Etiket: Müzdat Dağlaroğlu

  • Canlı Yapraklar – XXII

    Canlı Yapraklar – XXII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXII” : 1932 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXII

    Ara sıra Süleymaniye kulübünden bahsediyoruz. Bugünkü nesil için “İkinci kümeden bir kulübe niçin bu kadar değer verilir?!” şeklinde bir sual varit olabilir. Fakat geçmiş yılları, Süleymaniye’nin bir nesil önceki durumunu, kudretini ve hatta satvetini bilenler için verdiğimiz bu değerin dahi az olduğunu kabule mecburuz. 1910 senesinde kurulan Süleymaniye pek uzun seneler İstanbul semtinin en kuvvetli teşekkülü olarak şöhretler içinde yoğruldu ve öyle yaşadı. Karşısında yenmedik takım bırakmadı.

    35 sene evvel bir Milli Takım teşkili bahis mevzuu olsaydı Süleymaniye’nin böyle bir kadroya 4-5 eleman vereceği muhakkaktı. Kaleci Büyük Nedimler, müdafi Orhanlar, badi Şükrüler, muavin Arif, santrhaf Osman Nuri ve solaçık Zekiler bir zamanlar bu memlekette mevkilerinin en yüksek futbolcuları idiler.

    Süleymaniye’nin, senelerce sonra, duraklama devrinde bile, bir genç takımından İstanbulspor’u doğurduğunu misal olarak vermek bu bahtsız kulübümüzün kudretli ve kuvvetli mâzisi hakkında bir kanaat uyandırabilir.

    Bahtsız diyoruz. Bu çok eski kulübümüz, maalesef ki, cidden talihi kara bir müessese olarak spor tarihimizde yer aldı. İçinde yetiştirdiği birçok kıymetli idareciler, çok gariptir, ana kulüplerinden ziyade başkalarına müfit oldular. Ve bir gün geldi, 4 sene kadar önce, bu şöhretli ve temiz ocak 40 yıllık parlak bir hayattan sonra ve talihsiz bir terfi maçını müteakip, ikinci kümeye düştü.

    Yukarıdaki resim 23 sene önceki Süleymaniye futbol takımını, 16 Aralık 1932 günü Taksim stadında bir lig maçından önce gösteriyor. Galatasaray’a karşı yaptığı bu maçı Süleymaniye 2-1 kazanmıştı. Bu tarihi fotoğraf işte böyle bir zafer gününün canlı hâtırasıdır.

    Kuvvetli rakiplerine karşı bu başarıyı sağlayan Süleymaniye’nin mütevazı gençleri içinde en yaşlısı bugün için çok enteresan bir şahsiyet olarak şöhret bulur. Bu zat, takımın sağ başındaki paltolu Muhtar Uygur’dur.

    (Orhan Şeref Apak) ile beraber aynı Süleymaniye tezgâhından yetişme bu zat, sabık federasyonda hakikaten gayretli ve müfit çalışmalarıyla de tanınmış ve İspanya ile en son maç dolayısıyla İtalya’ya giden Milli Takım kafilemize başkanlık etmiştir.

    Bu resmin çekildiği günden zamanımıza kadar geçen 23 senenin, görünürde, Muhtar Uygur’un bünyesinde 23 ay kadar bile tesir ve yıprantı yaratamamış olması, Allah nazardan saklasın, bu kıymetli idareci hesabına cidden gıpta edilecek diğer bir noktadır.

    (Gelecek resim ve yazı: Mısırlılarla ilk futbol temasımıza aittir. Fenerbahçe-Galatasaray muhtelitinin 29 yıl önceki birinci Mısır seyahati…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 21 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXI

    Canlı Yapraklar – XXI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXI” : 1925 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXI

    Fenerbahçe, futbolda ilk taşra temasını 1913’de İstanbul’a gelen İzmir muhtelitiyle yaptı.

    İzmir muhteliti o tarihlerde tatlı su frenklerinden kurulurdu. Aralarında tek bir Müslüman Türk görülmezdi.

    Fenerbahçe: Mateosyan, Şehit Arif, merhum Galip, merhum Süreyya, müteveffa Vilhelm, Kemal Aşkı, merhum Otomobil Nuri, Hasan Kâmil, Nüzhet, Sait Salahaddin ve Topuz Hikmet’ten mürekkep kadrosiyle bu takımı, 42 sene evvel, 7 Haziran 1913 Cuma günü 4-1 yendi. Gollerin ikisini Hasan Kâmil (Sporel), diğerlerini de Topuz Hikmet’le Sait Salâhaddin (Cihanoğlu) atmışlardı.

    Fenerbahçe’nin ilk taşra maçı İzmir’le olduğu gibi, ilk taşra seyahati de yine İzmir’e yapılmıştır. Üçüncü takımın 1924 Eylülünde merhum Doktor Hâmit Hüsnü Kayacan’ın başkanlığında yaptığı 4 maçlık bu seyahat ve sıfıra karşı 29 gol atarak temin ettiği 4 galibiyet İzmir’de unutulmaz hâtıralar bırakmıştır.

    Fenerbahçe üçüncü takımının Türk futbolunun beşiği olan İzmir’de verdiği bu futbol ziyafetinin müspet tesirleri o derece büyük olmuştu ki, 6 ay sonra birinci takım da davet olunuyor ve yaratılan sevgi kat kat yükseliyordu.

    Bu defa, Doktor Hâmit Hüsnü’nün ağabeysi, ilk Türk futbolcusu, Fuat Hüsnü Kayacan’ın riyasetinde İzmir’e giden Fenerbahçe birinci takımı orada 5 maç yaptı ve yine hiç yenilmeden (1)e karşı (25) gol atıp İzmir’i yerinden oynattı.

    İşte, yukarıdaki resim 5 maçlık bu seyahatin 4üncü müsabakası olan Fenerbahçe – İzmir muhteliti maçından önce alınmıştır, 27 Mart 1925 cuma günü yapılan bu müsabakayı 7-0 Fenerbahçe kazanmıştı.

    Kenan, Sezai, Burhan, Vahyi Hamit, Baron Feyzi, Zeki, Ali, Mamako Saim, Necati ve Nebil tertibindeki İzmir muhtelitine karşı; Şekip, Kadri, Cafer, Ulvi, İsmet, Fahir, Alâaddin, Şahap, Zeki, Sabih ve Bedri şeklinde çıkan Fenerbahçe’nin gollerinden dördünü Zeki, ikisini Sabih ve birini de Bedri atmıştır.

    İşte, yukarıdaki resim 30 sene önce, Alsancak Stadı’nda mahşeri bir kalabalık önünde yapılan bu tarihi maçın muzaffer çocuklarını göstermektedir.

    Sağ baştaki iki fesliden öndeki meşhur Çelebizade Sait merhum, gerideki de üçüncü takımdan sol muhacim Seyfi’dir. Sonra sırasıyla Fahir, Doktor İsmet, Saadet, Şahap ve Alâaddin görülüyorlar. Ortadaki fesli kafile başkanı ve müessis aza, ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan’dır. Onun sağında, o zamanlar pek moda olan, Sarı – Lâcivert çubuklu ceketiyle takım kaptanı Zeki (Sporel) görülmektedir. Diğer futbolcular sıra ile Cafer, Kadri, Ulvi ve Doktor Bedri’dir.

    Yine o zamanlar moda olan beyaz zemin üzerine yakası Sarı lâcivert çubuklu yün süveterli genç aynı zamanda rekortmen atletlerden olan üçüncü takım sağ açığı Haydar (Aşan)dır.

    Elinde fotoğraf makinesi bulunan fesli genç de ikinci takım müdafii Halid’dir.

    Yerdekilere gelince, bunlardan top üzerine oturan Sabih, diğerleri de Şekip ve üçüncü takım haflarından Hayri’dir.

    (Gelecek resim ve yazı; 22 yıl önceki Süleymaniye futbol takımını galip geldiği bir Galatasaray lig maçından önce Taksim stadında canlandırmaktadır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 14 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XX

    Canlı Yapraklar – XX

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XX” : 1933 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XX

    Yukarıdaki fotoğraf Fenerbahçe takımının bir İzmir dönüşü Sirkeci rıhtımında binlerce halk ve otuzu mütecaviz buketle ve muazzam tezahürat arasında karşılanışını görüyorsunuz… Bu fevkalâdelik neden mi? diyorsunuz!

    Bakınız nasıl hak vereceksiniz. Sene 1933’tür. Fenerbahçe, futbolda hem birinci, hem ikinci ve hem de genç takımlarda hiç yenilmeden İstanbul şampiyonudur. Evet; 36 maçta hiç yenilmemiş ve (18) e karşı da (94) gol atmıştır. “Fenerbahçe Türk futbolunun Darülfünunudur!” darbımeseli bütün kudret ve ihtişamiyle dost ve düşmanlarca tasdik olunmaktadır.

    Birinci takım Bursa’daki Türkiye şampiyonası grup birinciliğini 12-0 kazanmış, Ankara’ya gitmiştir. Orada Ankara ve Trabzon grupları şampiyonlarını 4-1 ve 3-0 yendikten sonra, Cumhuriyetin 10uncu yıldönümü şenlikleri arasında İzmir grup şampiyonuyla final oynamağa çıkmıştır. Bu maç (İzmirspor)un bir penaltıya itirazı ve halkın da etrafı açık sahaya dolması yüzünden yarım kaldı ve ihtilâf, uzun müzakerelerden sonra, şu neticeye bağlandı:

    Maç beynelmilel bir ecnebi hakem idaresinde tekrarlanacaktır. Kur’a çekilecek, ya İzmir veya İstanbul’da oynanacaktır. Hasılat kur’ayı kazanan kulübündür.

    Kur’ayı İzmirspor kazanınca müsabakanın 10 Kasım 1933 Cuma günü İzmir’de oynanması emrivaki oldu. İzmir’le Fenerbahçe arasındaki ezeli sevgiyi çekemeyen kundakçılara artık gün doğmuştu. (İzmir’e gelecek veya gidecek Fenerbahçe’nin göreceğinden) dem vurdular ve atıp savurmakta çok ileri gittiler. O kadar ki, hava yalnız İzmir’de değil, yurdun her tarafında elektriklendi ve 10 Kasım eşi görülmemiş bir merak ve heyecanla beklendi.

    Fenerbahçe takımı, İzmir’e Ankara’dan dönen İzmirspor’la beraber aynı vapurla gitti. Fakat iki takım birbirlerine karşı tam bir soğuklukla meşbu idiler. Hatta İzmirliler Ankara’dan aynı trenle geldikleri Fenerbahçeli futbolculardan bir kısmının ceket, pardösü ve paltolarını gizli gizli trenin pencerelerinden atmışlardı.

    Bu hava içinde İzmir’e kadar devam eden seyahatin son perdesi de çok enteresan sahnelerle dolu geçmişti. Rıhtıma çıkan Fenerbahçeliler sessizce, İzmir Palas oteli istikametini tutarlarken binlerce İzmirli kendi şampiyonlarını eller üstünde taşıyor, muazzam tezahürat yapılıyordu. (Fenerbahçe görecek! Yaşayın aslanlar, Cuma günü gösterin kendinizi şu İstanbullulara!) ses ve feryatları pasaport semtini inletiyordu.

    İzmirli futbolcular Konak istikametinde taşınıyorlardı. Sanki 9 Eylül günü idi. Kafile Vilâyet konağı önünde durdu ve futbolcular birer birer içeri alındılar. İzmir Valisi merhum General Kâzım Dirik’in emriyle Vilâyet konağında müstesna bir merasim tertip edilmişti.

    Filhakika; meşhur Rus Mareşali Voroşilof bir kaç gündür İzmir’de idi ve bir gün önce de kendisine büyük merasimle İzmir hemşeriliği unvanı tevcih olunmuştu. İzmirli futbolcular büyük salonda birer birer Mareşale takdim olundular. Voroşilof mütebessim bir çehre ile hepsinin ellerini sıktıktan sonra onlara Rusça olarak şöyle hitap etti:

    “Hemşerisi bulunmakla övündüğüm güzel İzmir şehrinin şampiyon futbolcularını görüp tanımakla çok bahtiyarım… Genç arkadaşlar; sizleri Cuma günkü maçınızda da yeniden muzaffer olarak görmek benim için büyük şeref olacaktır. Bunu daha şimdiden yüzlerinizden, gözlerinizden okumaktayım. Kalbim sizinle beraberdir. Zafer de sizindir.”

    İzmirli futbolcular bu sözleri hararetle ve alkışlarla karşılamışlar ve misafir Mareşal şerefine üç defa bağırmışlardı.

    10 Kasım geldi. 2 hafta önceki Yunanistan – İtalya B milli maçını idare etmiş Viyanalı beynelmilel hakem Mitez de gelmişti. Fenerbahçe takımı, tarihi bir gün yaşayan Alsancak stadının o mahşeri kalabalığı arasından sessizlikler içinde sahaya çıktı. En koyu taraftarlar bile, yaratılan hava dolayısıyla, sevgi hislerini açığa vurmaktan çekinmişlerdi. İzmir şampiyonu ise sahaya çıkarken yer yerinden oynamıştı.

    Hüsameddin, Yaşar, Fazıl, Cevat, Esat, Ziya, Niyazi, Muzaffer, Zeki, Şaban ve Fikret’ten mürekkep namağlup Fenerbahçe on biri bu maçı, tahminleri altüst eder bir netice ile, 3-0 kazandı ve girişinin tamamıyla aksine olarak, coşkun tezahürat arasında eller üstünde sahadan çıktı.

    Bir cuşü huruş içinde ve dalga dalga insan yığınları üzerinde havalara kaldırılan 11 Sarı Lâcivert formalının bu tarihi manzarası Rus Mareşali Voroşilof’un da mahcubiyetini ilân ediyordu.

    İzmir gazeteleri 11 Kasım 1933 Cumartesi günü Viyanalı hakemin şu beyanatını birinci sahifelerinde yazdılar:

    “Fenerbahçe’nin fevkalâde güzel oyunu beni hayretler içinde bıraktı. Avrupa’da olsaydı Viyana, Peşte ve Roma gibi futbol merkezlerinin birinci profesyonel liglerinde ilk 5 takım arasında yer alırdı. Balkanların en teknik ve kuvvetli takımıdır. Maçlarını geçenlerde idare ettiğim Yunan milli ve İtalya B milli takımlarını kolaylıkla mağlup edebilir. Zeki Bey bizim milli santrforumuz Sideler’den çok üstündür”

    İşte; gördüğünüz fotoğraf 1933 senesi Türkiye şampiyonluğunu bu şartlar içinde kazanmış Fenerbahçe takımını 13 Kasım Pazartesi günü saat 11 de, İzmir dönüşü Anafarta vapurundan indikten sonra, Sirkeci rıhtımında karşılanırken gösteriyor. Bu cidden tantanalı merasime şimdi (az bile!) diyorsunuz değil mi?

    Resimde ön plânda kaptan Zeki (Sporel), Âdil Giray, Fazıl (Arzık), Şaban (Topkanlı), Hüsameddin (Böke), Fikret (Arıcan) ve yedeklerden Lebib, Namık, Yusuf ve o zaman denizcilik kaptanı bu satırların muharririni görüyorsunuz.

    Şapkalılar arasındaki Aksaraylı Hafız Yaşar ve Ali San aramızdan ebediyen ayrılmışlardır.

    Şurasını işaretlemek gerekir ki; bu maç İzmir’de 5400 lira gibi o zamanlar için kırılması senelerce mümkün olmamış rekor bir hasılat sallamıştı. İzmirspor kulübü bu para ile bir futbol sahasına yetecek kadar arsa satın aldı.

    Kıymeti bugün bir milyon liradan fazla olan bu saha için İzmirsporlular (Allah Fenerbahçe’den razı olsun. Bize sekiz gol attı ama adını ebediyen hayırla yâda vesile olacak ve sırtımızı yere getirtmeyecek bir stat da kazandırdı!) demektedirler…

    (Gelecek resim ve yazı; Fenerbahçe’nin tam 30 sene evvel yaptıkları ilk İzmir seyahatine aittir)

    Rüştü Dağlaroğlu – 7 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XVIII

    Canlı Yapraklar – XVIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XVIII” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XVIII

    Progres kulübü 1914’te Altınordu ismini aldıktan sonra palazlanmağa başladı. İki sene sonra, Fenerbahçe birinci takımından 7 oyuncunun iltihakıyla da yenilmez bir kuvvet oldu.

    Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve futbolcu kıtlığı arasında yaşanan bu hâdise, Fenerbahçe’yi sarsar ve senelerce toparlanmağa imkân vermezken Altınordu en parlak devrini yaşamıştır.

    Savaş bitince muvazene yeniden doğdu, fakat bu kısa sürdü. Çünkü Altınordu’da iç buhranlar başlamıştı. Fenerbahçe ise, genç elemanların yetişip gelişmeleriyle toparlanıp üstünlüğü tekrar ele aldı.

    Altınordu kulübü, kudret ve kuvvetini muhafaza için 1920/23 yıllarında büyük gayretler göstermiştir.

    Bilhassa, 1923 senesi bu hususta en büyük mücadele yılı oldu. Fakat mukadder akıbet, maalesef, önlenemedi ve çöküntü 1924 te emrivaki oldu.

    İşte, yukardaki resim Lâcivert-Kırmızı takımın 1923 teki son kuvvetiyle devrinin bir hâtırasıdır. O yılın ilkbaharında, Taksim stadyumunda İngiliz bahriyelileriyle yaptığı bir maçtan önce alınmıştır.

    Sağ baştaki sivil, senelerce Altınordu idare heyetinde vazifeli bulunan meşhur Otomobil Nuri’dir. Bu namdar sağ muhacimin Fenerbahçe genç takımlarından yetiştiği ve birinci takımın en nafiz unsuru iken 1916’da Altınordu’ya geçenlerin başında bulunduğu malumdur.

    Merhum Nuri’nin sağındaki ufakça yapılı, kara ve kuru genç meşhur Baron Feyzi’dir. O da Fenerbahçe genç takımlarından yetişmiş ve senelerce birinci takımda oynadıktan sonra 12 Kasım 1920’de Fenerbahçe’nin Altınordu’yu 4-3 yendiği tarihi bir maçı müteakip yeni kurulan İttihat Spor Kulübü’ne girmiş, oradan da Altınordu’ya geçmişti.

    Üçüncü yağız delikanlı Baltalimanlı meşhur Faik’tir. Bu şöhretli santrforun birçok gençler yetiştirdiği malumdur. Baltalimanlı Faik’in yanında muavin futbolculardan Mükerrem görülüyor. Onun yanında da Türk futbolunun eski maruf “Şiir”i Refik Osman Top’u görüyorsunuz. Refik de futbola Fenerbahçe genç takımlarında başlamış; senelerce Altınordu, Fenerbahçe ve İttihat Spor kulüplerinde oynadıktan sonra yine Altınordu’ya dönmüştü.

    Refik’in sağında muhacimlerden Sami, onun yanında da uzun boyu ile Nedim Kaleci görülüyor. Nedim, Altınordu’nun en vefakâr unsurlarından olarak şöhret bulur. Kulübünün satvetli devrinde yıllarca kalesini koruduktan sonra, çöküntü devrinde de oynamakta devam etmiş ve nihayet 1925’de Fenerbahçe’ye girmiştir.

    İlk milli kalecimiz Nedim’in sağındaki başı saçsız zatı yakından tanıyacaksınız: Beykozlu meşhur Kelle İbrahim’dir. O sıralarda Altınordu’nun santrhafı idi ve 26 Ekim 1923 teki ilk beynelmilel maçımızda, Bedri Gürsoy’un sakatlanması üzerine, takıma girmiş ve milli olmak şerefini kazanmıştır.

    Kellenin sağındaki dolgunca vücutlu genç Kara Cemil’dir. Altınordu’da yıllarca sol muhacim oynamıştır. Bu da futbolu Fenerbahçe’nin genç takımlarında öğrenip 1916 sonbaharında Altınordu’ya geçenlerdendir.

    Kara Cemil’in sağında meşhur (Balıkçı Tevfik) görülüyor. Altınordu’nun bu yaman müdafii daha sonra Beşiktaş’a girdi.

    Nihayet, son sporcu merhum Emin’dir. Sert ve şahsi oyunu ile maruf Emin’in ilk milli maçımızda sağaçık oynadığını ve Kelle İbrahim’le merhum Baron Feyzi bir defa milli olduğunu hatırlarız.

    Kalpaklı zata gelince bu da Nedim Kaleci’nin ağabeysi Hüseyin Serter’dir. O sıralarda Altınordu idare heyetinde bulunuyordu.

    Resimde, o günkü takımdan yalnız soliç Mutena yoktur. Resme yetişememiştir.

    Gelecek resim ve yazı: 1928 Olimpiyatları futbol kadromuzu Amsterdam’daki otellerinde canlandırıyor.

    Rüştü Dağlaroğlu – 24 Temmuz 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XVII

    Canlı Yapraklar – XVII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XVII” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XVII

    Paris Olimpiyatları’ndan sonra milli takımımız hemen yurda dönmedi, şimal memleketlerinde uzun bir turneye çıkıp hususi, temsili ve milli birçok maçlar yaptı. Bu arada 3, 4 ve beşinci milli maçlarımız bu turne esnasında Baltık denizi kıyılarında oynanmış ve Finlandiya, Estonya ve Litvanya milli takımlarına karşı yapılan bu maçlarda 3 kıymetli galebe temin edilmiştir. (Şimal Turnesi) adı altında şöhret bulan bu 3 maç milli maçlarımız arasında türlü bakımlardan cidden enteresan safhalar arz ederler.

    Bu maçlardan birincisi 17 Haziran 1924 Pazar günü Helsinki’de Finlandiya milli takımına karşı oynanmıştır. Finlandiya için seyirci rekoru kırılan bu maçta Fin halkı Türklere karşı tahmin olunamayacak derecede sevgi ve hürmet göstermiş ve müsabaka da pek samimi bir hava içinde oynanmıştır. O gün, sahadaki Fin bandosu Türk milli marşı olarak:

    “Ey vatan ey ümmü müşfik biz de şadan olalım,
    Din ve millet uğruna haydi kurban olalım…” şarkısını çalmıştı.

    İkiye karşı dört golle kazanılan Türkiye – Finlandiya maçında takımımızın 4 golünü de kaptan ve merkez muhacim Zeki (Sporel) atmıştır.

    Estonya milli maçı 19 Haziran salı günü Tallin’de oynandı. Bu maçta da seyirci rekoru kırılmıştır. Estonya halkının takımımız aleyhinde yaptığı çok kaba ve çirkin tezahürat arasında fevkalade asabi cereyan eden bu maçta Cafer, Nihat ve İsmet gözlerini yumup pek sert ve şedit oynamak mecburiyetinde kalmışlardı… İkinci devre ortalarına kadar berabere devam eden bu maç hasmın şeref golüne karşı sırasıyla Sabih, Bedri, Zeki ve yine Zeki’nin golleriyle 4-1 kazanıldı.

    Futbolcularımızın Tallin’de bir koğuşta ve ot minderler üzerinde yatırılmış olmaları Estonya’daki kötü hâtıraların ölçülerinden biridir.

    Litvanya milli maçı 22 Haziran 1924 cuma günü Kaunas’ta oynanmıştır. Burada da seyirci rekoru kırılmış, fakat Litvanya halkı Estonyalılar gibi kaba davranmamıştır. Bu maç da (1) e karşı kaptan Zeki’nin 3 şahane golüyle 3-1 kazanılmıştır.

    Görülüyor ki, şimal turnesi millî futbol takımımız için cidden kıymetli ve şerefli bir hâtıra teşkil ediyor. Ay Yıldızlı forma ilk defa şimal memleketlerinde muzaffer olmuş ve bu büyük hâtırayı 2nci ve 3üncü zaferler de yine oralarda takip etmiştir.

    Ayrıca, 32 senelik milli takım tarihinde üst üste 3 galebe yalnız bu seyahatte elde edilmiş bir başarıdır.

    Şimal turnesinin parlak bilânçosu konusunda (Fenerbahçe) ismini ön plânda zikretmek ancak ve sadece tarihi bir hakikati tekrarlamak olur, kanaatindeyiz.

    Filhakika; Fenerbahçe kulübü bu üç maçı oynayan kadrolara her defasında 6-7 oyuncu vermiştir. Takımımızın 3 maçta, ceman yekûn, attığı 11 golün hepsini de yine Fenerliler atmışlardır. Ayrıca ve yine bu Şimal turnesinin enteresan hâtıraları içinde tek bir futbolcumuzun bir maçta 4 gol atması gibi müstesna bir hâtıra da saklıdır. Filhakika; milli takımımızın ilk galibiyet maçında atılan dört golün kâmilen aynı futbolcu tarafından kaydedilmesi tam 30 senedir bir eşi yaşanmamış yüksek bir başarı olarak futbol tarihimizde yer almış bulunuyor. Bu büyük hâtıra, Fenerbahçe’nin cidden büyük evladı Zeki Sporel’e nasip olmuş fevkalâde bir şereftir.

    Şimal turnesinin 3 maçında atılan 11 golün 9 unu tek başına kayda muvaffak olan Zeki Sporel aynı zamanda milli takımımızın gol kıralı olarak da tarihe geçmiş bir Fenerbahçelidir. Onun kuvvetle sahibi bulunduğu (milli takım gol kıralı) unvanını (bir milli maçta en çok gol atan futbolcu) titriyle de süslemiş olması ve bu şerefi tam 30 yıldan beri şahsına münhasır kılmış bulunması Türk futbol tarihinde hem kendisi ve hem de mensubu olduğu Fenerbahçe Spor Kulübü için muhakkak ki övünülmeğe değer bir hâdise olarak yaşayacaktır.

    Zeki Sporel’in Türk futbolundaki bu çok şerefli ve müstesna mevkiini ona ilahî bir mükâfat olarak kabul etmek de yerinde olur. Filhakika; futbolu terk ettiği 20 yıldan beri bıraktığı boşluk bir türlü doldurulamamış olan milli takımımızın bu müstesna kaptan ve merkez muhacimi, 30 seneden beri kırılamamış fevkalade rekorlarıyla da futboldaki o yüksek kudret, maharet ve kabiliyetinin daima yaşayacak muazzam abidesini Ay Yıldızlı forma üzerinde kurmuş bulunmaktadır.

    İşte, yukarıdaki fotoğraf milli takımımızın tarihte ilk galibiyeti olan Finlândiya maçından önce, 17 Haziran 1924 Pazar günü, Helsinki sahasında alınmıştır.

    Sağdan itibaren: Baytar Kamil, İsmet, Muslih, Cafer, o gün şimşek gibi şütlerle 4 harikulâde gol atan takım kaptanı Zeki, Nedim, Nihat ve Altaylı Hamit. Oturanlar; yine sağdan: Hamid, Ali, Sabih ve Bedri’dir. Soldaki iki sivil ise; Futbol Federasyonu reisi Yusuf Ziya (Öniş) ve olimpiyat kafilesi veznedarı merhum Otomobil Nuri’dir

    (Gelecek resim ve yazı; Altınordu’nun 32 yıl önce Nedim, Kara Cemil, Refik Osman, Baltalimanlı Faik, Balıkçı Tevfik, Baron Feyzi ve Kelle İbrahimli son meşhur kadrolarından biri bir ecnebi maçından önce Taksim stadyumunda…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 17 Temmuz 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XVI

    Canlı Yapraklar – XVI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XVI” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XVI

    26 Ekim 1923 Cuma günü oynanan ve 2-2 beraberlikle neticelenen ilk milli karşılaşmamız Türkiye – Romanya maçı umumi efkârda yüksek maneviyat yarattı. Hatta o maçta muhakkak bir galibiyet fırsatının kaçırılmış olduğu kanaati de doğdu. Filhakika; milli maçtan 4 gün sonra, 30 Ekim 1923 Salı günü Fenerbahçe’nin Macarlarla takviyeli ve (Romanya muhteliti) adı altında oynayan daha kuvvetli kadro ile tek başına berabere kalması ve hatta çok hâkim oynaması bu kanaati takviye de etmişti.

    İşte; umumi efkâr, büyük gelişme halindeki futbolumuzla övünürken 6 ay sonraki 8’inci dünya olimpiyatları günün mevzuunu teşkil etmeğe başladı. Mayıs ayında Paris’te yapılacak bu 1924 olimpiyatlarına iştirakimiz bütün spor umumi efkârınca yürekten arzulanıyordu.

    Filhakika; Türkiye aleyhinde asırlardan beri bin bir kötü propagandalara sahne olmuş yeryüzünün her tarafından Paris’e gelecek sporcu, gazeteci ve seyirci yüz binlerce insana Türkü asil sporcu gençliği vasıtasıyla tanıtıp bu propagandaların yalan olduklarını ispat etmek imkânı böylece ele geçmiş olacaktı.

    Milli propaganda için bundan daha mükemmel fırsat olamazdı. Ayrıca, beynelmilel olimpiyatlar cemiyetinin 1923’teki sorusuna da esasen müspet cevap verilmiş ve hatta katılacağımız branşların güreş, atletizm, atıcılık ve futbol olduğu da tasrih olunmuştu. Fakat o tarihten bu yana, yani bir senedir ileri atılmış bir adım yoktu. Acaba yeni kurulmuş Cumhuriyet hükümeti İdman Cemiyetleri İttifakı’nı tanıyacak mı idi? Bu meçhul olduğu gibi, gereken masraf da nereden temin edilecekti?

    İşte, alâkalılar için bu cidden endişeli günlerde Maarif Vekili merhum İsmail Safa Bey Türkiye Milli Olimpiyatlar Komitesi’ne bir mektup yollayarak gençlerimizin Paris olimpiyatlarına iştirakleri için ne gibi yardıma ihtiyaç duyulduğunu sordu.

    Bunu Aralık 1923’te Maarif Vekâleti Vekili Necati Bey’in İdman Cemiyetleri İttifakı’na yolladığı bir telgraf takip etti. Merhum, bu telgrafında “Gençlerimizin ecnebi takımlar karşısında ihraz ettikleri muvaffakıyetler mucibi iftiharımız olmaktadır” diyor ve bir heyetin derhal Ankara’ya gelip hükûmetle temas etmesini tavsiye ediyordu. Bu, cidden büyük bir müjde idi. Çünkü devlet, hem teşkilâtı tanımış, hem de sporu bir kültür dâvası saydığını bu iş için Maarif Vekâletini vazifelendirmekle göstermişti. Necati Bey merhumun telgrafının ilk kısmı o günleri yaşayanlarca kabul olunacaktır ki, Fenerbahçe kulübünün faaliyetiyle ilgilidir.

    Fenerbahçe’nin 5 işgal ve mütareke senesinde inatçı düşman takımlarına karşı temin ettiği fasılasız zaferler milletimizin nihai zafer ve istiklâle olan inancını kuvvetlendirirken, bu mutlu keyfiyet Anadolu yaylalarında savaşan ve düşmanı vatanın harimi ismetinde boğmağa azimli milli kahramanları da hoşnut etmekte idi. İşte, bu tarihi zafer silsilesinin yarattığı memnuniyet devlette spora karşı alâkayı arttırdı ve Cumhuriyet hükûmeti, teessüsünden bir kaç ay sonra, fakir bütçesinden 50 bin lira tahsisat ayırdı.

    Bu para sayesindedir ki Türk sporu ilk defa olarak olimpiyatlara katılmak ve kendini tanıtmak imkânına kavuşmuştur. Kabul olunmalıdır ki talih bu ilk büyük imtihanında Türk futboluna yâr olmamış ve dişimize uygun bir yığın rakip dururken karşımıza Çekler gibi kuvvetli bir milleti çıkarmıştır. Çekoslovakya o tarihlerde futbolda en ileri memleketlerin başında idi. Buna rağmen, maneviyat bozulmadı ve kadromuz, tarihteki bu ikinci beynelmilel maçına metanetle hazır bulundu.

    2,5 sene önce takviyeli Galatasaray’ın Avrupa turnesinde Almanya’da kalan Bekir de Paris’e getirildiğinden 25 Mayıs 1924’te Çekoslovakya’nın karşısına şu tertipte çıktık:

    Nedim (Altınordu) – Cafer (Fenerbahçe), Ali (Galatasaray) – Kadri (Fenerbahçe), İsmet (Fenerbahçe), Nihat (Galatasaray) – Mehmet (Galatasaray). Alâeddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Bekir (Fenix), Bedri (Fenerbahçe).

    İsveçli Anderson idaresindeki bu maç, malûm olduğu üzere 5-2 kaybedilmiştir.

    Nedim Kaleci’yi el üstünde taşıyanlar arasında o zamanlar dünyanın en meşhur kalecisi İspanyol Zamora da vardı. Zamora, Olimpiyat köyündeki antrenmanlarda Nedim’i yakından görmüş ve hayran olmuştu.

    Çekoslovakya maçı akşamı Paté sinemasında müsabakanın filmi gösteriliyordu. Zeki (Sporel) ile beraber kapıda Ay-Yıldızlı resmini gören Nedim (Kaleci) hemen sinemaya girdiler. 10 dakika devam eden bu filmde Nedimin o günkü harikulâde kurtarışları gösterilirken Fransız spiker şöyle konuşmuştu:

    “İşte Türk kalecisi ki bugün kalesini bir aslan gibi müdafaa etti.”

    İşte, yukarıdaki resim milli takımımızı 25 Mayıs 1924 maçından bir saat kadar önce Colombe’deki Willage Olympique’de gösteriyor. Takımımız, buradan 20 dakika mesafedeki stada gidecek ve şöhretli rakiple karşılaşacaktır. Her halde bu ilk olimpiyatlar kadromuzu tanıyacaksınız.

    Sağ baştaki koyu renk fanilalı o gün cidden fedakârane bir oyun çıkaran ve bu arada parmağı çıktığı halde kalesini terk etmeyen Nedim (Kaleci)dir ki, maçı müteakip Fransız seyirciler tarafından el üstün de taşınmıştı. Sonra Bedri, Cafer, Nihat, Zeki, Kadri ve antrenör Billi Hanter. Çömelenler de yine sağdan Leblebi Mehmet, Bekir, Âli, Alâeddin ve İsmet’tirler.

    (Gelecek resim ve yazı, Milli Takımımızın meşhur Şimal turnesi ve futbolda ilk milli galibiyetimize dairdir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 10 Temmuz 1954 – Akşam Gazetesi

  • Atatürk ve Fenerbahçe Kitabı

    Atatürk ve Fenerbahçe Kitabı

    Fenerbahçe Tarihi Meseleleri | Kuruluş” kitabından sonra, ikinci eserimiz “Atatürk ve Fenerbahçe” kitabı Barış Kenaroğlu imzasıyla yayında… Önsözü sitemizde paylaşıyoruz…

    Kitabı ise “bu bağlantıdan” temin edebilirsiniz.

    Kitapyurdu linkini de “bu bağlantıda” belirtmiş olalım.

    Ve kitabımız Fenerium’da… Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu mağazalarında ve “Fenerium internet sitesinde”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önsöz

    Türkiye’de spor tarihi yazımı, spor ekonomisinde gerçekleşen büyümeye doğru orantılı olarak popülerlik kazanan spor tarihi araştırmalarının ülkemizde geldiği seviye sevindirici olmakla birlikte; spor tarihi yazımında geride bıraktığımız yüzyılın mirası olarak kabul edebileceğimiz yanlış yöntemlerin uygulandığı halen gözlemlenmektedir. Bu durumun tarih biliminin doğasından kaynaklanan sebepleri olmakla birlikte, sporun kendine has özelliklerinden de kaynaklandığı açıktır. Tarih, tıpkı diğer sosyal bilimler gibi, insan eliyle şekillenen, tarihçi olarak sıfatlandırılan kişilerce toplumu besleyen bir bilim dalıdır. Tarihin gözlemlediği de, tarihin kendisini yazan da insandır. Yukarıda “doğası gereği” olarak nitelendirdiğimiz bu özelliği ile tarihin, özellikle spor tarihinin, süregelen en büyük sorunu tarafsız olmaması/olamamasıdır. Tarihçinin elde ettiği bulguları değerlendirirken, kendisini ait hissettiği topluluk ile arasındaki duygusal bağ, yorumlarına etki etmekte, yaptığı çıkarımları sempatizanı olduğu camianın çıkarlarına uygun yapmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda, yüzyıllardır süregelen tarih biliminin en büyük sorunu ile ilgili büyük düşünür İbn Haldun’un XIV. asrın sonunda kaleme aldığı Mukaddime adlı eserinde yer verdiği sözler günümüzde halen geçerliliğini korumaktadır:

    “Bir görüşe ve bir inanca bağlılık ve taraftarlık insanın ruhuna işledi mi, kendine uygun düşen haberleri işitir, işitmez hemen kabul eder. Bu temayül ve taraftarlık insanın basiret gözünü örter ve tetkikte bulunmasını engeller, yalan haberi kabul ve nakletme durumunda kalmasına sebep olur.”

    Spor tarihi araştırmalarında benimsenen yanlış yöntemlerin başında belgeye dayanmayan tarih yazımı gelmektedir. Günümüzde geçerliliğini sürdüren bu yöntem, sözü edildiği gibi geçmişin kötü bir mirasıdır. “Kalıtsal” olarak niteleyebileceğimiz bu yanlış yöntemin günümüzde kullanılmasının altında yatan sebepler vardır. Bu sebepleri spor tarihi yazımının sorunları olarak değerlendirmek mümkündür.

    Prof. Dr. Kurthan Fişek’e göre, “Türkiye spor tarihi konusunda yazılanların büyük kısmı, belgelere değil belleklere, yani anlatılara dayalıdır.” Fişek’e göre bu durum, spor tarihi alanındaki belge eksikliğinden kaynaklanmakta, spor tarihçileri anlatılanları kaynak olarak kabul etmek zorunda kalmaktadır. Fişek bu durumun zamanla bir kısır döngü halini aldığını, belgenin tükendiği yerde belleğin devreye girdiğini söylemiş ve “kalıtsal” olarak nitelendirdiğimiz yanlış yöntemi, “belleklerin şaşmazlığına aşırı ölçüde güvenen, belleğe dayanılarak yazılanları belge niteliğinde değerlendiren bir alışkanlık haline geldiği” şeklinde dile getirmiştir.

    Spor tarihçilerinin belge eksikliğini anlatılarla gidermek için gösterdikleri çabanın, tarih yazımı adına alışkanlığına dönüşmesi günümüz spor tarihçiliğinin en büyük sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Anlatılanlara dayanarak yazılan eserlerin “kaynak” olarak kabul edilip, birbirini tekrar eden amatör çalışmalar yapılması bu anlamda kolaycılık olarak da değerlendirilebilir. Spor kulüplerinin, spor kurumlarının tarihini ilk kez yazan tarihçilerin bulgularını, çoğu zaman ispata ihtiyaç duyulmadan, olduğu gibi kabul ederek yapılan bu amatör çalışmalar, kıymetli bir çabanın ürünü olan eserlerin akademik olarak değer bulmasının önüne geçmiştir.

    Bahsettiğimiz kalıtsal yöntem yanlışlığının evrildiği bu kolaycılık, zamanla sportif anlamda mücadele veren kulüplerin sempatizanı olan amatör tarihçilerin birbirleri ile mücadelesine dönüşmüş, sahadaki rekabet sayfalara taşınmış, bu durum faydacılık evresine geçilmesine neden olmuştur. Şüphesiz bu durumun oluşmasında sporun hitap ettiği kitlenin düşünsel yapısına ilişkin algı da etkilidir. Türk aydınının gerek dini gerek siyasi gerekse ekonomik sebeplerle Osmanlı’nın son yıllarında tanıştıkları “spor” ve “sporcu” kavramlarına küçümseyerek baktığı bir gerçektir. Kanımızca bu bakış açısı aynı zamanda Kurthan Fişek’ten aktardığımız “kısır döngü” tanımlamasının yapılmasına da sebep olmuştur. Spor tarihine ilişkin belgeler, resmi kurumlar nezdinde gereken ilgiyi görmemiş, kimi zaman tasnife değer bulunmamış, asırlık kulüplerin müze ve arşivleri kişisel çabalarla ayakta kalmıştır. Bu bakış açısı yakın zamana kadar hâkimiyetini sürdürmüş, dolayısıyla spor tarihi de akademik ilginin uzağında bir alan olarak kalmıştır. Yiğit Akın, erken Cumhuriyet dönemi spor tarihi üzerine yazdığı “Gürbüz ve Yavuz Evlatlar” isimle eserinde spor tarihinin akademik ilgiden uzak olmasının nedenini, akademisyenlerin spor konusunda problematize edilecek bir şeyler olmadığına inanmaları şeklinde açıklamıştır. Bu ilgisizliğin temel nedeninin belge eksikliği olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

    Sporun ekonomik değerinin fark edilmesi ve bu değerin zamanla hızla artması, Türk aydınının bu alana bakışının değişmesindeki en önemli sebeptir. Her ne kadar son yıllarda spor tarihi üzerine yapılan çalışmalar hatırı sayılır derecede artmış olsa da, bu çalışmaların çoğu amatör spor tarihçilerine aittir. Spor tarihi günümüzde halen amatör spor tarihçilerinin hâkimiyetindedir.

    Ne yazık ki bu hâkim grubun çalışmaları akademik değerin uzağında kalmıştır. Amatör spor tarihçilerinin “kolaycılık – faydacılık” ekseninde sürdürmeye çalıştıkları kısır tartışmalar, sportif tabir ile “savunma – hücum” şeklinde sürmektedir. Amatör spor tarihçileri, çoğu zaman belgeye dayanmayan bulgularını paylaştıkları takipçilerini yüzyıl öncesi aydınının spor ile meşgul olan kitleyi değerlendirdikleri seviye ile aynı seviyede değerlendirmektedirler. Bile isteye yaptıkları bu değerlendirme, sözünü ettiğimiz kolaycı – faydacı bakış açısının bir parçasıdır.

    Okuyacağınız çalışma yukarıda sıralanan spor tarihi yazımı sorunlarına çözüm üretme ve doğru yöntemlerin kullanılmasını teşvik amacı ile yazılmıştır. Çalışmanın yazarı Fenerbahçe camiasının mensubu olsa da, okuyucuya “tarafsız” değerlendirmeler sunma çabası göstermiştir. Çalışma, spor tarihi alanında son dönemde artan araştırmaların bir ürünü olarak, belgelere dayanmaktadır. Bu doğrultuda, anlatılara dayalı tarih yazımının belgelenmesine katkıda bulunduğu noktalar olduğu gibi, bu yöntemin benimsendiği eserlere eleştiriler de içermektedir.

    Çalışma iki bölümden oluşmaktadır.

    İlk bölümde Atatürk’ün Türk spor tarihi yazımında ne şekilde yer aldığına ilişkindir. Bu başlık altında konu bütünlüğü korunarak kaynaklar, ya da kaynak olarak kabul edilen anlatılar, değerlendirilmiş olup, 28 Temmuz 1922’de Akşehir’de oynanan maça geniş bir yer ayrılmıştır.

    İlk bölümün ikinci konu başlığı altında, Atatürk’ün spor kulüpleri nezdinde “paylaşılamaz” konumu açıklanmaya çalışılmış ve bu durumun ortaya çıkardığı tartışmalara yer verilmiştir.

    Çalışmanın ikinci bölümde, Atatürk’ün Fenerbahçe Spor Kulübü ile temasları anlatılmaktadır. Bu temasların yer bulduğu konu başlıkları; kitabın yazarı tarafından yapılan arşiv taramalarında elde edilen belgelere dayanarak yazıldığı gibi, önceden ortaya konulmuş belgelerin ve kaynakların yeniden yorumlandığı analizleri de içermektedir.

    Şüphesiz bu çalışma, Türk tarihinin en büyük şahsiyetlerinden olan, Cumhuriyetin kurucusu, Millî Mücadele’nin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün “hangi takımı tuttuğu” sorusuna bir cevap bulmayı amaçlamamaktadır. Aksine çalışmanın esas yazılış amaçlarından biri de bu soruyu popüler kültürün bir parçası olmaktan çıkarmaktır.

    Çalışmada Gazi Mustafa Kemal Atatürk isminin kullanımı dönemsel olarak farklıdır. Genel analiz ve sonuçlarda Atatürk ismi kullanılmakla beraber;

    1911-1916 yılları arasında Mustafa Kemal Bey;

    1916-1923 yılları arasında Mustafa Kemal Paşa,

    1923-1934 yılları arasında Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal,

    1934-1938 yılları arasında ise Atatürk ismi tercih edilmiştir.

    Çalışmanın yazılma sürecinde desteğini esirgemeyen, rahle-i tedrisinde olmaktan her daim onur duyduğum Hocam Prof. Dr. Vahdetttin Engin’e; elde ettiğimiz belgeler hakkında beni aydınlatan, yol gösteren Doç.Dr. Mehmet Emin Elmacı hocama ve kıymetli büyüklerim Gazeteci-Yazar Murat Bardakçı ile Müzdat Dağlaroğlu’na teşekkürü borç biliyorum.

    Kıymetli büyüğüm Dr. Seyhun Binzet’e verdiği destek için şükranlarımı sunuyorum.

    Karşıyaka Spor Kulübü’nün mensubu, spor tarihçisi kıymetli dostum Bedri Cumhur Doğu’ya yaptığı katkılar için minnettarım.

    Kader birliği yaptığım meslektaşım, kardeşim Barış Eymen olmasaydı bu satırların yazılamayacağını bilmenizi isterim.

    Bu çalışmayı yıllardır tükenmeyen bir sabırla benden merhametini esirgemeyen eşim Nihal Kenaroğlu’na ve yazdıkları, aktardıkları, arşivleri, anıları ile Türk tarih yazımında “Türk Spor Tarihi” faslını açan; Dr. Rüştü Dağlaroğlu, Cem Atabeyoğlu, Vâlâ Somalı ve Haluk San’ın aziz hatıralarına adıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

    Barış Kenaroğlu

    İstanbul (2019-2022)

  • Canlı Yapraklar – XV

    Canlı Yapraklar – XV

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XV” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XV

    Bilindiği veçhile (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) teessüs eder etmez 1921 yazında Beynelmilel Futbol Federasyonu’na müracaatla üyeliğe kabulünü istemişti.

    FİFA, Birinci Dünya Savaşından sonraki ilk toplantısında, yani 1923 Mayısında bu talebimizi ittifakla kabul etti. Cenevre’deki bu içtimada memleketimizi (Serveti Fünun) sahibi merhum Ahmet İhsan Bey’in temsil ettiği de malumdur. Böylece, Türkiye için beynelmilel temaslar imkânı artık sağlanmış oluyordu.

    (Mayıs 1923)ü biraz tahlil edersek hatırlarız ki; Anadolu tahripkâr bir harbden yeni çıkmış, İstanbul da işgal altındadır. Bir husumet cihanına karşı Lozan’da tek başımızayız. Milli haklarımız katra katra kurtarılabilinmektedir. Böyle bir durumda bünyesini henüz tamamlayamamış Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın derhal milli temaslara girişebilmesine bittabi imkân görülemez. Bununla beraber (Milli takım) sözü bir yıldan fazladır artık duyulmağa, yazılmağa ve hatta şiddetle de sevilmeğe başlanmıştır.

    (Milli takım) sözünün bu derece içten sevilmesinde milletin o yıllarda içinde bulunduğu durum ve çektiği kahrın rolü şüphesiz ki çok büyük ve birinci derecededir. Parçalanmış, istilâ ve tahkir olunmuş harap bir yurtta asırların efendi bir milleti, artık büyüğü küçüğü; kadını erkeği el ele vermiş, namus ve istiklâli kurtarma uğrunda yıllardır türlü fedakârlıklarla savaşıyordu. Milletin kanla yazdığı ve çizdiği hedef (misakı milli), bunun tahakkuku uğrunda girişilen savaş (Milli Mücadele), savaşın önderleri (milli kahraman), onu yapan kuvvetler de (milli ordu) isimleriyle anılıyorlardı.

    İşte, vatanın harimi ismetine tecavüz eden düşmanlarla bir ölüm dirim mücadelesine atıldığımız 1920-23 senelerindeki milli misak, millî mücadele, milli kahraman ve milli ordu ad ve mefhumları yanında (milli takım) sözü de pek tabiidir ki çok müessir bir tabir olarak milli duyguları alevlenmiş yaralı milletçe kalpten benimseyecek ve sevilecekti.

    Bu tabir gazete sütunlarında ilk defa 1922 Martında okundu. (Akşam) gazetesi (Türk milli takımı kimlerden müteşekkil olmalıdır?) diye bir anket açmıştı. Görülen büyük alâka üzerine, 15 Haziran 1922’den itibaren, stat idareleri İstanbul’un en iyi futbolcularından, gayri resmi olarak milli takımlar kurmağa ve maçlar organize etmeğe başladılar. 15, 19, 22 Haziran ve 8 Temmuz 1922 günlerinde bu gayri resmi (milli takım)lar, göğsü kırmızı bantlı formalarla, işgal kuvvetlerine karşı 4 maç yaptılar ve bu maçları sırasıyla 3 -1, 9-1, 5-0, 40 kazandılar.

    FİFA’ya müracaatımızın henüz cevaplanmadığı bu sıralarda (milli takım) mevzuunun gördüğü büyük alâka, karşısında T. İ. C. İ. Merkez heyeti reisi Ali Sami (Yen) merhum, 1923 ilkbaharı için milli takım namına bir Fransız takımıyla angajmana girişti ve bu maksatla 17 futbolcu 18 Ocak 1923 günü için Divanyolu’ndaki (Şark Mahfeli) ne davet olundular. Türk futbol tarihinde teşkilât tarafından ilk defa ve resmen davet olunan bu milli kadro şudur:

    Hilal’den Sadi (Çoban) merhum; Süleymaniye’den Hüsnü (Erceyiş); Altınordu’dan Nedim (Kaleci), Refik Osman (Top) ve Badi Şükrü merhum; Galatasaray’dan Nihat, Edip, Rüştü; Fenerbahçe’den Şekip (Kulaksızoğlu), Hasan Kâmil (Sporel), Cafer (Çağatay), İsmet (Uluğ), Kadri (Göktulga), Bedri (Gürsoy), Zeki (Sporel), Alâaddin (Baydar) ve Sabih (Arca).

    Bu kadro 1923 Şubatından itibaren hazırlık maçlarına başladı. İlk giyilen forma beyaz pantolon ve yeşil fanilâdır.

    İşte, bu sıralarda nisan ayında beklenen Fransız takımının gelemeyeceği öğrenilirken mayısta F.İ.F.A. ya kabulümüz haberi gelmiştir. Bu sevindirici haber üzerine, zemini de müsait görüp, harekete geçen Futbol Federasyonu bir kaç memleketle muhaberata girişti ve bunlardan Romanya ile mütekabil ziyaret esasına dayanan bir anlaşmaya vardı. İlk maç 26 Ekim 1923 Cuma günü İstanbul’da yapılacaktı.

    24 Ekim 1923 Çarşamba akşamı Galata rıhtımına yanaşan İmparator Trayan adlı beyaz vapur ilk rakibimizle Karadeniz boğazı istikametinden memleketimize getirmiştir. Bu ne muazzam bir hâdise idi, Galata rıhtımı binlerce karşılayıcı ile dolmuş, istikbalcıların feslerini giyen Rumenlerin mütemadi fotoğrafları çekiliyor; beri yanda eski tarihi topçu kışlası meydanı Taksim stadında da hummalı bir faaliyettir gidiyordu. İki bin kişilik kapalı ahşap bir tribün ve bir balkon inşa edilmiş, duhuliye tarafına tahta parmaklıklar yapılmıştı. 26 Ekim 1923 cuma günü bu stat, o devirler için en büyük rakam olan, 8 bin kişi ile dolmuş taşıyordu… Buruşuk çehresi değişmiş ve taravet kazanmış tarihi stadyumda, tam 20 gün önce sona eren, o 5 senelik meş’um işgal felâketinden sonra İstanbul’un 8 bin futbol âşığı, ilk defa olarak, hürriyet havası teneffüs ederek bir maç seyredecekti. Hem de, yine ilk defa olarak, bir milli maç!

    Heyecan eşsizdi. Halk sabırsızlanıyor, haftalardır yapılan neşriyat, münakaşalar, takımın tertip şekli ve maçın neticesi hakkındaki tahminlerle gerilmiş sinirler yaylarından fırlayacak oklara benziyorlardı.

    İşte, nihayet hakem Kratky sahaya çıktı. Onu alkışlar arasında Rumenler takip ettiler. Siyah pantolon ve göğüsleri milli armalı beyaz fanila giymişlerdi.

    Halkın yüzde 99’u ilk defa gördükleri bir yabancı milli takımını merak ve tecessüsle seyrederlerken yeni balkonun altındaki kapıdan görünen bir çiçek demeti halindeki grup stadı yerinden oynatan heyecan ve tezahürata sebep oldu: Türk milli takımı çıkıyordu!

    Hem futbolcular alkışlanıyorlardı, hem de o güzelim formaları… Beyaz pantolon ve beyaz fanilâ giymiş 11 Türk gencinin göğüslerini çevreleyen ay yıldızlı kırmızı bant, bu güzelim Türk sancağı bu bahtiyar delikanlılara ne güzel de yakışmıştı. Bu sevimli formayı, bu güzelim tabloyu ilk defa olarak görmenin mesut heyecanını halk bir türlü yenemiyor, (Yaşa; milli takım!) sesleri Taksim ufuklarını inletiyordu.

    Uzun süren merasimden sonra, yıllardır özlenen hâdise nihayet yaşanmış ve Türk milli futbol takımı ilk defa rakip bir milli takım karşısında mevki almıştı. Bu tarihi şerefe ulaşan 11 Türk genci şunlar olmuştur:

    Nedim (Altınordu )- Hasan Kâmil (kaptan. Fenerbahçe), Cafer (Fenerbahçe) – Nihat (Galatasaray), İsmet (Fenerbahçe), Feyzi (Altınordu) – Emin (Altınordu), Alâaddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Sabih (Fenerbahçe), Bedri (Fenerbahçe)

    Bu ilk maçımız, malûm olduğu üzere 2-2 beraberlikle neticelendi ve Türk milli takımının bu ilk iki golünü atmak tarihi ve ebedi şerefi de Fenerbahçeli Zeki (Sporel) e nasip oldu.

    İşte, yukarıdaki resim Türk ve Rumen milli takımlarını maçtan önce bir arada gösteriyor.

    Sağ baştaki şapkalı Rumen milli takımının meşhur kalecisi Pavlini’dir Onun sağında bizim kaleci Nedim, sonda Alâaddin, Emin, İsmet, Nihat, Sabih, Hasan Kâmil, Baron Feyzi merhum, Cafer, Zeki ve ortada çömelmiş olan da o gün ağır sakatlanmış olan Bedri’dir ki, yerine Kelle İbrahim girmişti.

    (Gelecek resim ve yazı: Türk sporunun ilk defa olarak olimpiyatlarda temsili ve 1924’de Paris’te Çekoslovakya’ya karşı çıkan futbol takımımız…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 19 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi

  • Hiçbir Yerde Olmayan

    Hiçbir Yerde Olmayan

    Birkaç ay evvel kişisel arşivinin eşsiz fotoğraflarını Fenerbahçe ve Türk spor tarihine armağan eden kıymetli büyüğümüz Ahmet Özkan, bu defa da “hiçbir yerde olmayan” Fenerbahçe genç futbol takımıfotoğraflarıyla bizleri büyülüyor.

    Yukarıdaki fotoğrafın arkasında yalnızca “Fenerbahçe Genç Takımı – 1948” yazılı. Bizim ilk bakışta tanıyabildiklerimiz, ayakta ortada antrenör Sabri Kiraz ve aynı sıranın en sağında Avni Kalkavan ile hemen onun önünde kaleci Şükrü Ersoy.

    Aşağıdaki fotoğrafın arkasında ise daha çok detay var:

    “1951 Fenerbahçe genç takımı Beşiktaş (genç) takımı maçı. 0-0 berabere bitmişti. Maçta (sol iç) oynadım. Maç Galatasaray’ın Mecidiyeköy’deki stadyumunda yapılmıştı.” yazıyor.

    Maalesef imza okunmuyor.

    Futbolcuların kim olduğu konusunda danışabileceğimiz en doğru iki adres, sevgili ağabeylerimiz Müzdat Dağlaroğlu‘na ve İzzet Benyakar‘a danıştık. Bununla beraber, hiçbir şey bilmesek de birbirinden muhteşem ve gerçekten de hiçbir yerde olmayan iki fotoğraf olduğunu söyleyebiliriz…

    Bunları bugüne kadar muhafaza eden ve kayıtlara hediye eden Ahmet ağabeye tekrar sonsuz teşekkürlerimizle…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


  • Canlı Yapraklar – XIII

    Canlı Yapraklar – XIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XIII” : 1921 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XIII

    Takviyeli Galatasaray takımının 1921 sonbaharındaki Orta Avrupa turnesi memleketimizin öteden beri ne kötü propagandalara hedef kılındığı hakkında mükemmel bir misal vermişti. Bu hain propagandaların o zamanlar münasebetlerimizin pek az olduğu Amerikalarda müessir olması bir dereceye kadar müsamaha ile karşılanabilirdi. Fakat Almanya gibi, koca imparatorluğumuzun parçalanmasına sebep olmuş, henüz 2 yıl önceki müttefikimiz matbuatında yer bulması cidden esefle karşılanmış ve asabiyet uyandırmıştı.

    1921 de neşrolunmuş ve bugün bile okurken asabımızı bozan aşağıdaki satırlar bu turnenin her şeye ve alınan kötü neticelere rağmen, yine de faydalı olduğunu gösterir. Filhakika, bizi zorla harbe sürüklemiş ve o sırada mağlup ve perişanlık içinde yüzer bulunmuş koca Alman milletinin aşağı karakterde bazı gazetecileriyle, istiklâline henüz kavuşmaktan doğan bir şımarıklıkla malul Çeklerin o tarihlerde bir husumet âlemine karşı cidal açmış yaralı Türk milletine karşı reva gördükleri bu saygısızlığın mazur görülecek hiç bir tarafı yoktu. Yoktu amma, bu yazılar kendimizi tanıtmağa ne kadar mecbur olduğumuza da acı birer ikazdılar…

    İşte bu yazılardan o zamanlar tercüme ve neşrolunmuş ve üzerlerinde şiddetli münakaşalar cereyan etmiş bazıları:

    “Maşallah… Türkler birbirlerini takiben sahaya çıktılar. Hayretle görüyoruz ki tıpkı bizim gibi insanlar! Hâlbuki başlarında kızıl fesler, ayaklarında geniş şalvarlarla saha ortasında sıçrayacaklarını zannetmiştik. Futbolleri de bizimkine benziyordu. Yalnız, konuşmaları acayip ve anlaşılmaz bir şeydi…”

    “Türkiye şampiyonunun Nurenberg’e gelmesi merakla bekleniyordu. Çünkü Türkiye’de futbol oynandığını ve şampiyonları olduğunu hiç duymamış ve tahmin de etmemiştik, İşte, şampiyon Galatasaray takımını görmek üzere tribünlere biriken halk onların İstanbul’da geçirmekte oldukları harem hayatından örnekler de görebilmek merak ve heyecanı içinde idiler. Bu sebepledir ki seyircilerin ekseriyetini kadınlar teşkil ediyorlardı…”

    “Türkler Hamburg’ta! Vaktiyle ‘Türkler Viyana önünde!’ denildiği zaman da halk ancak bu kadar heyecana düşmüştü… Seyirci adedi 20 bin tahmin olunuyor. Bu müsabaka birçok noktalardan şayanı tetkiktir. Evvela; bir millet ya kuvvetli bir takımla veya seyirci celbi için acayip şahsiyetler ile maç yapar. Meselâ, Çinlilerin uzun saçlarıyla topa vuruşlarını tasavvur ediniz, bizim ahali için bu ne hoş bir manzara olur. Yahut Zenci futbolcuların sıçrayışları herhalde çok seyirci celbeder. İşte, halkımız Türkleri de böyle zannettiğinden çok seyirci gelmişti. Fakat onların içinde âdeta koşan ve bizim gibi oynayan şahsiyetlere rast geldik. Pek yorgun bulunmalarına rağmen iyi çalıştılar. Bir de Türklerin lehine olarak şunu ilâve edelim ki; bu defa harp zamanındaki âdetlerinin aksine olarak ‘harem’siz seyahate çıkmışlar… Demek, kendilerinde görülecek en iyi ve meraklı şeyi evlerinde bırakmışlar… Tanrıdan dileriz ki, Hazreti Muhammet ve diğer peygamberler, Türkleri bu felaketli seyahatlerinde korusunlar…”

    “Prag’da Türkler!… Acaba bir bayram meydanı mı idi? Tatil günü olmadığı halde 9 bin kişi toplanmıştı. Bunların çoğu futbol meraklılarından ziyade eğlence görmeğe gelenlerdi. Halk fesli, geniş şalvarlı, kılıç ve kalkanlı, kuşaklarına tabanca sıkıştırılmış Türkleri göreceklerini sanmışlardı. Hâlbuki Türkler süslü ve şık formalarla meydana çıktılar. Vakıa futbol oynadılar; fakat nasıl oynadıklarını hiç sormayınız… Müsabakada Sparta takımı sıfıra karşı 12 gol yapmıştı ki, isteseydi bir o kadar daha atardı. Sparta’nın onuncu golünden sonra ahali, kalecinin hatırı için de bir gol, diye bağırıyordu. Bu gecikmedi, Bunun üzerine bir tane de hakem için, diye bağırdılar, Türkler, birdenbire Çek lisanına aşina gözükerek, seyircilerin arzusu üzerine, on ikinci golü de kendi kendilerine yapıp oyunu bitirdiler. Velhasıl bu maç kedi ile farenin müsabakası gibi idi.”

    Alman gazetelerinin Galatasaray’ı (Türkiye şampiyonu) titriyle reklâm ettikleri görülüyor. Hâlbuki o yıllarda Türkiye şampiyonluğu daha henüz organize ‘ edilmeğe başlanmamıştı. Ancak, İstanbul şampiyonluğu vardı ve o yılın, yâni 1920/21 senesinin şampiyonu da Fenerbahçe idi. (Türkiye şampiyonluğu) titrinin bu seyahatte reklâm maksadıyla ele alındığı şüphesiz ise de bunun isabetli bir hareket olmadığı da muhakkaktır.

    Yukardaki resim takviyeli Galatasaray takımını turnenin üçüncü maçını oynamak üzere, 4 Eylül 1921 Pazar günü Karlsruhe’de rakibi Fenix takımı oyuncularıyla bir arada göstermektedir. Geçen hafta bahsettiğimiz gibi bu maçı 1-0 Alman takımı kazanmıştır.

    Almanlar, maçtan sonra takımımıza bir ziyafet vermişler, kulüp reisi nutuk söylemiş, Galatasaray namına merhum Cevdet Bey cevap vermişti. Nutukların tercümelerini o sırada Almanya’da tahsilde bulunan Fenerbahçeli Burhan (Belge) yapmıştı.

    Resimde takviyeli Galatasaray takımı ayakta duranlardır.

    Sağ başta buket tutan zat kulübün o zamanki umumi kaptanı ve bu seyahatte bir kaç defa forvet oynamış Yusuf Ziya (Öniş) dir. Sonra Necip Şahin merhum, Refik Osman, Galip merhum, Müçteba merhum, Cafer, Nedim, Bekir, Zeki, Nihat, Ustrumcalı Hüseyin merhum ve nihayet o yılların Galatasaray santrforu Macar Ballaşa. Soldaki zat maçın Alman hekimidir.

    Yerde oturan Fenix takımı oyuncuları arasında soldan ikinci küçük Oberle’dir. Fenlix takımının sağ müdafii olan bu genç daha önce büyük kardeşiyle beraber Galatasaray’da yıllarca forvet oynamıştı. Senelerce bir arada ve karşı karşıya oynadığı eski arkadaşlarıyla bu maç dolayısıyla tekrar buluşmaktan çok memnun görünmüş. Küçük Oberle’nin o 4 Eylül 1921 akşamı Türk futboluna ettiği bir azizliği acaba hatırlıyacak mısınız? Düşününüz bakalım; iyi düşünün… Hatırlayamadınız demek… Öyle ise hatırlatalım:

    Küçük Oberle o maçı müteakip verilen ziyafette Bekir’i Almanya’da kalmağa ikna ve Fenix kulübüne mal etmişti. Nitekim kafile 28 Ekim 1921 Cuma akşamı İstanbul’a döndüğü zaman meşhur Bekir’den mahrum bulunuyordu. İstanbul sahalarında yırtıcı kaplan gibi kalelere saldıran, kurşun gibi şütleriyle kalecileri yere seren o tutulmaz, ele avuca sığmaz meşhur yağız Bekir böylece en verimli devrini Alman futbolu içinde geçirecek ve artık o diyarın malı olacaktı.

    Seyahatten önce Bekir’e müsaade isteyen Ali Sami merhuma beyanı mazeret etmiş İttihat Spor Kulübü murahhası meğer haksız değilmiş!

    (Gelecek resim ve yazı bir zamanların meşhur kulübü Nişantaşı Terbiyei Bedeniye Yurdu)nun 34 sene evvelki Hokey takımını bir İngiliz maçından önce canlandırmaktadır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 19 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi