Etiket: Paşabahçe

  • Şeref Has’ın Jübilesi

    Şeref Has’ın Jübilesi

    Tuncay Yavuz, Fenerbahçe tarihinin (hem sporculuğu, hem insanlığı, hem de mütevazılığıyla) en büyük futbolcularından Şeref Has’ın jübilesi için yazılanları derledi… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Futbolu Sırtında Taşıyan Adam: Şeref

    Futbol beni bıraktı…

    Kadri, elini Şeref’in omzuna koydu: “Ne denir Şerefciğim” dedi. “Futbolu aynı zamanda bırakmamız kaderde yazılıymış…” Oturduğu yerden başını kaldırıp arkadaşını süzdü Şeref. Mahzun mahzun başını salladı, dudağının sol köşesinde tomurcuklanan şey gülümseme değil bir hıçkırık gibiydi. “Yanlışın var” dedi Kadri’ye, “Futbolu sen bırakıyorsun, Metin bırakıyor, oysa benim hikayem başka… Futbol beni bıraktı. Sen ve Metin isteyerek, bilerek bir karar verdiniz. Ben hiç istemediğim halde futbol tarafından terk edildim.”

    Birdenbire susakaldık hepimiz. Kara sevdalı bir genç adam, terk edilmişliğin hüznünü yaşıyordu. Bundan 26-27 yıl önce Beykoz çayırında başlayan büyük sevgi, bu genç adamın bütün hayatı olmuştu. Ve vermişti her şeyi sevdiğine. İstemeden, karşılığında çok şey beklemeden vermişti. Didinmiş, çırpınmış, çabalamış ve vermiş, vermiş, vermişti… Birçok arkadaşları gibi karşılığında çok şey de almamıştı. Sevgilisinin bütün yükünü ve ağırlığını yıllar yılı taşımız ve bir gün bu yükü taşıyamaz hale gelmişti. Hem de kendi kusuru olmaksızın gene büyük sevdasının uğruna.

    Bütün futbol hayatı boyunca saha içinde veya saha dışında en ufak bir fantezi yapmadan, züppeliğe kaçmadan futbola verebileceği her şeyi veren Şeref Has, futbolun kendisine verdiği sakatlıkların zoruyla, en büyük aşkı futbol denilen büyük sevgilisi tarafından terk edilmişti.

    Hüzün yalnız onun değil, onu ve futbolu seven herkesin yüreğini dolduracaktı tabi…

    Sevimli, uysal, büyük sözü dinleyen, ağırbaşlı, kısa sürmüş yedekliğinde de uzun sürmüş kaptanlığında da hiçbir entrikaya ve dedikoduya karışmamış, futbol sahasındaki fedakarlığını, saha dışında “En Efendi adam” sıfatıyla birleştirmiş bir sporcu tipinin en güzel örneği idi Şeref…

    15 yılı Fenerbahçe’de geçmiş 18 yıllık futbol hayatında hiç ceza aldın mı diye sordum Şeref’e. Evet, diye cevap verdi, iki defa aldım. İster misiniz Şeref’in iki defa aldığı cezanın olduğunu derhal size de anlatalım:

    Birincisi çok ağır bir suç ve çok ağır bir ceza! Futbolu terk ettiği zaman kendisiyle röportaj yapan gazeteciye gizlemeye teşebbüs bile edemeden itiraf edilecek cinsten: Bir maçta ayakkabısının bağı çözüldü Şeref’in. Yakınında olan yan hakemine sordu: “Bağlayabilir miyim?” Yan hakemi evet dedi, bağlarsın. Şeref de yürüdü çıktı taç çizgisinin dışına eğilip bağladı. Hakem geldi, sordu neden kendisinden izin almadan dışarı çıktı diye. Ve Şeref’i oyundan attı. Yan hakemi ise, “Ben ayakkabını bağla dedim, sahadan çık demedim” diyordu.

    İkinci ceza ise Gençlerbirliği ile Fenerbahçe’nin olaylarla dolu 3-3’lük maçında oldu. Yedi Fenerbahçeli ceza almıştı o maçta ve Şeref’in suçu sahaya giren bir sivil adama kargaşalıkta, “Kim oluyorsun?” demekti. Bilemezdi onun, maçlarda olay çıkarsa hakemler lehine şahitlik etmek için dolaşan bir casus hakem olduğunu. Böylece Ceza Kurulu 15 gün ceza verdi Şeref’e.

    Ve bütün futbol hayatında “ceza” adındaki leke bu iki pire pisliğinden ibaret kaldı.

    Başkasının adıyla şöhrete gidiş…

    Kadıköy’ün Kuşdili çayırı, Taksim’in Talimhane meydanı, Beşiktaş’ın Fulya Tarlası, Karagümrük’ün Çukurbostan’ı ve Beykoz çayırı. Bugünkü kuşaklar bu meydan adlarının Türk futbolu için ne demek olduğunu bilmezler. Altmış yıllık futbol tarihimiz işte bu çayırlarda top kovalamış bızdıkların eseridir. Onlar hep öyle “Bızdık” kalmadılar. Büyüdüler delikanlı oldular, yıldız oldular, spor tarihine geçtiler.

    İşte Beykoz çayırında bundan tam 27 yıl önce kale arkasında çıplak ayakla dolaşan, kaçan topları toplayan 6-7 yaşlarında bızdıkları arasındaki o kara oğlan da her zaman öyle bacaksız kalmadı.

    Büyüdü, önce Bahadır, Şahap, Mehmet Ali, Ekerbiçer gibi tanınmış ağabeylerin top koşturduğu çayıra çıktı kale arkasındaki yerinden. Paşabahçe’de mahalle arkadaşlarının kurduğu takımla Beykozlulara karşı oynadı. Sonra Beykoz Ortaokulu takımının kaptanlığını yaptı aynı çayırda. Bir gün Taksim’deki Beden Terbiyesi Bölge binasına girip doktor muayenesinden geçti, lisans alıyordu artık. O zamanlar üçüncü kümede oynayan Paşabahçe takımında oynayacaktı. Bir yıl o formayı giydi 1951-52 sezonunda.

    Ertesi yıl bir yaş daha büyümüştü ve ikinci kümeye terfi etmişti. Paşabahçe takımından Beylerbeyi’ne transfer olarak. Özel hayatında son derece sakin ve uysal olan bu karayağız delikanlı, futbol sahasında bir panter oluyordu. Onu Kırmızı-Yeşil Beylerbeyi forması altında görmüş olan tecrübeli bir futbol adamı o sırada antrenörü olduğu Beyoğluspor’un yöneticilerine bu afacanı almalarını söylemişti. Böylece bizim kara yumurcak resmi futbol hayatına üçüncü kümede başlıyor, ertesi yıl ikinci kümede oynadıktan sonra birinci kümeye geçiyordu. Şimdi artık İstanbul’da futbol çevreleri Beyoğluspor’da oynayan Şeref Has’ı yakından tanımaya başlamışlardı.

    Ama henüz kimse onu adıyla tanımıyordu, daha doğru bir deyişle Şeref şöhret basamaklarını kendi adıyla çıkmadı. Büyüyor, başarı kazanıyor, ilerliyor fakat herkes tarafından “Şeref” diye değil “Mehmet Ali’nin kardeşi” diye tanınıyordu. Hatta onu Beylerbeyi’nden alıp Junior Milli Takım’a seçen sonra da Beyoğlusporlu yönetici Niko Zervudakis’e tavsiye eden antrenör Cihat Arman bile ondan bahsederken “Beylerbeyi’nden Mehmet Ali’nin kardeşini alın” demişti.

    Mehmet Ali’nin kardeşi olmak küçük Şeref’in şöhret basamaklarında yükselmesini önlemiyor, aksine faydalı oluyordu. Çünkü ağabey Has (Tarzan), Türk futbolunun yetiştirdiği az bulunur değerlerden biriydi ve Mehmet Ali’nin kardeşi olmak, Milli takım kaptanı olduktan sonra bile Şeref için gurur verici bir sıfat oldu.

    Yıllarca ağabeyinin ayakkabısını taşımıştı Şeref, bu ayakkabıları yağlardı, bakardı onlara, maç günleri M. Ali’nin çantası Şeref’in elinde gelirdi stada. Merhum Kelle İbrahim bu küçük malzemeciye bakıp kim bilir kaç kere sormuştu M. Ali’ye “Ne zaman alıyoruz bunu bizim takıma?” diye.

    Şeref hızla ilerliyordu. Cihat Arman’ın seçip Almanya’ya götürdüğü Junior Milli Takım’da Metin, Varol, Tayyar, K. Ali, K. Erol, Altaylı Coşkun ile birlikte oynayan Şeref o yıl Beyoğluspor’da bir sezon geçirdi. Gerilerde bir derece tuttu Beyoğluspor fakat onun genç ve acar forveti Şeref gol krallığında dördüncülüğü almıştı.

    Sezon sonunda ağabeyinin yakın arkadaşları eski Fenerbahçeli Erol ve Selahattin’in de oynadığı Adalet takımı Şeref’i kadrosuna almaya karar vermişti. Ankara’ya götürdüler Şeref’i. Hacettepe ve Ankaragücü ile iki hazırlık maçı yapacaklardı. Şeref iki maçta 8 gol attı. Futbolu iyi bilen, usta hazırlayıcılar arasında bu yırtıcı adam tutulmaz olmuştu.

    Bu iki maçı Ankara’da seyreden yetkili bir Fenerbahçeli teşhisi koymuştu artık: M. Ali’nin kardeşi iyi bir kadro içinde oynarsa bir dev olmaya adaydı.

    Hemen harekete geçti Fenerbahçeli yetkili…

    Fenerbahçe’de ilk maç

    “1955 yılı Temmuz ayının bugünkü yirmibirinci Perşembe günü dairemde huzura gelen…”

    Şeref’in Fenerbahçeli oluşu işte yukarıdaki cümleyle başlayan bir anlaşmadan doğmuştur. O Perşembe günü saat 15’te notere gelen Şeref ve Mehmet Ali Has kardeşler aynı anda iki mukavele yapmışlardı. Gene de Şeref’in attığı imza ikinci derecede kalmıştı o gün. Çünkü Mehmet Ali kulübünden istifa ederek Vefa’ya gidecekti. Günlerce ortalık bu haberle kaynayıp durmuştu. Sonunda Has’ların büyüğü kulübünde kalmaya razı olmuş, bu arada kardeşinin de Fenerbahçe ile anlaşması için onun aracılığı sağlanmıştı. Oysa bu sırada Şeref, Adaletli idarecilerle anlaşmış bulunuyordu. Tartışmalar oldu o gün noterde. Ama artık olan olmuş ve Şeref 14 yıl sırtında taşıyacağı Sarı Lacivert formanın adamı olmuştu.

    1955/56 sezonunu Fenerbahçe 14 Ağustos’ta yaptığı çift maçla açtı. Sarı Lacivertliler bir takımlarıyla Hilal’i o gün 9-1 yenerken, Fikret, Lefter, Şeref, Burhan, Hüsamettin’den kurulu forvetiyle de Karagümrük’e 3 gol atıyordu. Üçüncü gol Şeref’in ayağından kazanıldı ve bu Şeref’in yıllarca zaferden zafere koşarken en büyük yükü sırtında taşımış olduğu Fenerbahçe hesabına attığı ilk gol oldu.

    O yıl Fenerbahçe ilk lig maçında Beykoz’la karşılaştı. O maçta Şeref sağaçıktı. K. Fikret yoktu takımda. Şeref, Lefter, M. Ali, Çetin, Niyazi şeklindeki forvet Beykoz’a ancak M. Ali’nin ayağından bir gol atıyor ve 1-1 berabere kalıyordu. En yeni Fenerbahçeli Şeref bu maçta çok kötü oynamıştı. Bundan sonraki maçta kadroda yoktu.

    Oysa ilk çalışmalarda antrenör Markoş, Lefterlerin, Küçük Fikretlerin, Mehmet Alilerin bulunduğu kalabalık bir grupta parmağı ile Şeref’i göstererek “Bu çocuk hepinizden büyük bir kabiliyet taşıyor” demişti. Ama Şeref’in böyle bir iddiası yoktu. Onun bir tek iddiası vardı: “Daha iyi olmak” Ve bütün futbol hayatında bu iddia ile çalıştı, didindi, çırpındı: Daha iyi olacağım. Daya iyi olacağım. Daha iyi olacağım.

    Ve daha iyi olmak için birçok şeylere sahipti. Önce hem hırsı hem tevazusu vardı, sonra da hem uysal ve saygılı hem de çok sevilen Tarzan’ın kardeşi idi. Bundan şu sonuç çıkardı ki, Şeref takım içinde bütün ağabeylerin ve bütün arkadaşların en çok sevdikleri adam olmuştu. Seviliyor ve şımarmıyordu. Şımarmıyor ve daha fazla seviliyordu. Bütün hataları en yumuşak ikazlarla düzeltiliyordu. Onun gelişmesini ve pişmesini görmek bütün takım arkadaşlarını sevindiriyordu.

    Büyük takıma girmenin ve orada kendini sevdirmenin ne demek olduğunu böyle bir macerayı yaşamış olanlar bilirler: Vahşi bir ormanda tek başına kalmak kadar korkunçtur bu. Yalnız kalmış bir sporcunun ise başarı şansı o kadar azalır ki. Şeref asla yalnız kalmayacak adamdı ve kalmadı.

    Fenerbahçe takımında bir yıl bazı maçlarda oynayıp birçok maçlarda kadro dışında olmak onu üzmedi. Çalıştı ve sabretti.

    Sonra ertesi yıl 1956/57 sezonunda takıma yerleşiverdi. Öylesine yerleşti ki, 32 lig maçının hepsinde vardı. O günden sonra her yıl lig maçlarında en çok yer alan Fenerbahçeli o oldu. Sahada hiçbir mücadeleden kaçmıyor, hiçbir maçtan sonra da sakatlanıp takımdan dışarda kalmıyordu. Ağırlık yavaş yavaş bu kudretli bünyenin üstüne yıkılmaya başladı.

    Eğilmedi vücudu, ezilmedi, yılmadı. Takımında en büyük yükü taşıyan adam olmak onu isyan ettirmedi. Bir taraftan futbola olan aşkı gittikçe bir alev haline geliyor, bir taraftan kendisini Fenerbahçe’nin bir organı bir hücresi gibi görmeye başlıyordu. Futbol bir sevgiliydi ki, ondan ayrılamaz, Fenerbahçe bir büyük vücuttu ki, ondan kopamaz.

    Onu iyi tanımak ve unutmamak gerekir

    Futbolcu vardı, ince ve zarif stiliyle tarihe geçer, Lefter gibi, M. Ali gibi, Kadri gibi, Büyük ve Küçük Fikretler gibi, Boduri gibi, Can gibi… Futbolcu vardır, kısa yoldan sonuca gidişiyle başarı ve şöhret kazanır, adını zaferle birlikte yazdırır, Zeki Rıza gibi, Hakkı Yeten gibi, Beşiktaş’ın eski kartalları Şükrü, Kemal, Şakir gibi, nihayet Metin gibi…

    Ve futbolcu vardır: Şeref gibi…

    Ne göz dolduran – ya da göz aldatan – kişisel bir futbol üslubu vardır, ne de sonuca giden kesin bir vuruculuk vasfı. Sahada onun için tek rol ve amaç kalmıştır. Nasıl, nereden, kimin üzerinden olursa olsun takımın başarısı.

    Ne bir hareket cambazlığının şiirini seyredersiniz onda, ne de 11 kişinin çabasından elde edilen egoist bir kahramanlığı… Oysa her başarıda onun yapıcılığı, her ileri gidişte onun iticiliği vardır. Bu bir futbolcu tipidir ki artist değildir, fakat askerdir bir bakıma.

    İşte Şeref o futbolculardandı. İşte bunun içindir ki Şeref’e futbolun ve takımının “hamalı” dedi Türk esprisi. Ve biz bunun içindir ki bu yazı serisinin başlığını böyle koyduk: “Futbolu Sırtında Taşıyan Adam”.

    Şeref Fenerbahçe’ye girdiğinden bu yana hangi maçları oynadı, bu maçlarda neler yaptı, Junior Milli Takım formasından sonra giydiği Ay Yıldızlı forma altında döktüğü ter o formaya neler kazandırdı. Bunları tek tek ele alıp değerlendirmenin önemi yok şimdi. Önemli olan Şeref’i iyi tanımak ve unutmamaktır.

    Bir adam ki, ikisi Junior, üçü B, geri kalan 42’si A takımında olmak üzere 47 defa milli formayı taşımıştır. Bir adam ki son 20 yılda Fenerbahçe gibi bir takımın formasını en fazla taşımış olan sporcuların ikincisidir Lefter’den sonra… Bir adam ki, 18 yıllık futbol hayatının hiç değilse 7-8 yılında takımının yaptığı bütün resmi maçların hepsinde yer almıştır… Bu adamı iyi tanımak ve unutmamak gerekir.

    Bir adam ki, katıldığı bütün maçlarda aynı fonksiyonu, yılmak bilmez bir irade, tükenmek bilmez bir enerji ile aksamadan yapmış, yani takımının yükünü severek omuzlarına almıştır.

    Bu adamı iyi tanımak ve unutmamak gerekir.

    Bir adam ki, Küçük Fikret’in, Lefter’in, Ergun’un, Can’ın, Naci’nin, Basri’nin, Yılmaz’ın ve daha pek çok “Büyük” futbol yıldızının yanında oynamış fakat onların her birinden daha çok FENERBAHE’Yİ OMUZLARINDA TAŞIMIŞ OLAN ADAM olmuştur.

    Bu adamı iyi tanımak ve unutmamak gerekir.

    Bir adam ki, Büyük Fenerbahçe’nin yaşı yüzyılları geçtikten sonra bile, kulübün tarihinin şeref sahifeleri içinde, onun adı “en fazla hizmet etmiş kişiler” arasında pırıl pırıl parlayacaktır.

    Bu adamı iyi tanımak ve unutmamak gerekir.

    Ve Şeref Has, Türk futbolunun ve Fenerbahçe’nin hiçbir zaman unutulmayacak temel taşlarından biridir.

    Şeref Has karakterinde Şeref Has’ın ruh ve fizik yapısında bir futbolcu ile aynı devirde yaşamamış olanlar, biliniz ki futbol zevki bakımından bir şeyler kaybetmişlerdir.

    Büyük sevgilisi futbolu ve – bir hücre bir organizmaya nasıl bağlıysa öylesine bağlı olduğu – Fenerbahçe’yi sağlam ve gurursuz omuzlarında isteyerek taşımış olan adam!

    Selam sana!

    Kahraman Bapçum 18-21 Haziran 1969 – Milliyet…


    Has Şeref

    Seneler farkına varmadan geçiveriyor. Biraz geçmiş günleri düşünmeye niyetlenseniz her şey daha başka, her şey daha taze ve her şey daha renkli görünüyor insanın gözüne. Spor servisinde gördüğüm bir sporcu beni 15 sene evveline götürmüştü bile. Vefa Stadı’nın diz boyu suyla kaplı sahasında 100’e yakın genç arasından İstanbul genç karma seçmesini yaparken gözüme tertemiz yüzlü, efendi yapılı, istidatlı ve canlı bir genç ilişmişti. Bu genç canlılığı, hareketliliği, cesaretli hareketleriyle karmaya girmiş, İzmir’de yapılan şehirlerarası karma maçlarında da göz doldurarak kadroya alınmış ve 1954 Nisan’ında Almanya’daki Avrupa Genç takım şampiyonasına iştirak edip iki maçta da yer almıştı.

    Seyahat dönüşü Beyoğluspor kulübüne antrenör olmuş, kadroya genç ve istidatlı gençler almak kararını vermiştim. Bu genci Beyoğluspor’a aldığımda bazı idareciler “Bu da alınır mı” gibi sözler etmişler, ben de “Onu 1-2 sene içinde milli takımda görürsünüz” diye karşılık vermiştim.

    Nitekim kısa zamanda gelişen bu kabiliyetli genç Fenerbahçe tarafından transfer ediliverdi.

    İşte üzerinde hassasiyetle durduğum bu futbolcu, Fenerbahçe’nin unutulmaz yıldızlarından Mehmet Ali Has’ın kardeşi Şeref Has’tı.

    Kulüp ve renk sevgisini ön planda tutan Şeref ciddi çalışması ile sahalarımızın sevilen bir yıldızı oldu ve senelerce onsuz ne Fenerbahçe ne de milli takım akla gelmedi. Doksan dakika boyunca takımın bütün yükünü sırtına alarak çalışan, bütün gücünü ve terini çim sahalarda bırakan Şeref, uzun yıllar gerek Sarı Lacivertli renklerin gerekse milli takımın şerefi oldu.

    Şimdi bu şerefli çocuk futbolu bırakıyor ve biliyorum ki ona doyamadan ayrılıyor. Daha doğrusu meşin top onu terk ediyor. Ama bu ayrılış sadece Fenerbahçe ve milli takımdaki oyunculuğu olacak. Onu, bu vazifelerin bitimini müteakip yeni vazifeler bekliyor. Onun bugüne kadar yetişmesinde nasıl hizmet edenler olmuşsa o da bundan sonra birçok gençlerin yetişmesinde vazifeli olacak ve memleket sporuna yararlı olmaya devam edecektir.

    Seni memleket futboluna Şeref Has olarak verdim, Has Şeref olarak ayrılıyorsun.

    İleriki günlerin mutlu ve başarılı olsun.

    Cihat Arman 21 Haziran 1969 – Milliyet

  • Erkek Basketbol Şampiyonlukları

    Erkek Basketbol Şampiyonlukları

    İstatistikleri derlemeye devam ediyoruz… Sırada erkek basketbol şampiyonlukları var…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Voleybolda olduğu gibi basketbolda da eskiden düzenlenen Türkiye şampiyonlukları yok sayılıyor. Bunların da çalışıldığı ve listeye alındığı günleri göreceğiz.


    Türkiye Şampiyonlukları

    • 15 – Efes Pilsen
    • 10 – Fenerbahçe
    • 8 – Eczacıbaşı
    • 5 – İ.T.Ü.
    • 5 – Galatasaray
    • 4 – Ülker
    • 2 – Beşiktaş
    • 2 – Karşıyaka
    • 2 – Tofaş
    • 1 – Altınordu
    • 1 – Muhafızgücü

    Türkiye Kupası

    • 12 – Efes Pilsen
    • 7 – Fenerbahçe
    • 3 – Galatasaray
    • 3 – Tofaş
    • 3 – Ülker
    • 2 – İ.T.Ü.
    • 1 – Altınordu
    • 1 – Kolej
    • 1 – Paşabahçe
    • 1 – Türk Telekom
    • 1 – Beşiktaş
    • 1 – Karşıyaka
    • 1 – Banvit

    Cumhurbaşkanlığı Kupası

    • 13 – Efes Pilsen
    • 7 – Fenerbahçe
    • 6 – Ülker
    • 2 – Galatasaray
    • 2 – Karşıyaka
    • 2 – Türk Telekom
    • 1 – Eczacıbaşı
    • 1 – Çukurova
    • 1 – Tofaş
    • 1 – Beşiktaş

    Toplam Kupa Sayısı

    40 – Efes Pilsen
    24 – Fenerbahçe
    13 – Ülker
    10 – Galatasaray
    9 – Eczacıbaşı
    7 – İ.T.Ü.
    6 – Tofaş
    5 – Karşıyaka
    4 – Beşiktaş
    3 – Türk Telekom
    2 – Altınordu
    1 – Muhafızgücü
    1 – Kolej
    1 – Paşabahçe
    1 – Banvit
    1 – Çukurova


    Türkiye Ligi Şampiyonlukları

    Türkiye Ligi SezonuŞampiyon
    1966-1967Altınordu
    1967-1968İ.T.Ü.
    1968-1969Galatasaray
    1969-1970İ.T.Ü.
    1970-1971İ.T.Ü.
    1971-1972İ.T.Ü.
    1972-1973İ.T.Ü.
    1973-1974Muhafızgücü
    1974-1975Beşiktaş
    1975-1976Eczacıbaşı
    1976-1977Eczacıbaşı
    1977-1978Eczacıbaşı
    1978-1979Efes Pilsen
    1979-1980Eczacıbaşı
    1980-1981Eczacıbaşı
    1981-1982Eczacıbaşı
    1982-1983Efes Pilsen
    1983-1984Efes Pilsen
    1984-1985Galatasaray
    1985-1986Galatasaray
    1986-1987Karşıyaka
    1987-1988Eczacıbaşı
    1988-1989Eczacıbaşı
    1989-1990Galatasaray
    1990-1991Fenerbahçe
    1991-1992Efes Pilsen
    1992-1993Efes Pilsen
    1993-1994Efes Pilsen
    1994-1995Ülker
    1995-1996Efes Pilsen
    1996-1997Efes Pilsen
    1997-1998Ülker
    1998-1999Tofaş
    1999-2000Tofaş
    2000-2001Ülker
    2001-2002Efes Pilsen
    2002-2003Efes Pilsen
    2003-2004Efes Pilsen
    2004-2005Efes Pilsen
    2005-2006Ülker
    2006-2007Fenerbahçe
    2007-2008Fenerbahçe
    2008-2009Efes Pilsen
    2009-2010Fenerbahçe
    2010-2011Fenerbahçe
    2011-2012Beşiktaş
    2012-2013Galatasaray
    2013-2014Fenerbahçe
    2014-2015Karşıyaka
    2015-2016Fenerbahçe
    2016-2017Fenerbahçe
    2017-2018Fenerbahçe
    2018-2019Efes Pilsen
    2019-2020Yapılmadı
    2020-2021Efes Pilsen
    2021-2022Fenerbahçe

    Türkiye Kupası Şampiyonlukları

    Türkiye KupasıŞampiyon
    1966-1967Fenerbahçe
    1967-1968Altınordu
    1968-1969İ.T.Ü.
    1969-1970Galatasaray
    1970-1971İ.T.Ü.
    1971-1972Galatasaray
    1972-1973Kolej
    1991-1992*Paşabahçe
    1992-1993Tofaş
    1993-1994Efes Pilsen
    1994-1995Galatasaray
    1995-1996Efes Pilsen
    1996-1997Efes Pilsen
    1997-1998Efes Pilsen
    1998-1999Tofaş
    1999-2000Tofaş
    2000-2001Efes Pilsen
    2001-2002Efes Pilsen
    2002-2003Ülker
    2003-2004Ülker
    2004-2005Ülker
    2005-2006Efes Pilsen
    2006-2007Efes Pilsen
    2007-2008Türk Telekom
    2008-2009Efes Pilsen
    2009-2010Fenerbahçe
    2010-2011Fenerbahçe
    2011-2012Beşiktaş
    2012-2013Fenerbahçe
    2013-2014Karşıyaka
    2014-2015Efes Pilsen
    2015-2016Fenerbahçe
    2016-2017Banvit
    2017-2018Efes Pilsen
    2018-2019Fenerbahçe
    2019-2020Fenerbahçe
    2020-2021Yapılmadı
    2021-2022Efes Pilsen

    Cumhurbaşkanlığı Kupası Şampiyonlukları

    Cumhurbaşkanlığı KupasıŞampiyon
    1986-1987Karşıyaka
    1987-1988Eczacıbaşı
    1988-1989Çukurova
    1989-1990Fenerbahçe
    1990-1991Fenerbahçe
    1991-1992Efes Pilsen
    1992-1993Efes Pilsen
    1993-1994Fenerbahçe
    1994-1995Ülker
    1995-1996Efes Pilsen
    1996-1997Türk Telekom
    1997-1998Efes Pilsen
    1998-1999Tofaş
    1999-2000Efes Pilsen
    2000-2001Ülker
    2001-2002Ülker
    2002-2003Ülker
    2003-2004Ülker
    2004-2005Ülker
    2005-2006Efes Pilsen
    2006-2007Fenerbahçe
    2007-2008Türk Telekom
    2008-2009Efes Pilsen
    2009-2010Efes Pilsen
    2010-2011Galatasaray
    2011-2012Beşiktaş
    2012-2013Fenerbahçe
    2013-2014Karşıyaka
    2014-2015Efes Pilsen
    2015-2016Fenerbahçe
    2016-2017Fenerbahçe
    2017-2018Efes Pilsen
    2018-2019Efes Pilsen
    2019-2020Yapılmadı
    2020-2021Yapılmadı
    2021-2022Efes Pilsen
  • 1991 Basketbol Şampiyonluğu

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    22 Mart 1991 / Buz Kesenler

    Menajer Doğan Hakyemez maç başlarken elini Hüsnü Çakırgil’in sırtına koyduğunda, maç öncesinde ısınmış olması gereken oyuncusunun terinin buz gibi olduğunu fark etmişti. Yıllardır Fenerbahçeli taraftarların hâkimiyetindeki Spor ve Sergi Sarayı’nın tıklım tıklım ve sarı-lacivertli renklerle bezenmiş tribünleri, Türkiye Basketbol Ligi’nde 25 yıldır şampiyonluğa susamış seyircinin coşkulu tezahüratlarıyla inliyordu oysa. İyiye mi, kötüye mi yormak gerekirdi o “soğuk teri”?

    Maç başladığında, bir süreliğine bu endişenin yersiz olduğu görüldü: 2 gün önce Bursa’da oynanan maçta Tofaş SAS’ı evinde hem de 97 sayı atarak farklı mağlup edip final serisinde 1-0 öne geçen Fenerbahçe, evindeki maçta da 7-0 öne fırlamıştı ilk dakikalarda. Üçe ulaşanın şampiyon olacağı seride Fenerbahçe için hiçbir şey ne “güç” ne “geç” olacak gibiydi sanki. Üç gün sonra, ilkbaharın sarmalamaya başladığı Adana’da hasret kalınan kupayı kaldıracak gibiydi sarı-lacivertliler..

    Ama öyle olmadı.

    7-0 geri düştüğünde soğukkanlılığını bozmayan Tofaş antrenörü Mete Babaoğlu alan savunmasına döndü. Fenerbahçe’nin skorerleri tıkır tıkır işleyen çarka sanki demirden bir çomak girmiş gibi bir anda istop etti. Tofaş 11-9 öne geçivermişti. Sarı-lacivertliler yine de şoku atlatıp devreyi 37-30 önde bitirmeyi başardılar. Ancak, Tofaşlı basketbolcular Fenerbahçe’nin keskin şutörlerine karşı tanksavarlarını artık keşfetmişlerdi.

    İkinci yarı, Fenerbahçe’nin çarkı tamamen durdu: Sezonun açık ara en skorer takımı 20 dakikada 23 sayı bulabildi. Hüsnü Çakırgil üçlük denedikçe çemberi dövmüş, Levent Topsakal her içeri daldığında duvarlara çarpmış, Larry Richard ise pota altında Pete Williams karşısında etkisiz kalmıştı. Spor Sergi’nin sirene benzeyen düdüğü çaldığında skor tabelasında 61-60’lik Tofaş galibiyeti yazılıydı.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Hüsnü Çakırgil artık yalnız değildi: Şimdi binlerce seyirci buz kesmişti. Yakın tarihe gitti hafızalar. 83’te ve 85’te Calvin’li, Efe’li, Aliço’lu, Hakan’lı, Necdet’li, 88’de Williams’lı, Erman’lı, Ferhat’lı, Fatih’li, Şadi’li, 90’da  Richard’lı, Fatih’li, Serdar’lı, Can’lı kadrolar nasıl şampiyonlukları son nefeste kaybettilerse, bu kadro da mı aynı akıbete uğrayacaktı? Adeta rakipsiz geçirilen bu sezon da “Şampiyon Fenerbahçe” diye haykırılamayacaksa, ne zaman haykırılacaktı?

    26 Mayıs 1990 / Karar Günü

    Neredeyse bir yıl öncesi.. Fenerbahçe sezonun şampiyonu Galatasaray’ı Ankara’da 95-86 yenerek ezelî rakibini üçüncü kez bozguna uğratmış ve tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazanmış.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    TRT spikerleri eskiden Cumhurbaşkanlığı Kupalarını “En büyük ve en anlamlı kupa”  diye tarif ederlerdi. Gerçekten de bu kupa Fenerbahçe için çok değerliydi. Türkiye Basketbol Federasyonu’nun neredeyse her sezon değişen garip statüleri 1989-90 sezonunda da Fenerbahçe’yi vurmuş, Sarı Kanaryalar son derece formda ve açık ara lider bitirdikleri normal sezonun bitiminden tam 38 gün sonra ve maç temposunu tamamen kaybetmiş bir şekilde (eleme grubundan maç temposunu kazanmış bir şekilde yarı finale yükselen) Paşabahçe’nin karşısına çıkarılmışlardı.

    Abdi İpekçi’de olaylı maç sonrası iki maçta elenen Fenerbahçe’de ağızları bıçak açmıyor, bir sezon sonra tekrar şampiyonluğa oynayacak takımın kurulup kurulmayacağını (başta Başantrenör Çetin Yılmaz ve Menajer Doğan Hakyemez olmak üzere) kimse bilmiyordu. Fikstürü hazırlayan ne düşünmüştü bilinmez ama Cumhurbaşkanlığı Kupası da 30 gün sonraydı.

    NBA efsanesi Karem Abdul-Jabbar’ın da izlediği Ankara’daki maçın ilk yarısı da NBA’e nazire yaparcasına 57-53 gibi yüksek bir skorla Galatasaray lehine bitmiş, maçın bitiminde ise son gülen Fenerbahçe olmuştu.

    “Devam” kararı bu maçtan sonra alındı. Fenerbahçe Başkanı Metin Aşık teknik ekibi görevde tuttu. Bu, son 8 sezonda 11 kez antrenör değiştirmiş Fenerbahçe için alışılmadık bir şeydi. Başkan Aşık bütçe konusunda da garanti verdi. Bu açık çek Yılmaz-Hakyemez ekibinin elini rahatlattı. Ligin en başarılı Amerikalısı “Aslan Yürekli” Richard, Kaptanlar Aliço ve Hakan, “Altobelli” Can ve Ferhat elde tutulacak, ayrıca play-offlarda “şut atarken elleri titremeyecek” oyuncular alınacaktı.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Bu tanıma uygun iki “transfer bombası” yaz aylarında patladı. Türkiye Liginin en iyi üçlükçüsü Hüsnü Çakırgil (İzmit takımı) Nasaş’tan, en gözde oyun kurucusu Levent Topsakal da (bir sezon önce Avrupa Kupalarında çeyrek finale çıkan ilk Türk takımı) Efes Pilsen’den Fenerbahçe’ye geçmişlerdi. (Gaziantep takımı) Beslen’den Bülent Tacettin ve (Mersin takımı) Çukurova’dan alınan eski oyuncu Kemal Dinçer de (efsanevi Fenerbahçeli basketbolcu Altan Dinçer ile voleybolcu Seçkin’in oğulları) yedek bankını kuvvetlendireceklerdi.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Hüsnü Çakırgil “elleri titremeyen şutör” olarak alınmıştı, gel gör ki yukarıda bahsettiğimiz Tofaş SAS maçında 9 sayıda kalarak finalin ikinci maçında ümitleri boşa çıkarmıştı. Çetin Yılmaz devreye girdi. “Atmaya devam et” dedi. “Girmezse yine at, işin bu”.

    Attı Hüsnü Çakırgil.. 25 Mart’ta Adana’da oynanan finalin üçüncü ayağında 9/12’lik üçlük atarak 33 sayıya ulaştı ve takımını 99-65 galip getirdi. Final serisi sonunda da en skorer oyuncuydu “Play-off’un süperi” olarak seçilmişti. Demek ki Fenerbahçe, 1990 yazının transfer döneminde “turnayı gözünden vurmuştu”

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Tıkanmış Düzen ve Bir Hesaplaşma

    1990 yılı geldiğinde Türk basketbolu bir tıkanıklık içindeydi. Efe’li, Erman’lı, Mehmet’li Melih’li kuşağın 1981’de kazandığı Balkan şampiyonluğu ve katıldıkları Avrupa Şampiyonası’ndan sonra kuşaklararası geçiş sağlanamamış ve Türk millî takımı tarihinde ilk kez 12 yıl (1993’e kadar) Avrupa Şampiyonalarından uzak kalmıştı. Aynı dönemde ise 1983’te İtalya, 1987’de komşu Yunanistan, 1989 ve 1991’de Yugoslavya Avrupa şampiyonu olmuş, Türkiye ise Akdeniz’deki bu büyük basketbol dalgasının uzağına savrulmuştu.

    Öyle ki, 1991 yılında Türkiye artık ana eleme turlarına (Challenge turu) bile giremiyor, o yaz Lüksemburg, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve İskoçya gibi ülkelerle ön eleme oynamak zorunda kalıyordu. 1991 Kasım’ındaki Challenge turuna ise Paşabahçe, Beslen ve Kolej’le oynayarak hazırlanacaktı.

    Bu görüntünün tek sorumlusuymuş gibi, Levent Topsakal 1990-1992 arasında millî takıma alınmamıştı. 10 Ekim 1990’da karar açıklandığında Fenerbahçe camiası ayağa kalktı. Hüsnü Çakırgil de millî takımdan affını istedi. Basketbol camiası da artık bu tıkanıklıkların aşılmasını ve yeni jenerasyonun önünün açılmasını arzuluyordu. Arzular gerçek de oldu. 1992 Nisan’ında 24 yıllık Solakoğlu Başkanlığı sonlandı. Milli Takım yeniden yapılandırıldı. Levent Topsakal dahil yeni kuşak bayrağı devraldı ve Türkiye’yi 12 yıl sonra Avrupa Şampiyonası’na taşıdı.

    Ve 1990-91 sezonu basketboluyla kendini kanıtlamış Levent Topsakal’ın Türk basketboluna ne kadar faydalı olacağını kanıtlamak istediği bir sezondu. Sezon sonunda takımı şampiyon olmuş, kendisi ise Reebok tarafından “Yılın Yıldız Basketbolcusu” seçilmişti..

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    17 Ocak 1991’den 30 Mart 1991’e

    Basra Körfezi’nde Yüksek Gerilim, Antalya Körfezi’nde Düşük Tansiyon

    Suudi Arabistan’da konuşlanan ABD öncülüğündeki koalisyon kuvvetleri 17 Ocak 1991 sabahı Saddam Hüseyin idaresindeki Irak’a karşı “Çöl Fırtınası” harekâtını başlattı. Tarihî günler yaşanıyordu. 2 Ağustos 1990’da komşusu Kuveyt’i işgal ederek adeta yutan Irak’a BM Güvenlik Konseyi’nin 29 Kasım 1990 tarihli kararıyla 15 Ocak 1991’e kadar Kuveyt’ten çekilmesi “ültimatomu” verilmişti. Süre dolduğunda ise Irak ordusu hâlâ işgali sürdürüyordu.

    1990 yazında ilk kez özel televizyon kanalıyla tanışan Türk halkı CNN’in naklen yayınlarının ekranlarda gösterilmesiyle ilk kez bir savaşı evinden canlı takip etti. Takip edilen aynı zamanda dünya tarihinde yeni bir dönemin başlangıcıydı: 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sembolik olarak, 1990 yılında ise Almanya’nın yeniden birleşmesiyle fiilen sona eren Soğuk Savaşla birlikte dünya; Varşova Paktı’nın çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla “iki kutuplu”luktan, ABD’nin tek “süper güç” olduğu “tek kutuplu”luğa evriliyordu. “Çöl Fırtınası” harekâtındaki başat rolüyle ABD kendi liderliğindeki yeni dönemin başladığını ilan ediyordu adeta.

    Ortadoğu’da ve dünyada meydana gelen bu tarihî gelişmelerin Türkiye’yi, Türk sporunu ve Fenerbahçe’yi etkilememesi mümkün değildi. Savaşı yanı başında hisseden Türkiye’yi Irak’ın elindeki uzun menzilli füzelerin ve (Saddam Hüseyin’in 1988 yılında Halepçe’de kullandığı) kimyasal silahların endişesi sardı.

    Irak’a karşı koalisyonun başını çeken ABD de endişeliydi. ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu liglerde oynayan Amerikalı basketbolcuları topladı ve bir dizi önlem paketi sundu (takımların tek yabancı hakkı vardı ve ligdeki 12 takımın 11’inin yabancıları Amerikalıydı). Başkonsolosluk, oyuncuların İstanbul’u terketmelerini gerektirecek bir durumun bulunmadığını ifade etti, ancak terör saldırılarına karşı müteyakkız olmalarını tavsiye etti.

    Bu gelişme üzerine Basketbol Ligi’ndeki bazı takımlar da (27 Ocak’ta Beslen maçı için Gaziantep’e gidecek Fenerbahçe ve 18 Ocak’ta Çukurova’yla oynamak üzere Mersin’e gidecek olan Galatasaray dahil) güney ve güneydoğu illerindeki deplasman maçlarını düşünerek liglerin ertelenmesini talep ettiler. Bu arada Fenerbahçe’nin Amerikalı oyuncusu Larry Richard Gaziantep deplasmanına gitmek istemediğini Kulübe bildirdi.

    ABD Başkonsolosluğunun telkinine karşın, bazı Amerikalı oyuncular Türkiye’yi terketme eğilimine girdiler. Nihayetinde de Çukurova, Efes Pilsen, Galatasaray, İTÜ ve Paşabahçe’nin Amerikalıları ülkelerine kaçtılar (bunun üzerine Efes Pilsen, Galatasaray ve Paşabahçe apar topar yeni Amerikalılar transfer ettiler). Larry Richard ise Fenerbahçe’nin 18 Ocak’taki Nasaş maçına çıkmadı ve karşılaşmayı tribünden izledi.

    Ancak, tribünden izlerken de “Aslan Yürekli” olduğunu hatırladı belki de. Kalmaya karar veren az sayıdaki Amerikalıdan biri oldu. 27 Ocak’ta Gaziantep’teki Beslen maçına çıktı ve lakabının hakkını vererek 31 sayıyla galibiyeti takımına kazandırdı.

    Kalmaya karar veren bir diğer Amerikalı ise yine Fenerbahçe’nin 1987’de Yaz Ligi’nde keşfedip Türkiye’ye getirdiği “Örümcek” Pete Williams’tı. Ve bu iki müstesna Amerikalı sezon sonunda takımlarına final oynattılar. Bu iki oyuncu sahada birbirlerine rakip olsalar da ABD’den beri dost ve kader arkadaşıydılar. 1987 Yaz Ligi’nde kendini göstermek için sahaya çıkmaya parası olmayan Richard’a Williams arka çıkmıştı. O sezon Williams Fenerbahçe’nin yolunu tutup Calvin’den beri Fenerbahçe taraftarının özlediği “spektaküler Amerikalı” rolünü doldurdu. Eczacıbaşı’nın yolunu tutan Richard ise “Baturalp’in piliçleri”yle birlikte iki Türkiye Ligi şampiyonluğu kazandı.

    Bununla birlikte, 29 Mart 1991’de final serisinin Antalya’da oynanacak beşinci ayağının bir gün öncesinde sanki ibre tamamen Williams’a döner gibiydi. Fenerbahçe teknik kadrosu hayretler içinde Isparta’daki 4. maçta Richard’ın kolunu kaldırmaya bile mecalinin olmadığını görüyorlardı. Sağlık ekibi ise çaresizdi. Ligin ribaund kralı Richard da ne olduğunu bilmiyordu.

    Kader ağlarını mı örüyordu? 1984-85 sezonunun finalinde Fenerbahçe ezelî rakibini rahat bir tempoyla yenip şampiyonluk maçına çıkarken oyun kurucusu Ali Rıza Limoncuoğlu’nun (Aliço) 40 derecelik ateşi nedeniyle takım neredeyse maçı baştan kaybettiyse, bu sezon da mı bir benzeri olacaktı?

    Richard’a yapılan tedavide yorgunluktan dolayı kanındaki şeker oranının ziyadesiyle düştüğü anlaşıldı (bu ani düşüşlere Richard’ın 1992’den sonra giydiği Efes forması altında da tanık olunacaktı). İstanbul’da bu işin uzmanı Prof. Dr. Üstün Korugan arandı. Korugan, Richard’a iki serum bağlanmasını önerdi. Richard ayağa kalktı. Antalya’daki son maçta Tofaşlılar Richard’ın performansına inanamadılar. Oysaki Richard iki serumla ayağa kalkmıştı.

    27 Mart 1991 / Görkem Yaraşır Fenerbahçe Şampiyonluklarına

    Larry Richard’ın sağlık durumundaki bu keskin iniş-çıkış aslında Fenerbahçe’nin şampiyonluğu bir nevi riske attığının göstergesiydi. Zira, uzayan serilerde nispeten kuvvetsiz takımın umutlanıp daha dirençli hale gelmesine basketbol tarihi defalarca tanık olmuştu. Olmaya da devam edecekti. Örneğin, Fenerbahçe 2010-11 sezonunda Galatasaray’ı final serisinde 4-2 mağlup edip ezeli rakibinin sahasında kupa kaldırırken, ilk iki maçtaki 20 farklı galibiyetlerin ardından son dört maçta zorlanmıştı.

    Kaldı ki, Fenerbahçe final serisinin 27 Mart’ta Isparta’da oynanan dördüncü ayağında şampiyon olmaya çok yaklaşmıştı. Normal sürenin son saniyesine Tofaş SAS 67-66 önde girerken, Fenerbahçe’nin hücumcuları yine tıkanmış, son topu kullanmak da savunmacı Ferhat Oktay’a kalmıştı. Faulle durdurulan Ferhat iki serbest atışı da baskete çevirse Fenerbahçe maçı 68-67 kazanacak ve maçın bitiş düdüğü de Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu ilan edecekti.

    Olmadı öyle. Ferhat Oktay 1/2 attı, maç da uzatmaya gitti. Uzatmada da Tofaş maçı 76-74 alıp, seriyi 2-2’ye getirdi. Artık “galip kadar galipti” Tofaş. Futbol yorumcuları karıştı lafa.. “Fenerbahçe hasılat için seriyi uzattı” dediler. Halbuki, “Anadolu basketbolu sevsin” diye Federasyon’un tarafsız sahalarda oynattığı maçların hasılatı da Federasyon’a kaldığı yetmiyormuş gibi, takımların seyahat, iaşe ve konaklama masrafları da cabasıydı.

    O sezonun yazgısı da o şekilde yazılmıştı işte. Böyleydi Fenerbahçe’nin şampiyonluk yolu. Meşakkatli, zahmetli ve alınteri dolu. Görkemli olur hep Fenerbahçe şampiyonlukları.. Son saniye serbest atışlarıyla şampiyonluğu yakıştırmamıştı tarih Fenerbahçe’ye..

    29 Mart 1991 / Beklenen Görkem ve Giderilen Özlem

    Rakip Tofaş’tı ama oyuncuları çok da yabancı değildi. İlk beşinde Fenerbahçe’nin 1982-90 arasındaki kadrolarında önemli yer tutmuş üç oyuncusu vardı: Efe Aydan, Fatih Özal ve Pete Williams. Zaten çok da centilmence geçti maçlar.

    Bununla birlikte, bu demek değildi ki Tofaş şampiyonluğa “aç” değildi. Kuruluşundan beri resmî kupa kazanamamış Bursa kulübü şampiyonluk kupasının bir kulbuna tutunmuştu.

    Ancak, Fenerbahçe hem “aç” hem “susuz”du. Hiddink’in futbol takımının teknik direktörlüğe getirildiği sezonun başındaki umutlar, ligin ilk maçındaki Aydınspor hezimetiyle başlamadan bitmiş, sarı-lacivertliler için neredeyse bütün sezon “bitse de kurtulsak” kabilinden geçmişti. Bu nedenle, Basketbol Ligi’ndeki şampiyonluk Fenerbahçelilerin o sezon tutunduğu son daldı. Koca bir camia bu şampiyonluğa kenetlenmişti (2017’deki Euroleague şampiyonluğu da farklı değildi aslında)..

    Antalya’daki maçta Fenerbahçe baştan itibaren hiç bocalamadı. Ama Tofaş da gardını düşürmedi: İlk yarının ortaları geçilirken skor 23-23’tü.
    Türk basını müessese kulüplerinin şirketlerinin faaliyet gösterdiği sektörler üzerinden manşet atmayı sever. “Efes sarhoş etti”, “Ülker tat verdi”, “Telekom hatları kesti” veya “Tofaş Renault’u solladı” gibi başlıklar defalarca kullanılmıştır. Ancak, bu seride başrol Fenerbahçe’deydi ve Sarı Kanaryalar 23-23’ten sonra “vitesi beşe taktı” ki, Tofaş bir daha yetişemedi. İlk yarı bitmeden fark bir anda 20’ye çıkarken ikinci yarının ortalarına doğru ise skor 64-37’ye ulaşmıştı ki, Fenerbahçe rakibini adeta ikiye katlamış gibiydi. Sekiz dakika kala fark hâlâ 27 idi: 68-41.

    Dedik ya, Fenerbahçe’ye görkemli şampiyonluklar yaraşır diye. Son sekiz dakika tek bir sayı bile atmadı Fenerbahçe. Bursa ekibi ise teslim olmuş ama daha “itibarlı” bir skor arayışına girmişti. Son sekiz dakikadaki 16-0’lık Tofaş SAS serisi sadece skoru belirledi: 68-57’lik galibiyetle şampiyondu Fenerbahçe.

    Türkiye Ligi öncesindeki Türkiye şampiyonluklarını İstanbul (1957 ve 1959) ve İzmir’de (1965) kucaklamıştı Fenerbahçe.. Şimdi Fenerbahçe basketbol takımını tarihte ilk kez misafir eden Antalyalılar sarı-lacivertlileri şampiyon gönderecekti İstanbul’a.

    İkinci yarı boyunca zafer şarkıları söyleyen Antalyalı Fenerbahçeliler bitime 17-18 saniye kala top artık top saklama ustası Aliço’nun elindeyken geri sayıma başladılar. 1982-83 sezonundan beri şampiyonluk kovalayan Aliço ne topu verdi, ne fileyi ne de formasını.. Kupayı kaldırışındaki heybet de 25 senelik özlemi yırtıp atan bir coşkuylaydı.

    Normaldi..
    “Şampiyon” kelimesi bir kez daha en çok yakıştığı isim olan Fenerbahçe’nin önüne gelmişti..

    Tapfereritter / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Potalarda Yeniden Fenerbahçe Devri

    Potalarda Yeniden Fenerbahçe Devri

    1 Haziran 2007… Fenerbahçe basketbola geri döndü ve potalarda yeniden Fenerbahçe devri başladı. Tapfereritter yazıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Potadan Gelen Çuf Sesi

    Mirsad Türkcan potayı tam karşıdan gören bir pozisyonda topu üç sayı çizgisinin gerisinde aldığında her zamanki özgüveniyle çembere yolladı. Ve fileden çıkan “çuf” sesiyle skor 3 dakika 15 saniye kala 87-62 oldu. Fenerbahçe finalde Efes’e karşı 3-0 öndeydi ve 4. maçta da şov yapıyordu. 

    O zamana kadar repertuarındaki tüm şampiyonluk şarkılarını söylemiş ve dünyanın en güzel klasiği olan “Sarı.. Lacivert.. Şampiyon.. Fener..” tezahüratına sahanın yörüngesinde defalarca tur attırmış olan Fenerbahçe taraftarı, aynı anda kalan saniyeleri ve bu tempoyla atılacak sayıları hesapladı. Binlerce kişi adeta göz ucuyla anlaştıktan sonra, tribünün farklı köşelerinden aynı anda “Yüz.. yüz.. yüz..” bağırışları başladı.. Fenerbahçe tribünlerinin kalbinin aynı anda attığı sayısız anlardan biri..

    1991 yılındaki şampiyonlukta 17 yaşında olan ve A takımla yeni yeni oynamaya başlayan İbrahim Kutluay (diğer tüm yıldızlar alkışlanmak üzere tek tek kenara gelirken) sahadaydı. Bitime saniyeler kala attığı üçlükle 98-73’ getirmişti skoru. Son saniyede pota altında kesilen ve faul kokan bir pozisyonun nihayetinde 100. sayıya ulaşamamıştı Fenerbahçeliler. Ama ne gam? Sarı-lacivertli kulübün potalardaki tarihinde en görkemli şampiyonluklarından birine tanık olunuyordu Abdi İpekçi Spor Salonu’nda.

    Potalarda Yeniden Fenerbahçe Devri

    Daha da önemlisi bir Efes devri kapanıyor, (hâlâ süren) Fenerbahçe devri başlıyordu. 

    Bu devirlerin açılış ve kapanışlarında o pota altında faulle kesilen hücumların de rolü vardı. 28 Nisan 1992’de yine Abdi İpekçi’de oynanan yarı final ikinci maçında, Fenerbahçe Efes Pilsen’e karşı seride 1-0 gerideydi. İkinci maçı da akıl almaz olaylar dizisi sonucunda 84-83 kaybederek elenmişti. Bir önceki sezonun şampiyonu, son iki sezonun Cumhurbaşkanlığı Kupası sahibi, son üç sezonun normal sezon lideri Fenerbahçe bayrağı Efes Pilsen’e kaptırmıştı.

    28 Nisan’daki maçta son saniyelere Fenerbahçe 83-80 önde girmişken, Levent Topsakal’ın taktik faulü sonrası Altar Tunçkol faul çizgisine geçmiş, ilkini atıp ikincisini (bilerek) kaçırmış, Kenny Green hücum ribaundunu almış, basket-faul yaratmış ve skoru biranda 84-83 Efes lehine döndürmüştü. Fenerbahçe’nin maçı lehine çevirebilecek son hücumu ise pota altında faulle durdurulmuş ama Necip Kapanlı-Derya Uzgören ikilisi önlerine kapanıp yakını görememişlerdi. 

    Sezonu rakipsiz götüren Fenerbahçe bu maçla şampiyonluğu yitirse de, müteakip sezonlarda iddiasını yitirmedi. Ancak, sezon sonuna doğru Halil Üner’i gönderip yıllarca altyapısında antrenörlük yapan Aydın Örs’ü A takıma yükselttikten sonra aynı sezon şampiyonluğa ulaşan Efes Pilsen’in önderliğindeki yüksek bütçeli “müessese takımları”nı geçemedi. 1992’den 2006’ya kadarki 15 sezonda Efes Pilsen 9, Ülkerspor 4 ve Tofaş 2 şampiyonluk kazanmış; bu üçlüye direnebilen tek “gençlik kulübü” Fenerbahçe olmuştu. Ezeli rakipler ise küme düşmenin eşiğinden döndükleri sezonlar yaşamışlardı.

    Müesese Takımlarına Karşı

    Yabancı hakkının bir’den iki’ye çıktığı 1992-93 sezonunda Fenerbahçe’den “Türkiye’nin bir numaralı yabancısı” Larry Richard’ı transfer edip üstüne üstlük Petar Naumoski’yle bir ekol oluşturan Efes Pilsen, 1995-96 sezonunda da “Amerika’yı yeniden keşfetmeden” iki yıl önce Fenerbahçe’nin bulup getirdiği Amerikalı Conrad McRae’yi de kadrosuna katarak Koraç Kupası’nı kazanmayı başarmıştı. Ülkerspor ise 1994-95 sezonunda ilk kez şampiyon olurken temel direkleri yine Fenerbahçe forması giymiş Orhun Ene, Harun Erdenay ve Pete Williams’tı.  

    Fenerbahçe de 2007 yılındaki beşinci Türkiye şampiyonluğuna yürüdüğü yolda, yeniden yapılanmasını 2004 yılında (kalbinde Fenerbahçe sevgisi atan ve onca başarıya rağmen birkaç sene önce Efes Pilsen tarafından küstürülen) Aydın Örs’ü başantrenör yaparak başlattı. Yine Efes Pilsen’den yetişmiş Ömer Onan’ın ve ikinci baharını Fenerbahçe formasıyla yaşayan Damir Mrsiç’in önderliğindeki kadro EuroCup’ta final-four oynamayı başarırken ligde de yarı finalde elenmişti. 

    2006 yazında ise o zamana kadar Türk sporunda örneği olmayan bir atılım gerçekleşti. Türk sporunun devi Fenerbahçe ile bir önceki sezonunun şampiyonu Ülker birleşti. Benzersizdi zira, şimdiye kadar Türk sporunda şu garip durumlar yaşanagelmişti. Ya bir müessese bir başka takımı devralıp yola devam ediyordu (Efes Pilsen’in 1977’de Kadıköyspor’u, Ülker’in de 1993’te Nasaş’ı devralması gibi), ya da sıfırdan takım kurup yüksek bütçelerle süratle üst sıralara ulaşmayı hedefliyordu (Eczacıbaşı, Tofaş ve Paşabahçe örnekleri). 

    Fenerbahçe Fenerbahçelilerindir

    Bu modellerin basketbol, voleybol ve masatenisinde 1970’lerden itibaren başarı kazandığı görüldü. Zira, 1970’lerin petrol krizleri ve döviz darboğazında bütçelerini denk tutmakta güçlük çeken kulüp takımları amatör branşlara yeterince yatırım yapamıyorlardı. Müessese kulüpleri ise amatör sporculara maddi açıdan nefes aldırırken Türkiye’ye de Avrupa Kupaları’nda başarılar yaşatıyorlardı. Ancak 2000’li yıllar geldiğinde ortada hala bir gerçek vardı. Bunca başarıya rağmen müessese takımların hala seyircisi yoktu ve maçlarını oynayacakları bir salon bile inşa etmeye gerek duymamışlardı. Daha da kötüsü ekonomik bir kriz halinde ya da spora ilgisiz bir yönetim kurulu seçildiğinde kepenkleri kapatıyorlardı (bu branşlarda şampiyonluklara/finallere bile ulaştıktan sonra kaybolan nice takım sporseverlerin hatıralarındadır). Dolayısıyla, Avrupa’da çok öncelerden beri görülen “seyircili kulüp & spora sevdalı müessese” ittifakları Türkiye’ye gecikmeli de olsa 2006 yılında Fenerbahçe ve Ülker’le gelmişti.

    İşte kalpten Fenerbahçeli Ömer Onan ve İbrahim Kutluay (Efes ve Ülker’le yaşadıkları başarılardan sonra) bu defa şampiyonluğu kutlayan on bini aşkın Fenerbahçe taraftarıyla bütünleşirken, yine kalpten Fenerbahçeli Mirsad Türkcan’ın (yazımızın ilk cümlesinde bahsettiğimiz) üçlüğünü göndermesinin ardından “Yüz.. yüz” diye bağıran Fenerbahçe taraftarının ortaya koyduğu “sinerji” de bu “ittifak”ın sonucuydu. 

    İttifaklar değişti, sponsorlar değişti. Fenerbahçe adının yanına Doğuş geldi, Beko geldi (benzeri yöntem Fenerbahçe’ye voleybolda da Avrupa ve Dünya şampiyonlukları kazandırdı). Ama Fenerbahçe’nin o sezon yaptığı devrime yetişebilen olmadı. Yeniden yapılanma, Ülker’le birleşme, şampiyonluklar, kendine ait spor salonunun inşası, basketbolda kombine bilet, Euroleague’de final four’ların müdavimi olma ve nihayetinde gelen Avrupa şampiyonluğu..

    Aynı fikre soyunduklarında yan ürün sponsorluklarıyla idare eden ezeli rakiplerimiz (arada sırada) galip geldiklerinde “Fenerbahçe’yi yendik”, yenildiklerinde ise “Ülker’e yenildik” diyorlardı ama Fenerbahçe’nin sarı-lacivertli armadaları ezeli rakiplerinin hayallerinin bile ötesindeki seviyelere çıkmışlardı basketbolda… 

    Tapfereritter / Potalarda Yeniden Fenerbahçe Devri