Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXV” : 1926 yılından geliyor.
Mısırlılarla ilk futbol temasımızı Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti 1926 Şubatında Mısır topraklarında yapmıştı. Aynı yılın ağustos ayında ise İskenderiye ve Mısır şampiyonu «El-ittihad» İstanbul’a gelmiş ve takımlarımızla karşılaşmıştır.
El-ittihad o tarihlerde (Prens Faruk kupası)nı kazanmıştı. 9 oyuncusu beynelmilel olan çok kuvvetli bir kadroya sahipti ve Balkanlarda 13 maçlık büyük bir turneye çıkmıştı.
Mısır futbolunun hemen hemen en kuvvetli devrinde şampiyon El-ittihad’ın bu Balkan turnesi o zamanlar büyük alâka toplamıştır. Filhakika; kâmilen çikolata renkli Mısırlı futbolcular bugünkü Brezilyalıları andıran futbollarıyla her tarafta seviliyor ve üstelik mağlûbiyet yüzü görmüyorlardı.
El-ittihad İstanbul’da ilk maçını 20 Ağustos 1926 Cuma günü Taksim stadında müteveffa İngiliz hakem Mister Allen’in idaresinde İstanbul ikincisi Fenerbahçe ile yaptı ve Alâeddin’le Sedat’ın attıkları gollerle 2-1 mağlûp oldu. Fenerbahçe bu maçta bütün tarihinin en parlak oyunlarından birini çıkarmış ve ancak bu sayededir ki çok kuvvetli rakibini yenmeğe muvaffak olmuştu.
Nitekim aynı El-ittihad’ın iki gün sonra, 22 Ağustos 1926 Pazar günü İstanbul şampiyonu Galatasaray’ı 6-0 yendiğini hatırlatmak bu hususta bir fikir verir.
El-ittihad, 1926 senesindeki bu Balkan turnesinde ceman 13 maç yaptı. Fenerbahçe kulübü için ne mutlu bir hâtıradır ki 13 rakibin tek galibi olmak şerefini kazanmıştır. 12 maçta galip gelen ve yalnız Fenerbahçe’ye mağlup olan Mısır şampiyonunun idarecileri memleketimizden geçip Mısır’a dönerlerken vapurlarına giden gazetecilere şu beyanatı verdiler:
“Burada teessüs eden dostluğumuz inşallah Fenerbahçelilerin Mısıra yapacakları seyahatle kuvvetlenecektir. Fenerbahçe’nin davetimizi kabul ve Mısır’ı ziyareti hem bu dostluğun kuvvetlenmesi için bir vesile, hem de Balkan turnesinde yegâne galibimiz olan bu takımdan intikam almak için bir fırsat olacaktır.”
Fakat bütün davetler gibi Fenerbahçe kulübü, dış temaslara pek mütemayil olmamak hatalı prensibi sebebiyle bir Mısır seyahati yapamadığından –El-ittihadın temennisi tahakkuk etmemiştir.
İşte, yukarıdaki resim 20 Ağustos 1926’nın o büyük zafer hâtırasını canlandırıyor. Mısır şampiyonu, Taksim stadyumunda maçtan bir kaç dakika önce Fenerbahçelilerle bir aradadır.
Ortadaki şapkalı, Fenerbahçe’nin o zamanki umumi kaptanı Hasan Kâmil Sporel’dir. Yanındaki fesliler de Mısırlı idarecilerdir. Sol başta şapkasını elinde tutan zat umumi kâtip Muvaffak Menemencioğlu’dur. Yanında gazeteci Salim Hamdi görülüyor.
Bu maçın galiplerini seçebiliyor musunuz? Yerde, başında kep olan beyaz fanilalı kaleci Nedim (Kaleci)dir. Onun sağında, sıra ile Cevat, Ulvi, Fayid, Şevki, Bedri, Fazıl… Ayaktakiler de, sol baştan: Kaptan Zeki, Sedat, Alâeddin, Haydar, Firüzan ve Kadri’dirler.
(Gelecek resim ve yazı, Milli Futbol Takımımızın 33 sene evvelki ilk tecrübe maçlarından bir hâtıradır.)
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXIV” : 1927 yılından geliyor.
Slavya galibiyetlerinden sonra Bulgar Futbol Federasyonu, Türk Futbol Federasyonuna müracaatla evvelâ Sofya, sonra da İstanbul’da oynanmak üzere iki milli maç teklif etmişti. O tarihe kadar Bulgarlar ile yalnız bir milli maç yapmış bulunuyorduk. 10 Nisan 1925 te Taksim stadyumunda oynanan bu maçı Milli Takımımız 2-1 kazanmıştı.
Bulgarların teklifini kabul eden Federasyonumuz hemen kadroyu tespit etti ve 15 Temmuz 1927’de başkan Muvaffak Menemencioğlu ve âza Şeref merhum idaresinde Sofya’ya hareket edildi. Bir gecelik istirahatten sonra 17 Temmuz günü: “Ulvi, Kadri, Burhan, Kemal, Nihat, Sadi, merhum Cevat, Mehmet, Alâeddin, Zeki, Lâtif ve Kemal Faruki” tertibindeki kadromuz Süleymaniyeli Lâtif’in 2 ve 5inci dakikalardaki golleriyle bidayette 2-0 üstünlük sağladığı maçtan 3-3 beraberlikle çıktı.
Birkaç noksanlığa rağmen, yine de kuvvetli kadromuzun bu beraberliği bir muvaffakiyet sayılamazdı. Çünkü o tarihlerde futbolumuz fevkalâde kıymetli elemanlarıyla çok kudretli bir devrini yaşıyordu.
Bu beraberlik maçından iki gün sonra, yâni 19 Temmuz 1927 salı günü Sofya’da Bulgar Milli Takımı ile bir maç daha yapıldı. Fakat bu defaki karşılaşmada takımların adları değiştirildi. (Milli) yerine (Muhtelit) denildi. Fakat yine iki gün önceki formalar giyildi.
Birinci maçın hakemi Macar Vizeynik idaresindeki bu karşılaşmaya Türk muhteliti: Fehmi, Kadri, Hüsnü merhum, Cevat, Sadi merhum, Burhan, Hayati, Alâeddin, Zeki, Şükrü Erkuş ve Nevzat Usberg tertibinde çıktı.
Görülüyor ki, iki gün önce berabere kalan takımda 6 Galatasaraylı varken bu kadroda hiç yoktur. Bunun sebebi (Viyana’nın Sloven takımı ilk maçını Galatasaray’la oynamak üzere İstanbul’a geldiğinden) G. Saraylı futbolcuların memlekete dönmüş olmalarıdır.
Böylece, bu seferki takım yedisi Fenerli, üçü Beşiktaşlı ve biri de Beykozlu olarak tertiplenmişti. Bulgaristan muhtelitinin (1) golüne karşı Zeki ve Nevzat’ın golleriyle bu maçı 2-1 kazandık.
İşte, yukarıdaki resim 28 sene evvel 19 Temmuz 1927 de Bulgar muhtelitini Sofya’da yenen Türk muhtelitini maçtan bir kaç dakika önce gösteriyor.
Sağ baştaki zat Macar hakem Vizeynik’tir.
Yanında uzun boyu ile federasyon âzası Beşiktaşlı Şeref merhumu görüyorsunuz.
Beyaz pantolonlu zat da federasyon başkan Fenerbahçeli Muvaffak Menemencioğlu’dur.
Sonra futbolcuları görüyoruz: Kadri, Beykozlu Burhan (hâlen Kudüs Başkonsolosu), Sadi merhum, Alâeddin, Beşiktaşlı Şükrü Erkuş ve Hayati, Nevzat, Cevat.
Yerdekiler de Kalecilerimiz Nedim ile Fehmi ve Beşiktaşlı Hüsnü merhumdur. Sol başta eğilmek için pantolonunun dizlerini çeken elbiseli genç Süleymaniyeli Lâtif’tir.
İyice dikkat edilince merhum Sadi ile Alâeddin arasında, başının yalnız sol tarafı görülebilen bir genç daha fark olunuyor. Sağ elini Şükrü Erkuş’un sol omuzuna dayamıştır. Daima mütevazı olan ve bu haliyle de şöhret ve sevgisini arttıran bu genç Fenerbahçe ve Milli Takımın meşhur kaptanı ve gol kıralı Zeki Sporel’dir.
Nevzat ile Cevat arasında gülümseyen zatı biz Vamık Gezen’e benzettik. (Gezen) in vaktiyle de pek akıllıca bir hareketle, bu gibi gezmeleri kaçırmadığını hesaba katarak…
(Gelecek resim ve yazı: Türkiyeye gelen ilk Mısır takımı (Elittihad) in 29 sene evvelki ziyaretine aittir.)
Bundan tam 101 sene önce Çeklerin meşhur futbol takımı SK Slavia Praha İstanbul’a geldiğinde yaşananları, geçen yıl Milliyet gazetesinden Celal Umut Eren‘e ve Goal internet sitesine özet olarak anlatmıştık. Şimdi de huzurlarınızda dönemin meşhur dergisi Spor Alemi’nden tafsilatlı bir yazı ile Slavya’nın İlk İstanbul Macerası var. Keyifli okumalar…
12 Temmuz Perşembe günü akşamı (Karnaro) vapuruyla misafirlerimiz şehrimize geldiler. Rıhtım üzerinde daha sabahtan dolmuş olan halkın –vapurun gecikmesi ve ertesi güne kalmak ihtimalinin de ileri sürülmesinden- mühim bir kısmı dağılmıştı. (Karnaro) vapuru saat altı buçuğa doğru Galata rıhtımına yanaşmış ve Slavya’nın on dokuz futbolcusunu Kavaklar’da istikbal etmiş olan Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu kulübü murahhaslarıyla beraber altı buçukta İstanbul toprağına ayak basmışlardır.
Slavyalı misafirlerimizi rıhtım üzerinde bir kısım sporcular ile Çekoslovak memleketi namına Doktor Klemans, Doktor Sivetlik, Mösyö Kohut karşılamışlar ve şehir namına Vali Haydar Beyefendinin namına vekili de mevcuttu. Ayrıca mecmuamız namına da Selahaddin Bey bulunmuştur.
Rıhtım üzerinde Matmaze Kohut tarafından misafirlere güzel bir buket takdim edildikten sonra nutuklar teati edilmiş ve oradan doğru kendilerinin ikametlerine tahsis edilen Kohut Oteli’ne gitmişlerdir.
Oyuncular ile Birlikte Kimler Geldi?
Çekoslovak Futbol Federasyonları Reisi Doktor (Peligan), Futbol Federasyonu Reisi Mösyö (Kanta), Çekoslovakya’daki Alman Federasyonu Reisi Doktor (Lenhart), Slavya’nın Reis-i Sanisi Mösyö (Coelos), Fahri Katib-i Umumi Mösyö (Lavfer) ve birkaç gazeteci.
13 Temmuz Cuma
Cuma günü misafirlerimiz Selamlık Resm-i Alisi ile şehrimizin muhtelif yerlerini ziyaret ederek akşamı saat beş buçukta Taksim’de Galatasaray ile karşılaşmışlardır.
Slavya 7 – 0 Galatasaray
Bir aydan beri ağızlarda dolaşan, spor muhitinin yegâne meşgalesini teşkil eden büyük ve tarihi günlerden: 13 Temmuz Cuma.
Bugün Galatasaraylılar Çekoslovakların meşhur Slavya takımıyla çarpışacak. Eski Taksim Kışlası’nın büyük kapısı önünde toplanan sporcular, bir an evvel biletlerini tedarik edip kendini içeri atabilmek üzere gişelere yapılan tehacüm, gruplar halinde toplanmış meraklıların hararetli mübahase ve münakaşaları günlerden beri dillere destan olan Slavya oyuncularının kabiliyet ve maharetleri hakkındaki türlü türlü anlatışlar ahalinin sabırsızlığını tezyid ediyordu.
Futbol sahasının etrafını şimdiye kadar henüz şahidi olamadığımız bir kalabalık kuşatmış. Gözler saatlere ve kapıya matuf, herkes bekliyor… Birden başlar kımıldandı. Ahali arasında bir hareket görüldü ve alkışlar içinde oyuncular sahaya dâhil oldular. Merasim-i mahsuseyi müteakip Hamdi Bey’in hakemliğiyle oyuna altıya çeyrek kala başlanıldı.
İlk dakikalarda Çekoslovakların oyunu ahali üzerinde inkisar-ı hayale uğratıcı bir tesir yaptı. Bu kadar gürültü ile mevzubahis edilen Slavya takımının hakikaten bunlar olup olmadığını herkes yekdiğerine sormaya başlamıştı. Galatasaraylılar topu hasım kalesi önünde tutmaya muvaffak oluyordu. Necip Bey bu aralık kaleye pek yakın bir mesafeden şutlarını dışarı atmak suretiyle iki gol kaçırmıştı. Fakat oyunun bu şekli çok devam edemedi. Bir çeyrek saat süren bir müphemiyetten sonra Çeklerin oyunu inkişaf etmeye ve Galatasaray takımında da yavaş yavaş yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı. Slavya oyuncuları kısa ve mütevali paslar yapıyor, top mütemadiyen ayaktan ayağa gidip geliyordu. Bu oyuncuların harekâtında biraz bataet meşhud olmakla beraber o kadar muntazam pas yapıyorlardı ki dünyanın en mukavim müdafaa oyuncuları –alışmamış oldukları takdirde- bu şekildeki bir tabiyeye uzun müddet dayanamazdı. Galatasaray takımı da böyle bir vaziyete maruz kaldı. Bu aralık Slavyalılar ilk gollerini kale direği kenarından Galatasaray kalesine ithale muvaffak oldular. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi ve biraz sonra da bir üçüncüsü takip etmişti. İkinci partide bu miktara dört sayı daha ilave ettiler. Müsabaka bu suretle sıfıra karşı yedi sayı ile Çekoslovakların galibiyetiyle neticelendi.
Her İki Takımın Oyununu Biraz Tahlil Edelim
Galatasaray: Heyet-i umumiyesi itibariyle azimperver ve gayretli oynadı. Fakat oyuncular arasında teşrik-i mesai yok denilebilecek derecede azdı. Müdafaa imkân dâhilinde çalıştığı halde muhacimler muvaffak olamadılar. Hasım kalesine doğru yapılan birkaç münferit teşebbüs hüsn-i netice veremedi. Bu hatta kendisinden en fazla iş beklenen Arif Bey çekingen oynamasından dolayı muvaffak olamadı. Biraz daha itina ile Galatasaray bugünkü müsabakada rakibine hiç olmazsa bir gol yapabilirdi. Yalnız takımına ithal ettiği Hüsnü Bey çok çalışmıştı.
Gelelim Slavya takımına: Bu takım hakkında kati bir fikir dermeyan etmezden evvel bugünkü oyunlarını esas olarak kabul edersek o da Slavya takımının muvaffakiyetinin başlıca amilini paslarının mükemmeliyetinde aramalıdır. Bununla beraber oyunları biraz batî görünüyordu. Münferit akın yapıyorlar fakat pas tevziatında o derece muvaffak oluyorlar ki koştukları gözükmediği halde topu hasım oyuncuları arasından dolaştıra dolaştıra kale önüne geliyorlar. O zaman netice-i katiyeyi hasıl edecek olan şutlarını kaleye atıyorlardı.
Akşam saat dokuzda Galatasaray mektebinde Galatasaray kulübü tarafından seksen kişilik büyük bir ziyafet çekilmiştir.
Ziyafette Vali Haydar, mebuslarımızdan Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyefendiler ile Çekoslovak sefareti mümessili ve birçok ekâbir ve kulüp rüesası hazır bulunuyordu. (Yemek Listesi) Kıymalı Mekteb-i Sultani Böreği, Koyun Rostosu, Patlıcan Karnıyarığı, Galatasaray Pilavı, Kırmızı-Sarı Tatlı, Dondurma, Alaturka Kahve idi.
Yemeğin hitamında Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey misafirlere kulüp namına beyan-ı hoşamedi ettikten sonra seyahat hakkında fazla teshilat gösteren Çekoslovak mümessiline de teşekkür etmiştir. Nutka mümessil tarafından bizzat cevap verilerek bu gibi mesut günleri gördükten memnuniyetini alenen tebrik ederek alkışlandı.
Vali Haydar Beyefendi, Ercüment Ekrem Bey, Çekoslovak Federasyonu Reisi ve Slavya takımının reisi ve kaptanları tarafından da birer nutuk verilmiştir. En nihayet Hamdullah Suphi Bey’in sporcular için pek canlı olan nutku fazla alkışlandı. Hamdullah Bey nutkunda Türk sporcularının 1924 Olimpiyatı’na gitmesi ve memleketimizde spor kulüplerinin himayesini ve kendi ve arkadaşları namına muavenette elinden gelen kuvveti sarf edeceğini söylemiştir. Bilahare Ekrem ve Afif Beyler tarafından pek fazla alkışlanarak mektebin müzesinde istirahati müteakip saat on ikide müsamere nihayetlendirilmiştir.
14 Temmuz Cumartesi
Misafirlerimiz bugün de boğazın serin havasını teneffüs ederek güzel bir gezinti yapmışlar ve akşamı saat 8,30’da Çekoslovak mümessilliği tarafından Novotni’de muhteşem bir ziyafette bulunmuşlardır.
Salon Türk ve Çekoslovak bayraklarıyla donatılmıştı. Ziyafette Vali Haydar Beyefendi, Çekoslovak sefareti mümessili ve memleketimizdeki Çekoslovaklar, sporcularımız hazır bulunuyordu. Ziyafetin son dakikalarında Refet Paşa da heyete iştirak etmiş ve Selahattin Adil Paşa namına da bir yaver hazır bulunmuştur.
Yemeğe orkestra tarafından Türk milli marşı ve Çekoslovak milli marşının çalınmasıyla başlanıldı. Taamın nihayetinde İstanbul’daki Çekoslovak cemiyeti reisi tarafından bir nutuk irad edilmiş ve buna Vali Haydar Bey cevap vermiştir. Bilahare mümessil, kulübün reisi de ayrı ayrı nutuklar vermişler ve kulübün reisi tarafından Vali Haydar Bey ile Tanin başmuharriri Hüseyin Cahit Beylere Slavya’nın rozetleri hazirunun alkışları arasında takılmıştır.
Nutukların hitamında Çekoslovak cemiyeti reisinin kızı milli elbise ile milli şarkılar okumuş ve etraftan pek samimi tezahürat arasında şarkısını nihayetlendirebilmiştir.
Müsamere saat on ikide nihayetlendirilmiştir.
Slavya Kulübü Reisi ile Muharririmiz Selahaddin Bey’in Yaptığı Mülakatta Slavya Takımının Son Maçları Hakkında Elde Edilen Fazla Tafsilat
Slavyalılar bu turnesinde oyunlarına 1 Temmuz’da Romanya’nın Cluj şehrinde başlamışlardır. Bu müsabakaya çıkan Çekoslovak muhtelit takımı olup Slavya’dan Ştapal, Çapek, Kojel, Zayfert oynamış ve altıya karşı sekiz ile Çekoslovaklar galip gelmişlerdir. (5) Temmuz’da bu takım Prag’a avdetinde Kosice muhtelit takım ile çarpışmışlarsa da bunda da sıfıra karşı on ile kazanmışlardır… Ertesi gün Slavya Prag, Slavya Kosice’ye karşı oynayarak sıfıra karşı altı ile tekrar galip gelmişlerdir.
8 Temmuz’da Slavya, Ongarişe kulübüne karşı çıkmış, bunda da sıfıra karşı iki ile galip gelmiştir. Takım 8 Temmuz akşamı hareket etmiş, Bükreş-Konstanna tarikiyle 12 Temmuz’da şehrimize muvasalat etmişlerdir.
Slavya’nın Meşhur Oyuncusu Mazar’ın Başına Gelenler
Sparta’nın sabık sol açığı ve dünyanın en iyi oyuncularından olan meşhur (Mazar) bu son seyahate iştirak edememiştir. Buna sebep de geçen sene Noel’de İsviçre’de yapılan bir maçtan avdette Karlsruhe’de yapılan aktarma esnasında elindeki fotoğraf makinesini birinci trende unuttuğundan tekrar trene dönmüş fakat avdette tren hareket ettiği esnada atladığından sukût neticesinde ağır surette yaralanarak hastaneye yatırılmıştır. Hâlihazırda (Kaledenor)da tedavi ediliyor.
15 Temmuz Pazar
Sabah Kohut’ta antrenör tarafından oyuncular istirahat ettirildi ve yevmi idmanları yaptırıldı.
Slavya 7 – 0 Altınordu
Program mucibince Altınordu-Slavya maçı Temmuz’un on beşinci Pazar günü yapılacaktı. Galatasaray maçında sahayı kuşatan binlerce seyirci bugün yine gelmişler, sabırsızlıkla oyuna intizar ediyorlardı. Takımlar beşi otuz beş geçe sahaya çıktılar. Hakem Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’di. Kaleler intihap edildi ve altıya yirmi kala oyuna başlandı. Slavya takımı bugün büsbütün başka bir şekilde oyun oynuyordu, iki gün evvel gördüğümüz üç dört metrelik kısa paslar, bize ağır görünen hareketler kalmamıştı. Bilakis paslar uzun, akınlar seri ve mühlik, vuruşlar sıkı idi. Altınordu’ya müsabaka başladıktan yedi dakika sonra ilk gol yapıldı. Nedim Bey bugün biraz asabi görünüyordu. Altınordu müdafaasında Feyzi Bey oldukça muvaffak oluyordu. Diğer oyuncuların da ellerinden geldiği kadar gayretli oynamalarına rağmen Çekoslovak oyuncularının akınlarını tevkif etmek müşküldü. Bu suretle ilk haftaymda Slavya lehine dört gol kaydedilmişti.
İkinci haftaymda üç gol daha yaptıklarından müsabaka sıfıra karşı yedi ile neticelendi. Seyircilerimiz müsabakaları mümkün mertebe sükûnetle temaşaya atf-ı ehemmiyet etmelidir.
Üçüncü golden evvel yapılan “hendbol”ü oyunu uzaktan takip etmekte olduğu bir sırada hakem göremedi. Emrivaki olan bir şeyi ahalinin itirazları arasında beşinci gol olarak kabul etmesi halka pek ziyade tesir etmişti. Çünkü herkes bu yapılan sayının (ofsayd) olduğunu görmüş ve daha pek evvelden bağırmaya başlamıştı.
16 Temmuz Pazartesi
Sabah ufak bir gezintiden sonra Moda deniz hamamında deniz banyosu yapılıp saat üç buçukta Fenerbahçelilerin ziyafetine geldiler. Fenerliler misafirleri şerefine kulüplerini rengârenk bayraklar ile donatmışlar ve ziyafette Reis-i Fahri Şehzade Ömer Faruk Efendi hazretleriyle kulübün hamilerinden Cafer Paşa, damat Abdülmecid Bey ve damat Abdülraif Beyefendiler hazır bulunuyordu. Otomobiller ile kulübe getirilen misafirler aza tarafından karşılandıktan sonra kütüphane, hatıralar, mükâfatlar gösterilip kulübün hazırlanmış olan üç futası mavi, sarı formalı kürekçiler idaresinde bahçedeki iskeleden ikişer ikişer misafirlerini alarak ufak bir tenezzüh yaptıktan sonra Otel Belvü’ye getirdiler ve orada hazırlanan çay ziyafetinde hazır bulundular.
Ziyafete kulüp müessesanı ile Çekoslovak mümessili de gelmişti. Çayın nihayetinde Şehzade Ömer Faruk Efendi kulübü namına gayet selis bir Almanca ile bir nutuk irad etmiş ve buna Slavyalıların reisi tarafından verilen cevapta kendisinin kulübünün aza-ı hamiyesi meyanına ithal edildiğini söyleyerek alkış arasında alamet-i mahsusası olan rozeti şehzademizin göğsüne talik etmiştir. Bundan sonra mümessil, Çekoslovak Federasyonu Reisi tarafından birer nutuk irad edilmiş ve bilahare verilen nutuklar İhsan Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.
Ziyafetin hitamında tekrar futalar ile misafirler Moda iskelesine getirilmiş ve “Yaşa” nidaları arasında vapur teşyi edilmiştir.
17 Temmuz Salı
Sabahleyin şehrimizin münasip mahallelerinde yapılan gezintiden sonra üçüncü maça başlandı.
Fenerbahçe 1 – 10 Slavya
Galatasaray ve Altınordu kulüplerinin mağlubiyetinden sonra bütün enzar İstanbul’da yerli ve ecnebi takımları mağlup eden Fenerbahçe’ye dikilmişti. Meraklılar bugün Fenerbahçe’den galibiyet değilse de muvaffakiyetli bir müsabaka bekliyor ve yabancıların hiç olmazsa bir gol yemeden buradan uzaklaşmamasını arzu ediyordu.
Saat beş buçuğa doğru stadyum gişeleri önündeki izdiham gayrikabil-i tasvir bir hal almıştı. Muhacimin kitlelerini bir hal-i intizama almak üzere jandarmaların muavenetine ihtiyaç görülmüşken ahali bilet almak üzere birbirini çiğniyordu. Hiç şüphesiz Türk toprağında bugünkü kadar mühim bir müsabaka daha henüz icra olunmamış ve hiçbir maçta bu kadar çok temaşakar görülmemişti. Saat altıya çeyrek kala ahalinin alkışları arasında oyuncular sahaya çıktılar. Slavya takımının ısrarı üzerine hakem olarak bu heyetin kendi aralarından bir zat intihap edilmişti.
Hakem, vazifesini –bir iki “hendbol” istisna edilirse- pek güzel ifa etti. Bununla beraber her ne de olsa zairlerden hakem intihabı usule muhaliftir.
Altıya sekiz kala oyuna başlandı. Beş dakika devam eden kararsız vaziyetten sonra Çekoslovak oyuncuları nagehani bir gol yaptılar. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi takip etti. Bununla beraber Fenerliler de boş durmuyor, ekseriyetle hasım kalesi yakınlarında tutunmaya muvaffak oluyorlardı. Fakat hasım müdafaası mükemmel vaziyet almış, akınları ve pasları kesiyor ve topu kendi muhacimlerine yetiştiriyordu. Yüksek kabiliyetli ve mücerreb beş muhacim karşısında fedakarane sarf-ı mesai eyleyen Fenerbahçe müdafaası mekik dokurcasına pas yaparak ilerleyen hasım oyuncularını tevkifte güçlük çekiyordu. Atletik idmanlarda esasen sağ bacağı zedelenen Fener merkez muhacimi kasıklarına yemiş olduğu şiddetli bir darbenin tesiriyle oyuna devam edemeyecek bir hale gelmişken azmini toplayıp vazifesine devam etti. Bir aralık Fener muhacimleri tarafından yapılan bir akında tevkif edildikten sonra top yine Fener kalesi önlerinde dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Fahir Bey’in topu ayağından kaleye doğru atmasından üçüncü gol de oldu. Bundan sonra bir dördüncü gol de oldu ki bu doğrudan doğruya her iki müdafiin pek ileride bulunmasından vakti zamanında ilerleyen rakip oyuncuya yetişilememesinden ileri gelmiştir. Topu ayağından uzaklaştırmadan süren muhacim karşısında Şekip Bey kaleden çıkmak imkânını görememiş ve bu suretle gol olmuştur. Beşinci gol ceza sahası dâhilinde Kadri Bey’in topa eliyle dokunması üzerine verilen bir “penaltı”dan yapıldıktan bir müddet sonra muayyen vakit hulul etmekle oyuna fasıla verilmiştir.
İkinci haftayma başlandığı zaman Sabih ve Alaaddin Beyler yerlerini değiştirmişlerdi. Top iyi vaziyetlerde pek çok defalar ortalandı ise de fakat muhacimler ekseriya dağınık bir halde bulunduklarından bu güzel fırsatlar kaçtı. Herhangi bir cenahtan top sürülürken beş muhacimin birden ilerlemesi mümkün olamıyordu. Bu suretle top kale önlerine geldiği zaman bir tarafın bir veya iki oyuncusuna mukabil hasım muavin ve müdafaa hattını karşısında buluyor ve hücum bittabi müsmir olamıyordu. Yedinci golden sonra Alaaddin Bey sağdan topu sürerek karşısındakileri geçti ve topu yakından kaleye havale etti. Kaleci bunu iade etmek üzere iken top kale önünde husule gelen ufak bir kargaşalığı müteakip Zeki ve Ömer Beylerin de inzimam ve muavenetleriyle içeri atıldı.
Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan “Gol” kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Pek pahalıya mal olmakla beraber şeref kurtulmuştu. Fakat Çekler üç gol daha yapmaya muvaffak oldular ve neticede bire karşı on gol ile Slavya takımı maçı kazandı. Fenerbahçe’nin bugünkü müsabakasına biraz da talihsizlik karışmıştı.
18 Temmuz Çarşamba
Bugün de muhtelit takımımızın oyunu vardı.
Muhtelit Takım 3 – 7 Slavya
Epeyce münakaşadan sonra icrası taht-ı karara alınan dördüncü bir maç Temmuz’un on sekizinci Çarşamba günü icra olundu, bir gün evveline nispetle saha o kadar kalabalık değildi. Evvelki üç maçın büyük farklarla aleyhimize neticelenmesi sporcuların ümidini kırmış olmakla beraber yine herkes müsabakaların neticesini merakla bekliyordu. Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray kulüplerinden bir muhtelit takım şu suretle teşkil edilmişti.
Bu takımın esaslı azasından İsmet ve Hasan Kamil Beyler bir gün evvelki müsabakada fazla hırpalandıkları cihetle bugünkü maça iştirak edemediler. Hakem olarak yine Fenerbahçe-Slavya maçını idare eden zat intihap edilmişti. Oyuna başlandı. Çekler muntazam paslarla ilerlemeye başlayarak yedinci dakikada ilk gollerini yaptılar. Fakat oyunun tarz-ı cereyanı da yavaş yavaş değişmeye başladı. Muhacim hattımız rakip kalesini tehdit ediyordu. Ve daima Çekoslovak takımı kaptanı ve Slavya sol beki Ratsa en ümitbahş dakikalarda topu uzaklaştırıyordu. Oyun adeta mütevazin bir şekil almıştı. Hasım müdafaası bugün çok çalışmaya mecbur oluyordu. Evvelki maçlarda iki müdafinin göstermekte olduğu lakaydane hareketlerden bugün eser görülmüyordu. Slavya aleyhine verilen bir ceza vuruşunu Zeki Bey sıkı bir şutla kaleye tevcih etti ve top kalecinin elinden sıyrılmak suretiyle kornere gitti. Biraz sonra Slavya takımı bir sayı daha kazanmaya muvaffak oluyor. Fakat bizim takımdaki gayret de semeresini vermekte gecikmiyordu. Zeki Bey, Alaaddin’in güzel bir pasından istifade ederek direğin kenarından topu hasım kalesine ithal etti ve etraftan Bravo’lar, Yaşa’lar yükselmeye başladı. Slavyalılar bir üçüncü sayı kazandılar ve haftaym oldu. İkinci partiye başlandı. Mütekabil akınlarına devam edip gidiyor. Çekler birçok “hendbol” yapıyorlar. Avrupa’da nam kazanmış bir takımın mükerrer defalar ve kasten topa el ile vurması her halde çok çirkin bir şey. Tevfik Bey’in yanlış bir hareketi bir ceza vuruşuna meydan veriyor ve Çekler bu suretle dördüncü sayılarını yapıyorlar.
Biraz sonra beşinci defa olarak top muhtelit takımın kalesine girdi. Bizimkiler güzel bir akın yaptılar ve bu esnada hasım aleyhine bir korner oldu. Kornerden gelen topu Zeki Bey sıkı bir şutla adeta kaleye tıkadı. Ümit etmedikleri bu neticeden Slavya oyuncuları şaşalamaya başladılar. Bununla beraber oyunlarındaki ahenk hiçbir veçhile bozulmadı. Yine muntazam paslarla ilerleyerek iki gol daha yapmaya muvaffak oldular. Fakat Bedri Bey’in hücumuyla Alaaddin Bey de güzel bir gol yaptı. Bu son müsabaka da üçe karşı yedi ile Slavya takımının galibiyetiyle neticelendi ise de Çeklerin yapmış oldukları gollerden biri “ofsayd” idi.
Bilaistisna bütün oyuncularımız muvaffak oldular. Ferdi kabiliyetler nispetinde futbolda esas ve amil-i muvaffakiyet olan teşrik-i mesaide de günden güne terakki edersek böyle takımlarla boy ölçüşebileceğimize kani olmalıyız. Elverir ki bihakkın çalışalım ve sporun her şubesinde olduğu gibi futbolda da en mühim noktanın vücuda ve sıhhate itina olduğunu unutmayalım.
Akşamleyin gündüzki zaferin tesiratı arasında otomobillerle Galatasaray mektebinden hareket ile Fatih Daire-i Belediyesi’ndeki şehremanetinin ziyafetine gidilmiş ve binanın kapısında oyuncular pek ziyade alkışlanmıştır. Ziyafette Refet Paşa hazretleri, Vali Beyefendi, Slavya ile çarpışa oyuncular ve misafirlerimiz hazır bulunuyordu.
Yemeğin hitamında verilen nutuklar arasında Refet Paşa’nın sözleri pek ziyade alkışlanmış ve nutkunu şu cümleler ile nihayetlendirmiştir. “Hayır, sizin maneviyatınız kırık değildi. Son maçlarınızda bulundum. Çok kahramanca çarpıştınız. Yalnız onlar bizden fazla idi ve hem çok fazla idi. Siz oyunlarını hemen kaptınız, çalıştınız ve bugün misafirlerimiz şehrimizden daha uzaklaşmadan ettiğimiz istifadeyi kendilerine de gösterdik. Birinci günü yedi tane yedik. İkinci günü yedi tane yedik. Üçüncü günü on tane yedik, fakat bir tane yaptık. Dördüncü günü yedi tane yedik, fakat üç tane yaptık. İhtimal bir daha oynar isek berabere kalacağız. Fakat misafirlerimiz şunu hatırlamalıdırlar ki kendilerine teşekkür etmekle beraber bu yapılan sayıları behemehâl gelecek seneye kadar çalışıp kendilerine ödeyeceğiz ve bu çalışmaya da her Türk muavenet edecektir.”
Nutkun hitamında herkes kemal-i memnuniyetle yanındaki misafirlere tercüme ile meşguldü ve nihayet saat 12’de tramvaylar ile bu son ziyafet de terk edildi.
Ziyafet Esnasında Elde Edilen Bazı Notlar
Yanımızda bulunan bir oyuncuya son turnede on dört gün zarfında dokuz oyun nasıl yapıldığını sorduğumuz zaman cevabında demişti ki: “Biz spor yapmak için dolaşıyoruz. Bunun için hayatımız muntazamdır. Ertesi günü müsabaka icra edilecekse sabahleyin saat altıda yarı belimize kadar soğuk su duşu yaparak sekize kadar yatakta istirahat ve sekizden sonra tekrar ufak bir gezinti, on ikide yemeğimizi yedikten sonra yatarız. Oyun zamanı antrenörümüz yataktan kaldırır ve maça gideriz. Bu vaziyette bir gün evvelki yorgunluktan vücudumuzda hiçbir eser görülmez…”
19 Temmuz Perşembe
Öğleyin Kohut’ta verilen ziyafetten sonra, misafirlerimiz (Graç) vapuruyla saat dörtte şehrimizden hareket etmişlerdir. Şehir namına Ercüment Ekrem Bey, Galatasaray namına Reis Ziya, Fenerbahçe namına Fuat Hüsnü, Saib Beyler, mecmuamızdan Sait Tevfik, Türk İdman Mecmuası’ndan Tahir Beyler ve birçok sporcular da teşyie iştirak etmişlerdi. Saat dörtte hareket eden vapura misafirlerimiz saat ikide gelmişler ve kalan iki saatlik müddet zarfında milli şarkılar söylenmiş ve her iki taraf da birbirlerini alkışlamışlardır.
Misafirlerimiz hareket ederken yadigâr olmak üzere teşyie gelenlerini feslerini istemişler ve bu talep de idmancılarımız tarafından kabul edilerek kendilerine verilmiş ve fessiz avdet edilmiştir.
Takımlarımız Hakkında (Sokas)tan Öğrendiklerimiz
Galatasaray’ı nasıl buldunuz?
Pek nazik…
Altınordu’yu?
Mukavim ve şiddetli…
Fenerbahçe’yi?
Çok mahir…
Muhtelit takımı?
Fevkalade… Bu maçta oynayan orta muhacim ve orta muavin, bizim takıma şimdiden iştirak edebilirler.
Slavya’nın Antrenörü “Muallim” Mister Con Madden ile Spor Âlemi namına Bahriye Binbaşısı Fuat Hüsnü Beyefendi’nin Mülakatı
“Slavya” futbol timinin dimağı, muvaffakiyetlerinin amili Mister Madden orta boylu, çakır gözlü, vasat çapta bir zat, İngilizlere has sükûtilik bunda da nümayan. Az söyler, çok dinler. Söz söylerken muhatabının fikrini mühim nukata imale için lüzum gördüğü kelimelere ve cümlelere kuvvet verir, ifadesini kısa fakat manidar cümlelerle telhis etmeyi sever, futbolun inceliklerini ve (Association)ın ne demek olduğunu onun lisanından işitecek olursanız bizi rub’ asırdan beri kendisine bazice edinen bu oyunun serairini anlarsınız. Slavya’nın ikinci müsabakasında seyircilerin teşvik ve tergib feryatları kulaklarımda medid uğultular peyda ederken söylediklerini not ediyordum:
“Ne zaman, on bir kişi bir olursa o zaman ‘Association Futbol’ olur.” dedi.
Sonra sustu. Oyunun seyrini takibe koyuldu. Biraz kurcaladım:
“Bizim futbolumuzu nasıl buldunuz?” dedim.
Bir müddet cevap vermedi. Gözleri çayıra merkûz, oyunu takipte berdevam. Sonra:
“İyi” dedi. “Oyuncular futbolu anlamışlar. Fakat ‘vahdet’ yok. ‘Sükûnet ve itidal’ yok. Seyirciler de öyle. Bağırma çağırma oyuncularda asabiyet tevlid eder. Muhakeme kalmaz, oyun çorbaya döner.”
Altınordu aleyhine ilk gol yapıldı. Mister Madden’ın gözleri parladı.
“Ha, şöyle!” dedi.
Tekrar sükût! İkinci bir gol daha! Mister Madden’ın neşesi zail oldu!
Anladım, muhakkak ve malum galibiyetin onun ruhuna bir tesiri yok. O yalnız bir fotoğraf makinesi gibi dest-i terbiyesine mevdu şakirdanın vaziyetlerini, hatalarını bir nida-ı takdir ve asabiyet ile meşgul. Yüzünde beliren küçük bir tebessüm, bazı kere kaşlarında husule gelen çatkınlık kendi talebelerinin hareketlerinde görülen muvaffakiyet veya hataların inikâsından başka bir şey değil. Bu mizaç-ı sükûtiliği kırmak, bir girizgâh bulmak, bir zemin-i mükâleme aramak için kafa patlattım. Birdenbire hatırıma geldi:
“Mister Madden” dedim. “Siz gençliğinizde kim bili ne kadar mühim oyunlarda bulundunuz.”
Büyük sportmenin can alacak noktasını bulmuştum. Artık çenesi açıldı. Slavya kulübü üçüncü golünü yaparken:
“Evet” dedi, “Ben İskoçum. Bizde futbol çok ileridir. Glasgowluyum, ‘Celtic’ profesyonel kulübünde senelerce oynadım ve üç sene de ‘Maçanter Nasyonel’de sentr, insayd, autsayd, rayt forvard oynadım. Bu herkese müyesser olmamıştır… Bir İskoç timinde üç sene bir mevki kazanmak çok büyük bir şeydir. Şimdi kırk sekiz buçuk yaşındayım, on sekiz buçuk senedir Slavya kulübüyle beraberim. Onlara ders veriyorum. İdman yaptırıyorum. Aynı zamanda cerrahlık vazifesini de görüyorum. İncik, çıkık ve burkulmaların tedavisinde ihtisasım vardır. İngiltere’deyken bunları bir cerrah arkadaşımdan tahsil etmiştim.
“Slavya kulübünde işe başladıktan ne kadar zaman sonra bir muvaffakiyet elde edebildiniz? Yani oyuncuları ne kadar müddet zarfında ıslah edebildiniz?”
“Bir buçuk sene sonra, zaten ilk zamanlar teşkil-i mümanaat ve müşkülatı iktihamla geçti. Hiç kimse fenni futbola itimat etmiyor ve bu oyunun kendine has bir ‘teknik’i olabileceğine inanmıyordu… Bilalüzum maksatsız ve gayesiz topa vurarak saatlerce futbol oynamakla bu oyunu öğrenebileceklerine iman ediyorlardı. Fakat zamanla ve gösterdiğim bir-iki basit tatbikat ile işe akılları ermeye başladı. Şimdi hepsi buna mutidir. İdmanlarını, mümareselerini ve hatta yevmi harekâtlarını bile ben tanzim ederim.”
“Bizim sizin gibi bir muallimimiz olsa acaba ne kadar müddet zarfında futbolu öğrenebiliriz?”
“Bir sene bile sürmez. Zira ferden tekâmül etmiş oyuncularınız var. Yalnız muntazam idman usulü dairesinde mümarese lazım. Bunlar yapıldı mı, fenni futbol kendiliğinden husule gelir.”
Mülakatı burada kesmeye mecbur oldum. Oyunun seyri ve biraz da sertliği bizim sportmeni benden ziyade alakadar ediyordu. Şimdi ben de Mister Madden’ın on sekiz senelik sa’yinin meşkûr netayicini seyre ve yapılan golleri tadada başlamıştım.
Ağırlığı Selahattin Giz fotoğraflarından oluşan YKB arşivinde Fenerbahçe fotoğrafları birbirinden müthiş sahneleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu arşiv araştırması esnasında bizden yardımını esirgemeyen Ayhan Uçar ağabeyimize sonsuz teşekkür ediyor, kendisiyle beraber çalışan ve aynı derecede bize yardımı dokunan büyük Fenerbahçeli merhum Abdullah Gül ağabeyimizi de saygıyla anıyoruz.
Zeki Rıza Sporel, idarecilik yıllarında Kadıköy’de saha kenarında.“Sarı Kanarya” Cihat Arman kaptanlığında Kadıköy’de.Fenerbahçe sahaya çıkıyor.Zeki Rıza Sporel, Hakem Şazi Tezcan ve Nihat Bekdik.Fenerbahçe ve Galatasaray takımları Kadıköy’de bir arada.Taksim Stadı’nda bir maç. Fenerbahçe kaptanı Zeki Rıza Sporel.Fenerbahçe-Hilal maçında!
Soldan sağa Elkatipzade Mustafa Bey, Şekip Kulaksızoğlu, Ragıp Ziya Mağden, Cafer Çağatay, Zeki Rıza Sporel, Sabih Arca, Alaaddin Baydar, Kadri Göktulga, Hasan Kamil Sporel, Bedri Gürsoy, Ömer Tanyeri ve Fahir Yeniçay.Rakibi seçemedik ama bizimkiler orada… Ömer Tanyeri, İsmet Uluğ, Bedri Gürsoy, Sabih Arca ve Alaaddin Baydar kadraja girenler.Muhtemelen bir Tıbbiye müsabakası… İsmet Uluğ Fenerbahçe formasıyla oralarda imiş. Sabih Arca birkaç sıra solda oturuyor.1934 yılı yıldönümü törenlerinde Zeki Rıza Sporel son kez takımının başında kaptan olarak sahaya çıkıyor…Meşhur Fenerbahçe-Slavya maçlarından birinde Taksim Stadyumu’nda…Taksim Stadı’nda kim bilir hangi rakibe karşı, flama değişimi…Yine bir flama değişimi… Bizimkilerden fazla futbolcu girememiş kadraja ama Muvaffak Menemencioğlu orada!Halit Deringör, yine bir sol çıkarmış, topu kaleye gönderiyor!Alışılmadık bir hediye :) Cihat Arman kahkahalara boğulmuş. Yüzler gülüyor! Esat Kaner, Lebip Elmas ve Fikret Arıcan diğer göze çarpanlar…İngiliz takımı Hurra çekerken bizimkiler “Ne oluyor?” dercesine :)Rakip gözükmüyor ama Slavya olduğunu tahmin ediyoruz. Zira Zeki Rıza Sporel beyaz “muhtelit takım” forması ile Taksim Stadı’nda…Taksim Stadı’nda bir derbi hatırası… Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel ve Galatasaraylı Nihat Bekdik, maç öncesinde…Fenerbahçe-Galatasaray ikinci takımları Kadıköy’de karşı karşıya… En solda Fenerbahçeli “Ceylan” Bedri Gürsoy.Yine Taksim Stadı, yine bir derbi hatırası… Yine Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel ve Galatasaraylı Nihat Bekdik.Fenerbahçe’nin ilk Türkiye şampiyonluğunu kazanan 1933 yılı kadrosu, en solda Teknik Direktör Jozsef Schweng ile.Taksim Stadı’nda bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı hatırası!Papazın Çayırı, Union Club, İttihat Spor Sahası ve Fenerbahçe Stadyumu… En müthiş resimlerinden biri.Fenerbahçe Stadı… Sene 1932… Birbirinden müthiş detaylar var fotoğrafta…“Bombacı” Bekir Refet Teker, seneler sonra Fenerbahçe formasıyla ve arkadaşlarıyla birlikte…Fenerbahçe ve Admira kaptanları… Bizim kaptan “Sarı Kanarya” Cihat Arman.Fenerbahçeliler, 1927 yılında Slavya Prag’ı yendikten sonra kulübün bahçesinde zafer pozu veriyorlar.Taksim Stadı’nda devre arasında limon yiyerek dinlenen iki müthiş Fenerbahçeli… Zeki Rıza Sporel ve Şekip Kulaksızoğlu.1933 yılı Türkiye güzeli Nazire Hanım, Fenerbahçe Stadı’nda başlama vuruşunu yapıyor. Alaaddin Baydar, Zeki Rıza Sporel ve Muzaffer Çizer santra noktasında…Fenerbahçe Taksim Stadı’nda sahaya çıkıyor! “Biz bu maçı alırız” özgüveni bir fotoğrafa bu kadar yansıyabilir.Havadan Kadıköy – 1 / 6Havadan Kadıköy – 2 / 6Havadan Kadıköy – 3 / 6Havadan Kadıköy – 4 / 6Havadan Kadıköy – 5 / 6Havadan Kadıköy – 6 / 6#TaraftarınFenerbahçeTarihi… Acaba kim bu fotoğraftaki ağabeyimiz.Fenerbahçe Stadı’nda istenmeyen olaylar. #TaraftarınFenerbahçeTarihi
“Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.
Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…
“Büyük” Fikret Arıcan Albümü
1911 yılında Kızıltoprak’la Feneryolu arasında bir evde doğmuşum. Anne tarafım Kadıköylü, baba tarafım Rumelihisarlı. Benden üç yıl sonra da kardeşim Semih aynı evde dünyaya gelmiş. Her ikimiz de küçüklüğümüzü bu yerde geçirdik. Ancak Çanakkale Savaşları’nın kritik bir döneminde bir yıl için Ankara’ya giderek orada oturduk. Böylece Kadıköy’deki evimizi bırakmıştık. Dönüşte büyükbabamın Rumelihisarı’ndaki evinde 10 yaşına kadar kaldım. Ancak yazları dedemin Kadıköy’ünde ve Kızıltoprak’taki evine gelir, kışları Rumelihisarı’na dönerdim. Çocukluğumun bu devresinde top nedir bilmezdim. Hatta hiç görmemiştim bile… Beşiktaş’ın başarılı yöneticisi Sadri Usuoğlu, Rumelihisarı’nda evimizin az aşağısında oturuyordu. Yıllar sonra karşılaştık. Birbirimizi ancak o zaman tanıdık. İstiklal Savaşı’nın sonlarında, artık ailemiz büyüklerinin ayrıldıkları bir sırada Kadıköy Bahariye’de Cevizlik denen yerde bir ev alarak oraya yerleştik.Sene 1929… İsmail Hakkı Tekçe’nin davetlisi olarak Ankara’ya gittik. O gün Muhafızgücü ile yaptığımız maçı 3-1 kazanmıştık. Ve bir golü de ben attım. Fotoğrafta, takım arkadaşlarım ve Muhafızgüçlü futbolcular bir arada…1929-1930 sezonunda şampiyon on biri soldan sağa ayaktakiler: Mehmet Reşat Nayır, Zeki Rıza Sporel, Kadri Göktulga, Alaaddin Baydar, Niyazi Sel, Muzaffer Çizer, Fikret Arıcan… Oturanlar: Şevket Soley, Hüsnü Teoman, Ziya Atamer…Fenerbahçe’deki ilk maçlarım… Sene 1927… Bekirli takım İzmir yolunda… Soldan sağa ayaktakiler: Kadri Göktulga, Bedri Gürsoy, Zeki Rıza Sporel, Bekir Refet Teker, Hüsnü Teoman, Cafer Çağatay, Füruzan Şansal, Nevzat Alpagut, Rıza. Oturanlar: Cevat Sayit, Fikret Arıcan, Nihat, Nedim Kaleci…Fenerbahçe, hep Ankara – İzmir arasında mekik dokurdu… İşte bu seyahatlerden birinde Lütfü Boyer, ben ve Mehmet Reşat Nayır görülüyor…Üstte… 1928 Olimpiyatlarına katılan futbol millı takımımız elemanları Peşte garında… Soldan sağa ayaktakiler: Vahap Özaltay, Burhan, Beykoz’lu Şekip, Sadi, Sabih Arca, Arap Hüsnü, İsmet Uluğ, merhum Şeref, Dr. Fodor (Macaristan Futbol Federasyonu Başkanı), Zıt Kemal, ben, Cevat, Burhan, Baron Fevzi, Refik Osman Top, Zeki Rıza Sporel, Hüsnü. Oturanlar: Şükrü, Selahattin, Suphi, Nevzat, Talat, Alaaddin…Arkadaşlarımdan bir grup beni olimpiyatlara uğurlamak için Sirkeci Garı’na gelmişti… Soldan sağa: Hikmet Mocuk, Saip, İzzet, ben, Selman Yörük, Cemal, amigo Behiç’in babası Selahattin… Oturanlar: Mehmet, Reşat, Suat, Cezmi ve Nevzat…Fikret ArıcanRahmetli Zeki Rıza’nın kendi oynadığı devirde takım kaptanlığını bana vermişti… Fotoğrafta, Fenerbahçe takımı Macar Boçkay ile yaptığı maça benim kaptanlığımda çıkarken görülüyor…Bir İstanbulspor maçı öncesi… İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy ve ben…Bir zamanların ünlü Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak ile Muhtar Uygur’un kafile başkanlığında İzmir muhteliti ile yaptığımız maç öncesi… Ayaktakiler soldan sağa: Orhan Şeref Apak, Sadi, Muhtar Uygur, Halil, Hasan Ekin, Muzaffer, Hüsnü, Rebii Erkal, Saim, Ben, Burhan. Oturanlar: Mehmet Leblebi, Avni, Hüsamettin Böke, Fahri, Celal Şefik, Reşat…Fenenbahçe, yabancı takımlardan biri ile yaptığı maç öncesinde toplu halde… Soldan sağayaktakiler: Ziya, Hüsnü, Muzaffer, Zeki, Cevat, Şaban, Halis, Alaaddin, Nedim, Ben, Niyazi, Reşat ve masör Fikret… Oturan: Natık…Sene 1930… Fenerbahçe’nin Olimpiyakos ile yaptığı ve 1-0 yendiği maçta iki takım futbolcuları objektife böyle poz verdiler… Bu maçta Yunan takımında Andreyapulos kardreşler de yer almıştı…1930’da Balkan Oyunları’na katılan Millî Takımımız… Ayaktakiler soldan sağa: Sadun ve Hasnun Galip kardeşler, Fethi Tahsin, Hüsnü, Burhan, Mithat, Sami, Eşref, Niyazi, Selahattin, Hüsamettin, Ben, Nihat, antrenör Pegnam… Oturanlar: Rebii, Abdullah (yan hakem) Miltiadi… Bu maçta Rebii, Eşref, Ben, Selahattin, Niyazi beş açık forvet oynadığı ve Yugoslava’yı Rebii ve benim gollerimle 2-0 yendik…Yunanistan’a yaptığımız seyahatte, Reşat, ben ve Niyazi…Bükreş’te bir gezinti esnasında topluca çektirdiğimiz bir resim…1937-1940 Türkiye şampiyonlukları kupasını alırken…Bükreş’te Hamdullah Suphi Tanrıöver ile birlikte sahada çektirdiğimiz hatıra resmi…Yabancılarla yaptığımız maçlarda büyük başarılar elde eden ve de Avrupa’da ismini sık sık duyuran Fenerbahçe takımı soldan sağa: Cihat, Yaşar, A. Rıza, Melih, Aytan, Rebii, Lebib, Reşat, Şaban, Esat, Naci, Basri… Öndekiler: Ben, hakemler Adnan Akın, Kemal Halim, Şadi Tezcan…1937’de Maarif Kupası da bizim oldu… Fotoğrafta, Niyazi, Ben, Esat birlikte görülüyoruz…1934’te Ukrayna muhteliti ile Fenerbahçe’nin yaptığı maçta Famin ve Ben maç öncesinde birbirimize başarılar diliyoruz…1934’te Leningrad’da Sovyet millî Takımı ile yaptığımız maçta iki takım kaptanları Ben ve Botosov seremoni sırasında hakemlerle birlikte görülüyoruz…Sovyet takımı kaptanı Botosov o zaman Rusya’nın en iyi futbolcusu idi… Yıllar sonra 1946’da Botosov’la teknik direktör olarak karşı karşıya geldik… Ve uzun süre eski hatıraları yad ettik…Bir Galatasaray maçında çıkan kavgada her iki takımdan da 9’ar kişi cezalandırılınca gençlerden yeni bir ekip teşkil edildi… Ve kaleci Bedii ilk kez o maçtan sonra adını duyurmuştu. Soldan sağa: Antrenör Şvenk, Ziya, Semih, Necdet, Niyazi, Zeki, Şaban, Şevki, Fazıl, Ekrem, Ziya, Bedii…Bir maç öncesi Taksim Stadı harabelerinde Reşat’la birlikte bu fotoğrafı çektirmiştik. O zaman ikimiz de 17 yaşındaydık. İnsan o yaşa dönmek için şimdi neler vermez.Devrin sayılı hakemlerinden biri de Refik Osman Top’du… Fotoğrafta, Refik Osman bir maçımızı başlatmadan önce bizlerle konuşurken…Fenerbahçe 1937’de Maarif Kupası’nı ilk kez Fenerbahçe 1937’de ilk Maarif Kupası’nı kazanınca takım, Marmara’da İpar kotrası ile gezintiye götürüldü… Fotoğrafta, tüm Sarı-Lacivertli futbolcular kotrada görülüyor…Büyük yakınlık gördüğümüz Sovyetler Birliği’nde okuyan bir Türk talebesi ile çektirilen resim…Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ı 1-0 yendiği ve şampiyon olduğu maçın devre arası… Soldan sağa: Nihat, Lütfü, Celal, Cevat, Zeki, Rasih, Ben, hakem Nuri Bosut, Şaban ve Tevfik…Yabancı takımlardan biri ile yapığımız maç öncesinde Hüsnü’lü Fenerbahçe takımı…Zeki’nin veda maçında Avusturya takımının kaptanı Sesta ve ben maç öncesinde…İstanbul muhtelitinin Eintracht Frankfurt ile yaptığı ve 3-1 kazandığı maçta ben takımıma bir gol kazandırırken…1936’deki Yugoslav Milli Takımı ile 3-3 berabere kaldığımız maç öncesinde iki açık, ben ve Niyazi… Bu karşılaşmada üçüncü golü ben atmıştım…1932’de Bulgaristan ile yaptığımız ve 3-2 yenildiğimiz maçta millî on birimiz karşılaşmadan evvel…1936 Berlin Olimpiyat kampında ayaktakiler soldan: Şeref Yaşar, Ben, hakem Şazi Tezcan, Hüsnü ve oturan masörümüz…Yine Berlin Olimpiyat kampı… Ayaktakiler: Bir bisikletçimiz, Fuat, Niyazi, Ben, Cihat… Oturanlar: Şeref ve Gündüz…Fenerbahçe – Beşiktaş maçı öncesi… Hakem merhum Kemal Halim… Ben ve Hakkı birbirimize başarılar diliyoruz…Bir devirde Türk Milli Takımı hakikaten iyi futbol oynadı… Güzel sonuçlar elde etti… Fotoğrafta, Yugoslavya ile 3-3 berabere kaldığımız maçta Yugoslav kaleci benim bir atağımı önlüyor…Fenerbahçe’de teknik direktörlük görevinde bulunduğum sırada kulübümüzün maçından önce, rakip takımın teknik direktörü ile birbirimize çiçek verirken…Fenerbahçe ile Sovyetler Birliği’ne gittiğimiz sırada Moskova Havaalanı’nda rakip takımın yöneticileri bizleri karşıladılar… Fotoğrafta, rakip kulübün yöneticisi yakama rozet takarken…Yıllar ne çabuk akıp gidiyor… İşte, 52 yıl öncesinin Fenerbahçe on biri… Kimi sağ kaldı, kimi göçüp gitti… Ama her zaman anılıyorlar…Eskiden kulüpler gençlere pek önem verirlerdi… Fenerbahçe’de tüm as futbolcular genç takımdan çıkmıştır… Yöneticiler adeta gençlerin üstüne titrerlerdi… Sağ baştan ikinci ben, genç takım arkadaşlarımla…Taksim Stadı’nda yaptığımız bir maçta rakip kalede gol ararken…Galatasaray’la oynadığımız bir maçtan önce… Solda hakem Sami… Yanında Galatasaray kaptanı Nihat ve ben…Rahmetli Kemal Halim devrin en iyi hakemlerinden biriydi… Çok maçımızı yönetti… Fotoğrafta, Kemal Halim, Avusturya ekiplerinden biri ile yaptığımız maç öncesinde ben ve rakip takımın kaptanı ile birlikte…Ankara’da oynadığımız bir maç öncesinde Başkanımız Şükrü Saraçoğlu ile birlikte böyle bir hatıra fotoğrafı çektirdik…İzmir’de oynanan bir maç sonrasında yapılan ben ve diğer Fenerbahçeliler toplu halde…Bir Galatasaray maçı öncesinde ben, Fenerbahçe takım kaptanı, Galatasaray kaptanı kaleci Avni ile el sıkışıyoruz… Ortada hakem Şazi Tezcan…Güneş – Fenerbahçe karşılaşmasından bir görünüm… Ortalanan bir topa koştum, fakat Güneş kalecisi Cihat atak davranarak topu kaptı…Fenerbahçe’nin sezon açılışları eskiden pek görkemli olurdu… İşte, bu sezon açılışlarından biri… Ön sırada, Zeki, Esat, Alaaddin ve ben… Tribündeki seyircilerin alkışları arasında yürüyoruz…Yönetim Kurulu soldan sağa, Naci Barlas, Emin Cankurtaran, Turgut Soydaner, Oramiral Hilmi Fırat, Orhan Ergüder, Güven Sazak, Yavuz Bayraktar ve Osman Karatop…Yönetim kurulu üyeleri bir Ankara seyahatinde zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı’yı da ziyaret etmişti… Fotoğrafta. Akıncı ve Sarı-Lacivertli yöneticiler toplu halde Kara Kuvvetleri binası önünde…Kulüp müdürlüğü kolay iş değildir… Tüm personelden başka futbolcuların dertleri, lisans muameleleri, ihtilafların halli… Organizasyonların düzenlenmesi… Günlük işler… Muhasebenin denetimi… Kısacası akla hayale gelmeyecek şeyler kulüp müdüründen sorulur… Hele hele müdür futboldan da gelmiş olursa vay geldi başına… “Ağabey sen de vaktiyle bizim gibiydin” diyen yanına yaklaşır… Ama ne yalan söyleyelim zevkli iştir…Ben, Osman Kavrakoğlu ve bir devrin maliye bakanı Hasan Polatkan… Fenerbahçe’nin bir maçından sonra verilen kokteylde…Futbol Federasyonu azası iken Hakkı Yeten ve Hasan Polat ile beraber…Szekelly’nin Türkiye’ye gelişinde takımı ona teslim etmiştim… Dr. Reşat ve Szekelly…Futbol Federasyonu azası iken de futbolculukta olduğu gibi dış ülkelere gittik… Fotoğrafta, Yugoslavya’daki toplantıdan bir görünüm…Yugoslavlar bize çok büyük ilgi gösterdiler. Toplantılardan sonraki boş saatlerde bizleri şehrin tarihi ve turistik yerlerine götürdüler.Futbol Federasyonu toplantısından bir görünüm… Hasan Polat, Hakkı Yeten… En sağda da merhum Hasan Ekin… Mihailoviç’i millî takımın başına getirmiştik o günkü görüşmede…Şimdi Milliyet’in Spor Servisi Sorumlu Müdürü olan Namık Sevik sağımda, solumda ise gene aynı gazetenin yazarı, spiker Halit Kıvanç’la bir futbol söyleşisinde görülüyoruz…Sovyetler Birliği’ne yaptığımız seyahatte, Hürriyet’in o zamanki spor muhabiri Demir Feyzioğlu ve ben Moskova’da gezerken görülüyoruz…Devrin Devlet Başkanı masasında…Bulgarlarla yaptığımız maçtan önce soldan sağa bizim takım… Antrenör Schvenk, Hasan Ekin, Aslan Nihat, Ben, Leblebi Mehmet, Hüsamettin, İhsan, Eşref, Selahattin, Vahap, Kemal, Hüsnü, Sait ve Necdet…İstanbul’da oynadığımız bir Milli maçta Zeki, Ben ve Selahattin devre arasında istirahat ederken… Arkamızda Fikret Yüzatlı (Masör), Hamdi, Emin Çap (Federasyon Başkanı), Antrenör Pegnam ve Foto Ali…Fenerbahçe’nin bir maçında Mehmet Reşat, Şaban, Şükrü Saraçoğlu, Naci, Lebib, Melih, Ben, Rebii, A. Rıza, Cihat, Nedim Kaleci…Hakkı Yeten (solda), Fikret Arıcan (sağda), futbol oynadıkları yıllarda bir maçtan önce…Fenerbahçe Yönetim Kurulu olarak zamanın İstanbul Belediye Reisi olan Fahri Atabey’i ziyaret ettiğimiz gün…K. Fikret ile Fenerbahçe Stadı’nda bir maçı izlerken…Fenerbahçe Stadı’nda Esat’la beraber…Bir milli maç öncesi çektirdiğimiz bir resim Niyazi (Güneşli), Niyazi Sel, Ben, Mehmet Reşat, Rebii, Sait, Selim, Rıza, Faruk, Rasih, Hasan Polat, Hüsnü, Hüsamettin Cihat…Çınar Otel’in Kulüp Başkanı Agâh Erozan’la bir sohbet toplantısı…Mevsim başlarında mutlaka bir yabancı takımla maç yapardık… Soldan, itibaren Alaaddin, Firuzan, Şekip, Muzaffer, Sadi, Zeki, Niyazi, Kadri, ben, Saban. Oturanlar: Ziya, Mehmet, Reşat, Rıza…Şimdiki futbolcular gibi otomobille değil, tramvayla antrenmana ve maça giderdik… İşte Kadıköy durağı… Halil ve Suat isimli arkadaşlarımla birlikte görülüyorum…İzmir’den Bir Hatıra – Soldan sağa: Reşat, Muzaffer, Ben ve Hikmet Üstündağ, İzmir seyahatinde bir gezinti sırasında bu hatıra fotoğrafını çektirmiştik…Esat ve Niyazi ile – Bir maç öncesinde Esat ve Niyazi ile birlikte Fenerbahçe forması ile görülüyoruz… Esat da Niyazi de kusursuz futbolculardı…İstanbul Muhteliti – İstanbul muhteliti ile İzmir’e yaptığımız seyahatte vapurda… Ayaktakiler, soldan sağa: Selahattin (Kolera), Avni, Hasan Ekin, Ben, Rebii, Fahri, Orhan Şeref, Saim… Oturanlar: Kemal, Eşref, Mutlu, Yavuz, Celal, Şefik…At Gezintisi – Hayatımda bir tek kez ata bindim… Fotoğrafta, Hereke fabrikasının o zamanki müdürü Kemal Sıdal ve Ben at üstünde görülüyoruz… Hiç unutmama o gün bir, iki saat atla gezmiştik… Ondan sonra da atı sadece sokakta gördüm…1941-45 Ankara – 1941 ve 1945 yıllarında Ankara’da yaptığım çalışmalarda arkadaşlarla birlikte toplu halde görülüyoruz… Başkentte o zaman futbola karşı herkes büyük ilgi duyuyordu… 19 Mayıs Stadı her büyük maçta tıklım tıklım dolardı… Ankara, Türk futbolunda çok büyük isimler yetiştirmiştir…Balıkesir’de Havacılarla – İzmir seyahati dönüşünde Balıkesir Hava Üssü’nde havacıların da konuğu olduk. Bize çok büyük ilgi gösterdiler. Üssü gezdirdiler. Fotoğrafta, havacılardan bir grup, takımın bazı elemanları ile birlikte…Vapurun Güvertesinde – İzmir’de bir maç sonrası vapurun güvertesinde. Bu maçların çoğunu biz kazanırdık…K. Orhan’ı yerime hazırlamak istedim olmadı – Soldan sağa: Lebib, Con Kemal, Ben, Nevzat, K. Orhan… K. Orhan’ı kendi yerime yetiştirmek için çok çaba sarf ettim. Ancak, tam olgun hale geldiği zaman futboldan koptu. Eğer oynasaydı, hakikaten çok daha büyük futbolcu olurdu…1941-1945’de Ankara’da bulunduğum sırada Demirspor’u çalıştırdım. Fotoğrafta, bir maç öncesinde çekilmiştir.Demirspor-Ankaragücü dostluk maçı – Ankaragücü ile çalıştırdığım Demirspor’un maçını Güreş Federasyonu Başkanlarından Sadullah Çifçi ile beraber…Vefa ile Fenerbahçe’nin yaptığı bir lig maçından sonra iki takımın futbolcuları birlikte… Soldan sağa ayaktakiler: Hayri, Ragıp, Mehmet Reşat, Zeki, Şevket, Kadri, Alaaddin, Niyazi, Muzaffer, Ben, Ziya, Hüsnü… Oturanlardan tanıyabildiklerim: Muhteşem, İskender, Osman, Avni, Saim… Yeşil-Beyazlılar ile hayli iddialı maçlarımız olmuştur. Ancak hepsi de dostane geçmiştir. Bizlerde sahada olan sahada kalırdı, dışarda herkes çok iyi arkadaştı…Beşiktaş’ın büyük futbolcusu Şeref’in vefatından bir gün sonra Beşiktaş ve Fenerbahçe karşı karşıya geldiler… Acımız büyüktü. Çünkü Türk futbolu büyük bir evladını kaybetmişti… O gün hepimiz göğüslerimizde siyah bantlarla sahaya çıktık… İşte Fenerbahçe takımı soldan sağa: Niyazi, Muzaffer, Zeki, Ben, Esat, Cevat, Şaban, Mehmet, Reşat, Yaşar, Fazıl, Hüsamettin…Takım arkadaşım Mehmet Reşat Nayır ile çok iyi anlaşırdık. Saha dışında da daima beraber olurdu. Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri olan Mehmet Reşat, futbolcu bıraktıktan sonra bir süre de umumi kaptanlık görevini de üstlenmişti…Mahmut Göknel ile – Sümerbank’ta çalıştığım sürede çok arkadaşım oldu… Hepsi de iyi insanlardı… İşte, yakın arkadaşlarımdan Mahmut Göknel… Göknel maalesef bugün hayatta değil…Fenerbahçe’de tüm arkadaşlar kıyafetimize dikkat ederdik… Kravat, gömlek, takım elbise, sırtımızdan hiç çıkmazdı… Her gün de muntazam tıraş olmaya dikkat ederdik. Programlı bir yaşamımız vardı…Fenerbahçe’de bulunduğu süre içinde sayılamayacak kadar çok yabancı antrenör tanıdım, arkadaş oldum… İşte Yugoslav Mihailoviç… Fenerbahçe’ye geldiği gün havalimanında kendisini ben karşıladım…Yıl 1927… Fenerbahçe’nin Slavia ile maçı vardı. O gün beni de kadroya aldılar… Ancak, yedek olarak kenarda bekledim… Yaşım daha ufaktı… Yedek olarak sahaya çıkmak bile çok büyük bir şerefti benim için…Takım arkadaşım Muzaffer Çizer ile birlikte bir maç öncesinde görülüyoruz. Çizer ile yıllarca birlikte top peşinde koştuk. Üstün yetenekleri olan iyi bir futbolcu idi…Eşekle ada turu… O gün tüm arkadaşlar pek eğlenmiştik… Besteci Osman Nihat Akın da bu gezimizde vardı… Ve ilk kez orada bize yeni bestelediği “Körfezdeki dalgın suya bak” şarkısını söyledi… Bizlere de tekrarlattı…Nice’de yenildikten sonra Başkan Agâh Erozan, Müslim Bağcılar, kaptan Naci, Ben ve Avni yemek masasında… O gün hep futbolda konuşuldu… Niye yenildiğimizin tahlilini yaptık… Herkes çok üzgündü… Hele farklı yenilgiyi kimse hazmedemiyordu… Çünkü Fenerbahçe’de o devirde Türkiye’nin en kuvvetli ekibine sahipti…Yıllarca top peşinde koştum… Hayatımın en güzel günlerini futbolcu iken yaşadım… Öyle zamanlar oldu ki geceleri rüyamda bile futbola beraberdim… Futbolu bıraktıktan sonra da, antrenörlük yaptım… Çalışmalarda bazen eski günlerimi anımsar, çift kalelere katılırdım… Fenerbahçe’de futbolu bıraktıktan sonra şöyle bir madde vardı kontratımda… Antrenörsüz kalındığı anda takımı Fikret çalıştıracak… Bu nedenle de ben sık sık görev başı yapmak zorunda kaldım…İstanbul’da doğup büyümeme rağmen, Ankara’yı da görevli bulunduğum süre içinde hiç de yadırgamadım… Orada da İstanbul’daki kadar büyük ilgi ve sevgi gördüm… İşte yeğenim ve ben… Bir gezinti sırasında görülüyoruz…Futbol Federasyonu’nda görevli olduğum sırada, İzmir Bölge Müdürlüğü’nde bir toplantı öncesi… Bu toplantıya kulüp temsilcileri ve devrin ünlü hakemleri de katılmışlardı…Fenerbahçe’de dostlarımla birlikte… Sağdan, Ahmet Erol, Nimet Arpacı, Talat Ataman, İbrahim Yener, Muhittin Bulgurlu ve Milliyet Gazetesi Spor Sorumlu Müdürü Namık Sevik ile…Sümerbank mensupları ile toplu halde… Sümerbank’taki günlerim pek renkli geçti… Karşılıklı saygı ve sevgi üzerine bir arkadaşlığımız vardı…Sümerbank’ta müdürlerim beni pek sevelerdi… Her derdimle meşgul olurlardı… Sık sık eski futbol anılarımı bana anlattırırlardı… Fotoğrafta, müdürlerimizle birlikte görülüyorum…Gezintiye bayılırım… Sık sık yürüyüşler yaparım… Bu beni dinlendirir… Hala da fırsat buldukça yürürüm…Kulüp müdürlüğüm zamanında görev başında… İnanın bana, kulüp işleri ile uğraşmak futboldan çok çok zordu… Saatlerce masa başında oturmak herhalde hoş bir iş olmasa gerek. Tabii bizim gibi daima hareket halinde olan insanlar için…Rahmetli Gündüz Kılıç’ı görünce ikimiz de basardık kahkahayı… Neden mi? Anlatayım: Gündüz Kılıç, Milli Takıma yeni girmişti… Bir gece O’nu dolaşırken gördüm… Hiç sesimi çıkarmadım… Ertesi sabah karşılıklı konuşuyorduk… “Gündüz” dedim, “Seni gece dolaşırken gördüm. Uykun yoktu galiba.” “Uyurgezerim bazen” demez mi… Evde ne yapardın diye sordum… Yanıtı şöyle oldu: Annemle, babam benimle ilgilenirdi… O zaman ben de kendisine aynen şunları söyledim: “Aslanım o zaman anneni de babanı da kampa getirseydin ya…” Bu olayı hatırladıkça, herkese anlatırdı… İşte gene o olaydan bahsediyoruz… Fethi Dinçer de bizi gülerek dinliyor…Galatasaray’ın futboldaki simgesi Gündüz Kılıç hakikaten büyü futbolcu idi… Teknik direktörlüğü sırasında da kendisi ile sık sık beraber olduk… Fotoğrafta, bir maç öncesinde karşılıklı konuşurken…Fenerbahçe Stadı’nın temel atma merasimi – Fenerbahçe Stadı’nın temel atma merasiminden bir görünüş: Arkada Muzaffer, Niyazi… Önde Zeki, Esat, Alaaddin ve Ben…İlk Maarif Kupası’nı kazanan ekip – 1937’de ilk Maarif Kupası’nı kazanan ekip… Soldan sağa: Esat, Reşat, antrenör Ellyot, Ben… Cevat, Naci… Oturanlar: Ali, Rıza…İstanbul Muhteliti Orhan Şeref Apak’ın başkanlığındaki İstanbul muhteliti vapurun kurtarma sanlında birlikte görülüyor… O zamanlar, İstanbul’da takımlardan seçilen futbolcular, sık sık Anadolu’ya İstanbul muhteliti adında gider ve maçlar yaparlardı…Kulübümüzün azası Sadun Erdemir, yıllarca yöneticilik, divan heyeti başkanlığı yaptı… Kongrelerin renkli simasıdır Erdemir… Avukatlığı yanı sıra, futbol ve futbolcularından da iyi anlar…Naci benim yöneticilik zamanımda bir vakitler yaptığım görevi üstlenenlerden biri… Karagümrük’te yıldızı parlayan Naci Erdem, Fenerbahçe’de de parlak bir futbol dönemi yaşadı ve futbolcu Galatasaray’da son buldu…Hacı Bekir’in başkanlığında – Ankara’da Milli lig şampiyonu olan futbol takımımız Hacı Bekir’in başkanlığı döneminde, Ankara’ya kupa maçı için gitmişti… Fotoğrafta, futbolcular, yöneticiler ve Başkan Hacı Bekir toplu halde…Kürek çekerken – Deniz sporlarını pek severim… Sık sık yüzerim… Bu arada futbol oynadığım devrelerde bizim kürekçilere özenip üç çiftede kürek bile çektim… Soldan ikinci kürek çekerken görülüyorum…Fenerbahçe Stadı’nın yapılmasından önce – Fenerbahçe Stadı’nın yapılmasından önce çok sevdiğim arkadaşlarımla tribün basamaklarında bir arada… Üst sıra, soldan: Samih Duransoy, Ben… Oturanlar: Saip Aydoslu, Hadi, Suat Belgin ve Semih…Yeşilköy Bize Uğurlu Gelirdi – Ne zaman Çınar Oteli’nde kamp yapılsa, Fenerbahçe hep sahadan galip ayrılırdı… Soldan itibaren Kulüp Başkanımız Agah Erozan, Müslim Bağcılar, Çınar Oteli sahibi, Faruk Ilgaz, Fikret Arıcan, Niyazi Sel ve Ben…İsmet Uluğ ve Müslim Bağcılar şu anda hayatta değiller… İkisini de bu kulübe çok büyük hizmeti geçmiştir… Uluğ sertliği, prensipleri ve futbolculuğu yanı sıra kendi devrinin iyi boksörlerinden biri de idi… Bağçılar ise, özellikle transfer ayında, aldığı futbolcularla büyük ün kazanmıştı…Çınar Oteli’nde Yapılan Kamptan Bir Köşe – Soldan itibaren: Firuzan Tekil, Faruk Ilgaz, Müslim Bağcılar, K. Fikret ve Ben…50. Yıl Töreni – Fenerbahçe’nin 50. yıl törenlerinden bir an… Sahanın içinde yöneticiler, tribünde seyirciler bu büyük günü kutlamaya hazırlanıyorlar…Hazırlık Maçı Devre Arası – Tahta tribünlerin olduğu devirlerde Fenerbahçe hazırlık maçlarını hep kendi sahasında yapardı. İşte o maçlardan birinde devre arasında görülüyorum…Yeten’le Futbolcuları Konuşuyoruz – Milli takım aday kadrosunun Fenerbahçe Stadı’nda yaptığı hazırlık maçında devre arasında Hakkı Yeten’le, futbolcuların durumunu konuşuyoruz. Milli takım seçimi büyük bir titizlikle yapılırdı… İsim bizim için önemli değildi. Kim iyiyse, o takıma girerdi. Bu yüzden pek çok şöhretin kadro dışı kaldığı da görülürdü…Bir Kongre Sonrası – Bir kongre sonrasında Fenerbahçe’de yeni göreve gelen heyet… Soldan itibaren: Rüştü Dağlaroğlu, Müslim Bağcılar, Dr. Reşat Dermanver, Osman Kavrakoğlu, Hüsamettin Böke, Zeki Rıza Sporel, Muhter Sencer, Raif Dinçkök, Ertuğrul Akça, Muhittin Bulgurlu, Talat Ataman, Rıza Işıldar ve Ben…Futbol Federasyonu’nda görevli olduğum sırada, bir maç arası şampiyon olan Altay, gene takım Kaptanı’nı tebrik ederken…Uzun yıllar Sümerbank’da çalıştım… Buradaki arkadaşlarımı hiç unutamam… Zaman zaman toplanır eski hatıraları tazeleriz… Fotoğrafta, arkadaşlarımdan bir grupla, yemekli bir toplantı öncesinde görülüyoruz…Sağdan sola, Şazi Tezcan, ben ve Hakkı Yeten… Milli Takım aday kadrosunun yaptığı bir karşılaşmayı izliyoruz…İzmir Bölgesi Mensupları ile – Futbol Federasyonu üyeliği sırasında hayli problemli olayların içinde yaşadım… Zaman zaman toplantılara İzmir’e, Ankara’ya uçtum… İşte İzmir’deki toplantıdan bir görünüm… Kulüp yöneticileri ve bölge mensupları konuşma öncesinde…Ece – Erimtan ve Usuoğlu Üçlüsü – Bir zamanların ünlü üç yöneticisi soldan sağa, Turgan Ece, Nejat Erimtan ve Sadri Usuoğlu… Bu üçlü Ece ve Erimtan yıllarca Galatasaray’da yöneticilik yaptılar… “Arap Sadri” diye tanınan Sadri Usuoğlu, Beşiktaş’ın her şeyi idi… Ben de o zaman, federasyon üyeliği görevini sürdürüyordum… İşte o meşhur üçlü ve ben, bir konuyu tartışırken görülüyoruz…İlk Antrenörlük Günlerim – Fenerbahçe’deki futbolculuk dönemimden sonra antrenörlük günlerim de hayli hareketli geçti… Sağdan sola, ben, Yüksel, Selim, Ogün, Ali ve Güray çalışma öncesinde görülüyoruz…Sık Sık Yabancılarla Birlikte Olurduk – Yabancı spor adamları sık sık yurdumuza gelirlerdi… Ayrıca, futbolculuk devrimizde Avrupa’nın ünlü ekipleri ile sayılmayacak kadar çok maç yaptık… Bir zamanlar karşı karşıya oynadığımız şimdi adını hatırlayamadığım bir Macar yurdumuza geldiğinde kendisi ile konuşurken…Kazanamadığımız maçlar beni feci şekilde sinirlendirirdi… Bu nedenle de yanıma hemen hemen kimse yanaşmazdı… Resim bile çektirmezdim ama nasılsa bir foto muhabiri arkadaş beni bu halde yakalamış…
Fenerbahçe’de Yemekli Bir Toplantı – Bugün olduğu gibi Fenerbahçe’de sık sık yemekli toplantılar tertiplenir, eski arkadaşlar bir araya gelip sağdan soldan konuşurduk. Konu tabii ki, futbol olurdu… İşte, bu yemekli toplantılardaN biri…
Kızılcahamam Kampı – Fenerbahçe’nin Kızılcahamam kampı… Teknik Direktörümüz Didi de Kızılcahamam’ı pek severdi… Çoğu zaman yeni sezona hep Kızılcahamam’da hazırlanırdık… İşte, yemekten bir köşe, sol başta oturan yöneticilerden Bülent Yüksel… Yanında gazeteci Yavuz Bayraktar… Didi ve kızı… Tam karşılarında da ben…Futbol şürası veriyorlar… – Ankara’da yapılan futbol şurasından bir görünüm… Sağdan ben, Sabahattin Erman ve Doğan Andaç… İkisi de Türk futboluna büyük hizmetler verdiler…Gegiç’in Fenerbahçe’ye Geldiği İlk Gün – Gegiç Fenerbahçe’ye ilk geldiği gün maçımız vardı… Futbolcuları İnönü Stadı’nda yanımda izledi ve o gün kararını verdi… “Bu takım çok iş yapar” diye… Fotoğrafta Gegiç’le birlikte görülüyoruz…Soldan ikinci Ogün… Yanında Cemil ve önde Ogün’ün çocukları… Yıllarca kulüpte yöneticilik yapan Osman Karatop… Gazeteci Yavuz Bayraktar ve Ben…Abdullah Gegiç – Abdullah Gegiç, Fenerbahçe’de uzun sürelerle antrenörlük yaptı… Otoriterdi, disiplini severdi… Fenerbahçeli futbolculara çok da emeği geçmiştir… Soldan itibaren, Abdullah Gegiç, ben, tercüman Erman ve masör Hayri İnönü Stadı’nda galip geldiğimiz bir maçı izlerken görülüyoruz…42 Yıllıklar – Türk futbol tarihinde çok büyük renkli isimler vardır… Hepsi de dillerden düşmeyen anılara sahiptir bu şöhretlerin… İnsan zaman zaman maçları izlerken doğrusu bu ya eskileri arıyor… Onların stillerinde bugün pek az futbolcu var… Belki bana öyle geliyor ama topa vuruşlar bile o zamanlar bir başka idi… İşte 42 yılın sporcuları bir arada… Ayaktakiler soldan sağa: Leblebi Mehmet, Hakkı Yeten, Zeki Rıza Sporel, Lefter Küçükandonyadis ve ben… Ortadakiler: Selahattin Torkal, Ali İhsan Karayiğit, Çengel Hüseyin… Oturanlar: Galatasaraylı Faruk, Cihat Arman ve Basri Dirimlili…Federasyon-kulüp ihtilafı – Kulüplerle, federasyon arasında bir zamanlar ihtilaf hiç eksilmezdi… Ama çabuk tatlıya bağlanırdı… Önce sohbet eder, sonra toplantıya başlardık… Soldan itibaren Rahmi Magat, Ben, Hayri Yorgancıoğlu ve avukat Tekin görülüyor…Kaptan Cemil – Cemil’in yıldızı İstanbulspor’da parladı… Fenerbahçe’de doruk noktasına ulaştı… O da Fenerbahçe’ye renk verdi, Fenerbahçe de O’na… Kaptan Cemil’in bir büyük özelliği de zaman zaman tek başına bir takım gibi kuvvetli olması idi… Formda olduğu zaman kalecilerin korkulu rüyası oldu… Klas bir futbolcu idi…Kızılcahamam Kampı – Fenerbahçe’de yıllarca futbolcu olarak hizmet verdim… Daha sonra umumi kaptanlık, teknik direktörlük, çalıştırıcılık yaptım… Her zaman disiplini ön planda tuttum… Allah’ı var futbolculardan ve yöneticilerden her zaman saygı ve sevgi gördüm… İşte Kızılcahamam kampı… Ben ve arkadaşım birlikte…Didi’li Şampiyon Fenerbahçe – Didi, Türkiye’ye geldiği zaman Fenerbahçe de renklendi… Dünyanın sayılı şöhretleri arasında gösterilen Brezilya’nın unutulmaz eski futbolcusu Didi, Fenerbahçe’ye hayat verdi… Onun zamanında taraftarlarımızın yüzü güldü… Didi’nin çalıştırdığı Fenerbahçe, Avrupa’da dünyada da tanınır hale geldi… Didi, iyi çalıştırıcılığı yanı sıra, sempatik ve de iyi kalpli idi… Taraftarlarımız da kendisini pek sevmişti… Fotoğrafta, Didi ve şampiyon Fenerbahçe takımı benimle birlikte görülüyor…Faruk Ilgaz ve Ben – Faruk Bey (Ilgaz) kulüpte çeşitli kademelerde yıllarca görev yaptıktan sonra defalarca da başkan oldu… Kendisi ile çalışma imkânı da buldum… Hakiki bir Fenerbahçelidir Faruk Ilgaz… Kulübü için çok çalışmıştır. Bunun yanı sıra sosyal tesislerimizin yapımında çok büyük rolü olmuş ve Fenerbahçe’ye iyi bir lokal kazandırmıştır…Mehmet Reşat Nayır ile Beraber – Mehmet Reşat Nayır ile yıllarca birlikte top koşturduk… Ne yalan söylemeli… Klas bir futbolcu idi… Birlikte çok tatlı anılarımız oldu… Fenerbahçe kazandığı zaman sevindik… Kaybettiği zaman üzüldük… Reşat Nayır futbolu bıraktıktan sonra gene Fenerbahçe’de görev aldı ve başarı ile yürüttü…Eralp’ın Gençlere Hizmeti Unutulamaz – Fenerbahçe genç takımından yetişen her futbolcuda İrfan Eralp’in katkısı büyüktür… İşten iyi anlar… Kimin nasıl futbolcu olacağını iyi kestirir… Bu işin üstadıdır… Gençler de İrfan ağabeylerini pek severler… Herkesin derdi ile meşgul olur, elinden gelen yardımı esirgemez… Kendisi ile birlikte çok seyahatlerimiz olmuştur… İşte Afyon… Büyük Atatürk’ün heykeli önünde ikimiz birden objektif karşısındayız…Oğlum ve torunumla görülüyorum.
Bundan tam bir asır önce, Vatan gazetesinin spor köşesinde Slavia Prag karşısına çıkacak İstanbul karmasının nasıl kurulması gerektiği yazılmış. İlk “tarz-ı teşkil” gazetenin hoşuna gitmemiş olacak ki kendi önerilerini yapmışlar. Enteresan bir yazı. Keyifli okumalar…
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı İstanbul Mıntıkası Futbol Heyeti dünkü nüshamızda intişar eden bir tebliğname ile İstanbul muhtelit futbol takımını, bugün, İngilizlerin kuvvetli bir muhtelit takımıyla müsabaka icra etmek üzere Kadıköyü’ndeki İttihat Spor Meydanı’na davet etti.
“Roska” kulübünün İstanbul’a geleceği şayi olduğu esnada birkaç talim ve müsabaka yapan İstanbul muhtelit takımının aradan geçen üç ay zarfında tamamen atıl durduktan sonra böyle birdenbire egzersize davet olunması, takımı “Slavya” maçlarına hazırlamak arzusuna müstenid olmak lazımdı. Esasen tebliğnamenin serlevhası İstanbul futbol heyetinin bu endişesine tercüman olmaktadır.
Binaenaleyh “Slavya”ya karşı hazırlandığı anlaşılan İstanbul muhtelit takımının tarz-ı teşkili hakkında futbol heyetinin nazar-ı dikkatini celb etmek isteriz.
Davet olunan futbolistler meyanında kaleci Nedim Bey vazifesinin eridir. Yalnız son Altınordu müsabakasında mümaileyhin eli incinmişti. Eski selabetini iktisap etmemiş olan bir el ile kalecilik etmek evvela Nedim Bey’in sıhhati, saniyen muhtelit takımın menfaati namına iyi bir şey olmasa gerektir. Her ihtimale karşı mumaileyhe halef olmak üzere irae edilen Nüzhet Bey’e gelince: Bu zattan daha mahir bir kalecimiz daha vardır ki onun ismini namzetler meyanında görmemekle mütehayyiriz. Şekip Bey her halde tecrübe edilmek lazımdır.
Müdafi Cafer Bey hakkında bir diyeceğimiz yoktur. Fakat Şükrü Bey’in müdafi olmasını muvafık bulamadık. Zira mademki muhtelit takım Slavya’ya karşı ihzar edilmektedir, oyuncuların çok koşan ve hiç yorulmayan Slavya muhacimlerini tevkif edebilecek kadar seri ve çevik olması iktiza eder, hâlbuki Şükrü Bey’in sürati azdır. Bizce Şükrü Bey, Zeki ve Bedri Beylerin arasına, sol iç muhacim olarak takıma ithal edilmeli ve müdafi olarak da Hasan Kamil Bey alınmalı idi.
Muavinlerden Nihat ve İsmet Beyler diğerleriyle esasen kabil-i tebdil değillerdir. Lakin Feyzi Bey’e tercih edilecek birkaç futbolistimiz vardır. Mesela: İbrahim ve Sadi Beyler. Vakıa Feyzi Bey topa hâkimdir. Pas vermek hususunda oldukça melekesi vardır. Fakat Slavya’ya karşı ittihaz edeceğimiz tabiye mutlak tedafi olacağı için muavinler mümkün mertebe fazla koşanlardan ve vücutça kuvvetli olanlardan intihap edilmek muvafıktır. Bu sebeplere binaen biz Sadi ve İbrahim Beyleri namzetler meyanında görmek istedik.
Muhacim hattı (dediğimiz gibi) Şükrü Bey ilave olunduğu takdirde İstanbul’da teşkili mümkün olan “ideal” muhacim hattı olur.
Mamafih önümüzde fazla zaman olmadığı için bugün bittabi futbol heyetinin tertip ettiği takım sahaya çıkacaktır. Fakat Salı veya Çarşamba günü ikinci bir talim müsabakası daha tertip edilir ve müdafaaya Hasan Kamil Bey, muavinler hattına İbrahim veya Sadi Beylerden biri getirilir, muhacim hattına da Hasan Bey’in yerine Şükrü Bey geçirilirse, ümit ederiz ki, daha iyi bir netice hâsıl olur.
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXIII” : 1926 yılından geliyor.
1925 te Slâvya’ya karşı muzaffer olan Türk futbolu Mısır’da da hayranlık uyandırmış ve bir futbol takımımızın Mısırı ziyareti çok istenmişti.
İstiklâl savaşımızı takip eden senelerde Mısır zengini ve fakiriyle memleketimize karşı derin sevgiler beslemekte idi. Elçimiz, İstiklâl harbi kolordu kumandanlarından Muhiddin Paşa merhumun da bu sahadaki müspet rolü büyüktü.
Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti Kahire’nin Kürretülkadem kulübüyle mutabık kalıp Şubat 1926’da Fezara vapuruyla Mısır’a gitti. 4 hafta süren bu seyahatte 6 maç yaptı… İskenderun muhteliti ile (1-1) berabere kalan Kahire muhtelitine 3-0 ve rövanşta İskenderun muhtelitine 2-1 mağlup olan takımımız Kahire muhtelitiyle yaptığı rövanş maçında 2-2 berabere kalmış, son Portsait ve Mısır muhteliti maçlarını da 5-1 ve 2-1 kazanmıştı.
Görülüyor ki netice iki taraf için müsavidir. Ancak Mısırlılar gençlerimizi üstat birer futbolcu olarak değil, fakat bir husumet cihadını alt etmiş kahraman- bir İslâm milletinin mümessilleri olarak gördüklerinden bağırlarına basmışlardı. Sayısı mahdut olan zengin tabaka hususi otomobillerini gençlerimizin emirlerine tahsis etmeği bir şeref sayar ve bunun için birbirleriyle yarış ederlerken, yüzde 99’u teşkil eden fakir tabaka da onları birer kahraman mücahit gibi elleri üstünde taşımış, her birini “Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Kâzım Paşa!…” gibi isimlerle anmış ve alkışlamışlardı Hele 2 Mart 1926 akşamı Mısır futbol federasyonunun verdiği muazzam ziyafette yaşanan o candan sahneleri tasvir güçtür. Birçok Mısırlı hatipler Türk inkılâbı ve Gazi Mustafa Kemal için takdir ve hayranlıklarını pek coşkun şekillerde izhar etmişler, memleketimizin refah ve kudretine dualar ve sporcularımıza da altın madalyalar hediye eylemişlerdi.
Kahire’deki Rejina Palace otelinin önü günlerce, sabah akşam ve geceleri tezahürat içinde inlemişti. 15 Türk futbolcusu Mısır’ı sanki içeriden fethetmişlerdi.
Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti bu seyahate yeknesak kıyafetle çıkmıştı. Sarı parlak düğmeli lâcivert renkte ceket ve gri pantolon giymişlerdi. Formaları ise beyazdı. Fakat solda, kalp üzerinde kırmızı yuvarlak içinde beyaz ay – yıldız vardı. Bu kıyafetleriyle de halk üzerinde fevkalâde intiba bırakmışlardı Takım sahalara çıkarken ay – yıldızı gören seyircilerdeki heyecan zapt olunmaz bir hal alırdı.
Mısırlılarla bu ilk teması diğerleri takip ettiler. Fakat temaslar ilerledikçe esefle göze çarpan nokta Mısır halkında memleketimize olan sevginin yavaş yavaş zeval buluşudur. Bunun ilk sebeplerini Mısır’ın sabık devlet adamlarındaki memleketimize karşı duyulan kıskançlık hisleriyle, meydanı boş bulan Komünizmin fakir halk kitlelerine süratle nüfuz edişinde aramak gerekir. Temennimiz, durumun bugünkü inkılâpçılar elinde salâh bulması ve iki millet arasındaki tarihi ve manevi bunca rabıtaların basit hislere feda edilişine artık son verilmesidir.
İşte; yukarıdaki resim Mısır’la ilk futbol temasımıza ait olup 19 Şubat 1926 Cuma günü Kahire’de Kahire muhteliti ile karşılaşan Fenerbahçe – Galatasaray muhtelitini maçtan önce gösteriyor.
Sağdaki 4 fesliden 3’u Mısırlıdır. Öndeki pardösülü fesli ise Mısırlı değildir. Bilâkis, bu seyahatin organizatörü Türk ve Galatasaraylı Vamık (Gezen)dir. Mumaileyh, Mısır ve Mısırlılarla yakın alâkası dolayısıyla, orada fesle gezmeyi ahbaplarına karşı cemile sayıp tercih etmişti.
Şapkalılardan birincisi sol açık Bedri, ikincisi Fenerbahçeli gazeteci Çelebizade Sait merhum, kasketli de kafile ve Galatasaray antrenörü Billi Hanter’dir. Sonra futbolcuları görüyorsunuz.
Sıra ile: (Ye Mehmet) lakabıyla maruf Galatasaray müdafii Mehmet Nazif, kaleci Ulvi, müdafi Kadri, kaleci Nedim ve Kemal Faruki. Ortadakiler Hayri, Nihat, Kemal Rıfat. Oturanlar da bu maçtaki forvet hattıdır: Muslih, Sabih, Zeki, Alâeddin; Mehmet…
Resimde kafileden 3 kişi noksandır. Bunlar futbolcu Cevat’la Fenerbahçeli idareci umumi kâtip Ali Naci (Karacan) ve Galatasaraylı idareci Sedat Rıza merhumdur.
(Gelecek resim ve yazı; 28 sene evvel Sofya’da oynanan bir Türkiye – Bulgaristan milli maçına aittir.)
Rüştü Dağlaroğlu – 21 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XVIII” : 1923 yılından geliyor.
Progres kulübü 1914’te Altınordu ismini aldıktan sonra palazlanmağa başladı. İki sene sonra, Fenerbahçe birinci takımından 7 oyuncunun iltihakıyla da yenilmez bir kuvvet oldu.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve futbolcu kıtlığı arasında yaşanan bu hâdise, Fenerbahçe’yi sarsar ve senelerce toparlanmağa imkân vermezken Altınordu en parlak devrini yaşamıştır.
Savaş bitince muvazene yeniden doğdu, fakat bu kısa sürdü. Çünkü Altınordu’da iç buhranlar başlamıştı. Fenerbahçe ise, genç elemanların yetişip gelişmeleriyle toparlanıp üstünlüğü tekrar ele aldı.
Altınordu kulübü, kudret ve kuvvetini muhafaza için 1920/23 yıllarında büyük gayretler göstermiştir.
Bilhassa, 1923 senesi bu hususta en büyük mücadele yılı oldu. Fakat mukadder akıbet, maalesef, önlenemedi ve çöküntü 1924 te emrivaki oldu.
İşte, yukardaki resim Lâcivert-Kırmızı takımın 1923 teki son kuvvetiyle devrinin bir hâtırasıdır. O yılın ilkbaharında, Taksim stadyumunda İngiliz bahriyelileriyle yaptığı bir maçtan önce alınmıştır.
Sağ baştaki sivil, senelerce Altınordu idare heyetinde vazifeli bulunan meşhur Otomobil Nuri’dir. Bu namdar sağ muhacimin Fenerbahçe genç takımlarından yetiştiği ve birinci takımın en nafiz unsuru iken 1916’da Altınordu’ya geçenlerin başında bulunduğu malumdur.
Merhum Nuri’nin sağındaki ufakça yapılı, kara ve kuru genç meşhur Baron Feyzi’dir. O da Fenerbahçe genç takımlarından yetişmiş ve senelerce birinci takımda oynadıktan sonra 12 Kasım 1920’de Fenerbahçe’nin Altınordu’yu 4-3 yendiği tarihi bir maçı müteakip yeni kurulan İttihat Spor Kulübü’ne girmiş, oradan da Altınordu’ya geçmişti.
Üçüncü yağız delikanlı Baltalimanlı meşhur Faik’tir. Bu şöhretli santrforun birçok gençler yetiştirdiği malumdur. Baltalimanlı Faik’in yanında muavin futbolculardan Mükerrem görülüyor. Onun yanında da Türk futbolunun eski maruf “Şiir”i Refik Osman Top’u görüyorsunuz. Refik de futbola Fenerbahçe genç takımlarında başlamış; senelerce Altınordu, Fenerbahçe ve İttihat Spor kulüplerinde oynadıktan sonra yine Altınordu’ya dönmüştü.
Refik’in sağında muhacimlerden Sami, onun yanında da uzun boyu ile Nedim Kaleci görülüyor. Nedim, Altınordu’nun en vefakâr unsurlarından olarak şöhret bulur. Kulübünün satvetli devrinde yıllarca kalesini koruduktan sonra, çöküntü devrinde de oynamakta devam etmiş ve nihayet 1925’de Fenerbahçe’ye girmiştir.
İlk milli kalecimiz Nedim’in sağındaki başı saçsız zatı yakından tanıyacaksınız: Beykozlu meşhur Kelle İbrahim’dir. O sıralarda Altınordu’nun santrhafı idi ve 26 Ekim 1923 teki ilk beynelmilel maçımızda, Bedri Gürsoy’un sakatlanması üzerine, takıma girmiş ve milli olmak şerefini kazanmıştır.
Kellenin sağındaki dolgunca vücutlu genç Kara Cemil’dir. Altınordu’da yıllarca sol muhacim oynamıştır. Bu da futbolu Fenerbahçe’nin genç takımlarında öğrenip 1916 sonbaharında Altınordu’ya geçenlerdendir.
Kara Cemil’in sağında meşhur (Balıkçı Tevfik) görülüyor. Altınordu’nun bu yaman müdafii daha sonra Beşiktaş’a girdi.
Nihayet, son sporcu merhum Emin’dir. Sert ve şahsi oyunu ile maruf Emin’in ilk milli maçımızda sağaçık oynadığını ve Kelle İbrahim’le merhum Baron Feyzi bir defa milli olduğunu hatırlarız.
Kalpaklı zata gelince bu da Nedim Kaleci’nin ağabeysi Hüseyin Serter’dir. O sıralarda Altınordu idare heyetinde bulunuyordu.
Resimde, o günkü takımdan yalnız soliç Mutena yoktur. Resme yetişememiştir.
Gelecek resim ve yazı: 1928 Olimpiyatları futbol kadromuzu Amsterdam’daki otellerinde canlandırıyor.
Rüştü Dağlaroğlu – 24 Temmuz 1954 – Akşam Gazetesi
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XVI” : 1924 yılından geliyor.
26 Ekim 1923 Cuma günü oynanan ve 2-2 beraberlikle neticelenen ilk milli karşılaşmamız Türkiye – Romanya maçı umumi efkârda yüksek maneviyat yarattı. Hatta o maçta muhakkak bir galibiyet fırsatının kaçırılmış olduğu kanaati de doğdu. Filhakika; milli maçtan 4 gün sonra, 30 Ekim 1923 Salı günü Fenerbahçe’nin Macarlarla takviyeli ve (Romanya muhteliti) adı altında oynayan daha kuvvetli kadro ile tek başına berabere kalması ve hatta çok hâkim oynaması bu kanaati takviye de etmişti.
İşte; umumi efkâr, büyük gelişme halindeki futbolumuzla övünürken 6 ay sonraki 8’inci dünya olimpiyatları günün mevzuunu teşkil etmeğe başladı. Mayıs ayında Paris’te yapılacak bu 1924 olimpiyatlarına iştirakimiz bütün spor umumi efkârınca yürekten arzulanıyordu.
Filhakika; Türkiye aleyhinde asırlardan beri bin bir kötü propagandalara sahne olmuş yeryüzünün her tarafından Paris’e gelecek sporcu, gazeteci ve seyirci yüz binlerce insana Türkü asil sporcu gençliği vasıtasıyla tanıtıp bu propagandaların yalan olduklarını ispat etmek imkânı böylece ele geçmiş olacaktı.
Milli propaganda için bundan daha mükemmel fırsat olamazdı. Ayrıca, beynelmilel olimpiyatlar cemiyetinin 1923’teki sorusuna da esasen müspet cevap verilmiş ve hatta katılacağımız branşların güreş, atletizm, atıcılık ve futbol olduğu da tasrih olunmuştu. Fakat o tarihten bu yana, yani bir senedir ileri atılmış bir adım yoktu. Acaba yeni kurulmuş Cumhuriyet hükümeti İdman Cemiyetleri İttifakı’nı tanıyacak mı idi? Bu meçhul olduğu gibi, gereken masraf da nereden temin edilecekti?
İşte, alâkalılar için bu cidden endişeli günlerde Maarif Vekili merhum İsmail Safa Bey Türkiye Milli Olimpiyatlar Komitesi’ne bir mektup yollayarak gençlerimizin Paris olimpiyatlarına iştirakleri için ne gibi yardıma ihtiyaç duyulduğunu sordu.
Bunu Aralık 1923’te Maarif Vekâleti Vekili Necati Bey’in İdman Cemiyetleri İttifakı’na yolladığı bir telgraf takip etti. Merhum, bu telgrafında “Gençlerimizin ecnebi takımlar karşısında ihraz ettikleri muvaffakıyetler mucibi iftiharımız olmaktadır” diyor ve bir heyetin derhal Ankara’ya gelip hükûmetle temas etmesini tavsiye ediyordu. Bu, cidden büyük bir müjde idi. Çünkü devlet, hem teşkilâtı tanımış, hem de sporu bir kültür dâvası saydığını bu iş için Maarif Vekâletini vazifelendirmekle göstermişti. Necati Bey merhumun telgrafının ilk kısmı o günleri yaşayanlarca kabul olunacaktır ki, Fenerbahçe kulübünün faaliyetiyle ilgilidir.
Fenerbahçe’nin 5 işgal ve mütareke senesinde inatçı düşman takımlarına karşı temin ettiği fasılasız zaferler milletimizin nihai zafer ve istiklâle olan inancını kuvvetlendirirken, bu mutlu keyfiyet Anadolu yaylalarında savaşan ve düşmanı vatanın harimi ismetinde boğmağa azimli milli kahramanları da hoşnut etmekte idi. İşte, bu tarihi zafer silsilesinin yarattığı memnuniyet devlette spora karşı alâkayı arttırdı ve Cumhuriyet hükûmeti, teessüsünden bir kaç ay sonra, fakir bütçesinden 50 bin lira tahsisat ayırdı.
Bu para sayesindedir ki Türk sporu ilk defa olarak olimpiyatlara katılmak ve kendini tanıtmak imkânına kavuşmuştur. Kabul olunmalıdır ki talih bu ilk büyük imtihanında Türk futboluna yâr olmamış ve dişimize uygun bir yığın rakip dururken karşımıza Çekler gibi kuvvetli bir milleti çıkarmıştır. Çekoslovakya o tarihlerde futbolda en ileri memleketlerin başında idi. Buna rağmen, maneviyat bozulmadı ve kadromuz, tarihteki bu ikinci beynelmilel maçına metanetle hazır bulundu.
2,5 sene önce takviyeli Galatasaray’ın Avrupa turnesinde Almanya’da kalan Bekir de Paris’e getirildiğinden 25 Mayıs 1924’te Çekoslovakya’nın karşısına şu tertipte çıktık:
İsveçli Anderson idaresindeki bu maç, malûm olduğu üzere 5-2 kaybedilmiştir.
Nedim Kaleci’yi el üstünde taşıyanlar arasında o zamanlar dünyanın en meşhur kalecisi İspanyol Zamora da vardı. Zamora, Olimpiyat köyündeki antrenmanlarda Nedim’i yakından görmüş ve hayran olmuştu.
Çekoslovakya maçı akşamı Paté sinemasında müsabakanın filmi gösteriliyordu. Zeki (Sporel) ile beraber kapıda Ay-Yıldızlı resmini gören Nedim (Kaleci) hemen sinemaya girdiler. 10 dakika devam eden bu filmde Nedimin o günkü harikulâde kurtarışları gösterilirken Fransız spiker şöyle konuşmuştu:
“İşte Türk kalecisi ki bugün kalesini bir aslan gibi müdafaa etti.”
İşte, yukarıdaki resim milli takımımızı 25 Mayıs 1924 maçından bir saat kadar önce Colombe’deki Willage Olympique’de gösteriyor. Takımımız, buradan 20 dakika mesafedeki stada gidecek ve şöhretli rakiple karşılaşacaktır. Her halde bu ilk olimpiyatlar kadromuzu tanıyacaksınız.
Sağ baştaki koyu renk fanilalı o gün cidden fedakârane bir oyun çıkaran ve bu arada parmağı çıktığı halde kalesini terk etmeyen Nedim (Kaleci)dir ki, maçı müteakip Fransız seyirciler tarafından el üstün de taşınmıştı. Sonra Bedri, Cafer, Nihat, Zeki, Kadri ve antrenör Billi Hanter. Çömelenler de yine sağdan Leblebi Mehmet, Bekir, Âli, Alâeddin ve İsmet’tirler.
(Gelecek resim ve yazı, Milli Takımımızın meşhur Şimal turnesi ve futbolda ilk milli galibiyetimize dairdir.)
Rüştü Dağlaroğlu – 10 Temmuz 1954 – Akşam Gazetesi
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XV” : 1923 yılından geliyor.
Bilindiği veçhile (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) teessüs eder etmez 1921 yazında Beynelmilel Futbol Federasyonu’na müracaatla üyeliğe kabulünü istemişti.
FİFA, Birinci Dünya Savaşından sonraki ilk toplantısında, yani 1923 Mayısında bu talebimizi ittifakla kabul etti. Cenevre’deki bu içtimada memleketimizi (Serveti Fünun) sahibi merhum Ahmet İhsan Bey’in temsil ettiği de malumdur. Böylece, Türkiye için beynelmilel temaslar imkânı artık sağlanmış oluyordu.
(Mayıs 1923)ü biraz tahlil edersek hatırlarız ki; Anadolu tahripkâr bir harbden yeni çıkmış, İstanbul da işgal altındadır. Bir husumet cihanına karşı Lozan’da tek başımızayız. Milli haklarımız katra katra kurtarılabilinmektedir. Böyle bir durumda bünyesini henüz tamamlayamamış Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın derhal milli temaslara girişebilmesine bittabi imkân görülemez. Bununla beraber (Milli takım) sözü bir yıldan fazladır artık duyulmağa, yazılmağa ve hatta şiddetle de sevilmeğe başlanmıştır.
(Milli takım) sözünün bu derece içten sevilmesinde milletin o yıllarda içinde bulunduğu durum ve çektiği kahrın rolü şüphesiz ki çok büyük ve birinci derecededir. Parçalanmış, istilâ ve tahkir olunmuş harap bir yurtta asırların efendi bir milleti, artık büyüğü küçüğü; kadını erkeği el ele vermiş, namus ve istiklâli kurtarma uğrunda yıllardır türlü fedakârlıklarla savaşıyordu. Milletin kanla yazdığı ve çizdiği hedef (misakı milli), bunun tahakkuku uğrunda girişilen savaş (Milli Mücadele), savaşın önderleri (milli kahraman), onu yapan kuvvetler de (milli ordu) isimleriyle anılıyorlardı.
İşte, vatanın harimi ismetine tecavüz eden düşmanlarla bir ölüm dirim mücadelesine atıldığımız 1920-23 senelerindeki milli misak, millî mücadele, milli kahraman ve milli ordu ad ve mefhumları yanında (milli takım) sözü de pek tabiidir ki çok müessir bir tabir olarak milli duyguları alevlenmiş yaralı milletçe kalpten benimseyecek ve sevilecekti.
Bu tabir gazete sütunlarında ilk defa 1922 Martında okundu. (Akşam) gazetesi (Türk milli takımı kimlerden müteşekkil olmalıdır?) diye bir anket açmıştı. Görülen büyük alâka üzerine, 15 Haziran 1922’den itibaren, stat idareleri İstanbul’un en iyi futbolcularından, gayri resmi olarak milli takımlar kurmağa ve maçlar organize etmeğe başladılar. 15, 19, 22 Haziran ve 8 Temmuz 1922 günlerinde bu gayri resmi (milli takım)lar, göğsü kırmızı bantlı formalarla, işgal kuvvetlerine karşı 4 maç yaptılar ve bu maçları sırasıyla 3 -1, 9-1, 5-0, 40 kazandılar.
FİFA’ya müracaatımızın henüz cevaplanmadığı bu sıralarda (milli takım) mevzuunun gördüğü büyük alâka, karşısında T. İ. C. İ. Merkez heyeti reisi Ali Sami (Yen) merhum, 1923 ilkbaharı için milli takım namına bir Fransız takımıyla angajmana girişti ve bu maksatla 17 futbolcu 18 Ocak 1923 günü için Divanyolu’ndaki (Şark Mahfeli) ne davet olundular. Türk futbol tarihinde teşkilât tarafından ilk defa ve resmen davet olunan bu milli kadro şudur:
Hilal’den Sadi (Çoban) merhum; Süleymaniye’den Hüsnü (Erceyiş); Altınordu’dan Nedim (Kaleci), Refik Osman (Top) ve Badi Şükrü merhum; Galatasaray’dan Nihat, Edip, Rüştü; Fenerbahçe’den Şekip (Kulaksızoğlu), Hasan Kâmil (Sporel), Cafer (Çağatay), İsmet (Uluğ), Kadri (Göktulga), Bedri (Gürsoy), Zeki (Sporel), Alâaddin (Baydar) ve Sabih (Arca).
Bu kadro 1923 Şubatından itibaren hazırlık maçlarına başladı. İlk giyilen forma beyaz pantolon ve yeşil fanilâdır.
İşte, bu sıralarda nisan ayında beklenen Fransız takımının gelemeyeceği öğrenilirken mayısta F.İ.F.A. ya kabulümüz haberi gelmiştir. Bu sevindirici haber üzerine, zemini de müsait görüp, harekete geçen Futbol Federasyonu bir kaç memleketle muhaberata girişti ve bunlardan Romanya ile mütekabil ziyaret esasına dayanan bir anlaşmaya vardı. İlk maç 26 Ekim 1923 Cuma günü İstanbul’da yapılacaktı.
24 Ekim 1923 Çarşamba akşamı Galata rıhtımına yanaşan İmparator Trayan adlı beyaz vapur ilk rakibimizle Karadeniz boğazı istikametinden memleketimize getirmiştir. Bu ne muazzam bir hâdise idi, Galata rıhtımı binlerce karşılayıcı ile dolmuş, istikbalcıların feslerini giyen Rumenlerin mütemadi fotoğrafları çekiliyor; beri yanda eski tarihi topçu kışlası meydanı Taksim stadında da hummalı bir faaliyettir gidiyordu. İki bin kişilik kapalı ahşap bir tribün ve bir balkon inşa edilmiş, duhuliye tarafına tahta parmaklıklar yapılmıştı. 26 Ekim 1923 cuma günü bu stat, o devirler için en büyük rakam olan, 8 bin kişi ile dolmuş taşıyordu… Buruşuk çehresi değişmiş ve taravet kazanmış tarihi stadyumda, tam 20 gün önce sona eren, o 5 senelik meş’um işgal felâketinden sonra İstanbul’un 8 bin futbol âşığı, ilk defa olarak, hürriyet havası teneffüs ederek bir maç seyredecekti. Hem de, yine ilk defa olarak, bir milli maç!
Heyecan eşsizdi. Halk sabırsızlanıyor, haftalardır yapılan neşriyat, münakaşalar, takımın tertip şekli ve maçın neticesi hakkındaki tahminlerle gerilmiş sinirler yaylarından fırlayacak oklara benziyorlardı.
İşte, nihayet hakem Kratky sahaya çıktı. Onu alkışlar arasında Rumenler takip ettiler. Siyah pantolon ve göğüsleri milli armalı beyaz fanila giymişlerdi.
Halkın yüzde 99’u ilk defa gördükleri bir yabancı milli takımını merak ve tecessüsle seyrederlerken yeni balkonun altındaki kapıdan görünen bir çiçek demeti halindeki grup stadı yerinden oynatan heyecan ve tezahürata sebep oldu: Türk milli takımı çıkıyordu!
Hem futbolcular alkışlanıyorlardı, hem de o güzelim formaları… Beyaz pantolon ve beyaz fanilâ giymiş 11 Türk gencinin göğüslerini çevreleyen ay yıldızlı kırmızı bant, bu güzelim Türk sancağı bu bahtiyar delikanlılara ne güzel de yakışmıştı. Bu sevimli formayı, bu güzelim tabloyu ilk defa olarak görmenin mesut heyecanını halk bir türlü yenemiyor, (Yaşa; milli takım!) sesleri Taksim ufuklarını inletiyordu.
Uzun süren merasimden sonra, yıllardır özlenen hâdise nihayet yaşanmış ve Türk milli futbol takımı ilk defa rakip bir milli takım karşısında mevki almıştı. Bu tarihi şerefe ulaşan 11 Türk genci şunlar olmuştur:
Bu ilk maçımız, malûm olduğu üzere 2-2 beraberlikle neticelendi ve Türk milli takımının bu ilk iki golünü atmak tarihi ve ebedi şerefi de Fenerbahçeli Zeki (Sporel) e nasip oldu.
İşte, yukarıdaki resim Türk ve Rumen milli takımlarını maçtan önce bir arada gösteriyor.
Sağ baştaki şapkalı Rumen milli takımının meşhur kalecisi Pavlini’dir Onun sağında bizim kaleci Nedim, sonda Alâaddin, Emin, İsmet, Nihat, Sabih, Hasan Kâmil, Baron Feyzi merhum, Cafer, Zeki ve ortada çömelmiş olan da o gün ağır sakatlanmış olan Bedri’dir ki, yerine Kelle İbrahim girmişti.
(Gelecek resim ve yazı: Türk sporunun ilk defa olarak olimpiyatlarda temsili ve 1924’de Paris’te Çekoslovakya’ya karşı çıkan futbol takımımız…)
Rüştü Dağlaroğlu – 19 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi