Etiket: Nasuhi Esat Baydar

  • Tüzük ve Tescil

    Tüzük ve Tescil

    Fenerbahçe tüzüğünün yazılışı ile kulübün tescil edilmesi, kuruluş yıllarına ait birbiriyle bağlantılı iki meseledir. Bu meseleler kuruluş yılları içerisinde önce 1908’de sonra da 1913’te ortaya çıkmışlardır. Fenerbahçe tarih yazımında tescil olayı “1908’de ilk tescil edilen spor kulübü” nitelemesi ile yer almıştır. Bu yazımda, sözü edilen niteleme hakkındaki değerlendirmelerime yer vereceğim.


    Meşrutiyet’in Yeniden İlanına Dair Kartpostallardan Biri (İ.B.B. Atatürk Kitaplığı arşivinden)

    Endişe – Özgürlük

    1908 yılı bilindiği üzere Meşrutiyetin yeniden ilan edildiği yıldır. Ülke genelinde belirsizlik ve karmaşa havasının hakim olduğu bu dönemde, yeni kurulmuş Fenerbahçe özelinde durum bundan farklı değildi. Bu yıl, Fenerbahçe Kulübü’nde neler yaşandığını Nasuhi Esat Baydar’ın 1931 yılında Olimpiyat Dergisi’nde yayınlanan “Fenerbahçe Nasıl Kuruldu?” adlı yazı dizisindeki ifadelerinden öğreniyoruz.

    “Necip Bey gayet gizli bazı beyanatta bulunacağını ifade eden bir tavırla cümlemizi bir köşeye çekerek siyasi vaziyette bazı gerginlikler olduğundan bahsedip, cemiyet teşkil ettiğimizi ortaya çıkaracak her türlü belgeyi ve makbuzları yok etmemiz için uyarıda bulundu. Bundan iki gün sonra da Meşrutiyet ilan olundu. Meşrutiyet idaresinin ilk işi cemiyetler nizamnamesini (yönetmeliğini) tanzim (düzenlemek) ve bir gecede mantar gibi biten cemiyetleri tescil etmek olmuştu. Fenerbahçe Kulübü bu zamanda resmen kurulmuş oldu.”

    Nasuhi Esat’ın satırlarından Fenerbahçe’nin, kurucular nezdinde, Meşrutiyetin ayak seslerinin duyulduğu günlerde endişeli olduğu ve bu endişenin de genç bir deniz subayı olan Necip Bey’in edindiği izlenimlerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu endişenin sonucunda ise kulübün kuruluş evrakı imha edilmiştir. Kurucu kadronun endişelerinin yersiz olduğunun anlaşılması ise uzun sürmemiş, Meşrutiyet idaresinin yeniden kurulması Osmanlı Başkentinde özgürlük rüzgarlarının esmesine neden olmuştur. Nasuhi Esat, bu özgürlük ortamından yararlanan birçok cemiyet gibi Fenerbahçe’nin de resmen tescil olduğunu söyler. Öyle görülüyor ki Fenerbahçe tarih yazımı tescil olunma tarihi olan 1908’i Nasuhi Esat’ın aktardıklarından almıştır.

    Kanun-i Esasi’nin İlk Sayfaları (İ.B.B. Atatürk Kitaplığı arşivinden)

    “Tescil” Ne Demek?

    Öncelikle “tescil” kelimesinin anlamı üzerinde duralım. Tescil kelimesi Arapça “resmi evrakların kaydedildiği kütük, dosya anlamına gelen, sicill” isminden (tef’il masdarıyla) türemiş bir fiildir. Sicile geçirme, kütüğe geçirme anlamını taşımakta, günümüz Türkçesinde ise “kayıt altına almak” olarak kullanılmaktadır.

    Nasuhi Esat’a göre Meşrutiyet ilan edilir edilmez Fenerbahçe tescil edilmiştir. Şimdi Fenerbahçe’nin bir cemiyet olarak varlığını kayda geçirttiği dönemde resmi statünün nasıl olduğuna bakalım.

    1876’da Yürürlüğe giren ilk anayasa, Kanun-ı Esasi’de, cemiyetler için bir düzenleme yer almıyordu. Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesine kadar bir cemiyetin kurulması ve devlet tarafından tanınması örfi hukuk kurallarına tabiydi. Kısacası devlet idaresi zararlı gördüğü cemiyetlerin faaliyetlerine hemen son verebiliyordu. Abdülhamid döneminin özelliklerini de düşünecek olursak Türklerin kurduğu cemiyetler fazla uzun ömürlü olamıyordu. Bu durum onların gizli cemiyet olarak faaliyetlerini sürdürmesine neden oldu. Devlet bir anlamda cemiyet kültürünü yok etmek isterken, istemeden yayılmasına sebep oldu. Meşrutiyetin yeniden ilanından sonra ise özgürlük havası ile cemiyetlerin kuruluşunda ya da gizlenen cemiyetlerin ortaya çıkışında önemli ölçüde bir çoğalma oldu.

    Buraya kadar verdiğimiz bilgiler Nasuhi Esat’ın aktardıklarıyla örtüşüyor. Bir nokta dışında. O da cemiyetler hakkındaki yönetmelikler üzerinde yapılan düzenlemelerden sonra tescil olayının gerçekleştiği… Bu dönemde cemiyetler hakkında bir yönetmeliğe kaynaklarda rastlamadık. Yukarıda da devletin, cemiyetleri, örfi hukuk kurallarına göre yani keyfi idare ile yönettiğini söylemiştik. Bu yargılara örnek olarak; Meşrutiyetten hemen sonra kurulan cemiyetlerden olan Askeri Veterinerleri Terakki Cemiyeti’nin tüzüğünün son maddesini gösterebiliriz. Bu maddede Nasuhi Esat’ın bahsettiği düzenlemelerin var olmadığı ortaya konulmaktadır. Madde şöyledir: “Cemiyetimiz, mercimiz olan Harbiye Nezaret-i celilesince de (Savaş Bakanlığınca da) tasdik edilecektir” Görüldüğü üzere cemiyet tasdik, tescil gibi işlemlerin daha sonra yapılacağını tüzüğüne ekleyerek, bir anlamda kendini devlet idaresine karşı garantiye almak istemektedir. Gerçekte de 24 Temmuz’da ülkeyi yönetmeye başlayan Meşrutiyet iradesinin, hükümet kurmak ve devlet idaresine hakim olmak için uğraştığı 1908 yılının son 5 ayında cemiyetlere ilişkin bir düzenlemeye zaman ayıramamasından doğal bir şey yoktur.

    Talat Paşa Uzunçayır At Yarışlarında. Sağdan Beşinci Fenerbahçe Başkanı Doktor Hamit Hüsnü Kayacan (Salt Araştırma Arşivinden)

    Cemiyetler Kanunu

    Peki cemiyetlere ilişkin düzenlemeler ne zaman yapılmıştır?

    Sorunun cevabını şu cümleyle verebiliriz: “Haziran 1909’da Meclis-i Mebusan’da görüşülmeye başlanan ve 16 Ağustos 1909’da çıkan Cemiyetler Kanununun çıkmasıyla düzenlemeler yürürlüğe girmiştir.”

    Cemiyetler Kanunu’nun çıkması yüzeysel olarak toplumun özgürleşmesi olarak değerlendirilebilirse de, gerçek bundan farklıdır. İttihat ve Terakki yönetimi, sayıları artan ve ileride kendisine karşı hareketlerde bulunabilme ihtimaline karşı cemiyetlerin kurulmalarını belirli şartlara bağlayarak, kısıtlamak istemiştir. Nitekim aynı dönemde çıkan, Kamu Toplantıları, Basın ve Yayın kanunu gibi kanunlar bu amaca yönelik diğer kanunlardır.

    1876 Anayasasına eklenen 120. maddeye göre cemiyet kurmak için izin almaya gerek görülmüyor, fakat kurulduktan sonra hükümete bildirilmesi emrediliyordu. Edirne Mebusu Talat Bey (ileride Talat Paşa) tarafından hazırlanan cemiyetler kanununa göre:

    – Devletin bütünlüğü, genel ahlakın korunması, millet ve ırk ayrımı yapan cemiyetlerin kurulması yasaklanıyor,

    – 20 yaşını doldurmayanların cemiyetlere üye olması yasaklanıyor,

    – Cemiyete üye olacak kişilerin cinayetle mahkum ve medeni haklarından mahrum olmaması kanunlaşıyor,

    – Bir cemiyetin umumi menfaate hizmet etmiş sayılması, devlet tarafından tasdik edilmesine bağlanıyordu.

    Cemiyetler kanununda yer alan bu maddelerin Fenerbahçe ile olan ilgisine ilerleyen sayfalarda değineceğiz. Cemiyetler kanununun bazı ayrıntılarından yukarıda bahsettikten sonra tescil meselesinin 1908-1909 dönemine ait ara değerlendirmemizi şu şekilde yapabiliriz:Fenerbahçe 1908 yılında tescil edilmemiştir. Fenerbahçe kurucu kadrosu Ağustos 1908 tarihinden sonra en yakın mülki idare birimine giderek bildirimde bulunmuşlardır. Resmi makamlara yapılan bildirim, resmen kayıt altına alınma anlamına gelmemektedir. Çünkü cemiyetlerin tabi olduğu kanun Ağustos 1909 tarihinde çıkartılmıştır.” 

    Tüzük ve Tescil
    Fenerbahçe’nin Kurucusu, Kaptanı, Başkanı, Kısaca Her Şeyi… Galip Kulaksızoğlu.

    Fenerbahçe’nin İlk Tüzükleri

    Fenerbahçe’nin en eski tüzüğü olarak 1913’te yazılanı kabul etmiş durumdayız. Günümüzde Fenerbahçe Müzesi’nde sergilenen bu tüzük, yazılış hikayesi ile döneme ayna tutan bir belge durumundadır. Bugüne kadar üzerinde konuşulmamış yönleriyle Fenerbahçe’nin ilk tüzüğünü incelemeye başlıyoruz. Bu inceleme öncelikle 1913 tüzüğünün “ilk” olup olmadığı sorusuna cevaplamış; sonrasında da tüzüğün kim tarafından yazıldığını, meşhur ikinci maddenin tüzüğe nasıl konulduğunu ortaya çıkarmış olacak. Bölümün başında aktardığı bilgilere yer verdiğimiz Nasuhi Esat Baydar’ın, 1913 tüzüğü ile ilgili yazdıkları şunlar:

    Nizamname Hazırlanırken (Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor)

    “Hamit Hüsnü Bey bir anlaşmazlık sonucunda Galatasaray’dan istifa etmişti. Bir gün bizim kulübü ziyaret etti. Yaşlı bir sporcu olarak kendisine layık olduğu saygıyı gösterdik. Hamit Bey ziyaretlerini sıklaştırdı. Kulübün işleri ile ilgilenmeye başladı. Kendisine Başkanlık teklif ettik. Kabul etmedi ve Erenköy’den komşusu Nafia Nazırı (Bayındırlık Bakanı) Hulusi Bey’in bu göreve layık olduğunu söyledi. Hulusi Bey ilk önce tüzüğümüzü inceleme ve gerekirse düzeltmek istediği için kendisine bir kopyası verildi. Bu tüzük Meşrutiyet’ten sonra kulübün resmen kuruluşunu belgelendirmek için alelacele kaleme alınmış olan birkaç maddeden oluşan ilk tüzük idi.

    Haftalarca süren inceleme ve araştırmadan sonra Hulusi Bey’in meydana getirdiği değiştirilmiş tüzüğün müsveddeleri idare heyetine verildi. Bilmem ki bu tüzüğün yazılış tarzını nasıl tarif etmeli? (Tacü’t Tevarih veya Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’deki)  Ağdalı lisan; futbol, su top,  kriket gibi spor tekniğine ait kelimelerle birleşerek, neden yapıldığı meçhul bir marmelat gibi yenilmez yutulmaz imkansız bir halde tüzüğe girmişti. Sonra bir spor kulübüne mahsus olan tüzük müsveddesine, idarecilikle ilgili ne düşünülebilirse hepsi vardı. Fakat asıl spora dair “Fenerbahçe Spor Kulübü” cümlesinden başka hiçbir şey bulmak mümkün değildi.

    Müsvedde basılmak üzere bize verilince şaşkın şaşkın birbirimize baktık. Hamit Hüsnü bey ile henüz samimiyetimiz olmadığı için nizamname ile ilgili görüşlerimizi ona söyleyemedik.  Nihayet “Brest-Litovsk” anlaşması yapılırken müdahaleleriyle şöhret kazanan Alman Generali gibi imdadımıza Galip yetişti. Tüzüğü okuyup lazımsa değiştireceğimizi sertçe bir dille Hamit Hüsnü Bey’e bildirdi. Dediği gibi yaptık ve tüzüğü okuyup çok lazım olduğu için de baştan başa değiştirdik. Bu suretle Fenerbahçe’yi örnek gösterilecek kadar kuvvetli ve sağlam bir kuruluş halinde senelerce yaşatan ikinci esas tüzüğümüz meydana gelmiş oldu. Hulusi Bey iyi bir mühendis ve devlet adamı idi. Yalnız bir Nafia Nazırı bir spor kulübüne yardım etmiş olmak için onun genel başkanlığını kabul edebilir, ancak bilmediği sporun idaresine yönelik tüzükler oluşturamaz.”

    Tüzük ve Tescil
    Müdafaa-i Milliye Cemiyeti Harp Hatırası (İ.B.B. Atatürk Kitaplığı arşivinden)

    Değişim

    Bu paragrafa dayanarak giriş paragrafında sorduğumuz soruları yanıtlamaya başlayalım.

    Nasuhi Esat, Fenerbahçe’nin ilk tüzüğü olarak muhtemelen 1908 yılında “alelacele” yazılan birkaç maddeden oluşan tüzüğü esas almaktadır. Fenerbahçe’nin ilk tüzüğüne ilişkin nitelemeler, tescil konusunda yaptığımız ara değerlendirmeyi haklı çıkarmaktadır. Bu değerlendirmemize göre, Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinden hemen sonra, alelacele yazılan birkaç maddeden oluşan bir tüzük ile resmi makamlara gidilmiş ve beyanda bulunulmuştur.

    1909-1912 döneminin Fenerbahçe için kolay geçtiğini söyleyemeyiz. Kurucu kadronun teker teker kulüpten ayrılması, sahada alınan başarısız sonuçlarla başlayan bu dönemde, kulüp dağılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Sonrasında gelen ilk şampiyonluk ile beraber Fenerbahçe için artık kabuk değiştirme zamanı gelmişti.

    Aslında ülkede yaşanan değişime göre Fenerbahçe de değişiyordu. Meşrutiyetin yeniden ilanından sonra iktidarı doğrudan ele almayıp bir baskı unsuru olmayı seçen İttihat ve Terakki de 1913 yılına kadar geçen dönemde tıpkı Fenerbahçe gibi yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. 31 Mart ayaklanması sonucunda güçlenen askeri sınıfı kontrol etmekte zorlanmış, ortaya çıkan muhalefetin saldırıları sonucunda da gittikçe zayıflamıştı. Balkan savaşlarının sonucunda iktidarı ancak bir hükümet darbesi yaparak kazanabilmişti. İktidarı bir baskı unsuru olarak elde tutma politikasının benimsendiği ilk yıllar, İttihat ve Terakki’ye bu stratejisinin hatalı olduğunu göstermişti. Ülkedeki muhalif unsurlar görüldüğü gibi kendisi için yıkıcı olabiliyordu. Bu doğrultuda kazandığı iktidarı kaybetmemek, yerini sağlamlaştırmak için teşkilatlanmaya önem vermeye başladı. Bu önemi o dönemde kurulan cemiyetler üzerinde görmek mümkündür. Bu dönemde yarı askeri, düzensiz, gönüllülüğe dayanan ve devletin doğrudan desteğini alan, “paramiliter” olarak nitelendirilebilecek, gençlik dernekleri kurulmaya ve devlet desteği ile örgütlenmeye başladı. İzci örgütleri de bu faaliyetin bir sonucu olarak kurulup, geliştiler.

    Bir Fenerbahçe Başkanından Açık Mektup
    İdman Dergisinin Kapağında Fenerbahçe Başkanı Mehmet Hulusi Bey

    Mehmet Hulusi Bey

    Bu derneklerin kurulup örgütlenmesinde bir isim öne çıkıyordu: Mehmet Hulusi Bey. Dağınık izci derneklerini “Türk Gücü Cemiyeti” çatısı altında 1913 yılında bir araya getirenlerin başındaki bu isim aynı zamanda Fenerbahçe Başkanlığı görevini de yürüten Bayındırlık Bakanıydı. Mehmet Hulusi Bey’in kuruluşunda yer aldığı bir diğer cemiyet de “Müdafaa-i Milliye Cemiyeti” idi.  Profesör Zafer Toprak’a göre Hulusi Bey’in cemiyetlerinin ortak özelliği,  “Osmanlılar arasında beden eğitiminin, spor faaliyetlerinin ve askeri eğitimin yaygınlaştırılmasını amaçlamasıydı.” Hulusi Bey, cemiyetlerin tüzüklerinin yazılmasında aktif olarak yer almış, birçok maddeyi de kendisi yazmıştır. İdman Dergisi’nin 1 Haziran 1329 (14 Haziran 1914) tarihli 2.sayısında yer alan mektuba göre; neredeyse bütün devlet ricalinin üyesi olduğu Müdafaa-i Milliye Cemiyeti tüzüğünde yapılan değişikliklerin fikir babası, mektubun sahibi olan Hulusi Bey’dir. Hulusi Bey, bir memlekette spor eğitimine neden önem verilmesi gerektiğini bu mektupta uzun uzun anlattıktan sonra cemiyet tüzüğü üzerinde yapılan tartışmaları şöyle ifade etmiştir:

    “Müdafaa-i Milliye cemiyetinin ülkenin ihtiyaçlarına ve milletin geleceğine uygun bir şekilde çalışabilmesini sağlayacak yeni bir tüzük hazırlamayı teklif edeceğim zaman bir çok itirazlar, zamansız olduğuna dair türlü eleştiriler baş gösterdi. Esas mesele hakkında haftalarca görüşmeler oldu. Sürekli olarak yapılan açıklamalar, gerektiği durumlarda yapılan şiddetli savunmalar nihayet amacın iyi niyete, ülkenin kurtuluşuna, yaklaştığına dair kanaat oluşturdu. Ve onun neticesi olarak da bahsettiğimiz tüzük meydana geldi”

    Görüldüğü üzere Hulusi Bey, İttihat ve Terakki idaresinin sosyal alan yapılanmasında önemli bir işlev üstlenmiş, gençlik derneklerinin teşkilatlanması için çalışmıştır. İdman Dergisi’ne yazdığı mektupta da belirttiği gibi spor eğitimi vatanın savunmasında önemli bir yer tutmaktadır. Fenerbahçe ile yollarının kesişmesi de bu iki nedenin bir araya gelmesiyle gerçekleşmiştir.

    Hulusi Bey’in nasıl başkan olduğunu Nasuhi Esat’ın yazdıklarından öğrenmiştik. İttihatçı arkadaşı Hamit Hüsnü Bey’in önerisiyle başkan olduğu kulüpte ilk, belki de tek, icraatı ise kulübün birkaç maddeden oluşan 1908 tüzüğünü genişleterek 1913 tüzüğünü yazmak olmuştur. Nasuhi Esat’ın ağır eleştirileri de bu icraat üzerinedir. Cemiyetlerin teşkilatlanması üzerine çalışmalar yapan Hulusi Bey, Fenerbahçe tüzüğünü yazarken spor yönetimi ile ilgili maddeler koymayarak kulüpte tartışmalara neden olmuştur. Hulusi Bey’in yazdığı tüzüğe yapılan eleştiriler, Galip’in (Kulaksızoğlu) müdahalesi ile sonuçlanmış ve aşağıda günümüz Türkçesi ile sadeleştirilmiş halde okuyacağınız 1913 tüzüğü son halini almıştır.

    Nasuhi Esat’ın anlattıklarına dayanarak Hulusi Bey’in yazdığı tüzüğün tamamının değiştirildiği sonucunu çıkaramayız. 6 Bölümden oluşan tüzüğün ilk bölümü dışındakiler, spor yönetimini doğrudan ilgilendiren maddelerden oluşmaktadır. Nasuhi Esat, Galip ve arkadaşlarının müdahalesi de muhtemelen bu bölümler üzerinde olmuştur.

    Tüzük ve Tescil
    Fenerbahçe’nin kuruluşunu anlatan en detaylı hatıratı yazan Nasuhi Esat Baydar (en sağda), hemen yanında Doktor Hamit Hüsnü Kayacan, en soldan ikinci ise Mehmet Hulusi Bey. (İdman Dergisinden)

    Fenerbahçe Spor Kulübü Tüzüğü (1913)

    Kuruluş Amaçları

    Madde 1 – 1907 yılında kurulmuş olan Fenerbahçe Spor Kulübü, 1913 yılında, Cemiyetler Kanunu hükümlerine göre, hükümetin resmi iznini elde etmiştir.

    Madde 2 –  Kulübün amaç ve ülküsü, ülkede beden eğitimi düşüncesinin yaygınlaştırılması için çalışmak ve ülke gençlerini hayat mücadelesi ile askeri seferler ve zorluklara alıştırmaktır.

    Madde 3 –  Kulüp, özellikle askeri antrenmanların gerçekleştirilmesi ve milli oyunların yaygınlaştırılması ve iyileştirilmesi işine girişecek ve atış deneyimlerinin gerçekleştirilmesine uygun tesisler kurup geliştirmeye çalışacaktır.

    Madde – 4 Kulüp, beden eğitiminin maddi ve manevi faydalarının kamuoyuna benimsetmeye ve spor merakının Osmanlı Memleketlerinde yaygınlaştırılması için çalışmaya ve bunu gerçekleştirmek için gerektiğinde şehirlere ve Osmanlı gençleri ile Avrupa gençleri arasında ilişkiler kurmak amacıyla fırsat bulduğunda yabancı ülkelere seyahatler yapmaya ve gereğince karşılaşmalar, oyunlar düzenlemeye çalışacaktır.

    Madde 5 – Kulüp hiçbir şekilde ve nedenle politika ile ilgilenmeyecek ve uygulamalarıyla hiçbir siyasi partinin amaç ve uygulamalarını benimsemeyecektir.

    Kulübün Yapısı

    Madde 6- Kulüp çeşitli spor şubelerine ayrılmıştır. Bir de “Fanfar” takımı (yalnız üflemeli bakır çalgılardan meydana gelen orkestra) kuracaktır.

    Madde 7-  Kulüp asil ve öğrenmeye hevesli üyeler adıyla iki tip üyeden oluşmaktadır. Asil Üyeler: Spor şubelerinden birinde beceri ve hüner kazanan ya da  kulübe madden veya fikren yardımda bulunmak isteyen ve yaşları yirmiden büyük olanlardır. Öğrenmeye Hevesli Üyeler: Spor şubelerinden birine katılan ve spor öğrenmek arzusu gösteren kişilerdir.

    Madde 8- Kulübün bütün işleri bir genel başkan ile yönetim kurulu tarafından yürütülür. Yönetim kurulu bir başkan ile genel sekreter ve muhasebeciden oluşur. Yönetim kurulu hükümete karşı sorumludur. Genel kurul tarafından atanan genel Kaptan ve müfettiş, yönetim kurulu ile beraber çalışır. Oyunların idaresi için çeşitli spor şubeleri kaptanlarından oluşan bir Kaptanlar Heyeti vardır. Bu heyete Genel Kaptan başkanlık eder.

    Madde 9- Bu heyetlerde tüm üye sayısının yarısından bir fazlasının alacakları kararlar uygulamaya konulur. Eşitlik durumunda başkanın oy verdiği karar tercih edilir. Genel kurul kaptanlar heyetinin yönlendirdiği kararları kabul veya reddetmekte serbesttir.

    Madde 10- Her yılın Mart ayı içerisinde yönetim kurulu, genel kurulu toplantıya davet eder. Genel kurulun toplanma yeri İstanbul’daki kulüp merkezidir. Gerektiğinde yönetim kurulu, genel kurulu olağanüstü toplantıya davet edebilir. Genel kurulda sadece asil üyeler bulunabilir ve fikir beyan edebilirler. Gerek olağan, gerekse olağanüstü toplantılar için yönetim kurulu tarafından 15 gün önceden toplantı günü basın yoluyla ilan olunur. 

    Kulüp Üyeliğinin Şartları

    Madde 11- Fenerbahçe Spor Kulübüˈne üye olabilmek için:
    1) Öğrenim ve terbiye görmüş olmak.
    2) Medeni haklarına sahip olmak.
    3) Namuslu ve şerefli olmak
    4) Hiçbir suç ve cinayetten hüküm giymemiş olmak
    5) Sporu kendisine gelir elde edecek bir iş olarak benimsememiş olmak şarttır.
    Asil Üyeler 20 kuruş giriş ve 10 kuruş aylık,  Öğrenmeye Hevesli Üyeler 10 kuruş giriş ve 5 kuruş aylık aidat vermek zorundadırlar.
    Orkestraya katılacaklar yukarıdaki aylık aidatlara  dahil olacaklar ek olarak orkestrada oldukları sürece aylık 5 kuruş daha vermek ve kulüp doktorunun iznini almak zorundadırlar.

    Madde 12- Üyeler aralarında birbirine sevgi ve yakınlık oluşturmaya son derece gayret ve birbirlerinin kişisel haklarına saygı ve kulübün, tüzüğündeki hususlar için oluşturacağı talimatname hükümlerine uymakla ve sosyal hayat ve düşüncelerin gelişmesini bir birlik oluşturmak ve vazgeçilmez medeni şartlar olarak kabul etmekle yükümlüdürler.

    Madde 13- Kulübe katılmak isteyenler asil üyelerden iki kişi tarafından tavsiye edilirler. Tavsiye edilen kişinin isim ve kimliği ve hangi üyeler tarafından tavsiye edildiği yönetim kurulu tarafından bir kağıda yazılır ve bu kağıt 15 gün boyunca kulüp salonunda asılı olarak sergilenir. Bu süre boyunca asil üyelerden her biri kendi düşüncelerine göre “kabule uygundur” ya da “kabulü sakıncalıdır” ibaresini içeren kapalı ve imzalı mektubu yönetim kuruluna sunarlar. On beş günün sonunda yönetim kurulu bu mektupları açıp tasnif eder ve çoğunluğun kararı hangi tarafta ise ona göre kabul veya ret kararı verir.Kabul kararı verildiği taktirde başvuru yapan kişiye basılı bir taahhüt kağıdı gönderilir. Ve sözü edilen kağıt usul gereğince o kişiye ve tavsiye eden kişilere imzalatılır.

    Madde 14- Öğrenmeye hevesli üyeler, yukarıdaki maddelerin şartlarına tabi olmakla beraber taahhüt kağıdını ebeveynlerine imzalatmak ve kulüp doktoru tarafından muayene olmak zorundadırlar.

    Madde 15- Öğrenmeye hevesli üyeler 11.maddede açıklanan şartlarla orkestraya katılabilirler ise de yönetim kurulu üyesi olamazlar ve genel kurulda bulunamazlar. 

    Görevler

    Madde 16- Genel Başkan aşağıdaki görevleri yerine getirmekle sorumludur.
    1. Kulübün genel işlerini kontrol ve gerektiğinde yönetim kurulu toplantılarına katılmak ve başkanlık etmek.
    2. Her 3 ayda bir kulüpte yapılan işleri inceleme ve bu işlerin olduğu gibi ya da sakıncaları durumları belirterek onaylamak ya da reddetmek.
    3.  Gerektiğinde yönetim kurulu aracılığı ile genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırmak.
    4. Yönetim kurulunca ihracına gerek görülen üye hakkında verilen kararı onaylamak ya da reddetmek. Genel başkanın görev süresi 3 yıldır. Bu sürenin sonunda 24.madde gereğince yeniden bir genel başkan seçilir. Mevcut ve daha önceki genel başkanlar yeniden seçilebilirler.

    Madde 17- Yönetim kurulunun görevleri aşağıdadır:
    1. Yönetim kurulu, genel başkanın bulunmadığı zamanlarda yönetim kurulu başkanının başkanlığında haftada bir toplanır.
    2. Kulübün tüm faaliyetleri ile ilgili kararlar alır.
    3. İşlerin ve kayıtların ve hesapların düzenli işlemesi ve kulübün ilerlemesi için tedbirler ve meseleler görüşülür ve gereğince uygulanması için çalışılır. 
    4. Kulübe katılacak üyeler hakkında asil üyelerin oyları tasnif edilir ve kulüp tüzüğüne aykırı harekette bulunan üyeler hakkında alınacak kararları belirler.
    5. Kulüp gelirlerinin doğru yerlere harcanması için çalışır.
    6. Aldığı kararları tutanak defterine kaydeder ve giriş, aylık aidat makbuzlarını imzalar ve mühürler.
    7. Genel kurulda okunacak raporları ve kulübün bilançosunu düzenler ve genel kurulu davet eder. Yönetim kurulunun görev süresi bir yıldır. Bu süre içerisinde seçim yapılabilir ve eski yönetim kurulu üyeleri arasından tekrar yönetim kuruluna seçim gerçekleşebilir. 

    Madde 18- Genel Kaptan, kaptanlar kuruluna başkanlık eder. Çeşitli spor şubelerine katılacak üyelerinin durumunu kesinleştirmek için kaptanlar heyetine gönderir.

    Madde 19- Kaptanlar kurulu, çeşitli spor şubelerinin ilerlemesine ilişkin maddelerle ilgilenir ve bu doğrultuda kararlar alır. Bu kararlar arasında yönetim kurulunu ilgilendiren maddeler sözlü olarak adı geçen kurula iletilir. Her kaptan takımını kendi uygun gördüğü şekilde oluşturmaya yetkilidir. Ancak şubelerinin yapısı hakkında genel kaptana bilgi vermekle yükümlüdür. Kaptanlardan her biri kendi takımlarına ait aylık aidatı tahsil etmeye ve muhasebeci ve yönetim kurulundan onaylı makbuzları ödeme yapan üyelere vermek zorundadırlar. Kaptanların görev itibariyle üstleri genel kaptandır.

    Madde 20- Sekreter, haberleşme ve mektuplaşmaları düzen içerisinde yerine getirmek ve kaydetmek ve yönetim kurulu kararlarını tutanak defterine geçirmek ve evrakları sırasıyla dosyalamakla yükümlüdür.

    Madde 21- Muhasebeci, yönetim kurulu kararıyla yapılacak harcamaları gerçekleştirmek ve aylık aidat ve çeşitli ödemeleri tahsil ve talep etmekle, hesap işlemlerini görev gereği yerine getirmekle ve gelirlerin harcanmasına ilişkin günlük belgeleri gerektiğinde beyan etmek üzere saklamakla yükümlüdürler. Muhasebeci yönetim kurulu kararına uymayan hiçbir gelir ve gideri talep ve harcamaya ve kasasında 5 liradan fazla para bulundurmağa yetkili değildir. Beş liradan fazla meblağ yönetim kurulunca belirlenecek bir bankaya yatırılacaktır.

    Madde 22- Müfettiş, kulübün günlük işlerini inceleme ve kontrol etmekle ve gördüğü kusurları sözlü olarak yönetim kuruluna iletmekle yükümlüdür.  Müfettiş kulübün bir yıllık faaliyetleri hakkındaki incelemelerini içeren kapsamlı bir raporu, özet ile beraber genel kurulda okunmak üzere yönetim kuruluna iletir.

    Madde 23- Genel Kurul kulübün bir senelik faaliyet ve hesapları hakkında gerek yönetim kurulu gerekse müfettiş tarafından düzenlenen ve okunacak raporları, asli üyeler tarafından verilecek önergeleri dinler. Bunları anlam ve içerik olarak olduğu gibi kabul ve onay veya yeniden düzenlenmek üzere onaylar. Kulübün ilerlemesine ait günlük maddeleri görüşerek karara bağlar. Genel başkan ve yönetim kurulu üyelerini seçer ve atamasını gerçekleştirir. Genel kurul toplantısında çoğunluğun oyu ile bir divan başkanı seçilir ve toplantıyı yönetir. Genel kurul tutanakları, kurul içerisinden seçilecek iki kişi tarafından tutulur ve toplantının sona ermesinden sonra divan başkanı tarafından imzalanır. Alınan kararlar üye tam sayısının yarısından bir fazlasının oyu ile geçerlilik kazanırlar. Kulüp üyeleri bu kararlara uymak zorundadırlar .

    Seçilme

    Madde 24- Genel Başkan asil üyeler arasından seçilir. Bu görevi yerine getirmeye yetkin üyeler arasından kendi izinleri de olmak şartıyla 3 aday seçilerek genel kurula sunulur. Genel kurulun gizli oylaması sonucunda adaylardan en çok oyu alan kişi Genel Başkan olarak atanır. 

    Madde 25- Yönetim kurulu seçimi için genel kurul toplantısından önce yönetim kurulu üyeliğinden ayrılanlar yeni kurula aday olabilecek kişiler için nabız yoklandıktan sonra aday gösterilebileceği gibi asli üyeler de kendi adaylıklarını açıklayabilirler. Bu şekilde ortaya çıkan adaylar gizli oy ile ayrı ayrı seçilirler.

    Madde 26- Her takıma yönetim kurulu tarafından bir kaptan ve bir de kaptan yardımcısı atanır.

    Çeşitli Maddeler

    Madde 27- Üyelerin tüzük hükümlerine uyması zorunludur. Aksi takdirde durumun gereği ve hükümlere uymamanın derecesine göre o üye hakkında yönetim kurulu tarafından alınan ve genel başkan tarafından onaylanan karar çerçevesinde gerekli işlem yapılır.

    Madde 28- Yönetim kurulu üyelerinden biri bir süre toplantılarda bulunmadığı takdirde, görevi ve kurul üyeliği yönetim kurulunun oyuyla başka bir üyeye geçer. Kaptanların görevlerinin başında bulunmadığı durumlarda kaptan yardımcıları şubenin yönetimini yürütürler.

    Madde 29- Yönetim kurulu üyeliğinden istifa eden ve genel başkan tarafından istifası kabul edilenlerin yerine kendilerinden sonra o görev için en çok oyu alan kişiler atanırlar. Genel başkanın istifası durumunda yönetim kurulu genel kurulu hemen toplantıya çağırır. Yirmi dördüncü maddeye göre genel başkan seçimi yapılır.

    Madde 30- Hırsızlık, namusa zarar verme ve şeref meseleleri dolayısıyla yönetim kurulu kararı ve genel başkanın onayı ile kulüpten ihraç olunan üye, sonrasında hiçbir sebep ve şekilde kulübe tekrar kabul olunamaz. Bu gibilerin durumları ve hareketleri hakkındaki incelemeler ve bu doğrultuda alınan kararlar bir yazışma ile tüm kulüp üyelerine gönderilir. Ve o üye ile hiçbir şekilde ilişkide olunmaması üyelerden rica edilir ve tavsiye olunur. 

    Madde 31- Her nasılsa yalan söylemek, sözlü hakaret etmek, şaka yollu da olsa arkadaşlarından biriyle alay etmek, bir başkasının kişiliğine saldırmak, verdiği sözü geçerli bir sebep olmadığı halde tutmamak, dinini ve milliyetini küçük düşürecek hareketlerde bulunmak gibi adetleri tekrar edenlere uyarılar ve uygun uyarılarla dikkatleri çekilir ve gerektiğinde  azarlanırlar. Bu uyarılar ve azarlamalarla  iyi bir hale dönmeyeceği anlaşılanlar kulüpten ihraç işlemi ile karşılaşırlar.
    Madde 32- Yukarıdaki maddeler gereğince kulüpten ihraç olunanlar hakkında gerek İstanbul’da gerekse taşrada bulunan diğer spor kulüplerine de bilgilendirme yapılacak ve onların da bu kişilere karşı dikkatleri çekilecektir.

    Madde 33- Her üye spora uygun elbise ve malzemeyi kulüp tarafından verilen numuneye göre kendi adına edinmeye mecburdur.

    Madde 34- Kulübün kırtasiye, kahve, su gibi çeşitli harcamaları aylık aidatın yüzde onunu geçmeyecektir. 

    Madde 35- İşbu tüzük hükümlerinin bazılarının iptali ve değiştirilmesi veya bazı maddelerin eklenmesi hakkında verilecek teklif genel kurul tarafından uygun görüldüğü takdirde değerlendirilecektir.

    Tüzük ve Tescil
    Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali’nin Açılışı. Fenerbahçe Tarihinin Birbirinden Ünlü Simaları Bir Arada (İdman Dergisinden)

    Tüzüğün Detayları

    Meşhur 2.maddenin de yer aldığı tüzüğün giriş bölümünün Hulusi Bey tarafından yazıldığını; aynı dönemde kurduğu ve teşkilatlandırdığı derneklerin kuruluş amaçlarına, yayınlanan mektubundaki ifadelere bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. İttihat ve Terakki ile Fenerbahçe’nin ilişkisinin fikri olarak Jön Türklere dayandığını “Kurucular”ı anlatırken defalarca ortaya koymuştuk.Tüzüğün yazılış öyküsü bize, Hulusi Bey’in bu ilişkiyi bir adım ileriye taşıma amacında olduğunu göstermektedir. Bu amaç doğrultusunda yazılan maddelerden bazıları kurucu kadronun müdahalesi ile engellenmiştir.

    Fenerbahçe’nin 1913 tüzüğünde, giriş bölümdekilerin haricinde dikkat çekici bazı maddeler de yer almaktadır. Bunlardan bazılarında Cemiyetler Kanunu’nda yer alan bazı hükümler aynen yer bulmuşlardır. Tüzüğün 7.maddesine göre 20 yaşını doldurmayanlar kulübe üye olamazken, gençleri de kulüp bünyesinde tutmak için bir çeşit “öğrenci üyeliği” sistemi geliştirilmiştir. 11.Maddede yer alan üye olacakların “cinayetle mahkum ve medeni haklarından mahrum olmaması” gibi nitelikleri Cemiyetler Kanunu’ndan alınarak sıralanmıştır.

    Fanfar

    Tüzüğün 6.maddesinde yer alan “Fanfar” ise en ilginç konulardan biri olarak Fenerbahçe Tarihi’nde yer almaya adaydır. Fransızca “Fanfare” kelimesinden gelen “Fanfar” sadece üflemeli çalgılardan oluşan küçük çaplı bir orkestra anlamını karşılamaktadır. Tüzükte yer alan bu bilgi bize, kulübün o dönemde bir orkestrasının varlığını söylemektedir. Nitekim Refet Paşa’nın 3 Kasım 1922 tarihinde kulübe yaptığı ziyaretin yer aldığı gazete haberlerinde kulübün orkestrasının varlığına ilişkin maddi kanıtlara da rastlanmıştır. Bu da bize, en azından, 1913 – 1922 yılları arasında kulübün bir orkestrası olduğunu göstermektedir.

    Tüzük ve Tescil
    Fenerbahçe’nin 1913 Tarihli Tescil Evrakı

    Tescil Yılı : 1913

    Fenerbahçe’nin devlet tarafından tescil tarihinin 1908 ya da 1909 yılı olmadığını yazımızın ara değerlendirmesinde belirtmiştik. Bununla ilgili ilk dayanak noktamız Cemiyetler Kanununun çıkış tarihi ve bu tarihe kadar cemiyetler için herhangi bir düzenleme olmadığıydı.

    Peki Fenerbahçe Spor Kulübü hangi yıl tescil edildi? Sorunun cevabı 1913’tür.

    Bu cevabı 3 belgeye dayanarak veriyoruz.

    İlki Profesör Erhan Afyoncu ve Profesör Vahdettin Engin’in Devlet Arşivlerinde buldukları “Spor Kulüplerinin Kuruluş Tarihleri ve Amaçları” başlıklı bu defterin sayfalarından birinde yer alan Fenerbahçe’ye ait satırlar. Transkripsiyonunu aşağıda görebileceğiniz bu belgede dikkat edilirse 1913 Tüzüğünün 2.maddesi aynen yer almıştır. Belgede tescil tarihi doğrudan yer almasa da Hulusi Bey’den sonra başkan olan Hamit Hüsnü Bey’in idare heyetinde başkan sıfatıyla yazılması, tarihleme yapmamız için yeterlidir.

    Spor Kulüplerinin Kuruluş Tarihleri ve Amaçları

    Cemiyetin Ünvanı : Fenerbahçe Spor Kulübü

    Maksad-ı Tesisi : Memlekette terbiye-i bedeniye ve fikriyenin teminine çalışmak ve şebban-ı vatanı mübareze-i hayata ve meşak ve esfar-ı askeriyeye alıştırmak üzere.
    (Ülkede beden eğitimi düşüncesinin yaygınlaştırılması için çalışmak ve ülke gençlerini hayat mücadelesi ile askeri seferler ve zorluklara alıştırmak üzere)

    Merkez İdaresi : Kadıköy’ünde Kuşdili Çayırında

    Tarih-i Tesis : 1323 (1907)

    Heyet-i İdaresi
    Reis-i Umumi : Hamid Hüsnü Bey
    Reis: Fuad
    Kaptan-ı Umumi: Galip
    Kasadar: Hakkı
    Katib-i Umumi: Hüseyin Hüsnü beylerden mürekkeptir.

    Tüzük ve Tescil
    Fenerbahçe’nin 1913 Tarihli Tüzüğü

    1913 Tüzüğünün ilk maddesinde “1907 yılında kurulmuş olan Fenerbahçe Spor Kulübü, 1913 yılında, Cemiyetler Kanunu hükümlerine göre, hükümetin resmi iznini elde etmiştir” demektedir. Kulübün tescil tarihi ile ilgili dayandığımız ikinci belge de tüzüktür. Nitekim hem defterde hem de tüzükte yer alan tarihler birbirleriyle eşleşmektedir.

    Tüzük ve Tescil
    12 Mart 1941 Tarihli Resmi Gazete

    Öne sürdüğümüz tescil tarihini kanıtlayan son belge ise 1941 tarihlidir. Bu belgede kulüplerin yapısına ilişkin düzenlemeler yapılırken tescil tarihlerine de yer verilmiş, Fenerbahçe’nin tescil tarihi 14 Mart 1913 olarak yazılmıştır. Aynı belgede Galatasaray’ın tescil tarihi ise 15 Ağustos 1913 olarak yazılmıştır. Bu belge, devlet kayıtlarında Nasuhi Esat’ın sözünü ettiği ve Fenerbahçe Tarihini yazanların istisnasız kabul ettiği 1908 tarihli tescil bildiriminin yer almadığını göstermekte; sözü edilen tarihte sadece bir bildirim yapıldığı ihtimalini ise kuvvetlendirmektedir.

    “İlk”

    Fenerbahçe’nin kuruluş yıllarındaki “tüzük ve tescil” öyküsünü iki açıdan değerlendirmek gerekir.

    İlki, 1908-1913 dönemi siyasi olaylarının bu öykünün yazılmasına olan etkisidir.

    Meşrutiyetten sonra kulübün birkaç maddeden oluşan tüzüğü ile devlete yaptığı beyan, İttihat ve Terakki’nin cemiyetler üzerine çalışan üyesi aynı zamanda kulüp başkanı Hulusi Bey’in Fenerbahçe’yi “spor kulübü” kimliğinden ayrı tutarak yazdığı tüzüğe yapılan müdahale ve o meşhur ikinci madde… Bu etkiyi bize gösteren unsurlardır.

    İkinci açı ise spor tarihi yazımında “ilk” olma tutkusunun tescil hikayesinde kendini göstermesidir.

    Fenerbahçe’nin tartışmasız kuruluş yılı “1907” olarak tarihe geçmişken, bu tarihin kağıda geçirildiği iddia edilen “1908” yılı, “ilk tescil edilen spor kulübü” nitelemesi ile birlikte tarih yazımımızda yer almaktadır. Kanımızca Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün 1909 yılında kurulduktan yıllar sonra, kuruluş tarihini 1903 olarak değiştirerek “ilk” olma iddiasında bulunması Fenerbahçe tarih yazımına etki etmiştir. Tıpkı 1901 yılında kurulup, kapatılan “Black Stocking” kulübünün kuruluş tarihinin bugün hala Fenerbahçe resmi sitesinde “gerçek kuruluş yılı” başlığı altında 1899 tarihi ile yer alması gibi.

    Buna benzer bir örneğe Galatasaray tarih yazımında da rastlanmaktadır. Fenerbahçe ile beraber 1913 yılında tescil olan Galatasaray, bugün resmi internet sitesinde tescil öyküsünü şöyle anlatmaktadır: “1905’te Osmanlı İmparatorluğu’nda bir dernekler yasası bulunmadığından, Galatasaray Spor Kulübü yasal olarak tescil edilme olanağını bulamamıştır. 1912 yılında Cemiyetler Kanunu çıkarıldıktan sonra, kulüp yasal bir kimlik kazandı. Yetkili makamlara kulüplerin tüzükleriyle birlikte, kurucu üyelerin ad ve adreslerinin de bildirilmesi zorunlu tutulduğundan, istifa eden ya da eğitimlerini tamamlayarak ülkelerine dönen üyeler ilk listeden çıkarılmış ve 1 Eylül 1913’te kurucu liste yeniden düzenlenmiştir.”

    Bildiğimiz kadarıyla 1912 yılında çıkarılan bir cemiyetler kanunu olmadığına göre, Galatasaray tarihçileri geç tescil edilmelerinin nedenini 1909 çıkan kanunu 1912 yılında çıkmış şekilde yazarak kamufle etmek istemişlerdir.

    Belirttiğimiz ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün 1910 yılındaki tescil evrağı incelendiğinde de görüleceği gibi, kulüplerin tescil evrakları beyanları üzerine verilen birer “ilmühaber”den ibarettir. Köklü kurumların tarihini yazarken birçok konuda ısrarla yer verilmek istenen “ilk” olma nitelemesinin tarihin devinimi içerisinde atfedildiği kadar önemi yoktur.

    Barış Kenaroğlu

  • Nasuhi Ağabey

    Nasuhi Ağabey

    Bugüne kadar Nasuhi Baydar‘ın hep başkası hakkında anlattıklarını dinledik. Bugün sıra kendisinde… Bedri Gürsoy, kendi deyişine bakarsak Nasuhi ağabey ile bir röportaj gerçekleştirmiş. Tuncay Yavuz bize bu sohbeti aktarıyor. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Memleket Sporunun Otuz Senelik Kıymetli Emektarı B. Nasuhi Baydar diyor ki:

    “Uzun seneler geçen faal ve gayri faal spor hayatımda bir ‘spor telakkisi’ edindim. Bu telakki açık havada bedeni terbiyeye ve gıllügışsız arkadaşlık esaslarına dayanır…”

    (Spor yapayım derken kendilerini sporun kuvvetli cazibesine kaptırarak tahsillerini ihmal eden zavallı gençlere acırım…)

    Yazan: Bedri Gürsoy

    Nasuhi Ağabey

    Nasuhi Baydar (mebus, edib ve gazeteci) bugüne kadar spor hayatının otuz seneye yaklaşan uzun yolu içinde Türk sporuna bin bir emek sarf ederek hakkiyle hizmet görmüş, ideal, münevver, amatör bir sporcu örneğidir. Faal olarak yaptığı sporlardan maada, çok mukteda bir idareci olarak tanınan, bugün dahi hala sporumuzun selameti yolunda durmadan için için çalışan bu çok değerli şahsiyetin bütün bunlardan maada öteden beri spora müteallik yazdığı yazılardan büyük bir alaka duymuş ve daima istifade etmişizdir.

    Nasuhi Baydar, beynelmilel mahur futbol yıldızlarımızdan Fenerbahçeli Alaeddin’in ağabeyidir. Alaeddin’in yetişmesinde çok emeği vardır. Fenerbahçe Kulübü’nün müessislerindendir. Kulübünü sOn derece sever. Fenerbahçe’nin en buhranlı zamanlarında büyük bir feragat ile canla başla çalışmış çabalamıştır. Onun kulübüne yapmış olduğu büyük hizmetleri hakiki Fenerbahçeliler hiçbir zaman unutamazlar, daima minnet ve şükranla yadederler.

    Kulüpte biz küçüklere o nazik ve kibar tavrı, güler yüzü ile öyle candan ve müşfik bir alaka gösterir idi ki, bundan dolayı ona Nasuhi ağabey derdik. Bugün de onun yanında küçük bir sporcu ve Fenerbahçeli kalan bizler kendisine hala iftihar ve hürmetle ağabey demekteyiz.

    Nasuhi Baydar sporun hakiki gaye ve manasını esasından bilerek bu yolda yürüyen bizde ender yetişen kıymetli spor mütehassıslarımızdandır. Spor nedir? Sporcu kime derler? Spor ve kulüp arkadaşlığı, samimiyeti, tesanüdü nasıl olur? Bütün bunları Nasuhi Baydar’dan sorup öğrenebiliriz. (Ben Nasuhi Baydar’ın ne derece içten bir sporcu ruhu ve karakteri taşıdığını, merhum büyük sporcu Galip’in cenazesini yağmurlu, çamurlu, fırtınalı o berbat havada hendeklerden bata çıka kulüpten ta kabristana kadar takip ettiği ve sık sık omuzunda taşıdığı zaman daha iyi ve tamamile anlamıştım. O gün yanımdaki arkadaşlarıma şöyle demiştim: “İşte, kadirşinas, arkadaş ve hakiki bir sporcu numunesi daha!…”)

    Spora müteallik sorduğum suallere Nasuhi Baydar bakınız, ne manalı, ne dikkate şayan ve ibret alınacak cevaplar veriyor:

    Sporculuk Hatıraları

    • Kaç sene, hangi kulüpte ve mevkide futbol oynadınız ?
    • 1908’den 1917’ye kadar Fenerbahçe Spor Kulübü ikinci ve birinci futbol takımlarında sağ iç ve sağ açık mevkilerinde zaman zaman oynadım.
    • En kuvvetli sporculuk hatıranızı anlatır mısınız ?
    • En kuvvetli sporculuk hatıram ! Lakin hangisini kaydedeyim? Anladığım manada “sporcu” için sporun heyeti umumiyetdi ve en kuvvetli hatıralardan örülmüş nefis bir kumaşa benzer. Şayet, bende sporculuğumdan kalan en kuvvetli intibaı soruyorsanız, tereddütsüz itiraf edeyim ki, büyük annemi ikna ederek satın aldırdığım futbol kunduralarını, çoraplarını, pantolonunu ve Fenerbahçe’nin sarı-beyaz yollu ilk formasını giyip takımdaki yerime geçtikten sonra müsabakaya başlanmak üzere hakemin düdüğünü öttürmesini beklediğim unutulmaz dakikadır.

    Sonra kulübümün zaferlerine iştirak ettim.

    Daha sonra, bisiklet yarışlarına girdim, atletizmin her şubesiyle uğraştım. Yüzdüm, tenis ve kriket oynadım. Voleybol, basketbol, hentbol, vaterpolo, hokey, patenli hokey, ski yaptım. Otomobil kullandım. Spor yazıları yazdım. Bizdeki acayip spor idareciliğinde ekseriya “ihtilafları izleye çalışan adam” vazifesi gördüm ve böylece kendime mahsus bir “spor telakkisi” edindim. Bu telakki açık havada bedeni terbiyeye ve gıllügışsız arkadaşlık esaslarına dayanır. Bu telakkinin de en doğrusu olduğuna şundan dolayı inandım ki kırk beşi geçmiş olmama rağmen – tahtaya vurunuz yahut maşallah deyiniz – kendimi her vakitki gibi zinde hissediyor ve “arkadaşlar” arasında bildiğim “arkadaşlık”ın cari olduğunu görüyorum. Bir diş hastalığından kalkmamak üzere yatağa düşmüşken beni ölümden kurtaranlar onlar olduğunu nasıl unutabilirim? Ve yine nasıl unutabilirim ki rahmetli Galip’i fırtına arasında edebi istirahatgahına kadar omuzları üstünde teşyi edenler bahsettiğim telakkiye sahip binden fazla arkadaştı?

    Bizde Spor

    • Bizde profesyonelliğe taraftar mısınız?
    • Spora amatörlük gibi profesyonelliğin de bir realite olduğunu kabul etmek lazımdır. Fakat bizde profesyonelliğe taraftar olmadığımı bundan evvelki suale verdiğim cevap kati derecede izah eder sanırım. Zira, bence spor gaye değil, vasıtadır; sıhhatli, neşeli, azimli kalmak vasıtası. Ancak, spor yapayım derken kendilerini sporun kuvvetli cazibesine kaptırarak tahsillerini ihmal eden gençlerden bazıları nihayet profesyonellikte karar kılarlarsa bu gibileri önünden kaçınılmaz bir kazaya uğramış addeder ve bu zavallılara acırım. Profesyonellerin tek özürü bundan başka bir şey olamayacağı gibi kendilerini terbiye için tek çare de profesyonel olduklarını ilandan ibaret değil midir? Bu itibarla diyebilirim ki, gizli profesyonelliğe apaçık profesyonelliği tercih ederim.
    • En kuvvetli futbol devrimiz sizce hangi tarihtedir ?
    • Futbolcularımızdan yenilerini pek tanımıyorum. Eskilerden beğendiğim işte birkaç isim : Galip, Arif, Emin, Bülend, Alaaddin, Said Salahaddin, Kamil Sporel, Hasnun, Bekir… Fakat, bunlar daha çok yukarıda bahsettiğim « telakki » ye göre seçilmiş isimlerdir.
    • Bizde futbolun en kuvvetli devri hangi tarihtedir ?
    • En kuvvetli futbol devrimiz « Slavya »nın İstanbul’a geldiği ve « Türk milli takımı »nın 1924 olimpiyatlarına iştirakten sonra Şimal memleketleri turnesi yaptığı birkaç senelik devirdir.

    Binbir işinin arasında, yine o eski mütevazı ağabey şefkatini göstererek suallerime cevaplar vermek lütfunda bulunduğundan dolayı bay Nasuhi’ye bütün kalbimle teşekkür ederim.

    Bedri Gürsoy / Nasuhi Ağabey

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır.” Bu satırlarla başlayan Fenerbahçe’nin Kuruluş yıllarına ait araştırmalarımızın bugünkü konusu Ziya Songülen. Nasıl ilk başkan oldu? Fenerbahçe’nin temelini atanlardan olmasına rağmen neden kulüpten ayrıldı? Union Club’ın kuruluşunda rolü neydi? Milli Mücadele’ye katkısı ne oldu? İşte Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    “Bir Devlette İki Kuvvet Olur”

    Nurizade Ziya Bey hakkında sıraladığımız soruları cevaplamadan önce, Fenerbahçe’nin Kuruluş hikayesine doğrudan etki ettiğini her fırsatta dile getirdiğimiz, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar geçen yıllar ile ilgili değerlendirmeler yapmamın konunun bütünlüğünü sağlamak için yararlı olduğunu düşünüyoruz.

    Osmanlı Devleti için 1839 yılında başlayan Tanzimat; 1908’de Meşrutiyet’e, sonrasında da Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede belirleyici bir dönemi ifade eder. Bu yıllarda zayıflayan devlet, ardı ardına tavizler vererek, Batı’nın isteklerine boyun eğmiş ve bir anlamda değişim sürecine girmişti. Tanzimat ile başlayan Batı etkisi, Enver Hoca yazımızda sözü edildiği üzere, yeni okulların açılmasına sebep oldu.  Bu okullarda batı felsefesi ile verilen eğitim sonucunda yeni tip bir “Osmanlı Aydın” zümresi meydana geldi. Ve bu zümre kısa sürede toplumun önemli bir parçası oldu. Aldıkları eğitimle “aydınlanma” yaşayan bu kişiler zayıflayan devlet mekanizması içerisinde yer bulmaya ve zamanla Padişah otoritesine karşı bir tehdit unsuru olmaya başladılar. Padişah ile aydınların arasında adeta bir mücadele başlamıştı. Bu mücadelede Osmanlı aydınlarının en büyük destekçisi gördükleri eğitim felsefesinin kaynağı olan “Batı” oldu. Tanzimat döneminde sadrazamlık yapan Keçecizade Fuad Paşa’nın aşağıda yer alan ifadeleri gerek dönemi, gerekse Batı’nın, Osmanlı aydını için ne ifade ettiğini anlamamızı sağlayacaktır.

    “Bir devlette iki kuvvet olur, biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet oluşturmak imkansızdır. Bunun için bir destek kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir

    Fuad Paşa’nın kastettiği yukarıdan gelen kuvvet Padişah, ona karşı gelinecek destek kuvvet ise Batılı devletlerin elçilikleriydi. Osmanlı aydını 1839-1908’e hatta 1918’e kadar süren dönemde, ülkelerinde yapmak istedikleri iyi niyetli değişimler için Batı’nın desteğini almaya çalışmışlardır. Batılı devletler ise elçilikleri aracılığı ile “aynı dili konuştukları” bu kişilerle ilişkide olmayı tercih etmişlerdir. Bu dönem Osmanlı aydınları arasında “Batılı güçlerden hangisinin desteğini alalım?” sorusunun hayli popüler olduğunu söyleyebiliriz. Padişahlık kurumu ise bir yandan aydınların yapmak istedikleri değişimi kontrol altında tutmaya çalışırken, diğer yandan da Batılı devletlerden sürekli borç almış, böylece devletin ekonomik bağımsızlığı da büyük ölçüde tehlikeye girmişti. 1881 yılına gelindiğinde borçlarını tahsil edemeyen Batılı devletler, Duyun-u Umumiye İdaresi’nin kuruluşuna ön ayak olmuşlardı. Bu kurumun, devletin borçlarının denetlenmesi ve tahsil edilmesi gibi işlevleri vardı. Kısacası artık Osmanlı Devleti bir yarı-sömürge devletti.

    Mehmed Ziya

    Mehmed Ziya Bey, Osmanlı Devleti bu şartlar altında çözülmeye doğru giderken 1886 yılında İstanbul’da doğdu. Anne tarafından Osmanlı hanedanına mensup zengin ve köklü bir aileye sahipti. Aile üyeleri yüzyılı aşkın süredir devlet yönetiminde Sadrazam, Kaptan Paşa, Vali, Belediye Başkanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, Büyükelçilik gibi önemli görevleri yürütmüşlerdi. Ziya Bey’in soyadı kanununa kadar isminin önünde kullandığı “Nurizade” sıfatı ise Tanzimat’ın Dışişleri Bakanlarından Mehmed Nuri Paşa’ya dayanmaktaydı. Ziya Bey’in dedesinin babası olan Mehmed Nuri Paşa, Dışişleri Bakanlığından sonra Londra ve Paris’te büyükelçilik görevini yürütmüştü. Ziya Bey’in ailesi, giriş kısmında sözü edilen Osmanlı aydınların yetiştiği bir aileydi. Bu bilgilere dayanarak ailenin batı felsefesini benimsediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim, 2008 yılında verdiği röportajda Nazan Songülen Karakaş, dedesi Ziya Bey’in Osmanlı kimliğinden kopmadan ancak “İngiliz mürebbiyelerden Avrupai bir eğitim” aldığını da belirtmiştir.

    Saint Joseph’ten Londra’ya

    Nurizade Ziya’nın liseye kadar hangi okullarda okuduğunu bilmiyoruz. Torununun anlattıkları dikkate alındığında evde ailesinin tuttuğu öğretmenlerden eğitim almış olması da muhtemel. Liseyi ise Saint Joseph’te okuduğundan eminiz. Yine torununun anlattıklarından okulda kendisine uzun boyundan dolayı “Fil Ziya” lakabının takılmış olduğundan da haberdarız. Bu bilgi ışığında okulda popüler bir öğrenci olduğunu söyleyebiliriz. Ziya Bey 1903’te 17 yaşındayken okuldan mezun olup İngiltere’ye gitmiş, İngiltere’de İnşaat Mühendisliği eğitimi aldıktan sonra muhtemelen 1906 yılında ülkeye dönüp Duyun-u Umumiye’de memur olarak iş hayatına girmiştir. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’yi kuran kadronun başında yer alacağı süreci anlatmaya başlamadan önce buraya kadar yazılanları maddeler halinde özetlemenin yararlı olacağını düşünüyoruz.

    • Nurizade Ziya Bey, Tanzimat dönemi ile toplumun etkin zümresi olan Osmanlı aydınlarını yetiştiren zengin ve köklü ailelerden birinin üyesiydi.
    • Nuri Paşa ile beraber aile Batı felsefesi ile tanışmış, diğer Tanzimat dönemi aydınları gibi devletin geleceğinin kurtulmasını batı felsefesinin geçerli kılınmasında görmüştü.
    • Ziya Bey, İngilizceyi liseye başlamadan aile evinde, Fransızcayı ise Saint Joseph lisesinde “ana dili” seviyesinde öğrenmişti.
    • Üniversite eğitimini Londra’da almış, yurda döndükten sonra da Batı etkisinin en çok hissedildiği kurum olan Duyun-u Umumiye’de çalışmaya başlamıştı.

    Jön Türkler

    Nurizade Ziya Bey’in futbola olan ilgisini Moda’da büyümesi ile ilişkilendirebiliriz. O dönem futbolun doğduğu topraklarda büyüyen her çocuk gibi bu spora merak sarmış, yapılan maçların izleyicisi olmuştu. Çoğunluğu gayrimüslim olan sınıf arkadaşları ile okul ortamında yaşanan olası sportif rekabet ve sonrasında oluşan hırsı, ilk gençlik yıllarına etki eden olaylardı. Fenerbahçe’nin kuruluşunda yer almış diğer Saint Joseph Liseli öğrencilerde de aynı duyguların oluştuğunu biliyoruz. Nurizade Ziya Bey’in, Londra’da futbolun nasıl bir spor olduğunu ve gerçek anlamda nasıl oynanması gerektiğini gördüğünü de söyleyebiliriz.

    Fenerbahçe’nin doğuşunun anlık alınmış basit bir karar olmadığı, bir felsefeye dayandığı üzerinde ısrarla durduğumuz noktalardan bir tanesi. Bu aşamada 1900’lerin başından itibaren etkinliğini arttıran Jön Türkler hareketi ile ilgili kısa bir bilgilendirme yapmanın yerinde olduğunu düşünüyoruz. Tanzimat’ta batı etkisi ile başlayan aydınlanma sonrasında oluşan Osmanlı aydınları, devlet yıkılmaya doğru gittikçe aralarında organize olmaya, Keçecizade Fuad Paşa’nın yazımızın başında aktardığımız sözlerine atıfla halkı da alttan gelen bir kuvvet olarak organize etmeye çalıştılar. Jön Türkler gerek yaptıkları yayınlarla gerekse yurt içi ve yurt dışı temaslarla Padişah Abdülhamit’in en büyük muhalifi oldular.

    Fener’in Bahçesi’ndeki Koalisyon

    Jön Türk hareketi zamanla İttihat ve Terakki Partisi’ne evrilecek, 1908 yılında ilan edilen Meşrutiyet’in de mimarı olacaktı. Devlet kadrolarında çok sayıda destekçileri vardı. Bunlardan bazıları zamanla yurtdışına kaçtı, sürgün edildi veya tutuklandı. Bu hareketin Fenerbahçe ve Nurizade Ziya Bey ile ilişkisi Jön Türklerin kendi aralarında yaşadıkları fikir ayrılıklarından kaynaklanmaktadır. Jön Türkler’in devletin kurtuluşu için öne sürdükleri fikirlerden ikisi Batıcılık ve Türkçülük’tü. Bu iki fikir, aynı amaca hizmet etmek için doğmuş ve Jön Türk hareketinin içindeki dinamizmi sağlamıştı. Zamanla ise bir koalisyona dönüşmüştür. İttihat ve Terakki ile başlayan bu koalisyon, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da etki etmiş, “Türk kimliğine sahip ancak Batı felsefesini de benimsemiş bir devlet anlayışı” genç Türkiye’nin rehberi olmuştu.

    Peki bu koalisyonun Fenerbahçe’nin kuruluşu ile ilgisi neydi? Enver Hoca araştırmasında ortaya koyduğumuz bilgileri tazeleyerek soruyu cevaplamaya başlayalım. Ortaya attığımız tezde “Saint Joseph Lisesi’nin Türk ve Müslüman öğrencilerinin, yabancı bir misyonun üyesi olan okulda, devlet tarafından görevlendirilen bir öğretmen tarafından bir araya getirilerek Fenerbahçe’ye insan kaynağı sağlandığını” söylemiştik. Bu öğretmen Enver Hoca’ydı. Enver Hoca zamanın ruhuna uygun fikirlere sahipti. Nitekim, yarı sömürgelikten, sömürge olmaya giden ve parçalanan devletin kurtuluşu için okulda öğrencilerine “Türklük ve Müslümanlık” paydasından çıkmadan “hürriyet” duygusunu aşılamaya çalışmıştı. Öğrenciler okulda bu fikirle donanırken, dışarıda ise okuldan mezun ağabeyleri  Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları bir futbol kulübü kurmaya hazırlanıyorlardı. İşte Fenerbahçe, Enver Hoca’nın “Türkçü” söyleminin, Nurizade Ziya Bey’in “Batıcı” fikirlerle şekillenen felsefesinin birleşmesinden doğdu.

    Fenerbahçe’nin İlk Başkanı

    Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Ayetullah, Necip ve Asaf Beylerin ortak özellikleri sadece yaşadıkları semt değildi. Bu dört arkadaş da yabancı dil bilen, batı felsefesini benimsemiş kişilerdi. Asaf Bey tıpkı Nurizade Ziya Bey gibi İngiltere’de eğitim alıp İstanbul’a dönmüştü. Ayetullah Bey, Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nde okumuş bir Osmanlı aydınıydı. (Daha önceden Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Tarihi’ne dayanarak Ayetullah Bey’in Saint Joseph mezunu olduğunu kabul ediyorduk. Ancak Araştırmacı Cem Argun’un Saint Joseph öğrenci listelerinde Ayetullah Bey’in kaydına rastlamadığını bize iletmesinden sonra bu bilgiyi güncellemiş bulunmaktayız.) İlerleyen yıllarda kulübün düştüğü sıkıntılı dönemde Üsküdar ile yapılan birleşme toplantısında sinirlendiği anda “Fenerbahçe benim” cümlesini Fransızca söyleyecek kadar da bu dile hakimdi. Fenerbahçe’nin kurulduğu yıl 16 yaşında olan Necip Bey ise Osmanlı modernleşmesinin başladığı okullardan biri olan Deniz Harp Okulu’nda öğrenciydi.

    Nurizade Ziya Bey bu kadronun lideri konumundaydı. Rüştü Dağlaroğlu’nun onun için yazdığı şu tanımlama, bu liderliğin kaynağını açıklamakla birlikte, yukarıda yaptığımız “Batı” vurgusunu da destekler niteliktedir. “Mükemmel mali durumu ve İngiltere’de tahsil etmiş olmasının verdiği görgü ve spor aşkıyla dört başı mamur bir hüviyetteydi”

    “Işık Saçan Fener”

    Klasik Fenerbahçe tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’nin kurucuları arasından sıyrılıp liderliği ele almasının sebebi olarak mali durumundan dolayı takımın ilk formalarını alıp, masrafları üstlenmesi ön plana çıkarılmıştır. Bu durum göreceli olarak doğru olmakla birlikte, Nurizade Ziya Bey’in kulübün insan kaynağını sağlayan Saint Joseph Lisesi’nin bir mezunu olarak okul kadrosu ile ilişkileri yürütmesi de bu liderlikte etkilidir. Nitekim, futbolcu Hasan Basri’yi Fenerbahçe’de oynamaya ikna etmeye giden heyette o ve Enver Hoca vardır.

    Fenerbahçe’nin ilk amblemi olarak ‘Işık saçan Fener’in seçilmesi dönemin ruhunu yansıtan bir başka öğedir. Enver Hoca’nın yönlendirdiği öğrencilerle birlikte Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Fenerbahçe burnundaki deniz fenerinin yakınlarında antrenman yapmaya başladıklarını biliyoruz. Nurizade Ziya Bey ve arkadaşlarından hangisinin feneri amblem olarak önerdiğini bilmesek de, Jön Türklerin benimsediği ‘Pozitivizm’ akımına gönderme yaptığı açıktır. Kulübün ambleminden sonra ismi de ilk antrenmanların yapıldığı yere atıfla “Fenerbahçe” olarak seçilecektir. Liderliği ile arkadaşları arasından sıyrılıp Fenerbahçe’nin ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey’in kulübün liglere katılması için ilk temasına da öncülük etmiştir.  Rüştü Dağlaroğlu’nun anlatımıyla forma ve malzeme satın aldıktan sonra ligi organize eden James LaFontaine ile karşılaşan Fenerbahçe heyeti, ondan lige katılım sözü almıştır. Bu hikayenin iki aktörünün hayatı yakın gelecekte bir kere daha kesişecek ve kuruluş yıllarının bir başka meselesinde karşımıza çıkacaktır.

    Görevi Bırakış

    Nurizade Ziya Bey’in bir yılı biraz aşkın başkanlık döneminde Fenerbahçe, ilk kez katıldığı ligde başarılı olamadı. Takım futbolcu bulmakta zorlanıyor, Fuat Hüsnü gibi başarılı oyuncular futbol takımının zayıf olmasından dolayı Fenerbahçe’ye katılmak istemiyorlardı. Bu durum kulüpte moralleri bozuyor, başarısız saha sonuçlarını tersine çevirecek motivasyonun sağlanmasını engelliyordu. Nurizade Ziya Bey, ilk takımın savunmasında forma giyiyordu. Kaynaklarda başarılı bir futbolcu olduğuna dair kayıtlara rastlamıyoruz. Ancak, Rüştü Dağlaroğlu, sert şut çektiğine dair bir bilgi aktarmaktadır. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe forması ile günümüze ulaşmış tek fotoğraf var. 1908 yılının son günü yayınlanan Musavver Muhit dergisinde yer alan bu fotoğraf, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bıraktığı günlere rastlıyor.

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkilerini kesmesi aşamalı olarak gerçekleşmiştir. 1909 yılı içerisinde başkanlık görevini bırakmış, 1910 yılında ise kulüpten istifa ederek ayrılmıştır. Öncelikle bilinmesi gereken, o dönem kulübü kuran gençlerin aslında birer sporcu olmasıdır. Hepsi, günümüzün “amatörlük” tanımı içerisinde değerlendirmelidirler. Günümüzün aidiyet anlayışını temel alarak o dönem insanlarını eleştirmek şüphesiz haksızlık olacaktır. Sürekli alınan yenilgilerin, kulüp için yaptığı maddi fedakarlıklar ile birleşmesiyle Nurizade Ziya Bey’in başkanlığı bırakmasının iki nedeni ortaya çıkmıştır. Bu noktada karşımıza bir başka neden olarak değerlendirilebilecek “Union Club” meselesi çıkmaktadır. Bu mesele, Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuşundaki etkisi diğer iki nedenin de çok ötesinde anlamlar içermektedir. 

    Bir Türk – İngiliz Kulübü: Union / İttihat

    Nurizade Ziya Bey’in Başkanlığı bırakmasının Union Club’ın kuruluşunda yer almak istemesi ile yakından ilgisi vardır. Fenerbahçe’ye yaptığı maddi desteğinin karşılığını sahada alamayan Nurizade Ziya Bey, spor yöneticiliği kimliğini, siyasi kimliği ile birleştireceği bu kuruluşta yer almak için Fenerbahçe başkanlığını bırakmış ve dönem tanıklarının aktardığı üzere kulübü ihmal etmeye başlamıştı. Rüştü Dağlaroğlu’na göre Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın kurucuları arasında yer alması onun “büyük davalara girişmek istemesi” ile ilgiliydi. Dağlaroğlu’nun bu muhteşem tespitini ilerleyen satırlarda açıklayacak ve bir anlamda ileriye taşımış olacağız. Belirtmekte yarar olan bir diğer husus da Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bırakmasının Nisan 1909’da başlayan ve “31 Mart Vakası” diye anılan olaylar sonrasında gerçekleşmesidir. 31 Mart Vakası’nın en önemli sonucu Ülkede 30 yıldır süren istibdat rejiminin hükümdarı İkinci Abdülhamit’in tahttan indirilmesidir. Bu tarihten sonra Meşrutiyet’in mimari İttihatçılık hareketi, ülkedeki etkisini arttırmaya başlamıştır.

    Öncelikle Kadıköy’ün İstanbul’da futbolun doğduğu topraklar olduğunu yinelemekte yarar vardır. Kadıköy’ün en popüler futbol alanı ise bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerdi. Kuşdili Çayırı, Papazın Çayırı ile birlikte bu alan futbol oynamak ve izlemek isteyenlerin ilk aklına gelen yerlerden biriydi. Burhan Felek’in anlatımına göre 1906 yılında Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde manzara şöyleydi:

    “Birkaç bin izleyici var. Ne giriş parası var ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiş.”

    Lig maçları bu amatör koşullarda oynanırken, Nurizade Ziya Bey, beş kişi ile beraber, İstanbul’da futbol organizasyonunun profesyonelleşmesi için ilk adımı attılar. Bu o dönem için gerçekten de büyük bir davaydı. Union Club, dönemin ruhuna uygun olan ismiyle 1908 yılının son günlerinde kuruldu. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan bu kulüp İttihat ve Terakki Partisinin “İttihat” ismini kendisine isim olarak seçmişti. Şimdi bu kulübün diğer  kurucularından kısaca bahsedelim.

    Whittal ve LaFontaine

    Osmanlı arşivine baktığımızda futbol ile ilgili olan belgelerin tarihi 1890’lere kadar iner. Bu tarihlerde, dönemin zabıtaları tarafından futbol oynandığına dair yazılan raporlarda dikkat çeken bir isim vardır: Bay Whittal. “Kadıköy Moda’da ikamet eden Mösyö Whittal’in oğullarının öncülüğünde İstanbul’da oturan 25 kadar genç Kuşdili Çayırında toplanarak her Cumartesi top oynamaktadırlar.” İstanbul’da futbolun öncülerinden olan Bay Whittal, Union Club’ın kuruluşunda yer alan iki İngiliz’den biridir. Diğeri ise İstanbul futbolunun erken dönemi ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı James LaFontaine’dir. Fenerbahçe kurucu heyetinin kuruluştan hemen sonra liglere katılmak için söz aldıklarını yukarıda belirttiğimiz, İstanbul Futbol Ligi’ni yöneten kişi olarak Bay James LaFontaine, Bay Whittal ile birlikte Union Club’ın kurucuları olmuşlardır.

    “İngiliz” Mehmed Rıfat

    Kulübün, dört Türk kurucusundan ikincisi Mehmed Rıfat Bey’dir. “İngiliz” lakabıyla tanınan Mehmet Rıfat Bey, o tarihlerde Londra Büyükelçiliği görevini tamamlayıp İstanbul’a dönmüştü. Meşrutiyetten sonra devlet yönetiminde etkili olmaya başlayan İttihat ve Terakki Partisi, kendisini Dışişleri Bakanı olarak görevlendirmek istiyor ancak o bunu kabul etmemekte direniyordu. İttihat ve Terakki’nin bu görevlendirmede ısrar etmesinin nedeni, parti için oluşan “İngiliz Karşıtı” algısının önüne geçmekti. Nitekim Mehmed Rıfat, ısrarlara dayanamayacak ve 1909 yılının Şubat ayında Dışişleri Bakanı olacaktır. Bir İttihatçı olduğunu bildiğimiz Nurizade Ziya Bey’in ikna aşamasının bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dağlaroğlu’nun kastettiği ‘büyük davalar’dan biri de şüphesiz budur.

    Mareşal Cemil Topuzlu

    Günümüzde Mareşal olarak bilinen “Müşirlik” rütbesi ile Padişah Abdülhamit’in doktorluğunu yapan Cemil Topuzlu Paşa, anılarında bize Union Club’ın kuruluşu hakkında en net bilgileri veren kişidir. Union Club’ın dört Türk kurucusundan biri olan Cemil Paşa, İttihatçı kadroya katılmasından sonra 1909 yılında çıkan tasfiye kanunu ile askerlikten ayrılmıştır. Union Club’ın kuruluş dönemi bu kanunun çıktığı günlere denk gelmektedir. Cemil Topuzlu anılarında Union Club’ın kuruluşunda maddi destek verenlerden biri olarak Arif Hikmet Paşa ismini yazar. Meşrutiyetten sonra Bahriye Nazırı olan Arif Hikmet Paşa, 31 Mart Olayı’ndan sonra Abdülhamit’e tahttan indirildiğini söylemeye giden heyetin üyelerinden biridir. Union Club’ın, sadece adıyla değil Türk kurucuları ve maddi destekçileri ile birlikte bir “İttihatçı” kulüp olduğunu söyleyebiliriz.

    Union Club Nasıl Bir Kulüptü?

    Nurizade Ziya Bey’den başlayarak kurucularının siyasi ve toplumsal rollerini açıkladığımız Union Club, takımlar kurup, diğer kulüpler ile mücadele eden bir spor kulübü kimliğine sahip değildi. Ticari ve özel bir işletmeydi. Detaylarını belgeleriyle aşağıda aktaracağımız bu oluşum aynı zamanda İstanbul’da futbolun profesyonelleşmesi için atılan en büyük adımdı. Kulübün faaliyete geçmesiyle, bir anlamda spor kulüplerinin bir federasyon çatısı altında toplanmasının da provası yapılmış oluyordu. Union Club’ın kurulma fikri Cemil Topuzlu’nun daha önceden sitemizde detaylarıyla yayınladığımız anılarına göre Bay Whittal’den çıktı. Bay Whittal, Cemil Paşa’nın evinde verdiği davette kendisine şunları söylemişti:

    “Paşa, çok şükür, hürriyete kavuştunuz, bundan sonra gençlerinizin toplanması daha kolay olur. Görüyorum ki sizde futbol merakı henüz başlamak üzere, halbuki bu spor İngiltere’de umumi ve milli bir oyun halini almıştır. Futbolun, ırkın ve gençliğin tekamülü için de büyük faydaları vardır. Türkiye’de de futbolun gençlik arasında ilerlemesini arzu ediyorum. Bu itibarla Kadıköy cihetinde bir stadyum kuralım, hem halka futbolu sevdirmiş, hem de bu oyunu ilerletmiş oluruz, ve kulübün müessisleri, yani bizler maddeten istifade ederiz”

    Görüldüğü üzere yukarıda yaptığımız “profesyonelleşme” ve “ticari işletme” vurgusu bu satırlarla doğrulanmaktadır. Bay Whittal ile Cemil Paşa’nın bu sohbetine tanıklık eden; Nurizade Ziya Bey, Arif Hikmet Paşa, Mehmed Rıfat Bey ve James LaFontaine, davetin ertesi günü tekrar bir araya gelip kulübün kuruluşunun maddi esaslarını görüştüler.

    1908’de Osmanlı Para Sistemi

    Union Club kurucularının karara bağladıkları maddi esaslara geçmeden önce dönemin Osmanlı Para Sistemi hakkında genel bilgilere yer vereceğiz. Şüphesiz bu bilgileri vermekteki amacımız, okuyucunun konuyu daha iyi anlamasını sağlamak olduğu kadar, genel tarih yazıcılığında yer alan sebepsiz yüceltme ve alçaltmalara da karşı çıkmak olacak. 1900’lerin başında Osmanlı’da kullanılan paralar ve birbirine oranları şöyleydi. Temel birim olan 1 lira; 5 mecidiye / 100 kuruş / 4000 paraya eşitti. Union Club’ın kurulduğu yıl Cemil Topuzlu’nun maaşı 250 – 500 lira arasındaydı. Cemil Topuzlu’nun maddi kazançları üzerinden örnek vermek gerekirse, Osmanlı arşivinde karşımıza çıkan bir belgede 1903 yılında devletin Cemil Paşa’ya ait bir maden arazisini 3.500 lira bedelle satın aldığını biliyoruz. 

    Union Club Kuruluyor

    Cemil Paşa anılarında, kurucular toplantısında kulübü kuracakları yer olarak bugünkü Fenerbahçe Stadının olduğu yeri belirlediklerini ve Ülkedeki diğer tüm araziler gibi Padişaha ait olan bu arazinin alınması için bizzat devreye girdiğini söyler. Aynı toplantıda kulübü kurmak için 3000 liraya ihtiyaç olduğunu da belirlediklerini söyler. Bu rakamı kendi aralarında toplamışlardır. Kendisinin ve Arif Hikmet Paşa’nın 250’şer lira verdiğini, Nurizade Ziya Bey ve Mehmed Rıfat Bey’in ne kadar verdiğini hatırlamadığını, geri kalan paranın da iki İngiliz üye tarafından tamamlandığını belirtir. Bu “tamamlama” ifadesinden İngilizlerin Türklerden daha fazla para verdiklerini anlıyoruz.

    Cemil Paşa ertesi gün sarayın kapısını çalmıştır. Kendi deyimiyle  “O sıralarda Sultan Hamit, mevkii sarsıldığı için, her talebi kabul ediyordu. Bu sebepten, Hünkârın, tarlayı vereceğine emindim.” Ancak işler planlandığı gibi yürümemiştir. Cemil Paşa gibi düşünen çok kişi olduğundan bu dönemde kendisine gelen devlet arazilerinin satın alınmasına yönelik istekler karşısında bir denge sağlamaya çalışan Padişah stat arazisini vermek yerine uzun süreli  kiralanmasına izin vermiştir. Hatırlanacağı üzere, Fenerbahçe Tarihi’nde bu olaya ait belgeler ilk kez sitemizde yayınlanmıştı. Padişah Abdülhamit ile Cemil Paşa,  arazinin yıllık kiralama bedeli olarak 30 altın üzerinde anlaşmışlardı. Böylece, kulüp için gerekli arazi ve inşaat için gereken para temin edilmiş oluyordu. Union Club Kuruluş Nizamnamesi 7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald & Eastern Express Gazetesi’nde yayınlandı. Bu belge ile kulübün yapısı ve üyelik sistemi ile ilgili detaylara ulaşmış oluyoruz.


    Union Club Kuruluş Nizamnamesi

    UNION CLUB
    Tesis tarihi: 1908
    Komite:
    Başkan: Mr.Whittal
    Kasadar: James LaFontaine
    İdare heyeti: Nurizade Ziya, Cemil Paşa, Rıfat Bey, James LaFontaine

    Union Club, atletik ve spor oyunlarının bütün çeşitlerinin gelişimi ve tanıtımı için ve bu sportif cereyanları icra etmek için uygun bir mecra sağlamak üzere Türk ve İngiliz centilmenleri tarafından tesis edilmiştir. Kulüp saha bina ve müştemilatı, Kadıköy Papaz Bahçesi’ne yerleştirilmiştir ve şunları içerir:

    1) 500 metrelik At yarışı ve Bisiklet parkuru
    2) Kriket, Futbol, Rugby, Hokey ve diğer sporlar için çim saha
    3) 1000 kişilik tribün
    4) Resepsiyon, özel balkonlar, restoran, bar, kart oyunları odası, özel soyunma odaları ve kulüp binası
    5) Tenis kortu
    6) Patenli hokey pisti
    7) Güreş platformu

    Kulüp, Eylül ayında bütün eksik işleri tamamlanarak kesin olarak açılacaktır. Şu anda devam eden çalışmalar açılış tarihine kadar bitirilecektir.

    Üyelik:
    A) Tam Üyelik: 2 lira giriş (ilk yıl için), 4 lira üyelik sözleşmesi – kulüp evi, tribünler ve saha kenarı için
    B) Normal Üyelik: 1 lira (ilk yıl için), 2 lira üyelik sözleşmesi – tribünler ve saha kenarı için
    C) Saha kenarı üyeliği sadece 1 lira

    Bütün sorularınız için icra ve idare komitesi sekreteri James LaFontaine’e başvurunuz.

    Görüldüğü üzere Union Club, sadece futbola değil, tüm spor dallarında faaliyet göstermek için kurulan ticari bir işletmeydi. Kulübe üç tip üyelikle giriş yapılabiliyordu.  Günümüzün sağlık ve sosyal kulüplerinin üyelik sistemine çok benzeyen bu sistem, Union Club’ı dönemin diğer kulüplerinden ayıran en önemli unsurdur.

    7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald and Eastern Express gazetesinden

    Saha Kiralanıyor

    Yazımızın başında belirttiğimiz gibi Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuş süreci ikiye ayrılır.

    İlkinde, yaptığı maddi katkının karşılığını sahada başarı olarak alamaması belirlemiş, Başkanlığı bırakmış ve Union Club’ın kuruluşunda mesai harcamaya başlamıştır. Bu süreç 1910 yılına kadar devam etmiştir.

    Peki 1910 yılına kadar geçen sürede Başkan olmadığı yıllarda Nurizade Ziya Bey ile Fenerbahçe Kulübü arasındaki ilişki nasıldı?

    Bu süreçte Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkisini kesmediğinden eminiz. Ancak kulüp içerisinde aktif görev almadığı da bir gerçektir. Kendisinin başkanlığı bırakmasından sonra antrenman yapacak yer bulmakta zorlanan takımın, malzeme ve ekipman tedarikinde de sıkıntı çektiği kaynaklara yansımıştır.

    Kulüp üyeleri, Fenerbahçe’deki üyeliği devam eden Nurizade Ziya Bey’den yardım talep etmişlerdir. Bu yardım talebini karşılıksız bırakmayan Nurizade Ziya Bey, oyuncuların Union Club sahasında antrenman yapmaları için gereken meblağı, kurucusu olduğu Union Club’a ödemiştir. Bu meblağ Dağlaroğlu’na göre 17 lira, Nurizade Ziya Bey’in torunu Nazan Songülen Karakaş’a göre 20 liradır. Esat Nasuhi Baydar’ın 1913 yılındaki ifadesine göre, Fenerbahçe takımı bu sahada idman yapmaya başladıktan sonra İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştır.

    Fenerbahçe’den İstifa

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den istifa tarihi olarak Dağlaroğlu, 1910 yılını verir. Bu tarih Fenerbahçe’nin katıldığı İstanbul Futbol Ligi’ndeki 2. sezonuna işaret etmektedir. İlk sezonda aldığı 5.likten sonra, bu sezonda da takım başarısızlığını sürdürmiş, kötüleşen durum ile birlikte de Nurizade Ziya Bey, kulüpten istifa etmiştir.

    “Kötüleşen durum” ifadesinin altında yatan nedenleri maddiyata bağlamanın yanlış olmayacağı düşüncesindeyiz. Union Club’ın kurucularından biri ve aktif yöneticisi olarak Nurizade Ziya Bey’in bu dönemde Fenerbahçe’deki arkadaşlarının taleplerine maruz kaldığını söyleyebiliriz. Nitekim Nazan Songülen Karakaş’ın, “Ziya Bey’i darıltıyorlar ve Ziya Bey kulüpten ayrılıyor” ifadesi bu yargımızı desteklemektedir.

    İstifa edip kulüple ilişkisi kesildikten sonra kulübün içine düştüğü maddi sıkıntılar,  Nasuhi Esat Baydar’ın anılarında yer verdiği şu satırlarda gizlidir:

    “Fenerbahçe Spor Kulübü birkaç sene, yersiz ve yurtsuz kaldı. Beş kuruş aylık taahhütlerimiz ile top satın alarak maçlarımızı yapar, toplantılarımıza da (evlerimizin) misafir odalarımızı tahsis ederdik. Arkadaşlardan birine ait olduğu halde hemen her gece evden eve taşındığı için müşterek malımız haline gelen bir semaverimiz vardı. Şeker ve gevrek tedarik eder, semaveri yakar, o buram buram tüterken etrafına dizilir, hülyalara dalardık.”

    Nurizade Ziya Bey’in başkanlıktan istifa etmesinden sonra Fenerbahçe, Ayetullah Bey başkanlığı altında yönetilmeye başlandı. Ayetullah Bey’in kulübü ayakta tutmak için gösterdiği çaba, Üsküdar Kulübü ile birleşme görüşmeleri; Kuruluş araştırmalarımızın sonraki bölümlerinde ele alınacak konulardır.

    Şimdi Nurizade Ziya Bey’in hayatının sonraki yıllarına göz atalım. Bu yıllar, siyasi kimliği ve sosyal statüsü hakkındaki önermelerimizi desteklemesi açısından gayet önemlidir.

    Yeni Belgeler

    Fenerbahçe Tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın açılışından bir kaç yıl sonra Fenerbahçe’ye döndüğü ancak herhangi bir görev almadığı yazılmaktadır. Cemil Paşa’nın Union Club’ın beklenen geliri getirmemesi ve Balkan Savaşı’nın ardından başlayan Birinci Dünya Savaşı ile kulübün el değiştirmesine yönelik ifadeleri bu bilgiyi desteklemektedir. Nitekim Fenerbahçe 1912 yılında ilk şampiyonluğunu almış, ayakları üstünde duran bir kulüp haline gelmişti. Döneme ait herhangi bir kaynakta Nurizade Ziya isminin geçmemesi, 1910 yılında yaşanan kırgınlığın izlerinin sürdüğünün bir göstergesidir.

    Nurizade Ziya Bey’in ismine 1910 yılından sonra ilk kez 1918 tarihli bir belgede rastladık. Bu belgede Nurizade Ziya Bey, Almanya’nın Frankfurt şehrine eğitim almak için gittiği belirtiliyordu. Belgede dikkat çekici nokta, Duyun-u Umumiye idaresinde memur olarak göreve başlayan Nurizade Ziya Bey’in artık “müfettiş” olduğuydu.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    9 Mart 1921 tarihli Evening Mail gazetesinden

    Londra Konferansı’nda

    Almanya’dan yurda ne zaman döndüğünü bilmesek de Dağlaroğlu’nun dile getirdiği 1921 yılında gerçekleşen Londra Konferansı’na katıldığı bilgisine sahiptik. Yukarıda göreceğiniz belge ile hem bu bilgiyi doğrulamış, hem de Nurizade Ziya Bey’in birkaç faaliyetini daha gün yüzüne çıkarmış oluyoruz. Evening Mail Gazetesi arşivinden elde ettiğimiz bu belgede, Kurtuluş Savaşı sürerken Londra’da toplanan konferansa Ankara Hükümeti adına katılan heyette yer alan Nurizade Ziya Bey’in bir açıklaması yer alıyor. Bu açıklamada Nurizade Ziya Bey, konferansa gelmeden önce üzerinde tartışma yaşanan bir mesele için Samsun ve Trabzon’a seyahatler yaptığını dile getiriyor. Açıklamasının altındaki imzadan heyetteki görevinin “Secretary” yani “Katiplik” olduğunu anlıyoruz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti
    Suna ve İnan Kıraç Vakfı (İstanbul Araştırmaları Enstitüsü) arşivinden.

    Fenerbahçe’deki Son İki Fotoğrafı

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe Kulübü ile olan ilişkilerinin 1910’dan sonra mesafeli olduğunu ve kulüpte herhangi bir görev almadığını biliyoruz. Bugüne kadar yaptığımız kaynak taramalarında kendisine ait iki fotoğrafa rastladık. İlki Refet Paşa’nın 3 Kasım 1922 tarihinde adı İttihat Spor olarak değişen Union Club Sahasında yaptığı konuşma sırasında çekilen (yukarıdaki) fotoğrafı. Bu fotoğrafın hikayesini geçtiğimiz hafta yayınladığımız Refet Paşa’nın Fenerbahçe’yi Ziyaretiyazısında yayınlamıştık.

    Son olarak 1923 yılındaki Fenerbahçe – Slavya maçı öncesinde çekilmiş bir fotoğrafı paylaşarak araştırmamızın sonuç kısmına geçiyoruz. Bu fotoğrafta “Fenerbahçe Kurucusu” olarak tanımlanan Nurizade Ziya Bey, dönemin Fahri Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi ile görülmektedir.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    24 Temmuz 1339 (1923) tarihli Spor Âlemi dergisinden.

    Sonuç

    Türk Spor Tarihi yazıcılığının en büyük eksikliğinin, ülkede yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri gerektiği gibi dikkate almaması olduğunu düşünüyoruz. Araştırmalarımızı bu eksikliği gidermek üzerine yoğunlaştırmamızın nedeni de erken dönem futbolun siyasetle olan ilişkisinin yadsınamaz boyutta oluşudur. Cumhuriyet döneminde ise bu ilişkinin, kulüpler ve siyasi iktidarlar için, karşılıklı fayda sağlama gibi amaçlar güttüğü ortadadır.

    Ancak Fenerbahçe Tarihi özelinde yapılan “Fenerbahçe’nin, İttihat ve Terakki Partisi’ne dayanarak var olduğu” yargısı dayanaksızdır. Çünkü Fenerbahçe’yi kuran kadro, İttihat ve Terakki’yi meydana getiren  felsefeden gelmiştir. Araştırmalarımızı Tanzimat dönemine  dayandırmamızın sebebi de budur. Zira kurucular yalnızca dönemin şartları gereği bu ilişkiyi kurup, geliştirmemişlerdir. Felsefeleri, Jön Türk hareketinin yarım yüzyıl içerisinde gelişen düşünüşleri ile paraleldir.

    Nurizade Ziya Bey’in Batıcılığı ile Enver Hoca’nın Türkçülüğünün, “Jön Türk” ve devamında “İttihatçı” hareket içerisinde karşılığı vardır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin İttihat ve Terakki döneminde desteklenmesinin nedeni, kurucularının felsefesinden kaynaklanmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu bu önermemize net bir örnektir. İngiltere ile ilişki kurmak isteyen parti yönetimi Nurizade Ziya Bey aracılığı ile bunu gerçekleştirmeyi amaçlamış, Mehmed Rıfat Bey örneğinde de görüldüğü gibi başarılı da olmuştur. Selim Sırrı Tarcan da Nurizade Ziya Bey’in aktif bir İttihatçı olduğunu söylemektedir. Bu yargılarımız, Nurizade Ziya Bey’in Türk Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında Ankara Hükümeti’ne verdiği diplomatik katkıyla da desteklenmektedir. Henüz belge ve kaynaklar ile doğrulanmasa da; Nurizade Ziya Bey’in Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Ankara’da oturduğu ve Mustafa Kemal Paşa ile yakın ilişkide olduğuna dair ortaya atılan tezler de bulunmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu, eksikliğini vurguladığımız tarih yazıcılığının içerisinde değerlendirilebilecek meselelerden birisidir. Genellikle “Nurizade Ziya Bey ve birkaç İngiliz arkadaşı tarafından kurulduğu” yazılan bu işletmenin, ortaya çıkan belgeler ve yeniden değerlendirilen kaynaklardan sonra Türklerin çoğunlukta olduğu bir heyet tarafından kurulup, yönetildiğini bugün ortaya koymuş bulunuyoruz. Sermayesinde Türklerin ve Fenerbahçe kurucularından Nurizade Ziya Bey’in payı olan bu kulübün inşa ettiği stadın, Şükrü Saracoğlu döneminde Fenerbahçe’ye verilmesi, sadece Saraçoğlu’nun Fenerbahçeliliği ya da İttihatçı gelenekten gelmesi ile açıklanamaz.

    Fenerbahçe Stadı’nın temelinde kurucusunun sermayesi vardır.

    Barış KENAROĞLU

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II / Yeni Belgeler

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II / Yeni Belgeler

    Barış Kenaroğlu, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kuruluş felsefesi üzerine araştırmalarını genişletmeye devam ediyor. Bir devam yazısı mahiyetinde olan “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II” huzurlarınızda.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tez-Antitez-Sentez

    Tarih yazımını; belgelere dayanarak, belgelerin de “kaynak” statüsünde olup olmadığını özenle değerlendirerek yapmaya çalışıyoruz. Akademi etiğinden ayrılmadan, Fenerbahçe Tarihi’ne bir satır bile olsa katkı yapmış herkesi, bu etik çerçevesinde saygıyla değerlendirmek de üstlendiğimiz misyonlardan birisi. Ancak gerçek şu ki: “belgeye ve akademik olarak kabul edilmiş güvenilir kaynak sınıflamasına göre yazılan Tarih, şüphesiz devinim içerisinde… Her gün yeni belgeler, yeni kaynaklar tarihçilerin karşısına çıkabiliyor. Bu kaynaklar kimi zaman ortaya atılan tezleri destekliyor, kimi zaman da çürütüyor.

    Aşağıda okuyacağınız satırlar, iki hafta önce kaleme alınan “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca” makalesinde ortaya attığımız tezi destekler nitelikte belgeleri içeriyor olacak.

    Enver Hoca’nın kuruluştaki rolü ile ilgili açtığımız tartışmanın Fenerbahçe Tarihi meraklılarını harekete geçirdiğini görmek bizi fazlasıyla memnun etti. Camiamıza mensup tarih meraklılarının yeni “belge” ve “kaynak” arayışlarının olumlu sonuçlanarak yayınlanması ve tez-antitez-sentez üçlemesinin Fenerbahçe Tarihi’nin bugüne kadar karanlık kalmış olan bu sayfasını aydınlatması, karşılık beklemeden verdiğimiz  emeklerin tek amacıdır.

    Yeni Bir Belge

    Komisyon-u Mahsusa Serkatib-i Celilesine

    Şerefvarid olan 4 teşrin-i sani 1322 tarihli tezkere-i ali-i daveranelerine cevabdır: Kadıköy ve Haydarpaşa Frer mektebinde lisan-ı Türki muallimliğinde bulunan zatın, nezaret-i acizice celb ve davet edildiğine dair bervech-i kayd malumat olmadığı anlaşılmış olmağla, ol babda


    Özel Komisyon Başkatipliğine

    19 Kasım 1906 tarihli Yüce Vezirimizden (Bakandan) şerefle gelen tezkereye (sorunun yazılı olduğu pusula/kağıt) cevaptır: Kadıköy ve Haydarpaşa Frer Okulu’nda (Saint Joseph Lisesi) Türkçe öğretmenliği yapan kişinin, nezaretimizce (bakanlık) çağrıldığı ve davet edildiğine ilişkin bir kayıt olmadığı anlaşılmıştır.


    Özel Komisyonlar

    Abdülhamit döneminde istihbarat faaliyetlerine verilen önemi yazımızda belirtmiştik. Bu dönemde bakanlıklar içerisinde münhasıran “Özel Komisyonlar” kurulduğu da biliniyor. Danıştığımız Hocalarımızın bize verdiği detay ise: “bu komisyonların çalışmalarının dışarıya kapalı olması” Belgeyi incelediğimizde imzasız ve hangi bakanlığa bağlı komisyon adına cevaplandığını göremiyor olmamız bu detayı destekler nitelikte. Kısacası istihbarat faaliyetlerinin olmazsa olmazı “gizlilik” ilkesi belgeye yansımış durumda.

    Yazımızda öne sürdüğümüz tezi özetleyerek, yukarıdaki belge ışığında değerlendirmelerimize geçebiliriz.

    Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Türk-Müslüman öğrenci ile bir kulübün insan kaynağını oluşturması

    Kadıköy ve Haydarpaşa’da şubeleri olan Saint Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmenliği kişinin Enver Hoca olduğunun maddi kanıtlarını sunmuştuk. Fotoğraflar ve dönemin tanıklarının yazdıkları da kendisinin İstanbul’da öğretmenlik yaptığını doğruluyordu. Siciline göre o tarihte İstanbul’da görev yapan bir gümrük memuru olduğu kesin.

    Peki yukarıdaki belgeyi nasıl okumalıyız? Bakanlıklara bağlı özel komisyonların belirli aralıklarla toplandığı ya da bilgi alma amacıyla davetlerde bulunduğu anlaşılıyor. Bu toplantılara da komisyonlar adına çalışan ya da komisyonlarla ilişkisi olan kişiler davet edilmekte. Belgeye göre; bakanlık, 1906 Kasımı ayında komisyona, önceki toplantıya Enver Hoca’nın davet edilip edilmediğini soruyor. Komisyon ise kendisine davet gönderilmediği cevabını veriyor.

    Belge üzerinden tezimizi destekler nitelikteki yapacağımız çıkarım: Enver Hoca’nın özel komisyon tarafından bilinmesi. Faaliyetlerinin bir parçası olması. Daha önceden toplantılara çağırılıp çağırılmadığı, 1906’dan sonra ne oldu da bakanlığın böyle bir soru sorma ihtiyacı hissettiği şimdilik soru işareti. Umudumuz ve gayemiz odur ki arşivin derinliklerinde yeni belgeler karşımıza çıkar ve gerçekler tescillenmiş olur.

    Hasan Basri Bey’in Anıları

    Tezimizin ilk aşamasını oluşturan Enver Hoca’nın “Devlet tarafından görevlendirilmiş bir memur” olması yargısının altını bu belge ile çizdikten sonra, “Türk-Müslüman öğrencileri futbol ile bir araya getirip Fenerbahçe’nin altyapısını oluşturması” kısmına geçebiliriz.

    Fenerbahçe’nin ilk kadrosunda yer alan bir diğer Saint Joseph Liseli genç olan Hasan Basri Bey’in, 1932 yılında Türkspor Dergisi’nde yayınlanan hatıralarında, Fenerbahçe’nin kuruluş günlerine ait şu ifadeler yer alıyor:

    “İlk kulübüm olan Kadıköy’de (Kadıköy Futbol Kulübü) üç sene bulundum ve bu müddet zarfında kulübüm hep şampiyonluğu korudu. Fakat üç sene sonra bu kulüpten ayrılmak zorunda kaldım. Sebebine gelince: Fransız Mektebi’nde Enver Bey isminde bir Türkçe öğretmenim vardı. Sadi Bey ve Ziya Bey (Nurizade Ziya) bu öğretmen ile beraber bana gelerek, Kadıköy Kulübü’nü terk edip yeni kuracakları kulüpte beraber çalışmamızı istediler. Bu üç hürmet ettiğim adam, böyle bir Türk kulübü doğarken bir yabancı kulüpte ve Rumlarla beraber oynamaman ve kendileri ile beraber bir İslam kulübü yapılması çaresini arayıp çalışmam gerektiğini söylediler. Bu, benim arayıp da bulamadığım bir şeydi. Ben de, kulübün sadece Türklerden oluşması şartıyla birlikte çalışacağımızı vaadettim. (…..) Kendi kanımdan kardeşlerimle bir Türk ve Müslüman kulübünün büyüyüp yaşaması için çalışacaktım”

    Hasan Basri Bey’in hatıralarından anladığımız kadarıyla, Enver Hoca, sadece okuldaki öğrencilerini Fenerbahçe’ye yönlendirmekle kalmamış aynı zamanda semtin gayrı müslim takımlarında top koşturan Türkleri de Fenerbahçe’ye kazandırmaya çalışmış. Hasan Basri örneğinde görüldüğü gibi bunu da başarmış. Yazıdan ortaya çıkan bir diğer önemli nokta da, Hasan Basri’nin kendisini ziyarete gelen heyetin başı olarak Enver Hoca’yı işaret etmesi. Şüphesiz en önemli çıkarımımız Hasan Basri’yi ikna etmeye gelen heyetin “Türk ve Müslüman” kulüp vurgusunu yapması.

    Fenerbahçe’nin İnsan Kaynağı

    Bu belgelerle beraber Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolüne ilişkin bir tanık daha bulmuş oluyoruz. Nasuhi Esat ve Sait Selahattin’den sonra Hasan Basri’nin de yazdıkları Enver Hoca’nın kuruluştaki rolünü doğrulamış oluyor. Satırlarımızı önceki yazımızın sonuç kısmında yer alan değerlendirmemiz ile bitiriyor, giriş kısmında belirttiğimiz gibi tarihi gerçeklerin ortaya çıkması için emek veren tüm tarih meraklılarının da katkılarını beklediğimizi belirtmek istiyoruz.

    “Mülkiye’den mezun olan Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Müslüman Türk öğrenci ile bir kulübün insan kaynağını oluşturması Fenerbahçe Tarihi’nde öne çıkarılması gereken en önemli noktadır. Enver Hoca’nın bir Türkçe öğretmeni iken beden eğitimine verdiği önem, birlik beraberlik ve yardımlaşma üzerine yaptığı vurgular ve modernist bakış açısı dönemin ruhunu yansıttığı gibi; kulübün fikri altyapısının oluşmasına da etki etmiştir”

    Barış KENAROĞLU – Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II / Yeni Belgeler


    Not : Fenerbahçe’nin 1914’deki Rusya seyahati sırasında Hasan Basri Bey de vardı. Yukarıdaki resimde ayakta, sağdan beşinci sırada…

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır. Fenerbahçe’nin kuruluşu farklı bir bakış açısıyla değerlendirilip, yeniden yazılması gereken tarihi meseleleri de içerisinde barındırır. Kulübün kurumsal tarih tezi kapsamında kabul ettiği olgulardan birçoğunun bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin sebepleri, döneme ilişkin kaynakların yetersiz olması ve az sayıdaki araştırmacının resmi tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır. Fenerbahçe’yi kuran ve kuruluşunda pay sahibi olan kişilerin hayat hikayeleri ve kuruluştan sonra geçen yıllardaki faaliyetleri; ‘Fenerbahçe’nin Kuruluşu’nu özel kılan ana unsurlardır. Bu unsurlar, dönem için kalıplaşmış yargıların değişmesi ya da bazı ender durumlarda da desteklenmesi için yeniden yazdığım Fenerbahçe’nin kuruluş tarihinin ana dayanaklarından birisi olacaktır.”

    Bir süredir üzerinde çalıştığımız “Fenerbahçe’nin Kuruluşu” adlı kapsamlı araştırmanın giriş kısmı bu satırlarla başlıyor. Detayları önümüzdeki aylarda araştırma yayınlandığında gün yüzüne çıkacak olan birçok “mesele” var bu dönem ile ilgili. Bugün, Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesinin en önemli meselesini bu yazının konusu olarak sunmak istiyoruz: “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca”

    Kadıköy, Saint Joseph ve Fenerbahçe

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol, Saint Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin kuruluşu, 1864 yılından beri Moda’da faaliyet gösteren bu okulun varlığı ile yakından ilgilidir.

    Moda ve Kadıköy, İstanbul’un “Küçük Britanya” diye anılan, yabancı nüfusun çoğunlukta olduğu bir semtlerinin başında gelmekteydi. Kadıköy bu demografik yapısı nedeniyle başkent genelinde hüküm süren Padişah Abdülhamit kaynaklı baskıdan etkilenmemekte; semtte, şehrin geri kalanına göre “Liberal” bir yaşam tarzı hüküm sürmekteydi. Gittikçe zayıflayan devlet mekanizmasının varlığını sürdürebilmesi için yabancı devletlerle kurduğu ilişkilerde “denge” politikasını benimseyen Padişah, genellikle onları kızdırmamak için kendi topraklarında yaşayan yabancıların özgürlüklerine dokunmuyordu.

    Futbol, İstanbul’da, bu koşulların bir araya gelmesiyle Kadıköy’de doğdu. Bu doğumun hangi yıla denk geldiği tartışmalı olsa da İstanbul’da yabancılara yönelik yayın yapan Levant Herald Gazetesi’nin 1 Aralık 1906 tarihli sayısında yer alan şu ifadelerin tartışmayı bitirecek nitelikte olduğu düşünülebilir. “Futbol, çok uzun yıllardır İstanbul’da oynanmasına rağmen, 1895-1897 yılları arasında şehri ziyaret eden İngiliz Kraliyet gemilerinin mürettebatıyla yapılan maçlarla başarılı bir şekilde hayatımıza giriş yapmıştır.”

    Gazetenin değerlendirmesine göre artık Kadıköy’ün genç nesli futboldan başka bir şey düşünmemekte, havanın güneşli ya da yağmurlu olmasını önemsemeyen 5000’e yakın kişi önemli maçları seyretmek için toplanmaktaydı.

    Futbol Sıkı Takip Altında

    Yabancıların özgürce futbol oynadıkları Kadıköy’de Türklerin bu spora ilgi duymamaları düşünülemez. Ancak ülkede yaşayan yabancılara ve Müslüman olmayan vatandaşlara karşı izlenen hoşgörülü politikadan, Türkler faydalanamıyor, Black Stockings örneğinde olduğu gibi en ufak girişim bile cezalandırılıyordu. Özetle, bu dönemde futbol “sıkı takip altındaydı.”

    Türklerin özendikleri yabancılar gibi futbol oynamaya başlamasında iki büyük etken vardır. Bunlar, 1839’da başlayan Tanzimat dönemi ile eğitimde modernleşme kapsamında açılan okullar ve 1902 yılından sonra ülkede siyasi iklimin değişmesidir.

    1854’te Beyoğlu’nda ilk açtığı binasından 1864 yılında Moda’ya geçen ve 1870’de bugünkü yerine geçen Saint Joseph Lisesi ve 1868’de açılan Mekteb-i Sultani, Fransız eğitim sistemine göre dizayn edilmişti.  Arnavutköy’de 1863 yılında açılan Robert Kolej ise Amerikan eğitim sisteminin İstanbul’daki temsilcisi konumundaydı. Bu üç okulun yapısı birbirinden farklı olsa da Türk futbolunun doğuşunda rolleri büyüktür.

    Müslüman olmayan öğrencilerden kurulu Robert Kolej’in futbol takımı İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı. Kolejin öğretmenlerinden Reşat Danyal, Black Stockings’i kuran kadroda yer almış ve kısa ömürlü bu kulübün başkanlığını yapmıştı.

    Osmanlı Devlet mekanizmasına memur yetiştirmek üzere kurulan Mekteb-i Sultani 1905 yılında bünyesinden Galatasaray Futbol Takımı’nı çıkarmış ve bu takım ilk Türk takımı olarak İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı.

    Okullar Hafiye Baskısından Kurtuluyor

    Peki Türk gençleri daha birkaç sene önce peşlerindeki hafiyelerin baskısından top oynamaya korkarken nasıl oldu da takım kuracak kadar cesaret buldular?

    Bu sorunun yanıtı gelişen siyasi olaylarda gizlidir. Devlet, bu yıllarda doğuda çıkan ve hızla yayılan vergi isyanları, Balkanlar’daki kaynaşmalar, Ermeni ayaklanmaları, yurtdışına kaçan Jön Türkler’in faaliyetleri ile uğraşıyordu. Bozulan ekonomiyi de hesaba katarsak, Türklerin futbol oynaması bu sayılanların yanında dikkate alınacak bir tehlike değildi. Ki zaten Mekteb-i Sultani, Osmanlı seçkinlerinin çocuklarını devlete memur olarak yetiştiren bir okuldu. Bu sebeple başlayan sportif faaliyetlere engel olunmaması okulun öğrencilerine bürokrasinin tanıdığı bir ayrıcalıktı. Moda’da eğitim veren Saint Joseph ise, tıpkı Robert Kolej gibi yabancı misyonu tarafından kurulmuş, bu özelliği ile Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olmadan eğitim veriyordu.

    Kurthan Fişek’in Türkiye Spor Tarihi adlı kitabındaki analizi bu dönemde okulları ile kurulan futbol takımları arasındaki ilişkiyi net bir şekilde açıklamaktadır: “Takımların büyük bölümünün mektepli oluşu, her türlü örgütlenme ve kalabalıklaşmanın yasak olduğu bu dönemde, okul duvarları arkasında ve spor yapılmasının sağladığı güvenceyle açıklanabilir.”

    Her üç okulun öğrenci sayılarını incelediğimizde Müslüman öğrenci sayısının en fazla olduğu okul Mekteb-i Sultani’ydi. Saint Joseph’in Türk futbolunun başlamasına en büyük etkisi Fenerbahçe’nin kuruluşundaki payından birkaç yıl önce Mekteb-i Sultani’nin futbol topu ile tanışmasıyla ortaya çıktı.  Saint Josephli bir öğretmenin Fransa’dan getirdiği futbol topu, bir öğrenci aracılığıyla Mekteb-i Sultani’ye gelmişti. Bu olaydan yıllar sonra Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen, 1904 yılında Kadıköy’de izlediği maçtan sonra bir takım oluşturmaya karar verdi. Galatasaray ve Robert Kolej gibi okul takımlarının da içinde olduğu İstanbul Futbol Ligi’nin karşılaşmaları bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde oynanıyordu.

    Yabancıların tekelinden çıksa da hakimiyetlerinde oynanan ve çoğu kez de üstünlükleriyle biten lig maçlarının izleyicileri arasında Kadıköylü Türk gençleri de vardı. Bu gençlerin 1907 yılına gelindiğinde Fenerbahçe’yi kuran kadroyu oluşturduklarını açıklıkla söyleyebiliriz. Peki Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Hoca bu kadronun neresinde yer alıyordu? Enver Hoca bugün neden Fenerbahçe Tarihi’nin bir meselesi olarak değerlendiriliyor?

    Enver Yetiker’in Hayatı

    Basit bir internet aramasında karşımıza çıkan biyografisinin ötesinde bir hayat hikayesi var Enver Yetiker’in. Bu hikaye ile beraber kendisi hakkında daha önce sorulmamış soruları sorup, yanıtlarını bulmaya çalışacağız. Hayatının Fenerbahçe ile kesişen döneminden öncesini aktarmadan önce bir teşekkür ile başlamak istiyorum. Barış Eymen’in saatlerce yaptığı arşiv taramalarından bulduğu vesika olmasaydı, Enver Hoca ile ilgili soruları asla soramayacağımızı bilmenizi isterim. Binlerce sayfalık “Sicill-i Ahval” defterlerinden birinde bulduğu Enver Hoca’nın sicil kaydını transkripte ederken duyduğum heyecanı, umarım satırlarıma da yansıtabilirim.

    Devlet memurlarının resmi faaliyetlerinin kaydının tutulduğu Sicill-i Ahval Defteri’ne göre; Enver Efendi, 1869 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Ayasofya Dersiamlarından Adilcevazlı Abdurrahman Hulusi Efendi’dir. Dersiamlık, zamanın medreselerine özel bir sınavla alınan ve dini ve sosyal alanlarda ders verebilen özel statülü müderrislere verilen isimdi. Bu mesleğin önemi devletin istihdam ettiği dersiamların tüm ülke sınırları içerisinde toplamda 120 kişi olmasıyla açıklanabilir.

    Enver Efendi orta ve lise eğitimini tamamladıktan sonra, Mülkiye Mektebi’ne girdi. Cumhuriyet döneminde Ankara’ya taşınan Mekteb-i Mülkiye, o yıllarda İstanbul’da eğitim veriyordu.  1892 yılında 23 yaşındayken okulu bitiren Enver Efendi, ‘gümrük memuru’ olarak göreve başladı. Kayıtlara göre, Arapça ve Fransızca biliyordu. 1907 yılının Ağustos ayında ‘istatistik kalemi müdür yardımcılığı’na yükseldi. 1909 yılına kadar bu görevde kaldı. Bu tarihte ‘müfettiş yardımcısı’ oldu ve Bulgaristan sınırına atandı. Enver Efendi’nin sicili kayıtları 1912 yılına kadar geliyor ve gümrük müfettişi olarak yürüttüğü kariyerinin aşamalarını ortaya koyuyor.

    Saint Joseph Lisesi’nde Bir Türkçe Öğretmeni

    Görüldüğü üzere Enver Efendi’nin sicilinde öğretmenlik yaptığı ile ilgili bir kayıt yok. Biz ise Enver Hoca’nın 1904 yılından itibaren  Saint Joseph Lisesi’nde öğretmenlik yaptığını, özel arşivlerde ulaştığımız fotoğraflarından biliyoruz. Peki Saint Joseph ile devletin ilişkileri nasıldı? Bahsedildiği gibi Saint Joseph, Fransa merkezli bir misyon okuluydu. Arşivleri incelediğimizde okul ile ilgili bazı vesikalara rastladık. Zaptiye ve Maarif Bakanlıkları memurlarının hazırladıkları raporların yer aldığı bu vesikalarda, okulda okutulan bazı kitapların İslam dinine hakaret ettiği iddiaları yer alırken, Müslüman ailelerin çocuklarını bu okula göndermesinin engellenmesi istenmekteydi. Bu bilgiler ışığında Enver Hoca’nın hayatının buraya kadar kısmı ile ilgili sormamız gereken bir soru var:

    “Bir devlet memuru olan Enver Efendi, devletin alenen karşısında durduğu bir okulda nasıl öğretmenlik yapabilmektedir ve bu görev sicil kayıtlarında neden yer almamaktadır?”

    Bu soruya yanıt verebilmek için önce Enver Hoca’nın öğretmenlik günlerine dönmemiz gerekiyor. Enver Hoca’nın iki öğrencisinin anlattıkları hem o günlerde Saint Joseph’in yapısı hem de öğretmenleri ile ilgili değerli bilgiler veriyor.

    Öğrencileri Anlatıyor

    Bu öğrencilerden ilki Said Selahattin Cihanoğlu. 1971 yılında “Sporculuk ve Avcılık Hatıralarım” adıyla yayınladığı anılarında o günleri şöyle anlatıyor: “1905 senesinde Kadıköy’ünde Sen Jozef Fransız Mektebi’nde talebe idim. O devirde mektepte Bulgar, Romen, Yunanlı hatta Rusya’dan gelen talebeler vardı. Mekteb-i Sultani’de olduğu gibi talebeler arasında yapılan spor müsabakalarında daima bu ecnebi talebeler birincilik alırlardı. O zamanlar ecnebi talebelerden birincilik koparmak bir mesele idi, buna hep hasret içinde idik.”

    Cihanoğlu’nun anlattıklarından anlıyoruz ki, okulda zaten azınlıkta olan Türk öğrenciler, sportif yarışlarda yabancı arkadaşlarının gerisindeler ve bu durum onları bir hayli rahatsız ediyor. Yüzyılın başından itibaren özellikle Balkanlarda yükselen milliyetçilik akımının, başkent topraklarında da yaygınlaşmaya başladığını, Jön Türkler’in de etkisiyle özellikle genç kuşakta bir uyanış olduğunu da değerlendirmeye almalıyız. Öğrencileri futbol topu ile tanışmış hatta bunu karşı kıyıdaki Mekteb-i Sultani ile de tanıştırmış olsa da bu dönemde Saint Joseph’ten belirli bir düzen içerisinde çıkmış bir futbol takımına rastlamıyoruz.

    Futbolun doğduğu toprakların merkezinde oldukları düşünülürse öğrencilerin bu spora ilgili oldukları yönünde fikir yürütebiliriz. Nitekim bu yolla giden araştırmacılar, Moda’daki bir başka Fransız okulu olan Faure Mektebi’nin Rum oyunculardan oluşan futbol takımını, Saint Joseph futbol takımı ile karıştırmışlar, hatta Mekteb-i Sultani öğrencilerinin futbol takımının ilk maçlarını Saint Joseph ile yaptığını ileri sürmüşlerdir.

    Bugün Faure Mektebi’nin varlığı ve Galatasaray’ın ilk futbol maçını bu okulun takımı ile yaptığı ortaya çıkmasına rağmen, birçok kaynakta ve Fenerbahçe resmi internet sitesinde bu yanlış bilgi yer almaktadır. Saint Josephli Türk öğrencilerin yabancı arkadaşlarına özenerek ve onların gerisinde kaldıkları için rahatsızlık hissederek geçirdikleri günlerde karşılarına Enver Hoca çıkmıştır.

    Bir diğer öğrencisi Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca’yı şöyle tarif ediyor: “Ufak tefek, elmacık kemikleri çıkık, kılığı itinasız, ilk bakışta dikkati çekmeyen bir adamdı. Fakat kara gözlerini gözlerinize diktiği ve söz söylemek için etlice dudaklarını oynattığı anda şahsiyetinin sihrine kapılırdınız. Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık rastlamadığımız insanlardan olduğu için, çok beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal prensiplere intikal eden bir zekası vardı. Her şeyin ‘Niçin’ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden öğrenebileceğimizi düşünürdük”

    Belgeler

    Okuldaki Türk öğrencilerin psikolojisini ve Enver Hoca’nın karakteri hakkındaki izlenimlerini gördükten sonra sorduğumuz soruların yanıtlarına geçebiliriz. Bu soruların ortaya çıkma nedeninin Enver Hoca’nın sicil kaydında Saint Joseph’de öğretmen olarak yaptığı görevin yazılı olmaması olduğu söylenmişti. Dikkat çeken bu bilginin üzerine okul hakkında resmi makamlarca yazılan raporların içeriği de eklenince Enver Hoca’nın öğretmenliği hakkında aydınlatılması gereken bir şüphe oluşmuş oldu. Bu şüpheyi girmek için Saint Joseph Lisesi arşiv kayıtlarına bakma yönündeki çabamız sonuçsuz kaldı. Nihayetinde Salt Arşivi’nde karşımıza çıkan bir belge Enver Hoca’nın Saint Joseph’de öğretmenlik yaptığını kanıtlamamızı sağladı. Bu belge, Osmanlı Bankası’na ait bir mevduat cüzdanıydı ve Enver Hoca’nın karşısında “Saint Joseph Koleji Türkçe Öğretmeni” yazıyordu. Bu aşamada devam eden arşiv taramasında karşımıza çıkan bir vesika, oluşan soruların yanıtlarına ulaşmamızı sağladı.

    Vesika 1897 yılına aitti ve Gümrük Nezareti’nden Hariciye Nezareti’ne yazılmış bir raporu konu ediyordu. Raporda, Saint Joseph Lisesi’ne Fransa’dan gelen kitapların içeriklerinin kontrol edilmesi sırasında okul tarafından gönderilen görevli ile çıkan tartışma detaylı şekilde anlatılıyordu.

    Bu rapor Gümrük Nezareti’nin okul ile olan ilişkisini ortaya çıkarması anlamında büyük öneme sahip. Çünkü rapor yazıldıktan birkaç yıl sonra bir gümrük memuru olan Enver Efendi’nin okulda öğretmenliğe başlamasının sebebi bu raporda gizli. Gerek bu bilgiler gerekse o dönemin öğrencilerinin aktardıkları birleşince Enver Efendi’nin Enver Hoca olarak okula girmesinin bir görevlendirme sonucu gerçekleştiği anlaşılıyor.

    Devlet Tarafından Görevlendirilen Bir Memur

    Okulu dışardan kontrol etmenin zorluğuna karşın devlet otoritesinin, içeriye bir kişi sokarak olan biteni öğrenmek istemesi sorunun yanıtıdır. Abdülhamit döneminde istihbarat faaliyetlerine verilen önemi de göz önünde bulundurduğumuzda ortaya attığımız tez böylece bir temele oturmuş oluyordu. Enver Hoca, devlet tarafından görevlendirilen bir memur olarak Saint Joseph’e girmişti. Nitekim Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi adlı eserinin 1987 yılındaki genişletilmiş baskısında yer verdiği Enver Hoca’nın şu ifadeleri de tezimizi destekleyecek nitelikteydi. “Rolüm, istibdat içinde kıvranan gençlere hürriyet sevgisi aşılamaktı. Futbol toplantıları bu iş için en uygun zamanlardı.”

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol Saint Joseph’de öğretmen olmasıyla başladı. Kulübün tarih yazımında farklı dönemlerde değişik şekillerde değerlendirilen bu rol, günümüze kadar hep tartışıldı.

    Enver Hoca kendi deyimiyle “baskıcı düzen içerisinde ezilen” Türk gençlerine hürriyet düşüncesini aşılamak için futbolu seçmişti. Abdülhamit’in bir memuru olarak görevlendirildiği okulda “Hürriyet” fikrini benimsetmeye çalışması ilk bakışta bir tezat olarak görülebilir. Ancak mezun olduğu Mülkiye’nin Jön Türk fikirlerinin yaygınlaştığı bir okul olması bu durumu biraz da olsa açıklığa kavuşturmaktadır.

    Enver Hoca’nın 1913 yılında dönemin İttihatçı Maliye Bakanı Cavit Bey döneminde İngiliz Crawford isimli bir gümrük uzmanına hazırlatılan sınavı kazanarak müfettiş olan üç kişiden biri olduğu da düşünülürse fikren Abdülhamit ideolojisinden uzak olduğu ortaya çıkmaktadır.

    Kendisini baskı altında hisseden öğrencilerinden Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca ile bir derste yaşadığı diyaloğu şöyle aktarıyor. “Bir gün derste arkadaşlardan biri: ‘Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başlarını kesenler bunları birbirine atarak oynamışlar; top oyunu da böylece ortaya çıkmış. Bunun için, top oynamak günahmış, doğru mu?’ dedi. Yaman bir psikolog olan, bize daima ölçülü olmamızı tavsiye eden, her fikrini bir ayetle, bir atasözü ile, bir kısa hikaye ile benimsetme yolunu tutmuş olan Enver Bey’in o günkü hiddeti görülecek şeydi: ‘Oyun çocuklarla gençlerin başlıca haklarındandır; çocuklarına oyunu yasak edip onların hareket ve faaliyetini haylazlık ve terbiyesizlik sayan milletler ölüme mahkumdur. Medeni dünyanın gençleri top oynuyorlarsa siz de top oynayın, bunun aksi gerilik ve bedeviliktir’”

    Enver Hoca’nın futbol hakkında sorulan soruya verdiği yanıttan, öğrencileri arasında futbolun popüler olduğu, top oynamak istense de sosyal ve dini baskılardan oynanamadığı anlaşılıyor. Şüphesiz Saint Josephli Türk gençleri lig maçlarını takip ediyorlardı. Kurulan takımlardan da haberdardılar.

    Enver Hoca Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nerede?

    Bu paragraf ile birlikte Enver Yetiker’in Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolü üzerine yapılan tartışmaları ve karşıt görüşleri değerlendireceğiz. Öncelikle belirtmek gerekir ki Enver Hoca’yı Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu sayanlar Saint Josephli Türk öğrencileri. Yaptığım alıntılarda da görüldüğü üzere Nasuhi Esat Baydar ve Sait Selahattin Cihanoğlu bu görüşü anılarında aktarıyorlar.

    Karşı tarafta ise kulübün bir diğer kurucusu Necip Okaner’in yazdığı mektup aracılığı ile bu görüşe karşı çıkışı var.

    Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor

    Nasuhi Esat Baydar’ın İdman Dergisi’nde 1913’te yazdığı yazıda belirttiği görüşü ile Necip Okaner’in 1952 yılında yazdığı mektup arasında geçen 39 yılda Enver Yetiker’in kuruluştaki rolü kaynaklardaki farklılıklardan da görüleceği üzere hep tartışmalı kalmış.

    İlk görüşü destekler ifadeleri aktararak başlayalım. Kuruluşun 6.yılında, Nasuhi Esat şunları söylüyor: “1907 yılında Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Bey, eski öğrencilerinden beş altı futbolcu genci bir araya toplayarak bir kulüp kurmak arzusunda bulunduğunu bildirmişti. Bu fikre bütün arkadaşları katılmış ve akşamları Moda çayırında idman yapmaya başlamışlardı. Altı kişilik futbol takımı olmazsa da Enver Bey ve arkadaşları oluşturdukları kadroya bir isim vermeyi unutmamışlar, o zaman hiçbir siyasi fikre mal edilmemesi için Fenerbahçe ismini bulmuşlardı. Fenerbahçe o zamandan itibaren idmanlarına hız verdi, böylece dört beş ay içinde üye sayısı yirmiye ulaştı. Biraz sonra Enver Bey ‘Fahri Başkanlık’ makamından çekildi. Kulübün yönetimi, girişken ve faal olan Nurizade Ziya Bey’e verildi.”  

    Nasuhi Esat Baydar, 1913 yılında anlattığı kuruluş hikayesini 1944 yılında Öz Fenerbahçe Dergisi’ne verdiği röportajda detaylandırıp, son cümlesiyle de bir anlamda tamamlıyor: “Enver Bey güvendiği birkaç talebesine, “Fenerbahçe” adıyla kurulmakta olan futbol kulübüne girmelerini tavsiye etti. Fenerbahçe’ye gidip egzersiz yapmak üzere, Moda İskelesi’nde buluşmaya davet etti. Orada kulüp idare heyeti ile tanıştık. Nurizade Ziya, Hasan, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Hintli Asaf Beyler, bize oranla yaşlı başlı adamlardı. Fenerbahçe’de, fenerin önündeki genişlikte, Enver Bey’i bulduk. İngiltere’den yeni getirilmiş olan sarı ve beyaz yollu kulüp formalarımızı Ziya Bey dağıttı. İki takım halinde karşı karşıya dizildiğimiz zaman Enver Bey ortada yer aldı. Ve bize, futbolun toplumsal faydalarından, takım ruhundan, birbirine yardımın her dinde esas olduğundan, yakın zamanlarda yardımlaşma ihtiyacını şiddetle hissedeceğimizden bahsederek topa ilk vuruşu yaptı. Fenerbahçe Kulübü, memlekette yeni bir devir başlamak üzere iken, gençlerin birbirini tutmaları, sevmeleri, kuvvetlenip neşelenmeleri amacıyla Hoca Enver Bey tarafından kurulmuştur.”

    Sait Selahattin Cihanoğlu Anlatıyor

    Said Selahattin Cihanoğlu ise Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolünü şöyle anlatıyor: “Türkçe hocamız Enver Bey isminde çok sevdiğimiz ve kendisine büyük bir hürmetle bağlandığımız bir kişi vardı. Enver Bey her cumartesi günleri, öğleden sonra bizi Fenerbahçe’ye futbol oynamaya götürürdü. İki takım yapardı. Birinin ismi Fenerbahçe, diğeri de Sen Jozef olurdu. o devirde Abdülhamit korkusuyla kulüp ismini vermeye kimse cesaret edemezdi. Türk öğrenciler arasına yabancı ve yerli gayrimüslim öğrencileri doldururdu. Yıllar böylece pek çabuk geçmişti. 1907’de Nurizade Ziya Bey, Ayetullah, Bahriyeli Enver (Yazarın Notu: Necip Okaner’in ön adı Enver’di) ve Hakkı Beyler Fenerbahçe Kulübü’nü kurma girişiminde bulundular. Enver Hoca kulübün isminin Fenerbahçe olması konusunda ısrar ediyordu. Özel bir yaratılışta ve Avrupai zihniyette bir kişi olan Ziya Bey Reis oldu. Çok mükemmel İngilizce bilen Ziya Bey Moda’daki İngilizlerle derhal temasa geçerek kulübü geliştirdi.”

    Rüştü Dağlaroğlu Anlatıyor

    İki öğrencisinin aktardığı bilgilerin benzerini 1949 yılında Enver Yetiker ile yaptığı röportajdan sonra Öz Fenerbahçe Dergisi’nde yazdığı uzun yazıda dile getiren Rüştü Dağlaroğlu ise, onun kulübü kuran bir numaralı üye olduğunu ilan etmişti. Yazıda dikkat çeken iki konu vardı. Birincisi Enver Hoca’nın kulübün renkleri olarak kırmızı-beyaz’ı seçmeyi düşünse de bu renklerden “milliyet”i temsil ettiği için vazgeçerek Fenerbahçe çayırındaki papatyalardan esinlenerek sarı-beyaz’da karar kıldığıydı. İkinci konu ise kulübün idare heyeti seçilirken Nurizade Ziya Bey’in başkan olduğu, Enver Hoca’nın resmi bir görev almadığıydı. Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu olduğunu öne süren bu görüşleri 4 madde ile özetleyebiliriz:

    – Saint Joseph’de öğretmenlik yaparken bir futbol kulübü kurma fikri Enver Hoca’ya aitti.

    – Enver Hoca, öğrencileri arasından birçok kişiyi kulübe kazandırmıştı.

    – Kulübün adı ve renkleri Enver Hoca tarafından belirlenmişti.

    – Enver Hoca, kulübün ilk idare heyetinde görev almamış,  sadece Fahri Başkanlık görevini yürütmüştür.

    Karşıt Görüşler ve 1 Numara Kim Sorusu

    Bu görüşlere karşı Necip Okaner’in 1952 yılında Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektuptaki ifadeleri koyabiliriz. Okaner mektubunda “Enver Bey’in kulüpte hiçbir zaman resmî olarak görev almadığını, kulübün kuruluşu ile bir alakası olmadığını” belirtmiştir.

    Bu görüşü paylaşanlardan biri de 2007’de yayınlanan Asr-ı Fener’in yayın kuruludur. Kitapta Enver Hoca’nın kurucu olduğunu söyleyen Nasuhi Esat’ın bu iddiasının diğer tanıklarca doğrulanmadığı, Nasuhi Esat’ın bu iddiayı ortaya atmasının sebebi olarak da kendisini Fenerbahçe’ye kazandıran kişinin Enver Hoca olması yazmaktadır. Kitaba göre Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişi Nurizade Ziya Bey’dir. Rüştü Dağlaroğlu’nun 1949 yılında benimsediği görüşünden vazgeçtiği de kitapta yer alan bir diğer ifadedir.

    Gerçekte Dağlaroğlu, 1949 yılındaki düşüncelerinden Necip Okaner’in 1952 yılında kendisine yazdığı mektuptan hemen sonra vazgeçmemiştir. Bunun en büyük kanıtı Enver Yetiker’in 1955 yılında ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı veda yazısıdır. Bu yazı “Fenerbahçe Kulübü büyük ve muhterem kurucusu ve 1 numaralı üyesini kaybetmiş bulunuyor” diye sonlanmaktadır.

    Fenerbahçe’nin tarihini 1957 yılında kitaplaştıran Dağlaroğlu’nun görüşünü Enver Yetiker’in ölümünden sonra değiştirdiği kesindir. Kapsamlı eserinde Enver Yetiker için “Öğrencilerinin Fenerbahçe’yi kurmasına içten yardımcı olmuş ve kulübün ilk üyeleri arasında yerini almıştır.” ifadesini kullanması görüşünü değiştirdiği tarihi belirlememizi sağlamıştır.

    Kitabını 1987 yılında, o yıla kadar genişleterek yeniden yayınlayan Dağlaroğlu, Bu kez Enver Yetiker’i kurucular sıralamasında 4.sıraya yerleştirmiştir. Yazılanlar ışığında Enver Hoca’nın kurucu olmadığını ileri sürenlerin görüşleri üç maddede özetlenebilir:

    – Enver Hoca’nın kurucu olduğu iddiası öğrencisi Nasuhi Esat Baydar’a aittir ve diğer tanıklarca desteklenmemektedir.

    – Enver Hoca, Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırarak kulübe katkı sağlamıştır.

    – Fenerbahçe’yi  iki arkadaşı ile beraber kuran Nurizade Ziya Bey, Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişidir.

    Kulübün Enver Yetiker’e Bakışı

    Peki Fenerbahçe Spor Kulübü kurumsal olarak Enver Yetiker’e nasıl bakmaktadır? Bu sorunun yanıtı için bakmamız gereken ilk yer şüphesiz kulübün tüzükleri. Fenerbahçe’nin ilk tüzüğü 1913 yılında yazılmış ve içerisinde kurucuların isimlerine yer verilmemiş. 1923’te yazılan ikinci tüzükte ise kurucular kıdemlerine göre şu sırayla yer almıştır:

    1. Nurizade Ziya (Songülen)
    2. Enver Bey (Yetiker)
    3. Galip Bey (Kulaksızoğlu)
    4. Nasuhi Esat Bey (Baydar)
    5. Haccarzade Tevfik Bey (Taşçı)

    Şimdi de 2016 yılında kabul edilen kulübün son tüzüğünün 2.maddesinde yer verilen kurucuları sıralayalım:

    1. Ziya Songülen
    2. Ayetullah Bey
    3. Necip Okaner
    4. Asaf Beşpınar 
    5. Enver Yetiker

    İlk tüzük ile son tüzükte yer alan kurucular listesi arasındaki fark dikkat çekici durumdadır. 1923’te 2.sırada yer verilen Enver Bey, 2016’da 5.sırada kendine yer bulmuş gözüküyor. İki listenin de ortak tarafları Nurizade Ziya Songülen’in kurucular listesinde ilk sırada olması ve sırası değişse de Enver Hoca’nın her iki listede de yer almasıdır.

    Şüphesiz kurucular listelerindeki tutarsızlıklar, yıllara göre silinen ve eklenen isimler bambaşka bir araştırmanın konusu. Asıl konumuza dönecek olursak, Enver Yetiker’in kulüple 1949 yılına kadar kaynaklarda yer alan hiçbir teması olmamıştır. Bu tarihte ise Fenerbahçe Stadı’nın açılışında, açılışı yapan kişilerden biri olarak fotoğraf karelerine girmiştir. Enver Hoca’nın 1955’teki ölümünün ardından kulübün gazetelere verdiği ölüm ilanında kendisinden “Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi” diye bahsedilmiştir. Yüksek olasılıkla Rüştü Dağlaroğlu tarafından kaleme alınan bu ilan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kurumsal olarak Enver Yetiker’i son kez anmasıdır.

    Günümüzde resmi internet sitesinde yer alan tarihçede Enver Yetiker’den şu şekilde bahsedilmektedir: “Kulübün ismi, başkanı, amblemi ve formaları seçilmiş, mesele sadece formaları giyerek bu ismi tescil ettirecek 11 Türk gencinin bir araya getirilmesine kalmıştı. Bu konuda da en mühim rolü St. Joseph Mektebi Türkçe Öğretmeni Enver (Yetiker) Bey üstleniyordu.” Bu ifadeden, Fenerbahçe kurumsal tarih tezinin, önceki sayfalarda sözü edilen ikinci görüşe paralel olduğu; Enver Hoca’nın kulüp kuruluşundaki katkısının, takıma oyuncu bulmaktan öteye geçmediği anlaşılmaktadır.

    İstiklal Madalyalı Kurucu

    Enver Hoca’nın hayatının Fenerbahçe ile kesişmeyen yıllarında yaşadıklarını sıralayarak meselenin çözümleme bölümüne geçelim. Enver Bey, 1909 yılında müfettiş yardımcısı olarak Bulgaristan sınırına atandı. 1913 yılında girdiği sınavı kazanarak müfettiş oldu ve sırasıyla Trabzon ve İzmir’de görev aldı. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı yılda görev yeri Sirkeci, görevi ise gümrük müdürlüğü idi. Anadolu’ya silah kaçırılmasında aktif görev alması sebebiyle 1938 yılında İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ölene kadar Kızıltoprak İstasyon Caddesi’nde yaşadı.

    Enver Hoca için yapılan tartışmalar ve yıllar içerisinde değişen değerlendirmeler böylece sona eriyor. Çalışmanın sonuç kısmında değerlendirmelerimizi aktaracağız.

    Sonuç

    Öncelikle  iki zıt görüşün düşüncelerinin tek ortak noktası Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırmasıdır. İki yıl önce kurulan ve Galatasaray adını alan Mekteb-i Sultani futbol takımında top oynamaya başlayan Galip (Kulaksızoğlu) onun son sınıftaki öğrencilerindendi. Galip’in Galatasaray’dan ayrılarak yeni kurulan Fenerbahçe’ye gelmesinde Enver Hoca’nın payı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu kuvvetli varsayımın yanında alt sınıflardaki öğrencileri Galip ile temas ettirerek Fenerbahçe için idman yapmalarını sağladığı dönemin iki tanığı tarafından teyit edilmiş bir gerçektir. Galip’in ortaokulu Mekteb-i Sultani’de okuduktan sonra liseye Saint Joseph’de başlaması ve kısa süre Galatasaray’da top oynadıktan sonra Fenerbahçe’ye katılmasını “Fenerbahçe’yi Galatasaraylılar kurdu” şeklinde değerlendirmelere karşı Enver Hoca’nın kişiliği ve Saint Joseph’deki faaliyetleri, öne sürülecek kuvvetli bir olarak argüman olarak elimizdedir.

    Enver Hoca’nın Büyük Rolü

    Enver Hoca’nın gerçek kuruculardan olmadığını öne sürenlerin en etkili söylemi olan Nasuhi Esat Baydar’dan başka tanık olmadığı görüşü de Sait Selahattin Cihanoğlu’nun aktardıklarıyla çürümektedir. Kulübün adı, renkleri gibi daha detaylı araştırma ve farklı kaynaklardan onay gerektiren konular üzerinde olmasa da, takım oluşturma aşamasında Enver Hoca’nın katkısı konusunda şüphe yoktur. Özellikle Sait Selahattin’in ilerleyen yaşına rağmen berrak bir zihne sahip olduğu bilgisi, Enver Hoca’nın rolü hakkında yaptığımız değerlendirmelere dayanak olmuştur.

    Mektup

    Her iki tanığın da Saint Josephli olması sübjektif değerlendirme yaptıkları şüphesini doğursa da, son tüzükte adları sıralanan 5 kurucudan sadece Necip Okaner’in Saint Joseph ile ilgisi yoktur. (Okaner’in 1952’de Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektup düşünüldüğünde bu ayrıntı daha da önemli hale gelmektedir. Bugün Dağlaroğlu Ailesi’nde bulunan mektubun deşifre edilmesi konunun açıklığa kavuşması için önemlidir) Dolayısıyla Fenerbahçe’nin, kurulduğu semtin bu en büyük okulu ile inkar edilemez bir bağı vardır. Kulübün kuruluşundan kısa bir süre geçtikten sonra başlayan Meşrutiyet dönemi ve devamında İttihat ve Terakki rejiminin de etkisiyle zayıflatılmaya çalışılan bu bağ şüphesiz okulun Fransız misyonunu temsil etmesinden kaynaklanmaktadır.

    Fenerbahçe Tarihinin En Önemli Noktası

    Meşrutiyet devrinin temellerini atan Jön Türkler’in başat aktörlerinden Mizancı Murat’ın yakın geçmişte verdiği tarih derslerinin etkisinin sürdüğü bir ortamda Mülkiye’den mezun olan Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Müslüman Türk öğrenci ile bir kulübün altyapısını oluşturması Fenerbahçe Tarihi’nde öne çıkarılması gereken en önemli noktadır.

    Enver Hoca’nın bir Türkçe öğretmeni iken beden eğitimine verdiği önem, birlik beraberlik ve yardımlaşma üzerine yaptığı vurgular ve modernist bakış açısı dönemin ruhunu yansıttığı gibi; kulübün fikri altyapısının oluşmasına da etki etmiştir.

    1923 Tüzüğünde sıralanan kurucular listesi şüphesiz hatalıdır. Ancak ilk iki sırada yer alan Nurizade Ziya Bey ve Enver Bey isimleri bu hatalı sıralamanın içerisinde doğru yerleştirilmiş iki isimdir. Kulübün maddi ihtiyaçları, 1903 yılında Saint Joseph’den mezun olduktan sonra eğitimini İngiltere’de tamamlayıp yurda dönen Ziya Bey tarafından sağlanmış, Enver Hoca ise kulübe insan kaynağı bulmuş, öğrencilerini kulübe yönlendirmiştir. Ziya Bey’in gerek maddi gücü gerekse popüler bir kişi olması bu görev dağılımında etkili olmuştur. Kulübün kuruluşunda yer alan bu iki isim, tıpkı diğer kurucu Necip Okaner gibi kuruluştan 1 yıl sonra kulüp yönetiminden ayrılarak bir daha aktif  görev almamışlardır. Bu ayrılışlar ve kulübün girdiği bunalım, tamamlanacak olan çalışmamızın içerisinde detaylarıyla analiz edilecek konu başlıklarından biridir.

    Barış Kenaroğlu


    Fotoğraflar

  • Hociyindi

    Hociyindi

    Nasuhi Esat Baydar, portrelerinde bu defa hemen hiçbirimizin bilmediği ilginç bir simaya yer veriyor. Hociyindi, yani Fenerbahçe’nin sarıklı hocası… Tuncay Yavuz‘un, Bedri Gürsoy‘un kaleminden aktardığı Alaaddin Baydar portresinde yazılı olan hikayeyi hatırlarsınız. Orada şöyle bir enstantane vardı :

    “Maçın beraberlikle biteceği aşikardı. Zira artık düdük çalmasına iki dakika kalmıştı ki, Alaaddin bir aralık ne yaptı yaptı kaptığı topu evirdi kıvırdı, çevirdi, çalım yaptı ve sıkı bir burun şutu çekti. Topu İngiliz kalesinin ağlarına geçirdi. Halk sevinçten coştu. Avaz avaz “yaşa Ala, var ol Ala” diye haykırmaya başladı. Bir aralık seyirciler arasından beyaz sarıklı, sakallı bir hoca efendi cübbesini toplaya toplaya sahaya fırladı ve Alaaddin’i kucaklayıp öptü: “Bugünü bana gösterdin ya evlat, Allah senden razı olsun” diye bağırmaya başladı. Seneler geçti, hala bugün futbol meraklıları ve biz futbolcular bu vakayı hiçbir zaman unutamayız ve daima gülerekten bahsederiz.”

    İşte beyaz sarıklı, sakallı, vatanperver hoca efendi, bu yazıdaki Hociyindi… Halit Çapın’ın dediği gibi; Biz Fenerbahçeliyiz, bizden çok adam çıkar. Size keyifli okumalar olsun, Hociyindi’yi bulmak da bizim boynumuzun borcu olsun..

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şimdiki çocuklar bilmezler. Bizim mektepte öğreticilerimize “Hoca efendi” diye hitap ederdik. Bazı haylazlar da kendilerini sık sık cezalandıran bunlardan öc almak isterken hoca efendi sözünü, tahkir makamında “koca hindi”in hafif şekliyle “hociyindi” gibi tekerlerlerdi.

    Bizim de Fenerbahçe’de, fakat kendisinden alınacak öcümüz olmayan, bilakis pek hoşlandığımız, hakkımızda gösterdiği alakaya pek duygulandığımız ve bu sebeplerle hociyindi diye çağırdığımız bir dostumuz vardı. Beyaz sarıklı, cübbeli, hayderili, galoş kunduralı, velhasıl, o zamanın bütün din adamları kılığında bir hoca, ve zannedersem, Kadıköyü’nün Gazhane semtinde bir camiin imamı veya müezzini idi. Kuşdili çayırlarından futbol oynandığı günlerde uzaktan uzağa seyircimiz olurdu. Zaman geçtikçe bizlere daha çok yaklaştığını fark ettik. Bir iki sene sonra yakın bir aşinamız gibi idi. Kim bilir hangi bahane ile günün birinde o bize veya biz ona bir şeyler söyledik. Böylelikle aramızda ahbaplık peyda oldu. Nihayet, kulübe girmeye, bizlerle oturup futboldan, futbol maçlarından, sporun her cinsinden bahse cür’et etti.

    Fenerbahçe’nin Ateşli Bir Taraftarı Oldu

    Cür’et etti, diyorum, çünkü saçlı ve sakallı, cübbeli ve sarıklı bir zatın, gençlerle, gavur icadı futbola dair konuşması, bununla da kalmayıp onların kulüplerine girmez, onların yaşayışlarına az çok katılması – devrin geleneğine göre- hoş görülmeyebilirdi. Ancak imam efendi uyanık insandı. Batıl itikatlara inanmazdı. Başkalarına da inanmamak tavsiyesinde bulunurdu. Hatta, daha ileri gider “Er kişi zorlu olmalıdır” yahut “Birleşin, el ele verin, yenilmezsiniz” gibi sözlerle bizleri spora ve kulüpçülüğe teşvik ederdi. Zaman geçtikçe hocayindi Fenerbahçe’nin ateşli bir taraftarı oldu. Yenilirsek üzülür, gözleri dolar, maçta gayret göstermemiş olanları ayıplardı. Yenersek sevinir, sevincini bizlerden fazla belirtirdi. Bir zafer günü, fesinin üstündeki sarığı çözdükten sonra, şerefimize bir kadeh bira içtiğini bile hatırlarım.

    Gel zaman git zaman, Birinci Cihan Harbi’ni takip eden Mütareke devri oldu. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, İstanbul galip devletlerin işgali altına girmiş, ekalliyetler azmış, her şey memleketi aleyhine dönmüştü. Vatanın istikbali bahis mevzuu idi. Bir güler yüz görmek kabil değildi. Yalnız iki hadise, Mustafa Kemal’in Anadolu’da mukavemeti, Fenerbahçe’nin İstanbul’da futbol galibiyetleri gönüllere ferah veriyordu, dersem mübalağa etmiş olmam.

    İşgal kuvvetlerinin Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin futbol takımlarını maça çağırıyor ve yeniyorduk. Bu maçlarda Hociyindi hâlâ gözlerim önündedir: Oyunun gidişine göre, çehresi bembeyaz, mosmor, pespembe olur, elleri titrer, vücudu dikleşir. Yahut aşına bir darbe yemişçesine büzülürdü. Ve nihayet, gol sayısı lehimizde çoğalınca neş’esine pâyan olmazdı. Son dakikasında Alaaddin’in tek golile galip geldiğimiz çetin bir maçta Hocayindi, adeta kendini kaybetti; Alaaddin’in peşisıra koşmaya başladı. Onu kucaklamak, tebrik etmek istiyor, bir taraftan da iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Hocayindi, Fenerbahçe’nin bu golünü millî zaferin de müjdecisi saymıştı; gerçekten duygusunda da aldanmamıştı. “Birleşin, el ele verin, yenilmezsiniz” diyen o değil mi idi? Bir şeye inanmak, onun taraftarı olmak memleketi de sevmek için bir sebeptir. Ben Hociyindi’yi Fenerbahçe’nin bir taraftarı olduğu kadar, kuvvetli bir vatanperver olarak da tanıdım.

    Nasuhi Baydar

  • 105 Yıllık Bir Esaret Hatırası

    105 Yıllık Bir Esaret Hatırası

    Bugün sizlere Malta Ulusal Arşivi sayesinde elde ettiğimiz çok önemli bir belgeyi sunuyoruz. Tam 105 yıllık bir esaret hatırası… Birinci Dünya Savaşı yıllarında esir düşüp Malta’ya sürgüne gönderilen kıymetli Fenerbahçe Başkanı Tevfik Haccar Taşçı‘nın el yazısıyla bir evrak…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önce biraz Tevfik Bey’i tanıyalım…

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu,1957 tarihli “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi” kitabında Tevfik Haccar Taşçı’yı şöyle anlatır :

    “Halep eşrafından tüccar Hacı Mehmet Bey’in oğlu Tevfik Haccar 1899’da İstanbul’da doğmuş olup Fenerbahçe’nin ilk müntesiplerindendir. Tahsil için gittiği Manchester’dan 1910’da avdetinde futbol takımında tekrar yer almış, fakat 1911 harbi dolayısıyla Trablusgarp cephesine gitmiştir. Avdetinde Fenerbahçe Kulübü’ne kısa bir müddet reislik eden Tevfik Bey, Birinci Dünya Savaşı’nda Kanal muharebelerinde İngilizlere esir düştü ve Malta’ya sürüldü.

    Mütarekeden sonra, Fenerbahçe kulübünde tekrar rol alan Tevfik Bey bilhassa tenisin gelişmesinde faaliyet göstermiş ve Müessisan devrinin 3 kişilik idare heyetlerinde yıllarda muhasip aza olarak çalışmıştır. Çok sevilen ve hürmet edilen bir Fenerbahçelidir.”

    Nasuhi Esat Baydar, “Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi“nde Fenerbahçe’nin 1911-1912 sezonunda yaşadığı ilk şampiyonluğu Tevfik Bey’in başkanlığında kazandığını yazmıştı.

    Ve Tevfik Haccar Taşçı, “Türk Tenisinin Kalbi Fenerbahçe’de Atıyordu” başlıklı yazıda okuyabileceğiniz gibi, Türkiye’nin ilk tenis kitabını kaleme alan kişiydi. O yazıda “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Tenis Heyet-i Müttehidesi (Federasyonu) azası ve Fenerbahçe Spor Kulübü müessislerinden tenis kaptanı  Haccarzâde Mehmed Tevfik imzalı kitapta yok, yok” demiştik. Fakat yoklardan biri şimdi gün yüzüne çıkıyor.

    Malta Hatırası

    Tevfik Bey’in Malta’daki esirlik günlerinde George H. Salter isimli bir subay da orada görev yapmaktadır. Detaylarını şurada okuyabileceğiniz şekilde, George bir günlük tutmaya başlar ve oradaki esirlerden de bu günlüğe bir şeyler yazıp çizmelerini ister. Sıra Tevfik Haccar Taşçı’ya geldiğinde, bu kıymetli Fenerbahçeli, deftere William Shakespeare’in II. Richard oyunundan “I count myself in nothing else so happy as in a soul remembering my good friends” cümlesini yazar.

    Çok büyük bir incelik göstererek bize ilgili sayfayı gönderen, Malta Ulusal Arşivi’nin değerli uzmanları Melvin Caruana, Leonard Callus ve Charles Farrugia’ya tekrar teşekkür ederiz. Bu asırlık hatıranın müzemizde sergilenmesi dileğiyle…

    105 Yıllık Bir Esaret Hatırası
    105 Yıllık Bir Esaret Hatırası
  • Kadıköylü Hasan

    Kadıköylü Hasan

    Nasuhi Baydar’ın futbolcu portrelerinde sıra, Türk futbolunun ilk oyuncularından meşhur Kadıköylü Hasan Bey’de… İstanbul’daki hemen bütün takımlarda top oynamış olan Hasan, bir diğer meşhur futbolcu Dalaklı Hüseyin ile beraber Fenerbahçe’nin kuruluşunda da yer almış fakat çok kısa bir süre sonra takımdan ayrılmıştı. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Cambazlık

    Fenerbahçe antrenörü Bay Molnar, geçenlerde, bir stadda, futbol topu ile, çok beğenilen bazı gösteriler yapmış. Topun el, baş, sırt veya ayak vasıtasıyle, bir cambaz aleti halinde nasıl kullanıldığını henüz görmedimse de Çinlilerin değnek ve tabakla, Japonların şemsiye ile, başkalarının yuvarlak, kiminin kılıç, diğerlerinin her türlü toparlak ve tekerleklerle yaptıkları nice marifetleri seyretmiş olduğum için erbabının topla da ne hünerler gösterebileceklerini tahmin ediyorum.

    Hasan’ın Tek Dostu Futbol Topuydu

    Ancak, Kadıköylü Hasan’ın cambazlığı, bu neviden değildi. Yalnız futbol oynayışile münasebettardı. Alaaddin’in, S. Sadi’nin, Refik Top’un, Baron Feyzi’nin çalımlarını belki hatırlarsınız. Fakat, Hasan’ınki bunlara da benzemezdi. Kadıköyü’nün zengince bir ailesinden olan Hasan, zannederim ki, ilk tahsili bile ihmal ederek bütün melekelerini, küçük yaştan itibren, topa tahsis etmişti. Zira, inanılmayacak kadar güzel oyunile kulübünü şampiyon çıkardığı günlerde bile mahalle çocuklarının dolma meşin topunu hafifsemediğine ve bu gibi küçükler arasına karışarak bunlara benzersiz ustalığını göstermekten zevk duyduğuna kaç kere şahit oldum.

    Teşbih caizse, diyebilirim ki, Hasan topla iyi bakılmış oyunbaz kedi yavrusunun fare ile oynadığı gibi oynardı. Yalnız şu farkla: Kedi yavrusu bu cümbüşten biraz sonra usanır yahut düşmanını yere serince bir köşeye büzülüp uyur. Hasan ise tek dostu bildiği toptan dakikalarca ayrılamaz, onu sağa sola, ileriye ve aklına eserse geriye, şut çekip gol yapacak durumlarda bile tekrar sağa sola, ileriye, geriye götürüp sürmek, onunla oynamaya – daha doğrusu oynaşmaya- devam etmek hevesinden kendini alamazdı.

    Hünerleriyle Herkesi Büyülerdi

    Football-Association’ın Amerikan futbolu gibi kamburalar, çelmeler, şarjlarla çok sert oynadığını o devirde hayatını topa bağlamış olmak onda, şüphesiz, altıncı bir his yaratmış olmalıdır ki, Hasan’ın en çetin çekişmeler arasından kendini yağdan kıl çekercesine kurtardığı, lâkin bütün bu kabalıkların acısını, keyfi isterse, karşısındakilere bol bol tattırdığı her zaman görülür ve çılgınca alkışlanırdı.

    Bu kısa boylu, ince yapılı esmer adamın vücudunda yaman bir muvazene vardı. Fırlayışları, dönüşleri bir insandan umulmayacak kadar ani idi. Üç beş rakibi peşine takıp hasım kalesine doğru akarken, bir saniyede durur, geri döner ve etrafındakileri şaşkına çevirir, yine beğenilir, yine alkışlanır, oyun sonunda omuzlarda taşınırdı.

    Hasan’ın Elim Sonu

    Hasan, bilmem hangi sebeple, futbolu bırakıverdi. Kendini başka oyunlara, içkiye, düzensiz hayata kaptırdığı, sonra hastalandığı, servetini kaybettiği, âlil içinde yaşadığı duyuldu. Ve nihayet, sporu sıhhat ve neş’e vasıtası değil de gaye edinenlerde sık sık görüldüğü gibi unutulmuş olarak ölüverdi. Memleketimizde futbolun ilk yayılmaya başladığı günlerde birden parlayıp göztaşı gibi iz bile bırakmadan yok olan Hasan spor yapmak isterken yolunu şaşıranların elim misalidir. Allah rahmet eylesin.

    Nasuhi Baydar / Kadıköylü Hasan

  • Yıkılma Devrinde Bir Kurucu

    Yıkılma Devrinde Bir Kurucu

    Nasuhi Baydar‘ın Öz Fenerbahçe yazılarına devam ediyoruz. Sırada Fenerbahçe’nin 1 numaralı üyesi Enver Yetiker var. Nasuhi Bey “Yıkılma Devrinde Bir Kurucu Hoca Enver Bey” diyerek bu idealist öğretmeni yâd etmiş. Bu arada kuruluş tarihine de bir yorum katmış. Fakat 1913 tarihinde yazdığı “Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi“nde yine kendisi 1907 yılını telaffuz ediyordu. Türk spor tarihi yazılırken kaynakların eskiden yeniye doğru taranması böyle durumlarda işe yarıyor işte. Her zaman için daha eski olan, daha muteberdir… Muhtemelen takvim geçişlerindeki mutad hatalar nedeniyle 1907 değil 1908 şeklinde belirtilmiş. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yıkılma Devrinde Bir Kurucu Hoca Enver Bey

    Ufak tefek, elmacık kemikleri çıkık, kılığı itinasız, ilk bakışta dikkati çekmeyen bir adamdı. Fakat kara gözlerini gözlerinize diktiği ve söz söylemek için etlice dudaklarını oynattığı anda şahsiyetinin sihrine kapılırdınız.

    Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık rastlamadığımız insanlardan olduğu için, çok beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal prensiplere intikal eden bir zekası vardı. Her şeyin “Niçin”ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden öğrenebileceğimizi düşünürdük.

    Bir gün derste, arkadaşlardan biri söz istedi:

    • Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başlarını kesenler ve bunları birbirine atarak oynamışlar; top oyunu da böylece zuhur etmiş, ve bunun için, top oynamak günahmış, doğru mu? dedi.

    Yaman bir psikolog olan, bize daima itidal tavsiye eden, her fikrini bir ayetle, bir atasözü ile, bir kısa hikaye ile telkin yolunu tutmuş olan Enver Bey’in o günkü hiddeti görülecek şeydi:

    • Topu kesik başa benzetenlerin kafaları kopsun! diye söze başladı ve “Oyun çocuklarla gençlerin başlıca haklarındandır; çocuklarına oyunu yasak edip onların hareket ve faaliyetini haylazlık ve terbiyesizlik sayan milletler ölüme mahkumdur. Medeni dünyanın gençleri top oynuyorlarsa siz de top oynayın, bunun aksi gerilik ve bedeviliktir” derken susuverdi: Sultan Hamit saltanatının son demleri idi.

    Bir iki hafta geçmedi, Enver Bey güvendiği birkaç talebesine, “Fenerbahçe” adıyla kurulmakta olan futbol kulübüne girmelerini tavsiye etti. Sınıfımızın en yaşlısı olan Galip’le temas edecektik. Galip de bizi, bir tatil günü, Fenerbahçe’ye gidip egzersiz yapmak üzere, Moda İskelesi’nde buluşmaya davet etti. Orada kulüp idare heyeti ile tanıştık : Nurizade Ziya, Hasan, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Hintli Asaf Beyler, bize nispetle yaşlı başlı adamlardı. Fenerbahçe’de, fenerin önündeki genişlikte, “Kadıköy Kulübü”nün iki meşhur oyuncusu, Hasan ve Hüseyin’le Enver Bey’i bulduk.

    İngiltere’den yeni getirilmiş olan sarı ve beyaz yollu kulüp formalarımızı Ziya Bey dağıttı. İki takım halinde karşı karşıya dizildiğimiz zaman Enver Bey ortada yer aldı. Ve bize, futbolun içtimai faydalarından, takım ruhundan, birbirine yardımın her dinde esas olduğundan, yakın zamanlarda tesanüd ihtiyacını şiddetle hissedeceğimizden bahsederek topa ilk vuruşu yaptı. Fenerbahçe kulübü, memlekette yeni bir devir başlamak üzere iken, gençlerin birbirini tutmaları, sevmeleri, kuvvetlenip neş’elenmeleri maksadile 1908 ilkbaharında, Hoca Enver Bey tarafından kurulmuştur.

    Nasuhi Esat Baydar

  • Fenerbahçe’nin On Bir Sermayedarı

    Fenerbahçe’nin On Bir Sermayedarı

    Fenerbahçe’nin kurucu kadrolarında yer alan Nasuhi Baydar, Öz Fenerbahçe dergisinde yazdığı yazılardan birinde Fenerbahçe’nin ilk lokaline kavuşma hikayesini ve bu hikayeyi gerçekleştiren Fenerbahçe’nin on bir sermayedarı yazmış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin On Bir Sermayedarı

    Fertlerin birbirinden ayrı yaşamalarına hususi bir dikkat sarfolunup bir araya gelmelerinin hatta -resmî surette- yasak edildiği bir devir sonunda spor kulübü kurmak bir ihtiyaçtı, amma bugün tasavvur edilemeyecek kadar güçtü.

    İlk önce memlekette böyle bir görenek ve sonra spor kulübü kurucusu gençlerin bu işe yetecek paraları yoktu. Bu gibi sebeplerle “Fenerbahçe Spor Kulübü” birkaç sene, yersiz ve yurtsuz, toplanma yeri manasına gelen klüp’lüğü de lafta kaldı.

    Beş kuruş aylık taaahütlerimizin tutarile top satın alarak maçlarımızı yapar, toplantılarımıza da misafir odalarımızı tahsis ederdik. Arkadaşlardan birine ait olduğu halde hemen her gece evden eve taşındığı için müşterek malımız hale gelen bir semaverimiz vardı. Örfane ile şeker ve gevrek tedarik eder, semaveri yakar, o buram buram tüterken etrafına dizilir, hülyalara dalardık. Tek emelimiz bir sandal sahibi olmaktı; sandalda kürek çekecek, sandaldan denize girecek, sandalla gezecektik. İstediğimiz gibi elden düşme bir sandal ise üç-dört liradan aşağı değildi.

    Kulüp azası birer mecidiye verirlerse bu parayı bir araya getirebileceğimizi hesap ederek teşebbüse giriştik; lakin on bir mecidiyede dama dedik. Ancak imkansızlık karşısında, parayı sahiplerine geri vermeyip hususi bir hesap da tutarak daha iyi günleri bekledik.

    O sırada Union Club – İttihat Kulübü (şimdiki Fenerbahçe Stadı, fakat tahtaperde ve yalnız ortada iki yanı kısa tribünlü ahşap binasile) inşa edilmiş, futbol lig maçlarına açılmıştı. Semaver başında hayal kurarken, bu yeni tesisten kulübümüzü faydalandıramaz mıyız? denildi. Sordular:

    • Ne düşünüyorsunuz?

    Cevap verildi:

    • Büyük bir kalabalığı celbedecek, mesela bir spor bayramı tertip ederek; öyle bir bayram ki, bunda şimdi İstanbul’da yapılan her spor temsil edilsin; bisiklet, motosiklet yarışları, koşular, cimkanalar, kısa müddetli futbol turnuvaları, atışlar, atlamalardan maada çocuklarla genç kızların yapabilecekleri beden terbiyesi hareketleri, vesaire…
    • Sermaye lazım, denildi.
    • On bir mecidiyemiz var ya!

    Büyük Servet

    Kollar sıvandı, çalışıldı, uğraşıldı. Umulmadık bir netice alındı : Bütün masraflar ödendikten sonra elimize otuz üç altın lira geçti. Büyük servet!

    Fenerbahçe’nin Altıyol ağzındaki ilk lokali bu para ile kiralandı, bu para ile döşendi, yeri ve yurdu belli bir kulüp olarak gelişmesi bu para ile temin edildi.

    On bir küçük sermayedarın (!) el ele vermeleriledir ki kırk yıllık varlığının ilk ve en kuvvetli hamlesi mümkün olmuştur.

    İdealler ancak icat fikri, dayanışma, birbirine güvenle gerçekleştirilebilirler. Para bu manevi kuvvetlerin daima bulunabilen naçiz bir vasıtasından ibarettir. Fenerbahçe’nin tarihinde bu on bir kişiyi, bu düşünce ile, sporun unutulmaz simalarından on biri olarak anabiliriz. İsimlerine ne hacet. Meçhul askerin adını kim biliyor?

    Nasuhi Esat Baydar / Fenerbahçe’nin On Bir Sermayedarı