Etiket: Rıdvan Dilmen

  • Kaptanın Seyir Defteri I

    Kaptanın Seyir Defteri I

    Başından beri Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu ekibinde desteğini esirgemeyen kıymetli büyüğümüz Alp Eralp “el emeği göz nuru” bir arşivi, sezon sezon tuttuğu defterleri paylaşmamız için bize teslim etti! 1980’li yıllarında sonunda tutulan bu müthiş imza defteriyle seriye başlıyoruz. Huzurlarınızda: Kaptanın Seyir Defteri I

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İmza Defteri

    Kaptanın Seyir Defteri I – Alp Eralp

  • Osman Kavrakoğlu

    Osman Kavrakoğlu

    Aralık 1993 tarihli Birleşik Grup Aylık Bülteni’nde Fenerbahçe’nin efsane isimlerinden Osman Kavrakoğlu ile çok güzel bir röportaj yapılmış. Camianın bütününe, gruplara ve yönetimlere dair bazı tespitleri olağanüstü… Keyifle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bu ayki konuğumuz Osman Kavrakoğlu. Fenerbahçe Kulübü’ne sayısız hizmetler vermiş ve çeşitli görevlerde bulunmuş Kavrakoğlu ile evinde görüştük. Biz sorduk o cevapladı:

    Sayın Kavrakoğlu bizlere biraz kendinizden bahseder misiniz?

    Efendim, 1915’de Rize’de doğdum. Rize 1. Dünya Harbi’nde Rusya tarafından işgal edilince ailece İstanbul’a göç ettik ve Kadıköy’e yerleştik.

    Kadıköy Ortaokulu benim ilk ve orta öğrenimimi yaptığım yerdir… Sonra İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum.

    Kısa bir müddet avukatlık yaptıktan sonra politikaya atıldım ve Rize beni mebus seçti. 10 sene de Adnan Menderes döneminde mebusluk yaptım.

    Demokratların üyesiyken 1950 yılında reisimiz Şükrü Saraçoğlu idi. Sonra Şükrü Bey “Ben rahatsızlandım” deyip ayrıldı ve ben kendisinden sonra reis oldum. Uzun seneler yaklaşık 6 dönem bu reisliğim sürdü. En sonunda rahmetli Adnan Bey “Artık Devlet idaresine daha yaklaşmam lazım, Fenerbahçe’yi gençlere bırakalım!” dedi. Ben de başkanlıktan ayrıldım. Fakat dünyada ailemden sonra en çok Fenerbahçe ve Demokrat Parti’ye gönül vermişimdir. Tabiidir ki Fenerbahçe daha da eskidir ve halen de ayaktadır. Ailemizin bayram günleri Fenerbahçe’nin zafer günleridir.

    Aslında Fenerbahçe çocukluğumuzdan beri ruhumuza işlemiş; Fenerbahçe sevgisi ailenin içinde bir ikinci aile olmuştur ve biz bu ailenin bir ferdiyiz. Zaman zaman üzüntülü günlerimiz oldu kulüpte. İdarecilerin, teknik işlerin ve özellikle futbolun dışında kalması şarttır. O dönemde teknik sorumluluk da idarecilerin üzerindeydi. Kaptanlık ve Reisliği bir arada yaptık gibi olduk. Zaman zaman zorlandık.

    Bir ara büyük bir inkılap yaptık. Yepyeni bir kadro kurduk. Taraftarlar o zaman bu kadroya “küçük şeytanlar” adını koydu ve o “küçük şeytanlar” mükemmel şampiyon oldular, büyük neticeler aldılar. Hepsi milli oldular. Şimdi rahat günlerimiz. Aslında kar kış giderim bütün maçlara. Fakat gece maçları bana biraz zor geliyor. Tek zevkimiz Fenerbahçe’yi daha iyi görmek. Onun zaferleri bizim bayram günlerimiz oluyor.

    Osman Kavrakoğlu
    Osman Kavrakoğlu

    Başkanlık döneminizde Fenerbahçe için neler yaptınız?

    Bizim en büyük hizmetimiz stadyumun arsasının tapusunu Fenerbahçe’ye çıkartmamızdır. Maalesef daha sonra burası iyi bir parayla Beden Terbiyesine satıldı. Biz o tarihte hapisteydik, stad da elden çıktı. Bugün o stad elimizde olsaydı trilyonlar ederdi.

    Şimdi geçmişte olanlardan dolayı suçlama yapmayalım. O günün şartları içerisinde böyle olmuştur.

    Ayrıca Fenerbahçe içerisinde ciddi muhasebe sistemini ilk ben kurdum. Fenerbahçe tarihinde ayrıca ilk banka hesabı ve kulüp adına 3-5 kuruş banka hesabı bizim dönemimizde oldu. Daha iyi murakabe kurduk. Bizim yetişmemizde açık şeffaf bir idare anlayışı vardı ve uzun seneler devam etti bu.

    Fenerbahçe için kim bir şey yaparsa Allah razı olsun” derim. Seyircimizin muvaffakiyete ihtiyacı vardır. Temkinli davranmak gerekir. Transfer hataları yapıyorlar. Kulüp güzel bir kulüptü, büyük sempatizanı vardır. Yanlış oyuncular alınıyor. Benim aldığım futbolcular hep milli yıldız olmuştur. Kaleci Selahattin’i aldım. Turgay en büyüktü o zaman ve Selahattin onun yerine milli takıma girdi. Burhan -canavar adını koymuşlardı- santrfordu, milli takımda oynadı. Solaçık Abdullah Akgün öyle, Ahmet Erol öyle, bunlarla hatırladıkça övünürüz.

    Reislikten ayrıldıktan sonra da Fenerbahçe’yi bırakmadım. Bana Yassıada’dan döndükten sonra da reislik teklif ettiler. Ben de “Ben artık Fenerbahçe’ye taraftar olurum” dedim ve sporu yönetecekler gençler olmalı” dedim. Birçok kongreye riyaset ettim. Sonra Yüksek Divan Kurulu Başkanı seçtiler ve bu görevde yaşlanıp hastalık geçirinceye kadar kaldım.

    Fenerbahçe’den müspet bir intiba ile ayrılmak da önemlidir ve ben bunu sağladım. Fenerbahçe’nin tüm idarecileri taraftarları hepsi benim kardeşimdir. Tereddütsüz hepsini severim ve hepsi muvaffak olsun isterim… Bize ne zaman gelirlerse aklımızın elverdiğince yol göstermeye çalıştık, yardımcı olmaya çalıştık. Bu hem bizim tabiatımızın icabı, hem de zevkimiz oldu. Tabii insan için unutulmamak çok önemli. Hele bizim gibi 80’e yaklaşmış insanlar için hatırlanmak fevkalade bir olaydır.

    Kongreye yaklaştığımız bu günlerde biraz gruplar ve grupçuluk üzerine neler söyleyeceksiniz Sayın Kavrakoğlu?

    Aslında gruplar olmalı ama düşmanlık derecesine varan bir rekabet zararlıdır. Kongreye kadar gelirler ve kongreden sonra gelecek kongreye kadar herkesin kazananın arkasında olması gerekir. Türkiye’nin siyasi alanında da bu kötü bir gelenektir. Bir parti iktidara geliyor ve ertesi gün muhalefet başlıyor! Böyle 4 sene muhalefet olmaz. Seçim kampanyasında olur muhalefet, kritikler yapılır fakat seviyeli olmalıdır. Kulüpte böyle devamlı muhalefete karşıyım. Zaman zaman oyuncular bile ayartılmak istenmiştir. Grupların muhalefeti seçimden sonraya bırakılmalıdır.

    Aslında grup çalışmalarına girmek bizlerin konumundaki kişilere uygun değildir. Grup toplantılarının hiçbirine katılmam. Gönlüm hepsiyle birliktedir ve gönlüm ister ki hepsi el ele versin ve Fenerbahçe’yi iyi idare etsin.

    Aslında bu grup işini ben başlattım 1948’de. O zaman müessesan heyeti vardı. Biz bir harekete başladık. Bu heyetin faydalı tarafları da vardı, zararlı tarafları da var. Tabii eğitimliye yaklaşmıyorlar. Adeta bir ekol, adeta bir aristokrasi!… Mücadele ettik o zaman ben gençtim tabii, yeni yeni politikaya da hevesleniyordum. 1950’de ben seçimleri kazandım ve ondan sonra Fenerbahçe’de ben hiç seçim kaybetmedim!…

    Beşiktaş’ın, Galatasaray’ın kendi mülkleri var, bugün Galatasaray Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde oynuyor. Fenerbahçe nasıl çalışmalar yapmalı?

    Fenerbahçe bunların hepsinden öndeydi. Her alanda üstündük. Maalesef bu kongre rekabetleri Fenerbahçe’yi zaman zaman zafiyete düşürdü.

    Her şeyden evvel birlik beraberlik diye devamlı söylenen sözler gelenekte laftadır. Hedefte birlik beraberlik gerekir. Bu yılda gayret gösterilmelidir. Kıskançlıklarla, yolları tıkamakla bu işler olmaz. Barış içinde olunmalı ve ileriye çabuk adımlar atılmalıdır.

    Geçmiş yönetim çeşitli projeler geliştirmiş, ama hepsi askıda kalmış. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Casino hakkındaki görüşleriniz neler?

    Kulüpler menfaat sağlamak açısından çeşitli çarelere başvuruyorlar… Büyük kulüp de kumarhane açmıştır. Aslında orası bir sosyal kulüptür ve buna rağmen orada açılan kumarhaneyi biz benimsememişizdir. Kaldı ki Fenerbahçe’deki kumarhaneyi hiç hazmedemeyiz.

    Türkiye’de şöyle bir anormallik vardır. Dünyanın en önemli kumar merkezi Las Vegas’tır. Ondan sonra en çok sayıda kumarhaneye sahip şehir İstanbul olmuştur. Bu gücümüze gidiyor. Biz millet olarak haddimizi bilmiyoruz. Herkes mutlaka takatinin üstünde bir gayretle caka satma peşindedir ve bunun için de kolay kazanma yollarından biri olarak düşündükleri kumarı seçmektedirler. Aslında kumar kolay para kazanma değil tam tersi kolay para kaybetme yoludur. Bu bakımdan ben bunu Fenerbahçe’ye münasip görmedim. Zannederim ki zamanla arkadaşlar bunu tasfiye ederler.

    Bir politikacı olarak, kulübün politize edilmesi hakkında eleştiriler var. Bu eleştirilere yaklaşımınız nasıl?

    Şimdi bakın ben bunu size anlatayım. Ben de politikacıydım. Ama ilk önce Fenerbahçeli sonra politikacı oldum. Ben Fenerbahçeli olduğum için politikacı olmadım ya da politikada muvaffak olduğum için Fenerbahçeli olmadım. Politika kulüplere karıştırılmamalıdır. Bunlar milletin malıdır.

    Fenerbahçe’nin üyesi istediği her partiye rey verir ama Fenerbahçeliler onları bir arada tutan ortak noktadır, Benim devrimde Türkiye’nin en ünlü futbolcusu Zeki Sporel idi. Zeki Sporel’i ben Fenerbahçe’deki itibarıma değil, partideki itibarıma güvenerek Rize’ye gönderdim ve İstanbul’un yıldızı üstat Zeki Sporel’i Rize’den mebus yaptım. Yani bizler siyasi gücümüzü Fenerbahçe’den almayıp hatta Fenerbahçelileri siyasi güçten koruduğumuzu gösterir.

    Bu bakımdan politika ile kulüp katiyen karışmamalı ve her siyasi de objektif olarak muvaffak kulüplere yardımcı olmalıdır. Nitekim Başbakanımız Galatasaray’a yardımcı olmuştur ve iyi de olmuştur.

    Osman Kavrakoğlu
    Osman Kavrakoğlu

    Tanju ve Rıdvan hakkındaki görüşleriniz?

    Kulüpler ve yöneticiler zaruret olmadıkça hiçbir oyuncuya karşı olmazlar.

    Tanju Samsun’dan yetişmiş, Galatasaray’a gelmiş, ekolünde çok muvaffak olmuş mamafih Fenerbahçe Tanju’dan istediği randımanı alamamıştır.

    Rıdvan’a gelince talihsiz çocuk 10-12 kere ameliyat oldu ve efkar-ı umumiyeye mal olmuş bir sporcu olduğu için normal futbolcu statüsünden çıkıp “idareci futbolcu” oldu. İdareye karıştı! Tanrı büyük bir kabiliyeti zayıf bir bünyeye vermiş maalesef!

    Biçimli bir şekilde bu işe son verip, bir jübile ile Fenerbahçeli olarak bu işi noktalamalıdır. Tanju’ya bir şey demem ama Rıdvan eski futbolcu-yönetici olarak aramızda kalmalıdır.

    Transfer politikası için istikrarsız diyorlar. Bu konuda tecrübeli bir kişi olarak neler söyleyeceksiniz?

    Kavun karpuza ihtiyacınız var diyelim! Gidersiniz eğer satın alan işi biliyorsa iyisini, bilmiyorsa keleğini alır gelir. Yani usta bir göz ve seçici gereklidir. Kusurlu bulmuyorum da tecrübesiz buluyorum. Oyuncu seçmek hakikaten usta işidir ve bu işin piyasada çok simsarları vardır ve kulüpleri aldatırlar.

    Batıda öyle şeyler var ki; örneğin Federasyon, “Ancak milli futbolcu transferi yapılabilir” kaidesi koyunca, gittiler bir sürü içi geçmiş futbolcuyu 1-2 kere milli takımlarında 10-12 dakika oynatarak getirip bize sattılar. İşte Fenerbahçe tüm bunların üzerine çıkabilecek tecrübeli idarecileri de yetiştirmelidir. Onun için grupları usta idareci yetiştirmek yarışına sokmak gerekir. Ben gruptayım bu benim grubumda değil diye usta gözleri, yetenekli idarecileri düşürüp yerine sırf kendi grubunda diye başka fakat usta olmayan birini getirmek son derece yanlıştır. Fenerbahçe bu nedenle kaybediyor.

    Bu sene de transferi beğenmiyorum. Mesela Hotiç’te iş yoktu! Ayrıca Wagenhaus’u da hoca tutuyor ama performansı düşük. Nielsen ile Uche daha iyi gibiler, inşallah iyi olur. İdarecilerin hepsi Fenerbahçe sevgisi ile dolular ama bunun üzerine bu konuda da bir usta göz ve tecrübe gereklidir.

    Fenerbahçe başkanı ne gibi niteliklere sahip olmalıdır?

    Şimdi bu iş çok büyüdü ve yükseldi. Bizim zamanımızda biz bu işi parasız yapardık. Bizim sermayemizin en büyük kısmı Fenerbahçe’nin şöhretinden geliyordu. Buna bizler kendi şahsi nüfus ve kabiliyetimizi ekleyerek bir şeyler yaptık.

    Bugün yalnız Fenerbahçe’nin itibarı ve idarecinin şahsı dirayeti kâfi gelmiyor. Maddi kudret de şarttır. Bu nedenle öteden beri ben kulübün şirket haline getirilmesini istedim; Bir kooperatif şirketi olabilir, kar kasdi olmadan kongre üyeleri arasında hisse senedi satılabilir bir sermayemiz doğar.

    Kongreleri de sağdan soldan otomobille toplanan üyeler değil, aksiyonel gelir teşkil getirdikleri delegeler, idarenin daha iyi ve güzel yürümesi için akılların ve menfaatlerini de birleştirerek kullanırlar oylarını. Bu büyük mali portreye ihtiyaç gösteren dönemde yöneticilerin mali imkânlar içinde olmalarında da fayda var, bu nedenle diğer üyelerin bu adamlar kulüpten yemek için buradalar fikri egale edilmiş olur. Tabiidir ki sadece bu yeterli değildir. Başkanın sosyal hayattaki nüfus ve itibarı ve saygınlığı da bir o kadar önemlidir.

    Ayrıca idarecilik genelde çok bir zorlaştı. Bizim devrimizde taraftar ve sporcu rengi ve formasına ve kulübüne daha bir bağlıydı. Bugün şartlar çok değişti hayat da maddileşti. Bizim zamanımızda yapılan fedakârlıkları artık çocuklardan bekleyemeyiz. Günün şartlarına uymak durumundayız.

    Fenerbahçe yönetimine ve taraftarlarına mesajınız var mı?

    Takımımızı taraftarlarımız desteklesinler, kongreye kadar yönetime yardımcı olsunlar. Seçim zamanı kongreden önce nasıl partiler programlarını hazırlıyorsa, gruplar da o şekilde programlarını hazırlasınlar, hazırlık toplantılarında kongre üyelerine anlatmaktadırlar. Kim daha ikna edici ve üretici ise yönetime adilane o gelmelidir.

    Dergimizi nasıl buldunuz?

    Vallahi gayet güzel! Baskısı iyi, içeriği iyi. Eh mesajlarımızı da iletiyorsunuz. Pek memnun edici. Muvaffakiyetler diliyorum.

    Fenerbahçelilerin çoğunu üzen adeta kangren bir hale gelen 5 yıllık bekleme süresini nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Bu konuda ben çok gayret ettim ama maalesef muvaffak olamadım. Mutaassıp bir grup ısrarla bu 5 seneyi devam ettirdiler. Yanlış bir şey. Fenerbahçe sevilen bir teşekküldür. Takım en iyi durumda olmasa dahi, kulüp hala en iyi durumdadır. Kapıları açmak, yok taraftar üye, yok o üye, yok delege üye; Bunları kaldırmak lazımdır. Kapıları açıp üye kabulünde hiç endişe yoktur. Bilakis fayda vardır!

    Mutaassıp gruplar aman kimse girmesin, idare elimizden gitmesin diye bu 5. maddeyi değiştirmediler. Gerek Dernekler Kanununa, gerek tüzüğümüze uygun olan şartlar ile herkes Fenerbahçe’ye üye kaydedilebilmelidir. Yok, tesislerden faydalanma vb. gibi bir sürü saçmalıklara son verilmelidir. Ne demek efendim Fenerbahçe üyesi tesislerinden tabiidir ki faydalanır. Bunları bir takım tasniflerle ayırarak üyeler arasında fark ve sınıf gözetmenin hiçbir âlemi yoktur… Neden korkuluyor? Bu gereksizdir. Bunlar abestir!

    Bilhassa demokrasiye tam koştuğumuz bir devrede, Fenerbahçe gibi tüm Türkiye’ye mal olmuş bir müesseseye yok 5 sene bekleyeceksin, yok o yok bu gibi antidemokratik şartlar yakışmaz. Ayrıca Fenerbahçe’ye üye olan kişi mükellefiyet altına girmektedir. Bu mükellefiyete girmeye gönüllü olan kişiyi nasıl kapıdan dışarı bırakıyorsun zorluyorsun? Açalım kongreyi!

    Aslında tahdit etmek, üyeliği kanıksama da getiriyor. Hep aynı adamlar, aynı kafalar. Hem dedikodulara hem de verimliliğin azalmasına neden oluyor. Ben o zamanlar dediğim gibi bu maddenin kaldırılması için çok gayret sarf ettim. Madem milyonlarca taraftarımız var diye iftihar ediyoruz, neden isteyenlere imkân vermiyoruz? Sonra üyeliklerde son derece çirkinlikler de var. Ölenlerin yerine başkaları yazılmış, benim büyük kulüpten arkadaşlarım var. Makbuzlarını aldım kendilerinden bir de baktım ki onların yerine başkaları çıktı kayıtlardan!

    Birleşik Grup 5 yıllık süre ile ilgili detaylı çalışmalar yaptı. Son toplantımız da ise konuya Prof. Burcuoğlu güzel bir yorum getirdi. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

    Grupçular var, ben bunlarla çok uğraştım. Divan Başkanlığı sırasında ben açalım kapıları her gelen bizdendir dedim. Varsın kongremiz kalabalık olsun, daha iyi rekabet iyi olur, çalışmalar iyi olur, daha iyi adamlar gelir. Bu konuya kendimi adamış biriyim. Bu işe varım. Eğer Birleşik Grup bunu başarırsa çok büyük ve önemli bir iş yapılmış olur.

    Unutamadığınız bir hatıranızı anlatabilir misiniz?

    Pek çok hatıramız var. Birini anlatayım; Ankara’da işlerimizin çokluğu nedeniyle biz Galatasaray maçına gidemedik. Kupanın final maçıydı bu, çift maç oynanırdı o zaman. Fenerbahçe 1-0 kaybetti. Basın ve Galatasaraylılar bu olayı şişirdiler! Aman efendim ağları deldik vb. gibi. Hiçbir şut ağları delemez! Bir kere bu prensip.

    Ben çok üzüldüm tabii. Biz çok kuvvetliydik o zaman Galatasaray’ı rahat yenebilirdik. Hayret ettim bu olaya. Bir hafta sonraki maça geldim. Çocuklara maç öncesi son antrenmanlarında lüzumsuz yenildiğimizi, söyledikten sonra; Ben şimdi sizi 11 kardeş olarak sahaya çıkarıyorum. Öyle bir birlik kuracak, öyle bir kollektivite göstereceksiniz ki hakiki kabiliyetiniz ortaya çıksın! Bunu da ayrıca bir beyanatla “Biz Galatasaray’ı yeneriz!” diye belirttim. Hakikaten maça gittik.

    Rahmetli Profesör Kazım Gürkan’a rastladık orada, “Yahu Osman aşırı bir beyanat verdin, bu Galatasaray-Fenerbahçe maçıdır” dedi. Ben de çocukları üstünlüklerini hissettirmek ve mücadeleye sevk etmek açısından bu faydalıdır, ayrıca biz kuvvetliyiz dedim. Nitekim harikulade bir maçla Galatasaray’ı 4-0 yendik! Böylece de “O ağları delen 1-O’lık mağlubiyetin cevabını verdik!”

    Sıcak sohbetinize ve konukseverliğinize tüm Fenerbahçeliler adına teşekkür ederiz.

  • Şampiyonluk Yüzüğü

    Şampiyonluk Yüzüğü

    1959 öncesi şampiyonluklar konusu, resmi makamlar nezdinde adeta rafa kalktı. Türkiye Futbol Federasyonu, arada sırada “Yakında açıklayacağız” diyor, fakat o yakın nasıl bir yakınsa, bir türlü vakti gelmiyor. Başvuran ve karşı çıkan kulüplerden de ses yok. Bununla beraber, biz konu hakkında araştırmalar yapmaya devam ediyoruz… Bu yazıda 28 şampiyonluğu kazanan 347 futbolcumuzun adı ilk kez bir arada listeleniyor. Yazımızın başlığı “Şampiyonluk Yüzüğü” oldu, çünkü bu zaferleri kazanan insanlara veya ailelerine birer zafer hatırası armağan etmenin, yaşayanlara sonsuz mutluluk vereceğini, vefat edenlerin ise ruhunu şâd edeceğini düşünüyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    28 Şampiyonluk

    Fenerbahçe’nin 28 Türkiye Şampiyonluğu’nu sitemizde tek tek incelemiştik. Aşağıdaki listede okuyacağınız isimleri, kazanılan şampiyonluklara göre ayırdık.

    7 kere şampiyonluk kazanan 2,
    6 kere şampiyonluk kazanan 3,
    5 kere şampiyonluk kazanan 11,
    4 kere şampiyonluk kazanan 17,
    3 kere şampiyonluk kazanan 41,
    2 kere şampiyonluk kazanan 77,
    1 kere şampiyonluk kazanan 196 futbolcumuz var. Lafı fazla uzatmadan listemize geçelim…


    7 Şampiyonluk Kazananlar

    Esat Kaner

    Naci Bastoncu


    6 Şampiyonluk Kazananlar

    Cihat Arman

    Fikret Arıcan

    Fikret Kırcan


    5 Şampiyonluk Kazananlar

    Halit Deringör

    Lebip Elmas

    Melih Kotanca

    Murat Alyüz

    Müzdat Yetkiner

    Ömer Boncuk

    Selçuk Şahin

    Semih Şentürk

    Şeref Has

    Volkan Demirel

    Ziya Şengül


    4 Şampiyonluk Kazananlar

    Ali Rıza Tansı

    Alpaslan Eratlı

    Can Bartu

    Fazıl Arzık

    Hüseyin Yazıcı

    İbrahim İskeçe

    Lefter Küçükandonyadis

    Mehmet Reşat Nayır

    Ogün Altıparmak

    Osman Göktan

    Rüştü Reçber

    Selahattin Torkal

    Serkan Acar

    Şükrü Birand

    Yavuz Şimşek

    Yılmaz Şen

    Yüksel Gündüz


    3 Şampiyonluk Kazananlar

    Alex de Souza

    Ali Filibeli

    Atilla Altaş

    Birol Pekel

    Cem Pamiroğlu

    Cemil Turan

    Cevat Sayit

    Ercan Aktuna

    Ergun Öztuna

    Erol Keskin

    Fuat Saner

    Halil Köksalan

    Hazım Canıtez

    Hüsamettin Böke

    İsmail Kurt

    Kemal Aslan

    Marco Aurelio

    Mehmet Yozgatlı

    Mustafa Güven

    Muzaffer Çizer

    Müjdat Yetkiner

    Nedim Doğan

    Niyazi Gülseven

    Niyazi Sel

    Nuri Pekesen

    Onur Kayador

    Orhan Canpolat

    Önder Çakar

    Özcan Köksoy

    Özer Kanra

    Rebii Erkal

    Samim Var

    Sedat Karaoğlu

    Selim Soydan

    Serhat Akın

    Şaban Topkanlı

    Şevket Demirtepe

    Tuncay Şanlı

    Ümit Özat

    Yaşar Alpaslan

    Yorgo Angelidis


    2 Şampiyonluk Kazananlar

    Abdullah Çevrim

    Adil Eriç

    Adnan Tuncay

    Ahmet Erol

    Akgün Kaçmaz

    Ali Güneş

    Ali İhsan Okçuoğlu

    Arif Kocabıyık

    Avni Kalkavan

    Aydın Bakanoğlu

    Aydın Çelik

    Aydın Yelken

    Aykut Kocaman

    Basri Dirimlili

    Bekir İrtegün

    Bülent Büyükyüksel

    Caner Erkin

    Cristian Baroni

    Deniz Barış

    Diego Lugano

    Emin İlhan

    Emre Belözoğlu

    Ender Konca

    Engin Verel

    Erdoğan Arıca

    Ersoy Sandalcı

    Fabio Luciano

    Fatih Akyel

    Gökhan Gönül

    Halil Özyazıcı

    Hasan Özdemir

    Hayati Öney

    Ilie Datcu

    İsmail Alemdaroğlu

    İsmail Kartal

    Joseph Yobo

    Kemal Atakul

    Levent Engineri

    Mahmut Hanefi Erdoğdu

    Marcio Nobre

    Mehmet Topuz

    Mert Günok

    Murat Hacıoğlu

    Mustafa Kaplakaslan

    Muzaffer Ateşçi

    Naci Erdem

    Namık Erbay

    Necdet Çoruh

    Necdet Dalay

    Nedim Günar

    Numan Okumuş

    Numan Uzun

    Nurettin Yıldız

    Oğuz Çetin

    Olcan Adın

    Orhan Menemencioğlu

    Osman Arpacıoğlu

    Önder Mustafaoğlu

    Önder Turacı

    Özcan Arkoç

    Pierre Van Hooijdonk

    Rıfkı Pekşen

    Sabri Kiraz

    Selahattin Karasu

    Selçuk Yula

    Serkan Balcı

    Servet Çetin

    Süleyman Tekil

    Şenol Birol

    Şenol Çorlu

    Şeref Benibol

    Şükrü Ersoy

    Uche Okechukwu

    Yaşar Duran

    Yaşar Mumcuoğlu

    Yusuf Şimşek

    Zafer Göncüler


    1 Şampiyonluk Kazananlar

    Abdullah Ercan

    Abdullah Sakallı

    Abdülkerim Durmaz

    Ahmet Habiboğlu

    Ali Elgin

    Ali Nail Durmuş

    Alper Akıcı

    Alper Potuk

    Andre Santos

    Argun Nemli

    Aygün Taşkıran

    Bahri Kaya

    Bahtiyar Yorulmaz

    Basri Taşkavak

    Bedii Yazıcı

    Bilal Şar

    Birol Altın

    Bruno Alves

    Burhan Sargın

    Bülent Tanyeri

    Bülent Uygun

    Cahit Zeren

    Can Arat

    Celil Sağır

    Cemal Şıkak

    Cemal Uludağ

    Cemal Uzkes

    Colin Kazım Richards

    Coşkun Demirbakan

    Çetin Aktulgalı

    Dalian Atkinson

    Daniel Guiza

    Deivid de Souza

    Dirk Kuyt

    Durmuş Çolak

    Dusan Pesic

    Edu Dracena

    Egemen Korkmaz

    Elvir Baljic

    Elvir Boliç

    Emmanuel Emenike

    Emre Aşık

    Engin İpekoğlu

    Erdal Kocaçimen

    Erdi Demir

    Erdinç Sandalcı

    Ergin Parlar

    Erhan Albayrak

    Erhan Uyaroğlu

    Erol Bulut

    Eyüp Odabaşı

    Fabiano Lima

    Fabio Bilica

    Fahruddin Zeynelovic

    Faruk Hızer

    Feyyaz Uçar

    Fuat Güngör

    Füruzan Şansal

    Gökay İravul

    Gökhan Ünal

    Günaydın Özyurt

    Güngör Tekin

    Güray Erdener

    Hadi Tarlan

    Haim Revivo

    Hakan Bayraktar

    Hakan Tecimer

    Hakkı Pavli

    Halil İbrahim Kara

    Halil İbrahim Poçar

    Hasan Ali Kaldırım

    Hasan Vezir

    Hasan Yıldızeli

    Hilmi Ardağ

    Hilmi Atakul

    Hilmi Kiremitçi

    Hüseyin Çakıroğlu

    Ion Nunweiller

    Issiar Dia

    Ivailo Petkov

    İbrahim Aydın

    İbrahim Ejder

    İhsan Kavak

    İlhan Eker

    İlker Yağcıoğlu

    İlyas Tüfekçi

    İrfan Denever

    İsmail Güldüren

    İsmail Kurşun

    İsmet Saral

    Jes Högh

    John Moshoeu

    Kadri Aytaç

    Kamil Ekin

    Kamil Güvenal

    Kemalettin Şentürk

    Kennet Andersson

    Kerim Zengin

    Konur Alp Mutlu

    Lütfi Boyer

    Mahmut Aydın

    Mamadou Niang

    Mateja Kezman

    Mehmet Ali Has

    Mehmet Hacıoğlu

    Mehmet Topal

    Mert Meriç

    Michal Kadlec

    Milan Rapajic

    Miroslav Stoch

    Moussa Sow

    Muammer Oraman

    Muhammed Akarslan

    Muhammed İbrahimbegoviç

    Mustafa Arabacıbaşı

    Mustafa Doğan

    Mustafa Özer

    Naci Sarıtaş

    Naim Şukal

    Naki Kinezoğlu

    Nazım Kayar

    Necdet Erdem

    Nezihi Tosuncuk

    Nikola Lazetic

    Nikolas Anelka

    Niyazi Tamakan

    Nusret Özmengü

    Nüzhet

    Ogün Temizkanoğlu

    Oğuz Dağlaroğlu

    Okan Alkan

    Orhan Kapucu

    Osman Denizci

    Ömer Karabacak

    Özcan Kızıltan

    Özer Hurmacı

    Pierre Webo

    Radmilo Ivancevic

    Radomir Antic

    Rafet Atamer

    Rasih Minkari

    Raşit Karasu

    Raul Meireles

    Recep Biler

    Recep Nurcan

    Recep Ölmez

    Rıdvan Dilmen

    Robert Enke

    Sadi Çoban

    Safa Özyurt

    Saffet Akbaş

    Salih Uçan

    Samuel Holmen

    Samuel Johnson

    Sedat Bayur

    Selçuk Hergül

    Semih Arıcan

    Seracettin Kırklar

    Serdar Kesimal

    Serdar Kulbilge

    Serdar Şenkaya

    Sergiy Rebrov

    Serkan Özsoy

    Serkan Reçber

    Sertaç Olcayto

    Srebrenko Repçiç

    Stephen Appiah

    Stjepan Tomas

    Süleyman Köprülü

    Şenol Ustaömer

    Şevki Şenlen

    Tacettin Ergürsel

    Taci Ece

    Tarık Daşgün

    Tayfun Korkut

    Taygun Erdem

    Timuçin Çuğ

    Toni Schumacher

    Tuğrul Duru

    Tuna Güneysu

    Tuncay Becedek

    Turan Akra

    Turan Sofuoğlu

    Turgay Aksu

    Tümer Metin

    Uğur Boral

    Yakup Kordal

    Yaşar Yalçınpınar

    Yenal Kaçıra

    Yıldırım İper

    Zafer Dinçer

    Zeki Rıza Sporel

    Zeki Temizler

    Zihni Kanmaz

    Ziya Atamer

    Zoran Mirkoviç

  • Dededen ve Babadan Fanatik

    Dededen ve Babadan Fanatik

    Artık Fenerbahçe tribün tarihini de yazmaya başlıyoruz. Daha doğrusu yazılmazına vesile olmaya… İlk konuğumuz gençlikten orta yaş kuşaklarına doğru giden bir arkadaşımız : Dededen ve babadan fanatik, kongre üyesi Can Turgut.

    Sözü uzatmayalım. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Vazgeçilmez klasiklerden başlayalım. Nasıl Fenerbahçeli oldun? Gittiğin ilk maç hangisi? Hatırda kalan “sence” mühim detaylarıyla tabii.

    Röportaja “klasik” bir cevapla başlayacağım. Dededen ve babadan fanatik Fenerbahçeli olarak doğunca bana başka bir şans kalmıyordu.

    İlk hatırladığım maç Toni Schumacher’in İnönü’deki jübilesi. Babamla Yeni Açık’a gitmiştik, Atletico Madrid’le 3-3 berabere bitmişti ve hatta elektrikler kesilmişti. Bileti hala durur. Maça gitmenin keyfi kanıma öyle girdi.

    Babam (Ayhan Turgut) beni evde sarı-lacivert giydirirdi. Hatta 6 yaşımda çektirdiğimiz fotoğraflardan birini de sırtıma dövme yaptırdım.

    Daha sonra Uche’nin 90’da attığı Beşiktaş maçı da ilk ağladığım maç olarak kayıtlara geçirirsek, bir canavarın doğumunu resmileştirebiliriz bu dönem.

    Bu cevaptan sonra bir zaman atlaması yapmak farz oldu. Rahmetli babanın en az senin kadar renkli biri olduğunu biliyorum. Biraz anlatır mısın, mesleğini ve muhakkak duyduğun bir-iki enteresan hikayesini? Bir de dede faktörü varmış ki onu ben de bilmiyordum. Kim bilir onda da ne cevherler vardır?

    Babam film yapımcısıydı, Beyoğlu’nda yazıhanesi vardı. Öyle çok ahım şahım işlerle haşır neşir değildi ama, o dünyadandı. Gerçi son dönemlerinde Emrah ve Hülya Avşar’ın çoğu işinde vardı. Ben çocukken ananemin evinde Ali Avaz’ın “Alaman Avrat Kırk Bin Mark” filminin çekildiğini hatırlıyorum. Bir de klipte oynamıştım, Nilüfer Örer diye bir kızın “Şımarık” şarkısı. :)

    Film dünyasında gece gündüz kavramı olmadığı için, babamla geçirilen vakitte maça gitmek çok değerliydi. 2001 şampiyonluğu sonrası bayrağı arabaya asıp havaalanına gitmiştik, yolda da Galatasaray takım otobüsü denk gelmişti. Fatih Akyel ve Okan’la falan bayağı bir el kol, küfürleşmeler derken… “Kaptan orta kapı” deyip cama vuruyordu daha sonra bizde oynayacak kişi. Güzel anı : )

    Her deplasman öncesi “Oğlum gitme” deyip, arkadaşlarının yanında bizimki de hafta sonu Samsun’daydı diye övünen babalardan :)

    Dedem (Ulvi Turgut) eski ağır ceza hakimi. Pandemiden önce vefat etti. 90 küsür yaşında hala bizle şarap içiyordu : ) Bayramlaşmalarda hep kendisine aldığım sarı lacivert kravatı takardı. Mekanı cennet olsun.

    İkisi de nur içinde yatsın… Biraz da tahsil zamanlarından  bahsedelim. 1985 doğumlusun. Şöyle bir ilkokuldan üniversiteye doğru bakınca, sen de “30 kişiden 20’si Fenerbahçeliydi” dönemlerine yetiştin, diyebiliriz. Biraz anlatır mısın okul durumlarını?

    Teşekkürler… İlkokul Şair Nedim, ortaokul ve lise Cağaloğlu Anadolu.

    Çocuklukta en fazla şampiyon olan takım biz olduğumuz için zaten sayıca üstünlük çok normal bir şeydi. Mesela ben Beşiktaşlı’yla girdiğim bir laf dalaşı hatırlamam hiç. Burdan da aslında “Ne kupa büyüklüğü ne şampiyonluk” sözünün tersine daha çok inandığımı belirtmek isterim.

    Cağaloğlu ise gerçekten Fener’in kalesi durumundaydı. Hep hızlı tribüncüler yetiştirmiştir. 6-0’lık maça İstanbul Erkek’le birleşip kortej halinde yokuştan bağıra çağıra inmiş, vapurun üst katını kapatmıştık : )

    Rahmetli İslam Çupi’nin o sözü, o şekilde kullanılması için söylemediği çok açık. Büyük ihtimalle sana hak verirdi. :) Giden şampiyonluklardan başlayalım o zaman. Denizli maçı denince aklına ne geliyor?

    Deplasman tribünündeydim. Aslında İstanbul’dan elinde Denizli tarafı bileti olan bir tayfa olarak yola çıkmıştık ama son dakika ben bizim tribüne bilet bulunca sattım bizimkileri : )

    Gerçi ondan önce yine Denizli’de şampiyonluğu kazandığımız maçta da vardım, dolayısıyla uğurlu geleceğini düşünüyorduk şehrin. Maalesef olmadı, golü de yedikten sonra Denizli tribünündeki Galatasaraylılarla cebelleşerek sinir krizleri altında bitirdik maçı. Bilet politikasındaki adaletsizlikten iyi tribün de yoktu.

    Dönüş yolu azap olmuştu, hatta o sırada askerde olan bir arkadaşım arayıp neden koltukları kırıp maçı iptal ettirmiyorsunuz diye veryansın etmişti : )

    Tarihin en haklı ama imkansız veryansınlarından biri olabilir :) Uğurlu şehir demişken, sözlü tarih derslerinde kullanılabilecek bir Kayseri röportajın var malûm. Şöyle bir yurt içi deplasman sıralaması rica etsek, iyiden kötüye doğru. 

    Sami Yen ve İnönü’leri kategori dışı bırakırsak, pek tabii ki Trabzon uzak ara birinci sıradadır. Polisler tarafından tribün dışına taşınırken gazetede fotomun olması sebebiyle de anısı vardır : )

    Hem günübirlik olması hem rakip tribünün sağlamlığı açısından, Bursa her zaman temiz ve net deplasman olmuştur. Hafta içi kupa maçları dahil kaçırılması abestir.

    Üçüncü sıra için İzmir ve Rize kapışır.

    Maça gitmeyip sadece Kordon, Alsancak takılsak aslında nefis ama o iğrenç devasa statta tribün yapmak puan kırıyor.

    Rize sanki daha bir 3. sıra adayı… Hiç saymasam 6-7 kere gitmişimdir. Her seferinde hafta sonluk; hep başka bir tarafını keşfetme, tribün ahalisinin de kalabalık geldiği şehirlerden olunca vakit su gibi akıyor. Faili meçhul silahlı saldırı sırasında da çok yakınındaydık takım otobüsünün, umarız devran dönünce bir şeyler açığa çıkar.

    Son dönemlerde eski tadı olmasa da, Ankara 19 Mayıs da hep iyi deplasman yaptığımız stat olmuştur. Oradaki dostlarımızın varlığı yeter de artar zaten.

    Bütün şehirleri yazıp sıkıcı hale getirmek istemiyorum.

    Sakarya-Kocaeli aynı kasa her gittiğimizde arşivlik videolar çıkarttık Fener tribünü olarak.

    Antalya’ya her sene gideriz, en az 4 farklı stadında maç izlemişimdir şehrin. İlginç bir istatistik, 7 Mehmet’te yemek yemeye gidilir sırf zaten. Türkiye’nin en iyi restoranı demişti Vedat Milör, katılıyorum.

    Gırtlaktan açtık madem, Antep’i ekleyip bitirelim. sabah erkenden şehre inip beyrana koşuş, eski stadyum zamanı maç saati dev bir izdiham ki bir maç girememiştik, LİG TV röportaj yapmıştı karakolda bizimle. Karakol amiri şikayet için gittiğimizde “Nerden bileyim ben sizin maça girmediğinizi?” demişti maç oynandığı esnada. Şebelek!

    Bir çırpıda sayabildiklerim bunlar, vilayet kusacağım.

    Dededen ve Babadan Fanatik

    Adeta bir valinin seyir defteri :) Yurtiçinden bahsetmişken beynelmilel deplasmanları saymamak olmaz. Tadı damakta kalan, “Bu ne güzel deplase olmaktır” dedirten uluslararası temaslar hangileri?

    Sonu kötü ama gidişi ve şehri istila edişimizle Benfica deplasmanını 1 numaraya koyarım. 2 gün boyunca liman kafelerinde oturup tezahürat etmiştik. Tabii Euro 2 civarıydı iç içebildiğin kadar : )

    İkinci sıraya Bükreş’e 3 otobüsle gittiğimiz deplasmanı koyarız. Hem yeni dönemde otobüsle yurt dışı daha önce yapılmamış bir şeydi, hem de çekirdek kadroyla otobüs içi makaraların üst düzey olduğu bir yolculuktu. Tribünde meşaleyle beraber maçı da almıştık.

    Üçe herhangi bir Hollanda deplasmanını koyabiliriz… Hadi en kalabalık olan Ajax’ı seçelim. Meydanda atlarla çatışma çıkmıştı : )) Tribünün baca gibi tüttüğü şiirsel bir orkestraydı. Vondelpark’ı Yıldız Parkımız yapmıştık adeta.

    Ben tabii ki kendi gittiklerimden yola çıkıyorum; yoksa bir başkası Marsilya’yı da anlatır Prag’ı da.

    Spesifik garip deplasman olarak Moldova Sheriff Tiraspol’u ekleyebilirim, Transdinyeper özerk bölgesine geçmiştik. Ülkeception! Tanımlanamayan çeşitli para birimleri cepte maç sırasında büfeden bira alma keyfi.

    Son olarak, Eurolig Final 4’ların hepsinde vardık, Madrid daha bi eğlenceliydi sanırım kalabalıklık ve meydan performansı açısından : “Var bir hayalim herkes dinlesin..” 

    Dededen ve Babadan Fanatik

    Tribüne gitmeye 2000’lerden önce başlayan insanların, bu tarih sonrasında kendilerini gittikçe daralan bir alanda buldukları tartışılmaz bir gerçek. Bu anlamda gidilen her yurt dışı deplasmanı, o “özlenen” özgürlüğü insanlara yeniden tattırıyor olsa gerek. Her fırsatta YouTube’da nostalji videolarına daldığımız bu pandemi döneminde şöyle bir geçmişten bugüne bakınca taraftarın tribünde “iyi ki artık yok” veya “keşke bugün de olsa…” dediği neler var?

    Valla maça 10 saat evvel girmemek iyi ki artık yok : ) Tabi dönem ve yaş gereği zevkli olsa da, bir gece önceden bilete sabahlamak iyi ki yok.

    Bugün de olsa dediklerimiz artık 6222’ye giriyor, en son meşaleyi Anderlecht deplasmanında yakmıştık çok özlediğimizi fark ettik.

    Kadıköy’deki Galatasaray maçlarında rakip oyuncuyu daha maç öncesi ısınmada bezdirmeyi özledim.

    Büyüklerimizin Telegol, bizim TSYD baskını gibi spontane eylemleri özledim.

    Hayat gibi tribün pratikleri de değişiyor, evriliyor. Uyum sağlayıp keyif almaya ve destek olmaya devam edeceğiz.

    Spontane eylemlerin Fenerbahçe taraftarının hayatında önemli yer kapladığı dönem, hayli yakın bir geçmişte. Caferağa, Burhan Felek, Abdi İpekçi gibi spor salonları da bunlardan nasibini bolca almıştı. Bu salonları (ve çevresindeki kayıntı  mekanlarını) özlüyor muyuz biraz? Yeni salonlar iyi hoş da mekanik bir tadı mı var? Yönlendirmeli gibi soru oldu ama…

    Yok deyip yönlenmiyormuşum bilerek :))

    Ya İpekçi deyince Safa Meyhanesi geliyor akla, ama biz o dönem genelde otoparkta bira, votka takılıyorduk.

    Burhan Felek öncesi o cadde üstündeki Turanlar Balıkçısı’nı mesken bellemiştik beraber. Pirana gibi bir dönem kullandık sonra mendil gibi kenara attık sanki; adamlara uğramıyoruz artık. Ayıp bize.

    Caferağa sosislisi demezsek sanki sinkaf edeceklermiş bizi (editörün yumuşatması) hissine kapıldım ama yine demeyeceğim. Ben o salona “Terleyerek kilo verilir”i deneyimlemek için gidiyordum.

    Yeni salonlara pek ayak uyduramadık dürüst olmak gerekirse… Ataşehir’e tek tük gittik tiyatro atmosferinden dolayı. Cevap evet, çok mekanik : ) Yönlendim.

    Caferağa sosislisinin imtiyaz sahipleri sonrasında diğer salonlara da geldiler ama demek ki olay mekanmış. Yeri gelmişken Kadıköy’ün İstanbul beyefendisi kazı Rodi’yi rahmetle yad edip, aynı isimli kısa ömürlü mekanı da anmış olalım. Bu cevap, bir başka soruya orta açmış olsun. Stadyum çevresinde maç öncesinde zaman geçirme ritüellerinden bahsedelim biraz. Sizinkiler nelerdi? Halkımız merak ediyor desek biraz mübalağa olur ama tarihe not hep bunlar, değeri sonradan anlaşılacak :)

    Üniversiteye girdiğimiz zamanlar, forumdan Unifeb’e üye olmuştum gruba girme motivasyonuyla. Dediler ilk maç, fasılda buluşacağız. Ulan cumartesi öğlen saat 1, ne fasılı dedim neyse gittik : ) Mekanın adıymış. Bir 9-10 senemizi rahat vermişizdir.

    Genelde kalabalık ortam, bitmeyen biralar ve hep bir beste yapma içgüdüsüyle şimdiye dek sürdürdüğümüz dostlukların ilk yeriydi. Özeldir bizim için.

    Daha sonraları değiştirdiğimiz mekanlar oldu. Maçın önemine ve saatine göre içki tercihleri değişti. Nazlı’nın arka sokaklarına maalesef uzun yıllar teşaşür eyledik (editörün tebdili), yöre halkından özür diliyoruz.

    Maç öncesi ne yaparsak yapalım, bira kesinlikle soğuk olacak, o gündeme özel bir slogan veya melodi dillerde olacak.

    Bunların dışında benim şahsi olarak maça karşıdan gelen biri olarak, ille de vapur sevdam vardır. Metrobüs dislike.

    Dededen ve Babadan Fanatik

    Bir kez daha 1990’lara dönelim. Herkesin sorulmadan anlattığı bir safahat vardır : “Şu tribünde başladım, şuraya geçtim” ya da “Ben hep şuradaydım” diye… TRT tarzı soru : Stadyum inşaatından önce ve sonra Can Turgut’un yolculuğu hangi tribünlere oldu? En çok hangisini sevdi? Hangisini pek de özlemiyor?

    Can Turgut’un yolculuğu babasıyla beraber Numaralı’da başladı, ama gözümüz hep maratondaydı.

    Babadan kurtulup lisede birkaç arkadaşla maratona gitmeye başladık, fakat son dönemlerine denk geldik ve üniversiteyle beraber uzun yıllar Lise Açık’ta Unifeb çatısı altında konuşlandık.

    Sonra ikinci ve bu sefer daha aktif bir maratonun köşesi dönemi. Tribünsel muhalefeti de körüklediğimiz, herkesin birbirini tanıyıp sevdiği B blok. Those were the days!

    Son birkaç senedir, Fenerium üstteyiz, eskisi kadar tad alamasak da ayaklarımız geri geri gitmiyor hala.

    Tribünlerin yönetim yüzünden bomboş olduğu, keyfekeder uygulamaların yapıldığı dönemi hiç mi hiç özlemiyoruz. İyi direnç göstersek de ne gerek vardı yani? Gençlik enerjimizi böyle bir saçmalıkla mücadele ederek geçti. Neyse güzele dönelim.

    Dededen ve Babadan Fanatik

    Tribün tarihini yazmaya çalışırken tribün gruplarını irdelememek olmaz. Kurulduğundan bugüne bir ÜNİFEB değerlendirmesini başından beri bir şekilde içinde olan birinden istememek de öyle… Bir gün kendisi iken, ertesi gün mezunları olan üyeleri, uzaktan bakılınca “geldiler” dedirten t-shirtleri ve bir dönem meşhur bayrakları ile biraz da ÜNİFEB’den konuşalım. Biz derken, sen konuş, biz dinleyelim ve ikinci soruyu da ekleyelim. Şöyle geçmişe bir bakınca, tribün için son 25 senenin “en uzun süren mutlu günleri” hangileridir sence?

    Aslında sorunun muhatabı ben mi olmalıyım emin değilim Unifeb konusunda, çünkü dernek işlerine hep mesafeli yaklaştım adımımı attığımdan beri.

    Arkadaş grubu özelinde Fener’i desteklemek daha romantik, daha özgür ve daha şatafata meyilli geldi.

    Ha 2. jenerasyon olarak girdik, şimdi en yakın dostlarımızı, abilerimizi ve kardeşlerimizi Unifeb’in kuruluşuna borçluyuz. 18 yaşındayken, o bayraklarla oluşturdukları havadan etkilenip girmiştik.

    Şimdiki 18 yaşında gençler için maalesef tribün görselliği konusu eksik kalıyor. İlgiyi tribünden başka yere kaydırıcı çok fazla şey var ülkede ve dünyada.

    Unifeb’in Fenerbahçe tribününe kattıklarını dışardan birilerinin anlatması daha keyifli olabilir bu arada, ben de sizi yönlendireyim : )

    En uzun süren mutlu günler, tribünün sağlamlığıysa konu 90’ların ikinci yarısından 2000’lerin ilk yarısına kadarki Fenerbahçe tribünü iç saha, görsellik, çoğulluk, derbi deplasmanlarındaki üst düzey motivasyon bence Türk tribünlerinde zirveydi.

    Son dönem en fazla birlik bütünlük gösterdiğimiz dönemse, bahsetmeden geçilemeyecek 3 Temmuz’daki sokak mücadelesi dönemidir. Selam olsun herkese.

    Dededen ve Babadan Fanatik

    3 Temmuz tam yerine rast geldi, manzara koyalım :) Şöyle bir her anlatışta tebessüm ettiren anılar demeti alabilir miyiz? Gerçekten de sokak hallerinin kitabı yazılması gereken şenlikli zamanlardı.

    Valla tebessümlük anı olarak da bakabiliriz, İstiklal Caddesi’nde yapılan gövde gösterisinin bitişine doğru polis cebimizde limon buldu diye gözaltına alınmıştık : ) Dışarda arkadaşlarımız Fener diye bağırarak destek oluyorlardı. Duygusala geçiş.

    Beşiktaş DGM’de geçirdiğimiz saatler çok özeldi. Sagopa’nın son şarkısına verdiği isim gibi tam “saldırground” günlerdi. Bir gece Çağlayan’da dava sonucunu bekliyoruz, neyse hurra murra gaza boğuldu her yer. Ekip canını ezilmekten kurtarmış, tekrar toplandık bi baktık herkesin bira elinde haha kimse atmamış, namusu gibi korumuş : ) Doğru tabi, ziyan.

    TSYD lokaline yaptığımız baskın da güzeldi, sahte rezervasyonlarla en az 50 kişi gidip şeklimizi koymuştuk. Hesapları önden ödemiştik gaspçı demesinler diye.

    Son olarak bir sabaha karşı da TFF binasının önüne viledalar, deterjanlarla gidip temizlik yapmıştık pissiniz hesabı, sonra da ligden düşürün pankartı açmıştık : )) 

    Konulan eylemlerin hemen hepsinde bir sanat kokusu, emeği var :) Demişken, biraz da başka bir tutkudan konuşalım. Bir sinefil olarak, pandemide YouTube’du, platformlardı, online gösterimlerdi derken, kendimizi “Evde Sanat” gibi bir sürekli etkinlik içinde bulduk. Sizde durumlar nasıl gidiyor, 14-15 saatlik ekran sürelerine de bakacak olursak :)

    Evet, geçen telefon bildirim gönderdi gün içinde 15 saat telefonu kullanmışım aktif olarak. Laf soktu galiba?

    Ofise artık gitmiyoruz, alıştık ve artık gideceğimi de sanmıyorum. Borsacıyım, bütün gün masada ekran başındayım zaten. Sadece boş zamanlarda değil, gün içinde arka fonda da hep bir şeyler açık. İçerik manyağı olduk çıktık gerçekten, devamlı bi’ film-dizi listesi hazırlıyorum, hepsi de hemen tüketilmiyor tabi. Birikiyor da birikiyor. Neyse illa vakti gelir. 

    En güzel neyi tükettin dersen; kıyıda köşede kalmış Türk filmlerini bitirdim. Kurtlar Vadisi’nin bir tur daha üzerinden geçtim. Poyraz Karayel izlememiştim, güzeldi. Line of Duty ve Gangs of London da yabancı dizi önerisi olsun.

    Salonda sinema izlemeyi çok özledim. Tam kapanmalar öncesi Tenet’e gittiydik de hayal kırıklığı oldu film.

    Online festival işiyse hiç olmadı, ruhuna aykırı bir kere.

    En güzelini sona sakladım; absürd severlere gerçek hazine Exxen’deki “Gibi”.

    Film, dizi konuşursak çıkamayız. Bitirelim : )

    Pandemi alışkanlıklarının sonrası için peşrev oldu bir önceki soru. Bizim bağlama gelecek olursak, aşılarımız tamamlanıp (tövbe estağfurullah) seyirciler tribüne geri döndüğünde  bizi neler bekliyor olacak? Biraz eve alıştık, rahatladık mı? Yoksa huylu huyuna kaldığı yerden sahip çıkar mı?

    Huylu huyuna “ayı yavrusunu severken öldürürmüş” misali sahip çıkacak bu çok net. İnsanlar deplasmanda bastırırken atılacak kornere serçe parmaklarını feda etmeye hazır.

    Hayır yeri geliyor protesto yapmak istiyoruz ki maalesef son yıllarda devamlı yeri geliyor, twitter pek kesmiyor.

    Orada olmak lazım, olacağız.

    Röportajın sonlarına yaklaşırken biraz da tarihe iz bırakan bestelerden konuşalım. Maalesef Can Kozanoğlu’nun müthiş kitabı “Bu Maçı Alıcaz” pek çok alanda olduğu gibi tezahürat tarihi konusunda da yalnız. Oysa bu konuda oldukça üretken bir topluluk sizinki. Şöyle kolayda ise geçmişten bugüne birkaç kuple alabilir miyiz linklerden? Kolayda değilse de bendeniz Twitter timelineından, YouTube’dan arayıp bulacağım artık, ne yapalım :)

    Teveccühünüz… Şöyle ortaya karışık birkaç link bırakıyorum. 

    Gidiyoruz Amsterdam’a

    Var Bir Hayalim Herkes Dinlesin

    Dilimde Şarkıların Gündüz Gece

    Silinmeyen Hatıralar

    Şampiyon Olacaksın

    Büyük hizmet. Var ol.. Bir klasikle başladık, diğer bir klasikle bitirelim. Kişisel taraftarlık tarihinin en iyi 11’ini sayar mısın, teknik direktörüyle birlikte?

    En zor soru da buymuş ya. Gerçi başlayınca geçer ama her mevkiye bir adam koyamayız. O zaman vefa duygusunu silmiş oluruz.

    Madem ilk maçımız Toni, kaleye de o geçsin. Eski maçları seyrediyorum, çok hatalı gol de yemiş ama canı sağ olsun : )

    Defansa Uche‘yi “Sen Allahın Bir Lütfusun” şarkısı eşliğinde koyalım.

    Yanına Luciano mu Lugano mu gelsin? Hadi Luciano olsun. Högh de kusura bakmasın.

    Sol bek Halil İbrahim olmayacak tabii ki, Roberto Carlos.

    OkochaAlexPVH ön tarafın değişilmez 3’lüsü ve Moşe.

    Sağ Bek almayacağım kadroya.

    Çapamız Appiah.

    Valla kaossa kaos kardeşim, taktiği bıraktım; Rıdvan ve Rap Rap Rapaic‘le kapıyorum.

    Bu kadroya Daum yakışır, yaşlandım benim işim olmaz derse de Ersun Yanal.

    Teşekkürler Can…

    Dededen ve Babadan Fanatik
  • Fenerbahçe Eşya Piyangoları

    Fenerbahçe Eşya Piyangoları

    Uzun yıllar sonra ve ilk kez dijital bir platformda düzenlenen Fenerbahçe Eşya Piyangosu’nun geçmişi 1933 yılına kadar uzanıyor. O tarihten bugüne bazı eşya piyangolarını  konu edindiğim bu yazıda; 1987 yılında kulüpte yaşanan gelişmeler dolayısıyla çekilişi sürekli ertelenen piyangonun ilginç hikayesini de okuyacaksınız


    1933 – Hediye Yekûnu 3.000

    1932 Yılında gerçekleşen Kuşdili yangınının yaralarını sarmak için düzenlenen ilk eşya piyangosundan günümüze gururla anılacak hikayeler kalmıştır. Geçtiğimiz günlerde bu hikayelerden birini sitemizde yayınlamıştık.

    1933 Piyangosu o dönemin şartları göz önüne alındığında kamuoyunda hayli ses getirmiş ve büyük ilgi görmüştü. Bu piyango için 100.000 bilet basılmıştı. Zeki Rıza’nın (Sporel) Milli Spor mağazasında satılan biletlerin fiyatı 50 kuruştu. Seyahatler, otomobil, motosiklet, bisiklet, oda takımları, dikiş, fotoğraf ve daktilo makineleri, elbiseler, yüzükler ile hediyelerin toplamı 3000’e ulaşmaktaydı. Piyango için kayda değer bir reklam kampanyası düzenlenmiş ve gazetelere ardı sıra ilanlar verilmişti. Piyangonun hediyeleri dönemin ünlü piyango gişesi olan Parmakkapı’daki Milyon Gişesi’nin önünde 3 Haziran’dan itibaren sergilenmeye başladı.

    Piyango 14 Temmuz Cuma günü Fenerbahçe Stadında yapılan atletizm yarışlarından önce çekilmeye başlandı. Basılan biletlerin yüzde 70’inin satıldığı açıklanan piyangonun ilk günü 1000 adet numara çekildi. Büyük ödül olan Chevrolet marka otomobili kazanan numara belirlendi. Geriye kalan 2000 adet talihlinin ertesi gün belirlenmesi ile Türk spor tarihini o güne kadar ki en büyük piyango organizasyonu tamamlanmış oldu.

    • Fenerbahçe Eşya Piyangoları
    • Fenerbahçe Eşya Piyangoları
    • Fenerbahçe Eşya Piyangoları

    1948 – 6 Odalı Villa

    1948 yılının eşya piyangosu biletleri Başkan Şükrü Saracoğlu ve Umumi Katip Muvaffak Menemencioğlu imzasıyla 1 liradan satışa çıktı. Biletler Zeki Rıza’nın (Sporel) Milli Spor mağazasından satıldığı gibi, Nimet Abla gişesinde de temin edilebiliyordu. 1933 Piyangosundan farklı olarak bu çekilişte 6 odalı bir villa büyük ikramiye olarak ilan edilmişti. Bunun dışında Dodge marka 2 adet otomobil, Ford marka kamyonet, 1948 Londra Olimpiyatlarına seyahat, motosiklet de verilecek ödüller arasındaydı.

    • Fenerbahçe Eşya Piyangoları
    • Fenerbahçe Eşya Piyangoları

    1970’lerde Dört Piyango

    1970’lerde Fenerbahçe 4 piyango düzenledi.

    1975 yılında 25 liradan satılan biletlerin üzerinde, Başkan Emin Cankurtaran ve Genel Sekreter Semih Bayülken’in isimleri vardı. 14 Haziran’da çekilecek piyangonun hediyeleri arasında 1 apartman dairesi, 20 Otomobil, bisiklet, motosiklet, televizyon, buzdolabı, yurt içi – yurtdışı seyahatler bulunuyordu.

    1976 yılı piyangosu, Fenerbahçe eşya piyangoları tarihinin fiyasko ile sonuçlanan tek piyangosu oldu. Yeteri kadar bilet satılmaması üzerine kulüp içerisinde bir “Eşya Piyangosu Tasfiye Komitesi” bile kuruldu. Bu komite, satılan biletlerin ücretlerini geri ödeme planını yapmakla görevliydi. Komite geri ödeme tarihlerini sürekli güncellemek zorunda kaldı. Tespit edebildiğimiz ilan edilen son geri ödeme tarihi 31 Ocak 1977’dir.

    1976’da yaşanan fiyaskodan sonra 1977 yılında piyango düzenlenmedi. 1978 yılında düzenlenen piyangonun duyurusu ise 3 Kasım 1978’de yapıldı. Bu piyangonun özelliği Fenerbahçeli futbolcuların kampanyada aktif olarak yer alması ve bu kapsamda Pamukbank Şişli Şubesi’nde bilet satmalarıydı. 1979 yılı piyangosu ise 10 Ekim’de çekildi. 0964 numaralı biletin otomobil kazandığı piyangonun en unutulmaz olayı Amigo Birol’un 300 liralık bilet satarak yöneticilerden ödül almasıydı.

    Fenerbahçe Eşya Piyangoları
    1975 Fenerbahçe Piyango Bileti Ön ve Arka Yüzü

    Bilet ile Ödenen Transfer Taksidi

    80’li yılların ilk piyangosu 22 Kasım 1981’de çekildi.  Tofaş marka Murat 131 otomobil, 5’er adet çamaşır makinesi ve buzdolabı piyangonun öne çıkan ödüllerindendi. Dikkati çeken nokta bu piyangonun ödüllerinin geçmiş çekilişlerde verilenlere oranla daha az olmasıydı. Çekiliş sonucunda otomobili kazanan talihli Nahit Kartal, ödülünü Adbullah Acar’dan almıştı. 5 Aralık 1982’de çekilen piyangonun ödülleri bir önceki yılın ödülleri ile aynıydı.

    1985 Piyangosu, Türk spor tarihinin en ilginç olaylarından birinin sebebi olarak tarihe geçmiştir. Başkan Fikret Arıcan imzasıyla satışa çıkan biletler 1000 Tl ile fiyatlandırılmıştı. Kampanya süresinde geçmişte olduğu gibi futbolcular aktif rol alarak, Şekerbank ve Garanti Bankası şubelerinde bilet satmışlardı. Piyangonun en ilginç olayı ise gazetelere “Böylesi Görülmedi” başlığı ile haber olan olaydı. Denizlispor’dan Mehmet ve Mahmut adlı 2 futbolcu transfer eden Fenerbahçe yönetimi, transferin son taksidi olan 1 milyon lirayı 1250 adet eşya piyangosu bileti göndererek ödemek istemişti.


    1987 : Kaos

    Fenerbahçe 1986-1987 sezonunda deyim yerindeyse kaosu yaşadı. Bir yıl ara verilen piyango bu sene yeniden düzenleniyordu. Dolayısıyla kaos, piyango organizasyonunu da etkiledi.

    Piyangonun planlaması yılın ilk günlerinde yapılmıştı. Piyasaya 1.000.000 adet bilet sürülmesi ve karşılığında 2 milyar lira gelir elde edilmesi hesaplanıyordu. Bu planlama çerçevesince şubat ayında piyasaya sürülen biletlerin üzerinde Başkan Tahsin Kaya ve Genel Sekreter Semih Bayülken’in imzaları vardı. 9 Nisan’da çekilecek olan piyango için gazetelere Mart ayında ilanlar verilmeye başlandı. Bu ilanlarda 30 adet Renault 9 otomobil, 5 adet Otoyol minibüs piyangonun ödülleri olarak sıralanıyordu.

    Arbede

    Fenerbahçe için 1987 yılının kaosa dönüşmesine 1 Nisan’da Samsunspor ile oynanan Türkiye Kupası maçı neden olmuştur. 0-0 Berabere biten maç sonunda Fenerbahçe kupadan elenmiş ve futbolcular arasında kavgaya varan arbedeler yaşanmıştı. Bu kavganın sonucunda TFF, 15 Nisan’da kararlarını açıklamış ve Fenerbahçe ilk 11’nin 6 oyuncusu; Abdülkerim, Hasan, Müjdat, İsmail, Sedat ve Zafer’i 3 ile 4 ay futboldan men etmişti. Fenerbahçe yönetiminin “katliam” olarak nitelediği bu cezalar sezonun geri kalanını kulüp için kabusa çevirecekti.

    Samsunspor maçından sonra çekilmesi planlanan piyango ise, o güne kadar satılan bilet sayısının azlığı nedeniyle ileri bir tarihe ertelendi. 6 As futbolcusunun cezalandırılmasının ardından genç futbolcuları ile mücadele vermeye başlayan Fenerbahçe futbol takımı, Mayıs ayının ilk günlerine kadar yaptığı üç maçta da sahadan başarısız sonuçlarla ayrıldı. 19 Nisan’da Boluspor deplasmanından 2-1’lik yenilgi ile dönüldü. 25 Nisan’da Kadıköy’de Zonguldakspor ile 0-0 berabere kalındı. 2 Mayıs’ta Sarıyer karşısında alınan 3-1’lik yenilgi ise adeta kazanın altını ateşledi.

    Stankoviç Gitti, Ercan Aktuna Geldi

    Kulüp içinde karışıklıkların başladığı günlerde Başkan Tahsin Kaya işleri dolayısıyla Ankara’daydı. Yüksel Günay’ın asbaşkan, Aziz Yılmaz’ın da yönetici olarak yer aldığı yönetim kurulu, Tahsin Kaya’yı futbol takımının sorunlarını görüşmek için İstanbul’a çağırdı. 6 Mayıs’ta gerçekleşen yönetim kurulu toplantısından sonra ilk somut karar teknik direktör Stankoviç’in görevine son verilmesi oldu.

    Futbol takımını sezon sonuna kadar Yılmaz Yücetürk ve Ercan Aktuna’nın çalıştırılmasına karar verildi. Toplantının yankıları birkaç gün sürdü. Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte Aziz Yılmaz: “Takımı bu hale taraftar getirdi. Seyircimiz cezalı futbolcuların yerine sahaya çıkardığımız gençleri beğenmiyor. Aleyhte tezahürat yapıp, takımın moralmen çökmesine neden oluyor.” diyerek, taraftarı suçladı.

    Muhalefetin önde gelen isimlerinden Ali Şen ve Cevher Özden ise yönetime suçlamalarda bulunuyorlar ve Tahsin Kaya’yı “Kulübün en büyük talihsizliği” olarak niteleyerek, istifa çağrısı yapıyorlardı. Tahsin Kaya da bu çağrıya görevi devraldığı zamanki kulübün kötü durumunu hatırlatarak “Fenerbahçe Haliç gibiydi” karşılığını veriyordu.

    Yönetim Dağılıyor

    9 Mayıs’ta Kadıköy’de oynanan Ankaragücü maçında alınan 1-1’lik skor, yeni hocası ile yeni bir sayfa açmak isteyen Fenerbahçe’nin planlarını alt üst etti. Maçtan hemen sonra açıklama yapan Başkan Tahsin Kaya: “Taraftarlarımıza metanet (sabır) diliyorum, seneye şampiyonlukları yakalayacağız” diyerek ortamı sakinleştirmeye çalıştı. Bu açıklamaya rağmen kriz hafiflemiyor, yönetim kurulu üyesi Ali Ergenç “Bu yönetim Fenerbahçe’ye hizmet edemez” açıklamasını yaparak görevinden istifa ediyordu.

    Başlayan yönetim krizi yeni kararların alınmasına yol açtı. Genel Sekreter Semih Bayülgen istifa etti ve görevini Aziz Yılmaz’a bıraktı. Krizin devam ettiği günlerden 12 Mayıs’ta açıklama yapan Asbaşkan ve Basın Sözcüsü Yüksel Günay:  “Fenerbahçe kulübü 80 yıllık yaşamının en kritik ve ağır şartlarını yaşamaktadır. Yönetim kurulumuz bu nedenle bütün imkanlarını en iyi şekilde değerlendirip yeni sezonda Fenerbahçe’ye yakışır şekilde tüm branşlarda şampiyonluk iddiası ile yarışacaktır. Yönetim kurulumuz Başkan Tahsin Kaya’ya güvenerek ve inanarak çalışmalarını sürdürecektir” açıklaması ile adeta sorumluluğu Tahsin Kaya’ya bırakıyordu.

    Aynı gün eşya piyangosunun 19 Mayıs’a ertelendiğine ilişkin ilan gazetelerde yayınlandı. Kulübün ve takımın içinde bulunduğu durum, piyango biletlerinin satışını doğrudan etkiliyordu. Satışların artması için büyük ikramiye olarak lanse edilen Renault 9 marka otomobil Eminönü Meydanı’nda sergilenmeye başlıyordu.

    Gruplar Devrede

    Fenerbahçe futbol takımı, 16 Mayıs’ta İnönü Stadı’nda oynanan Beşiktaş maçında sahadan 4-0’lik yenilgiyle ayrıldı. Bu skorla Beşiktaş şampiyonluğa bir adım daha yaklaşmış oldu. Maçın ardından muhalif gruplardan olan Memduh Eren liderliğindeki “Fenerbahçeliler Grubu” mali kongrede usülsüzlük yapıldığını öne sürerek mahkemeye başvuruyordu. Piyango organizasyonu da bu kaos ortamından nasibini alıyor ve çekiliş 30 Ağustos tarihine erteleniyordu.

    Beşiktaş yenilgisinden sonra yeni teknik direktör Yılmaz Yücetürk’e olan inancını yitiren yönetimin, Galatasaray’dan ayrılması gündeme olan Derwall ile ilgilenmeye başladığı gazetelere yansıyordu.

    Fenerbahçe ligin son haftalarında artık kanıksanmaya başlanan kötü skolarla sahadan ayrılmaya devam etti. 24 Mayıs’ta Kadıköy’de oynanan Altay maçı 2-2’lik beraberlikle sonuçlandı. Maçın ardından yükselen tansiyon yönetim tarafından peşi sıra açıklanan transferler düşürülmeye çalışılıyordu. Fenerbahçe yeni sezona Altay’dan Erdi, Ankaragücü’nden Durmuş, Rizespor’dan Hakan ile güçlendirdiği kadrosu ile başlayacaktı. Bu isimlerden Hakan’ın (Tecimer) transferi planlandığı gibi gelecek yıl gerçekleşmeyecek, Hakan 1988-1989 sezonunda takıma katılacaktır.

    Aynı günlerde Rıdvan’ın (Dilmen) Galatasaray’a transfer olduğu haberleri çıkıyordu. Rıdvan, Galatasaray’a transferi bu kadar yakınken Fenerbahçe’ye katılacak ve sonraki yıllarda Fenerbahçe efsaneleri arasında yer alacaktı. 6 Haziran’da oynanan ligin son maçında Fenerbahçe Kocaelispor’u 2-1 yenerek, rakibini 2.Lig’e gönderiyor, maçın Kocaelispor’a bırakılacağına ilişkin çıkan söylentilere karşılık 2 ay sonra ilk kez galip geliniyordu.

    Minibüs

    Fenerbahçe için kaos olarak nitelenen bu sezon Galatasaray’ın 14 sene sonra şampiyon olduğu sezon olarak tarihe geçti.  Sezonun sonuna yaklaşılırken şampiyonluk ipini göğüslemesine kesin gözüyle bakılan Beşiktaş, ligin bitimine üç hafta kala, Malatyaspor deplasmanında beklenmeyen bir yenilgi aldı ve Galatasaray ile puanlar eşitlendi. Sonraki hafta 31 Mayıs’ta Beşiktaş, kendi sahasında Denizlispor ile yaptığı maç 1-1 sona erdi ve Galatasaray’ın galibiyetiyle son haftaya Galatasaray bir puan önde girdi. Son hafta iki takım da maçlarını kazanınca Beşiktaş’ın, şampiyonluğu kaybediş öyküsü de yazılmış oldu.

    1987 Piyangosu futbol takımının aldığı sonuçlarla kaosa dönüşen sezonun sonunda bir kez daha ertelendi. Son kez ertelenen tarih 1 Ekim’di. Bu tarih aynı zamanda çekilişin yapıldığı tarih oldu. Piyangoya ödül olarak konulan 5 minibüsten sadece biri satılan biletlere isabet etti. Minibüsü kazanan talihlinin ödülünü kulübe bağışlamasıyla birlikte piyangonun ödülü 5 minibüs kulüp tarafından satışa çıkarıldı.


    1989 : Piyango Fenerbahçe’ye Vurdu

    Hikayesini yukarıda anlattığımız 1986-1987 sezonu gibi 1987-1988 sezonu da Fenerbahçe için kötü sonuçlanmıştı. Takım sezonu 8. sırada bitirmiş ve camianın sabır eşiği kırılmıştı.

    Yeni sezon öncesi Fenerbahçe yönetimi önemli transferler gerçekleştirdi. Başkan Tahsin Kaya ve futbol şube sorumlusu, geleceğin başkanı, Metin Aşık, Alman Milli Takımı kalecisi Toni Schumacher’in transferini bitiriyor, bu transferin yankıları ülke sınırlarını aşıyordu.

    Aynı dönemde Sakaryaspor’dan Oğuz ve Aykut da transfer ediliyor, takımın başına da Todor Veselinoviç getiriliyordu. Fenerbahçe’nin fırtına gibi estiği bu sezonda eşya piyangosu biletleri 5.000 liradan satışa çıktı. Çekiliş tarihi olarak 19 Mayıs belirlense de, çekiliş 19 Ağustos’a erteleniyor, ödül olarak konulan 5 adet ev ve 10 adet otomobilin tamamının satılmayan biletlere çıkması, basında “Piyango Fenerbahçe’ye vurdu” başlığı ile haber oluyordu.


    1996

    Ali Şen’in başkan olmasıyla futbol takımının 6 yıl aradan sonra şampiyon olduğu 1995-1996 sezonunda piyango organizasyonunu yönetim kurulunun muhasip üyesi Mehmet Ali Aydınlar üstlenmişti.  Daha önce yaşanan ertelemeler göz önüne alınarak çekiliş tarihinin 30 Ağustos olarak belirlendiği piyangonun biletleri 500.000 liradan satışa sunulmuştu. 150 Milyar lira gelir beklenen piyango için basılan 400.000 biletin 326.000 adedi piyasaya sürüldü ve çekilişin yapıldığı 30 Ağustos tarihinde yetkililer 142.000 biletin satıldığını açıkladılar. Elde edilen 71 Milyarlık gelir, kulübün hedeflediğinin yarısıydı.


    Yüzüncü Yıl Eşya Piyangosu

    2007 yılında 100. yaşını kutlayan Fenerbahçe’nin yaptığı bir çok değerli organizasyondan biri de eşya piyangosu düzenlemek oldu. 28 Nisan’da çekileceği açıklanan piyango biletleri 10 yeni lira fiyatla ve üzerinde  Başkan Aziz Yıldırım ve Muhasip Üye Murat Özaydınlı imzasıyla satışa çıktı. Toplamda 3 daire ve 11 otomobilin ödül olarak yer aldığı piyango, 11 yıl aradan sonra kulübün düzenlediği ilk piyangoydu. Bu piyangoyu diğerlerinden ayıran en büyük özellik, yenilenen stadyumdan 326 adet kombine biletin de ödüller arasında yer almasıydı.


    2021 : İlk Dijital Piyango

    2007’den sonra yapılan ilk piyango organizasyonunu diğerlerinden ayıran özelliği, dijital biletlerin satışının www.nesine.com üzerinden yapılıyor olması. Linke tıklayarak satın alınabilecek piyango biletlerinin bedeli ise 5 tl olarak belirlenmiş durumda. Bugün itibariyle satışa sunulan biletlerin yarısının satıldığını, satışın yapıldığı web sitesinde yer alan sayaçtan anlıyoruz.

    Barış KENAROĞLU


  • Fenerbahçe’nin Yirmi Birinci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin Yirmi Birinci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe, 21 Ağustos 1988 tarihinde başlayıp 11 Haziran 1989’da biten Türkiye Ligi’nde, 36 maçta 29 galibiyet, 6 beraberlik ve 1 yenilgi alarak yirmi birinci Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Fenerbahçe adına sezonun gol kralı 34 maçta attığı 28 golle Aykut Kocaman oldu. Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin yirmi birinci Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türkiye Ligi Maçları

    21.08.1988 / Rizespor 0 – 5 Fenerbahçe

    28.08.1988 / Fenerbahçe 4 – 0 Altay

    04.09.1988 / Kahramanmaraşspor 0 – 0 Fenerbahçe

    10.09.1988 / Fenerbahçe 0 – 0 Samsunspor

    17.09.1988 / Adana Demirspor 1 – 3 Fenerbahçe

    24.09.1988 / Fenerbahçe 1 – 0 Galatasaray

    02.10.1988 / Trabzonspor 0 – 0 Fenerbahçe

    08.10.1988 / Fenerbahçe 5 – 1 Ankaragücü

    16.10.1988 / Beşiktaş 2 – 0 Fenerbahçe

    22.10.1988 / Fenerbahçe 3 – 1 Eskişehirspor

    29.10.1988 / Karşıyaka 1 – 2 Fenerbahçe

    05.11.1988 / Fenerbahçe 2 – 0 Sakaryaspor

    13.11.1988 / Malatyaspor 1 – 1 Fenerbahçe

    20.11.1988 / Fenerbahçe 4 – 2 Boluspor

    26.11.1988 / Adanaspor 1 – 3 Fenerbahçe

    11.12.1988 / Fenerbahçe 3 – 1 Bursaspor

    18.12.1988 / Konyaspor 1 – 5 Fenerbahçe

    25.12.1988 / Fenerbahçe 3 – 2 Sarıyer

    21.01.1989 / Fenerbahçe 3 – 0 Rizespor

    29.01.1989 / Altay 0 – 3 Fenerbahçe

    05.02.1989 / Fenerbahçe 4 – 1 Kahramanmaraşspor

    12.02.1989 / Samsunspor – Fenerbahçe (Hükmen)

    19.02.1989 / Fenerbahçe 6 – 0 Adana Demirspor

    05.03.1989 / Fenerbahçe 5 – 1 Trabzonspor

    12.03.1989 / Ankaragücü 1 – 1 Fenerbahçe

    18.03.1989 / Fenerbahçe 2 – 1 Beşiktaş

    25.03.1989 / Eskişehirspor 2 – 7 Fenerbahçe

    02.04.1989 / Fenerbahçe 2 – 0 Karşıyaka

    16.04.1989 / Sakaryaspor 1 – 4 Fenerbahçe

    23.04.1989 / Fenerbahçe 6 – 1 Malatyaspor

    30.04.1989 / Boluspor 0 – 2 Fenerbahçe

    13.05.1989 / Fenerbahçe 1 – 0 Adanaspor

    17.05.1989 / Galatasaray 1 – 1 Fenerbahçe

    28.05.1989 / Bursaspor 0 – 1 Fenerbahçe

    03.06.1989 / Fenerbahçe 4 – 1 Konyaspor

    11.06.1989 / Sarıyer 3 – 4 Fenerbahçe


    En Çok Forma Giyenler

    35 Maç : Şenol Ustaömer, Toni Schumacher

    34 Maç : Aykut Kocaman, Rıdvan Dilmen

    32 Maç : Oğuz Çetin

    30 Maç : Müjdat Yetkiner

    29 Maç : Hakan Tecimer

    27 Maç : Nezihi Tosuncuk

    26 Maç : Turan Sofuoğlu

    24 Maç : İsmail Kartal, Serdar Şenkaya

    23 Maç : Hasan Vezir

    20 Maç : Ergin Parlar

    17 Maç : Erdi Demir, Şenol Çorlu

    15 Maç : Taygun Erdem

    10 Maç : Durmuş Çolak

    7 Maç : Bilal Şar

    6 Maç : Orhan Kapucu

    5 Maç : Sedat Karaoğlu

    2 Maç : Önder Çakar


    En Çok Gol Atanlar

    28 Gol : Aykut Kocaman

    19 Gol : Rıdvan Dilmen

    14 Gol : Hasan Vezir

    10 Gol : Oğuz Çetin, Turan Sofuoğlu

    7 Gol : Şenol Ustaömer

    5 Gol : Hakan Tecimer

    2 Gol : Erdi Demir, Ergin Parlar

    1 Gol : İsmail Kartal, Orhan Kapucu, Serdar Şenkaya

    Fenerbahçe'nin Yirmi Birinci Türkiye Şampiyonluğu
    Fenerbahçe’nin Yirmi Birinci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin 1. Türkiye Şampiyonluğu (1933)

    Fenerbahçe’nin 2. Türkiye Şampiyonluğu (1935)

    Fenerbahçe’nin 3. Türkiye Şampiyonluğu (1937)

    Fenerbahçe’nin 4. Türkiye Şampiyonluğu (1940)

    Fenerbahçe’nin 5. Türkiye Şampiyonluğu (1943)

    Fenerbahçe’nin 6. Türkiye Şampiyonluğu (1944)

    Fenerbahçe’nin 7. Türkiye Şampiyonluğu (1945)

    Fenerbahçe’nin 8. Türkiye Şampiyonluğu (1946)

    Fenerbahçe’nin 9. Türkiye Şampiyonluğu (1950)

    Fenerbahçe’nin 10. Türkiye Şampiyonluğu (1959)

    Fenerbahçe’nin 11. Türkiye Şampiyonluğu (1961)

    Fenerbahçe’nin 12. Türkiye Şampiyonluğu (1964)

    Fenerbahçe’nin 13. Türkiye Şampiyonluğu (1965)

    Fenerbahçe’nin 14. Türkiye Şampiyonluğu (1968)

    Fenerbahçe’nin 15. Türkiye Şampiyonluğu (1970)

    Fenerbahçe’nin 16. Türkiye Şampiyonluğu (1974)

    Fenerbahçe’nin 17. Türkiye Şampiyonluğu (1975)

    Fenerbahçe’nin 18. Türkiye Şampiyonluğu (1978)

    Fenerbahçe’nin 19. Türkiye Şampiyonluğu (1983)

    Fenerbahçe’nin 20. Türkiye Şampiyonluğu (1985)

  • Rüştü Dağlaroğlu Röportajı

    Rüştü Dağlaroğlu Röportajı

    1994 senesinde Birleşik Vakıf’ın bir dergisinde Dr. Rüştü Dağlaroğlu röportajı yayınlanmış. Bildiğimiz kadarıyla, şimdiye kadar bu kıymetli Fenerbahçeli ile gerçekleştirilen ve kayıt altına alınan tek sohbet bu. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Beş Senelik Bekleme Süresi

    Kitabınızda kongrelerde yanlış seçim taktiği dolayısıyla yönetim kadrolarına ehil olmayan kişiler geldi diyorsunuz. Bu seçim usulünde bir yanlışlık olduğu herkesçe malum. Acaba buna ilave olarak Birleşik Grup’un çok önemle ve ısrarla üzerinde durduğu yeni insanların ve beyinlerin Fenerbahçe’ye hizmet vermesini engelleyen beş sene bekleme süresinin ivedilikle iptali konusuna ne diyorsunuz?

    Ekmek elden gidecek diye bu beş seneyi kaldırmıyorlar.

    Biliyorsunuz biz İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Bucuoğlu’nu bu konuda konuşmacı olarak davet ettik ve Kasım 1993 bültenimizde tüzüğün bu maddesinin ne kadar antidemokratik ve ilgili hiçbir yasa ile uyum sağlamadığı konusunda uzman kişilerin görüşlerini aktardık. Demokratik bir koşul değildir, kaldırılması gereklidir. Bir de üstelik yaptırımları vardır. Birleşik Grup bu konu üzerinde çok önemli çalışmalar yapmaktadır.

    Ben bu çalışmaları bilmiyordum. Çok güzel, bravo. Ben de bunun kaldırılmasına öteden beri taraftarım. Zaten Fenerbahçe bir halk kulübüdür. Prensip olarak bunu kabul etmek gereklidir. Çünkü bakın bizle mukayese edebileceğimiz iki kulüp var. Beşiktaş ve Galatasaray. Bunların menbaına bakınız; Beşiktaş’ın Saray’dı, Galatasaray’ın da Galatasaray Mektebi Sultanisiydi. Fenerbahçe’nin de halktır ve halka açılmalıdır. Bu beş senein kaldırılma nedeni ekmek elden gidecek diye, o kongrelere hakim olamayız korkularıdır.

    Bakın ben şimdi sizden Birleşik Grup’un bu konudaki çalışmalarını duydum, pek memnun oldum.

    Şimdi efendim, kulübe üye kaydederken tabiidir ki bazı vasıfları aramak gereklidir. Açıkçası sizden bunu duymak beni çok memnun etti.

    Tarih Saptırılıyor

    Sizden bir şeyler öğrenmek bizim için çok önemli. Bu konuda en detaylı bilgileri siz verebilirsiniz.

    Kulüp maalesef çok uzun yıllar yarını düşünmeyen kişilerin eline kaldı. Bakın ben gidemedim ama arkadaşların söylemesi ile muttali oldum konuya. Bu, Atatürk’ün Beşiktaşlı olduğu ile ilgili Ateş Hattı’nda bir Fenerbahçeli spor yazarına “Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye sormuşlar. O da “Diyebiliriz” demiş!…

    Ben de dışarıdaydım. Kulüp beni davet etti. İki arkadaş daha çağırmışlar, bizlerden bilgi aldılar. Konu ile ilgili cevap hazırladık. Fakat hâlâ neşredilmedi. TRT nedense bidayetten beri Fenerbahçe’ye muarız. Yahut bu intibayı veren davranışlar içinde. Sporla ilgililer içinde birkaçının Fenerbahçe’ye karşı olmalarından herhalde. Bu çok kötü bir şey. Tarafsızlık gerekir.

    Çok gaflar yapılıyor. Kanallar çoğalınca! Evvelki akşam Slavya Prag maçı dolayısıyla Ümit Aktan, biliyorsunuz hasta bir Galatasaraylı olduğunu. Dün akşam da Slavya’nın Türkiye’ye gelişini dün gibi hatırlıyorum. Belki de diyorum ben, bunu benim kadar hatırlayan bir sol açık Bedri vardır. İşte tafsilat veriyorlar: 1923’de ilk gelişinde Fenerbahçe’ye 10 gol attı, Galatasaray’dan 4 gol yedi vs. 4 defa geldi 2’şer defa yenildi! Yanlış bu! 3 defa geldi. Bir tek mağlubiyeti var, o da Fenerbahçe’ye karşı, Bekir’in attığı golle! 4-0 Galatasaray galip gelmiş! İmkanı mı vardı o zaman? Merkezi Avrupa Şampiyonu bir takıma 4 gol atabilmenin. Aslında şimdi bunlar mevzumuzun dışında.

    Slavya Maçları

    Rica ederiz efendim, sizinle sohbet ediyoruz. Biz mutluyuz sizin anlattıklarınızdan.

    Şimdi hiç unutmam. Fenerbahçe’den önce Galatasaray’la Altay epey gol yediler Çeklerden. Artık İstanbul’daki halkla o kadar iddialı konuşuyorlar ki Çekler o zaman “Biz Türkiye’den gol yemeden gideriz” diyorlar! Şimdi Fenerbahçe maçı Salı günü, maçtan önce bunlara çay veriliyor. Bizim kulübün Fahri Başkanı o zaman Şehzade Ömer Faruk Efendi. Allah rahmet eylesin.

    Orada elit bir davetli grubu var. Ben de futbolcularla birlikteyim. Anya çıkardı portföyünü, “Bunda az çok bir şeyler var” dedi. O zaman bize tercüme ettiler Fransızca’dan. “Bunu, bize gol atacak Türk futbolcusuna vereceğim” dedi. Hakikaten ertesi gün bizimkiler gol attılar! Ömer attı. 10 gol yedik ama bakın ne oldu biz gol atınca! Bu Fenerbahçe’nin tarihinde en ağır mağlubiyettir. Bunu hatırınızda tutmanızı rica edeceğim. Fakat böyle bir netice bugün ne olurdu? Fenerbahçe’yi üzüntüye gark ederdi! Hayır, sadece Fenerbahçe’yi değil, herkesi sevince boğdu! Çünkü Fenerbahçe böyle bir takıma gol attı. Namus kurtuldu. Ve omuzlarda taşındı. Böylesine bir iddiaya karşı. Tarihteki bakın 90 senede Fenerbahçe’nin en ağır mağlubiyetinde, namusumuzu kurtaran Fenerbahçe omuzlarda taşındı! Yine namusumuzu kurtarırsa Fenerbahçe kurtarıyor!

    Nasıl Fenerbahçeli Oldum?

    Şimdi Rüştü Bey, nasıl Fenerbahçeli oldunuz, nasıl bu tarihçeyi yazdınız? Nasıl doneleri topladınız? Bu çok önemli ve detaylı kitabı yazmaya nasıl adım attınız?

    Bakınız, ben Fenerbahçe’nin mütareke yıllarında İngiliz takımlarını yenmesi sevinçleri arasında Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe’nin en büyük şansı şu; Fenerbahçe’nin en kuvvetli olduğu devrini Türk milletinin en gamlı, en kederli bir devrinde yaşamış olmasıdır. Ve o devirde de karşısında en amansız hasımlar vardı. Düşünün, o 1. Dünya Savaşı’nı. Kaç cephede İngilizler karşımızda. Bir veya birkaç evladını veya yakınını şehit vermemiş tek bir aile gösteremezdiniz. Bunun için onlara karşı büyük bir kin vardı. Bu haleti ruhiye ile gazetelerde okuyorsunuz. “Fenerbahçe İngilizleri yendi” Kim o İngilizler? Benim kardeşimi, amcamın oğlunu öldürenler! Bir çok Türk genci gibi ben de bu duygularla Fenerbahçeli oldum. Kulübe kaydın 1921. 1921’de yaşım küçüktü. Hüviyetimi ancak 1924’de alabildim.

    Şimdi bu kitabı nasıl yazdım. Ben Fenerbahçeli olurken bu maçları büyüklere sorarak, gazetelerden okuyarak not defterime kayıt ederek işe başladım. Beni esasen harekete geçiren sebep de bir Fenerbahçe kongresidir. Ben İsviçre’deydim o yıllarda. Doktora yapıyordum. Bu kongrede Fenerbahçe tarihinin yayılmasına karar veriliyor. Fakat hiçbir harekette bulunmuyorlar! Ben bunu duydum. İstanbul’a geldiğimde bizim santrfor ve sol iç oynayan ve aynı zamanda gazetecilik yapan bir spor dergisi çıkaran Sedat ve birkaç gazeteci bana “Yahu bize arasıra yazı yazar mısın” diyorlardı. Ben de işte işgal yıllarında çoğuna şahit olduğum maçları yazınca, büyük alaka gördüm. Aman beni göklere çıkardılar ve bu şekilde yazmaya tahrik ettiler.

    Şimdi bakınız bazı şeyler çok değişiyor. Eskiden Fenerbahçe Kulübü’nün bir kongre kararının yerine getirilmemesi çok büyük bir ayıptı, adeta suçtu. Şimdi ben komiteyi hep suçluyordum ve madem ki onlar yapmadılar bari ben elimden geldiği kadar bu işi yapayım dedim ve 1957’deki ilk yayını hazırladım. Şimdi size bir şey göstereceğim, bakalım ne diyeceksiniz? Bu işin alfabesi, yahut başlangıcı.

    Atatürk ve Fenerbahçe

    Eski kırmızı bir defter! Okuyucularımıza kapağındaki yazıyı okuyorum : “1918-1926 yılları arası Fenerbahçe maçları” ve eski Türkçe yazılmış bir defter. 80 senelik bir defter. Yani siz bunu yaklaşık 10 yaşında yazmaya başlamışsınız. İçinde skorlar cetveller de var. Çok ilginç, tarihçenin ilk menşei bu demek ki.

    Şimdi biraz önce size Atatürk ile ilgili bir şeyden bahsettim. Ergun Hiçyılmaz biliyorsunuz Fenerbahçelidir. Kendisine “Ateş Hattı” programından bir sual tevcih ediyorlar. “Efendim Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye. O da sanki sarhoşmuş gibi “Diyebiliriz” diyor!…

    Eğer Beşiktaş Kulübü böyle bir şey söylese idi, ben buna derhal müdahale ederdim. Ama bu bir şahıs. Beşiktaş saygıdeğer bir kulüptür. Böyle bir iddiada bulunmaz! Bizimle röportaj istediler. Bize şöyle dediler “Biz soracağız siz cevap vereceksiniz!” Bizi niye tahdit ediyorsunuz? dedik. Bu soruların dışına çıkmayacaksınız. “Efendim Atatürk tarafsız kişiliğini korumak için kulüplerin hepsine teveccühte bulunmuştur” falan denildi. Derken, ben hazırlıklı gitmiştim, Atatürk’ün Fenerbahçe’ye müteallik davranışlarını not almıştım. Mesela bizim stada büstünün konulması; Türkiye hudutları dahilinde Atatürk’ün bizzat büstünün konuşmasına müsaade ettiği tek staddır. Şimdi bakın bu kadar önemli bir olay o yıllarda normal bir olay imiş.

    Bakın kulübe gelen telgrafı görüyorum ve kulübün 26. sene-i devriyesinde geliyor bu telgraf ve ben not almışım. O gün program yapılıyor. Daha önce Atatürk’e müracaat ediliyor. “Kulübümüzün 26. sene-i devriyesi 1 Haziran’dır. O gün aynı zamanda stadımıza Muhterem Reis-i Cumhurumuz, ulu zatlarının bir büstünü koymak istiyoruz. Müsaade buyurulur mu?” diye bir yazı gönderiliyor yaklaşık bir ay önceden; “Memnuniyetle” diye bir cevap alınıyor. Büst hazırlanıyor. Bir hafta evvel de Atatürk ve İsmet Paşa davet ediliyor. Bakınız bu 26. sene-i devriyede programda neler var:

    Program

    1. Gazi Büstü’nün açılış töreni.
    2. Bir ecnebi futbol maçı
    3. Zeki Sporel’in futbola vdası
    4. Yunanlı atletin katıldığı müsabaka
    5. 120 Fenerbahçeli sporcunun geçit töreni

    Atatürk’ten bu 26. sene-i devriye davetine gelen cevabı okuyorum.

    “Fenerbahçelilerin gösterdikleri temiz duygulara teşekkürler ederim efendim”
    Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal

    Ben bunu okurken ağlıyorum! İsmet Paşa’dan gelen cevap :

    “Ulu Gazi’nin heykeliyle süslenen stadınızın kulübümüzün şerefli muvaffakiyetlerine sahne olmasını dilerim”
    Başveki

    Bunlar çerçevelenecek şeyler. Ben bunu yaptıracağım ama bundan on binlerce yaptırıp dağıtmak isterdim. Herkes bu yazıları görsün efendim. Duymak başka görmek başka!

    Projeler, Gruplar ve Gelecek

    Bakınız geçen dönemde Fenerbahçe Hastanesi, Fenerbahçe Koleji gibi projeler hazırlanmış, devletten teşvikleri alınmış. Bunların bir bitiş tarihi var ve Birleşik Grup mevcut yönetime bu projelerin yapılması konusunda yardım teklif etmiş. Nitekim geçen haftalarda kulübe bir mektupla bu projeleri uygulamalarını şayet düşünmüyorlarsa, grup olarak bu göreve talip olduklarını ve müsaade istediklerini bildirdiler. Henüz cevap alınmadı zannederim. Bugün bunlar gerçekten iyi para ve alt yapı sağlayacak projeler.

    Fenerbahçe Kulübü’ne hizmet için idare heyetinde olmak gerekli değildir. Dışarıdan çalışmaya imkan verilmelidir. Duyduğuma memnun oldum.

    Kadıköy Grubu ile Birleşik Grup Derneği’nin birleşmesine ne diyorsunuz?

    Bakın ben gruplara karşıyım. Birleşip birleşmediklerini bilmem.

    Birleşik Grup bunu birleşme olarak düşünmüyor. Ancak tüm gruplar feshedilerek bir araya gelirlerse bu birleşme gerçek birleşme olur. Buna varız diyorlar.

    Evet. Esas olan bu. Çok güzel bir görüş. Fenerbahçe’nin yükselmesi için birleşme ama gerçek birleşme olmalıdır.

    Siz bilmezsiniz. Grupçuluk benim için doğdu. Onun için bu konuda konuşmak istemiyorum. Fenerbahçe Kulübü gül gibi idare ediliyordu ve 20-30 sene öncesinden 60 bin kişilik stada sahip olacaktı. Bu grupçuluk başladı ve her şey elden çıktı. Bu konuda konuşursam çok kişiyi kırarım!

    Ama Fenerbahçe Kulübü’nün idare heyeti seçilmiş insana, görevi devam ettiği müddetçe saygı duyarım. Bilhassa Başkan’a. En sevmediğim dahi olsa saygı gösteririm, yardım ederim. Ama zararı hususları tenkit ederim daha sonra.

    1907 Grubu

    Demek ki Fenerbahçe’ye layık iyi yönetimler için beş sene bekleme süresini aşıp, kapıları delege sayısını yükseltmek ve grupları birleştirmek gerekli diyorsunuz. Bu beş sene süreyi kaldırma çalışmalarımıza destek veriyorsunuz.

    Ben bunu bizzat yaşadığım için fevkalade destekliyorum. Çok sevdiğim saydığım Fenerbahçe sempatizanları maalesef bundan dolayı kulüpten uzaklaştılar. Hizmet veremediler. Ben taraftarım ve desteklerim bunu. Mesela bir 1907’ler Grubu var. Biri bendeniz, biri de Bedri Gürsoy. Orada o kadar kıymetli gençler var ki hepsi gerçek Fenerbahçeli. Daha bizim bilmediğimiz ne Fenerbahçe potansiyeli varmış. Bunlara karşı bigane durmak büyük bir gaflet hatta ihanet açıklaması.

    Yaklaşımları güzel ve çağdaş arkadaşlar, çok çok dikkate alınması ve benimsenmesi gerekli bir Fenerbahçeli grup.

    Amatör Şubeler

    Efendim siz yönetim kadrolarında uzun yıllar görev yapmışsınız, eski kürekçisiniz, Fenerbahçe’nin amatör şubelere yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?

    Yerden göğe kadar haklısınız. Ben bu acıyı 40 sene evvel tattım. Ve bu acıyı sildim. Bakın size o kadar cesurane konuşuyorum. Galatasaray Atletizm Şubesi bizi silip süpürürken “Bunları yeneceğiz” dedim ve yendik! Kararlı olunca Türk Atletizmine hükümran olduk. Şunu da söyleyeyim size ben bu şubelere önem verdiğim için en sevdiğim bir Fenerbahçelinin bana sempatisini kaybettim. Zeki Sporel beni çok severdi ama “Eh yeter artık” demiştir. Bakın 1907’liler Allah razı olsun Basketbol şubesine katkıları çok büyük.

    Rakip kulüplerle mücadele için, dağılmamak gerekli, gücünüzü mutlaka memleketteki en popüler spor futbola teklif edeceksiniz ama amatör şubeleri de Fenerbahçe’nin şanına layık bir şekle getirmek için çalışacaksınız.

    Bizim bir radyo kurduğumuzu biliyor musunuz?

    Duydum ama detaylı bilmiyorum.

    Deneme yayınlarında olan bu radyoyu, seçimlerden sonra kulübe devretmeyi düşünüyor Birleşik Grup. Sayın Dağlaroğlu, siz Fenerbahçe tarihinin yazarı olarak, Fenerbahçe’nin dünü ve bugünü arasındaki yapısal ve kültürel bağı en detaylı bilen kişilerden birisiniz. Bu açıdan bakıldığında Fenerbahçe’nin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?

    Öncelikle gerçek anlamda grupların samimi olarak, ancak kendi gruplarını lağvederek bir araya gelmeleri gereklidir. Bütün heveslerini, heyecanlarını kulübe teksif ederlerse bu düzelir. İhya olunur. Bu arada görüştüğümüz gibi bu beş sene bekleme süresinin de kalkması ve tüm Fenerbahçelilere görev yapabilme imkanı tanınmalıdır. Fenerbahçemiz fevkaladedir. Bugün Galatasaray’ın son beş senede gösterdiği atılım ve başarı dolayısıyla küçük çocukların artık Galatasaraylı olma hevesinden bahsediliyor. Bakınız, Fenerbahçe’nin güzel bir başarısı tekrar hakiki durumu ve halkımızın Fenerbahçe’ye sevgisini gösterir.

    Takımdan umutlu musunuz?

    Biraz sabırlı olmak gereklidir. Fenerbahçe geçen sene yıkılmadı. Senelerdir bozukluklar var. Çabucak netice beklemek yanlıştır.

    Rıdvan için ne düşünüyorsunuz?

    Vallahi, hocamızın kararı böyle, uyacağız.

    En Unutamadığım Anı

    Anılarınız çoktur. Bunlar arasında sizi en çok etkileyen anınızı okurlarımıza aktarır mısınız?

    Beni en çok onurlandıran bir tanesini aktarayım; 1951 senesinde Türk atletizm tarihinde yurt dışına çıkan ilk kulüp takımı olarak Fenerbahçe Yunanistan’a gitti. Kadroda 16 enternasyonel atlet vardı. Nisan ayı Türk atletleri için iyi bir ay değildir. Hazırlık dönemidir. Yaz ayları bizim için önemlidir. Bu bakımdan Yunan atletleri bizden avantajlı idiler. Buna rağmen bu bir fırsattı ve ertelenemezdi. Yunan Milli Bayramında oluyordu bu karşılaşma. Ben de kulübün Genel Sekreteriyim ve organizasyonu da ben yapmıştım. Karşı taraftaki kulüplerin başkanları da ahbaplarım. Onlar bizi davet ettiler. Bir de Karabakis diye Yunanistan’ın o dönemler en büyük spor mağazasına sahip organizatör bir arkadaş var.

    Müsabakalar 60.000 kişinin önünde 12 gün devam etti ve Fenerbahçe’nin puantaj durumu şöyleydi : 66 puanla Fenerbahçe birinci, 39 puanla Panathinaikos (Yunanistan’ın en eski kulübü) ikinci. Büyük bir sevinç yaşadık. Seyirciler arasında birçok da yabancı misyon var. Bizim büyükelçimiz de orada. Mükafat tevzi var ve biz 10 kupa kazanmıştık. Bizi kokteyle davet ettiler. Daha evvel de Panathinaikos futbol kulübü bize ziyafet verdi ve kulübün reisi Atletizm Federasyonu Başkanı zat bizi gayet kibar ve sportmence tebrik etti ve “Bizi Milli bayramımızda yenen takım Fenerbahçe olduğu için üzülmüyorum. Ayrıca altını çizen başka bir şey söyleyeceğim size. Ben yalnız Panathinaikos taraftarı değilim. Ben yalnız Yunan Atletizm Federasyonu Başkanı değilim. Fenerbahçe’nin sarı-lacivertli formasını üç sene sırtında taşımış bir futbolcu ağabeyinizim!” dedi. Meğerse 1915-1916 yıllarında Robert Kolej öğrencisi iken Fenerbahçe’de futbol oynamış. Bunları unutmak mümkün mü? Bakınız kokteylde de Ruşen Eşref Ünaydın Allah rahmet eylesin, “Atatürk’ün ruhunu da şad ettiniz sadece başarı kazanmadınız” dedi.

    Yani Atamız boşuna Fenerbahçeli olmamış. Çok teşekkür ederiz, sayın Dağlaroğlu.

    Rüştü Dağlaroğlu’nun 28 Mayıs 1926 tarihinde, henüz 18 yaşında iken, Fenerbahçe Spor Kulübü Hatıra Defteri’ne yazdığı yazı: “Ne mutlu Fenerbahçeliyim diyene!…”

  • 1988-1989 Şampiyonluk Turu

    1988-1989 Şampiyonluk Turu

    Fenerbahçe, 11 Haziran 1989 tarihinde Sarıyer ile Kadıköy’de karşı karşıya geldi ve mücadeleyi 4-3 kazandı. Bu maç aynı zamanda “1988-1989 Şampiyonluk Turu” maçıydı. 12 Haziran 1989 tarihli Cumhuriyet gazetesinden, olanca muhteşemliği ile… Keyifli okumalar!


    Serdar Kızık’tan 1988-1989 Şampiyonluk Turu Haberi

    Dün Fenerbahçe’nin günüydü. Fenerbahçe Stadı‘na akan Sarı-Lacivertli coşku seli, futbolcusu, yöneticisi, yaşlı, genç, kadın, çocuk taraftarıyla güldü, güldürdü, heyecanlandı, kısacası tarihi bir sevinç yaşadı.

    Sabahın ilk saatlerinde stadı dolduran Fenerbahçe’nin saat 14:30’da başlayan kutlama programıyla iç içe yaşamak için sahanın içine giriyoruz. Ve bir de şov denizi içinde işte izlenimlerimiz…

    Süslerle düğün evine benzemiş Fener Stadı. Önce liseliler, maratonda günlerdir hazırladıkları gösteriyi gerçekleştirmek için ellerinde sarı lacivert panolarla taraftarın arasında yer bulmaya çalışıyorlar. Ama zor biraz. Sunucu Mehmet Ali Erbil, öğrencilere yer bulmak için istediği kadar bağırıp dursun. Çaresi yok. Taraftarlar ellerindeki biletleri gösterip Erbil’i protesto ediyorlar. Neyse ki sahaya giysileriyle gelen futbolcular ortamı biraz değiştiriyorlar. İşte daha burada başladı şampiyonluk gününe damgasını vuracak Rıdvan ve Schumacher’in öncelikleri. Dört bir yana koşturdu taraftar bu iki oyuncuyu, alkışlar, alkışlar…

    Basın Dışarı

    Erbil’in “İşte geleceğin Rıdvanları, Aykutları” diye anons ettiği Fenerbahçe Lisesi kız öğrencilerinin gösterilerinden sonra onların daha serpilmiş ablaları sahaya girdiğinde foto muhabirlerine de dört bir yandan “basın dışarı” sloganları atılıyordu. Fener’in amigo kızları diye tanımlanan bu bayanların danslarını bugün gazetelerde görmekten çok o anda izlemek isteyen ancak foto muhabirlerinin dansçı kızları kuşatmasına bozulan taraftarlar, böylece hep bir ağızdan durumu protesto ediyordu. Tabii ki gazetecileri saha dışına çağıran Erbil’in anonslarından da destek alarak…

    Bombalardan çıkan renkli dumanlar içinde paraşütçüler Fener Stadı’nın içine süzülürken az önce stadın üstündeki helikoptere “Helikopter kardeş beni lütfen duyar mısın?” diye bağırıp “Hadi lan çek git” uyarısıyla istediğini elde eden Erbil zafer kutluyordu.

    Ve Tur

    Öpmeye meraklıyız ya, “Kaya, Aşık el ele” deyip bu ikiliyi öpüştüren taraftar daha sonra gerçek şampiyonluk turu atmak için boyunlarında çelenklerle sahaya giren futbolcuları alkışlıyordu. Gök gürlemesini andırır bir ortamda bandonun mehter marşıyla değil ama kahramanlık marşlarıyla gelen Fenerli futbolcular dört bir yana dağılmıştı. Schumacher kale arkasındaki tribünlere yarı beline kadar sarkıp, artık bizden biri gibi sevgi gösterilerine teşekkür ederken omuzlarda taşınan diğer bir oyuncu Rıdvan’dı. Bu arada gösterilerin heyecanıyla tribünlerden kopup gelen bir slogan dört bir yanı inletiyordu : “Kıskananlar çatlasın..”. Bu arada yer yer tribünlerdeki ufak taşkınlıkları önlemeye çalışan polise, artık klasikleşmiş bir yanıtı duyuyorduk :

    “Burası Türkiye, İsrail değil”

    Önceden helikopterle sahaya ineceği duyurulan Başbakan Turgut Özal’ı yeryüzünde en ilginç şovu gerçekleştirecek Başbakan olarak görmeye hazırlandığımız bu anlarda stat anonsunu duyuyorduk, hem de arka arkaya üç kez; “Sayın Başbakanımız buradadır”. Ve az sonra gönlünde Fenerbahçe sevgisi, boynunda Sarı Lacivertli fularıyla Özal, şeref tribününde yerini alıyordu. Helikopteri değil, karayolunu seçmişti. Şöyle bir elini kaldırdı Özal, solundaki tribünlerden alkış alırken beklemediği bir anda sağdan gelen uğultulu protestolarla yerine oturdu. Sonra solundaki 100 binlik stat isteklerine yeniden ayağa kalkarak olumlu yanıt verdi.

    Maçın başlamasıyla birlikte “şampiyon” sloganları gerçi yine gündemdeydi ama bu kez 100. gol her şeydi taraftar için. Ve daha 5. dakikada Fenerlinin bu beklentisi Turan’ın kafa golüyle gerçekleşiyordu. Bu tarihi ana imzasını atan Turan, sevincini arkadaşlarıyla paylaşırken biz, az sonra devre arasında futbolcuların kendi aralarında aldığı bir kararı öğrenecektik. 100. gol nedeniyle araba alan Turan’ın bu ödülü önceden alınan bir karar gereği Samsunspor’a vereceği, Erbil’in anonsundan duyuluyordu. Yani futbolcular karar birliğine varmışlardı. 100. golü kim atarsa atsın ödüller Samsun’a gidecekti.

    Bu arada hükümet adına Bakan İsmet Özarslan, 100 milyonluk çeki Başkan Kaya’ya verirken Erbil’den yeni bir inci duyacaktık :

    “100 milyonluk ödül Tahsin Şahinkaya’ya veriliyor”

    Gol Kralı Aykut

    Fenerbahçe için ulaşılması hedeflenen konulardan birisi de gol kralı çıkartmaktı. 10. dakikada kazanılan penaltı için taraftar bir anda “Toni Toni” diye bağırırken Schumacher orta alana doğru koşuyor ve taraftarlara Aykut’u gösterirken gol krallığı yarışını anımsatıyordu. Ve Schumacher’in başlattığı tezahüratla tribünler bu kez penaltı için topun başına gelen Aykut’a destek veriyordu. Aykut da doksan dakika sonunda Turan gibi çifte sevinç yaşayanların arasında kendisini saha içinde izleyen nişanlısına mutluluğunu dile getirecekti.

    Oal’ın bitiş düdüğüyle futbolcular birden üstündeki formalarını çıkararak olası bir sıkışıklıktan kurtulmayı planlıyorlardı. Daha sonra Fener seyircisi yaklaşık yarım saat tribünleri terketmeyecekti. Ve Rıdvan’la Schumacher, arkadaşları soyunma odasında duşlarını alırken omuzlarda, sevinçlerini taraftarlarla paylaşıyorlardı.

    1988-1989 Şampiyonluk Turu Fotoğrafları’ndan

    1988-1989 Şampiyonluk Turu kupürlerinden... Fenerbahçe Bayramı!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu

    Bu güzel yıldönümünün açılışı Tapfereritter‘in yazısıyla yapıyoruz. Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu ile sevince boğduğu 1989 yılının son maçını, sıkı bir taraftarın gözüyle okuyalım.


    100… 101… 102 ve 103!

    Rıdvan Dilmen sol kanatta topu aldığında, herkes onun bir anda birinci vitesten beşinci vitese takacağını ve kaleye yöneleceğini biliyordu ama akıl ve mantık beş kişinin içinden geçerek bunu yapacağına ikna olmuyordu. “Şeytan”lık buradaydı.. 

    Bir başka gariplik, normalde orta sahada takımın üçüncü ciğeri olarak görev yapan Turhan Sofuoğlu’nun, Rıdvan Dilmen’in geçmeyi deneyeceği deliği kapatmaya çalışan Sarıyer savunmasının göbekte bıraktığı boşluğu burnu gol koklayan santrafor edasıyla farkedip, penaltı noktasına doğru yönelip elini kaldırarak gollük pas istemesiydi. “Rambo” olmak kolay değildi.

    Oğuz Çetin’in, Rıdvan Dilmen’in geçebileceği tek deliği görüp, o deliği aydınlatan topuk pası da alelade bir hareket değildi. Bir mühendislik harikasıydı. “İmparator” lakabı oynadığın futbolla kazanılırdı. Franz Beckenbauer gibi..

    Pozisyonun gelişimi, o sezon formunun zirvesine çıkmış Rıdvan Dilmen’in golü atacağına işaret ediyordu. Ama bir engel vardı: O dönemin refleksleri en müthiş ve karşı karşıya pozisyonlarda son derece başarılı kalecisi Yaşar Duran Sarıyer’deydi. “Şeytan”a “dur” dedi.

    Ama o sezon Fenerbahçe karşısındaki rakip kaleciler, son viteste çalışan bir tenis topu atma makinesi karşısındaki tenisçiler gibiydi. Türk futbolunda görülmedik bir “bütün hatlarıyla hücum” performansı sergileyen Fenerbahçe’de dönen topu gol yapacak en az bir futbolcu illa ki vardı.

    Çünkü takım zaten 2 yese 3 gol, 3 yese 4 gol atan bir takımdı. 100. gol Turhan Sofuoğlu’na nasip oldu. 100. golü atacak oyuncuya verilecek otomobil hediyesini de o sezon ölümcül kazaya uğramış Samsunspor’a hibe etmişti “Rambo”..

    Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin 21. Türkiye şampiyonluğunu ilan ettiği 4-3’lük Sarıyer maçı iddiasız bir karşılaşma değildi. “Son hafta beraber seyircilere bol gol izletelim” türünden bir maç değildi. Sarıyer kazansa bir sonraki sezon Galatasaray yerine Boğaz’ın “Beyaz Martıları” gidecekti UEFA Kupası’na. Ama Sarı Kanaryalar “gelin gibi süslenmiş” stadyumunda taraftarına zehir etmemişti şampiyonluk gününü. Sarıyer maça asıldıkça asılmış ve “eski Fenerli” Selçuk Yula’nın 1, “müstakbel Fenerli” Sercan Görgülü’nün iki golüyle 3-3’ü bile yakalamıştı. Ama Fenerbahçe işine bakardı. Galibiyetine bakardı. Yendi ve ezeli rakibini yolladı Avrupa Kupalarına.

    Zaten onun için Milliyet gazetesinin ertesi gün manşeti “Şikesiz.. Lekesiz.. Tertemiz” idi.

    Sarı-Lacivert Bir Mutluluk Günü

    Bu mutlu sonda “Şeytan” vardı.. “Rambo” vardı.. “İmparator” vardı.. Bir de “Kral” olmalıydı. Aykut Kocaman da bu lakabı o maçta aldı, tacını bu maçta taktı. O, Fenerbahçe’nin Zeki Rıza Sporel (1933), Ali Rıza Tansı ve Naci Bastoncu (1935), Melih Kotanca (1940, 1945 ve 1946), Lefter Küçükandoniadis (1950), Ogün Altıparmak (1970-71), Osman Arpacıoğlu (1972-73), Cemil Turan (1973-74, 1975-76 ve 1977-78) ve Selçuk Yula’dan (1981-82 ve 1982-83) sonra çıkardığı 10. “Türkiye Gol Kralı”ydı. Her şeyden öte, benzersiz bir şampiyonluktu bu. En fazla gol*, en yüksek gol ortalaması, en fazla galibiyet, en yüksek puan, en iyi averaj.. Bütün rekorlar Fenerbahçe’nindi. Kırılacağı da yoktu..

    11 Haziran 1989.. Sarı-lacivertli ve mutlu bir gündü.

    * Sonradan, bazı takımlarla dört maç yapılan ve iki etaplı ligde atılan golleri dikkate alıp yapay rekorlar icat edilmeye çalışılsa da, bu rekor da “şikesiz, lekesiz ve tertemiz” Fenerbahçe’nindi..   

    Tapfereritter

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Fenerbahçe'nin 21'inci Türkiye Şampiyonluğu... 11 Haziran 1989 tarihli Şampiyonluk Turundan
  • Fenerbahçe Yenilmez. Bu Formayla Dalga Geçilmez

    4 Mayıs 1989 tarihli Milliyet gazetesinden…

    Sahalarda ender görülen hareketlerdi: Galatasaray kalecisi Zoran Simoviç üzerine yumuşak gelen topu göğsüyle istop etmiş ve ayağıyla sağ kanada doğru uzaklaştırmış, gelen topu Cevad Prekazi göğsüyle yumuşatıp röveşatayla uzaklaştırmış, ondan gelen topu da Mirsad Kovaçeviç (Türk vatandaşı adıyla Mirsad Güneş) yine göğsüyle yumuşatıp röveşatayla Fenerbahçe yarı sahasına göndermişti.

    Zaten skor da ender görülen cinstendi: O sezon Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finale çıkan Galatasaray Türkiye Kupası (o sezonki adıyla Federasyon Kupası) çeyrek finalinin 3 Mayıs 1989’daki rövanşında ilk yarı 3-0 öndeydi. Galatasaray, Fenerbahçe’yi 1960’tan beri bir kez (26 Ağustos 1970’te sezon başı Türkiye Spor Yazarları Derneği Kupası’nda) 3-0 yenmişti. Fenerbahçe ise bu dönemde rakibini defalarca üçlemiş, dörtlemiş, beşlemiş ve altılamıştı.

    İki yabancılı ligimizin üç yabancılı Galatasaray’ı o sezon Fenerbahçe ve Beşiktaş arasındaki şampiyonluk yarışına havlu atmış, ancak Avrupa Kupalarında rövanşları çok iyi oynadığını göstermiş. Bu eşleşmenin ilk maçında da Fenerbahçe’nin 2-0’lık üstünlüğünü maç sonunda 2-2’yle bertaraf etmiş, ikinci maçta da 3-0’dan sonra röveşatalarla topu Fenerbahçe yarı sahasına göndererek “al biraz da sen oyna” demişti.

    İkinci yarı da Fenerbahçe aldı topu ve oynadı..

    4-3 biten maçta devre arasında olup bitenleri, Veselinoviç’in takımla konuşmasını muhtelif belgesellerde maçın kahramanları Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman ve Hasan Vezir’den dinledik.. Buradan sonrasını ise, (sakatlığından dolayı ilk yarıda aksayan Oğuz Çetin’in yerine) ikinci yarıda 14 numaralı formayla oyuna girerek Galatasaray kontra-ataklarına set çeken ve sinirlenen Prekazi’yi de kırmızı kartla oyundan attıran maçın “gizli kahraman”larından Taygun Erdem’in, İzzet Benyakar’ın yönettiği “Fenerbahçe Tarihi Kadroları” sayfasındaki anılarından okuyalım:

    Ömer Abi (Kaner) devre bitmeden “hazırlan, oyuna giriyorsun” dedi ve ben sahada ısınmaya başladım. Kimin çıkacağını, nereye gireceğimi düşünürken, bir anda maç başlamak üzere iken, Ömer Abi bir kez daha geldi ve ‘Ön libero oynuyorsun, yükleneceğimiz dakikalarda kontralarda orta sahada dikkatli ol, kuş uçurtma’ dediği anda Sadık Deda düdüğü çaldı ve 2. yarı başladı.

    Fenerbahçe’nin, Veselinoviç’in sahaya çıkan oyuncularına son anda dediği gibi, “ilk golü ilk beş dakikada atarsanız, beş olur”  cümlesinin (bir eksikle) hayata geçişi.. 47. dakika ve Taygun Erdem’le devam:

    Uzun bir top attım bizim sahadan sol kanada doğru. Döndü dolaştı, Aykut Hoca (Kocaman) harmanlayıp, Erhan Önal Abi’mi çalımlayıp, sol ayağıyla iğne deliğinden topu ağlara bıraktı. O goldeki taraftarın uğultusu bizi ateşledi. İnanın, ben [devre arasında] kimin çıktığını golden sonra anladım. Baktım herkes var, Ergin Abi’ye (Parlar) ‘kim çıktı ya’ diye sorduğumda, ‘Oğuz Abi (Çetin)’ cevabını alınca, ben ‘Ne, Oğuz Abi mi?’ dediğimi dün gibi hatırlıyorum (adalesi çekmiş ve çıkmış).

    Sonrasında ise İslam Çupi’nin tabiriyle “ikinci devre boyunca Galatasaray yarı sahasında şeytanın bolerosundan figürler yapan” Rıdvan Dilmen’in ve (Aykut Kocaman’ın gol kralı olduğu sezon) “Vezir” makamına Fenerbahçe formasıyla ulaşan Hasan Vezir başroldeler. Bu dakikaları ve Vezir’in skoru 3-3’e getiren (dikkatli izleyicilerin şimdiki Youtube görüntülerinde yakalayabilecekleri) golündeki an’a dikkat çeken Taygun Erdem’den devam:

    Daha sonra Rıdvan Abi sahne aldı. Soldan topu fulelerle ve çalımlarla getirip Hasan Abi’ye aktardı. O da Simoviç’in altından yuvarlayıverdi: 3-2.. Ben de orta sahada Prakazi’nin sarı kartlı olduğunu bildiğimden yakaladığım bir pozisyonda onu sinirlendirerek bana kafa atmasını sağladım.. İkinci sarıdan dışarı.. Sağ kanatta Hakan Tecimer-Ben-Rıdvan Abi bir üçgen yaptık. Daha sonra Rıdvan Abi’nin penaltı noktasına yaptığı ortaya Hasan Vezir Abi voleyi patlattı, şutun şiddetinden Cüneyt Abi (Tanman), Yusuf Abi (Altıntaş) korkudan sırtlarını dönmek zorunda kaldılar topa. Simoviç’in kafasının üstünden tavana: 3-3… ‘Allahım’ dedim, ‘bunu ne olur sonuçlandır, 1 gol daha atalım’ derken, 2. golün kopyası: 4-3. Rıdvan Abi-Hasan Vezir… Tarih itinayla yazılmıştı.

    Evet tarih itinayla yazılıyordu gerçekten. Ama hiçbir zafer, yüreği ağza getiren anlar olmadan lezzet kazanmaz. Skor 4-3 iken, Aykut Kocaman Veselinoviç’in kehanetini az daha yerine getiriyordu. Ancak, dördüncü golden sonra ekranlara ağlama görüntüsü gelen Simoviç klasını konuşturarak beşinci golü önlemiş, takımına son bir “can” daha vermişti. 10 kişi kalmış Galatasaray da “can havliyle” yüklendi. (Galatasaray’a göre) sağ kanattan akan Savaş Koç topu çaprazdan Fenerbahçe kalesine gönderdi. Topa son anda ayak koyan Müjdat Yetkiner’in müdahalesi Kaleci Schumacher’i kontrpiyede (ters ayakta) bıraktı. Dakika 90’dı. Ama Schumacher de iki Dünya Kupası finali apoletliydi. Dönemin renkli spor dergisi Gelişim Spor’un tabiriyle “sanki uzadı”. İlk yarının sonunda topu röveşatayla Fenerbahçe yarı sahasında gönderen Mirsad Güneş’in önünde kaptı. Kaptan, sadece golü değil, arkadaşlarının tüm emeğini kurtarmıştı. Kendisini tebrik etmek isteyen Taygun Erdem’e de “Çık, çık, maç devam, devam” demişti.

    Türk sporunun en büyük rekabetinin futboldaki 111 yılını ikiye bölsek, ilk yarısının (1909-1965) yıllarca konuşulan ve en sembolik değerdeki maçı, (herhalde) 14 Haziran 1959’da Fenerbahçe’nin ezeli rakibini 4-0 yenerek (şimdiki) Türkiye Ligi’ndeki ilk şampiyonluğu kazandığı karşılaşma olur. İkinci yarının en sembolik maçı da belki bu 4-3’lük karşılaşmadır. Bu maç bir kuşağa ümit vermiş, maç bitmeden Fenerbahçe’nin yenilmeyeceğini göstermiştir. Onun içindir ki Fenerbahçe bu zaferi 12 yıl sonra Gaziantepspor’a karşı tekrarlayabilmiştir. Onun içindir ki, “4-3’lük maç” dendiğinde “Hangisi?” diye sormak sadece Fenerbahçelilere ait bir ayrıcalıktır.

    Maçın sonunu yine Erdem’in anlatımıyla bağlayalım:

    Mesut Dizdar Baba (O dönemde Vali Özel Kalemiydi ve [Fenerbahçe] Yönetim Kurulu üyesiydi) bana ‘Sen gerçek Fenerbahçelisin oğlum, herkese nasip olmayacak bir maçta gizli kahramansın’ deyip, beni alnımdan öpmüştü. Ne para ne pul. Hayatımda ilk defa anlatıyor ve yazıyorum bu anları. O an benim en büyük mirasım.