Etiket: Refik Saydam

  • 1924 Türkiye Şampiyonluğu VI

    1924 Türkiye Şampiyonluğu VI

    Türkiye Cumhuriyetinin ilk ulusal futbol birinciliği, diğer branşlarla birlikte 1924 yılında düzenlendi. 100. yılı idrak ettiğimiz Eylül ayı boyunca konumuz bu organizasyon olacak. Huzurlarınızda 1924 Türkiye Şampiyonluğu VI

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    7 Eylül 1924

    Türk Gençliğinin Şerefli Bir Günü

    Cuma günkü resmigeçit ve oyunlar hepimiz için istikbal üzerinde en müessir bir vaat olmuştur.

    Resmi Geçit-Muhtelif Müsabakalar-Kongrenin İlk İçtimaı

    Evvelki gün Ankara, pek müstesna bir gününü yaşadı. Vatanın her bucağından koşan on altı mıntıka idmancıları, Ankaramıza yeni bir hayat, çâlâkî verdi. Bu ümidbahş levha karşısında herkesin kalbi ümit ve teselli hisleriyle titrediğinde şüphe yoktur.

    Bundan pek az zaman evvel İzmir ve Denizli’ye bir seyahat yapan Başvekil İsmet Paşa hazretleri, her tarafta idmancıları ve idmancılığı teşvik etmekten bir an halî kalmamışlardı. Evvelki gün kendilerinin huzurunda bir resmigeçit gören Paşa hazretleri, zannederiz ki, en büyük lezzeti hissetmiş olsalar gerektir.

    Spor sahasında Paşa hazretlerinin refikaları hanımefendi, Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa hazretleri, Maarif Vekili Vasıf, Adliye Vekili Necati, Sıhhiye Vekili Refik Beyefendilerle memleketimizin erkân-ı askeriye ve ekâbir-i memurini; süferadan bazıları heyet-i vekileye tahsis edilen çadırda toplanmışlardı. Resmigeçit Türk centilmenlerinin vakarını gösteren en hoş bir manzara oldu. Her mıntıka binihaye alkışlarla karşılandılar. Başvekilimiz bile arasıra coşuyor ve “Yaşa” diye bağırıyordu.

    Aşağıda dünkü programın bütün hülasasını ve neticelerini vereceğiz.

    Spor meydanı bir aralık hafif bir kargaşalık geçirdi, bütün gözler semanın bir noktasına dikilmiş bir şeyler arıyorlardı. İstanbul’dan posta getiren bir tayyare gelmiş ve sahayı selamlamakta bulunmuştu. Tayyarenin müdîr-i umuru bizzat pek güzel yapılmış bir çiçek demetini Başvekil Paşa hazretlerine arz ile refikaları hanımefendiye takdim ettiler.

    Başvekil ve Müdafaa-i Milliye vekilleri paşalar hazeratıyla bütün heyet-i vekile erkânı ve koca sahayı dolduran binlerce halk bu samimi günü fevkalade bir zevkle temaşa ettiler.

    Ümit ve temenni ederiz ki bu heyecanı bahşeden bütün idmancılarımıza muvaffakıyet temenni ederken, heyeti idare eden reislerini de kemal-i samimiyetle tebrik ederiz.

    Şurada bilhassa Türk idmancılığa yorulmak bilmeyen mesaisiyle büyük hizmetler eden Muhafız taburu zabitanını ve bilhassa başta bulunan İsmail Hakkı Bey arkadaşımızın eserinden büyük bir zevkle bahsetmek isteriz. Hiçbir vasıtaya malik olmaksızın bu kadar muntazam bir oyun mahalli meydana getirmek bizim için mucib-i iftihar bir eserdir. Bilhassa dünkü intizamdan sitayişle bahsetmemek elimizde değildir.

    Türkiye Birincilikleri Müsabakaları

    Spor muhabirimiz dünkü müsabakaları şu suretle telhis etmektedir: Dört beş gündür Ankara’yı sporcu beldesi haline getiren muhtelif mıntıkalara mensup idmancılarımız Perşembe gününden itibaren müsabakalara ibtidar ettiler.

    Sabahleyin Konya ile Trabzon çarpıştılar. Ferden daha kuvvetli olan Trabzon, Konya’nın daha muntazam ve mütesanit oyunu karşısında sıfıra karşı üç golle mağlup oldu.

    On bir buçukta İstanbul (Beşiktaş) ile Eskişehir (İdman Yurdu) karşılaştı. Mıntıkaların en zayıfı addedilen Eskişehir ilk kuradan büyük bir talihsizlikle en kuvvetli takıma düştü. On dakika sonra topu tutup elinden düşüren kaleci Beşiktaş’a ilk golü kazandırdı. Eskişehirliler güzel bir hücumla bu golü iadede gecikmedi. Beşiktaş ikinci golü penaltıdan yaptılar. İkinci partide Beşiktaş biri korner, biri serbest vuruş, biri ofsayddan olmak üzere üç gol daha yaptılar. Bu gollerin yapılması tarzı hiçbir zaman birinci sınıf bir kulüp olan Beşiktaş’a bir şeref vermeyeceği şüphesizdir. Yalnız altıncı gol cidden nefisti. Ben İstanbul şampiyonu olan Beşiktaş’ta her halde daha fazla bir usul ve intizam görmek isterdim. Fakat maatteessüf en zayıf bir takıma karşı bile on beş sene evvelki sisteminden başka bir şey gösterememiştir. Mahaza Beşiktaş’tan Nafi Bey cidden takdire seza…

    Öğleden sonra saat dörtte temiz kıyafetleriyle evvela Bahriyeliler, peşinden Karesililer sahaya çıktılar. Daha oyunun bidayetinde Bahriye’nin hâkimiyeti tezahür etti. Sıfıra karşı yedi sayı ile galip gelen Bahriye takımı bugün hiç şüphesiz bütün seyirciler ve sporcular üzerinde pek derin ve samimi izler bıraktı. Ben kendi hesabıma İstanbul’da bile bu kadar sakin, nezih ve zevkli bir oyun seyretmedim. Mahaza bunda, bütün görenler müttefikti. Hasımlarının her veçhile faik olduğu halde hiçbir surette centilmenlikten ayrılmayarak sportmence hareket ettiler. Bilhassa muhacim hattındaki beraberlik ve ahenk şimdiye kadar seyrettiğimiz birinci sınıf takımlardan bile yüksekti. Muavin hattı da fena değil. Ancak iki müdafi biraz acul ve topu nereye vurduklarını gayrimüdriktiler.

    Müdafiler biraz itidalle oynarlarsa Bahriye takımı hakkındaki ümitlerimiz daha ziyade takviye bulacaktır.

    Altıyı çeyrek geçe Ankara (Turan Anadolu Sanatkaran Gücü) ile Bursa sahaya çıktılar. Bursa Ankara’ya nazaran daha muntazam ve daha kuvvetli. Mahaza Turan’ın cansiperane oyunu kendilerine iki gol temin etti. Bursa’nın müdafileri bilhassa çok güzeldi.

    5 Eylül Cuma

    Bu sabah dokuz buçukta Edirne gelemeyen Canik’e seremoni yaptılar. Bunun akabininde ordu mıntıkası (Harbiye) ile Adanalılar meydana çıktılar. Bir buçuk saatlik sıkı ve şedit oyundan sonra Harbiye sıfıra karşı iki golle galip geldi. Öğleden sonra 3.30’da resmigeçide ibtidar edildi. En önünde mızıka ve onun arkasında iki idmancı arasında (Şeyhülidman) Faik Bey’in dest-i tevkirinde milli sancak kemal-i şan ve şerefle geçti. Bundan sonra sıra ile merkez-i umumi ve mıntıka heyet-i merkeziyesi azaları, Muhafızgücü, Antalya, Adana, Ankara, İstanbul, Edirne, Eskişehir, Bahriye, Bursa, Harbiye, Konya, Karesi, Kocaeli, Trabzon idmancıları önlerinde kendi mıntıka bayrakları bir idmancıları omuzunda geçtiler ve her geçenler alkışlandı. Bahriye bu resmigeçitte büyük bir intizam gösterdi.

    Olimpiyata iştirak eden arkadaşlar, oradaki idmancılar resmigeçidinin bu kadar muntazam olmadığını söylüyorlardı.

    4,25’de (100) metre seçme müsabakalarına ibtidar olundu. Birinci tertipte:

    (1)inci İstanbul (Galatasaray) Rauf Bey 11,35 saniye,

    (2)nci İzmir (Altınordu) Said Bey 10,45 saniye,

    İkinci tertipte:

    (1)inci Ankara (Muhafızgücü) Kadri Çavuş 12,15 saniye

    (2)nci Karesi (Balıkesir İdman Yurdu) Ferid Bey 12,25 saniye

    Üçüncü müsabaka ikinci tertibin birinci ve ikincisi arasında icra edildi. Son noktaya kadar birinciliği İzmir’den Sait Bey muhafaza ediyordu.

    Nihayette son iki hakemin mütezad kararları gözüktü. Birisi Rauf Bey’in diğeri Said Bey’in birinciliğini ve üçüncüsü de beraberliği iddia ediyordu. Bu şerait dâhilinde hakem heyeti beraberliği kabul ıztırârında kaldı. Burada bir iki noktayı arz etmek isterim: Nihayet iki hakemin bir hususta, kararda fikirlerinin tehâlüfü pek gariptir ve haklı olarak idmancılarda bazı şüpheler tevlit edebilir. Mahaza bu hakemlere nazaran hakem heyetinin bundan başka karar vermesi bittabi doğru olamazdı. Bu müsabakanın tekrar edeceği ve 800 metre Türk şampiyonun tayin edeceği şüphesizdir. (800) metrelik koşuya yedi mıntıka iştirak etti ve İstanbul (Galatasaray’dan) Besim Bey 2,11 dakikada birinci (2) İzmir (Altay’dan) Sami Bey 2,16 dakika.

    Uzun atlama müsabakasında 5,72.5 metre ile ordu mıntıkası (Harbiye’den) Cemal Bey birinciliği, 5,72 metre ile İstanbul (Galatasaray’dan) Mazhar Bey ikinciliği, 5,71 metre ile İzmir’den Sait Bey üçüncülüğü aldılar. Pek dakik bir ölçü belki bu üç genci yekdiğerine müsavi yaptırabilirdi.

    1000 metrelik bisiklet müsabakası (1)inci tertibinde birinci 1,53 dakikada İstanbul (Nişantaşı’ndan) Cavid Bey, (2)nci tertibinde (1)inci 2,09 dakikada Kocaeli mıntıkasından Muzaffer Bey.

    İkinciler arasında yapılan müsabakada İzmir’den Şadan Bey 2,08 dakikada birinciliği kazandı.

    Kocaeli (Adapazar İdman Yurdu) ile Antalya arasındaki müsabaka sıfıra karşı üç golle Adapazarlıların galibiyeti ile neticelendi. Antalyalılar çok fena oynadılar. Yalnız kalecileri cidden çok muvaffak oldu ve birçok sayıları kurtararak Antalyalıları daha fazla gol yemeden kurtardı.

    İdmancıların ve mıntıkalara mensup azaların sık sık hakem heyetlerinin kararlarına hemen itiraz ettiği ve sahayı tecavüz ettiği görülüyor. Sporculuk her şeyden evvel tevazu ve intizamı istihdâf eder. Her sporcu buna tam manasıyla riayetkâr olmalıdır.

    ~ Dün, saat beş buçukta Edirne mıntıkasıyla Bahriye mıntıkası şampiyonları arasında yapılan müsabaka sıfıra karşı birle Bahriye’nin galibiyetiyle neticelenmiştir. Tafsilatı yarın vereceğiz. (Azizoğlu)

    İlk Umumi Kongre

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı ilk umumi kongresini millet bahçesindeki sinema binasında akdetmiştir.

    İttifak merkez-i umumi reisi Ali Sami Bey alafranga saat ikiyi kırk beş geçe kürsü-i hitabete gelerek kongreyi küşat ve nutkunu irad etti.

    Evvel emirde umum heyet-i murahhasayı selamlayan ve tesit eden Ali Sami Bey bu hareketle spor işiyle beraber içtimaat ve medeniyetimiz sahasında bir inkılap vücuda getirmekle cidden pek mühim ve yeni kabiliyat ibrazıyla çok müterakki ve mütekâmil bir surette ilerleyebileceğimizi de anlıyoruz, dedi. Bütün bu hareketler şahsi değil sarf-ı duyguya medyun bulunduğumuzu uzun uzadıya izah ve hükümetin gösterdiği alakaya şükranlarını pek beliğ ve şümullü bir surette edâdan sonra sözlerini “Mazide sporun inkişafına baktık, bugün terakkinin birinci merhalesine geldik. Evvelce tâmimle uğraşıyorduk. Artık iş kongrenizdir. Yalnız bize malul hasta olmayan bir spor lazımdır. Menfaat gözetenler sporcular arasından tardedilmelidir” umdeleriyle bitirdi.

    Bade riyaset ve riyaset vekili, beş kâtip namzetleri siyah tahtaya yazıldı. Netice-i tasnif-i ârâda Ankara murahhası Adliye Vekili Necati Bey “140” rey ile riyasete, uzun münakaşalardan sonra merkez-i umumiden Naip Servet Bey “72” rey ile reis vekilliğine, Emin Ali, Feridun, Saim, Seyfettin, Kamil Beyler de divan-ı riyaset kitabetine intihap edildiler.

    Adliye Vekili Necati Bey riyasete namzet gösterildiği zaman: “Ben Ankara murahhası olarak bir zevk-i manevi duymak için geldim. Pek çok meşâgilim var, beni namzet göstermeyiniz, belki çalışamam; af buyurunuz” diye heyet-i umumiyeye hitap etti ve bunun için kongre coştu.

    Hayrettin Bey (Karesi): Yalnız sizin şahsiyet-i maneviyeniz kâfidir.

    Saip Servet Bey (Merkez-i Umumi): Necati Bey kongre azasıdır. Namzet göstermemiz hakkımızdır. Biraz da bizimle meşgul olmalarını rica ederiz.

    Burhaneddin Bey (İstanbul): Behemehâl böyle bir zatın mevki-i riyaseti ati-i tekâmülümüz için mühimdir. Mutlaka kongrenin riyasetine gelsin.

    Emin Ali Bey (İstanbul): Sporculuk bir ___ Necati Bey bir ___, pek fazla samimiyetini ibraz etti. Fazla kompliman yapmaya hacet yoktur. Mademki istemiyor, ısrarda mana yoktur, dedi.

    Gürültü, her taraftan patırtı başladı. Gürültü arasında Naip Servet Bey: Kompliman yapıldığını iddia eden ve bizi bu surette samimiyete davet eden Emin Ali Bey asıl kendisi samimiyetsizlik göstermiştir. Bunun kompliman neresinde… Necati Bey murahhastır. Bütün buradaki arkadaşlar da hep biri murahhastır. Onun da bizim de birer reyimiz vardır. İsteyen reyini verir. İstemeyen reyini vermez. Rica ederim bu gibi sözlerle rencide-i hatır etmeyelim dedi. Bütün eller şakladı ve intihabata başlanıldı. Neticede balada yazdığı şekilde tecelli etti ve Necati Bey hemen mevki-i riyaseti işgal etti. Necati Bey mevkiine çıkıncaya kadar, har, canlı, kuvvetli alkışlar devam etti ve hemen riyaseti işgalle beraber nutka başladı:

    Kongre Reisi Necati Bey: Bu samimi tezahürat bende heyecanlar, ziyade helecanlar tevlit etmiştir. Şükranlarımı, gençlerin gösterdiği canlı, taşkın, hissiyat-ı kalbiyesine mukabele ve şükranlarımı arz ederken belki muvaffak olamayacağım… Hüsn-ü telakki buyurunuz.

    Arkadaşlar:

    Sporda çalışan gençliğin terakki ve tealisi için serbest çalışan bir arkadaşınız olmakla müftehirim. Her sporcu, her arkadaş benim için en muhterem bir kardeştir. Şu gençliğin bana gösterdiği bu samimi tezahüratın şükranlarını nasıl öderim. Hayatta insan için gençliğin bugün bana verdiği bu şeref-i manevi, duyduğum zevk ve haz unutamayacağım kıymetli hatıralardır.

    Arkadaşlar: muvaffak olmak için intizam-ı tamla hareket etmek lazımdır. Yekdiğerinize karşı samimi bir surette el ele verirseniz muvaffak olursunuz.

    Kongrede mübareze-i fikrîye, müsademe-i içtihat vaki olacaktır. Fakat bütün buna bir inzibat, bir intizam-ı tam dâhilinde cereyan etmelidir. Ümit ederim ki bu hususta bütün arkadaşlar bana yardım edersiniz.

    Bir müddet sürekli alkışlar devam etti. Bu suretle kongreye beda’ edilmiş oldu.

    On dakikalık bir teneffüsten sonra ikinci celsesini akdeden kongrenin karşılaştığı ilk şey Emin Ali (İstanbul) ve rüfekasının elli ve altmış kişilik bir takrirle reis vekili intihabının muvafık nizam olmadığına dair olan iddiasıdır.

    Reis: Bu takrirle yeni bir şey hâsıl oldu. Elimizde bir nizamname vardır ki bundan evvel teşekkül eden kongrede hazırlanmıştır. Bu heyet-i âliyeyi teşkil eden umumi kongrede bu nizamnamenin vaziyeti ne olacaktır. Umumi kongrenin vaziyeti ve nizamnamenin alacağı şeklin tespitinden sonra ancak bu takriri okuyabilirim. Beni Ankara buraya, umumi kongreye sporculuğun meclis-i müessesana aza olarak intihap eyledi ve gönderdi dedi ve sözlerini teyit için de nizamnamenin on dördüncü maddesini okudu ve bu suretle iki fikir meydana çıkmış bulundu.

    Reis: Bir takrir vardır. Kongrenin mahiyet-i hususiyesi tespit edildikten sonra mı bu takriri mevzubahis etmek, kongrenin mahiyet-i hususiyesinin âdem-i tespitinden evvel mi bu takriri mevzubahis edelim…

    Bunun üzerine on üç kişi söz aldı, esna-i hitabede pek fazla gürültüler ve taşkınlıklar görüldü. Adeta parti teşekkül etti. Bir tarafın söylediği söz alkışlarla karşılanmaya, kongrenin nezahetine halel gelmeye başladı. Sözler hep nizamnamenin tamamen mutâ’ bulunup bulunmadığına ve kongrenin meclis-i müessesan mahiyetini haiz olup olmadığı hakkında hararetli bir surette cereyan ediyordu. Söz alan Karesi murahhası Nasih Bey: Teşekkül ettik, toplandık. Nizama ihzari mahiyette olan borcunu, vazifesini ifa etti. İlk umumi kongremiz bu nizamnameye karşı bir ___ kabul edemez. Kongre vaziyete hâkimdir, her mıntıkanın ihtiyacatı, zaruriyatı nazar-ı dikkate alınabilmesi ve o surette menatıkın tekâmül ve terakkisi sahasında dev adımlarla ilerlemesini temin için nizamnamenin ihzari mahiyette bir proje olarak kabul edilmesi lazımdır, dedi. Alkış tufanına boğuldu. Akabinde müzakerenin kifayeti kabul edildi.

    Reis Necati Beyefendi kongrenin gayritabii hâlât arz etmekte bulunduğunu uzun uzun izah ile samimiyete davet etti. Bu suretle hareket olunursa hiçbir karar ita edilemeyeceği gibi müfid bir neticeye desters olunamayacağından her şeyin heba olacağı acıklı bir lisanla yâd etti. Bade efkârı telhis ile kongrenin taşkın hava-i muhitini teskin için çare-i haller buldu.

    Nizamnamenin müzakereye ait olan mevadının kati tenkisi ile diğerlerinin tadilini ve bu suretle bir nizamname encümeni ile eski heyetin umur-u malumat-ı hesabiyesini tetkik encümeni namıyla iki encümenin teşkilini kongre heyet-i umumiyesi kabul etti.

    Bade Reis Bey’in âli, asil, yüksek, çevik, mahiyetkar ifadesi Emin Ali Bey ve rüfekasının takririni de bir mesele-i şahsiye zuhuruna meydan verilmeden geride bıraktı.

    Merkez-i umumi katibi encümenlerin intihabından evvel raporların kıraatinden ve bu suretle idare mahiyetinde bulunan raporların kıraatinden sonra takayyüd ve adem-i takayyüde dalalet eden işkâlin tevezzuhunu talep etti. Heyet-i Umumiye Reisi A. Sami Bey’i nutku akabinde hararetli alkışlamalarıyla pek ala ifade ettiğini ve encümenin bu işi daha iyi tetkik edebileceğini beyan etti.

    Encümenlere aza intihabıyla, teşkili de hayli gürültüyü mucip oldu.

    Emin Ali Bey ve rüfekası hemen encümenlerin intihabını ve bir kısmı da intihabın yarını talini teklif ediyordu. Her iki fikir de “72” rey ile tesâvî hâsıl oldu. Bazıları üç, bazıları dört rey hamil bulunduklarını söylediklerinden ve nizamnamenin 95inci maddesinde böyle şekle mesağ görülmekle netice taayyün etti ve şu suretle vekâletnameleri haiz olanlar divan-ı riyaset kâtiplerine tasdik ettirsin ve riyaset kimin kaç reyi olduğunu bilsin şekline girdi. Encümenin ne suretle intihabı meselesi üzerinde hayli uğraşıldı.

    Emin Ali Bey mümtaziyetten bahisle kongre havasında bir adem-i hoşnûdîyet alaimi izharına sebebiyet verdi ise de reis beyin buna karşı “Her arkadaş mümtazdır” sözleri bir tufan alkışına sarıldı. Neticede üç fikir tebellür etti: “Her iki encümen heyet-i umumiyeden intihap olunsun” fikri “28” rey kazandı.

    “Hesap encümeni mıntıkalardan birer ve nizamname encümeni heyet-i umumiyeden intihap edilsin” fikri “44” rey aldı. Bununla beraber daha bir fikir reye vazı lazım gelirken fazla patırtılar oldu, fakat Necati Beyefendinin kudretle idaresi bunu da halletti. Karesi murahhaslarının müttefikken verdikleri takrir kabul olundu. Şu suretle “malumat ve hesap encümenince mıntıkalardan birer “nizamname encümeninde de mıntıka ve heyet-i müttehide merkez-i umumilerinden birer murahhas” intihabıyla teşkiline müttefikan karar verildi. Mıntıkalara reis beyefendinin intihabıyla mazbatalarının divan-ı riyasete getirilmelerini ve yarın (bugün) saat dokuzda kongrenin inikad edeceğini tebliğ zevali saat 6,30’da celseye nihayet verildi. (Emineddin)

  • Saracoğlu Şükrü

    Saracoğlu Şükrü

    Galatasaray Müzesi Müdürü ve Fenerbahçe Başkanı Şükrü Saracoğlu’nun kayınbiraderi Ali Oraloğlu’nun 3 Şubat 1954 tarihinde kaleme aldığı yazı eşliğinde Fenerbahçe tarihinin büyük ismini bir kez daha saygıyla anıyoruz. Fenerbahçe Stadyumu’na “Atatürk” ismi verilmesine en çok Saracoğlu Şükrü sevinirdi. Onun adının unutulmamasını da en çok Atatürk isterdi. Nur içinde yatsınlar

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şükrü Saracoğlu

    1953 senesinin son günlerinde Cumhuriyet Türkiye’si tarihinde ismi daima şeref ve minnetle anılacak olan Şükrü Saracoğlu’nu da toprağa vermiş bulunuyoruz.

    Ödemişte mütevazı bir sanatkârın (Sarac Mehmet Usta)nın oğlu olarak 1887’de dünyaya gelen küçük Şükrü akranları arasında zekâsı, yaramazlığı, cesareti ve doğruluğu ile nazarı dikkati celp ederdi.

    Efeler diyarı Ödemiş’te Efe terbiyesi alarak yetişen Şükrü orta tahsilini ikmal ettikten sonra bir daha devamlı dönemeyeceği çok sevdiği evinden ve memleketinden ayrılarak İzmir’e gönderilmişti.

    Bilhassa riyazi ilimlerle edebiyata karşı büyük bir istidadı olan küçük Ödemişli üç sene sonra bu sefer tamamen baba yuvasından daha uzağa İstanbul’a gelmiş Mekteb-i Mülkiyeye kaydolmuştu. Oradan da muvaffakiyetle diplomasını alan Sarac Mehmet Usta’nın oğlu ilk memuriyetine tayin edilmişti. Kim bilir nereye gönderilecekti? İmparatorluğun Türklerle meskûn olmayan yerlerinde vazife almaya gönlü bir türlü razı olmuyor, vatandaşları arasında vatandaşlarına hizmet etmeyi istiyordu. Bu maksatla kendisi gibi Mülkiyeyi pekiyi derece ile bitiren iki arkadaşı ile birlikte Talat Paşa’nın huzuruna çıktı. Ve arzusu makul karşılanarak isteği üzerine İzmir’e tayin edildi.

    Talat Paşa ile Şükrü Saracoğlu’nun karşılaşmaları çok garip bir tesadüftür. Kim bilir Osmanlı Devleti Sadrazamı kendisinden yirmi altı sene kadar sonra Türkiye Cumhuriyetinin Başvekili olacak gencin gözlerinden istikbali görmüş ve Üniversite mezununun hayata sevdiği bir yerde atılmasına önayak olarak onu teşvik etmişti.

    İzmir’de yavaş yavaş kendine bir muhit yapmaya başlayan Saracoğlu, İttihat ve Terakki Lisesi’nde riyaziye öğretmenliğini, aynı liseden müdürlüğünü yapmış ve o esnada Yeni Asır gazetesinde başmakaleler de yazmıştır. Olgunlaşmaya doğru her gün bir adım daha atan genç Lise Müdürü nihayet memleketinde aldığı terbiye ve kültürü Garp Kültürü ile mezcetmek üzere Belçika’ya tahsile gitti. Birinci Cihan Harbi esnasında da Demokrasi kalesi İsviçre’nin Cenevre şehri Üniversitesine kaydolarak Siyasi ve İktisadi İlimler Fakültesi’nden parlak bir şekilde mezun oldu.

    Şark terbiye ve kültürünü Garbınki ile gayet iyi bir şekilde bağdaştırmaya muvaffak olan Saracoğlu’nun bundan sonraki hayatı bütün Türk milletinin malumudur. İhtiyat zabitliğini yaptıktan sonra onu ilk defa olarak son Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda aza görürüz. Sonra İstanbul Meclisi’ne Anadolu mümessili olarak seçilen fakat o esnada işgal altında olan Ege’de, sonradan Adliye Vekili olup İsviçre Kanunu Medeniyesi’ni memleketimize kabul ettiren, arkadaşı Esat Mahmut Bozkurt’la birlikte bir çete kurup düşmanlara karşı savaştığından Fındık’taki Meclise dahil olamaz.

    Cumhuriyet ilan edildikten sonra Saracoğlu’nu siyasi şu vekaletlerin başında görürüz:

    Maarif, Maliye, Adliye, Hariciye ve Başvekillik.

    Siyasi hayatının son iki senesinde de Türkiye Millet Meclisi Reisliği.

    1887’de doğup 27 Aralık 1953 Pazar günü saat 11.05 de ebediyete intikal eden Şükrü Saracoğlu tam manasile Türkçü ve demokrat bir devlet adamı idi. Sıhhatini hiçe sayacak kadar memleketine bağlı idi.

    Hayatında üç kere ölüm tehlikesi geçirmiştir.

    Bunun ilki İzmir Lisesi’nde jimnastik yaparken düşmesi neticesi başına gelmişti. Ele avuca sığmaz bir sporcu olan küçük jimnastik aletinden baş aşağı yere düşmüş ve hayatından ümit kesildiğinden mektepten alınsın diye babasına haber gönderilmişti. Uzun bir istirahat devresinden sonra mucize kabilinden birdenbire iyileşivermişti.

    1930 senesinde Maliye Vekili bulunduğu esnada ağır bir hastalığa tutulmuştu. Atatürk’ün emriyle tedavi ile meşgul olan doktorlar hastalığı bir türlü yenemiyorlar, hatta ne olduğunu bile bilemiyorlardı. O esnada gözleri de pek hafif görmeye başlamıştı. Hayatından bir kere daha ümit kesilmişti. Nihayet Başvekili İsmet Paşanın ısrarı üzerine Viyana’ya gitmeye razı oldu. Ve bu sefer bir tesadüf yüzünden bir ay gibi kısa bir zaman içinde tamamen iyileşerek yurda döndü. Umumi muayenesi yapılırken bir diş mütehassısına müracaat etmesi söylenmişti. Dişlerinin röntgeni alınınca dişetleri altında birikmiş bir kist tabakasına rastlandı ve onların hemen temizlenmesi ile mucize kendini gösterdi.

    Saracoğlu ikinci Cihan Harbi esnasında Başvekil iken de ağır şekilde hastalanmış fakat memleketine hizmet etmek azmi ile bir gün bile işinin başından ayrılmamış ve birçok ecnebi devlet adamlarını 39’un üstünde ateşle kabul etmiştir. Adana’da Churchill’le tarihi buluşmaya giderken yine gayet ağır hasta bulunuyordu. Ve o esnada yatakta yatması sıhhati için pek elzemdi. Nitekim kendisini ölüm döşeğine düşüren hastalığı o zaman başlamıştı. Eğer memleketine hizmet etme aşkından evvel sıhhatine düşkün olsaydı her halde daha birçok yıllar o büyük devlet adamını aramızda görebilirdik.

    Babası ile babasının mesleği ile iftihar ederdi. Sarac Mehmet Usta’nın oğlu olduğunu, küçükken nasıl yaşadığını, evinin halini herkese anlatırdı. Eylül 1943’de T.B.M. Meclisinde verdiği bir nutukta o gürleyen sesiyle: “Ey Şükrü! Sen bir Sarac ustanın oğlu idin. Bu millet seni büyüttü, okuttu. Avrupalara gönderdi, adam etti ve birçok mesuliyetleri vazifelerin başına getirdi. Şimdi de Başvekil seçti. Sen ona layık olduğunu gösterip bu iyiliklere karşı cevap verebilecek misin?” kendi kendisi ile bir vicdan muhasebesi yapmış ve buna “Evet” diye cevap vermişti.

    İsviçre’de tahsilde iken bütün Egeli talebelerin hamisi ve ağabeysi vaziyetinde idi. Hepsine yardım eder, nasihat verirdi. Hatta bu yüzden o zaman Cenevre’de tahsilde bulunan bazı Türkler Saracoğlu’nu arkadaşları çok sayarlardı. Mesela hala Büyük Elçilerimizden biri olan bir zat o esnada yine Cenevre’de bulunan bir Türk kızı ile sevişmekte olup evlenmek istemektedir. Saracoğlu arkadaşının tahsilinin yarım kalmasından endişelenerek genç kızı Türkiye ye gönderdi. Mevzuu bahis o an bu genç çift sonradan Türkiye de evlenmişlerdir.

    Otuz senelik Cumhuriyet tarihimizde devlet yükünü en fazla taşıyan siyaset adamlarımızdan birisi hiç şüphesiz Şükrü Saracoğlu’dur. Türk ve Avrupa Üniversitelerinden mezun ilk Başvekilimiz olan Şükrü Saracoğlu aynı zamanda Cumhuriyet tarihinde en çok Vekalet başında kalan devlet adamımızdır. İşte hesabı:

    6 ay Maarif,

    5 sene Maliye,

    7 sene Adliye,

    5 sene de Hariciye Vekilliği.

    Ayrıca 4 sene Başvekillik ve 2 sene de Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisliği ki cem’an 23 sene eder. Saracoğlu hiç bir müspet iş yapmamış olsa dahi Türk İnkılabını kurup perçinleştiren hükümetlerde çeyrek asır vazife almakla İnkılap Tarihimizde haklı olarak kendine bir yer verilecektir.

    Bazı politikacılar sade yaptıkları bir hareket veya söyledikleri bir sözle tarihe geçmişler, isimleri nesiller boyunca esatiri bir kahraman olarak dillerde dolaşmıştır. Saracoğlu hiç şüphesiz ki bugünkü siyasi bulanıklık geçip de dahili politika kavgalarına nihayet verilince kıymeti daha fazla takdir edilecek bir Türk Büyüğü olarak ismi nesiller boyunca bir kahraman, bir idealist, müspet bir devlet ve millet adamı olarak minnetle anılacaktır.

    Türk milletinin yükselmesi ve bekası için İkinci Cihan Harbi esnasında da bütün sıhhatini kaybeden Şükrü Saracoğlu’nun burada siyasi hayatını nakledecek değiliz. Okuyucularımıza bu Büyük Ölünün siyasi hayatında geçmiş, bilinmesi gerekmekle beraber, daha açıklanmayan bazı hatıraları nakledeceğiz.

    – Ben bu adamla, bu deli Türkle müzakere devam edemem…

    Hariciye Komiseri Molotof’a “Pekiyi öyleyse, işi bana bırak” diyen Stalin, ondan sonra Türkiye Hariciye Vekili Şükrü Saracoğlu ile müzakerelere bizzat kendisi devama karar vermiştir.

    Sene 1939’dur. Türk-İngiliz-Fransız ittifakına muvazi olarak bir Türk – Rus Antlaşmasına karar verilmiştir. Ankara’ya gelen Rus Hariciye Komiser Vekili Potemkin’le anlaşma en ince teferruatına kadar hazırlanmış olup sade imza merasimi için Saracoğlu’nun Moskova’ya gitmesine karar verilmiştir.

    Türk Hariciye Vekilinin Rusya’da bir vazifesi daha vardır. Bükreş’te toplanan Balkan Antantı Konseyinin ricası üzerine Rusların Balkan siyasetini öğrenecektir. (O zamanki Rumen Hariciye Vekili G. Gafenconun, “Preliminaires de la Guerra a l’Est” adlı kitabından)

    Bir Türk ticaret gemisi ile Odesa’ya vasıl olan Saracoğlu, Moskova’da 23 Eylül 1939’dan 18 Ekim 1939’a kadar hiçbir diplomatik ziyarette rastlanmadığı gibi tam 28 gün ikamete mecbur bırakılmıştır. Bu esnada Alman Hariciye Nazırı Von Ribbentrop da komünizmin beşiğine gelip bir anlaşma yaptıktan sonra Berlin’e dönmüştür.

    Ankara’da hazırlanan anlaşmanın tamamen haricine çıkan, bir sürü metalibatta bulunan Molotof yukarda yazıldığı gibi Saracoğlu ile başa çıkamayacağını ve 14 Mart 1939’da Berlin’de ufak bir tazyik sonunda memleketini Almanlara teslim eden Çekoslovak Reisi cumhuru Hacha’ya benzemediğini anlamıştır.

    Şimdi Kremlin’in mükellef salonlarından birindeyiz. Stalin, Molotof bir tarafta, Saracoğlu ve Türkiye Büyük Elçisi diğer tarafta… Stalin mağrur bir şekilde oturuyor ve tercümanı vasıtasile Türkiye’den metalibatta bulunuyor…

    Kars uğruna haftalardır bekleyen, mukavemeti kırılmayan Bozdağı’nın hürriyet aşığı Efesi dayanamıyor artık… Masaya bir yumruk atıyor ve hemen arkasından:

    – Hayır, diyor…

    Müzakereler sonuçlanmadan nihayete ermiş ve Saracoğlu İstanbul’a müteveccihen yola çıkmıştır. Dünyayı esarete boğmak, komünizmin pençesinde ezmek isteyen Kızıl Lider bile Türk Hariciye Vekiline hayrandır. Vatanını satmayana, vatan yağma etmekte mahir olanlar bile hürmet edecekler, Türk Hariciye Vekilini Odesa’dan İstanbul’a iki Rus destroyerinin refakatinde bir kruvazörle yollayacaklardır. Saracoğlu, Türkiye’de muzaffer bir kumandan gibi karşılanacak, Avrupa ve Amerika’da “Rusya’ya ilk defa hayır diyen Adam” lakabıyla Hür Milletlerin mümessili olarak sevgiyle selamlanacaktır.

    İkinci Dünya Harbi içindeyiz… Alman orduları önünde bütün kuvvetler eriyor… Müttefiklerimizden Fransa yenilmiş, İngiltere kıtada mağlup olarak Adasına çekilmiş, oradan mukavemete çatışmaktadır. Önüne çıkan manileri teker teker, türlü şekillerde yok eden Hitler, Avrupa’nın hakim-i mutlakı vaziyetindedir. Türkiye’de hoşlanmadığı bir veya birçok adam vardır. Bunu bilmiyoruz. Fakat içlerinden birine tahammül edemiyor. Sanki o iş başından uzaklaşsa emellerine erişecek? Ne yapsın da bu adamı vazifesinden uzaklaştırsın? Nihayet çaresini buluyor. Hemen Roma vasıtasıyla İtalya’nın Ankara Büyükelçisine bir şifre gönderiyor… Elçi ertesi günü Reisicumhur, İnönü ile hususi bir mülakat yapıyor ve Alman Orduları Başkumandanı, Almanya Devleti Reisi Führer’in Türk Hariciye Vekilinden pek hoşlanmadığını, Hariciye Vekâletinden uzaklaştırılırsa pek memnun kalacağını ima ediyor… Aradan bir kaç gün geçmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi fevkalade bir içtima yaparak Hariciye Vekili’nin “Türk oğlu Türk ve deruhte ettiği vazifeye layık olduğunu dünyaya ilan ederek ona itimat beyan ediyor. Meclisi, Hükümeti ile birlikte Türk milletinin etrafında birleştiği Hariciye Vekili kimdir? Stalin’le Molotof’a boyun eğmeyen, “Hayır” diyen Saracoğlu! Hitleri de mağlup etmiş ve ona II. Cihan Harbi’nde ilk şamarı atmıştır. Aynı Hitler aradan çok zaman geçmeden Saracoğlu’nun reisliğindeki hükümetle bir dostluk muahedesi imzalamak arzusunu izhar edecektir.

    İran Şahı Pehlevi’nin Türkiye’yi ziyareti günlerindeyiz. Misafir devlet reisi şerefine verilen balonda Ebedi Şef Atatürk bir salonda Şahla hasbıhal ediyor. En yakın ve inkılap arkadaşı Başvekil İnönü diğer bir salonda Vekillerle konuşuyor. Saracoğlu ise genç hariciye memurları ile ciddi bir mevzua dalmış. Atatürk bir aralık Adliye Vekilini fark ederek yanına çağırıyor.

    – Şahın elini öp bakalım, diye gürlüyor.

    Gürleyen büyüktür. Arzuları seve seve yapılabilir. Türk adetlerince bir ihtiyarın, hürmet edilen bir insanın veya Vatan Kurtarıcısının eli öpülebilir. Fakat bir Türk Adliye Vekili bir yabancının elini nasıl öpebilir?

    – Öpemem, diye bir ses çıkıyor.

    – Öp diyorum sana!

    Yapılacak şey kalmamıştır. Fakat Saracoğlu çaresini bulacak, hem şenlendirecek, hem de teklifini kabul etmediği Atanın gönlünü alacaktır.

    – Öpemem, dedim. Fakat sebebini sormadınız?

    Salonda ses yoktur. Sual bir kere daha tekrar ediliyor.

    – Öpemem, dedim, Fakat sebebini sormadınız?

    – Söyle öyleyse!

    – Ben bir kişinin elini öptüm, adı Atatürk’tür Ondan başka kimsenin elini öpemem…

    Bir kahkaha yükseliyor…

    – Ben zaten Sarac’ın ne kadar mert, ne kadar zeki olduğunu söylemez miydim? Haydi, öyleyse Şahla bir kadeh tokuştur.

    Büyük Kurtarıcı bu hareketiyle belki de Şehinşah’a bir ders vermek istemişti…

    Saracoğlu birçok vekâletin başında bulunduktan ve hepsinde müspet işler gördükten sonra nihayet çok sevdiği Hariciye Vekaleti’ne tayin edilmiştir. İkinci Cihan Harbi’nin ilk senelerine rastlamasına rağmen Saracoğlu işinden ziyadesiyle memnundur. Çünkü artık asıl mesleğine kavuşmuştur. Fakat bu arada kendisine birkaç kere teklif edilen Başvekilliği münasip bir şekilde reddetmenin yolunu bulmuştur.

    Haris olmayan ve haris insanlardan nefret eden Saracoğlu’nun, Refik Saydam’ın vefatı münasebetiyle Florya’dan ayrılırken eşine şöyle söylediği rivayet olunur:

    “Bu sefer Başvekilliği kabul etmeğe mecburum. Artık atlatamayacağım.”

    Saracoğlu tam manasile halk idaresine inanmış bir devlet adamıydı. Anglo – Sakson ve İsviçre demokrasilerini fazlasıyla beğenirdi. Başvekâlet esnasında diğer siyasi partilerin kurulmasına müsaade etmişti. Memleketimizde inandığı garp demokrasilerinin kurulmasını samimi bir şekilde istemiş ve kendi arzusuyla Başvekâletten çekildikten sonra hastalığına rağmen bazı mesuliyetli vazifeler alarak Mecliste Halkçılarla Demokratlar arasında cereyan eden vahim hadiseleri tek başına yatıştırmıştır.

    Siyasi hayattan tamamıyla çekildikten sonra da kin ve garazdan uzak, hür memleketimizde demokrasinin tam bir anlaşma ve kardeşlik havası içinde ilerlemesini temenni ederdi. Bu yüzden zaman zaman şerefli ismine sürülmek istenen lekelere cevap vermez, her şeyin zamanla düzeleceğini ve kıymetlerin zamanla belli olacağına inanırdı.

    İkinci Cihan Harbi’nin sonuna doğru Almanya ya ilanı harp edeceğimiz zaman bütün ömrü boyunca kutsiyetine inandığı Türkiye Büyük Millet Meclisine tam dokuz saat izahat vermiş ve Meclis’in ittifakı ile karara varılmıştı. O gün Meclis’te dokuz saat konuşmak mecburiyetini duyan Başvekil Saracoğlu’nun bir gün evvel altı dişini söktürüp sırf toplantı münasebetiyle yerine yenilerini taktırdığını hala pek az kimse bilmektedir.

    Geçen senenin son yıllarında toprağa verdiğimiz Saracoğlu 1942’de verdiği bir nutku şöyle bitirmişti:

    “Vatanımızın bugünkü çocukları yalnız büyük bir neslin evlatları değildir. Aynı zamanda ölçüsüz bir neslin ta kendisidir”

    Evet, Şükrü Saracoğlu da bu büyük neslin bir önderi idi. Almanya Başvekilliğini yapmış Von Papen’in, eşinin vefatı üzerine Bayan Saadet Saracoğlu’na yazdığı mektuptaki cümle gibi:

    “Milletin saadeti olan sulhu Türk vatanına temin ettiği ve milletinize çeşitli hizmetlerde bulunduğu için Türklerin bu Büyük Evladını hiç bir zaman unutamayacağı düşüncesi kederinizi biraz olsun teselli edebilecektir.”

    Şimalden gelmeyi düşünebilecek her hangi bir düşman karşısında evvela Karadeniz’in sert rüzgârlarına hedef olan Boğazın sırtlarındaki kabrinde Şükrü Saracoğlu’nun ruhunu bularak irkilecektir. Nur içinde yatsın!

    Ali Oraloğlu – 3 Şubat 1954

  • Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları

    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, babasının evrak-ı metrukesinde sportif bir hazine bulmuş. Konusu “Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları” olan ve (hakkında çok az malumata sahip olduğumuz) kurucumuz Asaf Beşpınar’ın da adının geçtiği bu kitapçık, Fenerbahçe tarihi için önemli doneler ve isimler içeriyor. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Salname

    Babamın bıraktığı kitapları karıştırırken yelken tarihimize ışık tutacak bir belge buldum:

    1933 senesi Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Denizcilik Federasyonu Salnamesi

    26 Temmuz tarihinde Demir Turgut ağabeyin olimpiyat üzüntüsünü yazmıştım. Şimdi bu belge ile o bilgileri derinleştireceğim.

    Bu kitapçığa göre 1914 senesinde tertip edilen deniz müsabakalarında yelken yarışları da yapılmıştır ama bu tarihten 1932 senesine kadar bir daha yelken yarışı icra edilmemiştir. Hâlbuki 1917 senesinde donanma yararına yapılan ve devrin güçlü adamı Enver Paşa’nın start verdiği yarış vardır. Neyse, bu olayı genç Cumhuriyetin hassasiyetine bırakıp biz tekrar yazılanlara dönelim.

    1932 senesinde iki uluslararası yarış sınıfı teknesinin ihzar ve ölçüleri bu sporu yapacak gönüllülere verilmiş, planları Türkçeye çevrilmiş, uluslararası yarış kuralları da Türkçeye çevrilmiştir. Bu işleri, başkanı Demir Turgut olan yelken komitesi gerçekleştirmiştir.

    Demek ki o sene yarışçılar kendi teknelerini yaparak yarışlara katılmışlardır.

    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları

    Cumhuriyetin ilk yarışı 12 Ağustos 1932 Cuma günü Moda parkurunda yapılmıştır. İkinci yarış 2 Eylül 1932 tarihinde Yeşilköy parkurunda ve üçüncü büyük yarış ise 16 Eylül 1932’de tekrar Moda parkurunda yapılmış ve 47 tekne yarışmıştır.

    Bu yarışlarda sporcularımız kendi yaptıkları teknelerle büyük başarı kazanmışlardır.

    12 Kadem Dingi sınıfında Selim Zeki ve Faruk Beyler açık ara birinci olmuşlar; 15 m2 yole sınıfında ise genç mühendislerimizden Harun Bey, kıymetli denizcimiz Behzat Bey için inşa ettiği teknede beraber yarışmışlar ve iftihar edilecek bir farkla birinci olmuşlardır.

    1932 senesinde 2 ay gibi kısa bir zamanda planlanan yarışçı sınıf teknesi 12 m2 şarpiden iki adet inşa edilmiştir. Bir tanesi Eczacı Şeref Bey ve Posta telgraf müdürü Celal Bey tarafından kullanılmıştır. Bu federasyonun ilk tescil edilen uluslararası yarış teknesi olmuştur. Diğer tekne Federasyon tarafından ecnebi bir rakibe verilmiş (büyük ihtimalle Romanyalı) ama Şeref-Celal ekibi büyük farkla birinci olarak ilk yabancı rakibi geçen Türk sporcuları olmuşlardır.

    Kitapçığın sonunda ise “Artık daha fazla şarpi yapıp, uluslararası temaslar için hazır hale geleceğiz” diyor.

    Bu yazının özeti ismi geçen Demir Turgut, Behzat Baydar, Şeref Birgen, Harun Ülman hep İstanbul Yelkeni kurucuları oluşudur. Fen heyetinde bulunan iki deniz inşaat mühendisi Ata Bey ve Asaf Bey İstanbul yelkenden ağabeylerimizdir. Ana yelken kulübü derken kastedilen kulüp büyüklüğü veya sporcu çokluğu değil, işte bu öncülüktür.

    Cumhuriyetimizde yelken yarışları 1932 senesinde başlamıştır; sporumuzu Atatürk’ün direktifi ve Refik Saydam’ın önderliği ile Halk Evleri’ne sokan nesil işte bu nesildir. Yarıştıkları tekneleri bile kendileri inşa etmiştir.

    Seyhun Binzet (Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları)

    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
  • Bir Yalanın Sonu

    Bir Yalanın Sonu

    Türk futbolunun geçmişini sarıp sarmalayan ve müfrit kulüpçülük yüzünden doğrusu bir türlü söylenemeyen bir yalanın sonu geldi!

    Üzerinden çok uzun zaman geçmedi, muhakkak hatırlarsınız; yazdığı “Spor Tarihi” (!) kitabı yere göğe konamayan birisi 1959 öncesi şampiyonluklar davasının önemli bir ayağı olan “Türkiye Futbol Birincilikleri” için şöyle yazmıştı: “Bunu TFF düzenlemiyor mesela. Bugünkü Kulüpler Birliği tarzı Türkiye İdman Cemiyetleri Birliği düzenlemiş. Kural yok, devamlılık yok. İsteyen katılıyor, istemeyen katılmıyor. Düşme yok, çıkma yok”

    Şu saçmalığın insanları aptal yerine koymasını bir yana bırakın, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti “yok” yerine konuluyordu. Aşağıdaki Türkiye Reisicumhuru “Gazi Mustafa Kemal” ve Bakanlar Kurulu imzalı kararname, Türk futbolunda yeni bir devrin başlangıcını kayıt altına alıyordu.

    Takip eden belgeler ve olaylar ile birlikte değerlendirildiğinde tespitimizde ne kadar haklı olduğumuz gün gibi ortaya çıkıyor. Neydi o tespit? 1959 öncesini inkar, devleti ve cumhuriyeti inkardır!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Devlet Arşivleri Başkanlığı’ndan

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın Kamuya Yararlı Derneklerden Sayılması

    Kurum : 30-18-1-1 / KARARLAR DAİRE BAŞKANLIĞI (1920-1928)

    Yer Bilgisi : 8-47-14

    Belge Tarihi : 16.01.1924

    Türkiye Cumhuriyeti
    Başvekâlet
    Kalem-i Mahsus Müdüriyyeti
    Aded
    170

    Kararname

    Türk gençliğinin bedenen ve ahlâken teâlîsine çalışmayı gâye ittihâz eden cemiyetlerinin cem’i-iâneyi teshîl ve rüsûm ve tekâliften iktisâb-ı istisnâiyyet etmesi ve esnâ-i faaliyette makamât-ı resmiyyeden daha ziyade muavenet görebilmesi için menâfi-i umumiyyeye hâdim müessesât meyanına idhâli istirhâmını hâvî Türkiye İdman Cemiyyetleri İttifâkı nâmına reis Sami imzasiyle mu’tâ istid’aname ile cemiyyet-i mezkûrenin gayesi Türk gençliğinin terakki ve teâlîsine hâdim ve kayd-ı menfaattan tamamen âzâde olduğu ve her memlekette idman cemiyyetlerinin bu suretle telakkî edilerek her türlü himâyeye mazar bulunduklari cihetle bu güne kadar izhÂr ettikleri faaliyyet itibâriyle gâyesi esasâtı ile mütevâfık bir şekilde ibrâz-ı mesâiden mezkûr cemiyyetin de menâfi-i umumiyyeye hadim bir müessese ad olunması mufafık olacağı hakkındaki Maarif Vekalet-i Celilesinin mutalaâtı İcra Vekilleri Heyetinin 16/1/346 tarihli ictimâında ledel-kırâe: Cemiyyet-i mezkûrenin menâfi-i umumiyyeye hâdim müessesât meyânına idhâli kabul olunmuştur. 16/1/340

    Türkiye Reisicumhuru
    Gazi Mustafa Kemal Atatürk

    Başvekil – İsmet İnönü
    Şer’iyye Vekaleti Vekili – Seyid Bey
    Müdafaa-i Milliyye Vekili – Kâzım Özalp
    Adliye Vekili – Seyid Bey
    Dahiliye Vekili – Ferid Tek
    Hariciye Vekili – İsmet İnönü
    Maliye Vekili – Mustafa Abdülhâlik Renda
    Maarif Vekili – İsmail Safa Özler
    Nafia Vekâleti Vekili – İsmail Safa Özler
    İktisat Vekili – Hasan Hüsnü Saka
    Sıhhıye Vekili – Doktor Refik Saydam
    Erkân-ı Harbiyye-i Umumiyye Vekili – İsmet İnönü
    Mübâdele, İmar ve İskân Vekili – Mustafa Necati Uğural


    Bir Yalanın Sonu
    Bir Yalanın Sonu
  • Gazi Hazretleri Fenerbahçe’de

    Gazi Hazretleri Fenerbahçe’de

    Mustafa Kemal Atatürk, 1919 yılında milli mücadeleyi başlatmak üzere ayrıldığı İstanbul’a tam 8 sene sonra 1927’de döndü. İstanbul halkının büyük kurtarıcıyı bağrına bastığı o muhteşem günlerin birinde, 5 Ağustos 1927’de Moda’da düzenlenen deniz yarışlarından sonra Gazi Hazretleri Fenerbahçe’de, Belvü bahçesine geldi. Bu muhteşem geceyi dönemin gazetelerinden okuyalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Cumhuriyet Gazetesinde

    Gazi hazretleri evvelki gün kayık yarışlarını müteakip (Belvü) gazinosunu teşrif etmişler, büyük tezahüratla karşılanmışlardır. (Belvü) bahçesinde malul gaziler menfaatine verilen balo çok güzel olmuş, Gazi’nin vürudu hazirunu bir kat daha mesrûr etmiştir. Gece çok eğlenceli geçmiştir. Cazbandın temposuna uyan çiftler dönerken, Gazi mütebessim çehresiyle kah onları seyrediyor, kah etrafındakilerle konuşuyordu. (Belvü)nün üzerinde hürmetle karışık bir sevinç havası vardı. Her yeni gelenin kulağına fısıldanan “Gazi burada” haberinden sonra gözler o tarafa çevriliyordu. Bahçeyi dolduran binlerce halk geç vakte kadar eğlenmiştir. Gazi hazretleri saat (1.5)da hazirunun alkışları arasında baloyu terk ederek refakatlerindeki zevat ile beraber (Ankara) motoruyla saraya avdet buyurmuşlardır.

    Milliyet Gazetesinde

    Gazi hazretleri Cuma günü Moda’da yapılan kayık yarışını seyir ve temaşa buyurduktan sonra gece de bir tenezzüh icra ve refakatlerinde Başvekil İsmet, Meclis Reisi Kazım Paşa’lar hazeratı, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Bey bulunduğu halde, Fenerbahçe’de Belvü bahçesini teşrif etmişlerdir. Gazi hazretlerinin teşriflerini haber alan halk, sürekli alkışlarla sevinçlerini izhar etmiştir. Reis-i Cumhur hazretleri, gece saat bir buçuk raddelerinde Belvü bahçesinden Dolmabahçe sarayına avdet buyurmuşlardır.

    Vakit Gazetesinde

    Reisicumhurumuzun, evvelki günkü deniz yarışlarını müteakip gece Fenerbahçe’de “Belvü” bahçesini teşrif buyurduklarını kaydetmiştik.

    Reisicumhurumuz yarış mahallinden Ankara motoruyla bahçeye müteveccihen hareket etmişlerdir. Bu esnada motor süratle gitmiş ve etraftaki kayıklarda bulunan halk evvela Gazi hazretlerini görmek şerefine nail olamamışlardır. Gazi hazretleri ise kayıkların revişini takip arzusunu izhar buyurduklarından Ankara motoru tekrar geriye dönmüş ve sandallarla beraber aheste aheste “Belvü”ye gelmiştir.

    Gazi hazretlerinin teşriflerini anlayan halk hararetli bir heyecan ve meserret içinde kapılara koşuşmuşlar ve sürekli alkışlarla sevinçlerini izhar etmişlerdir.

    Reisicumhur hazretleri denize nazır masalardan birinde istirahat buyurmuşlar ve gece bir buçukta, aynı sürekli alkışlar arasında Dolmabahçe’ye avdet etmişlerdir

    Akşam Gazetesinde

    Dün gece Gazi Paşa hazretleri yarışlardan sonra Fenerbahçe’de “Belvü” bahçesini teşrif buyurmuşlardır. Gazi bahçede bir hayli kalmış ve dans edenleri temaşa etmiştir. Paşa hazretlerinin bahçeye girdiğini gören halk birbirini çiğneyerek kapıya doğru koşuşmuşlar ve sürekli alkışlarla sevinçlerini izhar etmişlerdir.

    Gazi hazretleri denize nazır olan masalardan birine oturmuşlar ve derhal civardaki iskemleler lebalep dolmuştur. Gazi hazretleri bir hayli müddet bahçede kaldıktan sonra saat bir buçuk raddelerinde saraya avdet buyurmuşlardır. Deniz yarışlarının hitamında Söğütlü yatı evvela davetlileri “Belvü” bahçesine götürmüş, bilahare Paşa hazretleri “Ankara” motoru ile yarış mahallinden bahçeye müteveccihen hareket etmişlerdir.

    Bu esnada motor süratli gitmiş ve etraftaki kayıklarda bulunan halk evvela Gazi’yi görmek şerefine nail olamamıştır. Paşa hazretleri ise kayıkların revişini takip etmek arzusunu izhar buyurmuşlar ve bunun üzerine “Ankara” motoru tekrar geriye dönerek sandallarla beraber aheste aheste “Belvü”ye gelmiştir.

    Yarışlarda ve “Belvü” bahçesinde Gazi hazretlerine, İsmet Paşa, Meclis Reisi Kazım Paşa, Sıhhiye Vekili Doktor Refik ve sair zevat refakat etmişlerdir.

    Gazi Hazretleri Fenerbahçe'de
  • Beden Terbiyesi Nizamnamesi

    Beden Terbiyesi Nizamnamesi

    16 Temmuz 1938 tarihinde, 3961 sayılı Resmî Gazete‘de yayınlanan “Beden Terbiyesi Kanunu“ndan sonra, sırada bir nizamname var… 13 Nisan 1940 tarihli, 4484 sayılı Resmî Gazete, şu cümlelerle başlayan bir kararname içeriyordu : “Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğünün 2/9/1939 tarih ve 3380 sayılı tezkeresile teklif ve Devlet Şûrasınca görülerek 26/2/1940 tarih ve 3326 sayılı tezkere ile tevdi edilen ilişik (Beden Terbiyesi Nizamnamesi) nin meriyete konulması; İcra Vekilleri Heyetince 3/4/1940 tarihinde kabul olunmuştur.”

    1959 öncesi şampiyonluklar konusunda resmî belgeleri çok önemsiyoruz. Bu sebeple nizamnamenin ilk 6 maddesini sizlerle paylaşmak istedik. Tamamını yukarıdaki linkte bulabileceğiniz bu metinde, Fenerbahçe’nin tezine karşı çıkanları çürüten oldukça net doneler var; “Bu turnuvaları Federasyon düzenlemedi” yalanında olduğu gibi…

    Tabii sırf çirkin bir kamuoyu algısı yaratmak için bu insanlara “Nazi” diyen gayriresmi tarih yazıcılarını da unutmayalım.

    Hep söylediğimiz gibi; 1959 öncesini inkar, cumhuriyeti inkardır!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Beden Terbiyesi Nizamnamesi

    Madde 1 – Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğünün esas vazifesi; yurddaşın fizik ve moral kabiliyetlerini ulusal ve inkilâpçı amaçlara ve yurd müdafaası icaplarına göre yükseltmek ve oyun, jimnastik, spor faaliyetlerini bu esaslar dahilinde sevk ve idare etmektir.

    Madde 2 – Her kulüp aynı zamanda içtimaî terbiyeyi, cemiyet hayatı ile yurt sevgisini yükseltmeye çalışmayı vazife bilen bir terbiye müessesesidir. Bunlar, Türk gençliğini müşterek bir vatan mefkuresi etrafında toplamak ve kendilerini sıhhatli, kuvvetli ve yurt müdafaasına kabiliyetli mükemmel bir hale getirmekle mükelleftir.

    Madde 3 – Beden terbiyesi ve sporda disiplin birinci derecede aranılacak hususlardandır. Disiplin beden terbiyesi teşkilâtına müteallik bilûmum kanun, nizam ve talimatnamelere ve bunlara müsteniden verilecek emirler ve yapılacak tebliğlere mutlak riayet ve itaat etmektir.

    Madde 4 – Kulüplerde içki ve beden terbiyesini alâkalandırmayan her türlü oyunlar yasaktır.

    Madde 5 – Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü Teşkilâtı idare ve salâhiyet bakımından aşağıdaki dereceler silsilesine tâbidir:
    A – İdarî dereceler :
    1) Genel Direktörlük
    2) Bölge Başkanlığı
    3) Kaza beden terbiyesi teşkilâtı başkanlığı (kaymakam)
    4) Nahiye beden terbiyesi teşkilâtı başkanlığı (Nahiye müdürü)
    5) Köy beden terbiyesi teşkilâtı başkanlığı (belediye başkanı veya muhtar)
    6) Kulüp ve grup başkanlığı

    B – Teknik dereceler :
    1) Federasyon heyetleri
    2) Ajanlıklar
    3) Kulüpler

    Madde 6 – Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü teşkilâtı dahilinde resmî ve şahsî bütün müracaatlar ve teklifler ve itirazlar yukarıki maddede yazılı dereceler silsilesi yolile yapılır ve emirler ve kararlar bu suretle verilir. Üstünden şikâyet halinde ve fevkalâde vaziyetlerde bir derece daha üst makama müracaat caizdir. İtiraz ve müracaat verilmiş olan karar ve emrin icrasını tehir etmez.

  • Türk Futboluna Atatürk İmzası

    Türk Futboluna Atatürk İmzası

    Türk Futbolunun bir kesim tarafından yok sayılan 1959 öncesi dönemi ile ilgili belgeleri yayınlamaya devam ediyorum. Bu dönemi yok sayanların iddialarından bazılarının, dönem futbolunun kurumsal olmaması ve müsabakaların “amatör” olarak tanımlanacak nitelikte olması olduğunu bilmekteyiz. Bu iddiaların gerçekliğini incelerken bir yandan da konunun hukuki ve sosyal boyutuna temas etmiş olacağım. “Türk Futboluna Atatürk İmzası” başlığının altında, genç cumhuriyetin sporu ve futbolu nasıl sahiplendiğini okuyacaksınız.


    Tüzükler – Maddeler

    Konunun hukuki boyutunu, geçtiğimiz günlerde Türkiye Futbol Federasyonu’nun FIFA’ya katılırken kabul ettiği tüzüğü ve bu uluslararası tüzük uyarınca FIFA’ya sunduğu Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (TİCİ) kuruluş nizamnamesinde yer alan bazı maddeleri yayınlayarak (*) ortaya koymuştuk. Bu maddeleri hatırlatmakta yarar olduğunu düşünüyoruz.

    1922 yılında yazılan TİCİ kuruluş tüzüğü Federasyonların (Heyet-i Müttehidelerin) görevini şöyle açıklıyor:

    “meşgul olduğu idmanın (spor dalının) Türkiye Birinciliğinin tayini (belirlenmesi) için mıntıka (bölge) birincileri arasında müsabaka tertibi (düzenlenmesi)”

    T.İ.C.İ. kuruluş tüzüğünden

    Sözünü ettiğimiz gibi FIFA’ya üye olurken bu tüzüğü temel alan Türkiye Futbol Federasyonu (o zamanki adıyla Türkiye Futbol Heyet-i Müttehidesi) FIFA’nın kuruluş tüzüğünü yayınlarken aşağıdaki maddeyi metnin sonuna eklemiştir. “Talimatlar” kısmında yer alan maddede:

    “Eşhas-ı hususiyenin (Özel Kişilerin) kasd-ı intifayla (yarar sağlama amacıyla) müsabaka tertip etmelerine müsaade edilemez. İttifak-ı teşkilat ve anasırıyenin (teşkilatı oluşturan unsurların) bu kabil (bu gibi) müsabakalara iştirak etmeleri memnudur. (katılmaları yasaktır)” denilerek, ülke çapında futbol organizasyonunun tek yetkili kurumu olan TFF olduğu bir anlamda kanıtlanmıştır. Bu durum, dönem futbolunu “kurumsal değildi, amatördü” diye tanımlayan iddialara hukuki olarak verilecek en güzel karşılıktır.

    TFF’nin FIFA’ya katılış tüzüğünden

    Şampiyona Bakanlar Kurulunun Gündeminde

    TİCİ’ye bağlı olan TFF, Türkiye’nin ilk Futbol Şampiyonasını 1924 yılında Ankara’da düzenlemiştir.

    Ülke çapındaki mıntıkalarda düzenlenen turnuvaların birincileri Ankara’da Türkiye’nin ilk Futbol Şampiyonu olabilmek için buluşmuşlardı. İstanbul’dan Beşiktaş, İzmir’den Altay’ın da katılacağı şampiyonanın öncesine ait Devlet Arşivlerinde bulduğumuz bir belge, ısrarla üzerinde durduğumuz “1959 Öncesini İnkar, Cumhuriyeti İnkardır” tezinde ne kadar haklı olduğumuzu ispatladı. Bunun da ötesinde futbola devletin zirvesinde verilen önemi de ortaya koydu.

    Belge günümüz Türkçesi ile şu ifadeleri ve imzaları içeriyor:

    Türk Futboluna Atatürk İmzası

    Türkiye Cumhuriyeti

    Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü

    Kararname

    Ağustos sonlarına doğru Ankara’da yapılacak büyük bir toplantıya, Türkiye’nin her tarafından gelecek sporcular için mevcut ödeneğin yol masraflarını karşılamaya yetmemesi nedeniyle; Eğitim Bakanlığının 7 ağustos 1924 tarih ve 9465/549 numaralı dilekçesindeki ücretsiz seyahatlerin, yarım ücretle seyahatlerin sağlanması hakkında bir kararın kabul edilmesine ilişkin talebi; Bakanlar Kurulunun 1924/8/13 tarihli toplantısında, Türkiye Müsabakalarına katılacak spor kulübü üyelerinin adı geçen bakanlığa, görevlerinin yazılı olduğu belgeleri göstermek koşuluyla, seyahatlerini yarı ücretle yapmalarının demiryolu ve denizyolu idarelerince sağlanması uygun bulunmuş ve gereğinin  Eğitim, Bayındırlık ve Ticaret Bakanlıklarına bildirilmesine karar verilmiştir.

    1924/8/13
    Türkiye Cumhurbaşkanı
    Gazi Mustafa Kemal (Atatürk)

    Başbakan ve Dışişleri Bakanı İsmet (İnönü)
    Adliye Bakanı Mustafa Necati (Uğural)
    Bayındırlık Bakanı Süleyman Sırrı (Aral)
    İçişleri Bakanı Ahmet Ferit (Tek)
    Maarif Bakanı Hüseyin Vasıf (Çınar)
    Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik (Renda)
    Milli Savunma Bakanı Kazım (Özalp)
    Mübadele İmar ve İskan Bakanı Refet (Canıtez)
    Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Refik (Saydam)
    Tarım Bakanı Zekai (Apaydın)
    Ticaret Bakanı Hasan (Saka)

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan.

    Görüldüğü üzere Türkiye Şampiyonası öncesi Eğitim Bakanlığı, Bakanlar kuruluna bir dilekçe vererek, şampiyona katılacak sporcuların yol masrafları için bir talepte bulunmuştur. Belgenin ilk satırında yer alan “Ankara’da yapılacak büyük bir toplantıya, Türkiye’nin her tarafından gelecek sporcular için” ifadesi, düzenlenen futbol şampiyonasının kapsamının ne kadar geniş, katılacak sporcu ve kulüp yetkililerinin sayısının ne kadar fazla olduğunu işaret etmektedir. Bu bağlamda, kulüplere verilecek ödeneğin yetersiz kalacağını öngören Eğitim Bakanlığı, sporcuların seyahatlerini ücretsiz ya da yarı ücretle yapmalarını istemiştir. Bakanlar kurulunun kararı ise “Türkiye Müsabakalarına katılacak spor kulübü üyelerinin” görevli olduklarını gösteren belgeyi sunmaları şartıyla yarı ücretle Ankara’ya gelebilecekleri yönünde olmuştur. Sonrasında bu karar ilgili bakanlıklara bildirilmiştir.

    Kurucuların İmzaları

     “1959 Öncesi şampiyonluklar” başlığı altında, dönemin futbol organizasyonunu “amatör” olarak tanımlayan iddia sahiplerinin başvurdukları yöntem genellikle günümüz organizasyonları ile dönemin organizasyonlarını karşılaştırmaktır. Olayları dönemin şartlarına göre değerlendirmesi kuralı göz ardı edilerek benimsenen bu yöntem doğrultusunda yapılan karşılaştırmayı yukarıdaki belge için yapmayacağız. Keza tarih etiğine olan bağlılığımız buna izin vermemektedir. Bu aşamada aşağıdaki soruyu sorarak iddia sahiplerini, iddialarını tekrar gözden geçirmeye çağırıyoruz:

    “Günümüzde kabul edilmiş bir Federasyonca düzenlenen bir spor organizasyonuna katılacak sporcuların yol masraflarının, Cumhurbaşkanı başkanlığındaki ve Bakanlar kurulunun kararıyla belirlendiğini düşünelim. Bu durum, sözü geçen şampiyonanın resmi makamlar ve kamuoyu nezdinde kabul edilmesi için yeterli bir sebep midir?”

    Belgenin altındaki imzalara bakıldığında yukarıdaki sorumuz daha da anlam kazanıyor. Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Refik Saydam, Kazım Özalp ve Hasan Saka gibi Cumhuriyetin kurucu kadrosunu oluşturan isimlerin imzalarının, Türk Futbolunun ilk organizasyonunun ne kadar önemli ve değerli olduğunu ortaya koyuyor.

    İlk Şampiyon : Harbiye

    Belgede de sözü edildiği gibi Türkiye’nin ilk resmi futbol organizasyonu 1924 yılının Ağustos ayının son günlerinde Ankara’da başladı. Bugünkü Tandoğan Meydanı’nın olduğu bölgede yer alan İstiklal Sahası’nda oynanan gerçekleştirilen organizasyon sonunda ülkenin ilk futbol şampiyonu Harbiye takımı oldu. 12 Eylül 1924’te sona eren şampiyonluk turnuvasına 15 takım katılmış ve toplamda 15 maç yapılmıştı

    Barış Kenaroğlu / Türk Futboluna Atatürk İmzası

    15 Eylül 1924 tarihli Cumhuriyet gazetesinde 1924 yılı Türkiye Futbol Şampiyonu olan Harbiye takımı.

    (*) TFF’nin FIFA’ya Katılışı (Barış Kenaroğlu)

  • Atatürk’ün Gördüğü Şampiyonlukları Yok Sayamazsınız

    Atatürk’ün Gördüğü Şampiyonlukları Yok Sayamazsınız

    1959 öncesi Türkiye futbol şampiyonlukları söz konusu olduğunda, sürekli aynı şeyi söylüyoruz… Bunlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmî ve ulusal organizasyonlarıdır! Türlü bahanelerle ortaya çıkıp teker teker ikna edilmeyi bekleyenlerin en meşhur yalanlarından biri de Türkiye Futbol Federasyonu’nun bu müsabakalarla ilgisi olmadığı idi. Burada bir yalanı daha gömüyoruz. Hayır! Kanunlardan üstün değilsiniz. Hayır! Atatürk’ün gördüğü şampiyonlukları yok sayamazsınız…


    Kararname No: 13238

    Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğünün 2/9/1939 tarih ve 3380 sayılı tezkeresile teklif ve Devlet Şûrasınca görülerek 26/2/1940 tarih ve 3326 sayılı tezkere ile tevdi edilen ilişik (Beden Terbiyesi Nizamnamesi)nin meriyete konulması; İcra Vekilleri Heyetince 3/4/1940 tarihinde kabul olunmuştur.

    Beden Terbiyesi Nizamnamesi

    Birinci Bölüm

    Umumi Hükümler

    Madde 1 – Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğünün esas vazifesi; yurddaşın fizik ve moral kabiliyetlerini ulusal ve inkilâpçı amaçlara ve yurd müdafaası icaplarına göre yükseltmek ve oyun, jimnastik, spor faaliyetlerini bu esaslar dahilinde sevk ve idare etmektir.

    Madde 2 – Her kulüp aynı zamanda içtimaî terbiyeyi, cemiyet hayatı ile yurt sevgisini yükseltmeye çalışmayı vazife bilen bir terbiye müessesesidir. Bunlar, Türk gençliğini müşterek bir vatan mefkuresi etrafında toplamak ve kendilerini sıhhatli, kuvvetli ve yurt müdafaasına kabiliyetli mükemmel bir hale getirmekle mükelleftir.

    Madde 3 – Beden terbiyesi ve sporda disiplin birinci derecede aranılacak hususlardandır. Disiplin beden terbiyesi teşkilâtına müteallik bilûmum kanun, nizam ve talimatnamelere ve bunlara müsteniden verilecek emirler ve yapılacak tebliğlere mutlak riayet ve itaat etmektir.

    Madde 4 – Kulüplerde içki ve beden terbiyesini alâkalandırmayan her türlü oyunlar yasaktır.

    Madde 5 – Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü Teşkilâtı idare ve salâhiyet bakımından aşağıdaki dereceler silsilesine tâbidir:

    A – İdarî dereceler :
    1) Genel Direktörlük
    2) Bölge Başkanlığı
    3) Kaza beden terbiyesi teşkilâtı başkanlığı (kaymakam)
    4) Nahiye beden terbiyesi teşkilâtı başkanlığı (Nahiye müdürü)
    5) Köy beden terbiyesi teşkilâtı başkanlığı (belediye başkanı veya muhtar)
    6) Kulüp ve grup başkanlığı

    B – Teknik dereceler :
    1) Federasyon heyetleri
    2) Ajanlıklar
    3) Kulüpler

    Madde 6 – Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü teşkilâtı dahilinde resmî ve şahsî bütün müracaatlar ve teklifler ve itirazlar yukarıki maddede yazılı dereceler silsilesi yolile yapılır ve emirler ve kararlar bu suretle verilir. Üstünden şikâyet halinde ve fevkalâde vaziyetlerde bir derece daha üst makama müracaat caizdir. İtiraz ve müracaat verilmiş olan karar ve emrin icrasını tehir etmez.


    Bitmedi…

    Burada keselim… Merak edenler “Resmî Gazete”nin internet sitesine girip 13 Nisan 1940 tarih, 4484 sayılı nüshada 85 sayfalık nizamnamenin tamanına erişebilirler.

    Bu arada…

    Yukarıdaki nizamnamenin Atatürk’ün ölümünden sonra yürürlüğe girmesinden cesaret alıp, hiç utanmadan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarına “Nazi” diyen kerameti kendinden menkul sporun “derin” tarihçilerine de kötü bir haberimiz var.

    29 Haziran 1938 tarihinde kabul edilen ve 16 Temmuz 1938 tarihinde, 3961 numaralı Resmî Gazete’de yayınlanan “Beden Terbiyesi Kanunu” da Fenerbahçe’nin tezini destekleyen, daha doğrusu bu teze yalanlarla saldıranları boşa çıkaran hükümler içeriyor. Bakalım mı?

    Beden Terbiyesi Kanunu

    Madde 1 – Yurddaşın fizik ve moral kabiliyetlerinin ulusal ve inkılâbcı amaçlara göre gelişimini sağlayan oyun, jimnastik ve spor faaliyetlerini sevk ve idare etmek maksadile Başvekâlete bağlı ve hükmî şahsiyeti haiz bir Beden terbiyesi genel direktörlüğü kurulmuştur.

    Madde 3 – Genel direktörlük arsıulusal spor temas ve münasebetlerinde merci olan resmî bir teşekküldür.

    Madde 5 – Beden terbiyesi Genel direktörlüğü merkezde bir genel direktör ile genel sekreterden, federasyonlar heyetlerinden ve teftiş, hesap, sağlık ve (saha ve tesisler) dairelerinden ve (neşriyat ve propaganda) ( muhaberat, muamelât ve arşiv), (sicil ve lisans) ve (müze ve kütüphane) şubelerinden teşekkül eder. Genel direktörlük lüzumu kadar yerli ve yabancı mütehassıs ile memur ve müstahdem kullanır.

    Madde 6 – Beden terbiyesi genel direktörü Başvekil tarafından intihab ve Cumhur Reisinin tasdiki ile tayin olunur. Genel direktör bu kanunun hükümleri dairesinde kurulan teşekküllerin mercii ve âmiri olup bu teşekküllerin çalışmalarından mes’uldür. Genel sekreter ile daire reisleri, federasyonlar başkanları ve şubeler müdürleri genel direktör tarafından intihab ve Başvekil tarafından tayin olunurlar. Diğer memurlar ve müstahdemler doğrudan doğruya genel direktör tarafından intihab ve tayin olunurlar.

    Madde 7 – Bir veya daha fazla spor nevileri, teknik ve idare bakımından birer federasyona bağlanır. Federasyonların adedi Beden terbiyesi genel direktörünün (istişare heyeti)nin de mütaleasını almak suretile yapacağı teklif üzerine Başvekil tarafından tesbit olunur.

    Demek ki Neymiş?

    İki cümle ile…

    1959 öncesi şampiyonluklar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmî ve ulusal organizasyonlarıdır!

    1959 öncesi şampiyonlukları inkar, cumhuriyeti inkardır!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu / Atatürk’ün Gördüğü Şampiyonlukları Yok Sayamazsınız

    #Fenerbahcenin28Şampiyonluğu