Etiket: Namık Sevik

  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Balçık Sahada

    Balçık Sahada

    18 Mart 1959 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı 1-0 yendiği maç resmen balçık sahada yapılmış. Fenerbahçe’nin 10. Türkiye şampiyonluğuna giden yolda önemli bir dönemeç olan bu maçı Milliyet gazetesinden kısa metinlerle hatırlayalım istedik. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 1 – 0 Beşiktaş

    Balçık sahada kötü hakemlerle oynanan maçta rakiplerini ağır baskı altında tutan Sarı-Lacivertliler galibiyet gollerini Avni’nin ayağı ile kazandılar. Galibiyet Fenerbahçe’ye Beyaz Grup’ta birincilik yolunu açtı.

    Gündüz Kılıç: Futbolcular adeta ikişer rakiple mücadele zorundaydılar. Hem topa sahip olmak için çekiştikleri futbolcu ile hem de yürümeyi bile zorlaştıran çamurla…

    Necmi Tanyolaç: Bu maçın topu, top değil, balçığın ağırlaştırdığı bir gülle idi.

    Kahraman Bapçum: İmdat! Bu sahada (topun yarısına kadar gömülüp kaldığı, insanların aşık kemiklerine kadar battığı bu çamurda) futbol oynamaya davet edilen çocuklar hesabına bin kerre imdat!


    Soyunma Odasında

    Ezeli rakiplerin oynadıkları maçtan sonra galibiyet sevinci içerisinde bulunan Fenerbahçelilerin soyunma odasında;

    Kulüp reisi Agâh Erozan “Beşiktaş ile beraber birçok şeyi de mağlup ettiğimizi zannediyorum” derken,

    Umumi kaptan Fikret Kırcan şöyle konuşuyordu: “Bugün yalnız Beşiktaş’ı değil sahayı ve hakemi de yendik.”

    Antrenör Molnar ise “Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir hakem böyle nizami bir golü iptal etmemiştir” diyerek Mustafa’nın attığı ilk golde hakemin verdiği kararın yanlış olduğunu ifadeye çalışıyordu.

    Fenerbahçeli futbolcular, rakiplerinin centilmenliğine teşekkür ediyor, “Hakem attığımız ilk golü daha dikkatli takip etseydi iyi olurdu” diyorlardı.

    Beşiktaşlılara gelince, maç hakkında herhangi bir fikir beyan etmemekle mağlubiyeti kabullenmiş görünüyorlardı.


    Seyirci: 18.343

    Hasılat: 93.809 TL

    Hakemler: Faik Gökay, Hüseyin Maloğlu, Sabahattin Ladikli

    Fenerbahçe: Özcan Arkoç, Osman Göktan, Avni Kalkavan, Akgün Kaçmaz, Basri Dirimlili, Necdet Çoruh, Mustafa Güven, Can Bartu, Şeref Has, Lefter Küçükandonyadis, Niyazi Tamakan (Hüseyin Yazıcı)

    Beşiktaş: Necmi, Kamil, Münir, Gürcan, Özcan, Faik, Kaya, Recep, Nazmi, B.Ahmet, K.Ahmet

    (Maçın yıldızları Gündüz Kılıç, Halit Kıvanç, Namık Sevik, Necmi Tanyolaç ve Kahraman Bapçum’dan müteşekkil ekip tarafından verilmiştir. Yıldızların çoğunu ittifaka yakın ekseriyetle verilen reyler meydana koymuştur. Bu arada Fenerbahçeli Osman ve Akgün’e birer kişi (****) verilmesini teklif etmiştir.)

    Gol: 1-0 | Mustafa’nın sağ açıktan yaptığı orta, Beşiktaş kalesini karıştırdı. Top ayaktan ayağa gidiyordu. Bu karambolde Lefter topa hakim oldu ve geriden gelen Avni’nin önüne topu yuvarladı. Avni’nin hafif şutu evvela kaptan Recep’e çarptı sona da kaleci Necmi’nin elleri arasından filelere takıldı.

  • Ezeli Rekabetin Manası

    Ezeli Rekabetin Manası

    1972 yılında oynanan ve herkesin Galatasaray’ı favori gösterdiği maçı Fenerbahçe kazanınca Namık Sevik, Milliyet gazetesindeki köşesinde Brian Birch’e “Ezeli Rekabetin Manası”nı anlatmış.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Evet Galatasaray’ı Fenerbahçe Durdurdu

    Evet… “Bu Galatasaray’ı durdurmak zor” demiştik…

    Zoru Fenerbahçe dün yaptı…

    İşte, Fenerbahçe’nin, Besiktaş’ın ve Galatasaray’ın Türkiye’de isminin büyüğe çıkışının sebebi bu…

    Hiç ummadığın bir anda, ne kuvvet ölçüsü, ne kondisyon ne 4-2-4, ne de 4-3-3 gibi laflar sığmıyor kitaba… Bir de bakıyorsun, zayıf olan kuvvetli olanı önünde katıp süpürüp götürüyor…

    Fenerbahçe’nin neresinden bakarsan bak galip geleceğini evvelden kestirmek imkânsızdı… Kırıkları, çıkıkları, cezalıları, cezasızları ile… Bu işe rufailer karışırdı… Nitekim de öyle oldu…

    Ancak anlayamadığımız bir şey Milli takım geri dörtlüsü için düşünülen Galatasaray’ın defans adamlarının bir hazan yaprağı gibi dökülüşleri idi…

    Ekrem’i, Muzaffer’i, Aydın’ı tanıyamadık doğrusu… İleri adamları da keza aynı laubalilik ve maça asılma hırsından uzaktılar…

    Mehmet’i biz Lefter’e benzetmiştik… Ama dün evvelce sarf ettiğimiz bu söze bir balmumu yapıştırmak lüzumunu hissettik. Çünkü Lefter oyuna küsmez, bir köşeye kaçıp gizlenmezdi… Benzin gibi parlayıverirdi sahada…

    Sonra, Brian Birch’e de birkaç laf etmek isteriz… Gökmen’i oynatmadığı için Son haftalarda Galatasaray’ın galibiyetinde bu delifişek santraforun büyük rolü vardı… Kar altında kaygan sahada Uğur gibi pasif bir futbolcunun verine Gökmen’in alınmayışını İngiliz kini ile izah ettik…

    Sonra Birch maçtan evvel verdiği beyanatta “Ben ezeli rekabet tanımam, kuvvetli olan kazanır” demişti… Herhalde dün, ezeli rekabetin ne manaya geldiğini aldığı sonuçla anlamış olmalıdır…

    Evet, Galatasaray kötü bir gününde idi… Ama onu Fenerbahçe, büyük ismi, ortaya koyduğu gücü ve azmi ile dar boğaza soktu, ligin şemsiyesini ters çevirdi…

    Bu işi başaran, Sarı-Lacivertli futbolcular ne kadar tebrik edilse yeridir…

    Namık Sevik – 13 Mart 1972 – Milliyet Gazetesi


    Hakemler: Doğan Babacan, Özcan Gürkaynak, Güngör Tuncel

    Fenerbahçe: Ilie Datcu, Şükrü Birand, Nedim Doğan, Cevher Örer, Serkan Acar, Fuat Saner, Stevan Ostojiç, Ziya Şengül, Canan Açıkgöz, Osman Arpacıoğlu (Ersoy Sandalcı), Muharrem Algıç

    Antrenör: Sabri Kiraz

    Galatasaray: Yasin, Ekrem, Muzaffer, Tuncay, Aydın (Samim), Olcay, Ayhan, Ahmet, Metin, Mehmet, Uğur

    Antrenör: Brian Birch

  • Futbol Goldür

    Futbol Goldür

    3 Mart 1968 tarihinde, Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 3-0 yendiği ve Metin Oktay’ın kırmızı kart gördüğü maçın gazete yazılarından seçmeler ve fotoğraflar karşınızda… Olayı en iyi özetleyen rahmetli Halit Kıvanç olmuş: Futbol goldür!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Seyirci: 41.835 kişi

    Hasılat: 497.525 TL

    Hakemler: Franz Wöhrer (Avusturya), Puchinger (Avusturya), Tarık Yamaç

    Fenerbahçe: Yavuz Şimşek, Şükrü Birand, Levent Engineri, Selim Soydan, Ercan Aktuna, Yılmaz Şen, Ogün Altıparmak, Fuat Saner (Ziya Şengül), Abdullah Çevrim, Nedim Doğan, Yaşar Mumcuoğlu (Erdinç Sandalcı)

    Galatasaray: Yasin (Radunoviç), Bekir, Doğan, Mustafa, Talat, Turan, Yılmaz, Mehmet, Ayhan, Metin, Uğur

    Goller: Ogün (9′), Yaşar (35′), Abdullah (57′)


    Fenerbahçe Teknik Direktörü Ignace Molnar:

    Çocuklardan çok memnunum. Verdiğim taktiği harfiyen yaptılar. Ben “Gol yememek, gol atmak” esasına göre taktik vermiştim. Galatasaray ringin kenarına sıkıştı ve iki defa knock-down oldu. Sonra, Abdullah’ın knock-outı ile bu iş bitti. Biz büyük konuşmakla değil, büyük maçlar kazanmakla yetiniyoruz. Şimdi fazla konuşmak istemiyorum. Kâfi derecede çocuklar konuştu sahada.

    Fenerbahçe Başkanı Faruk Ilgaz:

    Bizi küçük görenlerin cezası ağır oldu. Bu takım böyle oynadığı takdirde, her zaman önüne geleni silindir gibi ezer. Çocukların şampiyonluk yolundaki azimlerini alkışlarım.


    Namık Sevik: Galatasaray Coştukça Yedi

    Gelelim top yokken Yılmaz’a tekme atan Metin’e… Bu çok sevilen Türkiye çapındaki sempatik futbolcunun tahrik ve bilmediğimiz sebepler ne olursa olsun, futbol hayatının sonuna yaklaştığı şu yıllarda rakibi tekmelemesine en az kendisi kadar bizler de üzüldük. Evet, Fenerbahçe rakibinden daha iyi oynamadı, fakat kazandı. Hem de farkla…

    Necmi Tanyolaç: Galatasaray Kontraya Geldi

    Fenerbahçe dünkü büyük maçta gerçekten akıllı bir boksörü andırıyordu. Güçlü gövdesiyle mücadeleyi kendi köşesinde kabul ederken, çabuk işleyen kollarıyla saldırdı Galatasaray’a. Bu kollar Ogün, Abdulllah, Ogün çapında üç ters adamdı. Sonunda hep beraber gördük, Galatasaray’ın ringin dışına düştüğünü…

    Halit Kıvanç: Futbol Goldür

    Tek farklı galibiyetle bile bayram etmeye hazır ezeli rakiplerden birinin ötekini, hem de sıfıra karşı üç golle yenmesi “Tek Adım” atlamada “Üç Adım” rekorunu kırmak kadar önemliydi. Ve Fenerbahçe, Lig maratonunda, bu çapta zorlu bir dönemeci aşmış olduğu için sevinmekte yerden göğe haklıydı.

    Şükrü Gülesin: Üç Pas-Üç Gol

    Pıt pıt, tık tık futbolun ismine “modern futbol” dediler. Şayet bu böyle ise Galatasaray da dün bu “modern futbol”dan güzel örnekler verdi. Fenerbahçe ise ilerideki üç hızlı adamı ile üç pasta gol atma maharetini gösterip ezeli rakibini net bir skorla alaşağı etti.

    Turgay Şeren: En İyi Takım Galip Takımdır

    Dünkü maça Fenerbahçe beraberliğe rıza gösterir şekilde başladı. Hiç ummadığı bir anda galip duruma geçince defansta daha iyi kapandı. Kaleci Yavuz’un da başarılı gününde olması müdafaalarının daha şuurlu oynamasında mühim rol oynadı. Fenerbahçe “Makbul” olan neticeyi ve “Lazım” olan iki puanı aldı gitti… Kendilerini tebrik etmemek elden gelmiyor. Hem unutmamamız lazım olan bir şey daha var ki “En iyi takım galip takım”, “En iyi futbolcular ise galip takımınkilerdir”…


    Futbol Goldür
    Futbol Goldür
    Futbol Goldür
    Futbol Goldür
    Futbol Goldür
  • Kasten Tekme Atsa Bile!

    Kasten Tekme Atsa Bile!

    1 Mart 1970 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-0 kazandığı Altay maçından sonra Namık Sevik’in Milliyet gazetesinde yayınlanan yazısı insana “Daha neler!” dedirtiyor. Rahmetli Sevik müthiş bir gazeteciydi şüphesiz fakat “Kasten Tekme Atsa Bile!” rakibi sevmek de pek olacak iş değil…

    Aşağıda yazının tamamını ve maçın detaylarını okuyabilirsiniz. Bu maçla birlikte “Tarihte Bugün” tadında bir şey yapıp senenin geri kalanında her gün için bir tarihî maç ve ona dair bir yazı yayınlayalım istiyoruz. Rast gele…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Biraz ağır olur musunuz Sinyor Bartu?

    Nedir bu sinirliliğiniz, asabi davranışınız, sahada hakemi küçümseyişiniz ya da meslekdaşlarınıza sert girişiniz?

    Sizin gibi futbolu bırakmak üzere olan sahalarımıza şurada beş-on maçlık misafir bulunan büyük bir futbolcuya yakışır mı bu davranışlar? Her şeyden önce sizin sakin olmanız gerekiyor… Elektrikli havayı yatıştırmanız, hakemi okşamanız, sert girse, kasten tekme atsa dahi sizden küçük olan rakibinizi sevmeniz gerekiyor Sinyor Bartu…

    Hadi Göztepe ile evvelce oynadığınız hazırlık maçında diyelim ki hakem Doğan Babacan psikolojik bir hata işlediği için, sizi anlayamadığı için, belki de şöhretli bir futbolcu olduğunuzdan sizi takmaz, tribünlerden gelecek protestolara aldırmaz gözükmek için oyundan çıkardı… Bu çıkarılışı siz haketmediniz…

    Ya dün? Altay’a karşı haşin hareketiniz? Onu neyle izah edelim… Hiç mi şimdiye kadar oynadığınız maçlarda kafanıza bir bekçi dikilmedi, hiç mi rakipleriniz sizi faulle durdurmak istemediler, hatta hatta asabınızı bozmak için bizlerin tribünlerden göremediği şeylere tevessül etmediler… Çook, pek çok olmuştur bunlar… İtalya’da oynadığınız yıllarda da profesyonelce yapılmış hileler yok mudur? Eee… Neden eskiden haşin değildiniz de şimdi bu kadar sertsiniz? Üstelik gidiyorsunuz da… Hafızalarımızda iyi bir iz bırakmaya sanırım ki mecbursunuz… Bunu yapmak için önünüzdeki şans az… Zaman kısa…

    Namık Sevik – 2 Mart 1970 – Milliyet Gazetesi


    Fenerbahçe 2 – 0 Altay

    Hakemler: Cezmi Başar, Cevdet Güvenli, Talat Tokat

    Fenerbahçe: Ilie Datcu, Şükrü Birand, Numan Okumuş, Ion Nunweiller, Ercan Aktuna, Levent Engineri, Can Bartu, Ziya Şengül, Zeki Temizer, Nedim Doğan, Ogün Altıparmak

    Altay: Tanzer (Cevdet), Yılmaz, Zinnur, Necdet, Rıza, Ayfer, Mithat, Behzat, Mustafa, Oktay (Cihan), B.Mustafa

    Goller: Ion Nunweiller (3′) & Ogün Altıparmak (40′)


    Daha Neler!
  • Unutulmaz Olmak

    Unutulmaz Olmak

    4 Ağustos 1956 tarihli Milliyet gazetesinde Namık Sevik, Fenerbahçe’den başka hiçbir takımın formasını terletmeyen Fikret Kırcan hakkında yazmış. Büyük Fenerbahçelinin son cümlesi her şeyi özetliyor: “Bir sporcu için unutulmaz olmak ne büyük saadet…”

    Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fikret Kırcan

    Sene 1935. Günlerden 10 Kasım Pazar.

    Uzun boylu, kumral bir genç sahaya, Fenerbahçe takımının en gerisinden ürkek ve çekingen adımlarla çıktı. Halinden, heyecanlı olduğu belli oluyordu. Hiç beklemediği, hatta hatırından bile geçirmediği bir hadise ile karşılaşmıştı.

    İdareciler, kendisine “Haydi soyun Fikret, Niyazi (Sel) ağabeyin yok, Topkapı’ya karşı sağ açık oynayacaksın” dedikleri zaman evvela sevinmişti. Fakat sonradan bu sevinç, yerini korku ve endişeye bıraktı. Fikret’in gerçekten hakkı yok değildi.

    Eeee… O zaman Fenerbahçe takımında yer almak kolay bir iş değildi. Fikret, ilk imtihanında iyi not almıştı. Tribünleri dolduran meraklılar, maçı müteakip stadı terkederlerken “Bu çocuk istikbal vadediyor” demekten kendilerini alamamışlardı. Takdire rağmen Fikret, 1937 senesine kadar bazı maçlarda oynayabildi. Niyazi Sel’in futbolu bırakmasından sonra tam 19 sene devamlı olarak sağ açık mevkiini doldurdu. Büyük şöhret, spor dünyamıza böylece hiç beklemediği bir anda katılmıştı. Müteakip senelerde ise, Fikret’i Fenerbahçe ve millî takımın kaptanı olarak görüyoruz.

    Bu müddet içerisinde on bir defa millî olan Fikret’in biyografisi kısaca bu şekilde sınırlanır. Önümüzdeki haftalardan birinde, bu büyük şöhret (muhtemelen Adalet maçında) merasimle futbola veda edecektir.

    Kendisi hakkında söylenen ve yazılanların cazibesine kapılmadan daima mütevazı ve efendi kalan Fikret’e, kulübünün yazdığı teşekkür mektubundaki şu cümleler, zamanımızda hiçbir futbolcuyla yazılmamıştır. İdarecilerin nezaketinden ziyade bu sözleri Fikret’in hakettiğinde hiç kimsenin şüphesi yoktur:

    “Fenerbahçe ailesi sizi son bir defa bağrına basmaktan iftihar duymaktadır. Spor hayatınızda olduğu gibi iş hayatınızda da aynı muvaffakiyetin devamını dileriz”

    Evet, Fikret’i Sarı-Lacivertli forma altında, bu renklere gönül veren binlerce meraklı, son defa bağrına basacaktır. Bu veda umulduğu kadar basit olmayacak… Bu biliniyor. İnsanlar sevdiklerinden kolay ayrılamazlar. Dudaklar gayri ihtiyari “Fikret, Fikret çok yaşa!” diye bağıracak… Yaşlı gözler senelerin yıpratamadığı bu kıvrak ve ince futbolcuyu (Türkiye’nin Stanley Matthews’ünü) son defa, hayranlıkla takip edecek, alkış tufanı ortalığı inletecektir.

    Sonra, sonra ne olacak? Fikret, devrini tamamlayan diğerleri gibi unutulacak mı? Tahmin edilmez. Çünkü onun spor telakkisi ve anlayışı hafızalara uzun seneler demir bir çubuk gibi çakılmıştır. Bir sporcu için unutulmaz olmak ne büyük saadet…

    Namık Sevik | 4 Ağustos 1956 – Milliyet Gazetesi (Fikret Kırcan)

  • Haşmet Abi

    Haşmet Abi

    İzmir futbolunun meşhur siması Haşmet Uslu’nun vefatının ardından İslam Çupi‘nin kaleme aldığı tek kelimeyle muhteşem “Haşmet Abi” yazısı… “Bunun Fenerbahçe ile ne alakası var?” demeyin. İçinde Namık Sevik ve İslam Çupi geçen her yazının Fenerbahçe ile çok derin bir ilgisi vardır.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Haşmet Abi

    Haşmet abi de, soyadının kaçınılmaz teknesine binerek uslu uslı bu dünyadan öteki dünyaya göçtü gitti.

    İlkbahar ve yazları bitip devamlı sonbaharı seyretme metazoriliğine iskemle tutmuş bizim kuşak için Haşmet abi’nin ölümü, kristal bir vazonun kum çölüne düşüp tuzla buz olması gibi şaşırtıcı bir sürpriz ise de, bizler için yaşamların bir gün biteceğini de haberleyen bir kaçılması hiçbir ayak tarafından becerilmeyecek bir gerçekti.

    Namık abinin birinci ölüm yıldönümünden iki gece önce idi. Erdoğan’la birlikte Façyo’ya gittik.

    Bomboştu Namık abinin iki kadeh içmeyi sevdiği masa… Çöktük oraya… Mezelerde Yeni Rakı’nın beyazlığında Façyo’nun terbiyeli loşluğunda hep Namık abi vardı. İki-üç iri karides, patlıcan salatası, buzlanmış iki parça beyaz peynir, koruktan yapılmış salatalık turşusu, dereotu ziyadeli bir çiroz salatası, kavun dilimi… Namık abi iki dublesini hep böyle içerdi. Ben de, Erdoğan da, sanki Namım abi ile içermişçesine içiyoruz.


    Lokantanın aykırı ucunda neden sonra, sırtı İstanbul’a dönük Haşmet abi’yi fark ediyoruz. Karşısında dostluklarını kimsenin koparamadığı Mazhar abi var.

    Olaya fiyong atmak kolay artık… İki yaşıyan dost, artık yaşamayan üçüncü dost Namık Sevik’in birinci ölüm yıldönümü için İzmir’den kalkıp İstanbul’a gelmişler.

    Erdoğan’la birlikte onların masasına gidiyoruz, oturuyoruz da…

    İki abi de sanki yaşam kıvılcımlarının şalterini indirmişler. Mazhar abi önündeki palamut ızgaraya minik serçe darbeleri atıyor. Haşmet abi, sol elinin önündeki susuz rakı kadehine sanki 1000 yıl parmak sürmemiş gibi… Bardak dolu dolu, bir Haşmet’e, bir Mazhar’a, biz bize bakıyor.

    Neden sonra Haşmet abinin sesi, cızırtılı bir taş plak gibi Faaçyo’nun tavanında patlayıp döşemelere doğru bir kavis çiziyor…

    “Namık’sız İstanbul çekilmiyor. Demek ki, İstanbul Namık’mış… Şimdi Namık olsa, biz burda Mazhar’a cami güvercini gibi karşılıklı pinekler miydik? Vururduk bir sazın dibine vur patlasın çal oynasın. Büyük söylemiyorum ama ben, bundan sonra İstanbul’a zor gelidim.”


    Haşmet abi için, Namık Sevik’in ölümünün birinci yıldönümünde Çakaldağ Mezarlığı’nda, bir kabrin çıkıntısına oturarak verdiği ezgili ve üzüntülü poz, onun son İstanbul hatırası oldu.

    Büyük konuştu, orta konuştu, küçük konuştu, nasıl konuştu ise konuştu.

    Ama sözünde durdu Haşmet abi, İstanbul’a bir daha gelmedi.

    Belki herkesin Namık abiyi Haşmet abiyi kaybettiğini sandığı bir dönemde, spor alemimizde spor basınında diriler ne alemde?..

    Dirilerin diri iken ölmeleri etrafı daha bir fena kokutuyor…

    İslam Çupi / 22 Eylül 1987 – Milliyet Gazetesi (Haşmet Abi)

  • Namık Sevik

    Namık Sevik

    Pazar gününü buram buram hüzün kokan bir yazıyla geçirmek istemeyebilirsiniz ama o yazıyı İslam Çupi yazdıysa başka olur… Namık Sevik 21 Ağustos 1986 tarihinde bu dünyadan ayrıldı. Arkasında muhteşem bir gazetecilik kariyeri ve bir o kadar muazzam bir özlem bıraktı. İşte İslam Çupi, onun ölümünden 8 sene sonra bu özlemi anlatıyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sazlar Çalınır Çamlıca’nın Bahçelerinde

    Üsküdar Kısıklı’dan Çamlıca tepesine doğru kıvrıla kıvrıla çıkan eski İstanbul yeşillikleri, yine aynı güzargahta, bu kentin efendilik, çelebilik imbiğinden geçmiş bir yığın renkli hayatlarına, sofa ve oda kapılarını gıcırtılarla açan, bahçeli, ahşap binalar ve köşkler, dükalığa kurulmuş bir cinayet şantiyesinin dev palet bıçaklarına, adı her gün “Doğa” olan çocuğunu, bu dişlilerin iştahına doğru fırlatıyor.

    Kısıklı’da bir nihaventin tanbur sesi olan, eski İstanbul akşamları, İcadiye’de flurya, saka, ispinoz ve de bülbül olan Türk sanat müziği seansları, en tepelerde “sazlar çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde” diye anlık enstrümanların sesleri, grayder ve loderlerin mekanik naraları altında, gittikçe etkisini kaybetmekte ve duyulmaz bir çığlık olmaktadır, sonunda…

    Kısıklı, İcadiye ve Çamlıca, yeşile düşman olmuş, para karşısında, tüm güzel eski yapraklarını dökerken, devlet köstebeği karayolları da, TEM’in asfalt damarlarını bu emsalsiz tabiatın en ücra köşelerine sokmamak için, yüzeyi çelik ve betondan bir viyadük ve tünel bombardımanına tutmaktadır.

    Çamlıca tepelerinin az düşmüş metreli eteklerinde eski İstanbul’u, o tabiat harikası İstanbul’un en güzel günlerini yaşamış insanlarına, uzunluğu hiç kesilmeyecek bir uyku için, topraktan yatak olan Çakaldağı mezarlığı, ölüler rahmetine kurulmuş bu yörenin son yeşilliğidir belki de, artık…

    Namık Abi’nin Evi

    Boğazdan kopup gelen her tür isim ve hızdaki rüzgarlara karşı, seksen yıllık yeşil bağrını olanca korumasızlığı içinde açan Çakaldağı mezarlığı, etrafını çepeçevre dolanmaya hazırlanan TEM’in tali yollarının karşısına, iri çamların, iğne yapraklarını teker teker sivrilterek, çoktan kaybedilmiş bir İstanbul savaşının son cephesini oluşturmaktadır, güya…

    Çakaldağı mezarlığının alçak taşlı girişine varıp, adeta betonlaşan toprak yokuşun sağına kaykılıp, 50 metre yürürseniz, yine yönü sağa rastlayan, damı selvili, çevresi yabani otlu, betonarmesi beyaz mermerli, küçük ve şirin, adresi dünyevi değil, uhrevi bir eve rastlarsınız.

    Bu evde 8 yıldan beri, Türk basınının saygın isimlerinden ne kadar insan olunabilecekse o denli insan, ahlakta, beyefendilikte, çelebilikte, güzellikte bir doruk oturmaktadır ; Namık Sevik.

    Bu kentin ve eski Bab-ı Ali’nin son İstanbullularından biri olan Namık Abi, tüm mekan ve insan kavramları, yeni terzi ve mimarlarca ters yüz edilip tanınmaz hale getirildikten sonra, bu dükalığın adam prototipi ile birlikte, bir mezbele konumundaki yerlerini de terk ederek Çakaldağı’ndaki küçük evine sığınmıştır, ebediyyen…

    Yeldeğirmeni’nden Kaçanlar

    Yeldeğirmeni, ne Namık Abi’nin doğumundaki çocuklukta olduğu kadar yeşil ve gürültüsüzdür şimdi, ne de oyun alanları ve çeşitli ağaç tepeleri ile o dönemlerde bulunduğu kadar yaramaz…

    Ağaç doruklarından oksijen oksijen bakılan o alçak evli semt, katları göğe doğru yapılmış yüksek apartmanları, asfaltlanmış caddeleri, otomobil sirenlerince bir İsrafil borusuna çevrilmiş gürültüsü ile, Sevik’in çocukluğundaki asudeliğin çok uzağındadır şimdi…

    Semih Bayülken de kaçmıştır Yeldeğirmeni’nden, Memduh Eren de, hatta hatta, semtin sembollerinden hırsız Semai de terki diyar edip başka bir adrese sığınmıştır, Kadıköy’de…

    Yeldeğirmeni’ndeki bütün Ermeni ve Rum meyhanelerinin kadehleri kırılmıştır.

    Sırtındaki omuzluğu ile Silivri’nin en kaymaklı yoğurdunu bağırarak mahalle arasında satan Mestan Ağa, yaptığı sakız gibi dondurmayı, bakır bakracını, dut ağacından olma tahta korunağına sardığı kar beyazı havlularla örtüp satan esnaf, eski İstanbul kartpostallarında kalmış anı insanlardır, artık…

    O yaz bayramlarında, semtin güneşi çabuk inen yerlerinde kurulan açık hava cambazhanesi, palyaçosu, çığırtkanı, telde ürkek ürkek hava adımı atan cambazı, etrafında çeşitten birbirine vuran kalabalığı ile, eski takvim yapraklarına sarılmış bir yalancı dolmadır, artık Namık Abi…

    Süreyya Sineması ötesi bir yeşiller ülkesi olan Moda ve burnu, o İtalyan ve Rum azınlıkların oturduğu aşı boyalı, geniş bahçeli, tahta köşkler, sahipleri ile birlikte tepeden Marmara’ya “denize inen sokak” çaresizliği içinde yuvarlanıp kaybolmuşlardır, İstanbul ve senin için…

    Moda’dan Fenerbahçe’ye… Gidenler…

    Basının fıkra devi Falih Rıfkı Atay, Türk hikayeciliğini köyden alıp içine İstanbul sokan Haldun Taner, futbolumuzun ilk esatiri kahramanı Zeki Rıza artık ne Moda’nın aristokrasisini selamlayabilmekte ne de mağrur adımları ile yaşadıkları semte bir kundura şerefi verebilmektedir.

    Fenerbahçe burnunun orta kuzeyinde en güzel kumunu yığan aynı isimli plaj, kendisine bir 50 yıl yelpaze zerafetinde vuran dalgaların efendiliğinden pek sıkılmış olacak ki, tahta kabinleri, trampleni, küçük şarpileri, kum şemsiyeleri ve gişesi ile birlikte o kıyıdan koparak, başka bir dünyaya göçmüşlerdir.

    Senin, bana, İstanbul’a ve sevdiklerine yaptığın gibi, Namık Abi…

    Todori meyhanesinin bir masasında Selahattin Pınar’ın mızrabında bir İstanbul nihavendi olup, etrafı helezon helezon esir alan deruni musiki bugünlerde susmuş, rakı hayalhanesinde tiyatro oyunculuğunu bir mizah mitralyözü yapan Vahdi Ersin ve Salih Tozan gibi komedi sanatçıları, repliklerini bitirip bir dönülmez yolculuğa çıkmışlardır, belki de…

    Bab-ı Âli de Bitti

    O eski Kadıköy vapur iskelesi de, o kadar sıcak insan ve terbiye kokmaz artık, Namık Abi…

    Vapurlar ne gelin duvağı beyazlığında ne de Marmara İstanbul’un en mavisi değildir. O lüks mevki, o güzel insanlarla birlikte Kadıköy’ün hayatının içinden çıkmışlardır, şimdi.

    O Karaköy meydanının sağından, insanları Cağaloğlu’na bırakan, ne tarihi Amerikan arabaları kalmıştır yollarda, ne de şöförlerin adam başına istedikleri 25 kuruşluk ücret…

    Bab-ı Ali de bitmiştir şimdilerde. Ne üçüncü hamur kağıtlı bir bobin ne yuvarlanır dar sokaklarında, ne de bodrumda dev bir rotatif bütün Türkiye’yi merdanesine alıp çevirir.

    Çıkacaksan eğer Cağaloğlu’na Namık Abi, bundan sonra zahmet etme…

    Yalnızlığı seyredersin sadece…

    Çakaldağı Mezarlığı’ndaki Ev

    21 Ağustos’ta birlikte geleceğiz Çakaldağı mezarlığındaki sizin eve Namık Abi…

    Bizi nasıl karşılayacaksın, bilmiyoruz…

    Belki öfkeli, belki biraz kırık ya sevecen ya da okyanus suları kadar çok hoşgörüyü üstümüze dökerek, kirlenmiş vücutlarımızı bir güzel yıkayarak…

    Şikayet edeceksin bizi… Belki tanrıya, belki ondan öte bir makama…

    Ne yaptınız İstanbul’a” diyeceksin. Oradan atlayacaksın basına.

    Bu kadar yalan dolan, bu kadar mübalağa ve tevzirat, hocanız kim oldu ki, evladım.” Cevap veremeyeceğiz, yüzümüze mahcubiyet denen kırmızının en belirgin tonu oturacak, sana değil, toprağa bakacağız, birlikte…

    Bu bir kucaklama, algılama, bu dünyayı sıfır meridyenden ufuk ucuna kadar kavrama becerisidir.

    Kimse senin kadar büyük olamadı Namık Abi… Ne İstanbul için, ne Bab-ı Ali için…

    İkisi de üzerimize yıkıldı. Esas toprağın altına giren siz değil, bizleriz…

    Hem de hala canlı imişcesine roller yaparak…

    İslam Çupi – 31 Temmuz 1994 / Milliyet Fiesta


    Not : IslamCupi.org adresini ziyaret etmeyi unutmayın. Üstadın birbirinden leziz yazılarını toplu halde orada bulabilirsiniz.

  • Süresiz İzin

    Süresiz İzin

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet’in yazdığı, Semai Şatıroğlu yazısını hatırlarsınız. Fenerbahçe’nin bu renkli ismi, bu defa bir başka müthiş Fenerbahçelinin, Hasan Pulur’un yazısında karşımıza çıktı. Hasan Pulur’un on yıllarca yazdığı “Olaylar ve İnsanlar” köşesinde yayınlanan bu süresiz izin hikayesini keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

    Ama önce Sibel Kurt’un Haziran 2010’da Fenerbahçe resmî dergisi için Hasan Pulur ile yaptığı röportajdan bir bölümü aktaralım.

    Sibel Kurt : Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Hasan Bey?

    Hasan Pulur : Babam Kurtuluş Savaşı’na katılan subaylardandı. Kurtuluş Savaşı’nda ordu askerlerinin Fenerbahçeli olmasında en büyük etken; İstanbul’da İngiliz işgalci takımını Fenerbahçe Spor Kulübü’nün futbol takımı yeniyor ve yendikçe de bu haberler Anadolu’ya gidiyordu. “Fenerbahçe İngilizleri yendi, muhtelif karmayı yendi.” diye ordu içinde yayılıyordu.  Orduysa yabancılara karşı savaşta bir zafer kazanmış gibi heyecan duyuyordu. Böylece subayların da çoğu o yıllardan beri Fenerbahçeli oldu. Halen de Fenerbahçelilikleri devam ediyor zaten. İşte ben de babam gibi Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe ile büyüdük. Öyle ya da böyle 60 yıldır Fenerbahçeliyim.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Süresiz İzin

    Spor Servisimizin Şefi Namık Sevik’in teyzesi Feride Umaç geçenlerde öldü. Cenaze işlerini Namık Sevik’in “yar-ü vefakarı” Kadıköy’ün ve Fenerbahçe’nin önemli kişisi “Hırsız Semai” yürütüyordu.

    Cenaze işleri deyip geçmemeli! Gayet de mühim iştir!

    Defin ruhsatı alacaksın, Belediye’ye koşacaksın, mezar bulacaksın, yıkatacaksın, namazını kıldıracaksın, toprağa vereceksin ve de mezar kapandıktan sonra yolunu kesen ıskatçılara para dağıtacaksın!

    Eeeee, Allah kem gözlerden saklasın “Hırsız Semai” de tam bu işler için biçilmiş kaftandır.

    Sevik’in teyzesi hastahanede ölmüştü. Önce hastahanenin hesabını kapatmak gerekti.

    Ölüm belgesi dolduruldu ve “Hırsız Semai”nin tabiriyle üzerine “nal gibi” VEFAT mührü basıldı.

    “Hırsız Semai” belgeyi alıp vezneye indi. Parayı ödeyecekti. Kağıdı vezneye uzattı. Veznedar galiba çok dalgın olacaktı ki kocaman “VEFAT” damgasını görmedi ve sordu :

    • Hastanız taburcu mu edildi?

    “Hırsız Semai” veznedare göz kırptı :

    • Hayır süresiz izine çıktı!

    Hasan Pulur / Milliyet Gazetesi – Olaylar ve İnsanlar – 12.03.1967

  • Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz

    Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz

    18 Ağustos 1984 tarihinde Halit Çapın, Milliyet gazetesindeki köşesinde muhteşem bir yazı daha kaleme aldı ve “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” diyerek Fenerbahçe’nin “Büyük” Fikret’ini, Fikret Arıcan’ı anlattı. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz

    Bir rüzgar ne kadar bekler rüzgar olmayı?.. Bir dalga, dalgacasına kayalara vurmayı?.. Bir kuş ne kadarda öğrenir uçmayı?

    Ve bir adam, başında eğreti değil, gerçekçi “BÜYÜK” sıfatını taşıyan bir adam, kendi evinde, hiç dışarı çıkmadan, etrafında evlâdı-ayalı ne kadar süre dayanır kendisine “Başkan” denilmesi için?

    Büyükse dayanır… Çünkü gerçek büyükler dayanma güçleri, hoşgörüleri, iğreti değil, dosdoğru sevgileri olanlardır… Ve onlar, günümüz dünyasında gerçekten büyük oldukları için, sahte büyüklerin arkasında yarım asırı aşkın bir süre de beklemesini bilenlerdir…

    Fenerbahçe’nin başında şimdi tam 60 yıl önce, 12 yaşındayken formasını giymiş ve bir daha; bugüne değin bir daha çıkartmamış birisi var… BÜYÜK FİKRET…

    Fenerbahçe gerçek bir başkana, gerçek bir büyüğe kavuştuğu için sevinçliyim…

    Ben Baba Gündüz ile çoook içtim… Baba Hakkı ile bir kere içtim… Günlerden bir gün, Büyük Fikret ile kadeh tokuşturmazsam sayım suyum yok… Bunun nedenlerinden biri Büyük Fikret’in babamın en yakın arkadaşı olmasıydı… Babam tek kelime konuşmadığı halde, bir metre yakınına sokulmadığı halde, “Büyük Fikret” der, başka bir şey demezdi, lâf Fenerbahçe’den açıldığında…

    Ve kocadığında, beraber Fenerbahçe maçlarına gittiğimizde, bir tek “Lefter” der, sonra yine Büyük Fikret’i anlatırdı…

    Bir Maradona Şimdi Neyse, O da Oydu

    Kendisi bilmez ama ben bir yerde kızgınımdır Büyük Fikret’e… Şükrü’yü Beşiktaşlı yaptığı için… Şükrü hep aynı şeyi söylerdi, “Türkiye’de her çocuk Fenerbahçeli doğar, sonra başka bir takımı seçer” derdi. Şükrü bu lafı kendiyle derdi. Fenerbahçe’nin sol tarafında Büyük Fikret olduğu için yeğlemiştir Beşiktaş’ı o… Büyük Fikret şöyle hikaye eder: “Türkiye’nin en iyi sol açıklarından biri de Şükrü Gülesin idi. Bir gün bir toplantıda ‘Ben de Fenerbahçeliyim ama, ağabey benim takıma gelmeme mani oldun’ dedi. Şaşırdım. Bu durumdan haberim yoktu. Oysa onun için kendi mevkimi değiştirebilirdim, bunu anlatmaya çalıştım. Sanırım ikna oldu…”

    Büyük Fikret’in Fenerbahçe serencamı daha 12 yaşındayken 1924 yılında Fenerbahçe’nin dördüncü takımına girmesiyle başlar… Yetiştiği yer şimdi apartman tarlası olan Cevizlik Çayırı’dır. Büyük Fikret 16 yaşında ilk defa birinci takım formasını giymiş ve Fenerbahçe o gün Bekir’in golüyle Slavya’yı 1-0 yenmiştir.

    Zamanlar zamanları kovalamış ve Büyük Fikret çok az eğlentisi olan bir ülkede, kısa bir sürede, bir efsane kişi olup çıkmıştır… Şimdi kuşakların anlayamayacağı bir şekilde… Ya da şöyle diyeyim… Bir devirlerde Büyük Fikret tek başına bir Beatles topluluğuydu… Bir Elvis Presley’di… Bir Maradona şimdi neyse, o da oydu. Gazetelerde ve dillerde ve sahalarda o sohbetlerde ve düşlerde…

    Benden bu kadar.

    Gelin getisini sporumuzun usta kalemlerinden dinleyelim:

    Namık Sevik : Sahada top koşturduğu yılları az hatırlıyorum. Ona bütünüyle yetişebilmek isterdim doğrusu. Kendisini bugünlerimde tartabileyim, tanıyabileyim diye. Ama çocukluk hatıralarım dahi bana böylesine dev bir futbolcuyu günümüze dek göstermedi.

    İslam Çupi : Fikret abi ile kaç bin kere karşılaşsam, kaç yüz kere laf etsem, kendi futbolculuğundan zırnık söz etmezdi. Kendini övmek, kendi kuşağının futboluna ağıt düzmek Fikret abinin insanı insan yapan kural kitabında yoktu. Oysa benden daha büyükler yaşı 57-58’lerde gezinip, bu Büyük Fikret klasiğini enine boyuna çevirmişlere göre hüküm kesin ve açıktır : “Büyük Fikret Türk futbolunun gelmiş, geçmiş en büyük futbolcusudur.”

    Turgay Şeren : Bugünkü genç neslin hayallerinde dahi oluşturamayacakları bir futbol stili, bir çalım zerafeti, bir gol koklayışı vardı.

    Halit Kıvanç : Bizim kuşak Büyük Fikret’i, ilk baharında değil de sonbaharında izledi. Mahalle maçlarında topa vuruşumuz değişmiştir Büyük Fikret’i gördükten sonra. Sahi nasıl da yatardık topun üstüne Büyük Fikretleşebilmek için… Oysa topa değil, yere yatsak da, amuda kalksak da farketmiyordu… Büyük Fikret taklit edilemiyordu ki…

    Necmi Tanyolaç : Şimdi dördüncü takımlardan birinci takımlara yükselen Büyük Fikret’leri bir hatırlayın. Bir de birinci takımlarda oynayan dördüncü sınıf futbolcuları… O zaman Fikret’lerin niçin büyük olduklarını anlarsınız. Yaşını geri almak elimde olsa şöyle bir beş dakika seni seyretmek isterdim…

    Eşfak Aykaç : Bu müstesna kabiliyet ‘sol açık’ olarak tanınmasına rağmen fevkalade kabiliyetiyle, bugünün futbolunu, bundan kırk küsur yıl önce, her yerin adamı olarak oynamış ve kendini memleket futbol tarihine, bütün zamanların en “BÜYÜĞÜ” olarak tescil ettirmiştir.


    Fenerbahçeliler! Başkanınızla artık gururlanabilirsiniz…

    Halit Çapın