Etiket: Niyazi Sel

  • Otomobil Niyazi

    Otomobil Niyazi

    Meşhur Bedri Gürsoy portrelerinden biriyle daha karşınızdayız… Eli kalemi maharetle tutan futbolcumuz, bu defa Otomobil Niyazi Sel’i yazmış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Galatasaray birinci futbol takımında Leblebi Mehmet’ten sonra sağ açıkta Cici Necdet’i gördük.

    Fenerbahçe’deyse Sabih futbolu bırakınca sağ açıkta Niyazi oynamağa başladı.

    Seri bir açık olduğu için halk tarafından (Otomobil) ismi takılan bu beynelmilel değerli futbol yıldızımızdan gerek kulübünde, gerek muhtelit ve milli takımlarımızda gösterdiği yararlıklar saymakla bitmez.

    Daha Fenerbahçe üçüncü takımında oynarken hepimizin alaka ve takdirini kazanan Niyazi, günden güne gösterdiği ilerleme hamleleriyle memleketimizde çabuk sevilmiş ve tanınmıştır.

    Sol açıkta Fikret, sağ açıkta Niyazi Fenerbahçe birinci takımında senelerce birbirinden süratli birbirinden enerjik iki kıymetli futbol yıldızı olarak parlamışlardır.

    Niyazi ne yazık ki futbolu ani ve menhus bir sakatlanmadan sora vakitsiz olarak bırakmaya hem de pek genç yaşında bırakmaya mecbur olmuştur.

    Niyazi kulübünü ve futbolu çok sever. Bundan dolayıdır ki oyunu bıraktıktan sonra dahi bu çekici muhitten ve spordan uzaklaşamamış, kulübüyle geceli gündüzlü çalışarak ve futbolcu arkadaşlarını çalıştırarak kendisini teselli etmiş, avutmuştur.

    Niyazi’nin futboldaki terakkisi ve pek sevdiği babasının büyük yardımı olmuştur. Futbola son derece meraklı ve koyu Fenerbahçeli olan Niyazi’nin babası oğlunu her fırsatta teşvik etmiş ve onu yetiştirmiştir. Bunun için hakiki Fenerbahçeliler Niyazi’nin babasına karşı kulüpte daima derin bir hürmet ve muhabbet beslerler.

    Kısa bir boy, geniş omuzlar. Çevik ve canlı bir vücut. Kibar tavırlı, güzel ve sempatik bir yüz.

    Oyunu:

    Her şeyden evvel muhakkak ki Niyazi teknik bir oyuncudur. Futbolun inceliklerini kavramış, görüşleri tamdır. Niyazi’nin bir yarış otomobili hızıyla açığından akışları ve zamanında çok ustalıklı manevra ve virajlarıyla kaleye doğru çizdiği kavisleri seyretmek bir zevktir. Bu çevik oyuncumuzun en göze çarpan hususiyeti de buradadır. Kalenin önünde birdenbire beliriverir ve hiç umulmadık bir anda fırsattan istifade ederek gol çıkarır. Bu şekilde can alıcı ve galibiyet kazandıran pek çok goller atmıştır.

    Pasları, çalımları, deplasmanı, eşapeleri, kornerleri fevkaladedir.

    Atletik meziyetleri de mükemmeldir. İcabında gerilere müessir yardımlar yapar. Koşarken birden demarke arkadaşını bulan isabetli ortalayışları vardır.

    Sol ayağı ve kafa vuruşları zariftir. Niyazi çok değerli bir futbolcu olduğu kadar aynı zamanda da son derece temiz ahlaklı, nazik, kibar, samimi, mert; büyüklere hürmet, küçüklere şefkat göstermesini bilen nezih bir arkadaşımızdır..

    Spor terbiyesi ise örnek olacak bir kıymettedir.

    Bedri Gürsoy – 22 Şubat 1942 (Akşam Gazetesi)

  • YKB Arşivinde Fenerbahçe

    YKB Arşivinde Fenerbahçe

    Ağırlığı Selahattin Giz fotoğraflarından oluşan YKB arşivinde Fenerbahçe fotoğrafları birbirinden müthiş sahneleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu arşiv araştırması esnasında bizden yardımını esirgemeyen Ayhan Uçar ağabeyimize sonsuz teşekkür ediyor, kendisiyle beraber çalışan ve aynı derecede bize yardımı dokunan büyük Fenerbahçeli merhum Abdullah Gül ağabeyimizi de saygıyla anıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yapı Kredi Bankası Arşivinde Fenerbahçe

    Yapı Kredi Bankası arşivinde Kadıköy ve Fenerbahçe fotoğraflarından bir seçme
  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Büyük Fikret Bölüm XII

    Büyük Fikret Bölüm XII

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm XII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm XII

    Romanya’da Oynadığımız Maçtan Edindiğim Faydalar

    Romanya’da Romenlere oynadığımız maçın bana büyük faydası olmuştur. Güneş takımının antrenörü olan İngiliz asıllı Donelli bizim sahada yaptıkları her idmanda beni de çalıştırırdı. Çalışmalarda kendisinden büyük faydalar sağladım. O zaman bana uyguladığı tarzını daha sonra antrenörlük devrimde futbolcularımıza uyguladım. Onlarda benim gibi büyük fayda sağladılar sanırım…

    Askerlik ve Futbol Hayatım

    Futbol hayatımın en formda zamanı bu yıla rastlar. Rahmetli Şükrü Saraçoğlu kulüp başkanımızdı. Bana, “Fikret askerken çok formda görünüyorsun. Seni her zaman asker yapalım…” diye iltifat etmişti. Bunu hiç unutamam.

    O yıl Galatasaray’ı benim zamanımda oynanan maçların en yüksek skoru olan 6-2 gibi açık farkla yenmiştik. Sanırım bu karşılaşma Galatasaraylı Aslan Nihat’ın son maçıydı.

    Benim için üzüntü kaynağı olan iki Galatasaray maçını anlatmadan geçemeyeceğim. Galatasaray’la lig maçlarının sonuncusunu yapıyorduk. Takımımız kesin favoriydi. Hatta forvet arkadaşlarım, “İlk golü sen atacaksın… Hayır, ben atacağım…” diye iddialara giriyorlardı… Maçın sonucunu söylemek biraz üzücü… 4-0 kaybetmiştik. O devirde averaj olmadığı için bir karşılaşma daha yapılacaktı.

    İkinci maçı Taksim Stadı’nda çok rüzgarlı bir havada oynadık. Bir penaltı kaçırarak hayatımın üzgün günlerinden birini yaşadım.

    Üçüncü maç bizim sahamızda Kadıköy’de oynanıyordu. Kar fırtına altında başladık ve maç 0-0 berabere bitti oyun… On beşer dakikalık iki uzatma devresi açıldı. İlk devrede biz fırtınanın altına düşmüştük. Niyazi’ye uzun bir top geldi. O da orta mı yaptı, şut mu attı, rüzgârdan anlayamadık. Kaleci Avni kazağını değiştirirken meşin yuvarlak Galatasaray ağlarına gitti. İkinci devrede rüzgârın altında oynadı Galatasaray ve bizim işimiz kolaylaştı. Şampiyonluğu aldık. Büyük bir yükten kurtulmuş oldum…

    Büyük Fikret Bölüm XII

    Askerlik Hayatımda Başımdan Geçen Bir Olay

    Şimdi yeniden tatbik edilen bedelli askerlik bizim zamanımızda da vardı. Ben, Fadıl, Hüsamettin ve Galatasaray kaptanı Avni ile 16 ve 86. piyade alaylarında bedelli olarak askerlik yapıyorduk. Bu alayların 33. tümene bağlı komutanlıkları Selimiye’deydi. Tümen komutanı bütün orduda disipliniyle tanınan Muzaffer Ergüder Paşa’ydı. Askerliğimizin ilk günleri Halkevi takımının Ankara, İstanbul ve İzmir’de Sovyetler’le yaptığı maçlarla kendi liglerimiz nedeniyle çoğu zaman izinli geçiyordu.

    Fakat karakterim icabı öğrenilmesi gereken şeyleri öğrenmek isterdim. Bu nedenle izinden sonra kışlaya geldiğimizde, öğretilen her şeyi öğrenmeye çalışırdım. Bunun da bana ne kadar yararlı olduğunu sonradan anladım.

    Askerliğimizin ilk üç ayı geçmiş sıra acemi teftişine gelmişti… Bölük komutanımız bir jandarma yüzbaşısıydı. Bu teftişte terfi notu alacağından bölüğü çok iyi hazırlamak istiyordu. Bu sebeple bizim yerimize muvazzaf askerleri teftişe sokmak hevesindeydi. Ancak teftiş günü muvazzafların ayrı bir manevraları çıkınca bizim acemileri de teftişe soktular. Ben de bölüğe katılmıştım. Taşımamakla beraber tüfeğimin numarasını biliyordum. 5485 idi… Atış durumum iyiydi. İki defa l’e vurmuştum.

    Bölük komutanı yanıma geldi, “Fikret…” dedi. “Bir daha l’e vur alayda birinci olacaksın. Sana 15 gün izin…” Sanki hiç izinli çıkmıyordum ve heyecanlandım… Tabii ancak 10 vurabildim… Bu parlak bir durum değildi. Düşüş kaydetmek de aleyhime bir nottu…

    Teftişe çıktık. Adamcağızın yüzü hiç gülmüyordu… Paşa da geldi ve teftiş başladı. O zaman takımlar 8 er ve 1 onbaşından kuruluydu. Tümen komutanı bizim takımın önünden geçerken durdu ve takımı bir adım öne çıkardı. Sonra sağa çark ederek yürüttü… Hemen arkasından “Karşıda düşman… Yere yat menzil al…” diye seslendi… Ben ani olarak bir adım sola atarak yere yattım. Derslerde görmüştük… Ağır makineli tüfek ateşine hedef olmamak için bir hat üzerinden mevzi almak doğru değildi. Diğer çocuklar birbirlerinin üzerine yığıldılar… Paşa onlara dönerek bir marş marş çekti… Onlarda kalkıp koştular ve onları bir daha gören olmadı…

    Paşa benim başıma dikilmişti… İçimden başıma basacak gibi geliyordu. “Mesafe 600 nişangâhı ayarla ve araziyi oku…” dedi. Ben futbol sahasından hesaplayarak 600 metreyi ayarladım ve oradaki bir kulübeyi okudum. Yere yatıyordum ki, “Süngü tak…” emrini verdi. Ben solak olduğum için biraz müşküldü. Zorlukla kolumu kaldırmadan süngüyü taktım. Beni ayağa kaldırdı. Çökerterek hafif makineli tüfeği söküp taktırdı… Ben bunları yaparken bölük komutanı sıkıntıdan dudağını ısırmış kanatmıştı. Komutan künyeme de bir göz attıktan sonra yüzbaşıya döndü, “Bu adam askerlik yapamaz. Ama sen bir şeyler öğretmişin…” dedi ve oradan ayrıldı. Bölük komutanı askerliği unutarak bana koştu ve havaya kaldırdı. Terfi edeceğini anlamıştı. “Bundan sonra istersen kışlaya hiç gelme…” diye bağırıyordu… Böylece 1935 yılının benim için başarılı geçtiğini söyleyebilirim…

    (DEVAM EDECEK)

    Büyük Fikret Bölüm XII

    Fotoğraf-1) Zeki’nin veda maçında Avusturya kaptanı Sesta ve Fikret Arıcan maç öncesinde.

    Fotoğraf-2) İstanbul muhtelitinin Eintracht Frankfurt ile yaptığı ve 3-1 kazandığı maçta Fikret Arıcan takımına bir gol kazandırırken.

    Fotoğraf-3) 1932’de Bulgaristan ile yaptığımız ve 3-2 yenildiğimiz maçta milli on birimiz karşılaşmadan evvel…

    Fotoğraf-4) 1936’daki Yugoslav milli takımı ile 3-3 berabere kaldığımız maç öncesinde iki açık Fikret Arıcan ve Niyazi Sel… Bu karşılaşmada üçüncü golü Fikret Arıcan atmıştı.

  • Canlı Yapraklar – XX

    Canlı Yapraklar – XX

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XX” : 1933 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XX

    Yukarıdaki fotoğraf Fenerbahçe takımının bir İzmir dönüşü Sirkeci rıhtımında binlerce halk ve otuzu mütecaviz buketle ve muazzam tezahürat arasında karşılanışını görüyorsunuz… Bu fevkalâdelik neden mi? diyorsunuz!

    Bakınız nasıl hak vereceksiniz. Sene 1933’tür. Fenerbahçe, futbolda hem birinci, hem ikinci ve hem de genç takımlarda hiç yenilmeden İstanbul şampiyonudur. Evet; 36 maçta hiç yenilmemiş ve (18) e karşı da (94) gol atmıştır. “Fenerbahçe Türk futbolunun Darülfünunudur!” darbımeseli bütün kudret ve ihtişamiyle dost ve düşmanlarca tasdik olunmaktadır.

    Birinci takım Bursa’daki Türkiye şampiyonası grup birinciliğini 12-0 kazanmış, Ankara’ya gitmiştir. Orada Ankara ve Trabzon grupları şampiyonlarını 4-1 ve 3-0 yendikten sonra, Cumhuriyetin 10uncu yıldönümü şenlikleri arasında İzmir grup şampiyonuyla final oynamağa çıkmıştır. Bu maç (İzmirspor)un bir penaltıya itirazı ve halkın da etrafı açık sahaya dolması yüzünden yarım kaldı ve ihtilâf, uzun müzakerelerden sonra, şu neticeye bağlandı:

    Maç beynelmilel bir ecnebi hakem idaresinde tekrarlanacaktır. Kur’a çekilecek, ya İzmir veya İstanbul’da oynanacaktır. Hasılat kur’ayı kazanan kulübündür.

    Kur’ayı İzmirspor kazanınca müsabakanın 10 Kasım 1933 Cuma günü İzmir’de oynanması emrivaki oldu. İzmir’le Fenerbahçe arasındaki ezeli sevgiyi çekemeyen kundakçılara artık gün doğmuştu. (İzmir’e gelecek veya gidecek Fenerbahçe’nin göreceğinden) dem vurdular ve atıp savurmakta çok ileri gittiler. O kadar ki, hava yalnız İzmir’de değil, yurdun her tarafında elektriklendi ve 10 Kasım eşi görülmemiş bir merak ve heyecanla beklendi.

    Fenerbahçe takımı, İzmir’e Ankara’dan dönen İzmirspor’la beraber aynı vapurla gitti. Fakat iki takım birbirlerine karşı tam bir soğuklukla meşbu idiler. Hatta İzmirliler Ankara’dan aynı trenle geldikleri Fenerbahçeli futbolculardan bir kısmının ceket, pardösü ve paltolarını gizli gizli trenin pencerelerinden atmışlardı.

    Bu hava içinde İzmir’e kadar devam eden seyahatin son perdesi de çok enteresan sahnelerle dolu geçmişti. Rıhtıma çıkan Fenerbahçeliler sessizce, İzmir Palas oteli istikametini tutarlarken binlerce İzmirli kendi şampiyonlarını eller üstünde taşıyor, muazzam tezahürat yapılıyordu. (Fenerbahçe görecek! Yaşayın aslanlar, Cuma günü gösterin kendinizi şu İstanbullulara!) ses ve feryatları pasaport semtini inletiyordu.

    İzmirli futbolcular Konak istikametinde taşınıyorlardı. Sanki 9 Eylül günü idi. Kafile Vilâyet konağı önünde durdu ve futbolcular birer birer içeri alındılar. İzmir Valisi merhum General Kâzım Dirik’in emriyle Vilâyet konağında müstesna bir merasim tertip edilmişti.

    Filhakika; meşhur Rus Mareşali Voroşilof bir kaç gündür İzmir’de idi ve bir gün önce de kendisine büyük merasimle İzmir hemşeriliği unvanı tevcih olunmuştu. İzmirli futbolcular büyük salonda birer birer Mareşale takdim olundular. Voroşilof mütebessim bir çehre ile hepsinin ellerini sıktıktan sonra onlara Rusça olarak şöyle hitap etti:

    “Hemşerisi bulunmakla övündüğüm güzel İzmir şehrinin şampiyon futbolcularını görüp tanımakla çok bahtiyarım… Genç arkadaşlar; sizleri Cuma günkü maçınızda da yeniden muzaffer olarak görmek benim için büyük şeref olacaktır. Bunu daha şimdiden yüzlerinizden, gözlerinizden okumaktayım. Kalbim sizinle beraberdir. Zafer de sizindir.”

    İzmirli futbolcular bu sözleri hararetle ve alkışlarla karşılamışlar ve misafir Mareşal şerefine üç defa bağırmışlardı.

    10 Kasım geldi. 2 hafta önceki Yunanistan – İtalya B milli maçını idare etmiş Viyanalı beynelmilel hakem Mitez de gelmişti. Fenerbahçe takımı, tarihi bir gün yaşayan Alsancak stadının o mahşeri kalabalığı arasından sessizlikler içinde sahaya çıktı. En koyu taraftarlar bile, yaratılan hava dolayısıyla, sevgi hislerini açığa vurmaktan çekinmişlerdi. İzmir şampiyonu ise sahaya çıkarken yer yerinden oynamıştı.

    Hüsameddin, Yaşar, Fazıl, Cevat, Esat, Ziya, Niyazi, Muzaffer, Zeki, Şaban ve Fikret’ten mürekkep namağlup Fenerbahçe on biri bu maçı, tahminleri altüst eder bir netice ile, 3-0 kazandı ve girişinin tamamıyla aksine olarak, coşkun tezahürat arasında eller üstünde sahadan çıktı.

    Bir cuşü huruş içinde ve dalga dalga insan yığınları üzerinde havalara kaldırılan 11 Sarı Lâcivert formalının bu tarihi manzarası Rus Mareşali Voroşilof’un da mahcubiyetini ilân ediyordu.

    İzmir gazeteleri 11 Kasım 1933 Cumartesi günü Viyanalı hakemin şu beyanatını birinci sahifelerinde yazdılar:

    “Fenerbahçe’nin fevkalâde güzel oyunu beni hayretler içinde bıraktı. Avrupa’da olsaydı Viyana, Peşte ve Roma gibi futbol merkezlerinin birinci profesyonel liglerinde ilk 5 takım arasında yer alırdı. Balkanların en teknik ve kuvvetli takımıdır. Maçlarını geçenlerde idare ettiğim Yunan milli ve İtalya B milli takımlarını kolaylıkla mağlup edebilir. Zeki Bey bizim milli santrforumuz Sideler’den çok üstündür”

    İşte; gördüğünüz fotoğraf 1933 senesi Türkiye şampiyonluğunu bu şartlar içinde kazanmış Fenerbahçe takımını 13 Kasım Pazartesi günü saat 11 de, İzmir dönüşü Anafarta vapurundan indikten sonra, Sirkeci rıhtımında karşılanırken gösteriyor. Bu cidden tantanalı merasime şimdi (az bile!) diyorsunuz değil mi?

    Resimde ön plânda kaptan Zeki (Sporel), Âdil Giray, Fazıl (Arzık), Şaban (Topkanlı), Hüsameddin (Böke), Fikret (Arıcan) ve yedeklerden Lebib, Namık, Yusuf ve o zaman denizcilik kaptanı bu satırların muharririni görüyorsunuz.

    Şapkalılar arasındaki Aksaraylı Hafız Yaşar ve Ali San aramızdan ebediyen ayrılmışlardır.

    Şurasını işaretlemek gerekir ki; bu maç İzmir’de 5400 lira gibi o zamanlar için kırılması senelerce mümkün olmamış rekor bir hasılat sallamıştı. İzmirspor kulübü bu para ile bir futbol sahasına yetecek kadar arsa satın aldı.

    Kıymeti bugün bir milyon liradan fazla olan bu saha için İzmirsporlular (Allah Fenerbahçe’den razı olsun. Bize sekiz gol attı ama adını ebediyen hayırla yâda vesile olacak ve sırtımızı yere getirtmeyecek bir stat da kazandırdı!) demektedirler…

    (Gelecek resim ve yazı; Fenerbahçe’nin tam 30 sene evvel yaptıkları ilk İzmir seyahatine aittir)

    Rüştü Dağlaroğlu – 7 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Fikir ve Prensip

    Fikir ve Prensip

    Fenerbahçe’nin 2022 Malî Genel Kurulu’nda yaşananlar, bir “Kongre Adabı” tartışması yarattı. Biz de 1967 yılına gidelim ve yıllık genel kurul önesinde yaşananlara bir bakalım istedik. Başlıktaki gibi ağız kavgası mı yoksa sonda iddia edildiği gibi fikir ve prensip mücadelesi mi? Her halükarda enteresan bir metin… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’de Ağız Kavgası

    Başkan Ilgaz’ın iddialarını muhalefet listesinde bulunan Müslim Bağcılar ve Talha Altınbaşak cevaplandırdılar. Eski başkan İsmet Uluğ aday değil.

    Fenerbahçe Kongresi’ne iki gün kala karşı gruplara mensup liderler arasındaki söz düellosu kızışmış, bu arada Başkan Faruk llgaz’la eski ikinci Başkanlardan ve muhalefet listesi adaylarından Müslim Bağcılar birbirini ağır şekilde itham etmişlerdir, Muhalefetin Başkan adayı Talha Altınbaşak da, Ilgaz’ın “Fenerbahçe namuslu ellerdedir” sözüne karşı bir demeç vermiştir.

    Eski Başkanlardan Dr. İsmet Uluğ ise, iki taraftan da kendisine teklif yapıldığını açıklamış, fakat hiçbir listede yer almayı arzulamadığını bildirerek, “Bu yıl kulübümde vazife almak istemiyorum. Fenerbahçe’ye idare heyeti dışında bulunarak da hizmet etmek mümkündür, İki gruptan da beni rahat bırakmalarını rica ediyorum” demiştir.

    Ilgaz: “Bağcılar Fenerbahçe’ye kilit vurmağa kalkmıştı”

    Fenerbahçe kulübünde bize söz söyleyecek ve dil uzatacak kimsenin, en az bizim kadar şahsiyet sahibi ve temiz mazisi olması iktiza eder.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe kulübünde idareci iken Erol, Hilmi, Samim, Halil, M. Ali gibi güzide futbolcularımızı Adalet kulübüne götürüp, o kulübün idarecisi olduktan sonra da “Fenerbahçe’ye kilit vurduracağım” diyen kimsedir.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe’nin Kıbrıs seyahatinde Fazıl Küçük, Rauf Denktaş, Osman Örek ve Türk erkânının hazır bulunduğu Türkiye Büyükelçiliği’nde Fenerbahçe şerefine verilen kokteylde kafile başkanı olarak “Benim iki hanımım var; biri Türk, biri Rum. Gül gibi geçinip gidiyorlar. Siz de burada öyle yapın” seklinde beyanat vererek Hariciye Vekâletimize şikâyet edilen kimsedir.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe’nin her nezih toplantısında göbek atarak nezahetini bozan kimsedir,

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe balosunda arttırmaya çıkan imzalı topa yüz lira vermeyerek çıplak dansözün göğsüne bin lira sıkıştıran kimsedir.

    Müslim Bağcılar, Fenerbahçe kulübünde kendi reklamı için transferi dejenere eden kimsedir.

    Müslim Bağcılar, futbolculara kulübün binliklerini sayarak ve el öptürerek fotoğraf çektirmeğe meraklı kimsedir.

    İşte Fenerbahçe’yi kurtarmağa (!) koşan ve şahsımıza dil uzatmağa çalışan vatanperverin (!) içyüzü. Takdir, sayın kongre azalarımızındır.

    Bağcılar: “Ilgaz başkanlığı parayla satın alan adamdır”

    Faruk Bey isterse başkan olur, çünkü bu iş parayla satın alınıyor. Elimde ve vesikalar var, beni bunları açıklamak zorunda bırakmasınlar.

    İki gün önce bana Ali Aladar ve Suphi Ergür vasıtasıyla kendi listesine girmesi için haber gönderdi.

    Faruk Bey maalesef çok kötü bir çığır açtı ve işi şahsiyata döktü. Şimdi ben de konuşacağım.

    Kıbrıs’taki sözlerimi bir ihanet vesikası gibi yüzüme vurduğunu sanıyor. O zamanki hükümetin Kıbrıs politikası onu gerektiriyordu. Lefter’in Kıbrıs kesimine geçtiği dedikoduları yayılmış, ben de “Ne olur geçmişse, ben de geçerim, başkası da geçer” demiştim. Bize Kıbrıs’a giderken “İyi geçinin” diye tenbihatta bulunmuşlardı. “Vize kalkacak” diyorlardı.

    Transfer işlerine gelince; futbolcu elimi öpmek istemiş, tekme mi atacaktım ya? Ben Fenerbahçe’ye hayatımı verdim. Ve bunun karşılığında 1 kuruş almadım, bir bardak suyunu içmedim kulübümün. Bir vakitler 50.000 liralık alacağımın altına çizgi çektiğimi kongre halkı bilir. Faruk Bey ne vermiştir kulübe? Benim Kıbrıs’taki konuşmalarımı tahrif edeceğine, yurda İngiliz Lirası yerine Türk parası getirdiğinin sebeplerini açıklasın. Osman Kavrakoğlu’nun bu usulsüzlüğü düzeltinceye kadar canı çıkmıştı.

    Bazı futbolcuları Adalet kulübüne götürdüğüm iddiası ise gülünçtür. O futbolcular Fenerbahçe’den kovulmuştur. Adalet idarecileri de bana telefon edip, bunların itimada şayan olup olmadığını sordular. Hepsinin dürüst olduğunu söyledim. Sokak ortasında mi kalsınlardı?

    Faruk Bey göbeğimle ç çok uğraşıyor. Para da yapıştırırım, gezerim de, Faruk bey göbeğimin kahyası mı?

    Sonuca geliyorum; bu tartışmalardan ben bir şey kaybetmem, Fenerbahçe kaybeder. Ben Fenerbahçeli futbolculara yıllarca babalık yaptım, hâlâ da yapıyorum, Selâhattin’i aldım, okuttum. Cihat’ı da öyle. Cihat, Melih, Murat’ın maaşlarını ben verdim, Faruk Ilgaz bugüne kadar kaç futbolcuyu okutmuş, kaçına yardım etmiş, kulübe kaç kuruş vermiş? Bunlardan bahsetsin.

    Yine söylüyorum, iktidarda bulundukları bir yıl içerisinde muvaffak olamamışlar, kulübü kötüye götürmüşlerdir.

    Fenerbahçe’yi kurtarmak için çalışan arkadaşların ricalarını kıramadım ve “Evet” dedim. Sevgi, saygı, para ile satın alınan bir şey değildir.

    Altınbaşak: “Fenerbahçe eskiden namussuz ellerde miydi?”

    Kurtarma faaliyeti yalnız namussuz ellere karşı yapılmaz. Sayını Ilgaz hafızalarını yoklarlar veya eski gazete koleksiyonlarını karıştırmak külfetine katlanırlarsa, kendilerinin de 1957’de kulübü kurtarmak amacıyla muhalif olarak mücadele ettiklerini hatırlarlar.

    O tarihlerde idare heyetinde Sayın Sporel, Sayın İsmet Uluğ, Küçük Fikret, Niyazi Sel, Müslim Bağcılar ve bendeniz gibi insanlar mevcuttu. Acaba Sayın Ilgaz o sırada kulübün namussuz ellerde olduğuna mı kâni idiler?

    Sayın Ilgaz, Fenerbahçe kulübünün bir lokali bulunduğuna işaret ederek; “Muhalifler toplantılarını orada yapmalıydılar” demektedirler. Bu zarureti kendileri için de düşünseydiler, bir müddet evvel bir sinemayı kiralamak suretiyle toplantılarını orada yapmazdılar. Ve o toplantıya münhasıran kendileriyle hemfikir olanları davetiyelerle çağırıp davetsiz gelen Fenerbahçelileri toplantıdan kovdurmazdılar.

    Sayın llgaz, bizleri zayıf olanların telaşı içinde buluyorlar. Telaş, kaybedecek şeyi olanlarda olur. Bizim kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. İktidarda değiliz ki; onu kaybedecek olalım. Seçimde yenilirsek bunun şahıslarımız için bir nakise teşkil edeceğine de inanan insanlar değiliz. Kaldı ki, kulübümüzdeki seçim sonuçlarının hangi nevi gayretlerin mahsulü olduğu cümlenin malumudur. 800’ü aşkın kongre üyesi içinde sadece 400 kadarının iştirak hakkına sahip sayıldığı bir toplulukta, münhasıran seçim sonuçları haklıyı ve haksızı ortaya koyan kesin bir ölçü olamaz. Aksi düşünülseydi geçmişte müteaddit seçim kayıplarına uğrayan Sayın Ilgaz’ın, “Karşı taraf haklıymış” diyerek mücadeleyi terk etmeleri gerekirdi. Kendileri öyle yapmadıklarına göre bugün karşılarında yer alanların da aynı şekilde hareket etmekte haklı olduklarını kabul etmeleri gerekir. Yapılan fikir ve prensip mücadelesidir.

    Milliyet Gazetesi

  • 90 Yıl Önce

    90 Yıl Önce

    Bugün İzmir’de Türkiye Kupası final maçına çıkacak olan Fenerbahçe, ilk Türkiye şampiyonluğunu, bundan 90 yıl önce yine İzmir’de kazanmıştı. 29 Ekim 1933 tarihinde oynanan ilk maç yarıda kalınca kura çekilmiş, maçın İzmir’de tekrar edilmesi karar altına alınmıştı.

    Fenerbahçe İzmir’de rakibini 8-0 gibi müthiş bir skorla yenince, maçtan önce kendine güvenen İzmirlileri resmeden Vakit gazetesi yazarı çok keyifli bir metin kaleme almış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Maçın Komik Cephesi

    Fenerbahçe’nin İzmirspor’u 8-0 gibi mühim bir farkla yenerek Türkiye şampiyonluğunu kazandığı malumdur. Dünkü posta ile gelen İzmir gazeteleri bütün Türkiye’nin sporcuları arasında hararetle karşılanan bu maç hakkında muhtelif hükümler veriyorlar. Fener’in çok yüksek bir maç yaptığını, her taraflarının bir saat gibi işlediğini, bununla beraber final maçları dünyanın her tarafında sinir ve asabiyet oyunu olarak gözüktüğünü, mukavemet gösteren ve asabına hakim olanın neticeyi kazandığını işaret ederek neticeyi gol farkı ile ölçmenin doğru olamayacağını işaret etmektedirler.

    İzmir gazetelerinin umumiyetle tenkit ettikleri taraf İzmir kalesidir. Kalecinin ambale olduğunu ve takım kaptanının da kaleciyi çıkarmayarak bu vaziyette oyuna devam ettiği için idaresizlik göstermiş olduğunu söylüyorlar.

    Bu arada “Yeni Asır” refikimiz de “Dünkü Maçın Komik Cephesi” başlığı altında ve “Laedri” imzasıyla bir yazı okuduk. Çok dikkate değer bulduğumuz için kısmen alıyoruz:

    “Her iddialı maç, benim için Sorbon dersleri kadar enteresandır. Herkes maça, maçı seyretmek için gider. Ben ise maça gidenleri seyretmek için giderim. Amma diyeceksiniz ki sen orada ne görürsün?

    Fenerbahçe-İzmirspor maçı çok iddialı bir şekil aldığından, iddialı maç haleti ruhiyesi İzmir’de de geçeceği aşikardı.

    Hemen hazırlandım. Üç gün evvelinden beri her muhavereye kulak kabarttım. Gizli gizli notlar almaya başladım.

    Notlardan birer parça yazıyorum:

    Fener’i Ankara’da yenmiştik, çekemediler.

    Hakemler hep onlardan taraf…

    Sıfır üç… Sıfır beş muhakkak…

    Yerli hakem kabul etmeyiz. Mutlaka tamamen bitaraf, Avrupalı olacak.

    Hezimeti kahkahri olacak.

    Aşağı yukarı, bütün İzmir’de hep bu iddia, bu kanaat kökleşmişti.

    Maç günü not defterim cebimde mahsus iki saat evvel sahaya geldim. Her kalabalığın arasına sokulup konuşanlara kulak veriyor ve belli etmeksizin notlarımı alıyorum.

    Gözüm önündekileri, kulaklarım arkasında ve yanımdakileri tetkik ediyor, Fener, Fener, nerede kaldın ey Fener, İzmirliler cömerttir, vereceğimiz goller çoktur, avuca sığmaz, çuval lazım Fener!

    Biraz yan taraftan: Fener, Fener, senin mumun söndü Fener…

    Biraz ileride: Fener, Fener boynun neden bükük Fener? Darbe ağır mı geldi Fener?

    Fener, Fener, gözün neden yaşlı Fener? Canın mı sıkıldı zavallı Fener?

    Fikret, Fikret çalım yapayım deme, bacağın burkulur Fikret… Yavrum Zeki sana ne oldu, hani senin şutların Zeki? Burası İzmir’dir Zeki?

    Acıyorum şu Fener kalecisi olacak Hüsamettin’e. A birader düşün bir kere her tıkanacak golün günahı hep o zavallıya yüklenecek.

    Yaşa… Vur! Acıma…

    Bu sözler sarf olunurken sahada kimse vardı zannetmeyiniz. Bular meydanda fol yokken söyleniyordu. Düdük çaldı. Fenerliler arkasından İzmirliler çıktı. İzmirliler, daha gürbüz, daha iyi, beni de helecan sardı.

    Hücumlar mütekabil… Arkamdan:

    “Fener burada çalım geçmez, yaşa Çeko, Fikret kendine gel..”

    Bir an bir şeyler oldu. Fikret yaradana sığınarak bir şut çekti. İzmirspor kalesinde top görüldü. Fener’in birinci golü…

    Oyun kızıştı. Haydi Çeko, haydi İzmir, yaşa filan derken top Zeki’nin ayağına geldi. Bir şut daha. İkinci gol…

    Zarar yok, zarar yok yeneceğiz, gayret çocuklar, yılmayın…

    İkinci haftaym başladı. Eh, Fenerliler şimdi görürler. Yaşa Çeko, sür oğlum sür derken topu Fenerli muhacim İzmirlilerden kaptı, yıldırım süratiyle kaleye indi. Şut! Ah, ay, aay derken üçüncü gol!

    “Ulan ne oluyoruz, iş fenalaşıyor, Zeki’yi tutun be… Niyazi’yi marke edin be…”

    Tutuyorlar ama onlar topu Fikret’e veriyorlar, Fikret sürüyor…

    “Ulan tutun şu mikrobu… Tutun… Derken Fikret bir şut çekiyor ve top dördüncü defa kaleye giriyor.

    Arkamdan, yanımdan sesler:

    “Kaleci mi bu? Defedin şunu yahu… Derken İzmirli bir oyuncu topu Fenerlilerden kapıyor fakat biraz tereddüt ediyor.

    “Bekletme, bekletme” derken Fenerli kapıyor, sürüyor.

    Bir gol daha…

    “Ulan Fikret’e bak… Tavşan gibi, ateş gibi…”

    Oyun bitmesine 3 dakika var… Arkamdan sesler:

    “Yarabbi maçı İzmir’e kazandır!”

    Başımı arkama çevirdim gülüyorlar. Yani Allah bile istese üç dakikada 8 golü geri çevirmeye imkan kalmadığını anlatmak istiyorlardı…

    Önümde “Haydi gidelim canım, ben demedim mi? Fener’in karşısında İzmirspor’a adım atamaz. Ben demedim mi böyle kaleci ile maç olamaz?

    Düdük çaldı. Oyun bitti. İzmir 8 gol yedi. Bir gol yapamadı.

    Önüme baktım, yanıma baktım, arkama baktım. İzmirspor’da tenkit etmedikleri bir oyuncu bırakmayan bu adamlar, oyuna başlarken bu lafların tamamen aksini söyleyen adamların kendisiydi.

    47inci defa aynı dersi tekrar öğrenmiş oluyordum.

    Takdir ettiği zaman neyi takdir ettiğini bilmeyen, seçmeyen bir spor efkarı umumiyesine güvenenler, tenkit ettiği zaman neyi tenkit ettiğini bilmeyen aynı spor efkarı umumiyesi tarafından hep söyle terk edilirler.

    İzmirspor kalesine 8 gol girmesini hazmedemeyen bu adamların kendi mantık ve muhakeme kalelerine bir buçuk saat zarfında 80 tane (tezat) golü girdiğini düşünürlerse biraz mahcup olmaları lazım gelir.

    İzmirspor çok çalıştı; fakat Fener kahir bir galibiyet kazandı. Olabilir ya… Bunda kızacak bir şey yoktu.

    İzmirsporlu çocuklar, beni dinleyiniz. Siz İzmir’i Türk sporunda ikincilik gibi çok şanlı bir mevkie çıkarırken, dün sizleri haksız itham edenler bulundu. İşte spor efkarı umumiyesi her zaman budur. Ve spor, Fener’in önünde değil, yirmi dakikada kırk defa mantık değiştiren böyle “dönek” fikirliler önünde meyus olmamayı öğreten mümaresenin kendisidir”

    14 Kasım 1933 – Vakit

  • Lebip Elmas Arşivi

    Lebip Elmas Arşivi

    Lebip ağabeyin sevgili oğlu, kıymetli büyüğümüz Suavi Elmas’ın büyük teveccühüyle toplam 230 fotoğraftan oluşan muazzam bir koleksiyonu yayınlamanın mutluluğunu yaşıyoruz: Lebip Elmas Arşivi

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu’nun 1987 tarihli “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihçesi” kitabında, 1933-1944 yılları arasında 218 maçta forma giyip 10 gol attığı tarihe kaydedilen Lebip ağabey, Fenerbahçe’nin 28 şampiyonluğunun 5 tanesinde pay sahibiydi:

    1935, 1937, 1940, 1943 ve 1944

    1933 yılında düzenlenen ve Fenerbahçe’nin ilk Türkiye şampiyonluğunu kazandığı sezonda ise forma giymemesine rağmen final maçı için İzmir’e giden kafiledeydi.

    Portreleri, ailesi ve dostları ile fotoğrafları, takım arkadaşlarıyla saha içi ve saha dışı resimleri derken eşsiz bir koleksiyona daha kavuşmanın heyecanını sizinle paylaşıyoruz.

    Fenerbahçe’nin şampiyonluklara en fazla iki sene uzak kaldığı yıllara ve başta Lebip Elmas olmak üzere bütün Fenerbahçe kahramanlarına saygıyla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Not: “Fotoğraflarda kimler, neler, nereler var?” diye soracak olursanız… Cevabı şöyle verebiliriz:

    Ahmet Erol, Ali Muhiddin Hacı Bekir, Ali Rıza Tansı, Aydın Bakanoğlu, Basri Taşkavak, Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, Bedii Yazıcı, Bülent Büyükyüksel, Cevat Sayit, Cihat Arman, Didi, Esat Kaner, Faruk Hızer, Fazıl Arzık, Fenerbahçe, Fenerbahçe Stadyumu, Fikret Arıcan, Fikret Kırcan, Füruzan Şansal, Hadi Tarlan, Halil Köksalan, Halit Deringör, Hayati Öney, Hüsamettin Böke, İbrahim İskeçe, İrfan Denever, Kasımpaşa, Kazım Bayülken, Kemal Onan, Lebip Elmas, Lütfi Boyer, Mehmet Reşat Nayır, Melih Kotanca, Moda Deniz Kulübü, Muammer Oraman, Muhtar Sencer, Murat Alyüz, Muzaffer Ateşçi, Muzaffer Çizer, Müzdat Yetkiner, Naci Bastoncu, Naim Şukal, Namık Erbay, Nazım Kayar, Necdet Dalay, Necdet Erdem, Niyazi Sel, Nuri Pekesen, Orhan Canpolat, Orhan Menemencioğlu, Oscar Hold, Osman Kavrakoğlu, Ömer Boncuk, Rasih Minkari, Razi Trak, Rebii Erkal, Recep Nurcan, Reşat Dermanver, Sadi Çoban, Safa Özyurt, Sedat Bayur, Semih Arıcan, Semih Bayülken, Suat Belgin, Suavi Elmas, Süleyman Tekil, Şaban Topkanlı, Şerafettin Doğan, Şeref Benibol, Şevket Demirtepe, Taci Ece, Taksim Stadyumu, Yaşar Alpaslan, Yaşar Yalçınpınar, Yorgo Angelidis, Zeki Rıza Sporel, Ziya Atamer


    Lebip Elmas Arşivi

  • Büyük Fikret Bölüm IX

    Büyük Fikret Bölüm IX

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm IX

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm IX

    Basınla İlişkilerim

    Birinci takıma yeni geçmiştim. Bir gazetenin sonradan en büyük isimlerinden biri olan bir yazar benimle röportaja geldi. Gençlik bu ya… Gazetede adımın, fotoğrafımın çıkmasından memnundum. Ona şunları söyledim:

    “Futbol gerçi ayakla oynanır. Fakat kafa yapısı ve sürati intikali iyi olan kişiler daha iyi futbol oynarlar. Buna gıda almak ve varlıklı olmak da eklenirse şartlar daha değişik olur.”

    Bana hangi yemekleri sevdiğimi sordu.

    “Daha gencim, yemek ayırt etmem” dedim.

    Birkaç gün sonra gazetede bir fotoğrafımla şu yazı yayınlandı:

    “Bir futbolcunun rahatlıkla top oynayabilmesi için ayda 300 lira geliri, üstün zekâsı ve varlığı olmalıdır.”

    O devirde milletvekili maaşlarının 300 lira olduğu düşünülürse bu paranın ne kadar büyük olduğunu ortaya çıkar. Ayrıca sevdiğim yemekler arasında o zamana kadar adını duymadığım enginar dolmasından söz ediliyordu. Çok sinirlenmiştim. Okuyanların ne diyeceklerini düşünüyordum ki, ilk laf evden geldi. Babam, “Oğlum, bu söylediklerinin hiçbiri bizde yok… Sen futbolu şimdiden bırak” diyerek annemle birlikte benimle alay ettiler. Üzüntüm daha da arttı. Başka bir gazeteye giderek aynı fotoğrafla söylediklerimi tekrarladım. Aynı çıktı. Tabii sonuç aleyhime oldu. Basın mensuplarıyla aramıza kara kedi girdi. Aslında fotoğraf çektirmekten pek hoşlanmazdım. Tabii sonradan geri dönmekte bana düştü…

    Gürültülü Galatasaray Maçı ve Öfkeli Kaleci Bedi Yazıcı’nın Ortaya Çıkışı

    İstanbul’un üç büyük kulübünün arasında bir buçuk saatlik saha içi mücadelelerinde dostluk ayrı bir yer tutar. Fakat zaman zaman münakaşalı maçlarımız da olmuştur. O zamanki Taksim Stadı’nın sahipleri Galatasaraylı ve Fenerbahçeli kişiler olduğundan Sarı – Kırmızılılarla olan dostluğumuz daha ileriydi. İstanbul’da olan maçlarımızda Galatasaray Kulübü’nde soyunur, Kadıköy’deki maçlarda onlar bizim soyunma odalarımızda soyunurlardı.

    İstanbul’da oynadığımız bir Galatasaray maçında sahada çok soğukkanlı olarak bilinen M. Reşat Nayır o gün kendisine sert hareketlerde bulunan Kadri’ye kızarak O’na bir elense çekti. Kuvvetli bir futbolcuydu… Bizim takım o sırada iyi oynuyordu. Yanların koştum, “Ne yapıyorsunuz?” demeye kalmadı, arkamdan yetişen Galatasaraylı bek Tevfik beni kucaklayarak öbür tarafa koydu. Benim kavga sevdiğimi sanan Tevfik’le çok sevişirdik. Mert bir çocuktu… O da bana olan yakınlığından kavgayı önlemek için araya girmiş. Bu durumu gören bizim kaleci Hüsamettin de kavgayı önlemek için araya girince işler karıştı. Üzülerek söylemek isterim hakiki bir mahalle kavgası başladı. Aslında gürültü hiç yoktan çıkmıştı. Ama kötü şeyler oldu. Müebbet boykot, altı ay, iki ay cezalar aldık. Ancak hiçbir ceza tamamlanmazdı. Bu cezalar da sonradan affedildi. Maçtan sonra Galatasaray Kulübü’ne az önce kavga ettiğimiz Sarı – Kırmızılı futbolcularla beraber gittik. Yaptıklarımızdan pişman olarak birbirimizden özür diledik. Sporcu düşüncemiz burada başlamışt1.

    Bu kötü maçın öncesinde B takımları müsabakaları sırasında Türk sporuna ve kulübümüze büyük emekleri geçen bir genç ortaya çıktı. Cevizlik Çayırı ekolünde kaleci Bedi Yazıcı… Bedi her zaman kaleci oynamazdı. Aklımda kaldığına göre Robert Kolej okul takımında forvet oynardı. Spor hayatının çoğu zamanını orada geçirdiği için aramızda görünmezdi. O gün B takımları maçında yer almış. Ben stada geldiğim zaman o günün antrenörü Herr Şveng’i kapıda beklerken buldum. Heyecanlıydı Şveng… Beni yakalayarak yarım Türkçesiyle, “Çocuğum… Bugün B takımında oynayan bir kaleci vardı. Harikaydı… Havadan, yerden kuş uçurtmuyordu. Ben ne Avrupa’da ne Türkiye’de böyle kaleci görmedim. Hemen A takımına alalım” dedi. Düşündüm ve kim olduğunu çıkaramadım. Bir de baktım Cevizlik Çayırı’ndan Bedi Yazıcı… Benim için yabancı değildi… Ama bazı işlerde “Kısmet önemlidir…” derler ya… Bunun ne kadar doğru olduğunu o gün anladım.

    Kavgalı maçta kaleci Hüsamettin de bizimle beraber ceza aldı. Antrenörümüzün gözünde büyüyen B takım kalecisi Bedii Yazıcı A takım kalesine yerleşti. Yaradılış itibariyle oynamayı ne kadar seversem maç seyretmekten o kadar hoşlanmam. Ama Bedii’nin oyunlarını seyretmek için cezalı olduğum süre içinde maçlara giderdim. Kavgalı maçta Zeki ile Süleyman Tekil kavgaya karışmadığı, Niyazi de oynamadığı için ceza almamışlardı. Bu üçü dışında tamamen, genç bir kadro ile devam ettiğimiz lig maçlarında Bedi’nin harika oyunlarıyla az daha şampiyon oluyorduk. Ancak son Beşiktaş maçında çok yüksekten gelen bir top Hakkı’nın kafasından aşınca Bedii’yi aştı ve şampiyonluğu kaçırdık. Ama Bedii’yi kazanmıştık.

    Eğer kavgalı maç olmasaydı, Bedii’nin yetenekleri ortaya çıkmayacak, dolayısıyla kulübümüz ve Türk futbolu böyle klas bir kaleciye sahip olamayacaktı…

    (DEVAM EDECEK)


    Fotoğraf-1) Bir maç öncesi Taksim Stadı harabelerinde Reşat’la birlikte bu fotoğrafı çektirmiştik. O zaman ikimiz de 17 yaşındaydık. İnsan o yaşa dönmek için neler vermez.

    Fotoğraf-2) Bir Galatasaray maçında çıkan kavgada her iki takımdan da 9’ar kişi cezalandırılınca gençlerden yeni bir ekip teşkil edildi. Ve kaleci Bedi ilk kez o maçtan sonra adını duyurmuştu. Soldan sağa: Antrenör Şvenk, Ziya, Semih, Necdet, Niyazi, Zeki, Şaban, Şevki, Fazıl, Ekrem, Ziya, Bedi.

  • Nazım Hikmet ve Futbol

    Nazım Hikmet ve Futbol

    Nazım Hikmet, 1930’lu yıllarda Akşam gazetesinde Orhan Selim müstear ismiyle yazılar kaleme alıyordu. Aşağıdaki 23 Nisan 1936 tarihli yazısı, “Nazım Hikmet ve Futbol” denince akla ilk gelen metin. 19 Nisan 1936 Pazar günü, Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı, Ali Rıza Tansı’nın golüyle 1-0 yendiği maçtan sonra yazılmış… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Fotoğraflar o maça ait, Tan gazetesinden…


    Bir Maç Seyrettim

    Geçen gün bir dostum dayattı, «ille de gidip Fener – Galatasaray maçını seyredelim» dedi. Ben de kıramadım dostumu, gittim maçı seyrettim.

    Futbol maçı denilen şey dört bir yanında binlerce insanın toplandığı bir meydanda yapılıyor. Meydana, teker teker saydım, yirmi iki delikanlı çıkarılıyor. On birinin üstünde sarı kırmızı yollu yollu gömlekler, öteki on birindeyse lâcivert sarı fanilâlar. Ama yirmi ikisi de kısa pantalonlu ve kocaman ayakkabılı.

    Meydanın iki başında iki kale var. Mesele, topu bu kale denilen direklerin arasından geçirmekmiş.

    Her ne hal ise, okuyucularımın çoğu bu hususta benden çok bilgili oldukları için fazla tafsilât vermiyelim.

    Birdenbire bir düdük öttü ve oyun başladı.

    Yirmi iki delikanlı kanter içinde hababam ha koşuyorlar.

    Toptan ziyade basıyorlar tekmeyi, atıyorlar çelmeyi, vuruyorlar kakmayı biribirine. Bir taraf topu ille de ben sokacağım sizin kaleye diyor, öte taraf «hayır bu marifeti ben göstereceğim!» iddiasında…

    Ne yalan söyliyeyim bu hengamede ben de heyecanlanmadım değil.

    Fakat benim heyecanlanmam, etraftaki binlerce seyircinin coşkunluğu yanında devede kulak kabilinden.

    Oyunu seyredenler ikiye bölünmüşler. Her biri kendi partisinin çocuklarını teşvik eder, düşman tarafa küfrü basar bir durumda.

    Herkes istediğini söylüyor. Herkes dilediği gibi bağırıp çağırıyor. Ortalıkta bir söz, bir düşünce hürriyeti, alabildiğine…

    Bu işin birçok tarafları hoşuma gitmedi, dersem yalan söylemiş olurum.

    Muayyen bir mânâda, demokrasiyi anlamak istiyenler Taksim stadyomuna gitsinler. Ben kendi payıma güzel ve berrak ve heyecanlı bir iki saat geçirdim. orada.

    Orhan Selim (Nazım Hikmet) – 23 Nisan 1936 – Akşam Gazetesi


    Fenerbahçe 1 – 0 Galatasaray

    19 Nisan 1936 – Taksim Stadyumu

    Hakem: Ahmet Adem

    Fenerbahçe: Necdet Erdem, Fazıl Arzık, Yaşar Alpaslan, Mehmet Reşat Nayır, Esat Kaner, Cevat Sayit, Fikret Arıcan, Naci Bastoncu, Ali Rıza Tansı, Şaban Topkanlı, Niyazi Sel

    Galatasaray: Avni, Lütfi, Reşat, Suavi, Hayrullah, Kadri, Danyal, Fazıl, Bülent, Eşfak

    Gol: Ali Rıza Tansı (25′)

    Nazım Hikmet ve Futbol