Etiket: Ömer Tanyeri

  • YKB Arşivinde Fenerbahçe

    YKB Arşivinde Fenerbahçe

    Ağırlığı Selahattin Giz fotoğraflarından oluşan YKB arşivinde Fenerbahçe fotoğrafları birbirinden müthiş sahneleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu arşiv araştırması esnasında bizden yardımını esirgemeyen Ayhan Uçar ağabeyimize sonsuz teşekkür ediyor, kendisiyle beraber çalışan ve aynı derecede bize yardımı dokunan büyük Fenerbahçeli merhum Abdullah Gül ağabeyimizi de saygıyla anıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yapı Kredi Bankası Arşivinde Fenerbahçe

    Yapı Kredi Bankası arşivinde Kadıköy ve Fenerbahçe fotoğraflarından bir seçme
  • Üst Üste Beşinci

    Üst Üste Beşinci

    Fenerbahçe 30 Haziran 1922 ile 2 Kasım 1923 tarihleri arasında Galatasaray’a karşı oynadığı beş maçı da (hiç gol yemeden, 15 gol atarak) kazandı. Aşağıdaki yazı, Spor Âlemi dergisinden üst üste beşinci galibiyetin haberi. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 4 – 0 Galatasaray

    Yine karşılaştılar ve yine Fenerbahçe kazandı. Bu galibiyetle Fenerbahçe, rakibini üst üste beş defa yenmiş oluyor. Bu son maç evvelkilere nispetle daha faik bir cereyan takip etmiştir. Çoktan beri kalabalık görmeyen Kadıköy İttihad Spor Sahası, saat üçe doğru, zevalden itibaren başlayıp tedricen artan halk tarafından kuşatılmıştı. Saat üçü çeyrek geçe iki takım karşı karşıya geçtiler.

    Fenerbahçe’yi mağlup edebilmek gayesine varmak üzere her türlü fedakârlığı ihtiyardan çekinmeyen Galatasaray kulübü, bundan iki sene evvel takımdan birkaç maç yapan Macarlı Mösyö (Balaşa)yı bu maç için suret-i hususiyede Viyana’dan celp etmişti. Buna mukabil Fenerbahçe, takımının en değerli bir uzvu olan Bedri Bey’in millî takım müsabakalarında sakatlanması dolayısıyla, yerine ikinci takım oyuncularından Nevzad Bey’i geçirmiş ve takımını başka bir tebdil yapmayarak şu suretle teşkil etmişti:

    Şekip, Cafer, Kamil, Fahir, İsmet, Kadri, Nevzad, Ömer, Zeki, Alaaddin, Sabih Beyler.

    Galatasaray ise, takımı Mösyö Balaşa’nın ilavesiyle şu şekle getirmişti:

    Nüzhet, Ali, Kerim, Edib, Kemal, Hayri, Muslih, Necib, Balaşa, Nihad, Firuz Beyler.

    Üst Üste Beşinci

    Fenerbahçe’nin rakibine nispetle kuvvetli olduğu zahir idi. Nitekim hâkimiyet oyunun bidayetinden sonuna kadar Fener’de kaldı. Hakem, İstanbul mıntıkası futbol reisi Hamdi Bey idi. Kale intihabında Fenerbahçe rüzgâr altına düşmüştü. Herkes vaziyetten Galatasaray’ın az çok istifade edeceğini zannederken hiç de böyle olmadı. Fenerbahçe rakibini kısa ve seri paslarla sıkıştırmaya başladı. Muhacim hatlarını takviye maksadıyla Galatasaray, sağ iç mevkiine Nihad Bey’i getirmişti. Bu tebdilden bir dereceye kadar istifade edilse bile, müdafaadan hâsıl olacak boşluk dolayısıyla hâsıl olacak zarar daha büyüktü. Fener muhacimlerinin düzgün paslarını kesmekte düçar-ı müşkülat olan karşı taraf muavin ve müdafileri, sıkı vuruşlarla topu kale önünden uzaklaştırmakla iktifa ettiler.

    Muhacimleri, muavin hatlarıyla muntazam bir rabıta tesis edemiyordu, çünkü Galatasaray müdafaası mütemadiyen rakip akınlarını tevkife hasr-ı mesai ettiği cihetle kendi muhacim hattını besleyemiyordu. Bu vaziyet karşısında Galatasaray forvetlerinden büyük bir iş beklenemezdi. Yirmi dakika sonra Ömer Bey bir kafa vuruşuyla ilk sayıyı yaptı. Bunun üzerine Galatasaray, takımda ufak bir tebdil icrasıyla Nihad Bey merkez muavin, Kemal Bey sol muavin ve Edib Bey sol iç mevkiine geçtiler. Yekdiğerine müstenit güzel bir tesanüt gösteren Fener müdafi, muavin ve muhacimleri rakiplerini çok uğraştırmakta idiler.

    Üst Üste Beşinci

    Çekilen şut kâh kaleye pek yakın bir mesafeden dışarı gidiyor, kâh direğin biraz üstünden geçiyor. Ve bazen de o gün hakikaten iyi oynayan Nüzhet Bey tarafından iade ediliyordu. Galatasaray muhacimleri de bilhassa sağlarına istinaden birkaç sıkı akın yaptılarsa da hareketleri daha ziyade münferit mahiyette kaldığı cihetle semereli olmadı ve daha haftaym zamanı geldi. İkinci haftaym daha farklı bir cereyan takip etmekte idi. Ayakta ayağa mütemadiyen dolaşan topun seyrini takip etmeye çalışan Galatasaray müdafaa hututunun yorulduğu aşikâr idi. Bu esnada rakip iki oyuncu arasından topu çıkaran Zeki Bey, takriben on beş metrelik bir mesafeden kaleye bir şut çekti. Ve top sağ direğin yanından içeri girdi. Bir müddet sonra Nevzad Bey mükemmel bir şutla üçüncü golü yaptı. Galatasaray müdafileri fütur getirmeyerek imkân dâhilinde çalışmakla beraber iyiden iyiye yorulmuşlardı. Binaenaleyh topa takılmaktan başka bir şey yapamıyorlardı. Bir aralık kale önüne düşen topun iadesini, müşkül bir vaziyette kalan müdafi Ali Bey, itidalini kaybetmeyerek kaleciye bıraktı ve bu suretle gol tehlikesini bertaraf etmiş oldu.

    Müsabaka bitmek üzere idi ki kaleci ile kendisi arasında aynı mesafede bulunan top üzerine Alaaddin Bey süratle yürüdü ve herkes ne olacağını merak ederken yetişerek hafif bir darbe ile dördüncü golü yaptı. Ve biraz sonra müsabaka hitam buldu. Bugünkü oyunda Fener’in on bir oyuncusu bir kişi gibi çalışmış ve muvaffak olmuştur. Elde edilen netice bu muvaffakiyetin ölçüsünü teşkil edemez. Bunun için maçın bütün safahatini dikkat ve alaka ile takip etmiş olmak lazımdır. Galatasaraylılar şayan-ı takdir bir azim ve gayret ile çalışmışlar ve ancak faikıyet karşısında mağlup olmuşlardır. Bilhassa Nüzhet, Nihat, Ali, Firuz Beylerin birçok gayretleri görülmüştür.

    Spor Âlemi – 15 Teşrinisani 1339 (1923)


    Fotoğraf-1) Fenerbahçelilerin attıkları şutlardan biri Galatasaray kalesini sıyırarak uzaklaşırken. Foto: Spor Alemi (Namık)

    Fotoğraf-2) Fenerbahçe kalecisi Şekip Bey’in bir akını iadesi. Şekip (Fenerbahçe), Muslih (Galatasaray), Kadri (Fenerbahçe). Foto: Spor Alemi (Namık)

    Fotoğraf-3) Fenerbahçe-Galatasaray maçında: İlk anlarda muhacim Nihat Bey’in akını Fenerbahçe müdafaasında tevkif edilirken Cafer (Fenerbahçe), Nihat (Galatasaray), Fahir (Fenerbahçe). Foto: Spor Alemi (Namık)

  • Selahaddin Adil Paşa’nın Kararı

    Selahaddin Adil Paşa’nın Kararı

    Fenerbahçe ile Galatasaray, 15 Haziran 1923 tarihinde “Spor Matbuatı Kupası” finalinde karşı karşıya geldiler. “Spor Âlemi” ve “Türkiye İdman Mecmuası” dergilerinin düzenlediği turnuvanın finalinde Galatasaray, yedikleri golün ofsayt olduğunu iddia edip de sahadan çekilince Selahattin Adil Paşa’nın kararı şampiyonu belirledi. Aşağıda Vatan gazetesinde yayınlanan ve keyifle okuyacağınız maç haberi var.

    Fenerbahçe ve Galatasaray’ın kıymetli oyuncuları ile beraber, Millî Mücadelemizin kahramanı Selahattin Adil Paşa’yı saygı ve rahmetle anıyoruz. Nur içinde yatsınlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Cuma Günkü Futbol Müsabakası

    Fenerbahçe Kulübü Sıfıra Karşı Bir Sayı ile Nasıl Galip Geldi?

    Saat beş buçuğu bulmuştu. Eski Taksim Kışlası’nın avlusu, bütün pencereleri, damları fesli, şapkalı, genç, ihtiyar, kadın, erkek belki on bin kişi ile dolmuştu. Ortada Galatasaray ile Altınordu’nun mütekait futbolistleri düşe kalka, inleye oflaya topun peşinde koşuyorlar, yekdiğerlerini teşvik için bağırıyorlar, bazen aralarında şakalaşıyor, gülüyor, güldürüyorlardı. Nihayet Galatasaraylılar bir gol yapmaya muvaffak oldular ve biraz sonra oyunları bitti. “Kin” şairi Emin Bülent Bey kollarını kabartarak geldi, İstanbul Kumandanı’nın elinden ihtiyarlar turnuvasına mahsus kupayı aldı.

    Şimdi büyük maç başlayacaktı. Seyirci safları sıkıştı, gözler Fenerbahçe ile Galatasaray’ın birinci takımlarının görüneceği kapıya dikildi. Evvela Fenerbahçeli, sonra Galatasaraylı gençler koşa koşa meydana çıktılar. Arkalarından Hakem Mösyö “Krati” göründü. Sükût umumileşti. Spor Âlemi gazetesi sahibi Sait Tevfik Bey tarafeyn takımları kaptanlarının kulaklarına bir şeyler fısıldadı. Günün kahramanları yan yana iki sıra oldular. İstanbul Kumandanı’nın önüne kadar gelip durdular. Kumandan Paşa her birine ayrı ayrı iltifat ederek göğüslerine iki kulübün renklerini taşıyan rozetleri taktı. Takım azası yerlerine gittiler ve altıya çeyrek kala müsabaka başladı. İlk haftaymın ilk nısfı Galatasaray’ın mütemadi hücumları ve Fenerbahçe’nin şedit bir müdafaasıyla geçti. Yirminci dakikadan sonra Fener de akınlarına germi vermiş. Fakat beklenmeyen zamanlarda yaptığı gollerine alıştığımız Zeki Bey, rakip tarafın müdafaa hututu arasından bir sel gibi akan Alâeddin Bey bugün Galatasaray kalesine ancak yirmi beş metre yaklaşabiliyorlar, ya ayaklarından topu kaçırıyor yahut neticesiz şutlarla izaa-i vakit ediyorlardı. Çünkü galibiyeti akla getirmeyen Galatasaray iki seneden beri tahakkuk eden mağlubiyetlerinde olduğu gibi üç veya dört gol ile yenilmemek için hücum hattından sol açığı muavinler hattına almış ve esasen ayağından sakat olan Fenerbahçe sol açığını büsbütün ihmal ederek geri kalan dört muhacimin karşısına altı kişi ikame etmişti. Ve ne kadar mahir olsalar, dört kişinin dört muavin, iki müdafi ve bir kaleciden mürekkep olan müdafaa hattını yarıp geçmesi imkânını selb eylemişti. Binaenaleyh birinci haftaym (yukarıda dediğimiz gibi) kısmen Galatasaray’ın ve kısmen Fenerbahçe’nin neticesiz akınlarıyla geçti.

    Neticeye taalluk eden cihetler itibariyle bu suretle geçen kırk beş dakika futbol kavaidi nokta-i nazarından türlü vekaile dolu idi. Tarafeyn onlarca “faul” yaptılar, oyun mütemadiyen durdu ve tekrar başladı. Hatta bir kere çirkin bir şekil almak üzere bulundu. Fenerbahçe sağ açığı Sabih Bey topu Galatasaray kalesine doğru sürerken Galatasaray muavinlerinden Edip Bey’i kazara veya ankasdin düşürdü. Edip Bey ayağa kalkar kalkmaz, Sabih Bey’in boynuna sarılarak vurmaya başladı. “Yanağına vurana öteki yanağını da arz et!” nasihat-i mesihanesine yirminci asırda kimde ittiba etmez. Binaenaleyh Sabih Bey de elini kolunu bağlayıp mütearrızın karşısında durmadı. İşe diğer müsabıklar da karıştı. Neyse takım kaptanlarının müdahalesi ile delikanlılar yekdiğerinden ayrıldı. Ama herkesin asabiyeti ziyadeleşti, etrafta ağır, korkunç bir kavga havası esmeye başladı.

    İkinci haftaymda başından itibaren Fenerbahçe vaziyete katiyen hâkim olmuştu. Artık top sahanın Fenerbahçe’ye ait olan nısfına nadiren geçiyor ve oyun Galatasaray kalesi civarında cereyan ediyordu.

    On sekiz dakika böyle geçti. Sıkışan Galatasaray müdafaası topu kale hattından harice attılar ve bittabi “korner”den bir ceza vuruşu verildi. Bedri Bey attı, top havalanarak Galatasaray kalesinin önüne, orada birikmiş olanların başlarının üzerine düştü ve baştanbaşa zıplamaya başladı; kaleye doğru giderken kaleci kurtardı, fakat Ömer Bey tarafından bir kafa darbesiyle kalenin sağ köşesinden içeri girdi. İlk golü Fenerbahçe yapmıştı. Derken dışarıdan birkaç kişi Galatasaray kalesine doğru koşuştular. Ve baktık ki top hakemin işaret ettiği gibi oyuna tekrar başlanmak üzere ortaya geleceğine kalenin önünde duruyor ve Galatasaraylılar sahayı terk etmeye hazırlanıyor. O zaman herkes sahaya hücum etti ve artık her kafadan bir ses çıkmaya başladı.

    • Gol!
    • Hayır!
    • Ofsayt!
    • On kişi kalenin içinde iken ofsayt olur mu?
    • Olur.
    • Nasıl olur?
    • Bayağı olur.

    Artık laf ayağa düşmüştü. Altısından altmışına kadar herkes fikrini söylüyor, arada birkaç kişi (yeni bir maçın getireceği harı düşünerek): “Artık devam edilmez. Başka bir gün oynamalı” mütalaasını ileri sürüyordu. Bu keşmekeş içinde Türk sporculuğunun şerefini Selahattin Adil Paşa kurtardılar. Tarafeyni dinlediler. Hakemden iştişarede bulundular ve Galatasaray Reisi Yusuf Ziya Bey’e “Görüyorsunuz ki sahada itiraz dermeyanı usulden değildir. Müsabakaya devam ve lazımsa itirazınızı Federasyon’a bilahare arz edin” dediler. Ziya Bey: “Emredersiniz” dedi, fakat sahayı çoktan terk edip “Lokal”lerine avdet eden azayı bir türlü toplayamadı. O zaman Paşa Hazretleri selis bir Fransızca ile hakeme: “İcap eden merasimi ifa ediniz” buyurdular.

    Mösyö Krati de Fransızca olarak ilan etti: “Fenerbahçe sıfıra karşı bir gol ile Galatasaray’ı mağlup etmiştir”

    Bunun üzerine Paşa Hazretleri önlerinde duran kupayı Fenerbahçe takımı kaptanı Zeki Bey’e tevdi ve Fenerbahçe’yi sportmence harekâtından dolayı tebrik ettiler. İşte Fenerbahçe böyle turnuva şampiyonluğunu kazandı.

    Gelelim bu vakanın cihet-i fenniyesine: Galatasaray itirazında tamamen haksızdı. Çünkü evvela: Gol “ofsayt”tan olmamıştı. Saniyen: Ofsayttan olduğu kabul edilse bile bu husustaki itiraz sahada ve başıbozukçasına değil, dünyanın her tarafında olduğu gibi oyun ikmal edildikten sonra tahriren heyet-i aidesi (mesela İstanbul Futbol Federasyonu) nezdinde teşebbüsatta bulunarak dermeyan edilmek lazımdı.

    Bugünkü Müsabaka

    Bugün Kadıköyü’nde İttihat Kulübü’nde saat beşte mühim bir müsabaka icra edilecektir. Tarafeynden biri üç hafta evvel Fenerbahçe’yi ikiye karşı üç gol ile mağlup eden ve sonra Fenerbahçe’ye bire karşı beş gol ile yenilen İngiliz muhtelit takımı, diğeri de İstanbul’un en kuvvetli kulüplerinden Altınordu’dur. Gençlerimize muvaffakiyetler temenni ederiz.

    17 Haziran 1923 – Vatan Gazetesi


    Selahattin Adil Paşa'nın Kararı
  • Kim Ne Derse Desin

    Kim Ne Derse Desin

    Muvakkar Ekrem Talu’nun Fenerbahçe-Galatasaray yazılarına bir yenisi ekleniyor. İster 1939 olsun, ister bugün; kim ne derse desin, en büyük rekabet bu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Pazar Günkü Maç Münasebetiyle

    Yine Galatasaray-Fener’e Dair

    Kim ne derse desin!

    Şu iki sevimli kulübümüzün rekabeti başka oluyor.

    Karşı karşı geldikçe de, el ele verdikçe de duyulan heyecanı hangimiz inkâr edebiliriz?

    Kâfir futbolun üç buçuk meraklısı varsa bunun iki buçuğu, kâh tenkit edilen rekabet yüzü suyu hürmetinedir. Ben kendi hesabıma futbolu, çelik çomaktan daha fazla sevmemi bu rekabete hamlediyorum. Hoş eski çelik çomaklar bugünkü futbol müsveddesinden daha heyecanlı idi ya!

    Şimdi dinleyin de bana hak vermeyin!

    Cuma günü Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşıyor. Mektepte daha Salı’dan faaliyete geçilir. Talebe futbolculardan Ulvi, Ali, Burhan, L. Mehmet, Muslih, Zıt Kemal, Mithat, Hayri, Fethi… Sürüsüne maşallah.  Zaten bütün takım talebe… Sıkı perhize geçerler. Perhizden maksat zayıflık rejimi değil! Öbür manada… Fakat sinirler de başlar gerilmeğe… İçlerinde yalnız Ali pilâv tabağı adedini arttırmıştır. Kemal de sahada tatbik edeceği nev icat muziplikler düşünmekle meşguldür. O akşam “Gran-kur” da son antrenman, Adil Giray’ın ve Mütevelli Mehmet’in huzurlarında tamamlanır. Perşembe, öğleden sonrayı beklemeden hatta tatlıdan da feragat edilerek erkenden kulüp lokaline düşülür.

    Ertesi gün için Bay Ziya’dan direktif alınacak. Yusuf Ziya, erkânı harbiyesini Sadun Galip, Eşref Şefik, Tahir Yahya, Adil Giray, Sedat Rıza ile teşkil etmiş bulunuyor. Salonun bir köşesine toplanılır ve kondüktörün madam vasıtasıyla sunduğu çaylar, kahveler içilirken ertesi gün için “plân” ihzar edilir. Sadun Galip’in Ali Naci’ye vereceği cevap, Tahir Yahya’nın Çelebi Said’e edeceği mukabele, Müçteba’nın Fikret’e karşı oynatılması, Ulvi’nin muhacim, atlet Vedat’ın santrfor, Nüzhet’in kaleciliği hep bu fasılda karara bağlanır. Elektrikler havanın kararmasına rağmen yakılmaz (şimdi de yakılmıyor amma, o zaman iktisat olsun diye değil!) esrarengiz vaziyet muhafaza edilir.

    Galibiyet takdirinde Necip’in Burgaz’daki evinde ziyafet çıtlatılır. Kunduralar Mahmut’un tamirinden geçer. Yıkanmış parçalı gömlekler ütücüden gelip kondüktöre teslim edilir. Perşembeleri lokal kapısı tıklım tıklımdır. Simalar ekseriya yabancıdır. Kimi, oyunculardan birine yaklaşarak:

    – Bana bir davetiye bulabilir misiniz?

    – Affedersiniz! Lakin sizi tanıyamadım!

    – Olsun efendim! Ben sizi tanıyorum ya!

    Yahud:

    – Falanca futbolcuyu görmek istiyorum!

    – Kim diyelim?

    – Geçen gün tramvayda nasırınıza basan zat geldi, dersiniz. Şeklinde beleşçiler muhavereleri duyulur.

    Peki diğer tarafta neler oluyor acaba?

    Kuşdili’ne giderken dere kenarında Osman’ın gazinosuna bitişik şipşirin beyaz boyalı bir bina. Burası “Fenerbahçe Spor Kulübü” lokalidir. Güzel tanzim edilmiş ufak bir bahçeden geçtiniz mi sağınıza bir tenis kortu gelir. Burada eğer akşam saati ise emektar Galip Mısırlı Tevfik ile bir parti yapmaktadır. Doktor İsmet, üstad Zeki ve Suat’ın ağızlarının suyu akıyor amma, ne çare ki ertesi günü mühim bir koz paylaşılacak. “Barba”nın asık suratına aldırmayarak yandaki kapıdan içeri dalanılar evvela “Mocuk’la karşılaşırlar. Fener kulübünün en büyük hususiyeti, şayanı takdir karakteri küçüklerin büyüklere hürmet, büyüklerin de küçüklere muhabbet beslemeleri ve otoriteyi sarsacak laubali hareketlerden büyük bir hassasiyetle tevakki…

    İşte karşıya gelen alt kat salonda Fuat Hüsnü, Hasan Kâmil, Saip Şevket, Avukat Ramiz, Hamid Hüsnü, Muvaffak Menemenci, merhum ziraat vekili Sabri, Şekerci Ali Muhiddin… Ali Naci de kendilerine iştirak etmiştir. O, bu topluluğun Göbelsi! Derken piyanonun alt başında iskemlelere mektebe başlayan uslu çocuklar sükûnetinde ağır başlı, terbiyeli faal elemanlar. Kıdem adabına pek riayetkâr olarak mevki almışlar. Üstat Zeki, Doktor İsmet, Nedim, Şekip, Kadri, Fahir, Sabih, Alâaddin, Bedri, Suat, Belesçi Ömer.

    O tarihlerde bu asil kulübümüzde de pek öyle “parazitler” yok… Cevat, Sedat, Füruzan, Ulvi, Ragıp, Şahap, Seyfi, Nihat, Haydar gibi gençler de kapının dışında ağabeylerini hayran hayran seyretmekte…

    Fikret, Muzaffer, M. Reşat daha gençler… Dördüncü takım elemanları… Sabih’in idaresindeki antrenman ve Mocuk’un idaresindeki bir maçtan yorgun dönmüşler, muntazam duşlar altında keyifli keyifli soyunup giyinecekler… Yarınki dedikodu ile alakadar bile değiller… Ha! Niyazi’yi, bu gelmiş geçmiş “en nazik Türk futbolcusunu unuttum sanmayın!… O daha İstanbul’a gelmemiş. İzmir’de sanatlar mektebinde okuyor ve Altay küçükleri sınıfında…

    İlk spor muharrirlerinden sevimli arkadaş Salim Hamdi gazetesine fazla malumat toplamak için yukarı katta müzenin bulunduğu odada Salt Çelebi’yi sıkıştırmış havadis istiyor.

    Derken cuma sabahı gelir çatar!

    Milliyet gazetesini açın! Fenere hücum! Akşamı açın! Galatasaraya hücum!

    Bir elli vapuru Kadıköy iskelesine yaklaşmaktadır.

    “Hamsi de koydum tatatavaya… Hamsi de koydum tatatavaya!”

    Sıçradı gitti hahahavayaya hahahavaya!

    Gitti de gelmez o kız buraya…

    Aman mino mino mino,

    Canım mino mino mino

    Papazın kızı of! İmamın kızı!…”

    Güverteden gelen bu sesler, Galatasaraylıların vapurda bulunduklarına işaret…

    Maçın neticesi ne olursa olsun “Hava” bugünkü kadar soğumaz ve söğüş olsun, dövüş olsun, bugünkü kadar şümullü değildir.

    Nitekim mesela ertesi hafta, o zamanlar muhakkak ki Arsenal’den da kuvvetli ve şöhretli olan (Slavya)lar, (Frengvaroş)lar, (Admira)lar karşısında el ele veren memleketin bu güzide evlatları düz beyaz ve bazen da lacivert-Sarı-Kırmızı yollu formalar altında Türk’ün yüzünü ağartmak için ayni gaye yolunda aynı miktarda ter dökerler.

    O zamanın ileri futbolumuzda düştüğümüz en büyük iki hatayı da ilave etmeden yazımı bitirmeyim. Biri Bekir’in Avrupa’da bırakılması, diğeri Refik’in diskalifiyesidir. Bu iki büyük hata futbolumuzun aleyhine birer ağır darbe olmuştur. Bir de daha eskisi var ki o da Hasan’ın ekmek parası aradığı için sürünecek kadar sefalete maruz bırakılıp cüzamlı gibi “profesyonel” damgası vurularak futbollumuzdan uzaklaştırılmasıdır. Ben bu üç “Gaf”ı da affedemiyorum.

    Ayağımı, dolayısıyla gençlimi feda ettiğim futboldan azıcık olsun şikâyetçi değilim de bugüne kadar devam edegelen keşmekeşten gönlüm mustarip. Elbet her zevalin bir kemali olacaktır. Ve Türk futbolu de layık olduğu parlaklığı her bakım dan ihraz edecektir.

    Benim meşin topa olan aşkım yaptığım mukaddimeden sonra, önümüzdeki maçta her iki kulübün berabere kalması hususunu iddiaya sevk ediyorsa da, Galatasaraylı olmaklığım, Galatasaray’ı, mantığım Fenerbahçe’yi galip görüyor. Geçen seferki tahmini de ilk hissim galip geldiği için o yolda ayarlamıştım. Hoş! Osman Münir arkadaşımız Sarı-Kırmızı aleyhindeki bir tahmine sütunlarında yer verir mi? Orası şüpheli!

    Takımları bilmemek de çok fena… Avrupa’da bir hafta evvel ilan bile edilir. Bizde “siyaseti hariciye” gibi gizli tutuluyor. Ne hikmettir anlamam!

    En akla yakın Galatasaray şeklinin: Osman; Lütfi, Adnan; Musa, Nubar, Bedii; Necdet, Süleyman, Cemil, Buduri, Sarafim olduğuna göre ve Fenerbahçe’nin de Hüsameddin; Yaşar, Lebib, Ali Rıza, Angelidis, M. Reşat; Şaban, Esat, Yaşar, Basri, Fikret halinde en kuvvetli manzara gösterdiğine göre takımları Eşref Şefik vari bir kantara vurup kıyas edelim:

    Kaleler; Fenerde daha emin, Geri müdafaa Galatasaray’da çok kıvamında, haf hattı Musa’nın klas üstünlüğüne rağmen Fenerde daha omojen. Hücum, dünyanın en iyi sol açığına malik olmasına rağmen “antrenmanlı” Galatasaray forvetinden daha mazbut gözükmüyor. Galatasaray’ın mutlaka kazanması için bir buçuk saatte Fener kalesini veresiye zorlamaları değil “delik” bulup arada parlamaları kâfi ki bu da şu yukarki elemanlarla (lakin bir tane noksansız) pek mümkün. Yoksa Şaban, Esad, serbest kalacak bir Fikret’in hazır loplariyle beni tahminim de bir kere daha aldatacaklardır.

    Fener takımındaki istikrarsızlıktan Galatasaray’daki meşhur zaafa düşmekte… Galatasaray da Necdet, Süleyman tarafını ferden daha ateşli bir hale sokabilmelidir. Selâhaddin gibi elemanların ise aktif futbolda Adnan Akın, Nuri Bosut hatta Ömer Besim kadar bile bir kıymeti kalmadığını anlamak için Avusturya müdafaasında yer almış olmak icap etmez sanırım.

    Haydi çocuklar! Ağabeyleriniz gibi oynayınız!

    Muvakkar Ekrem Talu – 17 Şubat 1939 – Vakit Gazetesi

    Not: Maç ne oldu diye soracak olursanız; 1-1 bitmiş.

  • Canlı Yapraklar – XI

    Canlı Yapraklar – XI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XI” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XI

    Evvelce de bilmünasebe bahsettiğimiz gibi, Fenerbahçe 1922/23 senesi İstanbul şampiyonluğunu yalnız hiç yenilmeden değil, aynı zamanda, 14 maçta attığı 67 gole karşı kalesine tek bir sayı yaptırmadan kazanmıştı. Bu fevkalade hâdise, 1904’den beri, tam 50 senedir devam eden İstanbul futbol şampiyonasında eşi olmayan bir başarıdır. Yukarıda sunduğumuz resim, işte, o yılın maçlarından ikinci devredeki Fenerbahçe – Galatasaray karşılaşmasından bir kaç dakika önce alınmış bulunuyor.

    Tutunabilmiş ilk Türk kulübü olan Galatasaray, ilk seneler üst üste 3 yıl yeni doğmuş genç Fenerbahçe’yi yenmişti. Zinde ve sabırlı Fenerbahçe kendisinden 2 yıl kıdemli rakibine nihayet 22 Aralık 1913’teki lig maçında mağlûbiyet acısını 4-2 netice ile tattırdı. Böylece, iki en eski Türk kulübü arasında teessüs eden muvazene şedit, fakat samimi ve hayırlı bir rekabetin de doğmasına imkân verdi. Bir ara, Altınordu’nun sahneye çıkmasıyla, birkaç yıl hararetini kaybeden bu rekabetin 1921’den sonra yeniden canlandığını görürüz… Fakat bu şiddetli rekabet, o zamanki gençliğin spor telâkkilerindeki şuur ve olgunluk dolayısıyla yalnız sahada kalır, maç bitince, tebrik ve tesellileri müteakip, galibiyet – mağlubiyet artık unutulurdu.

    İşte; yukarıdaki fotoğraf, eski Fenerbahçe ve Galatasaray sporcularındaki bu büyük meziyetin en canlı misali ve hâtırasını da taşımaktadır. Gün 9 Mart 1923 Cuma’dır.

    Fenerbahçe’nin Şekip, Hasan Kamil, Cafer, Kadri, İsmet, Fahir, Sabih, Âlâ, Zeki, Ömer ve Bedri’den müteşekkil o meşhur mütareke seneleri kadrosu; Nüzhet, Necip, Edip, Salâhaddin, Nihat, Hayri, Arif, Mehmet Nazif, Kemal Nejat, Muslih ve Ulvi’den müteşekkil Galatasaray’ı hakem Kratki’nin İdaresinde Taksim’de 4-0 yenmiştir.

    Dedikodu ve münakaşası haftalarca önce gazete sütunları ve dillerde başlayıp ve uzayıp giden bu maç, takımlar sahadan çekildikten sonra artık tarihe karışmış ve esas kardeşlik devam eder olmuştur.

    Nitekim maçtan sonra Galatasaray futbolcu ve idarecileri Fenerbahçelilerin davetlisi olarak Beyoğlu’nda Chat Noir pastahanesinde büyük bir çay masası etrafında toplandılar.

    Galatasaray’ın o zamanki cidden çok kıymetli ve fevkalade sportmen idarecilerinden meşhur “Kin” şairi Emin Bülent merhum ayağa kalktı. Beliğ hitabetiyle uzun bir nutuk söyledi: Sporun gayesini hatırlattı. İki kulüp arasındaki samimi rekabetin Türk sporuna ettiği faydaları teşrih etti ve nihayet günün galiplerinin cidden güzel oyun ve haklı galebelerini övüp onları tebrik etti.

    Fenerbahçeliler de aynı şekilde konuştular ve arkadaşlarına teşekkür ettiler. İki grup yekdiğerlerini (Şa… Şa… Şa…)larla selamladılar ve birbirlerine kardeşçe sarılıp ayrıldılar.

    Esefle itiraf olunmalıdır; bugün bu yakınlık ve samimiyet sahnelerinin artık sadece tatlı hâtıraları kalmıştır. İki en eski Türk kulübüne düşen vazife bir zamandan beri hasreti çekilen mazinin kardeşlik havasını ihya etmek olmalıdır. Yurdumuzun bu medarı iftihar spor ocakları arasında yeniden yaşanacak böyle mutlu bir havanın manevi büyük huzuru karşısında sevinmeyecek, iftihar etmeyecek tek bir insan tasavvur olunabilir mi?

    İşte, o mutlu devirden 9 Mart 1923 ün kıymetli hâtırasını canlandıran yukarıdaki resimde futbolumuzun ne kıymetli ve ne şöhretli simaları bir araya gelmemişler ki!

    Bakın; sağ baştaki gözlüklü sivil Galatasaray’ın eski meşhur sağaçığı Fazıl’dır. Ağır ve mülâhham vücuduna rağmen merhumdaki sürat ve çeviklik harikulâde idi. Sağındaki Fenerbahçe’nin çetin müdafii meşhur Kadri (Göktulga)dır. Sonra, Fenerbahçe kalecisi Şekip (Kulaksızoğlu), Fenerbahçe sol hafı ve halen İstanbul Üniversitesi Rektörü Fahir (Yeniçay), Galatasaraylı Necip Şahin merhum, Sokoni Vokum Türkiye Müdürü ve Amerikalarda (Çanakkale fırtınası) lakabıyla anılmış, Milli Takımımızın ilk kaptanı Hasan Kâmil (Sporel), futbolumuzda (A) ve (Ye) Mehmet lakaplarıyla maruf ve meşhur Galatasaraylı Mehmet Nazif, Galatasaraylı aslan Nihat (Bekdik), Galatasaraylı Arif, Milli Takımımızın (15) golle 32 yıldan beri ve hâlâ gol kıralı ve İstanbul mebusu Fenerbahçeli üstat ve kaptan Zeki (Sporel), hâlen büyükelçi Galatasaraylı Kemal Nejat (Kavur), futbolumuzun meşhur (Beleş) i Fenerli Ömer (Tanyeri), Türk Ticaret Bankası Umum Müdürü Galatasaraylı Hayri (Gönen), Galatasaraylı Salâhaddin (Uzer), Galatasaraylı meşhur Muslih Hoca (Peykoğlu), Fransa’da talebe müfettişi Galatasaraylı Uzun Ali ve Galatasaraylı Edip.

    Yerdekiler; yine sağdan: Fenerli Sabih (Arca); Galatasaray’ın Adil Giray’ı istihlâf eden kalecisi Nüzhet; futbolumuzun bir zamanlar rakipsiz solaçığı Fenerbahçeli meşhur Dr. Bedri (Gürsoy); Fenerbahçeli Alâeddin (Baydar); Türk futbolu ve Fenerbahçe’nin celâdet örneği ve namdar (Yavuz) u Dr. İsmet (Uluğ) ve nihayet devrinin şöhretli ve çetin sol müdafii Fenerbahçeli Eczacı Cafer (Çağatay).

    Ya sol baştaki 4 sivil kimlerdir, dersiniz? Birçoğunuz pek seçemeyeceksiniz… İşte, her biri büyük şöhret olan bu zevat da sağdan itibaren:

    Romanya ile milli temasımızın hakemi ve Avusturya milli takımının eski oyuncularından, hâlen İstanbul’da ticaretle meşgul, Çekoslovakyalı maruf Kratki; (Spor âlemi)nin o müteşebbis ve fedakâr sahip ve kurucusu, girgin organizatör, Taksim Stadı’nın pek talihsiz banisi ve ilk Türk spikeri Fenerbahçeli Çelebizade Sait (Çelebi) merhum ve nihayet kalpaklı Galatasaraylı Sermet Kevkep’tir.

    İki, üç dakika sonra başlayacak bu lig maçının hakeminin uzun pantolon ve iskarpinli kıyafeti garibinize mi gitti? Hiç de gitmesin… Zira o devirde hakemler bugünkü gibi kısa pantolon ve kramponlu futbol ayakkabısı giymezlerdi! Umumiyetle şehir kıyafetiyle, hatta kravatlarıyla; en fazla ceketlerini çıkararak, maç idare ederlerdi!

    (Gelecek resim ve yazı: Takviyeli Galatasaray takımı 33 yıl önce Almanya’da Karlsruhe sahasında…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 5 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – X

    Canlı Yapraklar – X

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – X” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – X

    Bugün İstanbul’un 4 kümeye bölünmüş 92 kulübü içinde öyleleri vardır ki, bunlar hangi kümede olurlarsa olsunlar, taşıdıkları adları ile birer (tarih)tirler. İkinci kümedeki Anadolu, Süleymaniye, Anadoluhisarı İdman Yurdu ve dördüncü kümedeki Altınordu kulüpleri gibi.

    Siyah-Beyaz formasıyla, uzun seneler İstanbul semtinin en kudretli kulübü olarak temayüz eden (Süleymaniye)nin bugün adını sık sık işitmemek onun yüce tarihinin silinmiş veya unutulmuş olması manasına gelmemelidir.

    Şöyle, 35 yıl öncelere gidelim. Ve futbolda İstanbul’un birinci kümesine göz atalım… Göreceğiz ki orada 6 kulüp vardır… Bunlar: Fenerbahçe, Galatasaray ve yukarıda adları geçen 4 kulüptür.

    40 yıl önceye gidelim… 1915 te de küme yine aynı 6 kulüpten müteşekkil olarak bütün bir hüviyet ve kudretiyle karşımıza çıkar. Hem de öyle bir küme ki şartlar, aşağı yukarı bugünkü gibi, müsavi olduğundan karşılaşmalarda hiç bir kulüp için önceden kati bir üstünlük iddiası varit olamaz. Her maç çetin, her karşılaşma şedit bir mücadeledir.

    Yıllarca birbirleriyle kaynaşmış ve sporumuzun bugünkü ileri durumunun, hemen her şube için ve uzun yıllar kahrını çekmiş bu emektar 6 kardeşin bugün, 40 sene sonra, çil yavrusu gibi dağılmış olmaları hakikaten hazindir. Fakat bu, onların şaşaalı tarihlerine bir nakisa teşkil etmeyeceği gibi bir gün yine bir arada ve en üst kümede toplanmalarının imkânsız olduğu manasını da taşımaz.

    1910’da kurulmuş olan (Süleymaniye Kulübü) nün gerçekten şaşaalı bir tarihi vardır. Kaleci Büyük Nedim’ler, solaçık Zeki’ler, Fikret’ler, Büyük Orhan’lar, Arif’ler, Hikmet’ler, Badi Şükrü’ler, Ahmet’ler, Arap Hüseyin’ler, Kemal Halim’ler, daha sonra Hamdi’ler ve Lütfi’ler… Ve daha nice kıymetler bu eski ve köklü yuvada yetiştiler.

    Futbolda Milli Takıma müteaddit elemanlar veren ve İstanbul ikinciliklerini alan Süleymaniye, atletizm ve bilhassa bisiklette de birçok Türkiye şampiyonluklarına erişmiştir.

    Bu eski ve kıymetli spor ocağımızın 15 yıl önceleri güttüğü Yenibahçe stadı dâvasını müspet bir neticeye bağlayamaması cidden talihsizlik olmuş ve onu lâyık olduğu büyük gelişmeden mahrum bırakmıştır.

    İstanbul semtinin, en az çeyrek asır için, en kuvvetli kulübü olan Süleymaniye’nin Fenerbahçe ile olan münasebetleri 40 sene, fasılasız olarak, büyük bir kardeşlik havası içinde devam etmiştir.

    1913’de bir ihtilaf yüzünden cuma ligine giremeyen Süleymaniye’nin Büyük Orhan ve Zeki gibi en kıymetli futbolcularını, o sene pazar liginden mâda cuma ligine de ayrı bir takımla katılan Fenerbahçe’ye ödünç olarak vermesiyle başlayan bu samimiyet 1939’da Yenibahçe sahasında ilk ve son defa olarak tertiplediği 29uncu yıldönümü bayramını Fenerbahçe ile beraber kutlamasıyla en yüksek dereceye varmıştı.

    Süleymaniye’nin Fenerbahçe ile 40 yıl sürmüş kardeşçe münasebatı içinde dikkate şayan bir nokta vardır ki, o da, bu kulübümüzün talihinin Sarı-Lacivertliler önünde hiç de yâr olmayışıdır.

    Filhakika; İstanbul’da gelmiş, geçmiş ne kadar kulüp varsa bunların, istisnasız olarak hepsi Süleymaniye’den zaman zaman birçok silleler yemişlerken, yalnız Fenerbahçe bu iste muaf kalmıştır.

    Süleymaniye’nin Fenerbahçe ile karşılaşmalarının listesi önümde… 70 kadar maç yarmış. Fakat hiçbir galibiyeti yok. Yalnız, 30.11.917’de 2-2, 9.2.1947’de de 1-1’lik iki beraberliği var. Halbuki aynı Süleymaniye meşhur Altınordu’ya 6, Galatasaray’a 4’er golle bir kaç defa galip geldiği gibi, birincisi tarihlerinin ilk karşılaşmasında olmak üzere Beşiktaş’ı da birkaç defa yenmiştir.

    Süleymaniye’nin Fenerbahçe önündeki talihsizliği daha ilk karşılaşmalarında, hem de büyük bir belâgatle kendini göstermiştir. Biraz da Fenerliler fazla insafsız davranmışlardır.

    Ama kabahat da yine Süleymaniye’dedir. Şöyle ki; 40 yıl kadar maziye rücu edelim:

    11 Aralık 1915 cuma günü (Union Club) sahasındayız. Hava yağmurlu ve saha çamurlu.

    Maçı tehir edelim mi, etmeyelim mi? Düşünüyorlar. Fakat, Süleymaniyeli talihsizce bir celâdet gösteriyor: «- Buraya kadar geldik, oynayalım artık!» diyor.

    Fenerbahçe umumi kaptanı Galip merhum için verilecek cevap malumdur artık: «- Pekâlâ oynayalım!» mukabelesinde bulunuyor. Bulunuyor ama o da rakibinin celâdet ve bilhassa geçen haftalardaki oyunlarından ürkmemiş de değildir.

    Çünkü; Süleymaniye daha evvel yaptığı 3 lig maçında, sırasıyla Anadolu’ya 3-2, Anadoluhisarı İdman Yurdu’na 1-0 ve Altınordu’ya da 6-2 galip gelmiştir ve dördüncü kabak bu gidişle Fenerbahçe’nin başında patlayacaktır!

    Bu haleti ruhiye altında başlayan maç, bütün tahminleri altüst eden bir netice ile bitti: Birinci devrede 8, ikincide de 4 gol yapan Fenerbahçe, yılın namağlup rakibini tarihteki bu ilk karşılaşmada 12-0 gibi, yıllarda görülmemiş bir netice ile hayal kırıklığına uğrattı.

    İşte, Fenerbahçe ile Süleymaniye arasında 11 Aralık 1915 teki 12-0’lık maçla başlayan futbol karşılaşmaları 19 Şubat 1949’daki 5-2’lik maçla, şimdilik sona ermiş bulunuyor. İnşallah, profesyonel kümede yakinen yeniden başlayıp devam eder.

    Yukarıdaki resim, senede vasati olarak iki karşılaşma halinde 35 yıl devam etmiş olan Fenerbahçe-Süleymaniye maçlarından birini canlandırmaktadır. Bundan 32 sene evvel, 12 Ocak 1923 te Kadıköy’de yapılan bir lig maçından önce alınmıştır.

    Fenerbahçe ligde ilk devrenin 7nci ve sonuncu maçını oynamağa çıkmış bulunuyordu. Daha evvelki 6 maçta, sırasıyla Hilâli 4-0 yenmiş, Altınordu ile 0-0 berabere kalmış, Galatasaray’ı 3-0, Anadolu’yu 2-0, Darüşşafaka’yı 5-0 ve Vefa’yı da 5-0 yenmişti, 14 maçta (1) beraberlik ve (13) galibiyet ve sıfıra karşı (67) golle kazandığı emsalsiz 1922/23 İstanbul şampiyonluğuna doğru dolu dizgin gidiyordu.

    Yusuf Ziya Öniş’in hakemliğinde oynanan bu maç cidden çok heyecanlı olmuştur. Bilhassa Hikmet ile Cevat’ın cansiperane müdafaalarıyla Süleymaniye, gol atmakta çok mahir, o ele avuca sığmaz meşhur rakiplerine ilk 45 dakikayı haram etmiş ve gol yememiştir.

    Ancak 2nci haftaymın 25inci dakikasında sol müdafi Cafer’in uzaktan savurduğu şiddetli bir şut ağlara takıldıktan sonradır ki Sarı-Lacivertli muhacimler sinirden kurtulmuşlar ve neticeyi 5-0 lehlerine sona erdirmişlerdir.

    Resimde 11 Fenerli ve 9 Süleymaniyeli görüyorsunuz. O zamanın âdeti veçhile, o gün de iki Süleymaniyeli gecikmiştir. İçlerinde tanımadığınız var mı?

    Ben 2 Süleymaniyeliyi tanıyamadım. Diğerlerini beraber sayalım:

    Ayaktakiler, iki meşhur Süleymaniyeli hariç, Fenerlilerdir;

    Sağ baştan: Fahir (Yeniçay), Kadri (Göktulga), Sabih (Arca), Hasan Kâmil (Sporel), Cafer (Çağatay), Ömer (Tanyeri), Süleymaniyeli müdafi Cevat, Doktor İsmet (Uluğ), Diş tabibi Bedri (Gürsoy) Süleymaniye santrhafı meşhur Hikmet (Barlan), Şekip (Kulaksızoğlu), Alâeddin (Baydar), Zeki (Sporel).

    Yerdeki Süleymaniyeliler, yine sağdan: Abbas, Salâhaddin, Arab Hüsnü, kaleci, Safa ve sol baştaki de müdafi Saimdir.

    (Gelecek resim ve yazı, Taksim stadında 32 sene evvelki bir Fenerbahçe – Galatasaray maçına ait enteresan hâtıralardır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 29 Mayıs 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – II

    Canlı Yapraklar – II

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – II” : 1923 yılından geliyor

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – II

    Yukarıdaki fotoğraf 31 yıl önce, mütareke ve işgal senelerindeki bir futbol turnuvasının şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe takımına altın madalyalar takılışını gösteriyor.

    “Futbol maçından sonra 11 oyuncuya merasimle madalya? Bu da nasıl iş?” diyorsunuz, değil mi? İşte, pekâlâ oluyormuş… Hem de ne tantanalı merasimle ve ne muazzam bir cuşühuruş için de! Eğer, o karanlık yılları siz de yaşamış, onun acılarını siz de çekmiş olsaydınız millete, o en buhranlı zamanda, ümit ve iman aşılamış futbol takımına yapılan bu merasimi bugün hatta çok az bile bulurdunuz!

    Mayıs 1923’de zamanın iki spor gazetesi (Türkiye İdman Mecmuası), ile (Spor Âlemi) Taksim stadında muazzam bir futbol turnuvası tertiplemişlerdi. Bu turnuvaya katılanlar:

    Fenerbahçe, Galatasaray, Anadolu, Süleymaniye, Ermeni muhteliti, Makabi, İngiliz kara muhteliti ve yine meşhur İngiliz Yıldırım takımıdır.

    Turnuvanın şampiyonuna 90 santim boyunda gümüşle işlemeli pek muhteşem bir kupa verilecek, ayrıca, takımı teşkil eden 11 futbolcuya da birer altın madalya talik olunacaktı. Tesadüf bu ya, kurada İngiliz takımları Fenerbahçe’nin bulunduğu gruba düştüler.

    İngiliz takımları ve Fenerbahçe… Bu iki mefhum Türk futbol tarihinin unutulmaz, şanlı bir faslını teşkil ederler… İngiliz takımlarının Fenerbahçe’den çektiklerini, yedikleri silleleri Taksim meydanı bugün dile gelse de anlatsa!

    Bu turnuva maçlarına Ramazan Bayramının ikinci gününe rastlayan 18 Mayıs 1923 cuma günü Fenerbahçe – İngiliz kara muhteliti karşılaşmasıyla başlandı. Sarı – Lacivertli takım hasmını, hem de bir İngiliz hakem idaresinde, 5 – 0 mağlûp edip tasfiyeye uğrattı.

    Turnuvanın dömifinal maçlarından biri 25 Mayısta Fenerbahçe ile İngilizlerin meşhur Yıldırım takımı arasında yapıldı. Fenerbahçe bu kuvvetli hasmını da, Çekoslovakyalı Kratki’nin hakemliğinde 4 – 0 hezimete uğratıp finale kaldı. Diğer taraftan, yerli takımlarla çarpışan Galatasaray da finale kaldığından şampiyonluk iki ezeli rakip arasında paylaşılacaktı.

    İşte, bu tarihi final maçı 15 Haziran 1923 cuma günü Taksim stadında muazzam bir kalabalık önünde oynanmıştır.

    Nüzhet, Salâhaddin, Ali, Hayri, Nihat, Edip, Arif, Firuz, Necip, Fehmi ve Muslih’ten mürekkep Galatasaray takımına karşı çıkan:

    Şekip, Hasan Kâmil, Cafer, Kadri, İsmet, Fahir, Sabih, Alâ, Zeki, Ömer ve Bedri’den müteşekkil o tarihi ve namağlúp Fenerbahçe kadrosu çok üstün bir oyun çıkarmış ve 63 üncü dakikada Bedri’nin korner atışından Ömer kafa ile ilk golü yapmıştır.

    İşte, bu gol ihtilâf mevzuu oldu. Galatasaray, faullü atıldı diye itiraz ediyor, hakem Çekoslovakyalı Kratki de golün nizami olduğunda ısrar eyliyordu. Maçta hazır bulunan Selâhaddin Adil paşa işe müdahale edip takım kaptanları Zeki (Sporel) ve Nihat (Bekdik) ile temasa geçti. Fenerbahçe kaptanının:

    “Maça devam edelim, eğer müsabaka bu tek gole ile nihayetlenirse biz kupayı rakibimize veririz. Fakat başka sayı veya sayılar yaparsak kupa bizim olur” suretindeki makul ve aynı zamanda da celadetli teklifi kabul olunmadı ve Galatasaray sahayı terk etti.

    O tarihlerde Fenerbahçe Galatasaray’ı üst üste yeniyor ve 5 maçta tek bir gol yemeden ezeli rakibine tam 15 gol atmış bulunuyordu… Kratki’nin 3 defa çaldığı düdük neticesiz kalınca, muhteşem kupa Selâhaddin Adil Paşa tarafından turnuvanın hiç gol yemeden şampiyonluğu kazanan Fenerbahçe takımı kaptanı Zeki’ye verilmiş ve ayrıca da 11 Fenerli futbolcuya altın madalyaları yine devrin o muhterem paşası tarafından talik olunmuştur.

    Oldukça uzun süren bu merasim esnasında, Taksim stadyumunu dolduran muazzam kalabalık mütareke ve işgal senelerinin o muzaffer çocuklarının bu çok mutlu taltiflerini içleri açıla açıla seyrediyor, alkış ve tezahürattan yer yerinden oynuyordu.

    İşte, yukarıdaki resim bu tarihî merasimde Selâhaddin Adil Paşa’nın, turnuvanın şampiyonu Fenerbahçe takımının kıymettar uzuvlarından devrin meşhur sağaçığı ve sonraları 7 defa enternasyonal Sabih (Arca)nın göğsüne altın madalya takışını göstermektedir.

    (Gelecek fotoğraf ve yazı, 39 yıl önceye ait çok enteresan bir hâtıradır: “Hilâliahmer kupası” için, Galatasaray – Altınordu hokey muhteliti İstanbul hokey şampiyonu Fenerbahçe’ye karşı…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 3 Nisan 1954 – Akşam Gazetesi

  • Spor Alemi’nde Harington Kupası

    Spor Alemi’nde Harington Kupası

    29 Haziran 1923 tarihinde oynanan Harington Kupası maçına dair bulabildiğimiz bütün detayları sitemizdeki ilgili sayfada derlemiştik. Fakat dönemin meşhur mecmuası Spor Alemi’nde Harington Kupası maçının olduğu sayıya ulaşamamıştık. Nihayet o da oldu. Yazı artık burada… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 2 – 1 İngiliz Muhtelit Takımı

    İkinci takımların oyunu hitamında evvela İngilizler ve biraz sonra Fenerbahçeliler sahaya çıktılar. Birkaç dakika kale önünde ayaklarını alıştırdılar. Müsabaka başlamazdan evvel İngilizlerin sıkı ve isabetli vuruşları bugün maçın pek çetin olacağını ihsas ediyordu.

    Muhafız alaylarından ve muhtelif kıtaattan seçme oyuncular arasında geçen sene Ingiliz takımları beyninde Mütareke Kupası için icra olunan maçlarda birincilik için Essex Takımı’yla üç defa çarpışan meşhur Topçular Takımı’nın merkez muhacim ve merkez muavinlerinin de bulunuşu Fener’in bugünkü rakibinin pek tehlikeli olduğunu göstermekte idi.

    Fenerbahçeliler ise her zamanki takımlarıyla çıkmış idiler. Yalnız ayağı henüz maça iştirak edebilecek derecede iyileşmemiş olan Ömer Bey’in time dâhil olması iyi değil idi. Nitekim oyuna başlar başlamaz aksamaya başlaması bunu gösterdi.

    Kaleler intihap edildi. Bu intihapta güneş ve rüzgâr Fenerbahçe’nin lehine düşmüştü.

    Oyuna başlandı. Fener muhacimlerinin kale önüne getirdikleri topu İngilizler iade ettiler. İkinci bir akında Zeki Bey’in güzel bir şutu kale direğine çarparak geri geldi. Muavin ve müdafaa hattı büyük gayretler neticesinde hasmını tevkife muvaffak oluyordu. İngilizlerin bilhassa merkez muavinleriyle merkez muhacimlerinin ve sağ açıklarının kaleye takarrübü etrafta büyük endişeler uyandırıyor, ahalinin asabiyeti anbean tezayüt ediyor ve sahanın dört tarafından teşvik ve teşci sedaları yükseliyordu. Bu aralık kısa bir mesafeden Fener kalesine çekilen gayet kuvvetli bir şutun direğe çarparak geri dönmesi seyircileri epeyce korkutmuştu.

    Oyuncular daha gayretli oynamaya başladılar. Bu aralık İngiliz merkez muhacimi güzel bir sıyrılışla ilerleyerek topu sol içe verdi o da yakın bir mesafeden ani bir şutla Fener kalesine attı. Kaleci Şekip Bey’in kımıldamaya vakti olmadan top içeri girmişti. Etrafta amik bir sükûnet… On dakika sonra hakemin düdüğü birinci partinin hitamını ihbar ediyordu.

    İkinci devreye başlandığı zaman Fenerlilerin daha gayretli oynadıkları görülüyordu. İlk haftaymda hemen hiç pas almayan Sabih Bey’e şimdi faaliyet düşüyor ve muhacim hattı daha muntazam olarak ilerleyebiliyordu. Maçın Fener’in lehine meylettiği zâhir. Bu esnada Fener merkez muhaciminin güzel bir şutu İngiliz kalesine girdi ve gol nidası ortalığı çınlattı. Bundan sonra Fenerbahçe’nin oyunu seyr-i tabiisini tamamıyla almıştı.

    Oyuncular arasındaki teşrik-i mesai daha muntazam olmaya başladı. İsmet Bey’in tam zamanında ve düzgün bir pasını Zeki Bey müstesna şutlarından biriyle topu ikinci defa olarak hasım kalesine yerleştirdi. Ahalideki meserrete hadd ü pâyân yok… Heyecandan sararmış simalarda bir inşirah belirmiş ve şimdi herkes neticeye az çok itimatla bakmaya başlamıştı.

    Oyun bir müddet daha tarafeynin akınlarıyla devam ettikten sonra hakemin düdüğü müsabakanın hitamını ilan ediyordu. Fenerbahçe Takımı’na güzel bir kupa verildi ve oyuncular “yaşa”lar arasında odalarına çıktılar. Kışla methalinden caddeye taşıp sıralanan ahali bunların çıkmasını bekliyordu. Şoförler Cemiyeti’nin göndermiş olduğu otomobillerle galip Fenerbahçeliler hazirûnun hârr ve samimî tezahüratı arasında müsabaka meydanından ayrıldılar.

    Spor Alemi

  • HMS Iron Duke’e Karşı

    HMS Iron Duke’e Karşı

    21 Ağustos 1922 tarihli Akşam gazetesinde Fenerbahçe’nin HMS Iron Duke’e karşı oynadığı maçın hikayesi var. Meraklısı için okuması birbirinden hoş detaylarla sizi baş başa bırakalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    HMS Iron Duke'e Karşı

    Saat beşe doğru Union Club kapısı azim bir kalabalıkla dolmaya başladı. Kadıköyü’nün büyük caddelerinden fevç fevç maça giden genç kafaların, öğleden sonraki vapurlara istif olan futbol meraklılarının, tek bir endişeleri var: Ya gelmezler ise?..

    Fenerbahçe kulübünün bahçesi bir panayır yeri gibi. Kulübün yalnız gürültülü günlerde kendilerini gösteren azası yer yer, küme küme dağılmışlar, konuşuyorlar. Alaaddin ve Sabih Beyler, keşşaflarla bir hafta evvel Yakacık’a, Paşa Köyü’ne gitmişler. Telgraf çekildiği ve saat beşe geldiği halde kendilerinden henüz haber yok. Fenerbahçeliler, ne olur ne olmaz, arkadaşlarını aldırmak üzere son dakikada bir de otomobil göndermişler. Burada da bir endişe var: Ya gelmezler ise?.. Endişelerin her ikisi de beyhude imiş. Alaaddin ve Sabih Beyler, arkalarında keşşaf elbiseleri, saat beşi çeyrek geçe çıkageldiler. Biraz sonra Fenerbahçe kulübünün kapısında arabalar durdu. Ve bunlardan da Iron Duke futbol takımının efradı ve arkadaşları indiler. Kulüp gençleri İngiliz gemicileri istikbal ederek soyunacakları yere götürdüler. İngilizlerin simalarında tenis kortuyla, sandallarıyla, jimnastikhanesiyle, böyle belli başlı, müstakil bir Türk spor müessesesi görmekten mütevellit bir hayret var. Soruyorlar, kendilerine izahat veriliyor ve memnun oluyorlar.

    İngiliz ve Fenerbahçeliler formalarını giydikten sonra İttihat Spor Çayırı’na gidildi. Çayırın dört tarafına tel gerilmiş. Köşede bayraklar dikilmiş, fazla otlar kesilmiş, çizgiler muntazam bir surette çizilmiş. Görülüyor ki maça ehemmiyet verilmiş.
    Müsabakayı temaşaya gelenler meyanında futbola yabancı birçok simalar, daha şimdiden müteheyyiç kadınlar ve genç kızlar görüyorum. Hamal cemiyetleri erkanı bile artık futbol denilen spora alakadar oluyorlar. Dün bunlardan birçoğu maça daha bir saat kala gelip Union Club’ın balkonuna yerleşmiştiler.

    Müsabakaya başlamadan evvel Iron Duke takımının kaptanı -bütün manasıyla kibar ve centilmen bir zat- her haftaymın otuz beş dakika olmasını ve arada on dakika istirahat edilmesini tavsiye etti. Fenerbahçe kaptanı “Kırk dakika yapalım” dedi ve ittifak edildi. Maça başlandı.

    Fenerbahçeliler ilk haftaymda, pek şiddetli esen rüzgarın altına düştüler. İngilizler ise bilakis kalelerini, rüzgarı arkalarına almak suretiyle intihap ettiler. Buna rağmen Fenerbahçeliler maç başlar başlamaz oyuna ve topa hakim bir vaziyet aldılar. Muavinler muntazaman muhacimleri besliyor ve muhacimler iyi bir kombinezonla mütemadi ve mükerrer akınlarda bulunuyordu. Alaaddin Bey bu akınlar esnasında İngiliz takımının sol muavinini, son müdafiini iyiden iyiye yoruyor ve oynatıyordu.

    Mahaza rüzgar o kadar şiddetli ki paslar esnasında topun gitmesi icap eden mesafeyi iyi ölçmek mümkün değil. Bunun için Fenerbahçe’nin merkez muhacimiyle sağ içi arasındaki kombinezon bazı zamanlar aksıyor, top, İngiliz takımının pek müteyakkız ve iyi oynayan merkez muavininin alelekser ayağına takılıyor ve iri cüsseli olan bu adam, karşısındaki muhacim hattının usul ve tabiyesini kavrayarak mütemadiyen kombinezona mani olacak surette oynuyor ve muvaffak da oluyor.

    Fenerbahçeliler oyuna yirmi dakika hakim olduktan sonra, hafif hafif gevşediler. Bu esnada, İngiliz takımının o zamana kadar birkaç şutu tutulan merkez muhacimi yirmi metreden uzun bir şut çekti. Fenerbahçe kalecisi Şekip Bey topu tuttu, fakat asabiyetinden pek sıkı tutmamış olacak, top parmakları arasından kaydı ve ağların içine doğru yuvarlandı. Bu golün oluşunda, İngiliz merkez muhaciminin Fener kalecisini biraz gafil avlaması, biraz da müdafilerimizin pek ilerlemiş olmaları az çok müessir oldu. Müteakiben İngiliz muhacimleri birkaç sıkı akın daha yaptılar ve Fenerbahçe müdafii Hasan Kamil Bey’i birkaç kere, tehlikeli vaziyetlerde, topu kornere atmaya mecbur ettiler. Görülüyor ki Fenerbahçe bugün sıkı bir tim karşısındadır. İngilizlerin merkez muavini kolay kolay ilerletmiyor, kombinezon yaptırmıyor. Sonra bir sağ açıkları var ki hem iyi oynuyor, hem iyi koşuyor. Sol açıkları da öyle, muhacim hattında yalnız sağ içleri iyi olmakla beraber diğerleri ayarında değil. Bu oyuncu, grubunun bir iki sıkı akını esnasında, Fenerbahçe için çok tehlikeli iki vaziyetten istifade edemedi ve ve kalenin tam önünde iki defa fırsat kaçırdı. Fenerbahçe merkez muhacimi Zeki, bir kere, İngiliz takımının müdafilerini de geçerek, çizginin içinde “Iron Duke”ün kalecisiyle karşı karşıya kaldı ve herkes muhakkak gol olacağını tahmin ederken, topu havaya vurdu ve aut etti. Birinci haftaym, iki tarafın böyle mütekabilen kaçırdığı fırsatlar ve İngilizlerin bir golüyle neticelendi.

    İkinci haftaymda Fenerbahçeliler rüzgara nazaran müsait vaziyette idiler. Herkes, bu haftaym esnasnda Türk takımının birkaç gol atacağı ve galip geleceği ümidinde idi. Fakat oynadıkça açılan İngiliz takımı, bu haftaymda rüzgara karşı oldukları halde o fikirdeyiz ki rüzgarı arkalarına aldıkları birinci haftaymdan daha iyi oynadılar. Bilhassa merkez müdafileri müsabakanın bu ikinci kısmında çok yararlık gösterdi. Zeki Bey, bu merkez müdafinin önünde, topu sevk ederken ekseriya müşkülata uğruyordu. Uzaktan çekilen şutlar ise hem sıkı değildi, hem kalenin kenar çizgilerinden auta kaçıyordu. Bu şerait içinde, seyreden halk gittikçe müteheyyiç oluyordu. Bu heyecan, bir an o mertebeye vasıl oldu ki, kenardaki temaşakarlar telleri kırdılar ve her hamle esnasında oyuncularla beraber, gol oluyor zannıyla, gayri ihtiyarı sahaya doğru fırlamaya başladılar. İkinci haftaym başlayalı on dakika olmuştu, İngiliz kalesi önünde sıkışık ve tehlikeli bir vaziyeti kurtarmak niyetiyle rakip oyunculardan biri topu kornere kaçırdı. Sabih Bey, rüzgara rağmen, mükemmel bir korner çekti ve topu tam İngiliz kalesinin önüne kandilledi. Sol açık Ömer, sıkı bir baş vuruşuyla, topu ağların içine attı ve ilk golü yaptı. Herkeste yeniden galibiyet ümidi başladı. Rüzgar müsait. Bir gol daha yapılsa kâfi… Fenerbahçe bire karşı iki ile Iron Duke’ü yenecek, daha yarım saat vakit de var.

    Fakat İngilizler, Fenerbahçe’nin bu ilk golünden on dakika sonra sıkı bir akınla ve rüzgara rağmen topu ta Fener kalesinin önüne kadar sürüp götürdüler. Sağ açıkları gayet mahirane bir surette, Fener kalecisinin tehlikeyi atlattığını zannettiği bir anda, bir geri çevirişle takımına ikinci golü kazandırdı.

    HMS Iron Duke'e Karşı

    Heyecan tabii daha fazla. Vakit geçiyor. İngilizler kazanacak gibi. Ömer Bey birkaç fırsat kaçırdı. Zeki Bey’in oyununun bugün aksayan bir tarafı var. Şutlar mütemadiyen kenardan kaçıyor. Alaaddin Bey‘in attığı bir iki burun şutunu da, İngiliz kalecisi, tutup kurtarıyor. Oyuna on dakika kala, herkesin ümitsiz ve Fenerbahçe’nin mağlup olacağına hükmettiği bir sırada, Alaaddin Bey takriben yirmi beş otuz metreden, sıkı bir şut çekti ve topu İngiliz kalesinin yukarı sağ zaviyesinden içeri soktu. Herkes memnun. Bağıranın çağıranın had ve hesabı yok. Ahali çayıra fırlıyor. Sarıklı bir hoca, sahanın ortasına çıkmış: “İlk golü atanın yüzünü öpeceğim!..” diye tutturmuş, bir türlü çekilmiyor. Bu hal, bu heyecan, rakip oyuncuların tuhafına gidiyor ve gülüyorlar. Birkaç dakika sonra ma bitti ve Iron Duke takımı Fenerbahçe takımıyla berabere kaldı.
    Fenerbahçe’nin dünkü oyunu hakkında en doğru tenkidi ihtiva ettiğini zannettiğimiz mütalaa “Iron Duke” futbol takımının kaptanının dermeyan ettiği mütalaadır. Oyundan sonra Fenerbahçe kulübünde şereflerine verilen çay ziyafeti esnasında, “Iron Duke” timinin kaptanı, spor muhabirimize Fenerbahçe hakkında şöyle diyordu:

    “İstanbul’da gördüğümüz en iyi takım Fenerbahçe timidir, Türklerin bu kadar kuvvetli bir time malik olduğunu tahmin etmiyorduk. Eğer kombinezonları bizimki kadar iyi olaydı, Fenerbahçe ekibinin takımımızı muhakkak yenmeleri icap ederdi. Muhacim hattı İstanbul’da gördüğümüz en iyi muhacim hattıdır. Yalnız sağ ve sol içler daha fazla şut atmalıdırlar. Bunlar bazen, yani kaleye yakın mesafelerde, şut atacaklarına lüzumsuz paslarla fırsatı kaybediyorlar. Bu suretle bugün birkaç kere, onların fazla paslarından bilistifade kale önünde toplanıp kendimizi tehlikeli bir iki vaziyetten kurtarmak fırsatını elde ettik. Fenerbahçe muavinlerinin üçü de kuvvetli idi. Yalnız bunların bir kusuru var ki o da paslarını yerden, hesaplı ve hakimane vermiyorlar. Müdafilerin ikisi de mükemmeldi.” [Refik ve Kamil Beyler]

    “Iron Duke” timinin kaptanı Fenerbahçe kulübüne dünkü maçtan pek memnun olduğunu söylemiş ve yakında Fenerbahçe ile yine bir maç yapmak arzusunu izhar etmiş ve bu teklif kabul edilmiştir.

    21 Ağustos 1922 | Akşam Gazetesi

    HMS Iron Duke'e Karşı
    Fenerbahçe, HMS Iron Duke’e Karşı
  • On Gole Bedel Gol

    On Gole Bedel Gol

    99 yıl önce Fenerbahçe Slavia Prag’a karşı oynadığı maçı 1-10 kaybettiğinde halk tek golde büyük payı olan Alaaddin Baydar’ı stadyum kapısına kadar omuzlarda götürmüştü. Beklenen, umut edilen, taahhüt edilen ve yapılan arasındaki denge taraftarın da ruh halini belirliyor. Aşağıdaki yazı Vatan gazetesinde, muhtemelen Nasuhi Baydar tarafından kaleme alınmış maç haberi ve on gole bedel gol hikayesi…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Dünkü Futbol Maçının Neticesi

    (18 Temmuz 1923 – Vatan Gazetesi)

    Slavya 10 – 1 Fenerbahçe

    Fenerbahçe İstanbul futbolculuğunun şerefini kurtardı. Bugün Slavya, Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray azasından mürekkep muhtelit takımla karşılaşıyor.

    Stadyum: 17 Temmuz 1339, saat 5:15. İstanbul futbolculuğunun ümidi bugün Fenerbahçe’de… Muvafık ve muhalif -şampiyon takım mevzubahis olunca futbolda da muvafıklar vardır- evet muvafık ve muhalif, hemen herkes bugünkü müsabakanın yüzümüzü güldüreceğini ümit ediyor. Ve bu ümit, iki evvelki müsabakanın suret-i cereyanından ve Fenerbahçe’nin gayrikabil-i itiraz olan maharetinden inbias ediyor. Filvaki Galatasaray nasıl mağlup olmuştu? Slavia Altınordu’yu ne surette yenmişti? İnsan bu suallerin cevaplarını kendi kendine verirse Fenerbahçe’den ümitvar olmakta haklıdır. Sonra Galatasaray’ın da, Altınordu’nun da akıncıları arasında bir Alaaddin ve bir Zeki var mıdır? Olsaydı zuhur eden o kadar fırsat kaçırılır mıydı? Bir istatistik meraklısı evvelki günkü müsabakada Slavia tarafından yirmi altı, Altınordu tarafından da on iki şut çekildiğini hesap etmiş… Biliyoruz ki Slavia‘nın yirmi altı şutundan yedisi gole tahvil etmişti. Hâlbuki Altınordu’nun on iki şutundan biri gol olmamıştı. Sebebi: şutların uzaktan çekilmiş ve kaleci tarafından suhuletle iade edilmesinden ibaretti. Fakat kuvvetli İngiliz takımlarının hemen hepsine birer ikişer gol hediye etmiş olan Zeki, Slavia kalecisinin İstanbul’dan Prag’a hiçbir hatıra götürmemesine muvafakat eder mi?

    İşte, Slavia maçlarıyla alakadar olan İstanbulluların bugünkü (dünkü) müsabaka hakkındaki düşüncelerinin muhassalası budur.

    Evet, herkes Fenerbahçe’den Slavia’ya birkaç gol umuyor, bittabi galibiyet değil… Bu, yedişerden on dört golü henüz unutulmamışken fazla nikbinlik olurdu.

    İstanbul’da mütevattın maruf Çekoslovakyalı hakem, Mösyö Kratki’nin bugünkü (dünkü) müsabaka hakkında ne düşündüğünü sordum. “Bilmem” dedi. Israr ettim. “Slavia’nın oyununa bakar” diye cevap verdi. Anlaşılan o da vatandaşlarının muvaffakiyet-i mutlakasından şüpheli.

    İşte alkışlar yine başladı. Çekler de Türkler de yine karşı karşıya… Berberin biri: “Berber saçım ak mı kara mı?” diye sorana “Önüne düştüğü zaman görürsün” demiş. Biz de şimdi göreceğiz.

    Bugünkü hakem Çekoslovakya futbol federasyonu reisi idi. İlk düdük altıya on kala öttü. Ve ilk hücum Slavia tarafından yapıldı. Slavialılarda bugün diğer iki günkünden fazla şiddet ve çâlâkî vardı. Anlaşılan rakiplerinin İstanbul’un en kuvvetli takımı olduğunu öğrenmişlerdi.

    İlk hücum dalgaları kırıldıktan sonra Fenerliler de Slavia kalesine doğru birkaç münferit teşebbüste bulundular. Fakat Slavia’nın iki defa devasa müdafiini geçmeye muvaffak olamadılar. Slavialıların ayağına takılan bir top iki pasla Fenerbahçe kalesi önüne geldi ve Ştapel’in bir şutuyla kaleye girdi.

    Mütekabil hücumlarla beş dakika daha geçti ve topu yine önlerine takan Slavialılar fevkalade seri paslarla Fener müdafaasını geçerek ikinci golü de yaptılar. Top ortaya geldi. Fener hücuma başladı. Bir iki şut çekildi. Fakat uzaktan atılan bu şutları kaleyi “Hanya” suhuletle kurtardı. Yirmi beşinci dakikada Fahir Bey’in bir hatası yüzünden Slavia üçüncü golü de yaptı. Müsabaka tarafeyn hücumlarıyla devam ederken şaşırtıcı paslarla Fener müdafaa hattını yaran Slavialılar dördüncü golü yaptılar. Haftaymın hitamından beş dakika evvel Cafer Bey’in kale civarında el ile topu tutması üzerine kaleye bir serbest vuruş verildi ve bu suretle beşinci gol de oldu.

    İkinci devrenin ilk yirmi dakikasında Slavialılar sistem dairesinde yekdiğerine verdikleri paslar sayesinde iki gol daha yaptılar. Fenerbahçe, Galatasaray ile Altınordu’dan fazla gol ile yenilmek üzere idi. Bu esnada Zeki Bey’den bir pas alan Alaaddin Bey Slavia müdafaa hattını kendi başına yararak topla beraber rakip kalesine girdi. Üç müsabaka esnasında Slavia kalesine ilk ve son gol olmuş ve Fenerbahçe İstanbul futbolculuğunun şerefini kurtarmıştı. Stadyum inledi. Fesler havalarda uçtu. Oyuna tekrar başlamak üzere bir defa da Slavialılar topu sahanın ortasına getirdiler. Fenerbahçe bir gol daha yapmak için tekrar çalışmaya başladı.

    Fakat ağızlarını tadını alan Slavialılar Alaaddin’i, Zeki’yi teker teker tutmaya başladılar. Mamafih yine fırsat buldukça gol adedini tezyid etmekten fariğ olmadılar. Bu suretle sekizinci, dokuzuncu ve onuncu gollerini de yaptılar. Sekize yirmi kala müsabaka nihayet buldu. Sahaya hücum eden halk üç müsabakanın tek golünü yapmayı muvaffak olan Alaaddin Bey’i stadyum kapısına kadar el üstünde götürdü.

    Dünkü müsabaka heyet-i umumiyesi itibariyle diğer iki müsabakadan pek farklı değildi. Yalnız Slavialılar yukarıda da dediğimiz gibi daha şedit ve daha seri bir oyun oynadılar. Her halde ellerinden geleni yaptılar. Buna mukabil Fenerbahçe’nin bilhassa müdafaa hutûtu kendisinden beklenildiği kadar muvaffakiyet gösteremedi. Hücum hattı muavinlerden fazla yardım göremediği için ancak fırsat buldukça ilerleyebildi.

    Slavialılar bilaistisna güzel oynadılar. Fenerbahçe’den başta Alaattin Bey olmak üzere Zeki, Sabih, Bedri, Fahir ve Kadri Beyler vazifelerini hakkıyla ifa ettiler.

    Slavia bugün stadyumda Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray muhtelit takımı ile karşılaşacak. Muhtelit takımda Nedim, Cafer, Şükrü, Kamil, Feyzi, Baytar Kamil, İbrahim, İsmet, Nihat, Emin, Alaaddin, Zeki, Hüsnü, Bedri ve Sabih Beylerin bulunduğu heyet-i tertibiyece haber verilmekte ve bu zevatın saat dörtte stadyumda hazır bulunmaları rica edilmektedir. Bugünkü müsabakanın galibine Selanik Bonmarşesi tarafından büyük bir vazo hediye edilecektir.

    (18 Temmuz 1923 – Vatan Gazetesi)