Etiket: Pera

  • 1924 Derbi Kavgası IX

    1924 Derbi Kavgası IX

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası IX

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    24 Ağustos 1924

    İstanbul Futbol Birinciliği

    Son müsabakanın tafsilatı – Bu bir kaza eseri midir? – Beşiktaşlılar Fenerbahçe karşısında ne yapabilir?

    Galatasaray ve Beşiktaş kulüpleri arasındaki müsabakayı dünkü nüshamızda yazmıştık. Tafsilatı bervech-i âtîdir:

    İlk hücum Galatasaraylılar tarafından yapıldı. İlk faul Beşiktaşlılar aleyhine çekildi. Biraz sonra Saadet Bey’in sürdüğü top Galatasaray kalesinin önünde güç durduruldu. Akın yine Beşiktaş kalesine doğru eserken Saadet yine münferit hücumla Galatasaray önüne kadar götürdü. Beşiktaş solları çok güzel işliyor. Bilhassa Saadet bunda temayüz ediyor. Yine soldan böyle bir akını Galatasaraylılar hata ile karşıladılar. Refik bir (frikik) çekti. Mesafe zaten uzaktı. Ulvi de şayan-ı tebrik bir isabet-i nazarla karşıladı.

    Top şimdilik Galatasaray akınlarına tabi, Beşiktaş kalesinin önünde dolaşıyor. Beşiktaşlılar denilebilir ki bir müddet için rakibin ahengini bozmak, muhacimlerini yormak istiyorlar. Etrafta yavaş yavaş (Bravo!)lar hatta arada bir (yuha!)lar başlıyor ve bundan tabii oyuncular da sinirleniyor ve karşılıklı çarpmalar görülüyor. Hakem Necmi Bey pek az arkadaşına nasip olan bir mazhariyetle alkışlanıyor.

    Bir aralık Beşiktaş kalesinin önünde pek heyecanlı saniyeler geçti. Sadri Bey topu tuttuktan sonra kaçırdı. Galatasaray muhacimleriyle Beşiktaş müdafileri birbirine geçtiler. Gol olmak ihtimali pek kuvvetle belirirken Beşiktaş sol hafı topu kornere attı. Bunun arkasından Beşiktaş kalesi yine korkulu anlar geçirdi ise de takımın en iyi işleyen sol tarafı topu Galatasaray kalesine kadar tekrar sürdü. Kalenin önündeki karışıklık esnasında topa elle vurulduğu için Galatasaraylılar bir (penaltı) cezasına mahkûm oldular.

    Böyle vuruşların üstadı olan (Refik) bu fırsatı tabii kaçırmadı. Ulvi Bey için ilk müsabaka yerinde hep böyle arkadaşlarının hatasını çekmek ve üçüncü defa olarak (penaltı)ya mahkûm olmak sanki bir tecelli imiş! Fakat bu gencin büyük bir istidada malik olduğunu da kaydetmek icap eder. Bundan sonra haftaym bitinceye kadar top her iki kalenin arasında dolaştı ve mukabil hücumlar az çok müsavi bir renk gösterdi.

    İkinci haftaym Beşiktaşlıların hücumları ile başladı. Henüz üç dört dakika geçmemişti. Saadet’ten aldığı pasla Beşiktaşlı Edip Bey Galatasaray kalesine ikinci sayıyı da yaptı. Etraftan payansız alkışlar duyuluyordu. Denilebilir ki Galatasaray’ın geçen müsabakadaki rakipleri de bu sefer Beşiktaş tarafının duâhanı idi. Bundan sonra biraz rüzgârın altına düşen, biraz da pek ummadıkları vaziyet karşısında şaşıran Galatasaraylılar muayyen bir sistem dâhilinde oyun oynayamaz oldular. Beşiktaş gayesine vasıl olmuş, kendilerine nispetle daha ahenktar oynamaları icap eden rakibinin mekanizmasını kırmıştı. Müdafaa hususunda onlara çok faik görünen Beşiktaşlılar, Refik’le Tevfik’in teşkil ettiği (makas) sayesinde hemen her akını kaleciye yaklaştırmıyorlar, yaklaşanlar da Sadrettin’in elinden kurtulmuyorlardı. Muhacimleri itibariyle de Beşiktaşlılar daha mütesanit, daha ahenktar görünüyorlardı.

    Şiddet arttıkça arttı. Çarpmalar, çarpışmalar, hakemin düdüğü bir tarafa ceza verdikçe homurdanan (yuhalar!..) kulakları yırtmaya başladı.

    Spor meraklılarımızın arasında her vesilede (Yaşa), her bahanede (Yuha) diye bağırmaktan zevk alan terbiyesi kıt bir tabaka var.

    Bunların denildiği gibi sade Galatasaraylı olmadığı dün onların mağlubiyetini arz eden sahnelerde yaygaralarla da anlaşıldı. Eminiz ki yarın Beşiktaşlılar bir başka rakibin karşısına düşerler ve (Allah göstermesin) mağlup olsalar sırası geldikçe yine yuhalar duyulacaktır. Bu sadece spor ahlakının yokluğunu ifade eder. Dün sadece Galatasaray aleyhine yuha çekmek için oraya toplanan ve buna fırsat oldukça nihayetsiz zevk duyan biçareler vardı. Bu çirkin feryat Galatasaraylı olsun, Fenerli olsun, Beşiktaşlı olsun, hangi ağızdan köpürüyorsa sadece kendi tarafını lekeler.

    Galatasaraylılar oyunun sonlarına doğru çok çalıştılar.

    Fakat Beşiktaş kalecisi gol kurtarmak hususunda mucizeler gösterdi.

    Oyun belki biraz şiddetli oldu. Fakat bu şiddet mütekabildi. Her iki taraf da Fenerbahçe müsabakasındaki çirkin sahnelere meydan vermediler. Yalnız seyirciler arasında için için kaynayan bir kısım vardı ki sanki aynı rezaletleri îka için fırsat bekliyordu.

    Şurasını da ehemmiyetle kaydetmek isteriz ki Beşiktaş kulübünün başında bulunan sporcuların müsabaka günü pek kibar bir hareketine şahit olduk. Galatasaraylılar tehzil, hatta tahkir edilirken Beşiktaş kulübünden birkaç genç tribünlere, kalabalık arasında koşuşarak o manasız feryatları, garazkâr (yuha!) sadâlarını teskine çalışıyorlardı. Ve nihayet: “Susun efendiler!… Ayıptır!…” diye yırtılan bu arkadaşların “Bağıranlar Beşiktaşlı değil ki…” diye dertleştiklerini işitiyorduk.

    Bu netice bir kaza eseri midir?

    Beşiktaş kulübünün İstanbul futbol şampiyonu oluvermesi birdenbire pek çoklarını şaşırttı. Hele birinciliği yalnız Galatasaray ve Fenerbahçe kulüplerine layık gören bazıları bu neticeyi adeta bir kazaya hamlediyorlar.

    Şimdiye kadar her meselede ve bilhassa Avrupa futbolcularıyla yapılan müsabakalar esnasında futbolun bizde bir iki kulüp tarafından adeta inhisara alınmış gibi görünen vaziyete itiraz etmekte idik. Bizce dünkü netice daha ziyade bu itiraza hak vermiş oldu. Filhakika Beşiktaş kulübü öteden beri spor hayatımızda pek canlı bir müessesedir. Pekala hatıralardan olmak gerekir ki Fenerbahçe futbol takımı iki defa (Pera) timine mağlup olduğu sıralarda bu lekeyi temizleyen ancak Beşiktaş ve Altınordu kulüpleri olmuştu. O zamandan beri Beşiktaş futbolcuları Galatasaray ve Fenerbahçe takımlarını daima müsabakaya davet etmişler, fakat şimdiye kadar karşılaşmak fırsatını bir türlü bulamamışlardı. Beşiktaş hele atletizm sahasında pek şanlı bir maziye maliktir. Hatta eski atletlerimizin hemen hepsi oradan yetişmiş addolunabilirler.

    Eğer Galatasaray’ın yerine nihai müsabakada Fenerbahçe ile karşılaşsalardı Beşiktaşlıların behemehâl neticeyi kaybedeceklerini iddia edenler de oldu. Biz buna kani değiliz. Bir kere bütün sporda kati ve mutlak bir tahmin caiz değildir. Hele bizim memleketteki müsabakalar hiç de hesaba, kitaba uymaz. Binaenaleyh Beşiktaş Fenerbahçe’yi belki yener, belki yenemezdi. Fakat galebesi zannedildiği gibi de müstebat değildir. Şöyle ki Galatasaray takımının Fenerbahçe’deki ahengi bozduğu, oyun sistemini dağıttığı bir hakikattir. Nitekim son müsabakada Fener’in o maruf mihânikiyyeti görülememiş, alnı teriyle bir sayı yapılamamıştır. Hâlbuki Galatasaray bu kudreti Beşiktaş’a karşı gösteremedi. Saniyen pek seri Fener hücumları karşısında muvaffak olan Galatasaray müdafaası Beşiktaş müsabakasında izhar-ı acz etmiştir. Şu halde Fenerbahçe’nin Galatasaray karşısında mağlubiyetine yahut galip gelmesine sebep olan kudret Beşiktaş takımında ziyadesiyle mevcut demektir. Nitekim Galatasaray’a da bu sayede tefevvuk eylemişlerdir. Buna mukabil hücum hattı Galatasaraylılardan daha güzel işledi. Binaenaleyh pek ala kabildir ki Beşiktaş takımı Fenerbahçe ile karşılaşsa evvela onların ahengini bozmak, muhacimlerini yormak ve şaşırtmakla işe başlasın ve sonra taarruza geçerek hatta Galatasaraylılardan daha fazla sayı yapabilsin. Bu takdirde hatıra gelecek yalnız bir tehlike vardır, o da Beşiktaşlılar oyuna daima fena oynayarak başlarlar. İlk dakikaları daima durgun geçer. Bundan Fenerbahçe’nin istifade edebilmesi vârid-i hâtır olabilir. Fakat ilk dakikadan itibaren rakibin maruf muhacimlerini tutarlar ve aralarını açarlarsa galebe Beşiktaş’ındır. Şu halde bu gençler pek layık olarak İstanbul birinciliğini kazanmışlardır. Bu birincilik belki yarın bir başka rakibe de geçebilir. Fakat bugün için bir kaza eseri değildir. Nitekim şimdiye kadar İstanbul şampiyonluğu daima üç kulüp arasında dolaşmakta idi. Galatasaray, Fenerbahçe ve Altınordu’dur. Beşiktaşlılar bugün denilebilir ki oyun sistemleri ve birkaç oyuncuları ile eski Altınordu’nun vaziyetini hatırlatmaktadır.

    25 Ağustos 1924

    Futbol

    Kocaeli Şampiyonluğu

    Adapazarlılar, Kocaeli mıntıkası futbol şampiyonu oldular.

    İzmit muhabirimizden: Ankara’da icrası mukarrer Türkiye birinciliklerinde Kocaeli mıntıkasını temsil edecek atletlerle futbol takımları arasında yapılan müsabakalar nihayet bulmuştur. Mıntıka heyet-i merkeziyesi tarafından çekilen kura mucibince ilk günü Kocaeli ve Kandıra Türk Birliği futbol takımları karşılaştı. Kocaeli futbolcuları Türk birliğine beş sayı yapmak suretiyle galip geldiler. İkinci günü Hereke futbol takımı ile İzmit Gençlerbirliği arasında müsabaka icrası mukarrer olduğu halde heyet-i merkeziye kararıyla Gençlerbirliği’nin mağlubiyeti ilan edildi. Her iki günün galipleri olan Herekelilerle Kocaeli takımları arasındaki maç Herekelilerin galibiyeti ile neticelendi. Nihai müsabakada Hereke takımı Adapazarlılara mağlup olduğu için Kocaeli mıntıkası futbol şampiyonluğu Adapazarlılarda kalmış oldu. Atletik yarışmalarda birinciliği Kocaeli sporcuları kazandılar. Ayın yirmi altısında Ankara’ya hareket ediyoruz.

    26 Ağustos 1924

    İstanbul Birinciliği Etrafındaki Münakaşalar

    Bazı kulüpler federasyon tarafından serdedilen itirazat – Yeni müsabaka ihtimalleri var mı? – Federasyonun şimdiye kadarki ihmalleri.

    Futbol meydanında İstanbul’un on sekiz kulübü çarpıştı ve tam manasıyla çarpıştı. Nihayet süzüle süzüle en son galebe Beşiktaş takımında kaldı. Artık her şeyin bitmesi ve Ankara müsabakalarına iştirak için İstanbul namına Beşiktaş takımının yola çıkması icap ederken şimdi de çarpışmanın en feci safhası masa başlarında tecelli etti.

    İşitiyoruz ki Salı akşam Futbol Federasyonu, Heyet-i Müttehide merkez-i umumisi ve daha muhtelif heyetler toplanıyorlar, konuşuyorlar; hakemleri, şahitleri istimâ ediyorlar, raporlar üzerinde tetkikat yapıyorlarmış.

    Beşiktaş’ın futbol şampiyonu olmasından bir aralık Galatasaray’ın da Fenerbahçe’nin de az çok memnun oldukları zannediliyordu. Hele bu iki kulüp arasındaki rekabeti dışarıdan teessüfle takip edenler son neticeden sonra artık bütün ihtilafların örtüleceğini ümit ettiler. Öyle ya, birincilik ne Galatasaray’a ne de Fenerbahçe’ye nasip olmadığı için her iki rakip: “Oh… Ben kazanamadım ama ona da kalmadı” diye çapraşık bir haz duydular. Fakat birdenbire her köşeden mırıldanan sesler işitildi. Her noktadan yeni yeni indifâ istidatları kımıldadı.

    Nihayet bu telaşlı içtimaların, gizli gizli münakaşalarında da sebebi anlaşıldı. Müsabaka meydanındaki çarpışmadan müspet netice kazanamayanlar şimdi işi şifahi ve tahriri muâraza sahasına dökmüşlerdi.

    İşittiğimize nazaran son müsabakalara kalan kulüplerin dördü de başka başka noktalardan itiraz ediyorlarmış. Kimisi Süleymaniye-Beşiktaş, Altınordu-Galatasaray, Galatasaray-Fenerbahçe ve nihayet Beşiktaş-Galatasaray müsabakalarının ke-en-lem-yekün addedilmesi lazım geleceğini iddia ediyor ve son müsabakaların tekrarlanmasını, kimisi sade Galatasaray ve Fenerbahçe kulüplerinin karşılaşmasını istiyor. Süleymaniyeliler diyor ki: “Beşiktaş takımı şayan-ı itiraz bir surette teşkil edilmiştir. Ezcümle aralarında başka kulübe mensup oyuncular vardı. Bazılarının diskalifiye edildiği de rivayet edildi. Bu oyuncular diskalifiye edilmiştir demesek bile böyle hüküm verilmiş midir, verilmemiş midir? Burası tayin edilmeli ve başka kulüplere mensup oyuncular oynadığı için Beşiktaş kulübünün kazandığı netice hükmen feshedilmelidir.”

    Altınordulular diyormuş ki: “Tevfik, Refik, bizim kulüpte kayıtlıdır. Üzerinden dokuz ay geçmeden başka kulüpte oynayamazlar. Saniyen Galatasaray bizim aleyhimizde seremoni yaptığı tarihte yağan yağmurlar o birkaç gün esnasında müsabaka icrasına imkân bırakmıyordu.”

    Bu itirazlara doğrudan doğruya iştirak etmeseler bile Fener’le Galatasaray’ın da kısmen mütemayil bulundukları hissediliyor. Hatta “Beşiktaş’ın şayan-ı itiraz noktalarını biz de biliyorduk. Fakat nasıl olsa galip geleceğimiz için daha doğrusu nihai galebenin onda kalacağını tahmin etmediğimiz için bidayette meseleyi kurcalamaya lüzum görmemiştik” dedikleri anlaşılıyor.

    Bütün bu mesailde en bariz hakikatlerin mevcudiyeti kabul edilse bile dünyada bundan manasız, bundan mevsimsiz bir itirazın olamayacağını zannediyoruz.

    Beşiktaş kulübü Süleymaniye’den evvel Beykoz ve Ortaköy takımlarıyla iki müsabaka yapmıştı ve o müsabaka günlerinde aynı şerait mevcut idi. Federasyonun aklı bu sırada nerede idi? Süleymaniyeliler pek yakında Beşiktaşlılarla bir defa daha karşı karşıya gelmişlerdi. Ondan başka Beşiktaş takımı Rusyalı futbolcularla hiç de hususi mahiyette olmayan bir müsabaka daha yapmıştı. Bu kulübe atfolunan şayan-ı itiraz noktalar o sıralarda niçin mevzubahis olmadı? Altınordu’nun Refik ve Tevfik Beyler üzerinde bir hakkı olduğunu kabul edelim. Fakat bunun etrafındaki itirazlarını niçin zamanında ortaya koymamıştı?

    Refik’le Tevfik epey zamandır Beşiktaş’ta oynuyorlar. Hatta bunun yüzünden Avrupa’ya gidemediler. Avrupa’dan avdette Altınordu niçin hakkını aramadı? Bu iki oyuncu gibi İbrahim’le Emin ve Harbiyeli Kemal Beyler Altınordu’da son günlere kadar bulunmuş, hatta Avrupa seyahatine Altınordu namına iştirak etmişlerdi.

    İbrahim’le Emin Altınordu’dan çıktıklarından sonra muayyen müddet geçmediği halde Beykoz kulübünde nasıl oynadı? Mademki Şeref, Cevat ve Kemal Beyler Harbiye takımında dâhildiler ve Harbiye takımı da Ankara şampiyonluğunu taşıyordu. Altınordu’da nasıl uzun müddet müsabakalara iştirak ettiler?

    İşin hele bu kısmı büsbütün karışıktır. Zira Ankara futbol mıntıkası da Harbiye’nin kendi şampiyonları olduğunu ilan etti. Harbiyeliler de böylece hem Altınordu’dan ve Beşiktaş’tan ayrıldılar, hem de Türkiye müsabakalarına Ankara namına iştirak imkânını elde edemediler.

    Sonra iş bu nokta-i nazardan tutturulsa itiraz eshabından Süleymaniyeliler de bizzat aynı esnada hedef olurlar. Zira bugün Süleymaniye’de oynayan müdafi Şükrü Bey de Altınordu’dan Refik ve Tevfik Beylerle beraber ayrılan kafileye dâhildi. Bu zamana kadar federasyon daimi bir lakaydi muhafaza etmişken bütün bu pürüzlü işler tam İstanbul birincilikleri bittikten sonra mı ortaya çıktı? Bu takdirde değil sadece son üç müsabakayı, şimdiye kadar on sekiz kulüp arasındaki bütün maçları ke-en-lem-yekün addeylemek icap edecektir.

    Hülasa iş büsbütün çapraşık bir devreye dâhil oldu. Fakat bize öyle geliyor ki bütün işler hep Fener-Galatasaray ihtilafından çıkıyor ve hep iki kulübü tekrar karşılaştırmak içindir ki bu dedikodular icat ediliyor. Fenerbahçe ile Galatasaray’ın münasebatı bir iki sene evveline gelinceye mergup bir rekabet şeklini muhafaza etmekte iken son senelerde telkinler, teşviklerle iki kulübün arasına feci bir nifak ve husumet sokanlar şimdi de Beşiktaş’ın birinciliğini çekemiyorlar. Hâlbuki Beşiktaş’ın İstanbul birinciliği bir emrivakidir. Federasyon heyeti bunu değiştirmek için izhar edeceği en küçük hareketle kendi kendini itham etmiş olacak, adeta payansız bir uçurumda intihara atılan çılgın vaziyetine düşecektir.

    Yeniden müsabakalar yapmak sade Federasyon’un kendini düşürmesiyle de kalmayacak, böylece Türk sporculuğunda en lekeli bir şey irtikâp edilmiş ve Türk gençliği efkâr-ı umumiyesi hiçe sayılarak en bayağı bir hareket püskürtülmüş olacaktır.

    İş olmuş bitmiştir. Ötekinin berikinin keyfine göre hareket imkânı kalmamıştır. Beşiktaş takımı İstanbul birincisi olarak Ankara’ya gider ve icap ederse mesele orada münakaşa edilerek bir karara raptedilir.

    (DEVAM EDECEK)

  • Yirmi Metrelik Futbol Sahası

    Yirmi Metrelik Futbol Sahası

    Mübalağa olduğunu düşünmeyin; 6 Mart 1921 tarihinde Taksim Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Pera maçında iki taç çizgisinin arasının mesafesine bakılacak olursa “Yirmi Metrelik Futbol Sahası” lafı hiç de yanlış olmaz. İşgal döneminde İstanbul’un önemli spor olaylarından biri olan bu maçı, dönemin Spor Âlemi dergisinden okuyalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Fotoğraf: “Muhterem” imzalı resimde “Fenerbahçe ve Pera takımları” bir arada gözüküyor. Fotoğrafa dikkatle bakınca Fenerbahçe kadrosundan birkaç ismi sayabilmek mümkün oluyor: Sabih Arca, Zeki Rıza Sporel, Hasan Kamil Sporel, İsmet Uluğ ve Alaaddin Baydar sayabildiklerimiz.


    Taksim Maçları

    Fenerbahçe 0 – 2 Rumlar

    6 Mart Pazar günü saat ikiden itibaren toplanan halk Taksim meydanını ümit edilmeyecek derecede doldurmuştu. Dörtte yapılan müsabakaya Ermenilerden Jilber Efendi hakem tayin edildi.

    Hücumlar Fenerlilerden başladıysa da Rumların hata vuruşundan ilk sayıyı yapmaları ve biraz sonra yine aynı vaziyette ikinci bir sayının da takibi çok kuvvetli çıkan Fener takımının kuvve-i maneviyesine tesir etmişti. İlk parti halkın sabırsızlığı ve Fener’in talihsizliği ile nihayet buldu.

    İkincide halk sahaya pek ziyade girmiş ve taç hatları hemen hemen yirmi metreye kadar karşılaşmıştı. Turnuva meydanından daha ufalan bu sahada çarpışıldı ise de kale önünde biriken Rum idmancılarından sayı yapmak mümkün olamıyordu.

    Bu sıralarda hakemin maçı tatil etmesi Fenerlileri ziyade asabilendirerek vakitten bir çeyrek evvel saha terk edildi. Ve böyle gayrimuntazam yerde maç yapmak kabil olamayacağı bildirilerek Kadıköy’e her ne zaman çağırılırsa kabul edileceği söylendi.

    Bizim bu müsabakada yegane hata Fener’in daha ilk sıralarda sıkı oynamamalarında buluyoruz. Çünkü Rumlar pek ehemmiyet verilecek kuvvette değildirler. Yalnız sahaya alışkın bulunduklarından biraz tutunabiliyorlar. Kuvvetsiz fakat sert oynayan bir takım daima bunlara galebe çalar.

    Spor Âlemi – Nisan 1921

  • Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması

    Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması

    Bugün, Türkiye’de futbol teşkilatlanması üzerine yaptığım yayınların sonuncusu olarak; Türkiye’ye futbolun gelişi ve gelişmesini, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın (TİCİ) Osmanlı dönemindeki kuruluşu sırasında yaşanan hukuki tartışmaları ve bu teşkilatın yeni Türkiye ile ilk temasını konu edineceğim. Huzurlarınızda “Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması”

    Barış Kenaroğlu


    1890 : “Kuşdili Çayırında Futbol Oynandığı…”

    Türkiye’de futbol İzmir ve İstanbul’da 1870’lerden sonra oynanmaya başladı. Önemli bir liman kenti olan İzmir ve devletin başkenti İstanbul’da futbola yabancılar öncülük ettiler. Abdülhamit döneminde Türkler için sakıncalı olan bu spor, yabancılar içinse serbestti. Osmanlı arşivinde futbol ile ilgili en eski belge 1890 ile tarihlenmekte; içeriğinde ise “Kadıköy’ünde Moda’da oturan Mösyö Whittal ve oğullarının himayesinde Kuşdili Çayırı’nda futbol oynandığı” Zaptiye Nazırı tarafından Yıldız Sarayı’na bildirilmekteydi.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    İlk Spor Tarihçimiz Ethem Nejat

    Dönem üzerinde yaptığımız araştırmalarda, 4 Mart 1908 Tarihli Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde yer alan bir yazının altında imzasına rastladığımız Ethem Nejat’ı “İlk Türk Spor Tarihçisi” olarak kaydediyor ve futbolun kısa sürede gösterdiği gelişmeyi anlattığı detaylı yazısının bir kısmını sizlerle buluşturuyoruz. 

     “Memalik’i Şahanede (Osmanlı Ülkesinde) futbol oyununa ilk evvela Dersaadet (İstanbul) ve bahusus (özellikle) Moda’da sakin İngilizler başlamışlar ve Kadıköy, Beykoz çayırları futbol mevkileri olarak ortaya çıkmıştır. Birkaç sene sonra merak diğerlerine de sirayet etmiş, birinci teşkil eden kulüp Moda kulübü olup bilahare sırasıyla Kadıköy, Elpis, Pera, Robert Kolej, Strugglers, asoşiyeysın futbol kulüpleri vücud buldu (kuruldu) ve bir lig tarafından cümlesi idare edildi. Dersaadet Futbol Ligi her sene muntazam program dahilinde oyunlar tertib eder, bütün kulüpler eyyam-ı muayyenesinde (belirli günlerde) maçlar yaparlar, bundan başka Dersaadet kulüplerinin İzmir oyuncuları ile her sene müsabakaları olup bunlar ya Dersaadet’te veya İzmir’de yapılır ki bu münavebeye (dönüşümlü olarak) tabidir.”

    Ethem Nejat’ın sözünü ettiği kulüplerden Pera’nın Galatasaray olduğunu, Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinden önce basında bu kulübün başka isimlerle yer aldığını belirtelim. Fenerbahçe ise yeni kurulmuş bir takım olarak o yıl lige katılacak güçte değildi. 1907’in yaz başından, 1908’in ilkbaharına kadar geçen süre bir anlamda Fenerbahçe’nin futbola hazırlık günlerini temsil etmektedir. Daha önce yayınladığımız Fenerbahçe’nin Belgelenen İlk Maçları yazısında bu süre zarfında yapılan maçların detayına ulaşabilirsiniz.

    4 Mart 1908 tarihli Tercüman-ı Hakikat gazetesi

    Sürgündeki Kurucu James La Fontaine

    Ethem Nejat’ın bahsettiği İstanbul Futbol Ligi, Türkiye’de futbolun ilk organize yapısı olma özelliğini taşır. Union Club’ın başındaki James La Fontaine’in idaresinde oynanan bu ligi; İstanbul Futbol Kulüpleri Ligi, Cuma Ligi, Pazar Ligi gibi ligler izlemiştir. Bu noktada James La Fontaine’e bir parantez açmak istiyoruz. Türkiye’de Futbolun kurucusu olan J.L.Fontaine, İngiliz bir tüccar aileye mensuptu. Aile dedesi zamanında İzmir’e yerleşmiş ve kendisi de İzmir’de doğmuştu. İzmir’de spor kulüplerinin kuruluşuna ön ayak olduktan sonra 1899’da İstanbul’a gelmiş ve yerleştiği Moda’da Türk futbolunun temelini atmıştı. Ancak J.L.Fontaine’in kaderi de Osmanlı’nın peşi sıra savaşlara girmesi ve  İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesi ile değişti. Futbolu yönetenlerin başında gelen J.L.Fontaine, 1900-1913 yılları arasında İttihat ve Terakki’nin futbolu, genel olarak sporu, paramiliter bir yapılanma aracı olarak görmeye başlaması ile sahneden çekildi. Şurası kesindir ki, La Fontaine, 1910 yılına kadar İstanbul futbolunu idare eden kişiydi.

    J.L.Fontaine, bazı kaynaklara göre (Asr-ı Fener) Dünya Savaşı başlayınca vatandaşı olduğu İngiltere tarafında savaşa katılmış ve tıpkı ailesinin başka üyeleri gibi casuslukla suçlanmıştı. J.L.Fontaine, yukarıdaki kaynağın verdiği bilgiyi doğrularcasına ilk kez 1915’te tutuklandı. Malta’da sürgünde olan İttihat ve Terakki’nin önemli isimlerinden Eyüp Sabri Bey’in serbest bırakılması karşılığında serbest bırakıldı. İkinci tutuklanması ise 1917 yılında gerçekleşti.  Bugün Kırşehir sınırlarında olan Mucur’a sürgün edilerek yaklaşık bir yıl burada kaldı. O tarihten sonra ise aşağıda yer alan Osmanlı Arşivi belgesinden anladığımız üzere İzmir’e nakledildi. 1932 Yılındaki ölümüne kadar da orada yaşadı.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    “Mucur’a gönderilen İngiltere Vatandaşı Mösyö La Fontaine daha sonra İzmir’e nakil edilmiştir.”


    Futbol Kurumsallaşıyor

    Futbol 1800’lü yılların sonunda İngiltere’nin Türkiye’ye en büyük ihraç ürünü olarak değerlendirilebilir. İngiltere bir anlamda, İzmir ve İstanbul’da yaşayan yabancıların futbola başlattığı ilgiyi, İstanbul’a gönderdiği kraliyet gemilerinin mürettebatının kurduğu takımların İstanbul Ligi’nde boy göstermesinin ardından sürekli hale getirmek istemiştir. Bu süreklilik; Tanzimat-Meşrutiyet yıllarında Osmanlı toplumunda başlayan Batıcı fikirlerin de etkisiyle, Türk takımlarının yeşil sahalarda boy göstermesine neden olmuştur. Türkler, o dönem “Association/Asosişeysın” diye isimlendirilen modern futbol oyununu (Yazının başında yer verdiğimiz İlk Spor Tarihçimiz Ethem Nejat’ın modern futbol kurallarını anlattığı yazısını önümüzdeki günlerde yayınlayacağız) gemilerin İngiliz mürettebatından öğrendikleri gibi; Türk futbol adamları, “Futbol Yönetimi” üzerine ilk deneyimlerini de İngilizlerin idaresindeki lig yönetimlerine katılarak kazanmışlardır.

    Türk futbolunun kurumsallaşmasının ilk adımı Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinin ardından çıkan 1909 yılında çıkan Cemiyetler Kanunu’dur. Cemiyetler kanunu uyarınca spor kulüpleri 1910-1913 yılları arasında kendilerini devlete tescil ettirmişler, dolayısıyla tüzük sahibi birer dernek olarak belirli kurallar çerçevesince yönetilmeye başlamışlardı. Kulüplerin bu yapıya kavuşması spor müsabakalarının da belirli kurallar altında yapılması gerekliliğini doğurmuştur. Her ne kadar 1904’ten itibaren İstanbul’daki futbol ligleri nizamnamelere sahip olsalar da; bu nizamnamelerde kulüplerin katılımı ve yönetimde söz sahibi olmaları gibi konularda yetersizlikler mevcuttu ve dolayısıyla zaman zaman eşitsiz uygulamalar ortaya çıkmaktaydı. Aslında bu durum futbolun kurumsallaşmasına giden süreci hızlandırdı. Keza yukarıda sözünü ettiğimiz İstanbul, İstanbul Futbol Kulüpleri, Cuma, Pazar Ligleri, kulüplerin aralarındaki anlaşmazlıklardan dolayı oluşturulmuş liglerdi. İstanbul’un futbol kulüpleri, kendi aralarında ve lig yönetimleriyle dönem dönem yaşadıkları anlaşmazlıklar sonucunda, yeni organizasyonlar kurmuşlar; bu da futbolda yönetsel bölünmeye ve göreceli bir karışıklığa neden olmuştu.

    Osmanlı’nın politik olarak İngiltere ile karşı saflarda yer alması, dolayısıyla futbol yönetiminde söz sahibi olan başta James La Fontaine gibi kişilerin çeşitli yollarla İstanbul’dan uzaklaşması da Türk futbolunun kurumsallaşmasını hızlandırmıştır. Bu dönemde ülkeyi yöneten İttihat ve Terakki’nin savaş yıllarında başta Altınordu ve Fenerbahçe olmak üzere spor kulüplerine yakın ilgisi de futbolda kurumsallaşmayı hızlandıran bir diğer etkendir.

    Türk kulüplerinin yöneticileri, sözü edilen şartlar altında, futbolun giderek artan öneminin, kurumsallaşmayı gerektirdiğinin farkına varmışlardır. İstanbul’un işgal altındayken işgal kuvvetlerinin takımları ile yapılan maçlar da halkın uzun zamandır bu spora artan ilgisini iyiden iyiye ortaya koymuştu. Artık bir olgu haline gelen futbol, diğer spor dalları ile beraber, teşkilatlanmalıydı.

    Fenerbahçe’nin İlk Galatasaray Galibiyeti… Maçın Hakemi James La Fontaine!

    Geçici Heyet

    Türk kulüplerinin yöneticileri işgal yıllarında futbolu kurumsallaştırmak için en büyük adımı “İdman İttihadı Heyet-i Muvakkatesi”ni kurarak attılar. Bu oluşum, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın (TİCİ) öncülü durumundaydı. Ali Sami Bey, Nasuhi Baydar, Burhaneddin Bey gibi isimlerin yer aldığı heyet, adı üzerinde geçici bir yapıya sahipti. Heyet, Yusuf Ziya Bey’in (Öniş) İsviçre’den getirdiği spor yönetmeliğini temel alarak bir tüzük hazırlamıştı. Futbolun Batılı düşünce tarzı ile olan kuvvetli bağı bir kez daha kendini göstermişti.  1920 ve 1921 Yıllarında görev yapan geçici heyet, 1922’nin ilk günlerinde Dahiliye Nezareti’ne başvurarak resmen bir cemiyet olmak isteğini bildirdi. Kaynaklarda Mayıs 1922’de TİCİ’nin resmen kurulduğu yazıyor olsa da, arada geçen 5 aylık süreçte neler olduğuna dair bugüne kadar bilgimiz yoktu. Devlet Arşivlerinde karşımıza çıkan belgeden, TİCİ için bu sürecin zorlu geçtiği, cemiyetin kuruluş tartışmalarının devletin üst yargı kurumu olan, dönemin Danıştay’ı, Şura-yı Devlet’te tartışıldığı ortaya çıktı.


    T.İ.C.İ. Osmanlı Danıştay’ının Gündeminde

    Belgede, “Altınordu İdman Yurdu, Anadolu İdman Kulübü, İdman Yurdu, Beylerbeyi Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Türk Gücü, Darülşafaka Mezunin Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Süleymaniye Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Galatasaray Terbiye-i Bedeniyye Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü, Kumkapı Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Nişantaşı Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Vefa İdman Yurdu, Hilal Spor Kulübü, namlarındaki cemiyetlerin ittihat ve iştirakiyle (birleşerek katılımı ile) “Türkiye İdman Cemiyetleri ittifakı” ünvanıyla bir cemiyet teşkil olduğuna bahisle, müsaade-i resmiyenin itası (resmi iznin verilmesi) cemiyet-i mezkure tarafından istida olunmuş (sözü edilen cemiyet tarafından talep edilmiş)” deniliyor ve bunun Mülkiye ve Maarif Komisyonları’nda tartışıldığı söyleniyordu. Komisyonlar, 1909 tarihli yürürlükte olan Cemiyetler Kanunu’na göre; cemiyetlerin yalnızca özel kişiler tarafından kurulabileceğini öngördüğünden, tüzel kişilik olan derneklerin birleşip bir dernek kurmasına izin verilemeyeceği yönünde görüş bildirmişlerdi. Konu, Şura-yı Devlet Genel Kurulu’na geldi. Genel kurul, Cemiyetler Kanunu’nun özel kişilere atıf yaptığını ısrarla tekrarladı. “Cemiyetler azasının yirmi yaşından gün alması ve bir cinayetle mahkum veya hukuk-ı medeniyeden mahrum bulunmaması şarttır” hükmünü dernek kurmak isteyen bir derneğe uyarlamanın imkansızlığını söylerken, yabancı ülkelerin ve özellikle Fransa’nın Cemiyetler Kanunu’nda derneklerin birleşip dernek kurabildiğine dair bir hükmün olduğunu da şerh koydu. Bu kararlar ile Dahiliye Nezareti’ne geri gönderilen TİCİ’nin kuruluş talebi, tam 5 ay sonra kabul edildi. Cumhuriyet’in ilanından önce kurulan bu teşkilat, yeni rejimin gereklerini yerine getirerek sporun birçok dalında örgütlenmesini sağlamakla birlikte, ilerleyen yıllarda Türkiye’nin uluslararası spor teşkilatlarına kabul edilmesine de önemli ölçüde etki etti.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    İlk Temas

    TİCİ’nin sancılı geçen kuruluş süreci, Anadolu’da devam eden Kurtuluş Savaşı’nın son günlerine rastlamaktadır. Savaşın 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanması ile imzalanan Mudanya Mütarekesi’nden sonra 19 Ekim 1922’de İstanbul’a gelen Refet Paşa (Bele); TİCİ Heyeti’nin, yakın gelecekte kurulacak yeni devleti temsilen, ilk temas ettiği kişi oldu. Refet Paşa, 1 Kasım’da Saltanatın kaldırılacağının öngörülmesi üzerine İstanbul’a gönderilmiş ve bir anlamda İstanbul’u teslim alma görevini yerine getirmişti. Detaylarını Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti adlı yazımızda okuyabileceğiniz bu ziyaret, TİCİ heyeti için bir fırsata dönüştü. Spor kulübü yöneticileri hem işgalin yakında sona erecek olmasından dolayı sevinçli, hem de yeni oluşturdukları kurumsal yapının yeni düzende olması gerektiği gibi yer almasını sağlama konusunda umutluydular.  TİCİ Heyeti bu motivasyonla Refet Paşa’yı karşılayanlar arasında yer aldı. Bu karşılamadan iki gün sonra da 21 Ekim 1922’de kendisine “hoş geldiniz” ziyaretinde bulundular. Başkanı Galatasaray’dan Ali Sami Bey olan, üyeleri arasında Fenerbahçe’den Hasan Kamil Bey (Sporel)’in de bulunduğu TİCİ heyetinin, Refet Paşa ile bu  ilk görüşmesinin detaylarını Spor Alemi Dergisi’nden öğreniyoruz. Refet Paşa’nın heyete hitaben “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu” belirtmesi, işgal yıllarında işgal kuvvetlerine karşı birçok spor dalında verilen mücadelenin önemini ortaya koymuştur. Refet Paşa’nın“İşgal yıllarında yabancılarla yapılan spor müsabakaları, milli mücadelenin esaslarını ortaya koymuş ve büyük zorluklarla yapılan bu mücadeleler sonrasında alınan galibiyetler, işgal altındaki İstanbul’da milli coşkunun özlemini çeken insanlara bir sevinç kaynağı olmuştur” ifadesi ile pekiştirdiği bu önem, TİCİ’nin yeni devlet düzeninde kabul göreceğine dair ilk ipucu olarak değerlendirilebilir. Bunun üzerine Heyet Başkanı Ali Sami Bey’in verdiği karşılık ise, sporun gelişmesi için destek istemek olmuştur:

    “Fakat bu teşkilatı takdir etmek kafi değildir (yeterli değildir) tatbikinde de (uygulamada da) istical (acele) etmeliyiz. Onun için mücadele-i milliyenin idmancılar saflarında açtığı şerefli boşluklara rağmen en büyük harbimiz esnasında bu işin esasatını vaz ettik (esaslarını ortaya koyduk) ve bütün mahrumiyetlere (eksikliklere) rağmen teşkil ettiğimiz (oluşturduğumuz) takımlarla İstanbul’da ecanibin (yabancıların) en kuvvetli idmancılarını mağlup ederek milli coşkunluğun mütehassiri olan (özlemini çeken) ahalimize (halkımıza) bazı sürur (sevinç) dakikaları geçirebildik”

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti
    İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinden.

    Süreklilik

    Osmanlı’da Futbol konusu, tarihin sürekliliği için verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Futbol, bu topraklarda siyasal ve sosyal gelişimlere dayalı bir olgu olarak, yukarıda yaptığımız değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere, Cumhuriyet öncesinde ortaya çıkmıştır. İngiltere’nin emperyal hedefleri için bir araç olarak kullandığı futbol oyunu, Osmanlı Türkleri tarafından hemen benimsenmiştir. Batı kültürünün bir ürünü olan bu oyunu geliştirmek, geliştirdikten sonra kurumsallaştırmak için yine Batı’nın uygulamaları örnek alınmıştır. Bu anlamda futbol oyunu, Osmanlı Modernleşmesi’nin bir ürünüdür. 1908 Jön Türk Devrimi’nin bu ürünü sahiplenmesi, bu yargıya dayanak olarak gösterilebilir. Anadolu’da verilen Kurtuluş Savaşı esnasında İstanbul’da işgal kuvvetleri askerlerinin oluşturduğu takımlarla maçlar yapan kulüpler, yeni devlet tarafından da kabul edilmiştir. Savaşın muzaffer komutanlarına göre işgal altında verilen sportif mücadeleler, Milli Mücadele’nin bir parçası olarak görülmüştür. Spor kulüplerinin kurumsallaşarak, üst bir teşkilat olan TİCİ’yi kurmaları ise, Cumhuriyet Devrimi’nin amaçları ile bire bir örtüşmektedir. Tanzimat’tan sonra modernleşmeye başlayan meşruti monarşik kurumların sonuncusu TİCİ’dir. Bu özelliği, TİCİ’nin, Cumhuriyet yönetimi tarafından sahiplenilmesini/himaye edilmesini sağlamıştır. 

    Barış Kenaroğlu

  • Fenerbahçe’nin Belgelenen İlk Maçları

    Fenerbahçe’nin Belgelenen İlk Maçları

    Kuruluş yıllarının, üzerinde neredeyse hiç tartışma yapılmamış meselelerinden birisi de Fenerbahçe’nin ilk maçlarını hangi takımlarla ve hangi tarihlerde yaptığıdır. Süregelen araştırmalarımızda karşımıza çıkan belgelerin yer alacağı yazımızda bu soruyu cevaplamaya çalışacak, Fenerbahçe futbol tarihine 4 yeni maçı kaydedecek ve Kadıköy Kulübü ile yapılan iş birliğinin izlerini süreceğiz. Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin belgelenen ilk maçları…


    Kısıtlı Kaynaklar & Yetersizlikler

    Daha önceden önemle vurguladığımız gibi, “Fenerbahçe kulübünün kurumsal tarih tezi kapsamında kabul ettiği olgulardan birçoğunun bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin iki sebebi var. Bunlardan ilki döneme ilişkin kaynakların kısıtlı olması, ikincisi ise az sayıdaki araştırmacının kulübün resmi tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır.”

    Bu çabaya ilişkin en belirgin kanıt olarak, Rüştü Dağlaroğlu’nun “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi / 1907-1957” adlı muhteşem eserinde yer alan bilgilerin, sonradan yazılan tarih kitaplarında olduğu gibi tekrar edilmesini gösterebiliriz. Fenerbahçe tarihini yazanlar Dağlaroğlu’nu adeta tek kaynak kabul etmişlerdir.

    Bugüne kadar Dağlaroğlu tarafından aktarılan bilgiler, gereken durumlarda, başka kaynaklarla karşılaştırılmadığı, arşiv taramaları ile belgelenmediği, bazen de eleştirilmediği için olması gereken yeterlilikte çalışmalar ortaya çıkmamış, böylece kuruluş yılları ile ilgili bildiklerimiz sınırlı kalmıştır.

    Mühim Maç – Antrenman Maçı

    Kuruluştan 1912’deki ilk şampiyonluğa kadar geçen 5 yıllık dönem için Fenerbahçe’nin bilinen sadece bir adet fotoğrafı olduğu düşünülürse, bu yılları aydınlatmak için tarihleri tespit etmek ya da aktarılan olayları olabildiğince eskiye dayandırmanın önemi ortadadır.

    Bu öneme atfen, o dönem yayınlanan gazeteleri taramanın, Fenerbahçe’nin ilk maçları ile ilgili bildiklerimizi arttıracağını biliyorduk.  Karşımıza çıkan ilk maç haberini Profesör Doktor Vahdettin Engin ile paylaştıktan sonra kendisi (Profesör Doktor Erhan Afyoncu ile birlikte yaptığı çalışmaların eseri olarak) arşivinde bulunan ve şimdiye kadar yayınlanmamış ilk dönem Fenerbahçe maçlarının haberlerini bizimle paylaştı.

    Yaptığımız araştırmalarda bize her zaman yol gösteren değerli hocalarımızın bu katkısıyla, 6 Eylül 1908 ile tarihlenen Fenerbahçe’nin bilinen ilk maçının tarihi, 1 Mayıs 1908 olarak değişmiş oldu.

    Rüştü Dağlaroğlu, eserinde Fenerbahçe’nin ilk maçını 6 Eylül 1908 tarihinde Moda ile yaptığı maç olarak kaydetmiştir. Dağlaroğlu bu tarihlemeyi yaparken sözü geçen maçı “ilk mühim maç” olarak değerlendirmiş ve bu maç öncesinde oynanan maçları “antrenman maçı” olarak nitelemiştir. İlk dönem futbol tarihi için rahatlıkla kabul edilebilecek bu değerlendirmesinde yaptığı ayrım kapsamında Dağlaroğlu; 1930’lu yıllardaki süreli yayınlarda Fenerbahçe’nin ilk maçı olarak sözü edilen 9-0’lık Kadıköy mağlubiyetine yer vermemiştir. Şu an için hangi tarihte oynandığı bilinmeyen ve yukarıda bahsettiğimiz “mühim maç – antrenman maçı” ayrımı sebebiyle kayıtlara geçmeyen bu maç dışında; Fenerbahçe tarih yazımı, ilk maç olarak 6 Eylül 1908 tarihli Moda maçını kabul etmiştir.

    Bu tarihlemeyi yaptıktan sonra Sevgili Melih Şabanoğlu bize ulaştı ve aşağıda detayını göreceğiniz Fenerbahçe’nin bulunmuş ilk maç haberini bizlerle paylaştı. Spor Tarihi üzerine yaptığı araştırmalarını dikkatle takip ettiğimiz Melih Şabanoğlu’nun göndermiş olduğu haberin kupürü ile Fenerbahçe’nin tespit edilmiş ilk maçının tarihi tekrar değişmiş oldu.  (Şabanoğlu’nun 2018’de yayınlanan Kuruluş: Mekteb-i Sultani’den Galatasaray Spor Kulübü’ne Türkiye’de Futbolun Erken Çağı (1904-1907) isimli kitabı ve Atlas Tarih Dergisi’nin Temmuz – Ağustos 2020 tarihli 64.sayısında yer alan “Black Stockings Tarihi” başlıklı makalesi, dönemi inceleyen kişiler için okunması gereken çalışmalardır.) 


    1 Mart 1908 / Fenerbahçe 4 – 0 Kumkapı

    The Levant Herald & Eastern Express Gazetesi’nin 7 Mart 1908 Cumartesi tarihli sayısında “Geçen Pazar en dikkat çekici maçın Makriköy’de Fenerbahçe ile Kumkapı Futbol Kulüpleri arasında oynandığı ve Fenerbahçe’nin maçı 4-0 kazandığı” haberine yer veriliyordu. Bu haber ile “Fenerbahçe” ismine ilk kez bir yazılı kaynakta rastlanmış, bunun da ötesinde Fenerbahçe’nin belgelenen ilk maçı da 1 Mart 1908 ile  tarihlenmiş oluyor.

    7 Mart 1908 tarihli Levant Herald & Eastern Express haberi.

    1 Mayıs 1908 / Fenerbahçe 5 – 1 Üsküdar

    Tercüman-ı Hakikat Gazetesinin 3 Mayıs 1908 tarihli sayısında yer alan haberin ortaya çıkışıyla birlikte belgelenen ilk Fenerbahçe maçının tarihi de değişmiş oldu. Gazetenin tıpkı Dağlaroğlu gibi antrenman maçı olarak değerlendirdiği bu maç; 1 Mayıs 1908 Cuma günü, Kalamış’ta, yeni kurulmuş bir kulüp olan Üsküdar ile saat 08.30’da oynanmış ve Fenerbahçe’nin 5-1’lik galibiyeti ile sonuçlanmıştı.

    “Evvelki gün Kadıköyü’ndeki Kalamış Çayırı’nda Üsküdar futbol association oyuncuları ile Fenerbahçe futbol oyuncuları arasında saat sekiz buçukta egzersiz nev’inden bir maç yapılmıştır. Üsküdar futbolcuları bir, Fenerbahçe futbolcuları beş gol yapmışlardır”

    Fenerbahçe'nin Belgelenen İlk Maçları
    3 Mayıs 1908 tarihli Tercüman-ı Hakikat haberi.

    17 Mayıs 1908 / Fenerbahçe 3 – 3 Kadıköy

    Aynı gazetenin 20 Mayıs 1908 tarihli sayısındaki haberde yer alan maç ise, önceki maçın aksine “antrenman maçı” olarak değerlendirilmemiş; Fenerbahçe; 17 Mayıs 1908 Pazar günü saat 11.00’de Kalamış’ta, İstanbul futbolunun eski kulüplerinden Kadıköy ve Elpis oyuncularından kurulu “Kadıköy” takımı ile karşılaşmıştır. Gerek 3-3’lük sonucu, gerekse rakip takımı oluşturan oyuncuların kulüpleri göz önüne alındığında bu maç, Dağlaroğlu sınıflandırmasına göre “mühim maç” olarak kaydedilebilir.

    “Geçen Pazar günü Kadıköyü’nde Kalamış Çayırı’nda Kadıköy adına Kadıköy ve Elpis oyuncuları ile Fenerbahçe futbolcuları arasında saat onda bir futbol oyunu oynanarak iki tarafın üçer gol yapmasıyla galibiyet hiç bir tarafta kalmamış, pata (berabere) gelmişlerdir.”

    Fenerbahçe'nin Belgelenen İlk Maçları
    20 Mayıs 1908 tarihli Tercüman-ı Hakikat haberi.

    5 Temmuz 1908 / Fenerbahçe 8 – 0 Pera

    Mayıs ayında oynanan iki maçın ardından Haziran ayına ait gazetelerde -şimdilik- bir maç kaydına rastlayamadık. 6 Temmuz 1908 tarihli Sabah Gazetesinde ise Fenerbahçe’nin o güne kadar bilinen en farklı galibiyetini aldığı maçın haberi vardı. 5 Temmuz 1908 Pazar günü, saat 09.30’da, Papazın Çayırı’nda Pera ile oynanan maçı Fenerbahçe, 8-0 kazanıyordu.

    “Dünkü Pazar günü Kadıköyü’nde Papazçayırı’nda saat dokuz buçukta, Fenerbahçe Futbol Kulübü ile Pera Kulübü arasında bir müsabaka yapılmıştır. Her iki tarafta on birer oyuncu bulunmakta idi. Müsabaka bir buçuk saat devam etmiş ve sekiz gol yapmaya başaran Fenerbahçe Kulübü’nün galibiyeti ile neticelenmiştir”.

    Fenerbahçe'nin Belgelenen İlk Maçları
    6 Temmuz 1908 tarihli Sabah haberi

    8 Kasım 1908 / Kadıköy & Fener 0 – 3 HMS Barham

    İkdam Gazetesinde 9 Kasım 1908 tarihli sayısında yer bulan futbol haberleri yukarıda bahsettiğimiz 3 maç haberinden daha farklı anlamlar içeriyor. Haberin metnini verdikten sonra bu anlamları sırasıyla açıklayacağız.

    “ Lig maçlarına geçen hafta başlanmıştır. Geçen Pazar Moda Kulübü ile Barham Kulübü oynamış ve Barham beş gol ile maçı kazanmıştır. Bu hafta dahi Barham ile Kadıköy-Fener Kulüpleri arasında oynanan maçta ise yine Barham üç gol ile üstünlük sağlamıştır. Barhamlılar topu asker gibi muntazam oynamaktadırlar. Bu maçlar Kadıköyünde evvelce Papaz Bahçesi adı verilen ve şimdi Union Club denilen yerde oynanmıştır. Bütün futbol oyunları adı geçen yerde oynanacaktır.”

    Fenerbahçe Tarihinin İlk Maçı
    9 Kasım 1908 tarihli İkdam haberi

    İşbirliği

    8 Kasım 1908 Pazar günü oynanan maç haberinin Fenerbahçe Tarihi açısından içerdiği ilk anlam, bugüne kadar netleşmemiş olan Kadıköy ile iş birliği meselesini kesinliğe kavuşturmasıdır.

    İlk olarak Nasuhi Esat’ın (Baydar) 1913 yılında kaleme aldığı Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi adlı yazı dizisinde sözü edilen, ancak detaylarına yer verilmeyen bu iş birliği ile ilgili ikinci maddi kanıt da Musavver Muhit Dergisinde “Fenerbahçe’nin İlk Fotoğrafı”nın altındaki yazıydı.

    31 Aralık 1908 tarihli dergide yer alan fotoğrafın resimaltı yazısında “Kadıköy-Fener Kulübü” açıklaması yapılmıştı. Bilindiği üzere kuruluşunun hemen ardından, kurucularından bazılarının ayrılmasıyla, Fenerbahçe için zor bir süreç başlamıştı. Kadıköy ile yapılan ve bazı kaynaklarda “birleşme” şeklinde yansıtılan bu dönemsel işbirliğinin kanıtlanması ile beraber; futbol takımının, bir kısmı ile de olsa, 1908-1909 İstanbul Futbol Ligi’ne katıldığı da kesinleşmiş oldu.

    31 Aralık 1908 tarihli Musavver Muhit dergisinden

    Nurizade Ziya Bey & Union Club

    Ortaya çıkardığımız bu maç haberinin ikinci anlamı ise, Fenerbahçe’nin ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey’in görev süresini netleştirmesidir. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey yazısında detaylı olarak bahsettiğimiz üzere Nurizade Ziya Bey, Mayıs 1907’de üstlendiği başkanlık görevinden ayrılmış ve bir Türk&İngiliz ortaklığı olan Union Club’un kuruluşu için mesai harcamaya başlamıştı. Maç haberinin sonunda yer alan “Bu maçlar Kadıköyü’nde evvelce Papaz Bahçesi adı verilen ve şimdi Union Club denilen yerde oynanmıştır. Bütün futbol oyunları adı geçen yerde oynanacaktır.” ifadesinden Union Club’ın Kasım 1908 itibariyle faaliyete geçtiğini ve Nurizade Ziya Bey’in kuruluştan bu tarihe kadar, tam 1,5 sene başkanlık yaptığını anlıyoruz.

    Barış KENAROĞLU