Etiket: Ragıp Ziya Mağden

  • Canlı Yapraklar – XLI

    Canlı Yapraklar – XLI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLI” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLI

    Fenerbahçe futboldaki büyük şöhretini ocağında yetişmiş ve gelişmiş çocuklarına borçludur. Esasen, memleketimizde genç takımları ilk kuran kulüp Fenerbahçe ve bu lüzumu duyan ve onu tatbik mevkiine koyan ilk idareci de Elkâtip Zade Mustafa beydir. Bu ileri görüşlü zat bu işe 1911 senesinde girişti.

    Elkâtip Zade ve takımları neden sonra diğer kulüplerimize örnek oldular…

    Fenerbahçe’de, hiç bir kulüple ölçülemeyecek nispette, şöhretli genç takımlar yetişmiştir.

    Bunların birincisi 1913 yılı genç takımıdır. Haydar, Ecvet, Fahri, Nuri, Necip Şahin, Necmi, Baron Feyzi, Zeki, Alâ, Bekir, Cafer ve Refik Osman’dan mürekkep olan bu kadro o yıl memleketimizde ilk defa olarak organize edilen İstanbul üçüncü takımlar şampiyonluğunu hiç yenilmeden almış ve Mahmut Muhtar Paşa merhumun, üzerinde: “Yarının kıymetli futbolcularına…” yazılı gümüş kupasını kazanmıştı.

    İmparatorluk devrinin spor muhibbi bu meşhur Paşasının kupaya yazdırdığı “Yarının kıymetli futbolcularına” sözü onun isabetli görüş kudretinin de mükemmel bir ölçüsüdür. Çünkü tam 10 yıl sonra, 1923’de Türk millî takımı kurulurken bu arada yetişmiş ve gelişmiş yukarıdaki gençler, yani 10 yıl önceki Fenerbahçe üçüncü takımı ay-yıldızlı ilk kadrolara esas olmuştu.

    Filhakika; ilk takımlarımızın meşhur Zeki, Alâ, Cafer, Bekir, Feyzi ve Refik Osman gibi 6 esas siması futbolu 1913’ün Fenerbahçe üçüncü takımında öğrenmiş gençlerdi.

    Futbol tarihimizin bu canlı hakikati Fenerbahçe kulübünün genç takımlar mevzuunda vaktiyle başardığı alemdarlık ve harcadığı büyük emeklerin ölmez hâtıra ve hattâ mükâfatı olarak yaşayacaktır.

    Filhakika; Sami Bey tarafından sol köşeye yazılmış şu bir kaç kelime yalnız bir şükran ifadesi değil; aynı zamanda, Fenerbahçeliler arasında cari sevgi, hürmet ve kadirşinaslık örneğidir de:

    (Fenerbahçe küçüklerinin muhterem muallimleri Fuat Beyefendiye. Bir hâtırai şükran olmak üzere takdim…)

    Bugün 30 yılını doldurmuş olan şu fotoğraftaki eski genç Fenerlileri birçok kimseler tanımayacaklar, fakat hüviyetleri sunuldukça içlerinde tanınacak ve hatırlanacaklar çok olacaktır.

    Ön sırada oturanlar, sağdan:

    Suat Belgin (Tekel levazım müdürü),

    Solaçık Seyfi, İzmir Fuar müdürü Ferruh Örel,

    Santrfor ve hâlen İstanbul futbol ajanı Sedat Taylan,

    Sağiç Şahap,

    Aynı zamanda milli atlet Haydar Aşan,

    Balkan şampiyonu tenisçilerimizden ve hâlen İstanbul Belediyesi Reis muavini Sedat Erkoğlu,

    Santrhaf ve hâlen İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret okulu müdürü Doktor Nihat Sayar.

    Ayaktakiler;

    Sağ baştaki kısaca boylu genç Suat Belgin’in ağabeysi Mocuk Hikmet merhumdur. Hikmet; milli takımımıza Fikret, Muzaffer, Niyazi ve Mehmet Reşat’ı veren Fenerbahçe’nin 1927 yılı genç takımının fedakâr antrenörü olup bu uğurda evvelâ sıhhatini, bir yıl sonra da hayatını feda etti.

    Merhum Hikmetin sağındaki beyaz saçlı zat Fenerbahçe’nin emektar uzvu ve eski reislerinden Doktor Hamit Hüsnü Kayacan merhumdur.

    Beyaz gömlekli genç de milli sağaçık ve eski Fenerbahçe genç takımlarının amatör antrenörlerinden Paşabahçe Cam fabrikası muhasebe müdürü Sabih Arca’dır.

    Sabih’in sağında solhaf Şevki, onun da sağında merhum bek Ziya görülüyor.

    Fenerbahçe kulübü, bugün, “genç takım” davasını ele almış bulunuyor. Gerçi şartlar düne nazaran çok değişmiştir. Fakat hâdisat ve hakikatler gösteriyor ki, randıman nispeti düne nazaran az da olsa, bu yola dönmeğe lüzum vardır. Bu bakımdan, Fenerbahçe kulübünde genç takım dâvasını feragat ve fedakârlıkla güden, vaktiyle o takımlardan yetişmiş, Sayın Siyami Arda’yı tebrik etmek ve ona müzahir olmak vazifedir.

    Fenerbahçe’nin 1913’ten sonraki ikinci meşhur genç takımı yukarıda resmini gördüğünüz 1924 yılı genç kadrosudur. Bu takım, 1924 yazında iki ay ilk milli takım antrenörü Hanter tarafından çalıştırılmış; sonra da, ilk Türk futbolcusu Fenerbahçeli Fuat Hüsnü Kayacan ve nihayet Sami Coşar elinde tekâmül etmiştir.

    Bu takım, o yılın genç takımları arasında tertiplenen meşhur (Fen kupası) galibidir. Ayrıca, futbol tarihimizde yurt içinde turneye çıkan ilk genç takımdır. Hatırlayacaklar çok olsa gerek; Fenerbahçe’nin 1924 genç takımı, yukardaki fotoğrafın alındığı tarihlerde, 16 eylül 1924 günü merhum doktor Håmit Hüsnü Kayacan’ın riyaseti altında İzmir’e hareket etmiş ve orada 4 muhtelif kulübün birinci – ikinci takımlar muhtelitleriyle maç yapmıştır.

    Altay’ı 8 – 0, Altınordu’yu 6 – 0, Hilâli 4 – 0 ve Karşıyaka’yı da (11 – 0) yenen Fenerbahçe küçükleri 4 galibiyet almak ve hiç gol yemeden 29 gol atmak gibi fevkalade bir başarı sağlamış ve İzmir’de umumi hayranlık uyandırmışlardı.

    İşte, yukardaki fotoğraf Türk futbolunun baktıkça insana fevkalâdelikler okuyan 1924 senesi Fenerbahçe üçüncü takımının canlı bir hâtırasıdır. 1924 sonbaharında çekilmiş ve 20 Aralık’ta Sami Coşar tarafından Fuat Hüsnü Kayacan’a hâtıra olarak sunulmuştur.

    Arkadaki takımın yedek haflarından Hikmet’tir.

    Sonra, sol müdafi Füruzan Şansal ve müteakiben de iki kaleciyi görüyorsunuz.

    Beyaz fanilalı İhsan’dır. Geçen seneler Ankara futbol ajanı idi.

    Başında kep olan da merhum Hüsnü’dür.

    Hüsnü’nün sağında (Bloke) namiyle maruf müdafi İhsan, sonra muavinlerden Ulvi Örel, gene muavinlerden hâlâ veteriner albay Hakkı Gürtay ve nihayet gene haf hattından, hâlen Devlet Demiryollarında, Hayri Başol’u görüyorsunuz.

    İki sivilden sağdaki devrin birinci takım futbolcularından ziraat mühendisi Ragıp Mağden, soldaki de Fenerbahçe’nin ilk kadrolarının teknik ve zekasıyla maruf forveti, o tarihlerde yeni kurulmuş İş bankası müfettişlerinden ve bu meşhur takımın püramatör antrenörü ve geçen yılların da Urfa mebusu Hüseyin Sami Coşardır.

    (Gelecek resim ve yazı; 32 sene evvel ilk milli takım antrenman maçında milli takımının Türk futbolunda pek meşhur 5 muhacimini, yağmurlu bir havada Kadıköy sahasında göstermektedir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 1 Ocak 1955 – Akşam Gazetesi

  • YKB Arşivinde Fenerbahçe

    YKB Arşivinde Fenerbahçe

    Ağırlığı Selahattin Giz fotoğraflarından oluşan YKB arşivinde Fenerbahçe fotoğrafları birbirinden müthiş sahneleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu arşiv araştırması esnasında bizden yardımını esirgemeyen Ayhan Uçar ağabeyimize sonsuz teşekkür ediyor, kendisiyle beraber çalışan ve aynı derecede bize yardımı dokunan büyük Fenerbahçeli merhum Abdullah Gül ağabeyimizi de saygıyla anıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yapı Kredi Bankası Arşivinde Fenerbahçe

    Yapı Kredi Bankası arşivinde Kadıköy ve Fenerbahçe fotoğraflarından bir seçme
  • Kim Ne Derse Desin

    Kim Ne Derse Desin

    Muvakkar Ekrem Talu’nun Fenerbahçe-Galatasaray yazılarına bir yenisi ekleniyor. İster 1939 olsun, ister bugün; kim ne derse desin, en büyük rekabet bu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Pazar Günkü Maç Münasebetiyle

    Yine Galatasaray-Fener’e Dair

    Kim ne derse desin!

    Şu iki sevimli kulübümüzün rekabeti başka oluyor.

    Karşı karşı geldikçe de, el ele verdikçe de duyulan heyecanı hangimiz inkâr edebiliriz?

    Kâfir futbolun üç buçuk meraklısı varsa bunun iki buçuğu, kâh tenkit edilen rekabet yüzü suyu hürmetinedir. Ben kendi hesabıma futbolu, çelik çomaktan daha fazla sevmemi bu rekabete hamlediyorum. Hoş eski çelik çomaklar bugünkü futbol müsveddesinden daha heyecanlı idi ya!

    Şimdi dinleyin de bana hak vermeyin!

    Cuma günü Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşıyor. Mektepte daha Salı’dan faaliyete geçilir. Talebe futbolculardan Ulvi, Ali, Burhan, L. Mehmet, Muslih, Zıt Kemal, Mithat, Hayri, Fethi… Sürüsüne maşallah.  Zaten bütün takım talebe… Sıkı perhize geçerler. Perhizden maksat zayıflık rejimi değil! Öbür manada… Fakat sinirler de başlar gerilmeğe… İçlerinde yalnız Ali pilâv tabağı adedini arttırmıştır. Kemal de sahada tatbik edeceği nev icat muziplikler düşünmekle meşguldür. O akşam “Gran-kur” da son antrenman, Adil Giray’ın ve Mütevelli Mehmet’in huzurlarında tamamlanır. Perşembe, öğleden sonrayı beklemeden hatta tatlıdan da feragat edilerek erkenden kulüp lokaline düşülür.

    Ertesi gün için Bay Ziya’dan direktif alınacak. Yusuf Ziya, erkânı harbiyesini Sadun Galip, Eşref Şefik, Tahir Yahya, Adil Giray, Sedat Rıza ile teşkil etmiş bulunuyor. Salonun bir köşesine toplanılır ve kondüktörün madam vasıtasıyla sunduğu çaylar, kahveler içilirken ertesi gün için “plân” ihzar edilir. Sadun Galip’in Ali Naci’ye vereceği cevap, Tahir Yahya’nın Çelebi Said’e edeceği mukabele, Müçteba’nın Fikret’e karşı oynatılması, Ulvi’nin muhacim, atlet Vedat’ın santrfor, Nüzhet’in kaleciliği hep bu fasılda karara bağlanır. Elektrikler havanın kararmasına rağmen yakılmaz (şimdi de yakılmıyor amma, o zaman iktisat olsun diye değil!) esrarengiz vaziyet muhafaza edilir.

    Galibiyet takdirinde Necip’in Burgaz’daki evinde ziyafet çıtlatılır. Kunduralar Mahmut’un tamirinden geçer. Yıkanmış parçalı gömlekler ütücüden gelip kondüktöre teslim edilir. Perşembeleri lokal kapısı tıklım tıklımdır. Simalar ekseriya yabancıdır. Kimi, oyunculardan birine yaklaşarak:

    – Bana bir davetiye bulabilir misiniz?

    – Affedersiniz! Lakin sizi tanıyamadım!

    – Olsun efendim! Ben sizi tanıyorum ya!

    Yahud:

    – Falanca futbolcuyu görmek istiyorum!

    – Kim diyelim?

    – Geçen gün tramvayda nasırınıza basan zat geldi, dersiniz. Şeklinde beleşçiler muhavereleri duyulur.

    Peki diğer tarafta neler oluyor acaba?

    Kuşdili’ne giderken dere kenarında Osman’ın gazinosuna bitişik şipşirin beyaz boyalı bir bina. Burası “Fenerbahçe Spor Kulübü” lokalidir. Güzel tanzim edilmiş ufak bir bahçeden geçtiniz mi sağınıza bir tenis kortu gelir. Burada eğer akşam saati ise emektar Galip Mısırlı Tevfik ile bir parti yapmaktadır. Doktor İsmet, üstad Zeki ve Suat’ın ağızlarının suyu akıyor amma, ne çare ki ertesi günü mühim bir koz paylaşılacak. “Barba”nın asık suratına aldırmayarak yandaki kapıdan içeri dalanılar evvela “Mocuk’la karşılaşırlar. Fener kulübünün en büyük hususiyeti, şayanı takdir karakteri küçüklerin büyüklere hürmet, büyüklerin de küçüklere muhabbet beslemeleri ve otoriteyi sarsacak laubali hareketlerden büyük bir hassasiyetle tevakki…

    İşte karşıya gelen alt kat salonda Fuat Hüsnü, Hasan Kâmil, Saip Şevket, Avukat Ramiz, Hamid Hüsnü, Muvaffak Menemenci, merhum ziraat vekili Sabri, Şekerci Ali Muhiddin… Ali Naci de kendilerine iştirak etmiştir. O, bu topluluğun Göbelsi! Derken piyanonun alt başında iskemlelere mektebe başlayan uslu çocuklar sükûnetinde ağır başlı, terbiyeli faal elemanlar. Kıdem adabına pek riayetkâr olarak mevki almışlar. Üstat Zeki, Doktor İsmet, Nedim, Şekip, Kadri, Fahir, Sabih, Alâaddin, Bedri, Suat, Belesçi Ömer.

    O tarihlerde bu asil kulübümüzde de pek öyle “parazitler” yok… Cevat, Sedat, Füruzan, Ulvi, Ragıp, Şahap, Seyfi, Nihat, Haydar gibi gençler de kapının dışında ağabeylerini hayran hayran seyretmekte…

    Fikret, Muzaffer, M. Reşat daha gençler… Dördüncü takım elemanları… Sabih’in idaresindeki antrenman ve Mocuk’un idaresindeki bir maçtan yorgun dönmüşler, muntazam duşlar altında keyifli keyifli soyunup giyinecekler… Yarınki dedikodu ile alakadar bile değiller… Ha! Niyazi’yi, bu gelmiş geçmiş “en nazik Türk futbolcusunu unuttum sanmayın!… O daha İstanbul’a gelmemiş. İzmir’de sanatlar mektebinde okuyor ve Altay küçükleri sınıfında…

    İlk spor muharrirlerinden sevimli arkadaş Salim Hamdi gazetesine fazla malumat toplamak için yukarı katta müzenin bulunduğu odada Salt Çelebi’yi sıkıştırmış havadis istiyor.

    Derken cuma sabahı gelir çatar!

    Milliyet gazetesini açın! Fenere hücum! Akşamı açın! Galatasaraya hücum!

    Bir elli vapuru Kadıköy iskelesine yaklaşmaktadır.

    “Hamsi de koydum tatatavaya… Hamsi de koydum tatatavaya!”

    Sıçradı gitti hahahavayaya hahahavaya!

    Gitti de gelmez o kız buraya…

    Aman mino mino mino,

    Canım mino mino mino

    Papazın kızı of! İmamın kızı!…”

    Güverteden gelen bu sesler, Galatasaraylıların vapurda bulunduklarına işaret…

    Maçın neticesi ne olursa olsun “Hava” bugünkü kadar soğumaz ve söğüş olsun, dövüş olsun, bugünkü kadar şümullü değildir.

    Nitekim mesela ertesi hafta, o zamanlar muhakkak ki Arsenal’den da kuvvetli ve şöhretli olan (Slavya)lar, (Frengvaroş)lar, (Admira)lar karşısında el ele veren memleketin bu güzide evlatları düz beyaz ve bazen da lacivert-Sarı-Kırmızı yollu formalar altında Türk’ün yüzünü ağartmak için ayni gaye yolunda aynı miktarda ter dökerler.

    O zamanın ileri futbolumuzda düştüğümüz en büyük iki hatayı da ilave etmeden yazımı bitirmeyim. Biri Bekir’in Avrupa’da bırakılması, diğeri Refik’in diskalifiyesidir. Bu iki büyük hata futbolumuzun aleyhine birer ağır darbe olmuştur. Bir de daha eskisi var ki o da Hasan’ın ekmek parası aradığı için sürünecek kadar sefalete maruz bırakılıp cüzamlı gibi “profesyonel” damgası vurularak futbollumuzdan uzaklaştırılmasıdır. Ben bu üç “Gaf”ı da affedemiyorum.

    Ayağımı, dolayısıyla gençlimi feda ettiğim futboldan azıcık olsun şikâyetçi değilim de bugüne kadar devam edegelen keşmekeşten gönlüm mustarip. Elbet her zevalin bir kemali olacaktır. Ve Türk futbolu de layık olduğu parlaklığı her bakım dan ihraz edecektir.

    Benim meşin topa olan aşkım yaptığım mukaddimeden sonra, önümüzdeki maçta her iki kulübün berabere kalması hususunu iddiaya sevk ediyorsa da, Galatasaraylı olmaklığım, Galatasaray’ı, mantığım Fenerbahçe’yi galip görüyor. Geçen seferki tahmini de ilk hissim galip geldiği için o yolda ayarlamıştım. Hoş! Osman Münir arkadaşımız Sarı-Kırmızı aleyhindeki bir tahmine sütunlarında yer verir mi? Orası şüpheli!

    Takımları bilmemek de çok fena… Avrupa’da bir hafta evvel ilan bile edilir. Bizde “siyaseti hariciye” gibi gizli tutuluyor. Ne hikmettir anlamam!

    En akla yakın Galatasaray şeklinin: Osman; Lütfi, Adnan; Musa, Nubar, Bedii; Necdet, Süleyman, Cemil, Buduri, Sarafim olduğuna göre ve Fenerbahçe’nin de Hüsameddin; Yaşar, Lebib, Ali Rıza, Angelidis, M. Reşat; Şaban, Esat, Yaşar, Basri, Fikret halinde en kuvvetli manzara gösterdiğine göre takımları Eşref Şefik vari bir kantara vurup kıyas edelim:

    Kaleler; Fenerde daha emin, Geri müdafaa Galatasaray’da çok kıvamında, haf hattı Musa’nın klas üstünlüğüne rağmen Fenerde daha omojen. Hücum, dünyanın en iyi sol açığına malik olmasına rağmen “antrenmanlı” Galatasaray forvetinden daha mazbut gözükmüyor. Galatasaray’ın mutlaka kazanması için bir buçuk saatte Fener kalesini veresiye zorlamaları değil “delik” bulup arada parlamaları kâfi ki bu da şu yukarki elemanlarla (lakin bir tane noksansız) pek mümkün. Yoksa Şaban, Esad, serbest kalacak bir Fikret’in hazır loplariyle beni tahminim de bir kere daha aldatacaklardır.

    Fener takımındaki istikrarsızlıktan Galatasaray’daki meşhur zaafa düşmekte… Galatasaray da Necdet, Süleyman tarafını ferden daha ateşli bir hale sokabilmelidir. Selâhaddin gibi elemanların ise aktif futbolda Adnan Akın, Nuri Bosut hatta Ömer Besim kadar bile bir kıymeti kalmadığını anlamak için Avusturya müdafaasında yer almış olmak icap etmez sanırım.

    Haydi çocuklar! Ağabeyleriniz gibi oynayınız!

    Muvakkar Ekrem Talu – 17 Şubat 1939 – Vakit Gazetesi

    Not: Maç ne oldu diye soracak olursanız; 1-1 bitmiş.

  • 1925 Tayyare Kupası

    1925 Tayyare Kupası

    Kıymetli Dr. Emin Kurt, 1925 Tayyare Kupası hakkında bilgi ararken yolumuz kesişti. Biz de Spor Alemi dergisinden maçın hikayesini çıkardık. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tayyare Kupası Maçı

    Bidayette sert oynayan bir iki oyuncuya karşı hakemin şiddetli davranmaması ve müteaddit faulleri protesto için halkın bütün oyuncuların asabiyetini tahrike kafi bağırışmaları oyunu zevksiz, renksiz bir hale sokmuştu.

    Bir senedir müteaddit defalar karşılaştıkları halde yekdiğerini bir türlü mağlup edemeyen ve İstanbul’un en kuvvetli takımları olan Galatasaray ve Fenerbahçe’nin tekrar karşılaşmasına Tayyare Kupası güzel bir vesile olmuştu.

    Maç günü Taksim Stadyumu’nun önü mahşeri bir hal almıştı. Sahanın etrafı ve tribünler diğer maçlar kadar olmamakla beraber yine kalabalıktı.

    Kazım Paşa, Cenani Bey, Hamdullah Suphi Bey, Ali Hikmet Paşa, mebuslar, Emin Bey ve rical-i hükümet mevki-i mahsusta bulunuyorlardı. Saat tam altıda her iki takım binlerce kişinin alkışları arasında sahaya yayıldılar. Oyuna İngiliz hakem (Allen)ın idaresinde altıyı on geçe başlandı.

    1925 Tayyare Kupası

    Galatasaray takımında epey tahvilat vardı:

    Ulvi, Ali, Mehmet, Suphi, Nihat, Kemal, Kamil, Mithat, Kerim, Şadi, Mehmet’den ibaret olan bu takım son Fener-Galatasaray kozunu pay etmek üzere Hunter tarafından sahaya çıkarılmıştı.

    Fenerliler ise:

    Şekip, Kadri, Cafer, Fahir, İsmet, Ragıp, Bedri, Sabih, Zeki, Alaaddin, İhsan’dan mürekkep olan eski takıma yeni bir uzuv ithal etmişlerdi.

    Maç ilk devrenin nihayetine kadar çok düzgün olarak oynandı. Ve fena ki birkaç oyuncunun şiddetli harekatı belirmeye başladı. Oyunda oyunluktan çıkmış, maç hazır bulunanları sinirlendirecek değil, adeta tiksindirecek bir şekil almaya başladı…

    Hakem Mister Allen ise tekme atan, çarpan, küfreden oyunculara ceza verecek yerde, müfrit bir İngiliz soğukkanlılığı ile bütün bu yapılanları görmemezliğe gelerek adeta yangını körüklüyordu. Ve nihayet böyle güzel idare yüzünden hakikaten yirmi oyuncuyu birbirine düşürecek sahne de görülmedi değil!

    İlk haftaymda Fenerbahçe, ikinci de ise Galatasaray vaziyete hakimdi.

    1925 Tayyare Kupası

    İkinci kısımda sol açık Kamil Bey’in havadan giden bir iki şutu, Fener kalesinin ta yakınından harice kaçan iki vuruşu sarı laciverde, Zeki’nin ve Alaaddin’in birinci ve ikinci haftaymda attıkları beş altı şut da, sarı kırmızılara çok elim dakikalar yaşattı.

    Maçın hitamına on dakika kala sağ içten, yerden aldığı bir pası Zeki bir dripling yaparak Ali ve Mehmet’in arasında sıkıca bir şutla ağlara taktı.

    Bu golle koz pay edilmiş, Fenerbahçe dördüncü maçta nihayet şerefi temin etmişti.

    On dakika için her iki taraftan da ümide düşenler vaziyetin değişmediğini gördüler.

    Maçın hitamında Fener oyuncuları taraftarlarının omuzları üzerinde soyunma odasına kadar fevkalade tezahüratla naklolundular.

    Nasıl oynadılar: “Galatasaray”

    Ulvi: Birçok şutları bilhassa zaviyeden girecek olan bir şutla, diğer üç dört şutu maharetle tevkif etti. Oyunlarında terakki gözüküyordu.

    Mehmet ve Ali: Çok çalıştılar. Bu iki müdafi en ziyade topu kendi sahalarından uzaklaştırmak istiyorlar. Ekseriyetle arkadaşlarına pas vermekten uzak bir sistem takip ediyorlar.

    Nihat: Üç dört maçtan beri eski muvaffakiyetli oyunlarını aratacak bir oyun oynuyor. Bilhassa bu maçta çok hiddetten fazla sert bir oyun tarzı ihtiyar etti.

    Kemal: Sol açıkları tutmaktaki mahareti bu oyunda da teslim edildi. Yalnız önündeki forvetlere yardımı pek iptidai..

    Suphi: İleride iyi bir oyuncu olacağı bedihidir. –Biri ve en mühimi müstesna- iyi idi. Şadi ile yaptığı paslar aynı hizada olduğundan müessir değildi.

    Şadi: Yalnız ayağına gelen topu etrafına tevzi vazifesini görmek istiyor.  Kaleye hiçbir zaman tehlike olamıyor ve verdiği paslar ileriye, eşapelik paslar olduğundan arkadaşları istifade edemiyor.

    Kerim: Pas tevzii fena değilse de kale önünde kesretle açıklar pas veriyor. Kale önünde santrforun açıklara verdiği paslarla yalnız oyunu açmak kabildir. Kerim Bey bilmeyerek Cafer Bey’in vazifesini kolaylaştırıyor.

    Mithat: Pasları güzel ve hasım için tehlikeli ise de kale önünde şutu düzeltip atmak için fazla vakit kaybetmesi büyük bir hata.

    Kemal: Çalışmayı bıraktığı takdirde ileride fevkalade bir oyun oynayacaktır. Cuma günü de iyi idi.

    “Fenerbahçe”

    Şekip: Asabının bozuk olduğu rivayet olunan Şekip Cuma günü iyi idi.

    Cafer, Kadri: Bidayette Cafer antrenmansızlığı yüzünden alelade bir oyun oynadı ise de bilahareoyunu fevkaladeleşti.

    İsmet: İsmet’i Rus maçlarında gördüğümüzden beri biraz hafif gördükse de muhacimlerine birden verdiği paslar şahane idi.

    Fahir: Cuma günü en iyi oyunlarından birini oynadı. Gerek müdafaası gerekse de muhacimlerine yardımı İzmir maçlarından beri çok iyidir.

    Ragıp: Güzel meziyetleri bulunan Ragıp askerlik dolayısıyla fazla yorgun olmasına rağmen Cuma günü fena bir oyun oynamadı.

    İhsan: Cuma günü vazifesini hüsn-ü istimal etti. İleride iyi bir açık olmaya namzettir. Görgüsü azdır.

    Alaaddin: Açığa uzun pasları, sol içe eşapelik pasları iyi idi. Geri gelmesi, bu sebeple fazla yorulması hasım tarafa fazla tehlike olmaktan kendini uzaklaştırdığını nazar-ı itibare almalıdır. Otuz pastan (voledelapir) attığı şut fevkalade idi.

    Zeki: Ayağı geçtikçe kıymeti artmaktadır. Zeki’yi antrenmanlarına devam ettiği takdirde fevkalade bir halde göreceğimize kaniiz. Golü çok şıktı.

    Sabih: Sol açığa ve sağ içe verdiği paslar fevkaladedir. Geriye fazla yardım etmesi hatadır. Bu sebeple birkaç gollük pası alamadı.

    Bedri: Seri bir oyuncudur. Cuma günü fena değildi.

    Spor Âlemi – 18 Haziran 1925

    1925 Tayyare Kupası
  • Galip Ağabey

    Galip Ağabey

    Galip Kulaksızoğlu’nu; Nasuhi Baydar’dan, Bedri Gürsoy’dan, Ragıp Ziya Mağden’den, Cem Atabeyoğlu’ndan ve Memduh Eren’den dinlemiştik. Bir de Şevket Soley’den okuyalım… Galip Kulaksızoğlu’nun heykelinin kulüp girişine dikilmediği bir Fenerbahçe, eksik bir Fenerbahçe’dir. Çok eksik… Nur içinde yat, Galip ağabey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeli Merhum Galip Ağabey

    Bir zamanlar Fenerbahçe’nin her şeyi olan bizim bir Galip ağabeyimiz vardı.

    1.80’den fazla boylu, kırmızı yüzlü, sert bakışlı, dik vücutlu, daima saçı ve sakalı matruştu. Gayet ciddi ve otoriterdi.

    Bizim ondan ödümüz kopardı. Ne zaman yüksek sesle konuşsak veya arkadaşlarla şakalasırken biraz sözlerimizin ayarını kaçırsak, hemen yanımızda peyda olur bizi bir güzel azarladıktan sonra bazan da kovardı. (Fakat biz kapıdan kovulsak bacadan girerdik. Şimdikiler gibi para ile arttıranın üstünde kalmazdık.)

    Onu biraz kızmış görsek, kedi görmüş fare gibi kaçardık. Hepimizi sık sık payladığı halde biz ona yine bayılırdık. Hele bizi bazan adam yerine koyup da bir iki lâkırdı edecek olsa, hemen yılışır, kedi gibi yanına sokulur, etrafında dolaşırdık.

    Yanan kulübün salonunda Galip ağabey, Sait Salâhaddin bey, Yavuz İsmet, Dr. Hamit bey, Zeki Rıza Sporel ve diğer kodamanlar oturuyorlarsa biz salona giremez kapıdan bakardık. İçlerinden küçüklere karşı en çok alâka ve Güleryüz gösteren Sait Salâhaddin bey, bizi ekseriya içeriye dâvet ederdi. Hepimiz önümüzü ilikleyip ayaklarımızın ucuna basarak içeriye girer, onların konuştuklarını duyabilecek bir yere büzülür hic lâfa karışmazdık, Konuştuklarını safi kulak kesilip dinler, zevkten kendimizden geçerdik.

    Galip ağabey, kulüpten on para almadan kendini Sarı-Lâciverde vakfetmişti, Onun anası, babası, evlâdı, karısı velhasıl her şeyi Fenerbahçe idi.

    Çok titizdi. Kulübün bahçıvanı Barba’nın yaptıklarını beğenmezdi. Onu yanında yamak olarak kullanırdı. Yanan kulüpte ve şimdiki staddaki ağacların ekserisini kendi eliyle dikmişti. Topları, raketleri, fileleri o tamir ederdi. Kulübün badanasını bile o yapar sobayı da o kurardı. Lambo ile sahanın çizgilerini cizer, kale direklerini boyar, ağları örer, çimenleri biçerdi.

    Fitaları, kürekleri hep o yağJar, temizler onlara evlât gibi bakardı.

    Birinci takımda gözünü, kolunu, bacağını esirgemeden, canını dişine takarak, hem de takımın on bir yerinde aynı muvaffakiyetle oynardı. En kızdığı şey, korkak ve şişen futbolcu idi. Çok sert ve asabi olduğu halde hiç kimse onun kasdi bir faul yaptığını, maçta kavga ettiğini veya hakeme itiraz ettiğini görmemiştir.

    Fevkalâde tenisçi, kürekçi, hokeyci, balıkçı ve avcı idi. En iyi arkadaşları Sait Salâhaddin, Tevfik Haccar, Yahya bey, Şakir bey, Dr. İsmet, Zeki Rıza idi.

    Galip ağabey genç denecek yaşta birdenbire olüverdi. Ben bunu duyunca inanmadım. O aslan gibi adam nasıl ölürdü? Beni bir sıksa suyumu çıkarırdı. Benim gibi bir sıska yaşarken o dev gibi adam ölür müydü hiç? Fakat öldüğünün hakikat olduğunu anlayınca, bizi sık sık hırpalayan bu adam için, babam ve ağabeyim öldüğü zaman da o kadar ağlamıştım. Daha hâlâ babam ve ağabeyimi hatırlayınca içim nasıl yanarsa, Galip ağabeyi de hatırlayınca içim aynı derecede yanar ve kanar.

    Galatasaraylılar Ali Sami’lerini, Beşiktaşlılar Şeref ve Hüsnülerini, Vefalılar Saim’lerini unutmadılar. Her sene toplu olarak gidip kabirlerinl ziyaret ediyorlar. Kulüplerini kuran, yaşatan ve yükselten insanlara karşı, Galatasaraylıların, Beşiktaşlıların ve Vefalıların vefakârlığını gıpta ile seyrediyorum ve diyorum ki:

    Her kongrede ismini hürmetle, minnetle andığımız halde, neden bugüne kadar biz de toplu bir halde gidip, Galip ağabeyimizin kabrini ziyaret ederek, mezarının üstünü bürüyen otları ellerimizle temizleyerek, yeni çiçeklerle süslemiyoruz. Buna önayak olmak idarecilerin vazifesidir. Bugüne kadar bunu ihmal eden idarecilere teessüf etmemek imkânsızdır. Fakat yeni idare heyetinin reisi sayın Zeki Rıza, Galip ağabeyin en yakın arkadaşlarındandır. Sevgili Galip ağabeyimizin sonbaharda ölümünün yıldönümüdür. Zeki Rızadan o gün bütün Fenerbahçelileri toplayarak bizi Galib ağabeyimizin mezarına götürmesini ve bunun her sene tekrarlanmasını kendisinden rica ediyorum.

    Şevket Soley – 27 Haziran 1955 – Akşam Gazetesi

  • Gazi’nin Fenerbahçe Kadrosu

    Gazi’nin Fenerbahçe Kadrosu

    1925 yılında Mustafa Kemal Atatürk‘ün huzurunda maç yapmak için Bursa’ya giden Fenerbahçe takımında kimlerin olduğunu uzun zamandır arıyorduk. Meğer cevap burnumuzun dibinde, yine dönemin gazetelerinde imiş. Fenerbahçe tarihinde bir ilk’e daha imza atmanın gururuyla; huzurlarınızda Gazi’nin Fenerbahçe kadrosu…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Gazi’nin Huzurunda

    Fenerbahçelilerin Bursa’da İcra Ettikleri Maç

    Fenerbahçeliler Maçlarını Lütfen Seyreden Büyük Gazi’ye Arz-ı Tazimat Ettiler

    Büyük Gazi şerefine Fenerbahçeli futbolcularla Bursa muhtelit takımı arasında bir maç icra etmek üzere Fenerbahçelilerin dün sabah hareket ettiğini haber vermiştik. Fenerbahçeliler dün öğle üzeri Bursa şehrine vasıl olmuşlar ve orada Bursa mıntıkasına mensup sporcular tarafından istikbal edilmişlerdir. Fenerbahçelilerin “Kınalıada” vapuruyla icra ettikleri bu seyahate kulübün birinci, ikinci, üçüncü futbol takımları azasıyla tenis ve denizcilik şubesi mensupları ve kulüp müessislerinden yirmi kişi iştirak etmiş ve bu suretle Fenerbahçeliler altmış beş kişilik bir kafile teşkil eylemiştir. Bursa’da Fenerbahçeliler Bursa’da bulunan Ankara Muhafızgücü oyuncularının teşkil ettiği Ankara-Bursa muhtelit takımıyla karşılaşmışlardır. Bu maçta Fenerbahçe takımı şu suretle teşekkül etmiştir:

    Hüsnü, Füruzan, Suat, Ulvi, Ragıp, Selahaddin, Seyfi, Şekip, Sedat, Şahap, İhsan

    Birinci haftaymda Ankara-Bursa muhteliti bir gol yapmış ve ikinci haftaymda Fenerbahçe’den Sedat Bey bir gol yaparak maç beraberlikle neticelenmiştir.

    Gazi Paşa Hazretleri, dokumacılık fabrikasının vaz-ı esas resminde hazır bulunduktan sonra, Fenerbahçe-Bursa muhtelit maçına gitmek üzere elektrik fabrikasının ziyaretini vakt-i ahire talik ettiklerini Vali Bey vasıtasıyla bildirmişler ve Atıcılar’ı teşrif ederek futbol müsabakasını tribünlerin yanındaki mahal-i mahsustan temaşa buyurmuşlardır.

    Gazi Paşa Hazretlerinin idman mahallini teşrifleri esnasında Fenerbahçeliler tarafından müşarünileyhe arz-ı tazimat edilmiş ve otomobillerinin etrafını saran sporcularımız tarafından resm-i selam ifa olunmuştur. Fenerbahçeli gençler müsabakayı müteakip Mudanya’ya gitmişler ve geceleyin “Kınalıada” vapuruyla İstanbul’a avdet eylemişlerdir.

    2 Ekim 1925 – Akşam Gazetesi (Gazi’nin Fenerbahçe Kadrosu)


    Not: Fenerbahçe de birinci, ikinci ve üçüncü takımdan oluşan bir kadro olduğu için oyuncuları ancak tahmin edebiliyoruz. Muhtemelen Hüsnü Teoman, Füruzan Şansal, Suat Belgin, Ragıp Ziya Mağden, Şekip Kulaksızoğlu, Sedat Taylan ve Şahap Moltay olacak…

  • Avrupalılar Bizi Nasıl Tanıyorlar?

    Avrupalılar Bizi Nasıl Tanıyorlar?

    Fenerbahçe’nin eli bihakkın kalem tutan futbolcularından Ragıp Ziya Mağden, 1929 yılında bir günlük gazeteye “Avrupalılar Bizi Nasıl Tanıyorlar?” başlıklı bir yazı kaleme almış.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İnanır mısınız ki bu bir Türktür

    Avrupalılar bizleri hiç tanımıyorlar. Gerek tahsil, gerek tetkik ve gerekse ziyaret için aralarına karışıp da Türk olduğumuzu kendilerine söylediğimiz zaman yüzümüze hayretle bakıyorlar ve sözlerimize inanmak bile istemiyorlar.

    Bundan üç dört ay evvel İtalya’da idim. Burada kaldığım müddet zarfında öyle tuhaf vakalar hadiselerle karşılaştım ki onları kendi ırkdaşlarıma anlatmak için kendimde adeta mecburiyet gibi bir şey gördüm.

    Bundan üç sene evvel cenubi İtalya’ya ve Sicilya’ya doğru uzanmıştım. Fenni tetkiklerde bulunmak istiyordum.

    İtalya yarım adasının son ivicaçlarına isabet eyleyen Mesina boğazında kain dilber Reggio Galabria’nın meşhur bergamot bahçelerini ziyaret ediyordum. Yanımda iki üç Türk arkadaş da vardı. Bahçede konuşurken köylüler merak edip ne milletten olduğumuzu sordular. Bunlara Türk olduğumuzu ve bir tetkik seyahati yapmakta olduğumuzu söylediğimiz zaman bize inanmadılar ve “Yalan söylüyorsunuz” dediler; “Türk beyaz değil, zenci, siyahi bir mahluktur! Herhalde latife ediyorsunuz.”

    Bu lakırdıları işitince biz onlardan bir iki misli hayrete düştük. Fakat hayretimiz çabuk geçti ve bu efendilere Türk’ün siyah değil, kendilerinden bile çok beyaz olduğunu anlattık.

    Sicilya’nın diğer bahçelerini gezerken dahi bu kabil hadiselerle karşılaştık. Herhangi bir Sicilyalı Türk olduğumuzu duyar duymaz derin hayretler içinde kalıyor ve muhakkak kendisiyle alay ettiğimize zahip oluyordu.

    Türkiye ile İtalya yekdiğerine herhalde çok uzak memleketler sayılamaz. Napoli’den İstanbul üç buçuk, Catania’dan İzmir ancak iki günlük bir mesafededir. Daha burnumuzun dibindeki akvamın, Türk’ün henüz ne renkte bir insan olduğunu bile bilmemelerinden öyle sanıyorum ki hepimiz bir eza duyarız. Fakat bu ezayı sadece duymuş olmakla vazifemiz bitmiş sayılamaz. Her fert fırsat buldukça vatan ve memleketi namına üzerine terettüp eylemiş olan bir propaganda vazifesini yapmakla da mükelleftir. Bu vazifeyi Avrupa’ya giden ve Türk namını taşıyan insanların kaç tanesi yapmıştır.

    Yapanlar mevcut ise de bunu yapmadan dönenler de çoktur. İtalya’da iken hayatımın epeyce uzun bir müddeti Napoli civarında meşhur Vesuve yanardağının eteklerinde kain bir kasaba geçti.

    Bu kasaba yazın pek neşeli olur. Buraya yazın birçok insanlar deniz banyosu yapmaya gelirler. İtalyan milletinin yaşama şeraiti çok çetindir. Bu halkın bir kısmı bazen bir banyo mevsiminde senelik bütçelerinin yarısını temin edecek kadar kurnaz ve açık gözdür. Ben de böyle açık göz bir ailenin yanında oturuyordum.

    Yanımdaki oda da her sene muntazaman kiraya verilirdi. Geçen sene odamın yanındaki büyük bir oda yine bu suretle kiraya verilmişti. Bilahare dost olduğum bu komşular bana yanımdaki odada yattıkları ilk gece sabaha kadar hiç göz kırpamadıklarını, kızlarının yandaki odada bir Türk gencinin yattığını duyunca pek ziyade ürktüğünü, gece korkulu hayaletler gördüğünü anlatmışlardı. Meğer komşularım Türk’ü kavuklu, şalvarlı, palalı ve yatağanlı, palabıyık ve simsiyah bir insan olarak tahayyül ediyorlarmış.

    Nasıl? Vatandaşlarım. Görüyorsunuz ya kendimizi dünyaya ne kadar tanıttırmışız.

    Bir gün Baltık denizi sahillerindeki banyolarda bulunuyordum. Gece tertip edilen bir müsamereye resmice ve temiz bir kıyafetle mecburiyetinde idim. Tanıdığım Alman arkadaşlar beni kendi bildiklerine takdim ederlerken:

    “İnanır mısınız ki bu bir Türktür” sözünü ilave etmekten kendilerini bir türlü alamamışlardır.

    Bütün bu saydıklarım benim ve bir arkadaşımın İtalya, Almanya, Belçika ve Hollanda’da başımızdan geçenlerdir. Avrupa’nın diğer yerlerinde iyi tanınmış olduğumuzu sanmak büyük bir gaflettir. O kadar uzun ve ananevi münasebetlerimize rağmen bugün Fransızlar bizi tanımaktan çok uzaktırlar. O kadar tanımamışlardır ki Victor Hügo gibi büyük ve büyüklüğü nispetinde bitaraf olması lazım gelen bir insan hakkımızda:

    “Türkleri Avrupa kıtasından kovmadıkça Avrupalılara rahat yoktur” diyecek kadar haksızlık, büyük bir haksızlık göstermiştir.

    Türk milli takımının 1924 senesindeki şerefli turnuvasına iştirak eden sporculardan dinlediğime nazaran halk, Türk sporcularının sahaya potinle mi, yoksa çakşırla mı çıkacakları ve ellerinde nargile bulunup bulunmayacağını uzun uzadıya düşünmüş ve münakaşa eylemiş imiş!

    Cihanda büyük ve müstesna bir yaşamak kabiliyeti göstermiş olan Türk milleti dünyada maalesef pek fena tanınmıştır. Bunda memleketimizin aleyhinde çalışan rezillerin, müfterilerin ve seciyesiz mahlukların çok büyük dahli vardır. Gerek ferden ve gerek müçtemian Türk milletini ve Türkü bütün dünyaya tanıtmak hususunda faaliyete geçmenin ve propaganda yapmanın zamanı çoktan gelmiş ve hatta geçmiştir bile. Bu mühim vazife, her halde daha fazla ihmal edilmemelidir.

    21 Kasım 1929 – İkdam Gazetesi (Maden oğlu Ragıp Ziya)

  • Ankara’da Bir Fenerbahçe Kulübü

    Ankara’da Bir Fenerbahçe Kulübü

    Öz Fenerbahçe dergisinin ilk sayısında Alaaddin Baydar imzalı bir yazı, Ankara’da bir Fenerbahçe kulübü kurulduğunu yazıyor; kurucuları, idare heyetini, yapılacak faaliyetleri ve kulübün Fenerbahçe Spor Kulübü ile ilişkisini açıklıyordu. Bu güzel teşebbüsün haberi, bize tarihten çok ilginç bir bilgiyi de beraberinde getirdi. Meğer Hıncal Uluç’un babası Fuat Uluç Fenerbahçeli ve Ankara Fenerbahçeliler Kulübü’nün de kurucu üyesi imiş. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ankara’da Fenerbahçe Kulübü Kuruldu

    Ankara’da bulunan biz Fenerbahçeliler “Ankara Fenerbahçeliler Kulübü” adı ile içtimai ve sportif bir kulüp kurduk. Gayemiz daimi toplanabilecek bir lokal temin ederek hem aradaki tesanüdü kuvvetlendirmek ve hem de Fenerbahçeli gençlerin spor yapmalarını temin etmektir.

    Müessisler soyadı esas alınmak üzere alfabe sırasıyla:

    Arif Anıl (Belediye Reisi Muavini, Doktor), Alaaddin Baydar, Nasuhi Baydar, Kemali Beyazıt (Maraş Milletvekili), İhsan Ruhi Berent (Maden Tetkik Arama Genel Müdürü), Kemal Bora (Adliye Müfettişi), Sait Çelebi, Mecit Duruiz (İş Bankası Genel Müdürü), Müfit Elbir (S.K.F. Mağazası Sahibi), Nihat Esengin, Refik Kuntol (eski sol açık), Ragıp Ziya Mağden (eski sağ haf), Turhan Cemal (Devlet Demiryolları Cer Müfettişi), Niyazi Sel (eski sağ açık), Hasan Kamil Sporel (Zeki Rıza’nın ağabeyi, eski orta muhacim ve müdafi), Feridun Tokay (Gümrük ve İnhisarlar Zat İşleri Müdürü), Selahattin Görsem (eski mukavemet koşucusu), Ragıp Tüzün (Ankara Belediye Reisi), Yarbay Fuat Uluç, Nevzat Usberg’ten (eski sol açık) ibaret olup yirmi kişidir.

    İdare heyeti intihabı da yapıldı. Reisliğe Nasuhi Baydar, umumi katipliğe İhsan Berent, umumi kaptanlığa Alaaddin Baydar, muhasebeci ve veznedarlığa Hasan Kamil Sporel ve Müfit Elbir tayin olundu. Müessis heyet ve idare heyetinin ilk muvaffakiyeti güzel bir konser temin etmek oldu. Yeni Sinema’da, şehrin en mümtaz tabakasının iştirak ettiği bu müsamere fevkalade oldu. Büyük muvaffakiyet kazanıldı. Gerek maddi ve gerek manevi bakımdan…

    Müsamerenin tertip heyeti Nihat Esengin ve Kemal Tözem ve Sait Çelebi’den mürekkepti. Sanatkarlar konsere bilamenfaat iştirak etmek gibi Fenerbahçelilere karşı büyük bir jestte bulundular.

    Kıymetli sanatkar Mithat Fenmen, Enver Kapelman, Nihat Esengin güzel parçalar çaldılar. Sevinç Tevs iştirakiyle Nihat Esengin’in kıymetli caz orkestrası, Nevin Arınık, Azize Tözem’in alaturka şarkı türküleri ve nihayet radyo temsil kolunun güzide artistlerinin oynadığı güzel bir piyesle bu bulunmaz geceye veda edildi. Müsamereden sonra seyirciler gerek sanatkarları ve gerekse belli başlı Fenerbahçelileri hep tebrik ediyorlardı.

    İlk kuruluşta kulübe büyük menfaatler temin eden bu güzide sanatkarlarımıza ne kadar teşekkür edilse azdır.

    İkinci ve en mühim işimiz bina aramak oluyor. Binanın Fenerbahçe’nin şerefiyle mütenasip olması bittabi en büyük emelimizdir. Bu sebeple kiranın fazlalığına ehemmiyet vermiyor, binanın her cihetçe mükemmel olmasını istiyoruz. Bulduğumuz kaloriferli, bahçe içinde, münferit iki güzel ev için neticeyi pek yakında alacağımızı ümit ediyoruz. Parke döşeli salonlarında bilardo, pinpon, bezik, ve briç gibi oyunlar oynanacağı gibi konferans ve konserler de verileceği şüphesizdir. Kulübün büfesi için daha şimdiden birçok müracaatlar olmaktadır.

    Kulübün rengi sarı laciverttir. Rozeti aynen ana kulübünkine benzemekte yalnız dış dairenin beyaz kısmı üzerinde “Ankara Fenerbahçeliler Kulübü 1948” yazısı bulunmaktadır.

    Daha lokal açılmadığı halde üç yüze yakın azamız bulunmakta, spor şubeleri faaliyete geçtiği zaman bunun iki üç bine yükseleceği faal aza tarafından temin edilmektedir. Amatör maron’a katiyen müsaade etmeyeceğiz. Nim profesyonellik denilen bu halin kulüp sevgisini, spor ahlakını, civanmertliğini berbat ettiği malumdur. Kulübümüz azası spordan bir menfaat aramayacak, sporu spor için yapacaktır.

    Nizamnamemizdeki iki madde Fenerbahçe kulübümüzü doğrudan doğruya ilgilendirmektedir.

    Biri: “Fenerbahçe kulübünün hüviyet varakasını ibraz edenler Ankara’da bulundukları müddetçe Fenerbahçeliler kulübünün de azası sayılırlar”

    Diğeri: “Kulübün feshine karar verildiği takdirde kulübün bütün mal ve mülkleri İstanbul’daki Fenerbahçe kulübüne devredilir”

    Görülüyor ki isimde ufak bir tebeddül olmakla beraber iki kulüp arasında bir fark yoktur. Fenerbahçe Spor Kulübü namının yalnız İstanbul’da kalması tensip edilmiştir. Şu ve bu düşünce ile…

    Pek yakın bir istikbalde kulübün kendi malı bir binası ve spor sahaları olması emelimizdir. Bu olayı bütün Fenerbahçelilere ve Fenerbahçe’yi sevenlere tebşir ederim.

    Yazan: Alaaddin Baydar (Eski Fenerbahçe ve Millî Takım Sağ İçi)

    Ankara'da Bir Fenerbahçe Kulübü
  • Fenerbahçe Batamaz

    Fenerbahçe Batamaz

    Ragıp Ziya Mağden (yukarıdaki resimde soldan ikinci sırada) Fenerbahçe tarihinin önemli bir ismi… Mütareke ve işgal yıllarında esir şehrin moral kaynağı olan sarı-lacivert formayı giydi. Sonrasında 1961 yılında “Fenerbahçe Batamaz” isimli küçük bir kitap yazdı. Aşağıdaki şiir, Çelikcilt matbaasından basılan bu kitabın başındaki, kitaba ismini veren şiir. Özellikle son mısralar müthiş…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Batamaz

    Havalar sert, soğuk, acı, ortalıkta buhran var;
    İdareci şaşırmıştır, herkes suçlu arıyor;
    Bozgun, elbet kötü şeydir; bir düşense yanıyor;
    Durum fakat, bence normal, kavi, mesul aramaz;
    Açık mantık belirtir ki : Fenerbahçe batamaz!

    Halk dilinde şöyle denir, şereflidir bu Ocak.
    Milli Takım kaynağıdır, namı öyle kalacak;
    Yarınları hep revnaklı, dünden parlak olacak;
    Mesuliyet almamaksa Fenerliye yaraşmaz;
    Bu gür kaynak, meydandadır, bir tekmede batamaz!

    Yenilmekse normal şeyler; forvetler de kurnazdır;
    Hisse almak marifettir, övünenler hep batar;
    Arkasından pişman olur; feryadını tiz basar;
    Hayat budur, akıp geçer; hesaplılar aldanmaz;
    Bu yurt öyle sağlamdır ki, şirretlikle batamaz!

    Durum henüz askıdadır; rakip biraz ilerde;
    Meşin topa güvenmekse bence gülünç, beyhude;
    Ondan mıdır bu yaygara, bu tafralar her yerde;
    İmanımız sağlam ise, bir tekmede yıkılmaz;
    Anadolu yakasında, kulüp birden batamaz!

    Fenerliler unutmayın, sizler Galip, Arifi;
    Zeki, Ala ve İsmet’i, Cevat, Şekip, Bekir’i;
    Sabih, Sedat, Kadri, Bedri, Fazıl, Yaşar, Cafer’i;
    Ya, Şaban’la Hüsam’ına kadar kimseler yan bakamaz;
    Cihatların kalesini iki sert şut yıkamaz!

    Ne yapmışsa o Esat’lar, Sel Niyazi, Fikret’ler;
    Yapacaktır Basri-Kadri, İsmail, Şeref, Lefter;
    Naci-Avni, Yüksel-Şükrü, Mikro-Osman, Hilmi’ler;
    Büyük Can’ı, Atilla’yı, Selçuk’ları bırakaz;
    Spor yurdu Fenerbahçe çamurlara yatamaz!

    Zamanıdır arkadaşlar işe sıkı sarılın;
    Mücadele amansızdır, neticeye asılın;
    Son ravnttır, durum çetin, silkinin ve kalkının;
    İman tamsa, yerindeyse, kimse çalım satamaz;
    Halkımız kadir bilir, bizi silkip atamaz!

    İrkilmeyip toplann, siz! Hızla öne atılın;
    Zafer, cesur adamındır! Sözlerime inanın;
    50 yıllık bir ocağa emek verip, anılın;
    Ve deyin ki; bu kaleyi hiç kimseler sarsamaz;
    Fenerbahçe, hile ile, fesat ile batamaz!

    Ragıp Ziya Mağden / 1961

  • Hürmet ve Muhabbet

    Hürmet ve Muhabbet

    10 Aralık 1925 tarihli Gol Spor dergisinde, yarım kalan bir Robert Kolej-Fenerbahçe maçından bahsediliyor. Gerçi kısacık bir haber ama… Hem daha önce yayınlanan maç listelerinde bulunmadığı, hem de haberin sonu çok anlamlı olduğu için burada kayıt altına almak istedik. Robert Kolej takımında okuyamadığımız özel isimler olduysa, rahmetlilerden özür dileriz… Hürmet ve muhabbet ile… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe – Robert Kolej

    Geçen Cuma günü Fenerbahçe birinci takımıyla Robert Kolej takmı arasında Bebek’te Robert Kolej sahasında bir maç yapılmıştır.

    Fenerbahçe Zeki Bey’den ve Robert Kolej de Hasan ve Razi Beyler gibi tanınmış sporculardan mahrum bulunuyordu.

    Fener takımı Hüsnü, Suat, Kadri, Sabih, Cevat, Ragıp, Burhan, Bedri, Sedat, Alaaddin, Şekip Beylerden ve Robert Kolej de Sadri, Fait, Kalças, Şevket, Papaçief, Paykoviç, Mariyatis, Daniş, Hüseyin, Burhan, Manukyan Efendi ve Beylerden teşekkül etmişti.

    Hakem Şekip Bey’di. Birinci haftaymda Fener bir gol yapmışsa da oyun havanın fevkalade yağmur olmasından tehir edilmiştir.

    Oyundan sonra bir çay ziyafeti verilmiş ve Fenerbahçe layık olduğu hürmet ve muhabbetle teşyi’ edilmiştir.


    Fotoğraf altı yazısı : Fenerbahçe ile bu hafta havanın muhalefetine rağmen bir maç yapan Robert Kolej takımı.


    Not : Fenerbahçe takımının kadrosundaki Hüsnü, Suat ve Burhan isimli oyuncuların Hüsnü Teoman, Suat Keskin ve Burhan Belge olduğunu düşünebiliriz ama yıllar pek uyuşmuyor gibi… Kıymetli büyüklerimiz Cem Ertuğrul ile İzzet İsrael Benyakar‘a soracağız. Yeni bir bilgi gelirse burayı da düzeltmiş oluruz. Forvet Şekip ise, mütareke/işgal yıllarının efsane kalecisi, Galip Kulaksızoğlu’nun kardeşi Şekip Kulaksızoğlu.