmıştı. Birden durdum, topu soluma geçirdim. Nusret uçarken topu yavaşça sağa bıraktım. Nusret uzun bir süre utancından çamurların içinden kalkamamış, maçtan sonra da “Aşkolsun, beni aldattın” demişti.