11 Ağustos tarihinde Vakit gazetesi tarafından düzenlenen 1933 Moda Yüzme Yarışları, sporculardan ve halktan çok büyük bir ilgi gördü. Bir gün önce, 10 Ağustos’ta gazetede katılımcıların listesi yayınlandı. Bu kıymetli isimlerin bulunduğu liste arşivde saklı kalmasın istedik… Keyifli okumalar…
Tahminimizden çok fazla rağbet ve alaka uyandıran yüzme müsabakalarımız yarın Moda yüzme havuzunda yapılacaktır.
Kayıt müddeti dün akşam bitmiş ve yazılanların sayısı iki yüzü geçmiştir.
Müsabakalara saat on üçten itibaren başlanacaktır. (1500) için yazılanlar sayı itibarile fazla olduğu için bunlardan bir kısmını saat ondan itibaren yüzdürmek zarureti baş göstermiştir. Bu müsabakaya katılan Salim, Cemil, Toma, Lili, Talat, Sedat ve Mihalaki Beylerden maadasının saat onda havuzda bulunmaları lazımdır. Hakem heyeti isimleri yukarıda işaret edilenlerin öğleden sonra, diğerlerinin öğleden evvel müsabaka yapmalarına karar vermiştir.
Bu itibarla herhangi bir haksızlığa meydan vermemek üzere yüzücülerin zamanında gelmeleri rica olunur.
Bunlardan başka diğer müsabakalara girecek yüzücülerin de kontrol edilebilmeleri için 12’de gelmeleri lazımdır.
Hakemler ve İdareciler
Müsabakamızda baş hakemliği yüzme komitesi reisi Ekrem Rüştü Bey kabul etmiştir. Hakem heyeti güreş federasyonu reisi Ahmet Fetgeri, denizcilik federasyonundan Rıza, kıdemli yüzbaşı Abdurrahman, kaptan Ziya, Fuat Rüştü Beyler ile Her Riedt, Her Eichstadt, Her Prak ve kulüp denizcilik şubeleri kaptanları Fahri, Şekip, Rüştü Beylerden terekküp etmektedir.
Tertip ve idare heyetimiz de şunlardır:
Gazetemiz namına spor muharriri Sırrı, muharrir Sadri Etem, 800cü Ziya Beyler ile gazeteci ve sporcularımızdan Ömer Besim, İzzet Muhittin, Ahmet İhsan, Mehmet Salim ve Moda yüzme havuzu müdürü İhsan Kaptan Beylerdir.
Halk için Yer
Bu büyük müsabakaları görmek isteyen vatandaşlar için, müsabaka yerini tamamile gören küçük Moda gazinosunda yerler temin ettik.
Davetiyemizi hamil olanlara bu gazino tarafından yüzde otuz, diğer vatandaşlarımız için de yüzde on tenzilat yapılmasını kabul ettirdik.
Hediyeler
Müsabakamızda kazananlardan birinci ve ikinciye birer madalya, su topunda kazanan takıma bir vazo ve diğer hediyeler verilecek ve hediyeler müsabakalardan sonra verilecek danslı çayda dağıtılacaktır.
Müsabakamıza Yazılanlar
Müsabakamıza yazılan yüzücülerin girecekleri müsabaka nevilerine ve kulüplerine göre muntazam listesi şudur:
Yeditepe Yayınevi‘nden çıkan ve buradaki linkten satın alabileceğiniz “Fenerbahçe Tarihi Meseleleri | Kuruluş” kitabının önsözünü sitemizde yayınlıyoruz. Fenerbahçe Hep Galip!
Bundan tam iki yıl önce on yedi kişi bir araya geldi. Bu kişilerden bazısı birbirini daha önceden tanıyorken bazısı da o gün tanışmıştı. Ortak paydaları Fenerbahçe, uzmanlık alanları ise Fenerbahçe tarihi olan bu kişiler; 1959 öncesi şampiyonlukları için kapsamlı çalışmalar yapılması, Fenerbahçe’nin tarihine, uydurdukları yalanlarla saldıranlara karşılık verilmesi için anlaştılar. Bu on yedi kişi arasında ifade gücü kuvvetli, kalemi keskin, hafızası mükemmel, organizasyon yeteneği takdire şayan, yüzyıl önce yazılan yazıları okumada mahir, yılların emeği ile oluşturdukları arşivi göz kamaştıran insanlar vardı. İkinci toplantıda iş bölümü yapıldı. Dönemler, konular, bu kitaba da adını veren meseleler üzerinde yoğunlaşacak kişiler belirlendi. Üçüncü toplantıda, masanın üzerinde yıllardır yapılan araştırmaların bir sonucu olarak meydana gelmiş onlarca sayfalık içerik duruyordu. Toplantı boyunca bu içerikler hakkında konuşuldu. Fenerbahçe tarihi ile ilgili bilinen birçok şeyin aslında klişeden ibaret olduğu, işin aslının farklı olduğu ortaya çıkmaya başlamıştı. Tarih yazımını; belgelere dayanarak, belgelerin de “kaynak” statüsünde olup olmadığını özenle değerlendirerek yaptıkları için bu müstesna topluluk ortaya çıkan gerçekleri paylaşmakta bir sakınca görmediler. Böylece FenerbahceTarihi.org doğmuş oldu.
İtiraf etmek gerekirse hazırlanan içerikler yayımlanmaya başlamadan önce, tarihî meselelerin bu kadar ilgi çekeceği aramızdan kimsenin aklına gelmemişti. Bir süre sonra deyim yerindeyse “mızrak çuvala sığmamaya” başladı. Yazdıklarımıza değer veren, önemseyen kişiler, bu yazıları kitaplaştırmanın zamanı geldiğine bizi ikna ettiler. Bu doğrultuda yazılarımızı sınıflandırarak Fenerbahçe tarihini dönemlere ayırdık. Bu ayrımın sonucunda elinizde tuttuğunuz kitabın da zamansal sınırı belirlenmiş oldu.
“Fenerbahçe’nin kuruluş hikâyesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır. Fenerbahçe’nin kuruluşu, farklı bir bakış açısıyla değerlendirilip yeniden yazılması gereken tarihî meseleleri de içerisinde barındırır. Fenerbahçe tarihindeki birçok olayın bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin sebepleri, döneme ilişkin kaynakların yetersiz olması ve az sayıdaki araştırmacının ‘resmî’ tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır. Fenerbahçe’yi kuran ve kuruluşunda pay sahibi olan kişilerin hayat hikâyeleri ve kuruluştan sonra geçen yıllardaki faaliyetleri, ‘Fenerbahçe’nin kuruluşu’nu özel kılan ana unsurlardır. Bu unsurlar, dönem için kalıplaşmış yargıların değişmesi ya da bazı ender durumlarda da desteklenmesi için Fenerbahçe’nin kuruluş tarihinin ana dayanaklarından birisi olacaktır.”
Türk spor tarihinde, üzerinde belki de en az çalışma yapılan dönem olan Fenerbahçe’nin kuruluş yılları için araştırmalarımız sonuç vermeye başladıktan sonra önceki paragrafta okuduğunuz satırları kendimize yol haritası olarak belirledik. Haritadaki izleri takip ederek ilk kitabımız olan Fenerbahçe Tarihi Meseleleri-Kuruluş’u, internet sitemizde yayımladığımız içerikleri temel alarak yazdık.
Dört bölümden oluşan kitabımızın ilk bölümü Fenerbahçe’nin kurucuları hakkındadır. Fenerbahçe’nin beş kurucusunun hayatını, bilinmeyenleri ortaya çıkaracak şekilde inceledik. Özellikle Enver Hoca (Yetiker) ve Nurizade Ziya Bey (Songülen) üzerinde yoğunlaşan çalışmalarımızın Fenerbahçe’nin bir kuruluş felsefesinin var olduğunu ortaya çıkardığını düşünüyoruz. İkinci bölümde ise kulübün basılı ilk tüzüğünü günümüz Türkçesiyle aktarıp tescil edilme tarihini belirlemeye çalıştık. Elde ettiğimiz belgelerin söyledikleri, dönemin bilinen siyasi şartlarıyla desteklenince karşımıza yepyeni bir hikaye çıkmış oldu. Üçüncü bölümde İstanbul’un kadim semti Kadıköy’ün Fenerbahçe tarihindeki yerini okuyacaksınız. İstanbul’da futbolun doğduğu topraklarda Fenerbahçe’nin büyüyüp geliştiği mekânların, ilk takımlarının top koşturduğu çayırların izlerini bulacaksınız. Kitabın son bölümünü portreler ve olaylara ayırdık. Bu bölümün iki özelliği var: İlki, Fenerbahçe’nin ilk yıllarının bilinmeyen karakterlerinin hikâyelerinin gün yüzüne çıkması. İkincisi ise, kitapta yer alan değerlendirmelerimizi oluştururken faydalandığımız kaynakları sizlerle paylaşmamız. Belirtmek isteriz ki bu kitap Fenerbahçe’nin kuruluş yıllarının olayları ve o dönemin kişileri için kesin yargılar içermiyor. Yazım dili olarak bunu iddia ettiği düşünülebilirse de kitabın önceliği, içinde yer alan belgelere dayalı tezlerle, Fenerbahçe’nin kuruluş dönemi üzerinde tartışmalar yapılmasını sağlamak.
Tarih yazımı, şüphesiz devinim içerisinde. Her gün yeni belgeler, yeni kaynaklar tarihçilerin karşısına çıkabiliyor. Bu kaynaklar kimi zaman ortaya atılan tezleri destekliyor, kimi zaman da çürütüyor. Yapılacak olan bu tartışmaların bizleri yeni belge ve kaynaklara ulaştırmasını, yeni bilgilere ulaşarak tez-antitez-sentez formülüyle Fenerbahçe tarihinin bugüne kadar karanlık kalmış olan bu dönemini daha fazla aydınlatmayı amaçlıyoruz. Bu amaç spor tarihi üzerine çalışan ya da çalışmayı amaçlayan genç tarihçileri teşvik etmeyi de içerisinde barındırıyor.
Kitap üzerinde çalışırken benimsediğimiz metot, yukarıda da belirttiğimiz gibi belge ve kaynaklara dayalı bir yazım yapmak oldu. Dönemin Osmanlıca gazeteleriyle devlet ve özel arşivlerde yapılan taramalar, daha önceden yazılmış tarihi kitapların ve anıların karşılaştırılması ve akademi etiği çerçevesinde eleştirilmesi, benimsediğimiz bu metodun temelini oluşturdular. Bu temeli oluştururken Türk spor tarihi yazıcılığının en büyük eksikliğinin, ülkede yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri gerektiği gibi dikkate almaması olduğunu düşünüyorduk. Döneme ilişkin yaptığımız kaynak taramaları ve okumaların bu eksikliği gidermesini amaçladık.
Her yazdığımız yazıyı titizlikle okuyan, bize yol gösteren, öğrencisi olmaktan gurur duyduğumuz Saygıdeğer Hocamız Prof. Dr. Vahdettin Engin ve kıymetli eşleri Emel Engin Hanımefendi’ye; eşsiz koleksiyonundan faydalanmamıza izin veren, sohbetiyle yolumuzu aydınlatan değerli büyüğümüz Seyhun Binzet’e; spor tarihi üzerine çalışmalarıyla bize ilham veren Prof. Dr. Erhan Afyoncu Hocamıza, Murat Bardakçı’ya; bizi her fırsatta yüreklendiren Doç. Dr. Mehmet Emin Elmacı Hocamıza; Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün tüm çalışanlarına; Yapı Kredi Bankası Arşivi’nin değerli yöneticileri Abdullah Gül ve Ayhan Uçar’a; İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Furkan Sevim’e; kataloglarını hizmetimize sunan İBB Atatürk Kitaplığı Müdürüİrfan Dağdelen’e; Malta Ulusal Arşivi görevlileri Charles Farrugia, Leonard Callus ve Melvin Caruana’ya; Dr. Sinan Genim’e; Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu mensubu Dr. Hüseyin Kıyak’a; Ayetullah Bey’in fotoğraflarının bu kitapta ilk kez yayımlanmasına izin veren, kurucumuzun değerli akrabaları Mehmet Auf ve eşi Ebru İpek Auf Hanımefendi’ye; Lale Atman Hanımefendi’ye; Enver Yetiker’in fotoğraflarını tarihe bu kitap vasıtasıyla kazandıran, kurucumuzun değerli torunları Ayşe Bertülin Kenter ve Rona Bandar Hanımefendilere; Fenerbahçe’nin erken dönemiyle ilgili arşiv belgelerini bizlerle paylaşan Melih Şabanoğlu’na; doğru bilgi ve belgeye ulaşmamızda yardımlarını esirgemeyen, her zaman yanımızda olan Fenerbahçe camiasının değerli üyeleri; Belgin Beşe Aral Hanımefendi, “Paşalı Birol” Vecdi Teker, Acar Yıldız, Aydın Temizer ve kıymetli eşi Nazan Aksoy Temizer Hanımefendi, Bülent Batu, Cahit Binici, Cem Argun, Cafer Çağatay’ın torunu Jale Çağatay Hanımefendi, Sporel ailesinin kıymetli mensupları Dilara Sporel, Emine Sporel Özakat ve Feyhan Sporel Hanımefendiler, Ali Muhiddin Hacıbekir’in torunu Nazlı İmre Hanımefendi, bizlere gösterdiği teveccühten her zaman onur duyacağımızMüzdat Dağlaroğlu’na teşekkür etmeyi borç biliyoruz.
Bugün aramızda olmayan iki ismin; kitabımızı göremeden aramızdan ayrılan, “Kadıköy’ün Belleği” Demir Alp Serezli Ağabeyimizin ve Türk spor tarihçiliğinin sembol ismiDr. Rüştü Dağlaroğlu’nun manevi şahsiyetleri önünde de saygıyla eğiliyoruz. Bu birbirinden değerli kişilerin Fenerbahçe tarihine yaptıkları katkıları, geleceğin tarihçilerine aktararak bu borcu bir nebze de olsa ödeyebildiğimizi düşünüyoruz.
Ve Galip… Galip Kulaksızoğlu…
Bu kitabın sayfaları arasında adına rastlayıp hakkında yazılanları okuduğunuzda kitabımızı ondan başka birine ithaf etmenin zaten mümkün olmadığını sizler de düşüneceksiniz. İyi okumalar…
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Rüştü Dağlaroğlu, 23 Mayıs 1949 tarihli Öz Fenerbahçe dergisi için kaleme aldığı yazıda Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali yangın felaketinden sonra oynanan bir maçı anlatıyor. Fenerbahçe için “Bahtsız Fakat Mesut” derken ne kadar da isabetli bir tabir kullanmış…
Bu sene 6 Haziran’da büyük acımızın 90. yıl dönümü olacak. Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinde açılan bağış kampanyasında bağışta bulunanların ismini “Küllenmeyen Sevdanın Kahramanları” yazısında paylaşmıştık. Keşke bu liste stadyumda bir yere asılsa… Zira emsalsiz bir sevginin nişanesi…
Varşova’da iken Polonia kulübünü ziyaret etmek istemiştim. Fenerbahçe’nin 25 yıl önce İstanbul’da yendiği bu takıma hatıra olarak verdiği sarı lâcivert bayrağı da görmek arzusunu besliyordum.
Dostum Polonyalı, mütereddit olduğum noktayı hemen söyledi:
Eski güzel lokalleri harpte bütün eşyasile beraber yandı. Şimdi ancak tek bir odada yerleşmiş bulunuyorlar!…
Artık gitmek istemedim. Polonia kulübünün, bütün Varşova gibi uğradığı bir talihsizlik bana kulübümü hatırlattı. Onun da uğradığı yangın felaketini ve onu müteakip geçen fazla sıkıntılı günleri gözlerimde canlandırdı. Bu arada unutulmaz bir millî tesanüd- hatırası zihnimde tazelendi. Onu, bilmiyen, duymıyan gençlere bildirmeyi bir vazife saydım. Şimdi yerine getiriyorum:
5 Haziran 1932 Pazar akşamı idi. Fenerbahçe kulübü Herr Schveng isimli bir Macarı antrenör olarak tutmuş ve şerefine bir tanışma çayı tertip etmişti. Meşhur Fenerbahçe futbolunun ilk defa olarak bir ecnebi antrenöre kavuşması mes’ut bir hadise idi. Bütün Fenerliler böyle mutlu bir gecenin sabahında pek elim bir havadisle karşılaştılar:
Kulüp yanmıştı! Hem de herşeyile beraber! Kalanlar yalnız ismi, şerefli hatıraları ve yarattığı sevgi idiler.
Aradan iki hafta geçmişti. Selanik muhteliti İstanbul’da idi. Fenerbahçe bu takıma karşı Taksim Stadı’nda maça çıkıyordu. Millet bahtsız Sarı-Lâcivert çocukları gözyaşlarile teselliye koşmuştu. Mutadı aşan coşkun tezahüratla karşılandılar. Herşeyleri yeni idi. Eskileri yanmış, bunlar da borçla yaptırılmıştı.
Fenerbahçe 4-0 kazandı. Staddan yine coşkunlukla uğurlandılar. Caddelerde de eller üstünde taşındılar. Milletinin bu derin sevgisine ulaşmış bahtsız fakat mes’ut Fenerbahçe kulübü buna liyakatini yüksek bir jestle ispattan geri kalmadı. Ne yaptı biliyor musunuz?
Pek acı bir şekilde duyduğu ve yaşamakta olduğu yoksulluğun yarattığı bir hisle, o maçın bütün hasılatını, yoksul milletdaşlarına dağıtılmak üzere, Hilal-i Ahmer’e bağışladı. Gerçi biraz daha sıkıldı. Fakat eşsiz şereflerle dolu tarihine bu yolda da eşsiz ve ebedî bir millî tesanüd ve olgunluk hatırası da eklemiş oldu.
Rüştü Dağlaroğlu | 23 Mayıs 1949 – Öz Fenerbahçe (Bahtsız Fakat Mesut)
17 Temmuz 1923 tarihinde oynanan maçta Fenerbahçe ve Slavia Prag takımları bir arada. (Suna ve İnan Kıraç Vakfı)
UEFA Konferans Ligi’nde eşleşen Fenerbahçe ile Slavia Prag arasında tarihi bir süreç var aslında. 1923, 1925 ve 1927 yıllarında 3 maç yapılmıştı. Bu tarihsel süreci okurlarımıza anlatır mısınız?
Türk takımları yabancı temaslara alışık sayılır. 1910’lu yıllarda, Galatasaray’ın ve Fenerbahçe’nin yurtdışı seyahatleri var. Dünya Savaşı’ndan sonra ise işgal ordusu takımlarıyla maçlar başlıyor. O zaman için gelişi ise çok büyük bir olay. Özellikle 1923 yılındaki ilk seyahat Türk spor çevresinde muazzam ses getiriyor. Dönem futbolcularının hatıralarında “Slavia maçları bizim için birer dönüm noktasıydı” cümlesine sıkça rastlıyoruz. Slavia maçlarının futbolcularımız tarafından “dönüm noktası” olarak kabul edilmesinin esas sebebi Milli takımımızın tarihi ile yakından ilgili. 1922’de Türk sporunun ilk kurumsal bir yapısı olarak kurulan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (TİCİ) çatısı altında faaliyete başlayan Türkiye Futbol Federasyonu, ilk icraatı olarak FIFA’ya üye oluyor ve 1924 Paris Olimpiyatlarına futbol takımını göndermek için çalışmalara başlıyor. Dönemin yöneticilerinin akıllarına gelen ilk soru, Türk futbolunun uluslararası arenada başarılı olup olamayacağı oluyor. Slavia işte bu soruya cevap bulmak için davet ediliyor.
Bu tarihsel süreçte 16 Temmuz 1923 tarihinde yapılan karşılaşmanın büyük önemi var. 10-1’lik tarihi bir yenilgi var ama Türk takımlarının şeref golü de var… Çünkü daha önce Altınordu ve Galatasaray’ın da 7-0’lık yenilgileri vardı. Bu maçı bizlere anlatır mısınız?
Tabii ilk iki maç 7-0 bitince kamuoyunda “Biz bu takımı yenemeyiz” fikri oluşmuş. Fenerbahçe’den ise galibiyet değilse bile, en azından bir gol bekleniyor. Nitekim sarı-lacivertliler de bu temenniyi boşa çıkarmıyor. Dönemin gazeteleri bu maça dair halkın hissiyatını çok güzel ifade etmiş : “Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan ‘Gol’ kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Fenerbahçe İstanbul futbolculuğunun şerefini kurtarmıştı. Stadyum inledi. Fesler havalarda uçtu.” cümlelerinde hepsi hemfikir.
Üstte: Slavia-Galatasaray maçında. Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’in maçtan evvel misafirlere nutku. Ortada: Fenerbahçe-Slavia maçında. Erkân-ı hükümet ve şehzadegân. Altta: Slavia’ya çıkan Altınordu takımı. (Spor Alemi)
Türk futbolseverleri üzen aslında biraz kıran bir olay yaşanıyor maç öncesinde. Fenerbahçe’nin davetlisi olarak Kalamış’taki eski Belvü Gazinosu’na gelen Slavia Prag kalecisi Hana kibirli bir şekilde bir bahis ortaya koyuyor; Altınordu ve Galatasaray’dan gol yemediğini anımsatıp Fenerbahçe’ye de kalesini kapayacağını iddia ediyor.
Slavialılar İstanbul’a ayak bastıkları andan itibaren çok güzel ağırlanıyorlar. Galatasaray Lisesi’nde ve Fatih Belediye binasında Slavia onuruna ziyafetler veriliyor. Fenerbahçe’nin Belvü’deki çay daveti ise yine çok keyifli. Kulüpten teknelerle gidiliyor Belvü’ye. Şüphesiz orada bazı latifeler, iddialaşmalar olmuştur. Bununla beraber, Fenerbahçeli ve Slavialı futbolcuların birbirleriyle çektirdikleri hayli neşeli fotoğraflar da var. Hatta Slavialılar hatıra olsun diye resimler alınırken bizimkilerin feslerini giymişler. İstanbul’dan ayrılırken de “Sizden hatıra kalsın” diyerek, uğurlamaya gelenlerden feslerini istiyorlar. Bizimkiler de hediye ediyor.
Bildiğimiz kadarıyla dönemin güçlü milli takımlarından Çekoslavakya’nın ilk 11’inden 7 futbolcu Slavia Prag’da oynuyordu ve bu nedenle Türk basını da bu maça çok önem veriyordu. O tarihte Türk basınındaki bakış ve heyecan nasıldı maça dair?
Dönem basınında Slavia’nın Türkiye’ye gelmeden önce Romanya Milli takımını 6-0 yendiği haberleri veriliyor. Aslına bakarsanız o maçı oynayan Çekoslovak Milli takımı. Biraz önce değindiğim gibi Slavia’nın davet edilme sebebi Türk milli takımını oluşturacak futbolcuların güçlü bir ekip karşısında neler yapabileceğini görmek. Spor basınının bu maçlara verdiği önemin altında yatan sebep de bu. Nitekim 26 Ekim 1923’te Milli takımın ilk resmi maçında Romanya karşısına çıkan kadronun Slavia ile maç yapmış 3 takımımızın oyuncularından oluştuğunu görüyoruz. O dönem Türkiye’de çok kuvvetli bir spor basını geleneği var. Fakat Slavia’nın bambaşka bir heyecan getirdiği inkâr edilemez. “Spor Âlemi” ve “Türkiye İdman Mecmuası” gibi dergilerle birlikte, Yusuf Ziya Öniş, Nasuhi Baydar ve Burhan Felek gibi isimler sayesinde bu seyahate dair müthiş bir haber akışı meydana gelmiş. Özellikle Slavia’nın geliş ve gidiş günlerinden sonra kaleme alınan bazı yazılarda şahane tespitler ve özeleştiriler var. Slavia’nın pas oyununu ve takım içi yardımlaşmasını öve öve bitirememiş spor yazarlarımız mesela.
Slavialı misafirlerin “Milliyet” için attıkları imzalar. (1927)
10-1’lik tarihi bir yenilgi var ve bu skor Fenerbahçe’nin kulüp tarihindeki en farklı yenilgisi… Ama Taksim Stadı’nda Ömer Tanyeri’nin attığı şeref golü de var. Bu maçı Fenerbahçe tarihinde nereye koyuyorsunuz? Bir yanda üzüntü var ama bir yanda da şeref golünün getirdiği bir teselli var.
Gol teselliden de öte, büyük bir sevince yol açmış. Seyircilerin maçtan sonra Alaaddin’i omuzlara alıp stadyum kapısına kadar götürdükleri düşünülecek olursa, goldeki aslan payı onun gibi gözüküyor. Fakat Fenerbahçe tarihini kendinden sonraki nesillere armağan eden Dr. Rüştü Dağlaroğlu “Ömer Tanyeri attı” diyorsa, doğrudur. Zira bunu bizzat kendilerinden dinleyip, öğrenmiştir. Ömer Bey’in (ki lakabı Beleş) “Doğru zamanda, doğru yerde olmak” ile özetlenebilecek gol sezişi düşünüldüğünde hiç de sürpriz değil. Bu arada İstanbul Karması ile Slavya’ya atılan üç golün de sahibi Fenerbahçeliler; Zeki Rıza Sporel ve Alaaddin Baydar!
1923’teki Fenerbahçe takımı esasında rekorların ve başarıların takımı. 1922-1923 sezonunda 58 gol atıp gol yemeyen namağlup bir takım var. Fenerbahçe’nin o tarihi kadrosunu okurlarımıza tanıtır mısınız?
Tek kelimeyle “inanılmaz” bir ekip! Şekip Kulaksızoğlu, Hasan Kamil Sporel, Cafer Çağatay, Kadri Göktulga, İsmet Uluğ, Fahir Yeniçay, Sabih Arca, Bedri Gürsoy, Zeki Rıza Sporel, Alaaddin Baydar ve Ömer Tanyeri! Fenerbahçe ve Türk spor tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Elkatipzade Mustafa Bey’in kurduğu altyapı takımlarında yetişen bu sporcular için bizim kullandığımız bir tabir var: “Esir Şehrin Moral Kaynağı”. Fenerbahçe’nin işgal kuvvetlerine karşı kazandığı her maç, büyük bir sevinçle karşılanıyor. O yılları anlatan hatıralarda sahaya girip gol atan oyuncuya sarılmaya koşan seyircilerden bile bahsediliyor.
1925 yılındaki maçtan önce Fenerbahçe ve Slavia takımları. (Gol Spor)
1922-23 sezonundaki yenilgisiz ve gol yemeden şampiyon olan kadronun fahri başkanı Şehzade Ömer Faruk. Şehzade Ömer Faruk, Fenerbahçe tarihinde önemli bir yere sahip. Şehzade Ömer Faruk dönemi nasıl geçmişti Fenerbahçe’de?
Şüphesiz Ömer Faruk Efendi’nin günümüz başkanlarından farklı bir statüsü vardı. Aktif olarak yönetmese de kulübü 1920-1924 yılları arasında Fahri başkan olarak himaye etmiş. Şehzade’nin Millî Mücadele’ye olan olumlu bakış açısı göz önüne alındığında bu ilişki daha da değer kazanıyor. Ömer Faruk Efendi’nin kulübü birkaç kez ziyaret ettiğini, anı defterini imzaladığını biliyoruz. Özetle Şehzade, işgal güçleriyle sahada mücadele veren kulübünü yalnız bırakmamış. Slavia ile 1923’te yapılan maçtan önce verilen davette Fenerbahçe’yi temsil etmiş. Bu bilgiler ışığında Ömer Faruk Efendi’nin Fenerbahçe tarihinin zenginliklerinden biri olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi takvimlerimizi 5 Haziran 1927’deki tarihi galibiyete çevirelim isterseniz. Slavia Prag bir kez daha İstanbul’da ama bu kez bambaşka bir sonuç var. 1-0’lık tarihi galibiyet büyük ses getiriyor o günlerde…
3 Haziran 1927’de Galatasaray Taksim Stadı’nda Slavia ile karşılaşırken, Fenerbahçeliler de Ali Naci Karacan’ın bizzat Almanya’ya gidip getirdiği, Bekir’i karşılamak üzere Sirkeci garına gitmişler. Gazeteler “Milli takımın eşsiz futbolcusu Bekir geldi” haberini birinci sayfadan duyurmuşlar. Bekir de kendisinden bekleneni yapmış ve Fenerbahçe’ye maçı kazandırmış. Gazetelerde maçtan sonra Fenerbahçe’ye, Türkiye’nin dört bir yanından, iki yüzü aşkın tebrik ve takdir telgrafı geldiği haberlerine rastlıyoruz. Slavialılar ise, ilk ziyaretlerinin aksine, herhalde mağlubiyetin moral bozukluğundan olacak, o akşam Fenerbahçelilerin verdiği ziyafete gelmemişler.
Dediğiniz gibi, bu tarihi galibiyeti getiren Bekir Refet Teker namı diğer Bombacı Bekir’in kafa golü oldu. Bombacı Bekir’in Fenerbahçe tarihinde özel bir yeri var. Futbolseverlere ve Fenerbahçelilere Bombacı Bekir’i anlatır mısınız?
Fenerbahçe altyapısından, Elkatipzade Mustafa Bey mucizesinin eseri Bekir… Profesyonel anlamda yurtdışına transfer olan ilk Türk futbolcusu… Bugünden o günlere dönüp baktığımızda Bekir’in Karlsruhe’ye transferini, altyapıdan oyuncu yetiştirip ihraç etme hayalinin başlangıcı olarak kabul edebiliriz. Sevecen Tunç’un yakında yayınlanacak olan kitabında Bekir hakkında çok güzel bir bölüm olacağını öğrendik. Bunu da Bekir’in adının yaşatılması adına sevindirici bir haber olarak görüyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasının da bulunduğu kulüp hatıra defterindeki son yazının Bekir tarafından yazılmış olması Fenerbahçe tarihi için güzel bir tesadüf kanımca. 4 Aralık 1951 tarihinde şöyle demiş büyük Fenerbahçeli: “Uzun senelerden sonra kulübümü ziyaretimde idareci ve sporcularının fevkalade gayretlerini müşahede ettim. Bu faaliyetlerin semerelerini pek yakın zamanda toplayacaklarından hiç şüphem yoktur.”
Spor Tarihi Araştırmaları Derneği çalışmalarına başladı. Kasım 2021’den bu yana sosyal medyada da çalışmalarınızı paylaşıyorsunuz. Son olarak dernek çalışmalarını ve projelerinizi bizlerle paylaşır mısınız?
Öncelikle bize yer verdiğiniz için Derneğimiz adına çok teşekkür ederim. Fenerbahçe Tarihi üzerine uzun zamandır çalışmalar yapan bir ekibiz. Fenerbahçe tarihine yaptığımız katkıların gördüğü ilgi üzerine kurumsal bir yapı oluşturmaya karar verdik. Bu konudaki en büyük desteği de sevgili Hocamız Prof. Dr. Vahdettin Engin’den gördüğümüzü belirtmek isterim. Spor tarihi üzerinden, belgeye dayanmayan söylemlerle toplumu ayrıştıranların karşısında konumlandırıyoruz kendimizi. Spor tarihi, üzerinde bilimsel çalışmaların az olduğu bir alan. Bu alanda akademik olarak çalışma yapmak isteyen kişilere destek vermek, özel arşiv ve koleksiyonların kamuoyunun hizmetine sunulmasına yardımcı olmak istiyoruz. Hangi renkte olursa olsun, gerçeğin peşinde ve hizmetindeyiz.
Aşağıdaki uzunca metinde, “Şükrü Saracoğlu ve Dönemi” başlıklı bir kitap serisi derleyen (Şükrü Bey’in oğlu) Yılmaz Saracoğlu’nun kitabından bir aktarımı göreceksiniz.
16 Mart 1950 tarihinden, 15 Ekim 1950’ye kadar, tam 6.057 gün Fenerbahçe Başkanlığı yapan Şükrü Saracoğlu ve onun dönemindeki belli başlı Fenerbahçeliler, Yalçın Doğan’ın meşhur Fenerbahçe Cumhuriyeti kitabında (her ne kadar bazı maddi hatalar bulunsa da) aşağıdaki şekilde anlatılmıştı. İşte o bölüm… Keyifli okumalar…
Top korner noktasına dikildi Taksim Stadı’nda, İstanbul’da.
Maliye Vekili Şükrü Saracoğlu önündeki kağıtlara son bir kez daha göz attı Ankara’da ve kendi kendine “Tamam bu iş” diye düşündü.
İstanbul Taksim Stadı’nda kornere dikilen topa üç-dört Fenerbahçeli birden koştu vuruşu yapmak için.
Ankara’da Maliye Vekili Şükrü Saracoğlu koltuğunda şöyle bir geriye doğru yaslandı. Stadı önce “İttihat Spor”dan almak ve Milli Emlak İdaresi’ne vermek gerekiyordu ki, stad önce devletin eline geçsin. Ama Milli Emlak İdaresi’ne devretmek için de herhalde bir önkoşul bulmak zorunluydu.
Fenerbahçe-İstanbulspor maçının sok dakikaları oynanıyordu Fenerbahçe korneri kazandığında. Topa koşan üç-dört Fenerbahçeli futbolcu arasından Büyük Fikret atıldı, arkadaşlarına “Bana bırakın” diye bağırdı. Taksim Stadı’nda korner noktasına gitti. Topu düzeltti. Vurmak için gerildi.
“Tek maddelik bir yasa çıkartırım, olur biter” diyerek kendi kafasından geçen düşünceyi yeniden kağıda döktü Maliye Vekili Saracoğlu. Kabinede kısa bir sunuşla sorunu çözeceğine yüzde yüz inanıyordu. Sonra da Meclis’ten rahatlıkla geçirebilirdi tek maddelik yasayı. Zaten, o tarihte ne muhalefet vardı, ne de alınan kararlara karşı çıkabilecek bir başka güç.
Fenerbahçe eğer bu son fırsattan yararlanamazsa, artık son dakikaları oynanmakta olan maç 1-1 berabere bitecek, şampiyonluk da elden kaçacaktı. Büyük Fikret geldi ve vurdu. Taksim Stadı’nda bir gürültü koptu. Kornerden gelen top doğrudan doğruya İstanbulspor ağlarına takılmış, Fenerbahçe Büyük Fikret’in vuruşuyla 2-1 öne geçmişti. Hakem maçın bitiş düdüğünü çaldığında, Fenerbahçe’nin de şampiyonluğunu ilan ediyordu İstanbul’da.
Ankara’da Maliye Vekili Saracoğlu için tek maddelik yasayı meclisten geçirmek hiç de güç olmadı. İlk bakışta çok masum görünen bir yasaydı zaten :
“Aynı semtte kurulmuş olan ve faaliyet gösteren spor kulüplerinin sayısı birden fazlaysa o semtte üye sayısı daha fazla olan kulüp faaliyetine devam eder.”
Rövanş
Tek bir madde ile Fenerbahçe yaklaşık on beş yıl sonra Altınordu’dan rövanşı acımasız bir biçimde alıyordu. Fenerbahçe yıllar önce en güç günlerinde Altınordu’ya kaptırdığı futbolcularının ve kaçan iki şampiyonluğunun acısını hiçbir zaman unutmamıştı. Biriktirmişti. İşte, şimdi tam sırasıydı. Bu karar Fenerbahçeliliği ile ünlü Maliye Vekili Şükrü Saracoğlu’nun, daha sonra aralıksız on altı yıl başkanlığını sürdüreceği Fenerbahçe’ye önemli bir armağandı. Tek maddelik karar, sadece Fenerbahçe için yürürlüğe girmişti. Cumhuriyet kurulup ülkede yeni bir devletin temelleri atıldığında, İttihat ve Terakki Fırkası çoktan tarihe karışmıştı. Ama, İttihat ve Terakki’nin kulübü Altınordu’nun izlerine hala rastlamak mümkündü. Raşit Aydınoğlu Bey Altınordu’yu 1921 yılında “İttihat Spor” adı altında yeniden kurmuş ve kulüp faaliyete geçmişti. Gerçi, İttihat Spor’un artık pek gücü kalmamıştı. Ne var ki önemli bir varlığa sahipti : Union Club Sahası… Yani, bugünkü Fenerbahçe Stadı…
Fenerbahçeliler ikide bir Raşit Bey’e gidip “Şu stadı Fenerbahçe’ye sat” önerisinde bulunuyor, Raşit Bey de eski yılların unutturamadığı rekabet içinde “Olmaz” diye direniyordu. Fenerbahçeliler ısrar ediyor, İttihat Spor geri çeviriyordu. Bir, iki, üç… Eeee, artık bu İttihat Spor da fazla olmaya başlamıştı.
Vekiller Heyeti’nde o tarihte Maliye Vekili olarak görev yapan Şükrü Saracoğlu Fenerbahçeliliği ile ünlüydü. Belki o bu işe bir çare bulabilir, İttihat Spor’dan İttihat Spor Sahası’nı satın alabilirdi. Ancak, satın almak için karşı tarafın onayı gerekiyordu. Gelin görün ki, karşı taraf böyle bir onaya hiç de yatkın değildi. Sorunu kestirmek ve çözmekten başka çare kalmıyordu.
Maliye Vekili Saracoğlu formülü bulmuştu. “Aynı semtte faaliyet gösteren” iki kulüp vardı Kadıköy’de. Biri İttihat Spor, diğeri Fenerbahçe. Açıktı ki, Fenerbahçe’nin üye sayısı İttihat Spor’a göre çok fazlaydı. Demek ki, faaliyetini sürdürecek olan Fenerbahçe idi. Demek ki, diğeri, yani, İttihat Spor bu yasadan sonra artık faaliyetini sürdüremezdi.
Nitekim sürdüremedi. İttihat Spor Sahası önce Milli Emlak İdaresi’nin yönetimine bağlandı. 1923 yılında Fenerbahçe Milli Emlak İdaresi’nden sahayı önce kiraladı. Hemen birden olmaz, adım adım ilerlemek gerekiyordu. Kiraladıktan sonra da adını değiştirerek, İttihat Spor Sahası, Fenerbahçe Stadı oldu.
Bu arada Saracoğlu Maliye Vekilliği’nden ayrılıp ekonomik konularda araştırma ve temaslarda bulunmak üzere Amerika’ya gönderilmişti. Türkiye’ye döndükten sonra, önce Osmanlı borçlarının tasfiyesiyle ilgili taksit sorunlarını çözmek üzere kurulan bir komisyonun başkanlığına getirilmiş, kısa süre sonra da, bu kez Adliye Vekili olarak yeniden kabineye girmişti. Kendisi Adliye Vekili iken, Maliye Vekaleti’nden gelen 6 Temmuz 1932 tarih ve 1213 sayılı öneriyle Fenerbahçe Stadı’nın Milli Emlak İdaresi’nden alınıp Fenerbahçe Kulübü’ne satılması bakanlar kurulu tarafından karara bağlandı. Satış işlemleri yaklaşık on ay sürdü.
1933 Mayıs’ında çok eskiden “Silahtar Ağa Sahası”, sonraları bir ara “Papazın Çayırı”, derken “Union Club Sahası” Cumhuriyetten önce “İttihat Spor Sahası”, 1929’da “Fenerbahçe Stadı” artık Fenerbahçe Kulübü’nün malı oldu.
Tam bir Türk Lirası’na… Evet, Fenerbahçe bugünkü stadın mülkiyetini elde ederken Saracoğlu’un araya girmesiyle, Milli Emlak İdaresi’ne, yani devlete sadece bir lira ödedi.
Yan Hakemin Lisansını İptal Etti
Adliye Vekili olarak Fenerbahçe’nin bir maçını izlemek üzere Fenerbahçe Stadı’na geldiğinde Saracoğlu sade bir cümle söylemekle yetinecek ve Fenerbahçeliliğini vurgulayacaktı :
Sol açık Halit orta sahadan kaptığı topla hızla Harbiye ceza sahasına indi. Önüne gelen birkaç kişiyi çalımladı ve sert bir şutla Fenerbahçe’nin ilk golünü attı. Hayır, hayır, yan hakem bayrak kaldırıyor, golü ofsayt gerekçesiyle iptal ediyordu.
Ankara’da oynanan maçı izleyen Başbakan Şükrü Saracoğlu ertesi gün golü iptal eden yan hakemin lisansını iptal etti.
Galatasaray’a karşı oynanan maçın son dakikalarında Taka Naci kornerden gelen topa kafayı vurunca Fenerbahçe 2-1 öne geçti ve maç da biraz sonra bu skorla sona erdi. Saracoğlu ile birlikte maçı izleyen Hacı Bekir Ali Muhiddin doğru soyunma odasına yöneldi. Cebinden çıkardığı cüzdanı olduğu gibi, Fenerbahçe kaptanı Cihat’a verdi. Tüm futbolcuların cüzdandaki parayı paylaşmalarını isteyerek. Cüzdandan çıkan para on bir futbolcu arasında pay edildi. Memur aylığının on sekiz liraya ancak ulaştığı bir dönemde, futbolcu başına o gün 25 lira “prim” düşmüştü.
Aslında gerek Saracoğlu’nun bu davranışı, gerekse ünlü tatlıcı Hacı Bekir’in futbolculara prim dağıtması, yaklaşık on altı-on yedi yıl Fenerbahçe’nin yaşadığı sıradan olaylardandı. Devlette sırtını Başbakan’a dayayan Fenerbahçe, maddi sorunlarını da Hacı Bekir ile çözüyordu.
Büyük Kavga
Taksim Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçının ikinci yarısında Galatasaray beki Ayı Tevfik bir omuz darbesiyle Fenerbahçeli Leblebi Mehmet’i yere indirince kıyamet koptu. Saha bir anda arenaya döndü. Yumruklar, tekmeler birbirine giriyor, tribünler ayaklanıyor, polis güçlükle daha büyük bir olayı önlemeye çabalıyordu. Fenerbahçe’den dokuz, Galatasaray’dan sekiz futbolcu ceza kuruluna verildi. Fenerbahçe ceza yağdıran kurul kararına itiraz etti. Hatta, bir açıklama yaparak “mahkemeye giderek, tashih-i karara gideceğini” bildirdi. Türk Spor Kurumu Başkanı Beyazıt Milletvekili Halit Bayrak bu açıklamaya şiddetle tepki göstererek “Fenerbahçe Stadı’nı elinden alır, kulübü belli bir süre kapatarak, onlara hadlerini bildiririz” deyince, Fenerbahçeliler önce bir durdu.
Sonra da soluğu Adliye Vekili Şükrü Saracoğlu’nda aldı. Kamuoyunu yakından ilgilendiren, gazetelerin her gün olayla ilgili haberleri birinci sayfaya çıkardığı bir sırada, Adliye Vekili Saracoğlu’nu ziyaret eden Con Kemal başkanlığındaki Fenerbahçe heyeti Şükrü Bey’e “Fenerbahçe üyeliğini” önerdi. Fenerbahçeliliğini zaten stad sorununu çözerken kanıtlamış olan Saracoğlu’na “mutlaka aralarında görmek istediklerini” bildirdi Fenerbahçe yöneticileri.
İstanbul’da Fenerbahçe Kurucular Kurulu toplandı, üç kişiden oluşan yönetim kurulu üye sayısı yediye çıkartılarak bir de “Reislik” makamı kuruldu. Tüzük değişikliği kurucular kurulundan benimsendiği anda, Fenerbahçe Başkanlığına da Adliye Vekili Şükrü Saracoğlu seçildi.
Saracoğlu hemen ilk demecini verdi : “Fenerbahçe gibi memleketin medarı iftiharı, övündüğümüz bir kulübü korumayı en büyük şeref sayarım.”
Saracoğlu ve Hacı Bekir
1934 yılında başlayan Saracoğlu’nun başkanlığı dönemi aralıksız on altı yıl sürdü. 1950 Ekim’inde Saracoğlu kısa bir süre için Ali Muhiddin Hacı Bekir’e bırakarak, sonra da “yeni dönemin yeni kralları” başkanlığa soyunacaktı. Türkiye siyasal yaşamında “Tek Parti” dönemini Fenerbahçe, o dönemin en güçlü adamlarından Şükrü Saracoğlu’nun başkanlık dönemi ile geçirecekti.
Adliye Vekilliği’nden sonra bir ara Dışişleri Vekilliği’ne atanan Saracoğlu 1942’de Başbakan oldu. 1946’ya kadar süren Başbakanlığını 1948’de Meclis Başkanlığı izledi. 1950’den sonra da politikayı bıraktı.
Yıllar yılı büyük bir dayanışma ile Fenerbahçe’yi birlikte yürüten Saracoğlu ile Ali Muhiddin Hacı Bekir arasında nezaket sınırları hiçbir zaman aşılmadı. Hacı Bekir bugün de hala ününü koruyan en önemli şekercilik firmalarının başında geliyordu. İstanbul’un çeşitli semtlerinde, Ankara’da, İzmir’de ve hatta yurt dışında Kahire ve Londra’da şekerci dükkanları açan Hacı Bekir hem iş dünyasında titizliği ile tanınıyor, hem halk arasında “Hacı Bekir” denildiğinde akla nefis lokumlar, tatlılar, çifte kavrulmuşlar geliyordu. Dolayısıyla bir yandan “halkın içinden biri”, öte yandan zengin bir Fenerbahçe tutkunu ve dönemin ince siyasetinden anlayan bir “partili” idi. Hacı Bekir aslında Fenerbahçe için kolay bulunmaz bir kişiliğe sahipti. Fenerbahçe ne zaman maddi sıkıntıya düşse, elini ilk uzatan Hacı Bekir’di. Futbolcular ne zaman para sıkıntısı çekse, Hacı Bekir onları hiç üzmez, hemen yardımı esirgemezdi.
Fenerbahçe maçlarından sonra, eğer galibiyet gelmişse, Fenerbahçeli futbolcular bilirdi ki, biraz sonra kapı açılacak ve Hacı Bekir soyunma odasında görünecekti. Sadece galibiyetler değil, Fenerbahçe’nin antrenmanları da Hacı Bekir’le renklenirdi futbolcular için. Futbolcular antrenmana çıkınca, Hacı Bekir soyunma odasına girer, hepsinin cebine teker teker zarf içinde on beşer lira bırakırdı. Aydın Bakanoğlu ile Lebip Elmas’ın zarflarından bir gün 17.5 lira çıktığında, her ikisi de anlamıştı ki, eskiyen bornozlarını bu ek iki buçuk lira ile yenileyecekler. Zamanla zarf içindeki on beş liralar, yirmi, otuz liraya yükseldi. Ama, zarflar hiçbir zaman eksilmedi.
Rekor
Hacı Bekir futbolculara ödediği para rekorunu 1941 yılında kırdı. Fenerbahçe 1941’de Başbakanlık Kupası’nı kazanınca, futbolcular şampiyon takımın fotoğrafını çektirerek, büyüttüler fotoğrafı. Fotoğrafın üst köşesine de Hacı Bekir’in resmini monte ettiler. Kaptan Cihat’ın öncülüğünde ellerinde fotoğraf doğru Hacı Bekir’in evine gittiler. On sekiz futbolcu adına kaptan Cihat söz alarak “Efendim, şampiyon biz değiliz, sizsiniz. Siz olmasaydınız, biz şampiyon olamazdık” deyince, Hacı Bekir’in cebinden on sekiz tane yüz liralık çıktı. Futbolcu başına yüz lira!.. Yıl 1941… Yani, o tarihte bir evin yaklaşık bir yıllık kirası…
Hacı Bekir sanki “Noel Baba” idi Fenerbahçeli futbolcular için. Evlerine odun, kömür gönderir, elini öpeni para vermeden yanından ayırmazdı. Fenerbahçe maç için ne zaman Ankara’ya gitse, futbolcuların başına geçer, mutlaka Başbakan Saracoğlu’nu ziyaret ederdi.
Başbakan Saracoğlu, Bakanlar Kurulu’nu bir saat erteledi. Çünkü, maç için Ankara’ya gelmiş olan Fenerbahçe takımını kabul edecekti. Kabul yerinin Meclis binası olduğu duyuruldu Fenerbahçelilere. Otelden yürüyerek meclise doğru giden Fenerbahçeli futbolculardan birisi gömleğinin yakasını ceketinin üstüne çıkarmıştı. Yani, kravatı yoktu. Durumu gören Hacı Bekir hiçbir şey söylemedi. Bir gömlekçi, kravatçı dükkanının önünden geçerken futbolculara dönerek “Haydi size birer kravat alalım” deyip hepsini dükkana soktu. Hepsine birer kravat armağan etti.
Dükkandan çıkarken kravatını takmayan futbolcu yoktu.
Hacı Bekir’in bu bonkörlüğü kendisi aleyhinde Fenerbahçe camiasında söz çıkıncaya dek sürdü. “Kendisini parayla sevdiriyor” dediklerini duyduğunda, bir daha Fenerbahçe’ye adımını atmadı.
Hür Fenerbahçeliler
Rüştü Dağlaroğlu cebinden Yenice sigarasını çıkardı ve sigara paketinin arkasına eski yazıyla o gün sahaya çıkacak on bir Fenerbahçeli futbolcunun adını yazdı. “Yağcı Ali” bir, iki futbolcuya itiraz etti, ama takımın iskeleti yine de bozulmadı. “Kuşçu Ali” de katıldı bu on bire ve takım sahaya öyle çıktı.
1940’larda yine her zaman yaşanan olağan olaylardan biriydi bu. Yağ satan Ali’nin dükkanı Bahçekapı’daydı. Kuşçulukla uğraşan Ali’nin dükkanı da onun biraz ilerisinde. Zaten Hacı Bekir’in de Bahçekapı’da dükkanı vardı. Hacı Bekir Ali Muhiddin’in yanı sıra “Kuşçu Ali” ile “Yağcı Ali” de dışarıdan kulübe uzun süre destek verdi. Dönem bir anlamda “Üç Ali” dönemiydi. Başta üstlendiği göreve göre, ya Adliye Vekili, ya Başvekil ya da Meclis Başkanı olarak Şükrü Saracoğlu, İstanbul’da da “Üç Ali”.
Özellikle Yağcı Ali’nin dükkanı tüm Fenerbahçelilerin uğrak yeriydi. Maçlar bu dükkanda tartışılır, takım bu dükkanda sıralanır, asıl önemlisi Fenerbahçe Kongreleri hazırlığı bu dükkanda yürütülürdü. Hem “Kuşçu Ali”, hem de “Yağcı Ali” kulübü destekler, maddi yardımda bulunur, ama kongrelerde de kendi sözlerinin geçmesini beklerdi.
İşte, bugüne dek sürüp gelen ve hala ister kongre zamanı, ister kongre sonrası Fenerbahçe’yi her zaman çalkalayan “grupçuluk” ilk tohumlarını “Yağcı Ali”nin dükkanında attı. Fenerbahçe’de grupların doğuşu, birbirleriyle kıyasıya mücadele, kavgalar, küfürler, mahkemeler, Bahçekapı’da bu gösterişsiz dükkana kadar iner.
Vatan Gazetesi Yazı İşleri Müdürü eski futbolcu Con Kemal, gümrük komisyoncusu Müslim Bağcılar, Yavuz İzmir Nakliyat’ın sahibi David Nevon, Şark Nakliyat sahibi Ethem Şahinoğlu, “Yağcı Ali”nin dükkanının sürekli müşterileriydi. Onlar da Fenerbahçe yöneticileri arasında yer alır ve Fenerbahçe’yi yönetmek, takım kurmak ateşiyle yanardı. Ama, onların üstünde, yıllar yılı Fenerbahçe kongrelerine egemen üç kişi vardı : Rüştü Dağlaroğlu, Yağcı Ali ve Hayrullah Güvenir. Anılan üçlü 1942’lerden 1950’lerin sonlarına dek, Süreyya Sineması’ndaki kavgalı kongreye dek, Fenerbahçe’ye perde gerisinden dediğini hep yaptırmayı bildi.
Kendilerine bir isim de buldu bu üçlü : “Hür Fenerbahçeliler”
Devir Değişiyor
Rüştü Dağlaroğlu Fenerbahçe’de su sporlarıyla ilgilenen bir sporcuydu. Kürek çekti, su topu takımında yer aldı, yüzme dalıyla ilgilendi. 1944-1974 arasında zaman zaman Fenerbahçe yönetiminde yer aldı. Sonra da Fenerbahçe tarihi ile ilgili derli, toplu ilk kitabı yazdı.
Hayrullah Güvenir, Sümerbank’ta müfettişlik yaptı. Sümerbank 1940’lı yıllarda hep Fenerbahçelilerle doluydu. Örneğin, Büyük Fikret bir ara Sümerbank’ın Eyüp’teki fabrikasında ambar müdürlüğünde bulundu.
Laleli’de makasdarlık yaparken Sümerbank’tan iplik satın alıp piyasaya iplik satan Raif Dinçkök de koyu bir Fenerbahçeliydi. Daha sonra oğlu Ali Dinçkök de birkaç kez Fenerbahçe yönetiminde görev alacaktı. Eyüp’teki fabrika müdürü Ömer Sugan ile o fabrikadan iplik satın alan Raif Dinçkök daha sonraları bugün de kumaş üretimiyle tanınan “Aksu” fabrikasını kuracak, Ömer Sugan, Raif Dinçkök’e ortak olacaktı. Hayrullah Güvenir işte bu sıralarda fabrikayı teftiş etti. Yazdığı temiz rapora rağmen bir süre sonra Ömer Sugan müdürlükten ayrıldı ve Dinçköklerin ortağı oldu.
1940’lara gelindiğinde Fenerbahçe’de gerçi “Noel Baba”lar vardı. Ama, artık yavaş yavaş iş dünyasına da kapılarını açmaya aday görünüyordu. Yavaş yavaş iş dünyasıyla bağlantılarını arttıran Fenerbahçe, kendi içinde de yeni yeni gruplaşmalara yöneliyordu.
Cihat mı, yoksa Esat mı kaptan olacaktı?.. İşte, bu tartışma takımı ikiye böldü. Kongre gruplarının da fiilen doğuşu bu olayla başladı. Zaten var olan gruplaşma takım kaptanlığı tartışmasıyla iyice su yüzüne çıktı.
Sıradan Bir Vatandaş
Elindeki bastonuyla ayağını neredeyse sürüyerek Fenerbahçe Stadı’nın giriş turnikelerine yaklaşan ihtiyar, eli titreyerek biletini uzattı. Başındaki fötr şapkasını hafifçe düzeltti, turnikeyi itmeye gücü ancak yetti, yetmedi. Hem yaşlı, hem de belli ki hastaydı. Arkada biriken birkaç kişi, “Haydi baba, yürüsene ya… Biz de geçelim” diye ihtiyarı şöyle bir omuzladı.
Fenerbahçe Başkanı Faruk Ilgaz önce gözlerine inanamadı. Turnikeyi zorla evirmeye çalışan, ama arkadan birkaç gencin itmesine maruz kalan ihtiyarı tanıyacak gibiydi… Evet, evet, o idi, ta kendisi… Yerinden fırladığı gibi doğru ihtiyarın yanına koşarken, bir yandan da ceketini iliklemeye çabalıyordu.
Elinde biletiyle Fenerbahçe maçını izlemeye gelen ihtiyar, Fenerbahçe’ye stadı kazandıran, ülkenin bakanlık ve başbakanlık koltuklarında oturmuş, Fenerbahçe’ye tam on yedi yıl başkanlık yapmış Şükrü Saracoğlu’ydu. Şimdi “sıradan bir vatandaş” olarak maça geliyordu.
Faruk Ilgaz kolundan tutup, ona merdivenleri çıkması için yardım etti. On yedi yıllık başkanını Şeref Tribünü’ne oturttuğunda, ihtiyarın gözlerinden akan iki damla yaşı görmemek için, başını çevirdi.
Demirkırat Dönemi
Artık, dönem değişmiş, CHP iktidarı kaybetmiş, 14 Mayıs 1950 seçimleriyle birlikte iktidara Demokrat Parti gelmişti. Saracoğlu’nu artık kim tanıyabilir ki, birkaç vefa duygusuna sahip Fenerbahçelinin dışında?..
Gerçi, aradan yıllar geçtikten sonra, Saracoğlu’nun Fenerbahçe’ye hizmetleri hep “şükranla” yad edilecek, Fenerbahçeliler kendisinden söz ederken, asla saygıda kusur etmeyeceklerdi. Ancak, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği bir sırada, ülkedeki moda spora da yansıyacaktı. Bu moda Fenerbahçe’ye iki türlü yansıyordu.
Cihat’ın uzun degajını yakalayan Küçük Fikret aradan Lefter’e bir pas çıkardı. Önündeki iki Göztepeliyi çalımlayan Lefter kaleciyi de geçerek topu Göztepe ağlarına bıraktı. Yirmi altıncı dakikada atılan bu gole Göztepe ikinci yarının ortalarında karşılık verince, maç uzatıldı. Uzatmanın ikinci devresinde bu kez Halit (Deringör) ortasını iyi izleyen Erol kafayla Fenerbahçe’yi 2-1 öne geçirdi.
Ankara’da oynanan Başbakanlık Kupası final maçından sonra Başbakan Adnan Menderes sahaya inerek, büyük tezahürat altında Başbakanlık Kupası’nı Fenerbahçe’ye verdi.
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinin bir ayı daha yeni dolmuştu. Göztepe ile oynayacağı final maçı için Ankara’ya gelen Fenerbahçe, doğrı Anıtkabir’e giderek çelenk koydu. Ardından da Çankaya’nın yolunu tuttu. Çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı makamında kutlamak için Fenerbahçeli yöneticiler ve futbolcular Çankaya Köşkü’nde sıraya girdiler. Cumhurbaşkanını kutlayan Fenerbahçe, Göztepe maçına çıkmadan önce Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı ve Fenerbahçeliliği ile tanınan Korgenerel Fevzi Uçaner’e de bir nezaket ziyaretinde bulundu.
Fiilen Başkan
Bu arada Fenerbahçeli yöneticilerden Rüştü Dağlaroğlu’nun aklına, o sırada fiilen Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı’nı yürüten Şükrü Saracoğlu geldi. İktidarın adresi artık değişmişti, ama ortada da bir kulüp başkanı vardı. Dağlaroğlu telefonda “Sizi ziyarete gelmek istiyoruz” deyince, Saracoğlu “Artık ben sizleri ziyaret etmeliyim” demekle yetindi. Göztepe maçına gelmeyen Saracoğlu, aynı akşam Fenerbahçe’nin kaldığı Belvü Palas’a gelerek Başbakanlık Kupası’nı yeni Başbakan Adnan Menderes’in elinden alan Fenerbahçelileri kutladı.
14 Mayıs 1950 seçimlerine Fenerbahçe Yönetim Kurulu üç üye ile katılmıştı. Yedi kişilik yönetim kurulundan Zeki Rıza Sporel ile Osman Kavrakoğlu Rize, Firüzan Tekil de İstanbul Milletvekili olarak Meclis’e girmişti. Tabii ki, üçü de Demokrat Parti listesinden!..
Kavrakoğlu seçimlere giderken Fenerbahçe’deki arkadaşlarını uyarmaya çalışıyor, “Haydi siz de gelin Demokrat Parti’ye girin. Nasıl olsa mebus olacağız, kulübü de böylece daha iyi yönetiriz” diyordu. Yeni siyasal dönem, yeni iktidarını yaratıyor, spor kulüplerinde de buna ayak uyduran olaylar yaşanıyordu.
Demokrat Partili olduğu bilinen Kavrakoğlu 1943 yılından sonra Fenerbahçe’nin yönetimine seçilmiş, yönetimde çeşitli görevler üstlenmişti. Çeşitli il ve ilçelerde yargıçlık ve savcılık, savcı yardımcılıklarında bulunan Kavrakoğlu Rizeliydi. Fenerbahçe’nin popüler adı, bir zamanların gol kıralı Zeki Rıza’yı da Demokrat Parti’den milletvekili seçtirmek istiyordu. Adnan Menderes bu isteği yerinde görmüş ve Zeki Rıza için “Madem o Rizeli, sizin ikinizi Rize’den aday yapalım” demişti. Menderes seçim için Rize’ye geldiğinde, Kavrakoğlu halka dönmüş, “İşte, size ahir zaman peygamberini tanıtıyorum” demişti. Kendi deyimiyle “hayatta Demokrat Parti ile Fenerbahçe’yi sevmiş” olan Kavrakoğlu yeni, dönemde en güçlü başkan adaylarından biriydi Fenerbahçe’ye.
Beni Hatırlamanız Yeter
1950 seçimlerinden sonra “bir Fenerbahçeli olarak” Saracoğlu’nu ziyaret ettiğinde ve kulüp başkanlığı için onun düşüncesini almak istediğinde, Saracoğlu nezaketi elden bırakmamış, “Beni hatırlamanız yeter, artık siz başkan olun Osman Bey” diyerek, yeni iktidar dönemini Fenerbahçe dına da tescil etmişti.
Fenerbahçe – Atatürk ilişkisine dair sözlü aktarımlar hepimizin malumu. Tüm bu aktarımları saygıyla kabul edip; tarihin yasası gereği somut kanıtlara, belgelere ulaşma amacıyla yaptığımız çalışmaların verdiği meyveleri sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz. Cumhuriyet’in kuruluşunun 98. yılında, Fenerbahçemiz’in Mustafa Kemal Paşa’nın gazetesi “Minber”de yer alan haberi ile karşınızdayız.
Adını dini bir terim olan ve “Yüksek, özel yer” anlamına gelen minberden alan gazete, I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Osmanlı Devleti’nin galip devletler ile Mondros ateşkes antlaşmasını imzalamasından 1 gün sonra yayın hayatına başladı.
Gazetenin sahibi olarak Mustafa Kemal Paşa’nın yakın dostu Ali Fethi (Okyar) Bey, sorumlu müdürü ise yine Mustafa Kemal Paşa’nın uzun yıllar yakınında olacak olan Doktor Rasim Ferit (Talay) Bey gözüküyordu.
Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fethi Bey’in dostluklarının ve birbirine yakın siyasi düşüncelerinin, Minber’in yayın hayatına başlamasındaki en önemli etken olduğunu söyleyebiliriz. Peki iki arkadaşın buluştuğu ortak payda neydi?
Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fethi Bey, İttihatçı iki subaydılar. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde Talât, Enver ve Cemal Beylerin yönlendirdiği genel merkezin otoriter tutumuna karşı çıkan bu iki arkadaş İttihat ve Terakki’nin liberal kanadını temsil ediyorlardı. Bu karşıtlığın en çok kendini gösterdiği konu ise, cemiyetin asker üyelerinin politikaya ve devletin idari işlerinde söz sahibi olup olmamasıydı. Genel Merkez, asker olan üyelerin politikaya ve devletin idari işlerine karışmalarına karşı çıkmazken, Mustafa Kemal ile Fethi Beyler, cemiyetin kongrelerinde bu tutumu eleştirmişler, askerlerin politikadan uzaklaştırılmasını istemişlerdi.
Gazetenin genel yayın yönetmeni olan Dr. Rasim Ferit ise o yıllarda İstanbul İl Sıhhiye müdürü olarak görev yapıyordu. Dr. Rasim Bey, hem Mustafa Kemal Paşa’nın hem de Ali Fethi Bey’in ortak arkadaşıydı.
Dr. Rasim’in Mustafa Kemal Paşa ile olan yakınlığını mektuplaşmalarından anlıyoruz. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul dışında bulunurken, önemli konularda Başkent’teki yüksek makamlar ve kişilerle haberleşmesi gerektiğinde, mesajlarını, güvendiği arkadaşı Dr. Râsim Ferit Bey aracılığı ile yolluyordu. Bu mektuplardan birinde ortaya çıkan detay ise, Minber Gazetesi’nin doğmasına yol açacaktı.
İktidar Boşluğu ve Teklif
Savaşın kaybedilmesinin ardından devleti savaş döneminde yöneten İttihat ve Terakki Hükümetinin istifa etmesi ile iktidar koltuğu boşalmıştı. Bu iktidar boşluğunun doldurulması, devletin ateşkes ve barış antlaşması sürecinde iyi temsil edilmesi için çare arayanlardan birisi de Yıldırım Orduları Grup Komutanlığında ikinci adam olan Mustafa Kemal Paşa’ydı.
Hükümetin istifasından sonra kurulacak İzzet Paşa hükümetinde “Harbiye Nazırı” ve “Başkomutanlık Genelkurmay Başkanlığı” görevlerini yürütmek isteyen Paşa, bu teklifini Adana’dan çektiği telgrafla İstanbul’a iletti. Telgrafın gönderildiği kişi ise arkadaşı Dr. Rasim Bey’di.
Mustafa Kemal Paşa, Dr.Rasim Bey’den teklifini hem sadrazama hem de Padişah Vahdettin’e iletmesini istiyordu. Dr. Rasim Bey’in aracılığı ile saraya giden teklifin reddedilmesinin ardından kurulmuş olan İzzet Paşa hükümetinin ömrü de uzun olmayacaktı. Bu aşamada Mustafa Kemal Paşa, Dr.Rasim Bey’e gönderdiği ikinci mektupta, teklifinin reddedilmesinin sebeplerinin araştırılmasını ve konunun Ali Fethi Bey ile de değerlendirilmesini arkadaşı Dr. Rasim Bey’den rica ediyordu.
“Minber”
İşte Minber Gazetesi Osmanlı Başkentinde bir iktidar boşluğu varken, devlet yenik ayrıldığı savaşın ardından Mondros Ateşkesi’ni imzalamışken yayın hayatına başladı. İlk sayının kapağında Mondros Ateşkes Antlaşmasının maddeleri yer alıyordu.
Gazetenin, ülkenin içinde bulunduğu durumdan çıkarmak için çareler arayan ve o dönemde “Milliyetçi” olarak nitelenen Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fethi Bey gibi kişilerin fikirlerinin kamuoyunda destek bulması için bir araçtı.
Kuruluş için gereken sermayeyi 3 arkadaş sağladılar ve “Siyasi, İlmi, Edebi, İktisadi Günlük Gazete” olan Minber, Mondros Ateşkesinin imzalanmasının ertesi günü İstanbul’da yayınlanmaya başlandı.
İzzet Paşa hükümetine girmek için yaptığı teklifin reddedilmesine rağmen, daha önceden yaverliğini yaptığı Padişah Vahdettin’e birkaç ziyarette bulunan Mustafa Kemal Paşa, bir yandan da Minber aracılığı ile kendisini kamuoyuna tanıtmaya çalışıyordu. Gazetenin 17.sayısında kendisi ile yapılmış ve askeri kariyerini anlatan bir haber, gazetenin ilk sayfasını süslüyordu.
İzzet Paşa hükümetinin kısa sürede istifa etmesinin ardından, Padişah Vahdettin hükümeti kurma görevini Tevfik Paşa’ya verdi. Bu esnada Minber grubu, Meclis-i Mebusan’da Tevfik Paşa’nın güvenoyu olmaması için çalışmalar yaptı. Ancak başarılı olamadı.
Mustafa Kemal Paşa’nın, kabinede yer alma ümidi; bir anlamda da Minber’in misyonu, 21 Aralık 1918’de sona erdi. Bu tarihte Tevfik Paşa hükümeti Meclis-i Mebusan’ı süresiz olarak feshetti. Gazetenin 51 sayılık yayın hayatı bu olay ile birlikte noktalanmış oldu. Minber döneminin sona ermesinin, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Osmanlı’nın milliyetçi kanadının mücadelelerini meşruti zeminde yapma umutlarını tükettiğini de değerlendirmelerimize ekleyebiliriz.
Fenerbahçe, Minber’de
Ülkenin genel siyasi durumuna paralel olarak, dönemin tabiri ile “spor aleminde” de durum farklı değildi. Balkan Savaşlarının ardından liglerin yönetimini yabancılardan devralan Türkler, kendi aralarında yaptıkları mücadeleleri sadece sahada değil, masada da sürdürüyorlardı. Fenerbahçe – Galatasaray ekseninde geçen bu mücadeleyi fırsat bilip aradan sıyrılan ve İttihat ve Terakki’nin takımı hüviyetini taşıyan Altınordu, İstanbul’un mütareke dönemi futbolunda öne çıkıyordu. Maçların yarım kaldığı, savaşların liglerin tamamlanmasına engel oluşturduğu bu dönem, aynı zamanda Kadıköy’ün Sarı-Lacivert takımının “Esir Şehrin Moral Kaynağı” olmasına şahitlik edecekti.
Fenerbahçe’nin mütareke ve işgal yıllarında İngiliz takımları ile yaptığı maçların ilki “Atatürk ve Fenerbahçe” ilişkisinin yeni ve önemli bir satır başı olarak tarihteki yerini bu yazı ile birlikte alıyor. Mustafa Kemal Paşa için o dönem taşıdığı önemi yukarıda ortaya koyduğumuz Minber Gazetesi’nin 29. sayısında yer alan Fenerbahçe haberinin, detayları dikkate alındığında, kulübümüzün gurur vesilelerinden biri olacağından şüphe duymuyoruz.
Fenerbahçe’nin mütareke döneminde İngiliz takımlarıyla yaptığı maçların ikincisi, Minber’in 30 Kasım 1918 tarihli sayısında şu ifadelerle yer buldu:
“Dün Union Kulüp’te Fenerbahçe ile İngiliz Takımı arasında bir futbol maçı yapıldı. Fenerbahçe kulübü bu müsabakaya ümit edildiği kadar kuvvetli bir takım ile çıkamadığı gibi oyuncular arasında da kendilerinden beklendiği ölçüde bir yardımlaşma yoktu.Birinci yarıda her iki tarafın hücumları sonuçsuz kaldı. İkinci yarıda İngilizler ard arda iki gol yaptılar. Maçın sonlarına doğru Fenerbahçe de buna bir sayı ile karşılık verdiği için oyun bire karşı iki gol yapan ingilizlerin galibiyeti ile sonuçlandı. İngilizlerin dün çıkarmış oldukları takım kuvvetli kabul edilemez. Bunun bizim kulüplerin kuvvetini ölçmek için yapılmış bir tecrübe olduğuna, şehrimizde bir çok ingiliz askeri bulunduğu için pek kuvvetli takımlar çıkaracaklarına şüphe yoktur. Dört senedir birkaç müsabaka haricinde spor aleminde geniş bir durgunluk hüküm sürerken, Balkan muharebesi esnasında olduğu gibi bu sene de iyiden iyiye faaliyetler başlayacağı tabidir. Önümüzdeki cumadan itibaren lig maçlarına başlanacaktır.”
29 Kasım 1918’deki maç ile ilgili diğer bilgilere dönem basınının diğer temsilcilerinden ulaşmak mümkün. 30 Kasım 1918 tarihli İkdam Gazetesi’nde bu önemli maçın haberi şu satırlarla okuyucuya aktarılmış:
“İngiliz ikinci alayı üyeleriyle Fenerbahçe Kulübü arasında dün saat ikide Kadıköy İttihat Kulübü’nde bir müsabaka yapılmıştır. İngiliz takımı egzersizleri bulunduğundan dolayı (muhtemelen maçtan sonra kışlada egzersiz olduğuna atıf var) kırk beşer dakika olan oyun devrelerinin yarımşar saate indirilmesini istemişler ve bu talep kabul edilerek oyun müddeti bir saat olmak üzere ayarlanmıştır. İlk yarıda her iki taraf da şiddetli hücumlarda bulunduğu halde bir netice çıkmamıştır. Bu müddet zarfında İngiliz kaleci Mister Morris kaleyi gayet iyi müdafaa etmiştir. İkinci yarıda Fener’in müdafi (bek) tarafından yapılan hata üzerine İngilizler tarafından bir penaltı vuruşu yapılmış ve bu suretle Fener ilk golü yemiştir. Bunun üzerine oyun devam etmiş ve İngilizler bir, Fenerbahçe de daha bir gol yemişler. Bu suretle oyun bir karşı iki olarak Fenerbahçe aleyhine neticelenmiştir. Oyun esnasında Fener’in bazı azası Kadıköyü’ndeki yangın sebebiyle oyunda hazır bulunmamışlar ve bu sebepten gelecek Pazartesine bir maç daha yapılmasına karar verilmiştir. Oyun esnasında Galip ve Zeki Bey’ler özellikle takdir edilmişlerdir.“
Dönemin iki gazetesinin haberlerini, Fenerbahçe ve Türk Spor tarihçiliğinin önemli ismi Rüştü Dağlaroğlu’nun notlarında yer alan bilgilerle desteklediğimizde; İkdam Gazetesi’nde sözü edilen ve Fenerbahçe’nin sahada eksik takımla yer almasına neden olan yangının kaleci Karnik Arslanyan’ın evinde çıktığını öğreniyoruz.
Fenerbahçe : Ümit Edilen
Haberi bulduğumuzda “Mustafa Kemal Paşa, kendi gazetesini okuyordur herhalde” diye düşünmüştük.
Haberin detaylarını ortaya çıkarmaya başladığımızda, gözlerimiz buğulandı önce.
Fenerbahçe tarihine bir Cumhuriyet Bayramı hediyesi bırakacak olmanın gururunu “Fenerbahçe kulübü bu müsabakaya ümit edildiği kadar kuvvetli bir takım ile çıkamadığı gibi” cümlesine sığdırdık.
Mustafa Kemal Paşa bir gazete çıkaracak, gazete sadece 51 gün yayınlanacak, bu 51 günün içinde Fenerbahçe maçının haberi olacak, haberde de Fenerbahçe’den “ümit edilen” diye bahsedilecek.
Fenerbahçe’nin, Mustafa Kemal’in ümit ettiği kadar kuvvetli bir takımla sahaya çıkamamasının sebebi de takımın yarısının Kaleci Karnik Arslanyan’ın evinde çıkan yangını söndürmek için yardıma koşması olacak. Sahaya çıkan takıma “Fenerbahçe” emanet edilecek.
Kendi vatanında, ülkeyi işgale gelen İngiliz takımına yenilgi hazmedilemeyecek. “Gelecek hafta bir daha oynayalım” denilecek… Fenerbahçe… Ümit edilen…
Demokrat Partili Fenerbahçe Başkanlarının Sonuncusu
Medeni Berk; Başbakan Yardımcısı ve İmar Bakanı, Fenerbahçe’nin Demokrat Partili son başkanı. Kısa sürecek başkanlığına stadın inşası görevini yerine getirmek için atanan, 27 Mayıs ile bunu yerine getiremeden sahneden çekilmek zorunda kalan bir “teknokrat”. Agah Erozan ile başlayan “Fenerbahçe’nin Demokrat Partili Başkanları” serimize Medeni Berk ile devam ediyoruz. Okul yıllarında başlayan cemiyetçilik serüveni, ilerleyen yaşında bile vazgeçmediği mesleği, tenise olan tutkusu, günümüzde halen varlığını sürdüren bir holdingin gelişmesinde oynadığı rol, siyasi tarihimizde silinmez izler bırakmış kişilerle tesadüfen kesişen yolu… Medeni Berk’in, Fenerbahçe’nin 24. Başkanının hayatı.
Mehmet Medeni Berk, asker bir babanın dört çocuğundan biri olarak 1913 yılında Medine’de dünyaya geldi. O yıllarda Arabistan topraklarında görev yapan bir Osmanlı Subayı olan Hamza Bey, oğlunun doğduğu şehrin Müslümanlarca kutsal olarak addedilmesinden etkilenerek ona “Medeni” ismini verdi.s
Aslen Niğde’nin Çimeli köyü kökenli olan Hamza Bey ailesinin Medine’den sonraki durağı İzmir oldu. Medeni Berk; ilk, orta ve lise öğrenimini bu şehirde tamamladıktan sonra İstanbul’da İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde (İİTİA) üniversite hayatına başladı. Berk’in faal ve başarılı bir öğrenci olduğu, son sınıftayken, okulun “Talebe Cemiyeti Başkanı” seçilmesinden anlaşılmaktadır.
Medeni Berk, mezun olduktan sonra da cemiyet faaliyetlerine devam edecek; bu defa da merkezi Ankara’da bulunan “İktisat ve Ticaret Mektebi Mezunlar Cemiyeti”nin yeni açılacak İstanbul şubesinde, “Daimi Temas ve Bağlılık Kolu” yöneticisi olarak görevlendirilecekti. Üyeler arası iletişimi ve koordinasyonu sağlamanın esas olduğu bu iki görev, Berk’in hayatının sonuna kadar çeşitli cemiyetlerde alacağı görevlerin nüvesidir.
“Benim Asıl Mesleğim Bankacılıktır”
Medeni Berk’in 1936 yılında mezun olduktan sonraki ilk işi, Tekel İdaresi’nde muhasebe memurluğu oldu. Bir süre bu görevi yürüttükten sonra, “asıl mesleğim” diyeceği ve her ne kadar siyasi hayatı dolayısıyla ara verecek olsa da zirvede tamamlayacağı bankacılık kariyerine Ziraat Bankası’nda müfettiş olarak adım attı. Bankanın Mersin ve İzmir şubelerinde müdür olarak görev yaptı. İzmir’de görevliyken, DP’nin 1950 yılında iktidara gelişi ise kaderini değiştirdi. Başarılı bir bankacı ve faal bir idareci olarak, iktidara gelen yeni partinin dikkatini çekti ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne (TARİŞ) genel müdür vekili olarak atandı.
DP iktidarının ilk beş yılında tarımsal üretim kayda değer şekilde artış göstermişti. Hükümetin, dış kaynaklı kredilerden ayırdığı pay ile birlikte, sektöre yapılan yapısal yatırımlar ve iklim şartlarının olağanüstü etkisiyle açıklanabilecek bu üretim fazlalığı göz önüne alındığında, TARİŞ’in bu dönemde önemli bir işlevinin olduğu söylenebilir.
Medeni Berk, kurumun üst yönetiminde bir yıl görev yaptı. Bu onun büyük çaplı bir devlet kurumunda genel müdürlük seviyesindeki ilk deneyimiydi. 10 Haziran 1951 yılında ise asıl mesleği olan bankacılığa yükseldiği pozisyonda geri döndü. Türkiye Emlak ve Kredi Bankası’nın (TEKB) genel müdürü oldu. 1957 Yılına kadar sürdürdüğü bu görev, kariyer yaptığı bankacılık ile birlikte, ülke ekonomisinin sonraki dönemlerde etkin bir faktörü olacak, inşaat sektörü üzerinde de uzmanlaşmasını sağlayacak; ona İmar ve İskan Bakanlığı ve sonrasında Fenerbahçe Başkanlığının yolunu açacaktır. Bankanın temel görevi ülkede planlı imar çalışmaları yapmak, gerektiğinde bunlara kredi sağlamak ve finansmanını planlamaktı. Bu bağlamda Berk ilk etapta İstanbul Kalamış ve Levent’te konut inşaatlarına başlanacağını duyurdu.
Sözü edildiği gibi inşaat sektörü ülke için yeni bir sektördü. İktidara yeni gelen DP, elde ettiği kamuoyu desteğini kaybetmemek için kalıcı propagandatif unsurlar yaratmak istiyor, bunu da imar çalışmalarına başlayarak sağlamayı planlıyordu. Bu bağlamda Berk’in pozisyonu hayati bir önem kazandı.
Medeni Berk’in yönettiği TEKB’nin en büyük projesi 1954 yılında eski adı “Baruthane” olan bölgeyi satın almasıyla başladı. Sonradan bölge halkı arasında yapılan oylama ile “Ataköy” adını alacak bölgedeki konutların temeli seçimlerden hemen önce 1957 yılında atılacaktı. Berk, sektördeki gelişmeleri izlemek ve gerekli bağlantıları kurmak için 1954 yılında Almanya seyahatine çıktı. Burada yaptığı temaslar onu, devletler nezdinde Bonn ve Berlin’de yürütülen Türk-Alman ticari görüşmelerinde Türk heyetinin teknokrat bir üyesi haline getirdi. Berk’in Almanya ile inşaat sektörü üzerinden kurduğu bağlantı DP’nin iktidarının ikinci yarısında 1956 yılında büyük miktarda bir kredi anlaşması ile sonuçlandı. Almanya’dan 75 milyon liralık yapı malzemesi ithalatı için gerekli kredi, Almanya’ya giden Berk tarafından sağlandı. Berk’in yedi yıllık iş hayatındaki bu hızlı yükselişi ve başarısı ona yeni görevler verilmesine neden oldu. Cemiyetçilikteki tecrübesi de göz önüne alınarak Kızılay Yönetim Kurulu üyeliği için önerildi ve seçildi. Aynı zamanda Berk, ilginç bir halef-selef hikayesini de içerisinde barındıran, Türkiye Tenis Federasyonu (TTF) Başkanlığı görevini de yürütüyordu.
Oyun – Set – Maç
Medeni Berk’in hayatında tenis sporunun özel bir yerinin olduğu açıktır. Berk, 1955-1975 yılları arasında tenis camiasının içerisinde sevilen bir kişilik olarak yer almakla kalmamış, çeşitli tenis kulüplerinin başkanlığını da yapmıştır. Bu dalda kariyerinin zirvesine TTF Başkanı olarak ulaşmıştır.
Şüphesiz İmar Bakanı olması ve kulübün Menderes’e stadın inşası için yaptığı talep, Berk’in Fenerbahçe Başkanı olmasındaki en önemli etkendir. Bununla beraber, Berk’in cemiyetçiliğini spor yönetimi ile bir potada erittiği tenis yöneticiliğinin, Fenerbahçe Başkanlığına zemin hazırladığı söylenebilir.
TEKB’in Genel Müdürü Berk’in Tenis Federasyonu başkanlığına getirileceğine ilişkin haberler 1955 Haziran ayında basında yer almaya başladı. “Tenis camiasındaki olumlu çalışmalarıyla tanınan” Berk, o zamanki yönetmelikler gereği Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından kendisine teklif edilen görevi kabul ederek görevine başladı. Berk’in bu göreve gelmesi federasyonun işleyişi için önemli bir değişikliği de beraberinde getirmiş, uzun yıllardır İstanbul’da olan TTF’nin merkezi Ankara’ya taşınmıştır. Bu taşınmanın ardından Berk, bir görev daha aldı ve Ankara Tenis Kulübü’nün yönetim kurulu üyeliğine seçildi. 1957 yılında Federasyon’da önemli yapısal bir değişik oldu ve Masa Tenisi Federasyonu, TTF’den ayrılarak özerk bir yapıya kavuştu. Berk, bu yeni federasyonun da başkanı olmuştu.
Medeni Berk’in federasyon başkanlığı parlamentoya girmesiyle sona erse de, tenis sporundaki yöneticilikleri sona ermedi. Aynı zamanda Fenerbahçe Başkanı olarak görev yaptığı 25 Nisan 1960 yılında Tenis Eskrim ve Dağcılık (TED) Kulübü’nün fahri başkanı oldu. Berk’in 27 Mayıs’tan sonra cezaevinden çıkışıyla yeniden başlayan yoğun iş hayatı, tenis yöneticiliğine on yıla yakın bir süre ara vermesine neden olacak, fahri başkanı olduğu TED’e 1974 yılında başkan seçilecekti. TED’in 1946’dan beri aralıksız düzenlediği İstanbul Tenis Turnuvası 1975 yılında uluslararası bir kimliğe kavuşacak ve onun döneminde ilk defa uluslararası puanlı bir turnuva haline gelecekti.
Halef – Selef
Fenerbahçe ve Galatasaray’ın kuruldukları yıllarda başlayan rekabeti bugün yüz on yaşına ulaşmış durumda. Bu rekabet tarihinin içerisinde birçok ilginç hikaye ile olduğu da bir gerçektir. Bunlardan bir tanesi de iki arkadaş olan Medeni Berk ile Ulvi Yenal’ın 1957 yılındaki görev devir teslim hikayesidir.
1908 yılında doğan Ulvi Yenal, Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra İİTİA’da öğrenim hayatına devam etmiştir. Medeni Berk ile tanışıklığı aynı okulda okumaları dolayısıyla üniversite yıllarına dayanmaktadır. Yenal, Galatasaray ve Milli Futbol Takımı’nın başarılı bir sporcusu olarak spor hayatının içerisinde yer almış; 1953 yılında Galatasaray Spor Kulübü’nde başkanlık yapmıştı.
İkilinin halef-selef olarak yollarının kesişmesine Medeni Berk’in 1957 seçimleri ile parlamentoya girişi neden olmuştur. TEKB Genel Müdürü olan Berk, yasa gereği devlet memurluğundan istifa edince yerine atanan isim okul arkadaşı Ulvi Yenal’dır. Bu atamayı konumuz kapsamına alacak kadar ilginç yapan ise peşi sıra gerçekleşen ikinci atama olmuştur. Berk’in milletvekili olmasıyla boşalan TTF’ye başkan olarak atanan isim yine Ulvi Yenal olacaktır. Gerçekleşen bu iki atamada Medeni Berk’in etkisi olduğuna dair bir bilgiye rastlanmasa da, ikilinin okul yıllarına dayanan geçmişlerinin bu olasılığı kuvvetlendirdiğini söyleyebiliriz.
Emrivaki
DP, 1957 seçimlerine üzerindeki iktidar yorgunluğunu hissederek ve 1954 seçimlerinde Türk siyasi tarihinde alınan en yüksek oy oranına bir daha yaklaşamayacağını bilerek girdi. Parti puan kaybediyor, muhalif unsurlar ve ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) toplum üzerindeki etkisini arttırıyordu. Şüphesiz bu durumun farkında olan Adnan Menderes’in, yaklaşan seçimlere yeni bir planla girmesi normaldi. Bu plan seçimlerden sonra oluşturmayı planladığı İmar ve İskan Bakanlığına, politikadan gelen bir bakan yerine teknokrat bir ismi getirmekti.
Bu doğrultuda, hem finans hem de inşaat sektöründe faaliyet gösteren devlet bankası TEKB’nin Genel Müdürü Berk, kendi deyimi ile bir “emrivaki” sonucu milletvekili adayı yapıldı:
“Siyasi hayata atılışım da çok ani olmuştur. Siyasi hayata atılmadan önce de hiçbir partiye mensup olarak çalışmamışımdır. Kaldı ki benim formasyonum da politikacı değildir. Mesleğim hep ağır basmıştır. 1957 senesinin bir gece yarısı Adnan Menderes’in emrivakisi ile siyasete girdim. O güne kadar partiye kayıtlı bile değildim. İtiraz edecek oldum, ‘listeler seçim kuruluna verildi’ dediler. İdarecilik mesleğim nedeniyle halk beni Halk Partili zannediyordu”
Her ne kadar Berk tarafsız bir devlet memuru olarak gözükse de, görevi ve konumu gereği doğrudan Hükümetin emrinde çalışıyor ve verilen direktiflerle hareket ediyordu. Nitekim 1989 yılında kendisi ile yapılan bir röportajda şöyle diyecektir :
“Dönemin Başbakanı rahmetli Menderes, Türkiye Emlak Kredi Bankası’nın halkı konut sahibi yapması için devletin ve devlet kuruluşlarının büyük arsaları satın almasını emretmişti. Benim genel müdürlüğüm sırasında Ataköy’deki 4 milyon metrekarelik araziyi 60 milyon liraya satın almıştık.”
Hiçbir partiye üye olmama/olamama durumunu, 1988 yılında yaptığı açıklamada tarafsızlığını kanıtlamak için ortaya koymuş olsa da; bu durumun isteğe bağlı olmayıp, yasa gereği bir zorunluluk olduğu ortadadır. Nitekim Berk, 27 Ekim’de yapılacak seçimlerden kısa bir süre önce görevinden istifa etmiş ve Niğde’den milletvekili adayı olarak girdiği seçimi kazanarak XI. dönem milletvekilleri arasında yerini almıştır. Seçimler sonucunda, önceden tahmin edildiği gibi, 1954 seçimleri sonrasında iki başat parti arasında açılan makas daralmış, DP’nin %47,87’lik oy oranını, CHP’nin aldığı %41,09’luk oy oranı izlemiştir.
Menderes’in Yakın Çalışma Ekibinde
Hükümet kurma çalışmalarına başlayan Menderes’in bu dönemde yanından ayırmadığı isim Medeni Berk’tir. Berk artık Menderes’in yakın çalışma ekibi içerisindeydi. Seçimden sonra başlayan hükümeti kurma çalışmalarının tamamlanmasının ardından, 23. Cumhuriyet Hükümeti, Başbakan Menderes tarafından 25 Kasım 1957’de kuruldu. Planlandığı gibi Medeni Berk İmar ve İskan Bakanı olmuştu. TBMM’de hükümet programını okuyan Menderes’in, “Memleketimiz yollar, köprüler, limanlar, sulama tesisleri, enerji santralleri, havalimanları gibi sanayinin, tarımın, kısacası vatan savunmasının yüzde yüz ihtiyaç duyduğu temel yatırımlarla donatılmıştır. (….) Daha birçok tesis ve eserler ya bitmek üzeredir ya da bitmeye çok yaklaşmıştır. Bunların da hizmete girmesi halinde hissedilecek ferahlığın derecesini tahmin etmek zor olmasa gerektir.” ifadesi, onun imar çalışmalarını ülke savunması ile eşdeğer görecek kadar önemsediğini ortaya koymuştur.
Berk’in başında olduğu bakanlık bu dönemde henüz resmen kurulmamıştı. Bu tezat, bir ayı aşkın bir süre daha devam edecek, 27 Aralık 1957’de bakanlığın teşkilat kanunu hazırlanacak ve 1958 yılının ilk günlerinde ise resmi kuruluş gerçekleşecekti.
Berk’in başında olduğu bakanlık; Bursa, İzmir, Erzurum, İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerin imar planları üzerinde yeni düzenlemeler yapmak için çalışmaya başladı. Bu arada Berk, Başbakan’ın yakın çalışma ekibindeki yerini koruyor ve Ege Bölgesi’ne yapılan gezide Menderes’in yanında yer alıyordu. Subaylar için yapılan 432 hanelik lojmanın teslim töreninde bizzat yer alan Berk, “Ucuz konut davasının yakın zamanda gerçekleşeceğini” de söylüyordu.
Menderes’in imar faaliyetleri içerisinde en önemsediği şüphesiz İstanbul Boğazına yapılacak köprüydü. Bu inşaatın planlanması için Berk’ten brifingler alıyor, aynı zamanda otel inşaatlarının hızlandırılması için direktif veriyordu. Boğaz Köprüsü’ne Menderes’in verdiği önemi hatırlatan Berk, 1980 yılında şu açıklamayı yapacaktır:
“Yazık oldu Menderes’e! Her zaman ağzından Boğaz Köprüsü’nün yapıldığını görmeden Allah canımı almasın dileğini eksik etmezdi.”
İmar
DP’nin son üç yılında ülkede inşaat üzerinden bir propaganda yürütüldüğü ortadadır. O kadar ki, Başbakan Menderes ve İmar Bakanı Berk Adana’yı ziyaretlerinde Mimar Sinan’ın kastedildiği “Koca Sinan’ın Halefi Menderes” pankartıyla karşılanacaktır. Gerileyen ekonomik değerler, partideki iktidar yorgunluğu ile birleşince muhalif unsurlara baskıların artmasına neden olmuş; parti, kamuoyundan destek bulmak için imar faaliyetlerini propaganda öğesi olarak kullanmaya başlamıştır. Bu görüş muhalefet tarafından da birkaç platformda dile getirilmiştir. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlenen ‘İmar ve İskan Haftası Konferansı’nda İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Feyyaz Köksal, “İmarın günlük siyasete alet edildiğini” söyledikten sonra Medeni Berk ile aralarında kısa süreli bir tartışma bile yaşanmıştır.
TBMM’de de hükümetin yürüttüğü bu faaliyetler zaman zaman eleştirilmiş, bu eleştirilere karşılık Berk’in cevabı “İmara moda olsun diye girişilmemiştir. İmar gelişen şartların doğal bir neticesidir” olmuştur. Muhalefetin eleştirilerinin temelinde imar çalışmalarının köyler yerine şehirlerde başlamasıydı. Nitekim uzun vadede muhalefet eleştirilerinde haklı çıkacak; plansız imar, büyükşehirlere göçe neden olacak, tarımsal üretim zayıflayacak ve ekonomik gelişim yalnızca inşaat sektörüne endekslenecekti.
Politik Zirve
Medeni Berk, genel müdürlük yaptığı yıllarda olduğu gibi bakanlığı döneminde de yurtdışı ile olan temaslarını sürdürdü. Berk, bakan olarak ilk yurtdışı seyahatini Londra’ya yaptı. Londra’da inşa edilen yeni mahallelerin planlarını inceleyen Berk, kısa süre sonra Batı Almanya’nın başkenti Bonn’a gitti ve Ekonomi Bakanı Ludwig Erhard ile bir dizi görüşme yaptı. Alman Bakanın iade-i ziyareti ise İzmir Enternasyonel Fuarı’nın açılışında gerçekleşti. Berk, bu dönemde Menderes tarafından kurulan Ekonomik Koordinasyon Kurulu’nun da üyesiydi. Başbakan, onun ekonomi bilgisinden de yararlanmak istiyor; hükümet, tüm gücüyle, bozulan ekonomiyi düze çıkarmak için çareler arıyordu. Berk, Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın toplantılarına, Merkez Bankası ve Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin (KİT) genel müdürleri ile birlikte katılıyordu.
Berk’in politik yaşamının zirvesine 11 Aralık 1959 yılında yapılan kabine değişikliği ile ulaştı. Menderes, yakın çalışma grubundaki İmar Bakanını ikinci adamı yapmaya karar verdi. 27 Mayıs’a kadar taşıyacağı bu unvan ile Berk’in verdiği siyasi hayatının ilk ve tek politik demeci ülke gündemine bomba gibi düşecek, bu demeç aylar sonra Yassıada’da yargılanırken avukatları tarafından savunmasına bile eklenecektir.
Medeni Berk, 27 Mayıs’tan tam iki ay önce, ülke artık darbe zemininde ilerlerken İzmir’e bir seyahat gerçekleştirdi. Çeşitli kurum ve kuruluşlarının müdürleri görüşmeler yaparak, iş adamlarından partisi için destek istedi. Bu ziyaret sonrasında Berk’in “Seçim İlkbaharda, seçimin yaklaştığı açıkça görülmektedir. Artık elle tutulur hale gelmiştir” açıklaması gündemi sarstı.
Her ne kadar sonraki gün açıklamasının yanlış anlaşıldığını ileri sürse de, bu durum, siyasiden çok bir teknokrat olan Berk’in üzerinde toplumsal bir baskı olduğunun açık bir göstergesiydi. Bir anlamda Berk’in siyasi hayatı Yassıada öncesinde bu demeçle fiilen bitmiştir. Sırada ajandasında yer alan bir diğer konuyla, Fenerbahçe ve onun inşa edilmesi gereken stadıyla ilgilenmek vardı.
Fenerbahçe Stadı
Medeni Berk’in Fenerbahçe başkanlığına atanması ile sonuçlanan olaylar 1959-1960 futbol sezonunun ikinci yarısı ile başladı. Kulübün neredeyse tüm branşlarda elde ettiği 9 şampiyonluğa, futbol takımının Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda tur atlamasına rağmen; aynı turnuvada üçüncü maçta kaçan ikinci tur şansı ve sonrasında ligde sergilediği inişli-çıkışlı grafik, kulüp içerisinde muhalefetin sesini yükseltmesine neden oldu. Fenerbahçe, tarihinin en başarılı sportif dönemlerinden birini yaşamış olsa da, muhalif gruplar daha 1959 kongresinde, mevcut başkan aynı zamanda TBMM Başkanvekili Agah Erozan’a eleştirilerinin merkezine “çok para harcanıyor” önermesini koymuşlardı.
Muhalifler, sahada işlerin kötüye gitmesiyle de Agah Erozan’ın yerine yeni bir DP’li başkan adayı aramaya başladılar. Yıllardır yılan hikayesine dönen stadın inşası konusu çözülmesi gereken en büyük sorundu. O güne kadar birçok başkan adayının bir numaralı seçim vaadi artık gerçek kılınmalıydı. Rüştü Dağlaroğlu’na göre stat sorunu öyle bir hale gelmişti ki, artan inşaat maliyetleri dolayısıyla stadın yapımı artık kulübü yönetmeye talip olanların vaatleri arasında bile değildi.
Politik görüşleri farklılık gösteriyor olsa da kulübün sağlayacağı faydayı göz önünde bulunduran muhalif gruplar, Başbakan Menderes’in kapısını çalmadan önce birkaç DP’li milletvekilini başkan adayı olarak ortaya atıp adeta nabız yokladılar. Basında haber olan bu milletvekillerinin Fenerbahçe’nin stat sorununu çözemeyeceği ortadaydı.
Bu aşamada kulüp içindeki muhalefet dinamiklerini hızlandıran bir gelişme daha oldu. Önceleri söylenti olarak başlayan ve toplantılarda dile getirildiğinde kimsenin inanmadığı , Galatasaray’ın Fenerbahçe Burnu’nda bir arazi alarak buraya bir tesis yapacağı haberinin gerçek olduğunun anlaşılması ile muhalefet grubu Ankara’yı ziyaret kararı aldı. Galatasaray Başkanı DP’li Sadık Giz’in yalnızca bir milletvekili olmasına rağmen kulübüne Fenerbahçe semtinde bir tesis kazandırması, Fenerbahçe Stadı’nın inşa edilmesini kulüp için bir zorunluluk haline getirmişti.
Fenerbahçe heyeti 23 Ocak 1960’da Başbakan Menderes’i makamında ziyaret etti. Toplantıda yer alanlardan biri de Başbakan Yardımcısı Medeni Berk’ti. Fenerbahçe heyeti stat sorununun çözmek için Menderes’in yardımına ihtiyaç duyduğu kadar, projenin teknik bir kişi tarafından yönlendirilmesi gerektiğinin de farkındaydı. Bu bağlamda TEKB Genel Müdürlüğü ve İmar Bakanlığı geçmişi dolayısıyla Berk’in başkan olması için Başbakandan “izin istendi” Medeni Berk böylece Fenerbahçe’nin başkanlığına atanmış oldu.
Fenerbahçe heyetinin ziyareti, ertesi günün gazetelerinde Menderes’in ağzından “Stad işinizi olmuş sayın, Fenerbahçeliler müsterih olsunlar” demeciyle duyuruldu. Başkan adayı olarak Medeni Berk ismi ise ziyaretten beş gün sonra gazetelerde yer aldı. Şubat ayında; belediye başkanı, banka müdürleri tarafından kurulan komite stadın inşa maliyetini 6 milyon lira olarak belirlerken , Medeni Berk Fenerbahçe kulübüne üyelik için resmi başvurusunu yapıyordu.
Ve Kongre
Kongre tarihi olarak seçilen 6 Mart yaklaşırken muhalefet grubu, aday olmamaya ikna etmek için Başkan Erozan’ı ziyaret etti. O ziyarette yer alan ve kongrede Medeni Berk’in listesinden seçime girse de seçilemeyecek olan Avukat Sadun Erdemir; Agah Erozan’a stadın bir an evvel yapılması için Medeni Berk’in başkan olması gerektiğini uygun bir dille anlatıp, aday olmamasını istediklerini anlatır. Stat konusunda yapılan açıklamaya ve Menderes’in Medeni Berk ismine yaptığı açık yönlendirmeye rağmen Erozan’ın cevabı olumsuz olur.
Başarısız bu girişim muhalefetin seçimi kazanacaklarına olan inancından bir şey götürmemişti. Muhalif Kadıköy Grubu’nun sözcüsü Semih Bayülken gazetelere şu açıklamayı yaptı: “Kongreyi kazanacağımıza eminiz. Çünkü üç yüz elli azamız var. Esasen bu topluluk bugünkü idare heyetinin tutumunu beğenmediğini fevkalade kongre talebiyle zaten ifade etmiştir.”
Böylece kongrede iki DP’li adayın yarışacağı kesinleşmiş oldu. Kongreye üç gün kala kulisler hareketlendi. Muhalif grubun Menderes’le yaptığı görüşmede sözcülük yapan Rüştü Dağlaroğlu, Erozan tarafına geçerek iktidar listesine girdi. Kongre Kadıköy Süreyya Sineması’nda yapıldı. Erozan’ın, İsmet Uluğ, Raif Dinçkök, Rüştü Dağlaroğlu, Müslim Bağcılar’dan oluşan listesine karşı; kongreye katılan 388 üyenin 379’unun oyunu alan Medeni Berk ve listesi seçildi.
Kongre konuşmasının sonunda partili rakibini onore eden Erozan, “Oylarınızı seve seve Medeni Berk’e verin” demiş , kongre sonrasında da “Fenerbahçe’ye hizmet etmek için idareci veya başkan olmak şart değildir. Her zaman ve her yerde hizmete hazırız. Yeni idare heyetine başarılar diliyorum. Fenerbahçe’ye hizmet etmenin zevki büyüktür.” diyerek rakibini kutlamıştır.
7 Mart’ta toplanan Yönetim Kurulu aralarındaki görev paylaşımını şu şekilde gerçekleştirdi: Medeni Berk – Başkan Hasan Kamil Sporel – İkinci Başkan Fikret Kırcan – Genel Kaptan Faruk Ilgaz – Genel Sekreter Talat Ataman – Muhasebeci Kemal Atakul – Veznedar Fahri Atabey, Bülent Büyükyüksel, Müzdat Yetkiner – Üyeler.
İki Farklı Görüş
Medeni Berk’in seçilir seçilmez ilk işi tahmin edileceği gibi stat inşaatını ele almak oldu. Seçimden sonraki gün yapılan yönetim kurulu toplantısının sonunda Berk, TEKB Genel Müdürüne stat projesi üzerinde çalışması için direktif verdi. Berk, toplantı sonunda Başbakan Menderes’ten de randevu alarak, zaman geçirmeden projeye başlamak için önemli bir hamle yapmıştı.
Fenerbahçe Yönetim Kurulu, Berk başkanlığında 8 Mart’ta Park Otel’de Menderes’i ziyaret etti. Menderes görüşmede 50.000 kişi kapasiteli bir stadın ve kulüp lokalinin inşasına hemen başlanması için talimat verdi. Görüşme, Menderes’in 10 Mart stadı ziyaret etmeye karar vermesiyle sona erdi.
Fenerbahçe yönetim kurulu 9 Mart gününü kulüp merkezinde geçirdi. Menderes’in sonraki gün stadı ziyareti öncesi proje üzerinde çalışmalar yapıldı. Bu arada TEKB’in uzmanlara yaptırdığı incelemenin sonuçları hızla kulübe ulaşmış, stadın mevcut yerinde inşa edilmesi görüşü, arsasının satılarak buradan elde edilecek finansmanla Fikirtepe’de alınacak bir arsaya stat ve spor tesisi yapılması görüşünün gölgesinde kalmıştı. Uzmanlar, Fikirtepe’de yeni bir stat yapılmasını daha uygun görüyor , sonraki yıllarda kulüp başkanı olacak o günün yönetim kurulu üyesi Faruk Ilgaz da bu görüşü destekliyor, hatta projenin sunumunu Medeni Berk’e bizzat yapıyordu.
Stadyum Yerinde Kalıyor
Fenerbahçe’nin heyecanla beklediği Menderes’in stadı ziyareti, Başbakan’ın “çıkan bir işi” dolayısıyla gerçekleşmedi. Kamuoyunun konuya olan ilgisi, Başbakanın gerçekleşmeyen ziyareti sonucunda azalmış olsa da, Fenerbahçe camiası kendi içerisinde ortaya atılan iki görüşü tartışmaya başladı.
27 Mayıs’ın ayak seslerinin duyulmaya başlandığı Nisan ayının 15’inde toplanan Yönetim Kurulu, Kulüp Danışma Kurulu’na konu ile ilgili fikirlerini belirtmelerini isteyen birer mektup göndermeye karar verdi. Bu arada iki görüşün detayları da netleşmişti.
İlk görüş şuydu: “Mevcut Stadın genişletilmesi ve ahşap kapalı tribünün yerine daha fazla seyirciyi alabilecek betonarme bir tribün inşa ettirilmesi.”
Buna karşı öneri sürülen ikinci görüş ise “Fikirtepe’de bütün tesisleri ihtiva eden bir spor sitesi inşa edilerek, mevcut stadın yeni stat inşa edilinceye kadar kullanılması ve müteakiben satılması.”
İki görüşün çarpışmasından ilk görüş galip çıktı. Faruk Ilgaz, yönetim kurulu içerisinde bile ikinci görüşü savunurken yalnız kalmıştı. Ilgaz yıllar sonra konu ile ilgili şu açıklamayı yaptı: “Bu teklif kulüp üyelerince iyi karşılanmadı. Özellikle eski üyeler birçok hatıralarının bulunduğu bu stadın satılması fikrine karşı çıktılar.”
Uzmanların ortaya koyduğu projeye karşın, futbolun İstanbul’a geldiği andan itibaren kesintisiz olarak oynandığı statlarındaki geçmişlerinden vazgeçmek istemeyen üyelerin görüşlerinin öne çıkması, yaklaşan 27 Mayıs öncesi ülkenin içinde bulunduğu kriz günleri stat meselesinin rafa kalkmasına neden olacak; Fenerbahçe, Papazın Çayırı’nda kalacaktı.
İki Başkanlı Sezonun Sonu
1959 – 1960 sezonu fiilen iki başkanlı bir sezondur. Agah Erozan’ın yönetiminde başlayan sezon Medeni Berk’in yönetiminde sona ermiştir.
Stadı inşa etmesi için getirildiği başkanlık görevi sırasında Medeni Berk’in kulübün sportif faaliyetlerine herhangi bir katkısı ya da müdahalesi olmadı. Futbol şubesi karışıklıklar içerisinde girdiği sezonu, 27 Mayıs’ın gerçekleşmesinden iki hafta sonra oynanan ligin son maçında 1-0 yenildiği Beşiktaş’ın ardından 5 puan farkla ikinci sırada tamamladı. Medeni Berk’in başkanlığı altında sezonun kalanında toplamda 12 maç yapan futbol takımı, bu maçlarda; 6 galibiyet, 3 mağlubiyet ve 3 beraberlik aldı. Attığı 22 gole karşılık kalesinde 16 gol gördü. Berk, başkanlığı döneminde derbi galibiyeti göremedi.
Medeni Berk, 9 Mart 1960’da stat projesi için kulüpte yapılan toplantıdan sonra futbol takımıyla tanışmış ve daha önceden Ankara’dan tanıdığı “Mikro” Mustafa Güven ile bir süre sohbet edip, başarılar dilemişti. Bu Berk’in futbol takımı ile olan ilk ve tek teması olarak kayıtlara geçti.
Medeni Berk’in yönetimindeki Fenerbahçe’nin şampiyon olan takımları, Kadınlar Voleybol ve Atletizm takımları oldu. Fenerbahçe’nin kadın voleybolcuları hem İstanbul hem Türkiye şampiyonu olarak sezonu tamamladılar. Basketbol Erkek takımı İstanbul ikincisi olduktan sonra, Federasyon kupasını kazanarak katılmayı hak kazandığı Türkiye şampiyonasını beşinci sırada tamamladı. Basketbol Kadın ve Boks takımları İstanbul şampiyonalarında ikinci oldular.
Kaynaklarda geçen, Medeni Berk’in Fenerbahçe’yi tribünden izlediği tek maç 16 Mart 1960 Dolmabahçe Stadı’nda oynanan İstanbulspor maçıdır. Bir önceki hafta İzmir deplasmanında puan kaybedilmesinin ardından 2-1 galip gelinmesine rağmen, oynanan kötü futbol tribünlerde homurdanmalara sebep olmuştu. Maç çıkışı protokol girişinde Fenerbahçeli taraftarlar ile karşılaşan Medeni Berk, bir taraftarın “Fenerbahçe’yi Vatan Cephesi’ne (VC) benzettiler” sataşması üzerine sözün sahibini bir süre bakışlarıyla aramış, daha sonra stadyumdan ayrılmıştı.
Cephe ve Son Dokunuş
Ülke bu dönemde DP’nin VC’yi hamlesiyle giderek daha da kutuplaşıyordu. Partinin “vatanseverler” kişileri üye olmaya çağırdığı bu sivil toplum örgütlenmesinin gerçekte hiçbir faaliyeti yoktu. Devlet Radyosu’nun haber bültenlerinde cepheye katılan yeni üyelerin isimleri okunuyor, bu eylem çoğu zaman da tutarsızlıklarla dolu oluyordu. DP’nin sokak örgütlenmesi VC, işte bu maçtan sonra sıradan bir Fenerbahçe taraftarı tarafından ironik bir biçimde eleştiriliyordu. VC, Medeni Berk’in Yassıada’da yargılandığı davalardan birinin konusu olacaktı.
DP iktidarının sona yaklaştığı günlerde Medeni Berk’in kulüple zaten az olan ilgisi iyice kesildi. Maçtan beş gün sonra Medeni Berk, 1928–1938 yılları arasında Fenerbahçe kalesini koruyan Necdet Erdem’e futbol takımının menejerliğini teklif etti. Erdem tarafından kabul edilen bu teklif Berk’in Fenerbahçe’ye son dokunuşu oldu.
Darbe ve Kongre
27 Mayıs ile beraber Fenerbahçe bir yönetimsel boşluğun içine düştü. Mevcut başkanının da içinde olduğu 3 başkanı tutuklanmıştı. 1 Haziran’da toplanan Yönetim Kurulu, Medeni Berk’i başkanlıktan azletmedi. Bu şekilde müdahaleye açık bir destek vermek istemiyorlar, yaşanacak gelişmeleri bekliyorlardı. Toplantının sonunda basına yapılan açıklamada “Esasen kendisi idare heyeti toplantılarımıza gelmemekte ve müzakereler İkinci Reis Hasan Kamil Sporel riyasetinde cereyan etmektedir” açıklaması yapıldı. Buna göre Medeni Berk’in başkanlığının akıbetine yönetim kurulu değil kongre karar verecekti.
Yönetim Kurulu 26 Haziran’da kongre yapılmasını kararlaştırdı. Kongreye katılım düşük oldu. Kulübün 1960 yılında kongreye katılmaya hak kazanmış 600 üyesi olmasına rağmen, sadece 290 üye yeni başkanı ve yönetim kurulunu seçmek için oy kullandı. Medeni Berk’in yokluğunda ikinci başkan olarak yönetim kuruluna başkanlık yapan Hasan Kamil Sporel, Fenerbahçe’nin yeni başkanı seçilerek görevi devraldı. Böylece Fenerbahçe’nin siyasetle en sıkı ilişkilerini kurduğu DP’li başkanlar dönemi sona ermiş oldu.
Yassıada’da Bir Teknokrat
Askerler 27 Mayıs gününe başladıklarında Medeni Berk bir arkadaşının evinde ailesiyle birlikte yemek davetindeydi. Sokaktaki hareketlilikten, günlerdir yaklaşmakta olan askerin ayak seslerinin artık kapısının önüne geldiğini anlayınca teslim oldu ve hemen tutuklandı. Diğer partililerle beraber yargılanmalarına kadar geçen süreyi doldurmak için Yassıada’ya gönderildi.
Memuriyetten gelen bir teknokrat olması ve siyasete henüz 2,5 yıl önce atılmış olması Yassıada’da bazı DP’lilerin karşılaştığı kötü muamelelere maruz kalmasını bir anlamda engelledi. Bölümün devamında da görüleceği üzere Medeni Berk bu iki argümanı mahkemedeki savunmasının merkezine oturtacaktır.
Yassıada’daki tutukluluk günlerini eşi Mukadder Hanım ile olan mektuplaşmalarından anlaşıldığı üzere, çalışma hayatının bir prensibi olarak belirlediği, erken kalkarak ve kitap okuyarak geçiriyordu. Medeni Berk’in hapis hayatında eşine yazdığı mektuplardan bazı bölümlerin, hem adadaki yaşamını hem de içinde bulunduğu ruh halini yansıttığı için buraya eklenmesinin uygun olduğu düşüncesindeyiz.
“Hep arkadaşlarımın hanımları yazdı, evlerini aramışlar ve bazı şeyler almışlar. Benim teyp bantlarımın ehemmiyeti yok. Gül (kızı) üzülmüştür, ehemmiyet vermesin, yine iyisi olur… Burada nisbi bir sükûna girdik. Her gün okuyor ve okuyoruz”
“Dostlar, hakiki dostlar ve iyi gün dostları kim bilir nasıl belli olmuştur? Hiçbirine aldırma, sen yine çalışma zevkiyle bana güven. Artık sade senin ve kızım için çalışacağım. Enayi gibi tatillerimi, dinlenme günlerimizi harcamışız. Şimdi seni ve kendimi çam ağaçlarının altında veya kızgın bir denizin ortasında görüyorum. Bir hayal bile olsa ümit ediyorum. İyi dostlarımızı iyi tanı da, biz de hakiki insanları unutmayalım
“Çok erken kalkıyorum, yatağımdan, kalkmadan biraz vakit geçiriyorum. Sen daima erken kalkıp çalışmaya başlamamdan şikayetçisin. Hakikaten durabilir miyim, çalışmayabilir miyim, zannetmiyorum.”
“İşler inşallah düzelecek, ben her geçen gün daha ümitliyim. Gazeteler bile bana bir çamur sıçratmamaya gayret ve itina ediyor. Olsa idi çoktan ipliğimiz pazara çıkardı”
İddialar
Medeni Berk mektuplarında her ne kadar gazetelerde kendisi hakkında suçlayıcı haber ya da yorumlar çıkmadığından bahsetmiş olsa da Yüksek Adalet Divanı (YAD) önüne çıkacağı tarih yaklaştıkça ismi sütunlarda yer almaya başladı.
27 Mayıs taraftarı gençlerin yaptığı gösterilerde “Medeni Berk, dolarları etti terk” pankartının yer alması gazetelere haber oldu. Sonraki günlerde “yüz binlerce lira” maliyetle döşenmiş makam odasının ihtişamından bahsedildi.
Ege Bölgesi’nde faaliyet sürdüren bazı işadamlarını zorla VC’ye kaydettirdiği, buna karşı çıkanları da ekonomik olarak baskı aldığına ilişkin iddialar sözü edilen işadamlarıyla röportajlar gazetelerde yer aldı. Altan Öymen 2013 yılında piyasaya çıkan anılar serisinin 4.kitabı “Ve İhtilal”de, İş insanı Vehbi Koç’a Medeni Berk tarafından yapılan “CHP’den istifa et ve DP’ye katıl” baskısını dile getirdi.
Medeni Berk aynı zamanda devlet bankalarından VC’ye zorla bağış istemekle suçlanıyordu. Nitekim Berk, yargılaması sırasında bağış istediğini kabul edecek ancak bunu “kurumlarının iç tüzüğü izin veriyorsa” yapmalarını istediğini söyleyecektir.
Bazılarının gerçekliği tartışılabilir olan bu haber ve yorumların en dikkat çekici olanı ise CHP lideri İsmet İnönü’nün öldürülmesi ve gösteri yapan öğrencilere daha fazla şiddet uygulanması için verdiği talimatın kaydedildiği ses bantlarının ele geçirildiğine ilişkin olanıydı. Medeni Berk, duruşmalar başladıktan sonra mahkemede dinlenen bu ses kayıtlarının kendisine ait olmadığı iddia etti. Mahkeme kararlarında bantlarda yer alan konuşmalarla ilgili bir hükme rastlanılmaması Berk’in iddiasının doğruluğunu kanıtlayacaktır.
Mahkeme
Medeni Berk, YAD’da, “İpar”, “Gemi” , “Vatan Cephesi” “Arsa-İstimlak” ve son olarak da “Anayasayı İhlal” davalarında yargılandı. İpar, Arsa-İstimlak ve Vatan Cephesi davalarında suçlu bulundu ve toplamda 15 yıl hapse çarptırıldı.
Berk bu davalarda yaptığı savunmalarda kendisine verilen görevleri Adnan Menderes’in emirleri doğrultusunda yaptığını ısrarla vurguladı. Anayasa’yı İhlal Davası’nda ise kendisine itham edilen suç “Adnan Menderes’in dikta politikalarına hükümet üyesi derecesinde iştirak etmiş olmak”tı. Üç numaraları sanık olarak yargılandığı bu son davada hakkında verilen hüküm ise müebbet hapis oldu. Karar açıklandığında derin bir nefes alıp vermesi ise mahkemeyi izleyenlerin dikkatinden kaçmadı.
Medeni Berk’in Yassıada’da avukatlığını yapan iki isimden biri sonraki yıllarda Türk siyasetinde önemli rol oynayacak, parti başkanlığı, TBMM Başkanlığı gibi görevler yürütecek olan Hüsamettin Cindoruk’tu. Cindoruk’un yaptığı savunmanın giriş kısmı; Berk hakkında yaptığımız değerlendirmelerin bir özeti niteliğindedir.
“Medeni Berk, Başvekil Yardımcılığı’na uzun yıllar süren politik hayatının sonunda varmamıştır. Bu mevki devlet hizmetinin çeşitli kademelerinde başarılı bir idarecilik hayatından sonra 2,5 yıl içerisinde geldiği bir mevkidir. Üç numaralı sanık olması davanın protokol sırasına göre açıldığının göstergesidir. Diğer sanıklara meclisteki konuşmaları ve faaliyetleri üzerinden suçlama yapılırken aynı durum müvekkilim için geçerli değildir. 1957 Yılında seçime girdiğinde Demokrat Parti üyesi bile değildir. Seçildikten sonra da meslek hayatının devamı niteliğinde teknik bir bakanlığa atanmıştır. (…..) Medeni Berk, siyasi tansiyonun gergin hale geldiği bir tarihte Mart 1960’da İzmir’de seçimlerin ilkbaharda yapılacağı müjdesini gazetelere vermiştir. Bu onun 2,5 yıllık siyasi hayatının tek siyasi demecidir. Bu demeç içerik itibariyle haber verme amacı taşısa da aynı zamanda bir seçim temennisi niteliğindedir. Seçim isteyen ve müjdeleyen bir politikacının diktaya gidişin faili olacağını kabul etmek imkansızdır.”
Medeni Berk kendisine verilen ömür boyu hapis cezasını tamamlamak için arkadaşlarıyla beraber Kayseri Cezaevi’ne gönderildi. Berk’in hayatının, sağlık sebepleri tahliye edilmesine kadar sürecek, Yassıada davalarına dahil edilmeyen çeşitli davalarla yargılandığı bir dönem başladı.
Kayseri’de Beraat Yılları
Medeni Berk, Kayseri Cezaevi’ndeyken Yassıada’da sonuca bağlanmayan “Görevi Kötüye Kullanma” ve “Sebepsiz Zenginleşme” davalarına İstanbul’da devam edildi.
Berk, TEKB Genel Müdürü iken bankaya bağlı şirketlerden DP’ye usulsüz para toplama yoluyla partiye çıkar sağlamakla da suçlandı. Başbakan Yardımcısı iken devlet kurumlarından bağış topladığı iddiaları bu duruşmalarda karşısına çıktı. Bu suçlamaya karşı Berk; Başbakan Menderes’ten seçimler için gerekli paranın temini için emir aldıktan sonra bazı banka ve işletme genel müdürlerini davet edip kimlerden ne nispette para isteyeceklerine dair liste verdiğini itiraf etmiş, fakat paranın alınması için baskıda bulunmadığını, ayrıca bu müesseselerin CHP’ye de yardım ettiğini söylemiştir. Berk, 28 Aralık 1962’de “Sebepsiz Zenginleşme” ve 18 Mart 1963’te “Görevi Kötüye Kullanma” davalarından beraat etti.
Başlarında Celal Bayar olmak üzere hüküm giyen tüm DP’lilerin yaşadığı Kayseri Cezaevi’nde; devrik iktidar partisi üyelerinin belli bir hiyerarşi içerisinde günlerini geçirdikleri kaynaklara yansımıştır. Devlet Arşivleri’nde karşımıza çıkan ve Kayseri Cezaevine getirilen bir miktar paranın konu edinildiği belge bu hiyerarşinin bir kanıtıdır.
Cezaevi’nden İçişleri Bakanlığı’na yazılan bir raporda şu ifadeler yer almaktadır:
“Yassıada eski hükümlülerinden olup tahliye edilen İzmir eski Milletvekili Enver Dündar Başer’in iki ay önce Kayseri Cezaevi’ne gelerek hükümlü düşük bakanlardan Medeni Berk’e 20.000 lira verdiği Cezaevi Muhafız Jandarma Komutanı Yüzbaşı Yılmaz Erkekoğlu tarafından haber alınmıştır. Medeni Berk ve Necmettin Önder ve Samet Ağaoğlu’nun cezaevindeki hükümlülerin güya temsilci idarecileri olarak bu tür yardımları ister ve alır oldukları derlenen bilgiler arasındadır”
Celal Bayar’ın liderlik ettiği bu hiyerarşide Medeni Berk’e düşen görev bu rapora göre temsilci idarecilikti. Bu görev gereği de partili mahkumların masraflarını karşılamak için dışarıdan para toplanıyordu. Berk’in asıl mesleği olan bankacılığa yeniden ısınmaya başladığı, tahliye edilmeden sekiz ay öncesine ait bu raporda da yer aldığı üzere, cezaevindeki para işlerini kontrol etmesinden anlaşılmaktadır. Nitekim Berk, 27 Ekim 1964’te tahliye edilmesinden sonra, asıl mesleğine geri dönecek ve tekrardan zirveye çıkacaktır.
Sabancı – TOBB – Tütünbank
Medeni Berk, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından sağlık sebepleri dolayısıyla affedildikten sonra zaman kaybetmeden meslek hayatına geri döndü. Kendi anlatımıyla gelen bir telefon ile Akbank’ın genel müdürlük görevini devraldı. Telefonun karşısında Sakıp Sabancı vardı.
Medeni Berk, 1964 yılında başladığı bu görevi 1980 Temmuz ayına kadar yürüttü. Bu süre zarfında holdingin üst düzey bir yöneticisi olmaktan daha öteye geçti. Aile ile kurduğu yakın ilişkiler üçüncü nesil Sabancıların hatıralarına bile girdi. 2004 yılında verdiği röportajda Akbank yöneticisi Suzan Sabancı Dinçer, Berk’ten şöyle bahsetmektedir:
“Çocukluk yıllarımda bankaya gider dönemin Genel Müdürü Medeni Berk’in evraklarını taşırdım. Berk, her zaman ‘iyi bir bankacı olmak için iyi matematik bilmek gerekir’ deyip, bana matematik çalıştırırdı.”
Medeni Berk, genel müdürlüğünün üçüncü yılının sonunda bankanın yeni girişimi olarak kurulan Akçimento’nun ortaklarından biri oldu. Artık sadece bir yönetici değil aynı zamanda büyük bir şirketin de hissedarıydı. Yaptığı bu atılım ile 1967 yılının kişiler bazındaki İstanbul Vergi Rekortmenleri Listesi’ne giren Berk, artık Tarabya’da Sümer Palas Korusu’nda yaşamaya başlamıştı.
Berk’in Sabancı Holding ile beraber yükselişi Lassa Lastik Sanayi’nin yönetim kurulunda yer almasıyla sürdü. Kendisi ile beraber bu kurulda yer alan Turgut Özal, sonraki yıllarda Türk siyasetinde zirveye çıkacak, ülkenin Cumhurbaşkanı olacaktı.
Medeni Berk’in cezaevinden çıktıktan çok kısa bir süre Sabancı Holding bünyesindeki Akbank’ın genel müdürü olması, onun aile ile ilişkilerinin geçmişe dayandığını gösterir. Nitekim bu ilişkiler, Yassıada duruşmaları başlamadan önce kurulan Yüksek Soruşturma Kurulu’nun Berk hakkında sunduğu “Gayrı Meşru Servet” raporuna da konu olacaktı. Sözü geçen rapor yer alan iddiaların basına yansıma şöyleydi:
“Medeni Berk, Adanalı milyoner Hacı Ömer’e 1953 yılında 5 milyon liralık usulsüz kredi sağlamıştır. Bu 1,7 milyon dolar tutan ve sabık Demokrat Parti iktidarı zamanında bir şahsa verilen en yüksek döviz kredisidir. Berk, Hacı Ömer’e 30 Nisan 1955’de 1 milyon dolarlık bir kredi tahsisi de yapmıştır. Bu miktar o zaman piyasa ihtiyacına ayrılan dolar kotasının tamamıdır”
Medeni Berk, görevlerine devam ederken Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Necmettin Erbakan’ın Başbakan Süleyman Demirel ile anlaşmazlığa düşmesi sonucunda yeniden bürokrasiye döndü. 1969 Yılında, Banka Kredileri Tanzim Komitesi’nde görev alan Berk’in yeni görevi, 30 Mayıs 1971’e kadar sürdüreceği TOBB başkanlığıydı. Erbakan’ın delege listelerinin usulsüz şekilde yapıldığını öne sürerek noter yoluyla protesto ettiği seçim sonucunda Berk, başkan seçilmişti. Erbakan döneminde yatırım kotalarını dağıtma yetkisini TOBB’un elinden alan Başbakan Demirel’in, Berk’in seçilmesinden sonraki ilk işi bu yetkiyi tekrar birliğe vermek oldu. Hükümetin kendisine açık desteğine rağmen TOBB başkanı olduğu dönemde ekonomik eleştirilerini açıklamaktan çekinmedi. Dış kaynaklı kredilerin gelişmeye yetmeyeceği , piyasadaki para darlığı , yeni vergilerin enflasyona sebep olacağına ilişkin görüşlerini hükümete yönelik eleştirilerin merkezine oturttu.
Medeni Berk, 1974 yılında siyasi yasağının kaldırılmasına rağmen tıpkı kendisinden önceki Fenerbahçe Başkanı Agah Erozan gibi politika ile ilgilenmedi. “Büyük meclislerin (meclis ve senato) bu kararını şükranla karşılamaktan başka bir şey düşünmedim. Kendimi mesleğime vermiş durumdayım.” açıklamasıyla yasamaya teşekkür etmekle yetindi.
Berk, 1980 yılında Akbank’taki görevinden ayrıldı. Meslek hayatının son durağı olan Tütünbank’taki üstlendiği görev yönetim kurulu başkanlığıydı. 1924 Yılında Ege Bölgesi’nde yerel bir banka olarak kurulan Tütünbank, 1980 yılında Yaşar Holding tarafından satın alındı ve yönetimin başına Medeni Berk getirildi. Berk’in bankanın gelişimine yaptığı iki büyük katkı, İstanbul şubesini açmak ve banka hisselerini halka açmak oldu.
Emeklilik yıllarını İstanbul’da geçiren Medeni Berk, 16 Mart 1994’te vefat etti. 81 yaşında hayatını kaybeden Berk, Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi.
1992 yılında TBMM KİT komisyonunda TEKB’nin hesapları incelenirken kendisinin bankanın herhangi bir projesinden bir ev sahibi bile olmadığının ortaya çıkması üzerine kendisini ziyaret eden gazetecilere verdiği, “Biz hesabımızı Yassıada’da verdik, eğer açığımız olsaydı orada ortaya çıkardı” son demeci oldu.
Bir Devir için Son Söz
Futbol, Türkiye’de oynanmaya başladığı günden itibaren siyasi iktidarların dikkatini üzerine çeken bir olgu oldu.
Fenerbahçe, 114 yıllık tarihiyle hala bu olgunun en büyük aktörüdür ve olmaya da devam edeceği su götürmez bir gerçektir. İttihat ve Terakki döneminde, Meşrutiyet Devrimi’nden hemen sonra 1909 yılında çıkan dernekler kanunu ile 1913 yılında tescil edilen Fenerbahçe’nin; 1957-1960 yılları arasındaki üç yılı, çok partili demokrasimizde futbol – siyaset ilişkilerinin bir laboratuvarı niteliğindedir.
27 Mayıs ile zorunlu olarak biten bu ilişki, bir siyasi iktidarın bir spor kulübüne verdiği önem açısından benzersizdir. Agah Erozan’ın başkanlığı ile sportif olarak çok başarılarla başlayan bu süreç; stadyum inşaatı için göreve gelen Medeni Berk’in daha Kadıköy’ün havasına alışamadan gerçekleşen askeri müdahale ile sona ermiştir.
Medeni Berk, görevi devraldığı Agah Erozan’ın aksine, başkanlığı sona erdikten sonra Fenerbahçe ile yakın ilişkilere girmemeyi tercih etmiştir.
Bankacılık mesleği, geç yaşlarda adım attığı emekliliğine kadar hayatının merkezinde olmuştur. “Stadyumun taşınması” tartışmaları onun döneminden günümüze uzanan, daha birkaç sene öncesinde bile gündeme gelmiş bir konu olarak Fenerbahçe tarihindeki yerini almıştır.
Tenis camiasında üstlendiği görevler de göz önünde bulundurursa Medeni Berk, bir spor yöneticisi vasfıyla da Fenerbahçe’ye başkan olmuştur. Nitekim Menderes tarafından önerildiğinde başkanlık görevine itiraz ettiğine dair bir bilgiye kaynaklarda rastlanmamıştır.
Berk, kısa süreli başkanlığına rağmen “Fenerbahçe Başkanı” sıfatını ölene kadar taşımış; 1966, 1988 ve ölümünden sadece iki ay önce 1994’te gerçekleşen Fenerbahçe Başkanları toplantısına katılmıştır.
Fenerbahçe’de Başkanlığın Tarifini Literatüre Hediye Eden Adam
Fenerbahçe’nin 23. Başkanı. Demokrat Parti’nin (DP) 27 Mayıs’ta tutuklanıp Yassıada’ya gönderilen milletvekili, aynı zamanda Meclis Başkanvekili. Fenerbahçe tarihinde ise sadece “Ülkede iktidara kim gelirse Fenerbahçe’de de o gelir” klişesi içerisinde anılan bir aktör. Tarihi dönemeçlerden geçmesine, Fenerbahçe’yi 1959’da düzenlemeye başlayan “Türkiye Profesyonel Futbol Ligi”nin ilk şampiyonu yapmasına rağmen hakkında yazılanlar paragraflarla sınırlıydı bugüne kadar. Okuyacaklarınız bu sınırları kaldırmak için kaleme alındı. Fenerbahçe ile kesişen yolu, siyasi hayatı, 27 Mayıs, Yassıada günleri ve sonrası. Bir döneme damgasını vuran isimlerden olan Agah Erozan ve hayat hikayesi…
Agah Erozan
Mudanya’dan Meclise
Agah Erozan 1910 yılında Mudanya’da dünyaya geldi. Babası Ahmet Hamdi Bey, Kurtuluş savaşı yıllarında direnişe aktif olarak katılan ve Bursa’daki Kuvva-i Milliye’nin ileri gelenlerinden bir tüccardı. Bu sayede savaştan sonra İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiş ve madalya aile miras olarak bugünlere gelmiştir. Erozan’ın özgeçmişini 1958 yılında yayınladığı bir makalede konu eden, dönemin DP muhalifi Akis dergisine göre Ahmet Hamdi Bey bir İttihatçıdır.
Agah Bey’e Fenerbahçeliliğin İttihatçı genlerinden miras kalıp kalmadığı şimdilik bir muammadır. Aynı dergiye göre ailenin soyu edebiyatçı Aşık Paşazade’ye dayanmakta, aile bu bağlantı nedeniyle “Aşıkzade” ismini Türkçeleştirerek “Erozan” soyadını almaktaydı.
İlk ve orta öğrenimini doğduğu yerde tamamladıktan sonra Bursa Lisesi’ni bitiren Agah Erozan, kendi söylemiyle iyi bir eğitim almıştır. Okul hayatındaki başarısını ilkokulda aldığı eğitime borçlu olduğunu söyleyen Erozan , 1930 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırır. 1933 yılında okulu bitirdikten sonra yedek subay olarak askerliğini tamamlar ve 1934 yılında Bursa’ya döner.
Erozan’ın ilk işi, dönem bürokrasisinde özel kalem müdürlüğü olarak adlandırılabilecek maiyet memurluğudur. Bu memuriyet sırasında mezun olduğu Bursa Lisesi’nde yarı zamanlı öğretmenlik yapacak ; tarih, coğrafya ve Fransızca dersleri verecekti. Bu görevden sonra kaymakam olan Erozan, 1944 yılına kadar çeşitli ilçelerde bu görevi sürdürür. Bu tarihte ise merkeze atanır.
1946 yılında Kartal kaymakamı olur.
1949 yılında Tekirdağ Vali Yardımcılığına atanır. Dönemin İçişleri Bakanı Emin Erişirgil ile arası açılınca seçimler öncesinde DP’ye geçer ve Bursa milletvekili adayı olur. Erozan, vali yardımcısıyken İç İşleri Bakanı ile arasının açılmasının nedenini “kendisine verilen kanunsuz bir emri yerine getirmemesi” olarak açıklamıştır. Erozan bu sebeple polis kontrolüne tabi tutulduğunu, milletvekili olduktan sonra kürsüden söyleyecektir. Erozan’ın kendisi gibi milletvekili olan oğlu Ahmet Kamil Erozan’a göre babasının tek parti yönetimi ile çekişmesi 1946 yılı seçimleri ile başlamıştır. Agah Erozan, İstanbul’da Fatih Kaymakamı iken, “seçim sonuçlarının ne olursa olsun ‘Halk Partisi’ adayları lehine açıklanmasına yönelik emri” yerine getirmemiştir.
“DP Horoz Partisidir”
Türkiye, 1950 seçimlerine gelene kadar Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı yıllarında 2 kez çok partili hayata geçmeyi denemiş ama başaramamış, kurulan partiler kısa sürede kapatılmıştı. İkinci Dünya Savaşının 1945’te sonra ermesi ile bir diplomasi başarısı olarak ülkeyi savaşa sokmamayı başaran Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ülkenin yönünü batıya çevirmişti. Avrupa’yı kana bulayan savaş ülkelerin demokrasi ile yönetilmesinin gerekliliğini ortaya koymuş ve tek parti, tek adam gibi diktatöryel yönetimlerin tasfiye edilme gerekliliği doğmuştu.
Dünyanın; Hitler, Mussolini gibi liderlerle bir kez daha karşılaşmamasının tek çaresi demokrasi ve çok partili yönetimlerdi. Savaştan karlı çıkan ve tarihsel yayılmacı emelleri ile Türkiye için her zaman bir tehdit olan Sovyet Rusya’ya karşı Türkiye’nin tarafı Amerika oldu. İnönü, batı bloğuna girmek için ülkede çok partili bir demokrasi kurulmasının zorunluluğunu biliyordu.
İşte bu siyasi şartlar, toplumdaki artan memnuniyetsizlik ile birleşti ve 1946 yılında DP’nin kurulmasına etki etti. Celal Bayar ve Adnan Menderes liderliğindeki parti, 1946 seçimlerine katıldı. “Açık oy-gizli sayım” metoduyla yapılan ve bu yönüyle “şaibeli” olarak tarihe geçen seçim sonucunda 61 milletvekili kazanan parti varlığını ispat ediyordu. 1950 Seçimleri ise ülkenin kaderini değiştirdi. DP, kuruluşunun 4.yılında iktidarı devralıyor, Erozan memleketi Bursa’dan TBMM’ye giden 12 milletvekilinden biri oluyordu.
Erozan’ın Meclis çalışmaları 2 döneme ayrılır. 1950’den 1954’e kadar geçen ilk dönem; Erozan’ın “DP horoz partisidir.” cümlesini kürsüden söylemesiyle başlar. Artık ülkede “horozlanacak” bir parti varsa o da DP’dir.
Türkiye’nin dünya savaşından sonra başlayan batı blokuna dahil olma çabalarının DP dönemindeki devamı olan Kore’deki savaşa asker göndermesi bu yılların en dikkat çekici gelişmesidir. Bu olay genel olarak siyasi nedenlerle gerçekleşmiş olsa da Erozan’a göre ekonomik sebepler de barındırıyordu. Gazeteci Çetin Altan; Erozan’ın, CHP’nin konu hakkındaki muhalefetine karşı “Asker yerine mercimek, bulgur gönderseydik diyenler; bilmiyorlar mı ki, asker yerine erzak gönderdiğimizde, dolar yerine de, sadece teşekkür gelecekti.” sözlerini yıllar sonra köşesinde aktaracaktı.
Bu dönemde Erozan, İçişleri komisyonunda çalışıp, bu komisyonun sözcülüğünü yapmıştır. Mülki idareden meclise gelen bir milletvekili olduğu için bu dönemdeki çalışmaları emniyet teşkilatı ve iç işleri bakanlığı üzerinde yoğunlaştırmış, 1953 yılında Meclis İdare Amiri seçilmiştir.
Devriye Sokak No:8 Moda
Erozan’ın Meclisteki 2. dönemi 1954 seçimlerinden sonra başlar. Seçimlerde oyunu 3,5 puan arttırarak 58,5’e çıkaran DP, bu oy oranıyla henüz kırılamamış bir rekoru da elinde bulundurmaktadır. Erozan seçimlerin hemen ardından 27 Mayıs’a kadar aralıksız sürdüreceği Meclis Başkanvekilliği görevine seçilir.
Artık partinin ileri gelenlerinden sayılmakta ve yıldızı günden güne parlamaktadır. Erozan’ın adı 1955 yılında toplanan DP’nin 5.Büyük kongresine katılan şeref üyelerinden biri olarak kayıtlara geçer. Erozan’ın bu kayıttaki adresi fazlasıyla dikkat çekicidir. “Devriye Sokak, No:8, Moda” adresi parti kayıtlarında Erozan’ın ev adresi olarak geçmekte, Fenerbahçe’nin kurulduğu semt, ileride başkanı olacak Agah Erozan’a ev sahipliği yapmaktaydı.
Agah Erozan Meclis Başkan Vekili olarak oturuma başkanlık ediyor. (Ahmet Kamil Erozan Arşivinden)
Hafızlar Derneği Başkanı
DP, 1957 yılından itibaren siyasette gücünü yitirmeye başlamıştır. Bu yıl yapılan seçimlerde DP’nin oy oranı 11 puan düşerek %47,8’e inmiş. Muhalefetteki CHP ise aldığı %41 oyla güçlenmiştir. Partisi ile ters orantılı olarak Agah Erozan ise siyasette yükselmeye devam etmektedir. Akis’e göre bu durum kendisinin sıkı çalışması ile ilgilidir.
Erozan erken yatıp erken kalkmakta, her sabah saat 6’da meclisteki odasında mesaisine başlamaktaydı. Meclis Başkanvekili olarak meclis iç tüzüğünü ezbere bilmesi başta milletvekillerinin olmak üzere, basının dikkatini çekecek, Aziz Nesin kendisinden “Hafızlar Derneği Başkanı” diye bahsedecekti. Üzerinde konuşulan hemen her konu hakkında gerekli tüzük maddelerini ve zabıtlara geçen konu üzerinde daha önceden yapılmış tartışmaları ezbere bilmesi milletvekillerinin gülmesine neden olacak, bu durum karşısında: “Bazı arkadaşlar da nizamnameyi ezberden okumamdan şikayet ediyorlar. Bu benim vazifem icabıdır. Hatta bendeniz TBMM dahili nizamnamesini (iç tüzüğü) değil Fransa, İtalya, İngiltere Meclislerinin nizamnamelerini de ezbere yakın biliyorum” diyerek karşılık verecektir.
Agah Erozan’a yöneltilen eleştirilerin odak noktasında yönettiği oturumlarda iktidar-muhalefet arasında gözetmesi gereken tarafsızlık ilkesini dikkate almaması vardı. CHP lideri İnönü, Mecliste bir çok kez dile getirdiği bu tespitini; 1958 yılında Kırıkkale’de yaptığı konuşmasında da tekrar edecek, “Başkanlık divanı tarafsız değildir” diyecektir. Bu suçlama Erozan’ın karşısında Yassıada yargılamalarında çokça çıkacak, idam cezası ile cezalandırılmasının temel sebebi olacaktır.
Erozan’ın 1955’ten sonra milletvekili kimliği ile üzerinde durduğu dikkat çekici konulardan bazıları; çocuk ölümlerinin araştırılması, kira artış oranlarının belirlenmesi, kolluk kuvvetlerinin ödeneklerinin arttırılması, trenlerde servis edilen yemeklerin fiyat ve kalite kontrolünün sağlanması gibi sosyal konulardır. Erozan’ın sözü geçen bu gibi konular hakkında bilgiye dayalı konuşmalar yaptığı dikkatlerden kaçmamıştır. Erozan’ın özellikle bütçe görüşmelerinde söz aldığı ve görüşmelerde aktif olduğunu görüyoruz. Erozan, Bütçe görüşmelerine neden önem verdiğini şu sözlerle açıklar: “Bütçenin meclisten geçişini sabır, dikkat ve aksatmadan izlediğiniz takdirde bir fakülte bitirmiş olursunuz”
Erozan, sadece döneminin değil, parlamento tarihinin faal milletvekillerinden biridir. 1920-2018 yılları arasında TBMM’de 8104 milletvekili görev yapmıştır. Bu milletvekillerinin tutanaklarda yer alma sayıları toplamı 1519’dur. Bu verilerle TBMM’de milletvekili tutanak aktivite katsayısını 0,20 olarak belirleriz. Agah Erozan’da ise bu sayı 76’dır.
“L” Tribünü
Agah Erozan’ın Fenerbahçe ile yollarının kesişmesi 1957 yılına rastlar.
Tek parti döneminde Şükrü Saracoğlu’nun başkanlığı altında 16 yıl yönetilen Fenerbahçe’de iktidarın DP’ye geçmesi ile DP’li başkanlar dönemi başlamıştır. Fenerbahçe kongresinde kaynayan kazanlardan önce Osman Kavrakoğlu sonra Zeki Rıza Sporel ve en sonunda da Agah Erozan çıkacak; Erozan’ın yerine gelen Medeni Berk’in başkanlığı ise 27 Mayıs ile yarım kalacaktı.
Kamuoyunda Fenerbahçe’nin iktidara paralel şekilde yönetilmesi konusunda genel bir yargı vardır. 1957-1960 yılları arasında İstanbul’un 3 büyük kulübünün başkanının siyasi kimliklerini göz önüne aldığımızda bu durumun Fenerbahçe’ye özel olmadığı; Fenerbahçe’nin yazılı basında daha fazla yer alan, toplum dinamiklerine daha fazla etki eden yapısından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. DP’nin iktidardaki son 3 yılını; Beşiktaş DP Çanakkale Milletvekili Nuri Togay’ın, Galatasaray ise İzmir Milletvekili Sadık Giz’in başkanlığında tamamlayacak, her iki milletvekili de 27 Mayıs ile birlikte Yassıada’da yargılanacaktı.
Agah Erozan, Fenerbahçe’nin 14 Temmuz 1957 yılında yapılan kongresinde kulüp üyeliğine kabul edildi. İstanbul’daki evi Moda’daydı. Kendi deyimiyle “çocuk yaşlardan beri” Fenerbahçeliydi. Kulübe üye olmadan önce maçları o zamanın şeref tribünü sayılabilecek “şeref locası”nın önündeki “L” tribününden, çoğu zaman o tribündeki tek milletvekili olarak takip ediyordu. Başkan olduktan sonra oğulları ile birlikte verdiği röportajda “ikisi de iyi top oynuyor. İleride Fenerbahçe’de oynayacak ve transfer ücreti istemeyecekler” diyen Erozan, kendisi için “Futboldan anlamaz” eleştirilerini de böylece karşılıksız bırakacaktı. Bu röportajda babası ile birlikte fotoğraflanan Erozan’ın oğullarından Mehmet’in, üzerine Fenerbahçe forması ile Zeki Rıza Sporel’den futbol dersi alması yıllar sonra haber olacaktı.
Kaynayan Kazan : 1957
Fenerbahçe’yi Erozan’ın kulübe üye olduğu 1957 yılı kongresine götüren gelişmeler, kulüp tarihinde “kongre” olgusunu yansıtması açısından önemlidir. 50.Yılına Zeki Rıza Sporel’in başkanlığında; geçen sezonun İstanbul Profesyonel Ligi’nin ikincisi olarak başlayan Fenerbahçe, 1957 yılı boyunca çekiştiği Galatasaray’ı sezonun son maçında yenerek averajla şampiyonluğu kucaklamıştı. Şampiyonluğun son maça kalması, yıl boyunca kulüp içerisindeki kongre kulislerinin hareketlenmesinin en büyük nedeni olarak gösterilebilir.
Basında muhalefetin kongre hazırlıklarına başladığı haberleri sezonun ikinci yarısının ikinci maçında Beykoz’a karşı alınan 1-0’lık yenilgi ile başlar. Bu dönemin Fenerbahçe kulislerinin başrolünde iki aktör vardır. Osman Kavrakoğlu ve İsmet Uluğ.
DP Rize Milletvekili olan Osman Kavrakoğlu iki dönem önce kulübe başkanlık yapmış, mücadeleci kişiliği ile camiada etkisini sürdüren biridir. “Yavuz İsmet” lakabıyla Fenerbahçe’de top koşturmuş İsmet Uluğ ise kulübün yeniden yapılanmasının gerekliliğini ortaya koyan açıklamaları ile öne çıkmaktadır.
İsmet Uluğ kendilerine “Fenerbahçeli İdealistler” adını veren bir grup üyenin liderliğini üstlenmekte ve “Kulübün esaslı prensip ve disiplin hataları yüzünden yıpranmış bir idare heyeti ve sarsılmış bir bünyesi vardır. Radikal ve esaslı tedbirler alıp bu istikamette kararlar vermenin önemli olduğu kanaatini taşıyoruz” sözleriyle amaçlarını ortaya koyup; Nisan ayında kongreye gidilmesini istemektedir.
Kavrakoğlu ise DP’li arkadaşı Zeki Rıza Sporel’in yönetim kurulunda 2. Başkanlık görevini sürdürmektedir. Başkan ile uzun süren anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmasıyla görevinden istifa eden Kavrakoğlu, kongre kazanını ateşleyen kişidir.
Kulübün kongre havasına girmesi ile Başkan Sporel, önce Uluğ’a ikinci başkanlığı teklif etmiş ancak olumlu cevap alamayınca, idealistlerle ardı ardına toplantılar yaparak muhalefeti sakinleştirmeye çalışmıştı. Kavrakoğlu bu gelişmeler olurken sessizliğini korurken İdealistler yapısal değişikliklerin önemine dikkat çekmeye devam etmişlerdi. “Zengin bir idarecinin etrafa kendi kesesinden para dağıtarak kongreyi kazanmak yolunda sarfettiği gayret artık netice vermeyecektir. Çünkü işlenen hatalar onlara çoktan bu davayı kaybettirmiştir” diyerek kongrenin Nisan ayında toplanması için toplanan imzaların 200’ü bulduğunu beyan ettiler.
Sporel yönetimi ise mevcut üye sayısının 800 civarı olduğunu göz önünde bulundurarak toplanan imza sayısının gerçek dışı olduğunu söylüyor, karşılığında Uluğ cephesi tarafından “kulübün 50.yılı kutlamaları bahane edilerek kongreyi ertelemeye çalışmakla” ile itham ediliyordu.
İdealistlerin bu saldırıları sırasında bazı bağımsız üyeler, bir şahsın uzun seneler üst üste idareci seçilmesini engellemek için kulüp tüzüğünün değiştirilmesini isterken; kulüp Haysiyet Divanı kamuoyunda bile şaşkınlık yaratan bir karar alıyor, “defterler üzerinde tahrifat” yaptığı gerekçesiyle Rüştü Dağlaroğlu’nu kulüpten ihraç ediyordu.
Sezonun finali olan Galatasaray maçı öncesi İstanbulspor ile 1-1 berabere kalan Fenerbahçe futbol takımı, kongre saflarının iyiden iyiye belirlenmesine neden oldu. Camiadaki tedirginlik sürdüğü sırada Kavrakoğlu sahne aldı ve Kadıköy grubuna dahil olduğunu açıkladı. İdealistler ise İstanbul Grubu ile beraber hareket etmeye karar verdiler. Şampiyonun belli olacağı 30 Nisan’daki Galatasaray maçını Fenerbahçe futbol takımı 3-0 kazandı. Fenerbahçe’yi şampiyon yapan maçın gollerini Lefter, Niyazi ve Ergun atıyordu. Böylece kulüp, 8 Haziran’daki 50.yıl kutlamalarına şampiyon ünvanı ile çıkıyordu.
Şampiyonluk ve 50.yıl kutlamaları kongre çalışmalarını yavaşlatmadı. Kavrakoğlu, yaklaşan kongre öncesinde camiaya stadın inşası için 1,5 milyon kredi bulduğunun müjdesini verip ısınma turlarına başlıyor, Uluğ ise kongrenin Haziran’dan Temmuz’a ertelemesi üzerine yönetimi şikayet etmek için dernekler masasına başvuruyordu. Bir ara kongreye “hiçbir gruba angaje olmadan” gireceğini söyleyip Kadıköy grubundan ayrılan Kavrakoğlu, kongre öncesinde tekrar Kadıköy grubu saflarına katılıyordu. Kongre 14 Temmuz 1957’de yapıldı. Kadıköy Grubu’nun listesinin başında Zeki Rıza Sporel ve Osman Kavrakoğlu isimleri, İstanbul Grubu’nun listesinde ise İsmet Uluğ ve Tevfik Taşçı vardı. Kongrede; Kadıköy Grubu’nun listesi firesiz seçiliyor, Dağlaroğlu affediliyor, Agah Erozan üyeliğe kabul ediliyordu.
Baş döndüren kulis faaliyetleri esnasında kongreden iki gün sonra verilen bir beyanat belki de Agah Erozan’a Fenerbahçe başkanlığına giden yolu açmıştır. İstanbul Grubu’nun “kazanırsak Millet Meclisi Başkanı Refik Koraltan’ı fahri başkan yapacağız” vaadi onlara seçimi kazandırmasa da bir sonraki kongre için Erozan’a başkanlık yolunu açan stratejiyi belirlemiştir.
1958 Kongresi’ne giderken, Muhalefet Kavrakoğlu için “De Gaulle” diyor.
Karma Liste
Fenerbahçe kongresi açısından; Zeki Rıza Sporel’in başkanlığında geçen 1958 yılı, 1957 senesi ile neredeyse aynı olayların, aynı tartışmaların, aynı vaatlerin yaşandığı bir yıl oldu. Tek fark; İstanbulspor’a iki maçta da yenilip Galatasaray’dan ise sadece bir beraberlik alabilen futbol takımının İstanbul Liginde şampiyon olamamasıydı.
Geçen sezon şampiyonluğun son maça kalması dolayısıyla sürekli kaynayan kazanların altı, bahar mevsimi ile birlikte tekrar ateşlendi. Aktörler yine aynıydı. Zeki Rıza Sporel, Osman Kavrakoğlu, İsmet Uluğ. Verilen demeçlerin, gruplardaki bölünmelerin, istifaların, görev kabul etmemelerin bile geçen sene ile aynı olduğu bu süreç; 1957 Kongresinde yönetime giren Kavrakoğlu’nun, Başkan Zeki Rıza Sporel ile tekrar anlaşmazlığa düşüp istifa etmesiyle başladı. Sporel, ondan boşalan koltuğu Uluğ’a önerdi ancak teklif reddedildi. İsmet Uluğ’un sahneden çekilmesi böylece kısa sürmüş oluyordu. Artık Sporel ve Kavrakoğlu resmen rakiptiler. Kavrakoğlu, takımı içine düştüğü bu kötü durumdan ancak kendisinin kurtaracağını söylüyor ve değişmeyen vaadini tekrarlıyordu: “Stadın inşaatını tamamlayacağım”
Erozan’ın adaylık süreci kongreye 20 gün kala Haziran ayı içinde başladı. Zeki Rıza Sporel’i 2 dönemdir destekleyen Kadıköy Grubu bu sefer Kavrakoğlu karşısında işinin zor olduğunu biliyordu. Eski başkanlardan Kavrakoğlu’nun Sporel ile gergin ilişkileri ve yaptığı muhalefetin, futbol takımının şampiyon olamadığı bir sezondan sonra yapılacak kongrede başkanlığı alması neredeyse kesindi. Kadıköy Grubu, Kavrakoğlu’nun karşısına ondan daha güçlü birini çıkarmalıydı. O isim çok geçmeden bulundu. Geçen sene gerçekleşen kongrede kulübe üye yapılan, DP Bursa Milletvekili ve Meclis Başkanvekili Agah Erozan.
Erozan’ın başkan adayı olarak ortaya çıkış sürecinde iki farklı görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan ilki Erozan’ın, Kadıköy Grubunun liderliğini yürüten ve özünde CHP’li olan Semih Bayülken – Muhittin Bulgurlu ikilisine başkan olma isteğini söylemesi, diğeri ise ikilinin Erozan’ı başkanlık için uygun bulup teklif götürdüğü yönündedir. Her iki görüşü birlikte değerlendirdiğimizde spor-siyaset ilişkisinin “karşılıklı fayda” ekseninde ilerlediğini söylemek yanlış olmaz. Erozan ise başkan seçildikten verdiği röportajda “Kulübe hizmet edebilme düşüncesiyle arkadaşlarımızın davetini kabul ettim.” diyecek ve ikinci görüşün doğruluğunu destekler ifadeler kullanacaktı.
Fenerbahçe 1958 yılındaki kongreye 3 adayla girdi. Kavrakoğlu muhalefetin, Erozan Kadıköy grubunun adayıyken, Sporel de başkan sıfatıyla yarışa katıldı. 6 Temmuz’da yapılan kongrede kazanan “karma liste” oluyor ; son iki senenin aktörleri Zeki Rıza Sporel, Osman Kavrakoğlu, İsmet Uluğ, Agah Erozan ile birlikte Fenerbahçe’yi yönetmek için seçiliyordu. Yönetim kurulu ilk toplantısını seçimden bir gün sonra yapacak ve Sporel ile Kavrakoğlu başkanlığa aday olmayacak, Erozan Fenerbahçe’nin 23.başkanı olarak seçilecekti.
Kulübün o zamanki tüzüğüne göre listelerden en çok oyu alanlar yönetim kurulunu oluşturuyor, kurul kendi içerisinde görev dağılımı yaparken başkanını da seçiyordu. 1958 yılında seçilen yönetim kurulu üyeleri arasında; 2 eski başkan (Sporel – Kavrakoğlu), 2 gelecekteki başkan (Uluğ – Ilgaz) ve Erozan’ın yer alması, kurulu bünyesinde 5 başkan barındıran yönetim kurulu olarak tarihe geçiriyordu.
7 Temmuz 1958 – Fenerbahçe İdare Heyeti
Çifte Kupalı Rekor
Erozan başkan seçildikten sonra yapacaklarını sıralarken bilinenlerin dışına çıkmadı. “İkilik bitmeli” diyerek Fenerbahçe’deki gruplaşmaya dikkat çekti. Stad sorununu çözeceğini ve tüm şubelerle birlikte futbol şubesi kadrosunun da transferlerle güçlendirileceğini söyledi. “Fenerbahçe’nin şerefi için futbol oynayan, koşan, atlayan, güreşen, denizlerde mücadele eden, basketbol oynayanların, hem bugünkü hakları korunacak, hem de kadirşinaslık vazifesi olarak istikballerini hazırlayıcı tedbirler alınacaktır” demecini vererek sporculara güven vermek istedi.
Fenerbahçe futbol takımı 1958-1959 sezonuna Yüksel Gündüz ve Mustafa “Mikro” Güven’in de aralarında bulunduğu 5 transferle kadrosunu güçlendirerek başladı. Özcan, Şükrü, Basri, Nedim, Seracettin, Osman, Avni, Naci, Necdet, Akgün, Ergun, Yüksel, Mustafa, Şeref, Can, Lefter, Niyazi, Hüseyin; Macar Teknik Direktör Ignace Molnar yönetiminde Ağustos ayında İstanbul Futbol Liginde mücadeleye başladılar. Fenerbahçe son İstanbul Ligi’nde; yaptığı 18 maçın 14’ünü kazanıp yalnızca 4 beraberlik alarak sezon sonunda şampiyonluğunu ilan etti.
Türk futbolunda değişen yeni sistem ile İstanbul Ligi’ni ilk 8 sırada bitiren takımlar Türkiye Ligi’ne katılmayı hak kazandılar. Günümüzde hala devam eden organizasyon, iki gruplu lig sistemi ile başladı. Fenerbahçe, oynadığı 14 maçta sadece 2 beraberlik alarak beyaz grup maçlarını lider bitirdi. Her iki lig organizasyonunu da yenilgisiz bitiren Fenerbahçe, kırmızı grubu lider bitiren Galatasaray ile final maçlarına çıktı. İlk Maç 10 Haziran 1959’da oynandı ve Metin Oktay’ın gölü ile Galatasaray’ın 1-0’lık galibiyeti ile sonuçlandı.
Bu sonuç ile Fenerbahçe futbol takımının 10 Ağustos 1958’de başlayan yenilmezlik serisi sona ermiş olsa da Fenerbahçe tarihinin halen kırılamayan rekorlarından biri olarak tarihteki yerini korumaktadır. Sözü geçen 10 aylık süre zarfında Fenerbahçe resmi ve özel 54 maça çıkmış, sadece 8 kez berabere kalıp, hiç yenilmemişti.
Rövanş maçı ilk maçtan 4 gün sonra yine Mithatpaşa Stadı’nda oynandı. Yüksel, Naci, Mustafa ve Şeref, Fenerbahçe’yi 4-0’lık galibiyete taşıyan golleri atıyorlardı. Yeni başkanı ile ligin yeni organizasyonunda uzun bir maratonu iki şampiyonluk ve rekor ile kapatan Fenerbahçe futbol takımı için artık Avrupa’ya açılma zamanı gelmişti.
1958-1959 Türkiye Futbol Ligi Şampiyonluk Kupası (Alper Katmer Arşivinden)
Nice Üçlemesi
Fenerbahçe, 1959-1960 sezonunda Türkiye’nin şampiyonu olarak Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na katılma hakkını kazandı. Şampiyon Kulüpler Kupası organizasyonu ilk kez 1956 yılında başlamış, bu yıl İstanbul Şampiyonu Galatasaray, Dinamo Bükreş’e elenmiş; 1958-1959 sezonunda ise Federasyon Kupası Şampiyonu Beşiktaş, Real Madrid’e elenmekten kurtulamamıştı.
Fenerbahçe’nin ilk kez çıktığı Avrupa arenasında ilk turdaki rakibi Macar Şampiyonu Csepel takımıydı. 13 Eylül 1959’daki ilk maçta alınan 1-1’lik skordan sonra kamuoyu Fenerbahçe’nin şampiyonaya veda edeceğini düşünmeye başlamıştı. Maçın rövanşı 23 Eylül’de oynandı ve alınan 2-3’lük galibiyet Fenerbahçe’ye, hem kendisi hem de ülkesi adına, Avrupa kupalarında tur atlayan ilk Türk takımı ünvanını verdi.
Fenerbahçe’nin 2.turdaki rakibi Fransız Şampiyonu Nice takımıydı. Futbol tarihimizde bir Fransız takımı ile karşılaşan ilk takım bu eşleşme ile Fenerbahçe oluyordu.
19 Kasım 1959’da İstanbul’daki eşleşmenin ilk maçı öncesi Basındaki genel kanı Nice maçlarının Csepel eşleşmesinden daha zorlu geçeceği yönündeydi. Ancak Fenerbahçe güzel bir oyunla maçı 2-1 kazanıyor, rövanş yolculuğu öncesinde umutlanıyordu. Eşleşmenin 3 Aralık’taki 2. Maçı öncesi UEFA Genel Sekreteri Pierre Delauney, Nice takımının 2-1 lik galibiyeti söz konusu olursa 3.bir maç ile turu atlayan takımın belirleneceğini deklare ederken, Fenerbahçe Başkanı Agah Erozan, Fransız basınındaki “kesin galibiyet” havasına karşın “Dikkat etsinler bu gelen Fenerbahçe’dir” diyordu. Geçen sezon aynı organizasyonda Beşiktaş’ı eleyen Real Madrid’in Başkanı Santiago Bernabeu ise Fenerbahçe-Nice eşleşmesinde desteğinin “şöhretli Türk takımına” olduğunu beyan ediyordu.
Maçtan iki gün önce Nice’e ulaşan Fenerbahçe kafilesine çocuklarının hastalığı sebebiyle eşlik edemeyen Erozan’ın yerine Faruk Ilgaz başkanlık ediyordu. Bu gelişmelerle çıkılan eşleşmenin ikinci maçından önce Nice şehride son yıllarda görülmemiş bir yağış başlıyor, hatta maçın ertelenmesi bile gündeme geliyordu. Maçın ilk yarısı 0-0 sona eriyor, ikinci yarıda üst üste 2 gol bulan Nice tur atlamaya yakınken; Fenerbahçe hücuma geçiyor, Şeref’e ceza sahasında yapılan faul sonucunda verilen penaltıyı Lefter 83.dakikada gole çevirip, son sözü 3.maça bırakıyordu.
Üçüncü maç için iki kulübün arasında ortaya çıkan anlaşmazlığın konusu maçın oynanacağı yer üzerineydi. Nice takımı Barcelona üzerinde ısrar ediyor, Fenerbahçe ise iki ülke arasındaki uzaklıktan dolayı buna karşı çıkıyordu. UEFA kararını 10 Aralık’ta “Cenevre” olarak açıkladı. Karar öncesinde UEFA’yı etkilemek için Barcelona’yı ziyaret eden Nice kulübü üyelerinin çabaları boşa çıkıyor, UEFA nezdinde Fenerbahçe’nin Barcelona itirazı haklı görülüyordu. Agah Erozan, “Bu yolda giriştiğimiz mücadeleden galip çıkmaktan dolayı sevinçliyiz. Avrupa Futbol Birliği tarafsızlığını göstermiştir.” demeciyle kulübün diplomatik başarısını ilan ediyordu.
19 Kasım 1959 / Nice maçında Fenerbahçe Kadrosu (Oğuz Topoğlu Arşivinden)
Cenevre’deki maç öncesi Fenerbahçe camiası çok heyecanlıydı. Döviz bulundurmanın devlet iznine bağlı olduğu o yıllarda, Cenevre’ye seyahat etmek için 60.000 kişi Maliye Bakanlığına döviz talebiyle başvuruyor ; Bolu’dan 50 kişi iki otobüs ile İsviçre’ye yola çıkıyor, turizm acentaları gazetelere maç için ilanlar veriyordu. Bu heyecan Başkan Erozan’ın demeçlerine de yansıyordu. Maçın sonucu göz önüne alındığında başkanın açıklamalarının takımın tedbiri elden bırakmasına etki ettiğini söylemek yanlış olmaz. “Fenerbahçe kurulduğu günden bu yana daima hücumda muvaffak olmuştur. Dikkat edilecek olursa müdafaa maksadiyle çıkmış olduğu maç adedinin pek az olduğu görülecektir. Fenerbahçe’nin bünyesi ve yapısı hücuma müsaittir. Fenerbahçe’nin kendine has oyunu hücumdur.”
Bolulu Fenerbahçeliler Cenevre yolunda – Aralık 1959 (Fenerbahçe Dergisi’nden)
Fenerbahçe kafilesi Erozan başkanlığında 19 Aralık’ta Cenevre’ye ulaştı. Erozan, futbol takımı için Türk halkından dua isterken, futbolculara 500 bin liralık prim verdiğini ilan etti.
Fenerbahçe 23 Aralık 1959’da, 45 gün içerisinde Nice takımıyla oynadığı 3.maçtan, 1-5 yenik ayrıldı. Kaleci Özcan’ın yaptığı hataların gazetelerde konu edildiği maçın, bu sonuçla bitmesinin en büyük nedeni ise yağan aşırı yağmur ile ağırlaşan saha zeminiydi. Son aylarda gerek yönetim gerekse teknik heyet içerisinde baş gösteren huzursuzluklar Nice maçları dolayısıyla buzdolabına kaldırılmıştı. Bu maçtan sonra buzdolabının kapısı açıldı. Bütün sorumluluğu üstüne almanın yürüttüğü görevin bir gerekliliği olduğunu dile getiren Erozan, Nice yönetiminin maçın ertelenmesi yönündeki önerisini prensipte kabul etmiş; ancak bu öneriyi teknik direktör Molnar’a ilettiğinde, kendisinden maçı oynamanın daha avantajlı olacağı karşılığı almıştır. Molnar’ın maçı oynama ısrarı Fenerbahçe’nin elenmesine neden oluyor, kapağı açılan buzdolabından ise “kongre pastası” çıkıyordu.
Şampiyon Kadınlar
Fenerbahçe Agah Erozan döneminde amatör branşlarda tıpkı futbolda olduğu gibi başarılı bir dönem geçirdi. Özellikle kadın branşlarına verilen önem dikkatlerden kaçmamaktadır. Erozan döneminde kadın voleybol takımı İstanbul ve Türkiye şampiyonu olarak çifte kupa ile sezonu tamamlamıştır. Bu takımın efsane oyuncusu Ayten Salih, Erozan’ın kendileri ile yakından ilgilenen bir başkan olduğunu söyler. Kadın basketbol takımı ise İstanbul Şampiyonu olmuş olsa da, Türkiye Şampiyonasını ikinci sırada tamamlamıştır. Erozan döneminde İstanbul Ligi’ndeki 3.sezonunu yaşayan erkek voleybol takımı, İstanbul Şampiyonasını 5.sırada bitirmiştir.
Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı (Nazmiye Kor arşivinden)
1959 yılında Boks şubesi İstanbul şampiyonluğunu İETT’ye kaptırarak 2.olmuş, Türkiye şampiyonasında ise 54 kg’da mücadele eden Muammer Sevinti ile altın madalya kazanmıştır. Yelken branşı Erozan döneminde sporcu Zekai Tüker ile Fenerbahçe’ye gümüş madalya getirmiştir. Fenerbahçe Atletizm şubesi ise 1959 yılını İstanbul Kulüplerarası Şampiyonası’nda Beşiktaş’ın önünde birinci tamamlayarak üst üste beşinci şampiyonluğunu kazanıyor; aynı yıl genç erkekler, yıldız erkekler, ve Türkiye Kros Şampiyonu da olarak Erozan döneminin başarılı branşlarından biri oluyordu.
Erkekler Basketbol şubesi İstanbul şampiyonasını 3.olarak tamamlamasına rağmen, Gençlerde ve büyüklerde Türkiye Şampiyonu oluyor, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na katılıyordu.
Fenerbahçe erkek basketbol takımı için Avrupa şampiyonası maceralı başladı. İlk tur kurasında İsrail’in Maccabi Tel Aviv takımı çıkmıştı. 5 Kasım 1959 tarihinde Uluslararası Basketbol Federasyonu (FIBA); İsrail şampiyonunun Maccabi olmadığını belirterek, Fenerbahçe’ye devam etmekte olan İsrail Ligi’nin şampiyonuyla 1960 başında oynamayı isteyip istemediğini sordu. 8 Kasım’da Fenerbahçe, Maccabi’yi 1958-1959 İsrail Basketbol Şampiyonu olarak gördüğünü, başka bir rakibi kabul etmeyeceğini açıkladı. Sonuçta FIBA, Fenerbahçe’nin Maccabi Tel Aviv ile oynaması gerektiğini onayladı. Türk Dışişleri, Fenerbahçe’ye Kudüs’te olmamak koşuluyla İsrail’de bir maç yapma izni verdi. Ancak bu defa Maccabi’nin maç tarihinde sahaya çıkamama sorunu ortaya çıktı. FIBA, 23 Kasım 1959 tarihinde Maccabi’ye 48 saat süre verdi. Bu süre içerisinde Maccabi’nin şampiyonadan çekildiğini açıklamasıyla 1 Aralık 1959 tarihinde FIBA, Fenerbahçe’nin ikinci tura yükseldiğini ilan etti. Fenerbahçe’nin ikinci turdaki rakibi son iki senenin güçlü ekibi Bulgaristan’ın Akademik takımıydı. İlk Maçı 61-69 kaybeden Fenerbahçe, 10 Şubat 1960 yılındaki rövanş maçından da 55-70 yenik ayrılarak kupadan elendi.
30 Ocak 1960 Fenerbahçe:61-69:Akademik
Lefter & Can
Günümüzde “Fenerbahçe tarihinin efsane futbolcuları hangileridir?” sorusunun cevaplarının içinde en çok yer alan isimlerden ikisinin Lefter Küçükandonyadis ve Can Bartu olacağı kesindir. Fenerbahçe tarihinin ilerleyen yıllarda “efsane” olarak anılacak, cenaze törenleri Fenerbahçe Stadı’nda yapılacak bu iki futbolcusu, Erozan döneminde takımı sırtlayan oyunculardı. İki futbolcunun başkan için de özel olduğu, sadece bu iki futbolcu ile ilgili anılarının günümüze kadar gelmesinden kolaylıkla anlaşılabilir.
Erozan’ın her iki oyuncu ile ilgili anıları Halit Deringör ve İslam Çupi’nin satırları aracılığıyla günümüze ulaşmıştır. Halit Deringör, Erozan’ın “ilk defa Fenerbahçe gibi bir takıma yönetici olmayı yadırgadığını”, bunun sonucundan da futbolcularla “senli benli olup” mesafeyi kapattığını yazar. Deringör’e göre bu durum, Erozan’ın “hoşsohbet ve nüktedan” biri olmasıyla yakından ilgilidir.
İslam Çupi de Lefter’in Nice eşleşmesinin 2.maçında attığı mucizevi penaltıdan sonra Erozan’ın elindeki viski bardağını döndürerek“o penaltıyı ben bile atamazdım” ironisine köşesinde yer verir. Deringör’ün aktardığı Erozan-Lefter anısı Nice eşleşmesinin 3.maçı için ikilinin Cenevre’de olduğu sırada yaşanmıştır. Erozan; futbolcularla şakalaşan, onlarla arkadaş gibi zaman geçirmektedir. Maç öncesi iskambil kartlarıyla oyunlar yaptığı sırada Lefter’e dönerek: “Yarın gol atarsan seni bara götüreceğim, hem senin Rumcan var bize yardımcı olursun” diyecektir. Bu şaka Lefter’i hem şaşırtıp aynı zamanda da utandıracaktır.
Erozan’ın Can Bartu ile olan anısı, Bartu’nun “araba sevdası”nın eseridir. 18 Mart 1959 yılında İnönü Stadı’ında oynanacak bir Beşiktaş için Fenerbahçe takımı arabalı vapur ile Kabataş’a geçmiştir. Takım Kabataş’ta sevgi gösterileri ile karşılanır. Can Bartu, Başkan Erozan’ın samimiyetine güvenip arabasını kullanma izni ister. Bartu, arabalara olan merakından başkanının arabasını kullanmak istemiş; isteğinin kabul edildikten sonra geçtiği şoför koltuğundan, önünde giden arabaya çarptıktan sonra inmek zorunda kalmıştır. Takım maça giderken gerçekleşen bu kaza, Erozan’ın müdahalesi ve konumunun etkisi ile tatlıya bağlanır. Devlet arşivlerinde karşımıza çıkan bir belge, Agah Erozan’ın Devlet Malzeme Ofisi’nce ithal edilen arabalardan birini, bu kurumdan satın almasına verilen iznin yer aldığı kararnamedir . Kararname 7 Şubat 1959 tarihlidir ve konu edinilen maç tarihi ile arasında bir ayı biraz aşan bir süre vardır. Her ne kadar marka ve modeli bilinmiyorsa da, Can Bartu’nun dikkatini çeken bu arabanın büyük olasılıkla Erozan’ın kararname ile satın aldığı araç olduğunu söyleyebiliriz.
1959 yılı sonrası, futbolcuların popüler kültürün bir parçası olmaya başladığı dönemdir. 1960 yılında ligin popüler futbolcuları ile röportajlar yayınlayan Hayat Dergisine göre, röportajı yayınlanan 7 ünlü futbolcudan sadece Can ve Lefter’in otomobilinin olduğu bilinmektedir. Kim bilir belki de Can Bartu araba almaya, Erozan’ın arabasını kullandıktan sonra karar vermiştir.
Can Bartu ve Lefter Küçükandonyadis
Olağan Kongre – Fevkalade Kongre
Agah Erozan, seçildiği kongre dışında, başkanlığı döneminde 2 kongre yaşadı. İlki, geçmişteki kongrelere oranla daha sakin geçen ve daha az tartışmanın yaşandığı 1959 kongresidir. Kongre öncesinde, gruplar birleşip özeleştiri yapacak kadar rahattılar. Birleştiklerini “her yıl gazetelere mevzu olmaktan başka bir işe yaramayan ve kulübümüz için yıpratıcı bir mahiyet taşıyan kongre faaliyetlerini bu sene kendi aramızda halletmek istiyoruz” sözleriyle açıklayıp bu satırların yazarının hislerine tercüman olan gruplar, her sene alışılagelen kongre faaliyetlerini nadasa bırakıyorlardı.
Erozan ise, bütün branşlarda kulübe şampiyonluk yaşatmış bir başkan olarak Fikirtepe’de 100.000 kişilik bir stad projesi vaadi ve “Fenerbahçe bir bütündür ve bütün kuvvetini bu bütünden almaktadır” sloganıyla kongreye hazır olduğunu gösteriyordu.
12 Temmuz’da yapılacak kongre öncesinde, kongrelerin önemli aktörlerinden Kavrakoğlu’nun “Fenerbahçe’de muhalefet yok, kongreye tek liste girilecek” beyanatını vermesi ile Fenerbahçe’nin yaklaşan kongresi üzerindeki ilgi neredeyse kaybolmuştu. Erozan’ın yeniden başkanlığına kesin gözüyle bakılıyordu. Tam bu esnada Molnar krizi patladı ve kongre havası tekrar camiaya hakim oldu.
Sezonun bitimiyle önceden bu kararı aldığı yönetim tarafından bilinen Teknik Direktör Molnar’ın görevine son verildi. Bu kararın alındığı toplantıda daha önce “tek liste” vurgusu yapan Kavrakoğlu, Erozan ile sert tartışmalara girdi. Tartışmaların temelinde Kavrakoğlu’nun yönetimin “aşırı masraf” yaptığı düşüncesi vardı. Ne de olsa Fenerbahçeli Fenerbahçeli’nin kurduydu ve şampiyonlukların geldiği bir sezondan sonra bile kavga edecek bir neden bulunabilir, bulunamadığında da yaratılabilirdi. Kavrakoğlu tartışma sonrasında, kongrede Erozan’ın listesinde yer almayacağını kesin bir dille beyan etmişti. Tartışma basında “kongre sath-ı mailine giriş” olarak tanımlandı ve birkaç gün sonra Erozan ve Kavrakoğlu’nun kongrede şanslarının eşit olduğu tahmini spor sayfalarında yerini buldu .
Erozan nabız yoklamak için kongreden 10 gün önce başkanlıktan istifa ettiğine ilişkin mektubu yönetim kuruluna verdi. Böylece yönetim kurulundaki arkadaşlarının tepkisini ölçmek istiyor, kongreye gireceği şartları planlamayı amaçlıyordu. Erozan, basına ise “kongreyi rahatlatmak için” istifa ettiğini ve kongreye kadar sade bir yönetim kurulu üyesi olarak görev yapacağını dile getiriyordu. Başkanın bu hamlesi kendisi için olumlu sonuç veriyor; kurul istifayı kabul etmeyerek, Erozan’ın kongreye yönetici arkadaşlarının desteği ile girmesini sağlıyordu.
Kongre bu şartlar altında başladı. Erozan’a yönetilen tek eleştiri kongre öncesindeki tartışmalardan da tahmin edileceği gibi, “israf” üzerineydi. Kimsenin sportif başarısızlık üzerine söyleyeceği söz yoktu. Erozan, kongre konuşmasında üyelere “başarı-para” denklemi kurarak, “İsraf da laf mı? Fenerbahçe altın bir devir yaşıyor. Tam 9 şampiyonluk. Fenerbahçe kulübü bir spor kulübüdür, yağ ticarethanesi değil” diye sesleniyor, böylece muhaliflerin gardını düşürüyordu.
Erozan’ın ikinci hamlesi ise zaten elinde olan avantajı kesin zafere dönüştürdü. “İkiliğin kalkmasını temenni ediyorum” diyerek, yıllardan beridir kavgalı olan, aynı yönetim kurullarında yer alsalar bile aralarındaki küslüğün kulüpteki herkesin bildiği Sporel ve Kavrakoğlu’nu kürsüye çıkartıp, onları öpüştürüp barıştırdı. İktidar partisinin 2 üyesi, DP gücünü günden güne kaybederken küs kalmamalıydı. Onları barıştırma görevi de Meclis Başkanvekili Erozan’a düşmüştü. Kongre, sahnedeki üçlüyü çılgınca alkışladı. Erozan bu şartlarla kongreyi kazanıp başkanlığının ikinci dönemine başlayan isim oldu. Seçilen yönetim kurulunda; Kavrakoğlu, Uluğ, Ilgaz görev alan isimlerdendi. Yıllar sonra Kadıköy grubunun ve Fenerbahçe kongresinin önemli isimlerinden Semih Bayülken bu kongre ile ilgili şu demeci verecektir: “Bugüne kadar 27 kongre kazandım. Bir tek mağlubiyetim var, o da Agah Erozan’a”
Fenerbahçe İdare Heyeti – Dönemin tüm aktörleri bir arada: Müslim Bağcılar, Kavrakoğlu, Erozan, Uluğ, Ilgaz
Fenerbahçe’de Sona Doğru
Fenerbahçe 1959-1960 sezonunun ilk 4 haftasında 2 galibiyet 2 beraberlik alarak başladı. Erozan kongreyi kazandıktan sonra Eylül ayına kadar böbrek ameliyatı olduğu Münih’te kalmış; döndükten sonra ligde alınan beraberliklere Csepel karşısında iç sahada alınan beraberlik de eklenince, camiadaki huzursuzluk artmıştı. Futbol takımının bu şartlara rağmen Csepel’i deplasmanda yenip tur atlanması da huzursuzluğun bitmesine yetmemişti. Nitekim kongrenin fitili, yapılan yönetim kurulu toplantısında “tasarruf tedbirleri” konu başlığı altında ateşlendi.
Bu kez sahnede tekrar İsmet Uluğ vardı. Yönetim kurulunun tasarruf tedbirleri gereği Nice maçı öncesi kamp yapılmasına izin vermemesi ve futbol profesyonel kadrosunda kesintiye gitmesi üzerine Uluğ, Erozan ile tartışıp genel kaptanlık görevinden istifa ediyordu. Tartışmanın boyutları demeç savaşlarına yansıdığı kadarıyla büyüktü. Erozan, Uluğ’un istifasını “Fenerbahçe camiasından 40 umumi kaptan, 100 reis çıkar” diye sıradanlaştırırken, Uluğ ise “İstifama sebep kampa girilip girilmemesi değil, profesyonel kadronun 13’e indirilmesidir. Reis ‘40 umumi kaptan, 100 reis çıkar diyor’ Bu sözün eksik tarafı Agah Bey gibi umumi kaptanın 40 değil, 800 Fenerbahçe azası içerisinde 799 tane olduğudur.” demeciyle köprüleri atıyordu. Uluğ’dan sonra genel kaptanlık görevini Kavrakoğlu devralıyor ve Yönetim Kurulu, Karagümrük karşısında alınan 2-0’lık yenilgi sonrasında Nice maçlarının bitimiyle olağanüstü kongreye gitme kararı alıyordu.
Nice eşleşmesinin 3.maça kalması üzerine ara verilen kongre tartışmaları; bu maçta alınan 1-5’lik yenilginin, ligde Beşiktaş ve Göztepe’ye karşı alınan yenilgilerle birleşmesiyle tekrar alevlendi. Fenerbahçe muhalefetinin, kongreyi kazanmak için, kulübü yönetenlerin siyasi ya da toplumsal kimliğini dikkate almaksızın, DP’ye mensup milletvekillerinden birinin başkan adayı olarak aramaya başlaması bu dönemin en belirgin özelliklerinden biridir. Nitekim son kongreden sonra uyum içerisinde çalışmaya başlayan Erozan-Kavrakoğlu ikilisine karşı bu defa DP Antalya Milletvekili Atilla Konuk başkanlık için muhalif grupların radarına girmiştir.
1960 Ocak ayı kongre tartışmalarının yeniden başlayıp sonuçlandığı aydır. Uluğ’un sert muhalefeti, Kavrakoğlu’nun idareyi ele alması, Erozan’ın kongreye gitmeyi kabul edip aday olmayacağını açıklaması bu ay içerisinde gelişen olaylardır. Bu ay içerisinde muhalif gruplar Atilla Konuk’tan vazgeçerek yeni bir adayın adını ortaya atmışlardır: DP Ordu Milletvekili Atıf Topaloğlu. Bu ismin Menderes tarafından da kabul gördüğü gazete sayfalarına yansıyordu. Kısa süre içerisinde bu iki ismin de üzeri çizilecek, iktidar partisinden başkan adayı aramakta olan Fenerbahçe muhalif grupları, Menderes’in önerisini kabul edecek, böylece Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Medeni Berk’in adaylığı kesinlik kazanacaktı. Adaylığın açıklandığı 23 Ocak 1960 tarihinde kulübe üye bile olmayan Medeni Berk; 18 Şubat’ta üye olmak için kulübe başvuracak , 6 Mart’ta yapılan seçimi kazanıp başkanlık görevi Agah Erozan’dan devralacaktı. İki başkanın görev yaptığı bu sezonun sonunda şampiyonluk ipini ise Beşiktaş göğüsleyecekti.
“Türkiye’de Tanınmak Neymiş…”
Agah Erozan başkanlıktan ayrıldıktan sonra, Meclis’teki başkanvekilliği görevine geri döndü. 27 Mayıs askeri darbesine kadar da bu görevini sürdürdü. Erozan, 6 Temmuz 1958’den 6 Mart 1960’a kadar 609 gün Fenerbahçe başkanlığı yapmış; bu dönemde Fenerbahçe futbol takımı yaptığı 104 maçta 299 gol atıp, 76 golü kalesinde görmüştür. Erozan’ın Fenerbahçe’si, günümüzün lig organizasyonunun ilk şampiyonu olmuş, Avrupa kupalarında tur atlayan ilk Türk takımı ünvanını almıştır. 1959 Yılında, Türk spor tarihinde ilk kez bir spor kulübü üç ana branşta birden şampiyon olmuştur.
Organizasyon
O
G
M
B
A
Y
Özel Maç
32
26
1
5
122
26
Özel Kupa
7
6
1
0
22
4
İstanbul Ligi
18
14
0
4
47
7
Türkiye Ligi
42
34
3
5
100
28
Avrupa Ş.K.Kupası
5
2
2
1
8
11
Meclis Başkanvekili iken Fenerbahçe’ye başkan olan ve bu durumun dönemin muhalif mizah yazarı Aziz Nesin tarafından “Meclis başkanvekili desen kimse tanımaz. Fenerbahçe Başkanı desen memedeki çocuklar bilir.” şeklinde tarif ettiği durum için Agah Erozan’ın yaptığı tespit; hem spor kulüplerinin toplumsal hayata ve siyasete etkisini, hem de Fenerbahçe başkanlığı ünvanının ne kadar büyük bir sorumluluğu da bünyesinde barındırdığını göstermesi açısından önemlidir. Bir diğer deyişle geleceğe ışık tutacak niteliktedir.
“Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Fatih Kaymakamı oldum. Milletvekili oldum. Parlamentoya girdim iç tüzüğü hafızladım. Bana ‘hafız’ dediler. Sonra parlamento başkanı oldum. Ama beni çok az kişi tanıdı. FB başkanı olunca adeta şaşırdım. Yüz numaraya girerken çıkarken bile manşetlere çıktım” , “Türkiye’de tanınmak neymiş ben Fenerbahçe’ye başkan olunca öğrendim.”
Yassıada
Agah Erozan’ın hayatı 27 Mayıs sabahı tüm DP’lilerinki gibi değişti. On yıl önce yine bir mayıs sabahı başlayan siyaset macerasının sıradaki durağı İstanbul’daki Davutpaşa kışlası, son durağı ise uzun yargılamaların gerçekleşeceği Marmara Denizi’nin ortasındaki Yassıada olacaktı.
Durum Agah Erozan özelinde böyleyken, 27 Mayıs darbesi Fenerbahçe’yi de etkiledi. Kulüp on yıldır DP’lilerce yönetiliyordu ve mevcut başkanı Medeni Berk tıpkı Beşiktaş ve Galatasaray’ın başkanları gibi DP milletvekiliydi. Fenerbahçe’nin Ankara’daki bürokratik işlerini yürüten ve kulübü başkentte temsil eden Naci Barlas, yayınlanmamış anılarında ihtilal havasının kulübe etkisinden şöyle bahseder: “Ankara’ya döndüğüm zaman bir de baktım ki 27 Mayıs ihtilali Demokrat Parti ile beraber Fenerbahçe kulübüne karşı yapılmış. Normal olarak bütün idareye el koymuş olan askeri idare spor teşkilatını baştan sonra değiştirdi. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun başına birer albay getirilmiş. Bunlar normal gibi gözükse de Yassıada’ya giden milletvekillerinin yarısı Fenerbahçeli. Meclis Başkan Vekili Agah Erozan eski Fenerbahçe başkanı. Medeni Berk hali hazırda Fenerbahçe başkanı. Menderes Fenerbahçe sempatizanı. Osman Kavrakoğlu eski Fenerbahçe Başkanı. Şimdi burada söylediklerim benim intibaım veya tahminim değil. İhtilalin Jandarma Genel Komutanı yaptığı General Abdürrahim Doruk benim amcamdı. Ben Ankara temsilcisi olarak federasyon ile beden terbiyesi ile boğuşuyorum. Kendisine maruz kaldığımız haksızlıkları anlatınca bana: ‘Fenerbahçe, DP ağırlıklı ve sanki bu ihtilali tasvip etmiyormuş ve ihtilale karşıymış intibaı var askerlerde’ diye söylemişti.”
Darbenin gerçekleştiği 1959-1960 sezonunda Beşiktaş’ın ardından ikinci olan Fenerbahçe’nin; 12 takımın katıldığı ve askerlerin, darbenin lideri adına kamuoyundan sempati kazanmak amacıyla düzenlediği “Cemal Gürsel Kupası” kupasına katılmasına ve finalinde Galatasaray’ı yenip şampiyon olmasına rağmen darbe yönetimi ile yıldızı barışmadı.
Kulüp, 1960-1961 sezonunda Galatasaray ile çekişirken askerlerle ilişkileri geren bir dizi olay gerçekleşti. Önce, 1.Ordu Komutanı Cemal Tural’ın kulübü ziyaretinde duvarda asılı olan Menderes fotoğrafına verdiği tepki olay oldu. Sonra boşalan Fenerbahçe yönetimini seçmek için yapılan kongrede 2. başkanlığa Yassıada sanıklarından Dr.Fahri Atabey’in seçilmesi ile ilişkiler iyice gerildi. 5 Mart 1961’de İstanbul’da oynanan Gençlerbirliği maçından sonra ise kopma noktasına geldi. Hakem kararlarının “hatalı”dan “kasıtlı”ya evrilmesi sonucu çıkan olaylardan sonra askerler, “Fenerbahçe’yi sportif faaliyetlerden men etmeyi” gündeme getireceklerdi.
Erozan Yassıada’daki hücresinde
Fenerbahçe Başkanı Yatağını Yapmaz
Fenerbahçe cephesinde 27 Mayıs gelişmeleri olarak bunlar yaşanırken Agah Erozan darbe sabahı diğer DP milletvekilleriyle beraber tutuklandı. Erozan ilk olarak Davutpaşa Kışlasına götürüldü. Buradaki günleri ile ilgili dönem basınında yer alan haberde, “Davutpaşa kışlasının en neşeli ismi Agah Erozan, koğuş arkadaşlarına bilhassa Fenerbahçe’nin istikbalinden bahsetmektedir” denilmekteydi. Agah Erozan Davutpaşa kışlasından sonra, askeri idarenin DP iktidarını yargılamak için seçtiği Yassıada’ya gönderildi. Onun için zor günler bundan sonra başladı. Tutukluların Yassıada’ya gönderildiği Yeşilyurt’ta askerler tarafından şiddet görenlerden biri de Erozan’dı. “Alçak Herif, İsmet Paşa’yı meclisten kovarsın, Fenerbahçe’yi bu hale sokarsın ha” sözleri eşliğinde saldırıya uğrayan Erozan’a, Yassıada vardıklarında uygulanan şiddet daha da artmıştır.
Milletvekili arkadaşı Mithat Perin yaşadıklarını aktarırken Agah Erozan’ın başına gelenleri şöyle aktarır: “Agah bir dayak sağanağına tutulmuştu. ‘Yaşasın Türk Ordusu’ diye tekraren bağırarak kurtulmaya çalışıyordu. Geçirdiği kriz sonrasında bayılmış, baygınken ‘Yaşasın Türk Ordusu’ diye sayıklamaya devam ediyordu. Verilen ilaçlarla ancak sakinleşebilmişti.” Perin, yaşadıklarından sonra Agah Erozan’ın “Bunlar bizi asacaklar” dediğini ve “asılma” lafını ilk kez ondan duyduğunu not düşer.
Erozan’ın Adnan Menderes ile ilgili öngörüsü de aynı yöndeydi . Bu iki öngörüden Erozan’ın ruh haline hakim olan karamsarlık açıkça farkedilebilmektedir. Erozan’ın Yassıada’ya gelişinde gördüğü kötü muamele adanın komutanı olan Yarbay Tarık Güryay’ın müdahale etmesini gerektirecek kadar şiddetlidir. Bu şiddet, Güryay’ın Erozan’a tekme atan yüzbaşıyı “tevkif ettirmek” zorunda bırakacak boyutlardadır. Erozan’ın Yassıada’da duygulandıran anlardan biri Fenerbahçe başkanlığı yaptığı için kendisine beklenmedik bir anda gösterilen saygı olmuştur: “Yassıada’da iken tutuklu milletvekilleri yataklarını kendileri yaparlardı. Bir gece bir gedikli yanıma geldi. ‘Merhaba Agah Bey’ dedi. Bu görevlinin beni Meclis’ten tanıdığını düşünerek ben de ‘Merhaba’ dedim. Ama hiç tanımıyordum. Gedikli, hemen arkasına döndü, onbaşıya seslendi. ‘Onbaşı bana bir er gönder, Fenerbahçe başkanı yatağını yapmaz’ İşte bu olay beni hayli mütehassıs etti dostlarım. Bunun için Fenerbahçe büyük bir kulüptür.”
Erozan Yassıada’da duruşma salonuna yürürken.
Mahkeme ve İdam Kararı
Tutukluların bu şartlar altında tutuklu olduğu olduğu Yassıada’da “Yüksek Adalet Divanı” adıyla kurulan mahkemede 19 ayrı davaya bakıldı. Agah Erozan bu davaların en önemlisi olan 401 sanıklı “Anayasayı İhlal Davası”nda Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Meclis Başkanı’ndan sonra 19 numaralı sanık olarak yargılandı. Savcılar kendisine yönelttikleri suçlamaların temelini “Meclis başkanvekili sıfatıyla başkanlık divanında ve yönettiği oturumlarda tarafsız olmaması” üzerine kurmuşlardı.
Duruşmalarda, muhalefet tarafından verilen önergelerin gündeme alınmaması ile suçlanan “Riyaset (Başkanlık) Divanı”nın üyesi olarak sorgulamaya tabi tutuldu. Aldığı kararların ve yönetiminin “Partizanca” olduğu ve demokratik yönetime değil partisine hizmet ettiği, “yeterli çoğunluk olmadan oylamaları yaptırıp taraflı yönetim sergilediği iddia edildi. Mahkemenin Erozan’ın tarafsızlığını özellikle sorguladığı olay muhalefet partisi CHP için bir tahkikat komisyonu kurulmasına yönelik önergenin görüşüldüğü oturumdaki yönetimidir. DP tarafından verilen önergede CHP; iktidarı, Türk kadınlarını, dost ve müttefikleri kötülemekle, halkı hükümete karşı isyana teşvikle ve orduyu siyasete karıştırmakla suçlanarak, parti hakkında 15 milletvekilinden oluşan bir tahkikat (araştırma) komisyonu kurulması teklif ediliyordu. Mahkeme bu komisyonu muhalefeti fiilen ortadan kaldırmak olarak değerlendiriyordu.
Erozan savunmasına bu komisyonun kurulmasına “muhalefet şerhi” koyduğunu dile getirerek başladı: “Bunun bir şiddet tedbiri olacağı, huzursuzluk yaratacağı hususu üzerinde mutabık kaldık. Riyasette olduğum için oy da vermedim. Grupta kabul edildiğinde de grupta değildim. Bunları Bir gün Yassıada’ya geleceğimi hesap ederek yapmadım. Nizamnameye hürmetimden ve vicdanımın sesine uyarak yaptım”
Erozan’a göre Meclis içtüzüğünde yapısal sorunlar vardı ve bu yapısal sorunlar DP öncesi dönemlerin mirasıydı. Erozan bu durumun düzeltilmesi için hukuk fakültesinden hocası olan Anayasa Profesörü Sıddık Sami Onar’ı ziyarete gidişini, meclisin daha demokratik bir yapıya kavuşması için gösterdiği çabanın bir göstergesi olarak, savunmasında şu ifadelerle aktarır: “1959 yılında üniversiteden hocam Sıddık Sami Bey’e gittim. Bizzat makamında ziyaret ettim. Kendisine meclis içtüzüğünü verdim. ‘Bunda çok eksikler var, bilhassa genel görüşme konusunda. Genel görüşmelerde milletvekillerinin daha serbestçe konuşmasını sağlayacak bir zemin hazırlamak lazım’ dedim” Üniversiteler ile DP’nin kavgalı olduğu bu dönemde Erozan’ın bu girişimi sonuçsuz kalacak; Profesör Onar, darbeden sonra askeri yönetimin yeni anayasayı yapması için göreve çağırdığı üniversite hocalarının başında yer alacaktır.
Agah Erozan ve diğer sanıkların 11 Mayıs 1961’de başlayan yargılamaları, 5 Eylül 1961 tarihinde sonuçlandı. Mahkeme Erozan’ın savunmasını yeterli bulmadı. Duruşmalar sürerken Hakim Salim Başol’un kendisi hakkında yaptığı “İmrendiğiniz demokrasilerde bu makama (Meclis başkanvekilliği) geçecek kimseler partileri ile alakalarını kesiyorlar. Haydi bizden evvelkiler kesmedi, biz de kesmedik diyelim. Ama hiç değilse fiilen mümkün olduğu kadar tarafsızlığınızı muhafaza etmeniz gerekirdi.” yorumu karara da yansıdı ve Sanık Erozan; “1950’den beri anayasayı ihlal eden bütün kanunlara müspet oy vermiştir. Sanık meclis müzakerelerini reis vekili sıfatıyla idare ederken tarafsız hareket ettiği yolundaki müdafaası varid görülmemiştir. Sanığın fiil ve hareketi anayasayı ihlal suçuna asli iştirak mahiyetindedir.” denilerek idama mahkum edildi. Böylece Yassıada’nın ilk günlerinde “bunlar bizi asacak” kehaneti doğru çıkıyor; Erozan, 15 arkadaşı ile birlikte idama mahkum oluyordu.
Erozan’ın Yassıada duruşmaları başlamadan soruşturma komisyonuna yaptığı savunmanın kapak sayfası (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivinden)
Fenerbahçe Vapuru
Kararlar açıklandıktan sonra Erozan, idamlık koğuşlara doğru giderken; beraat eden az sayıda sanık ve yakınları acı bir rastlantı sonucu “Fenerbahçe” vapuru ile İstanbul’a yola çıkıyor, Erozan ise idam edilmeyi beklemeye başlıyordu.
27 Mayıs’ı gerçekleştiren ve daha sonra kendisine “Milli Birlik Komitesi” adını veren askerler, sadece 3 kişinin idam cezasını onayladılar. Eski Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Eski Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Eski Bakanı Hasan Polatkan infaz edildi. Erozan ve 11 idam mahkumu arkadaşının ise korktukları başlarına gelmedi ve cezaları ömür boyu hapse çevrildi. DP politikalarının zaman zaman demokrasiye ve yurttaşlar arasındaki eşitlik ilkesine ters düştüğü, ayrıştırıcı ve ötekileştirici olduğu söylenebilir. Ancak Yassıada yargılamalarının “adalet” kavramı içerisinde değerlendirilemeyeceği bugün kamuoyunun üzerinde hemfikir olduğu nadir konulardandır. Özellikle idamların ülkenin geleceğine negatif etkisi yadsınamaz bir gerçektir.
Erozan’ın hayatının sonuna kadar tutuklu kalacağı yer olarak Kayseri Bölge Cezaevi seçilmişti. Erozan, 1961’den 1964’e kadar bu cezaevinin 4 numaralı hücresinde kaldı. Ancak birçok arkadaşı gibi zamanla onun da sağlık sorunları baş göstermiş, bu sebeple “sürekli hastalık raporu” almıştı. Yerel hastaneden aldığı bu raporun Adli Tıp Kurumu tarafından da onaylanmasıyla tahliye edilme ihtimali belirmişti. Bu ihtimal, hakkında verilen sağlık raporlarını inceleyen Cumhurbaşkanı Gürsel’in onayıyla gerçeğe dönüştü ve Erozan tahliye edildi.
Erozan tahliye edildikten sonra Kadıköy’e yerleşti. Bir süreliğine çalışma hayatının ilk yıllarında yaptığı öğretmenlik mesleğine geri döndü. Çamlıca ve Kadıköy Kız liselerinde tarih öğretmenliği yaptı. Serbest avukatlık faaliyetlerinde bulundu.
Fenerbahçe’den Kopmadı
Erozan cezaevinden çıktıktan sonra da Fenerbahçe ile ilgisini hiç kesmedi. Maçları tribünden izlemeye devam etti. Hakemi kastederek “neden bu siyahlıya Fenerbahçe forması giydirmediniz?” gibi sorular sorduğu rivayet edilen Erozan’a, Fenerbahçe’nin aldığı kötü sonuçlardan sonra taraftar tarafından “yeniden başkan ol” çağrısı bile yapıldı. İnönü Stadında 19 Eylül 1965’te oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-0 kaybettiği Vefa maçı sonrası yapılan bu çağrıya “bizden geçti, görevi devrettik” diye karşılık veren Erozan, Fenerbahçe mali ve genel kongrelerini hiç kaçırmadı. Kulübün akil insanlarından biri olarak kimi zaman anılarını anlattı, kimi zaman da tavsiyelerde bulundu.
1973 yılı mali kongresinde ortaya koyduğu öneri kırk yıl sonra hayata geçecek ve her yıl yapılan kongrelerde enerji kaybeden Fenerbahçe; başkanını, Erozan’ın önerdiği gibi 3 yılda bir seçmeye başlayacaktı. Erozan, Fenerbahçe yönetimlerinin eski başkanları bir araya getirip fikirlerine başvurduğu toplantılara katılmayı da ihmal etmeyecekti.
Erozan tahliye olduktan sonra aktif olarak politika ile ilgilenmedi. 1974’e kadar siyasi yasaklı olarak kaldı. Bu tarihte kendisiyle birlikte 295 eski DP’linin siyasi yasaklarının affedilmesine rağmen politikaya girmedi. Kendi deyimiyle, “başına gelenlerden sonra politikaya girmek hatta bu kararı almak bile kolay değildi”. Bir “merkez sağ parti” geleneği olarak, DP’nin devamı olan Adalet Partisi’ne (AP) eski arkadaşlarıyla beraber üye olmasına rağmen aktif siyasete hiç girmedi. Siyasette gençlerin önünü açan hareketleri destekledi.
Agah Erozan, Fenerbahçe’nin 23.Başkanı, 2 Eylül 1993 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetti. Zincirlikuyu mezarlığında toprağa verildi. Mezarı, ölümünden 34 yıl önce, bugünkü Türkiye Süper Ligi’nin ilk şampiyonluk maçında Galatasaray ağlarına giden Fenerbahçe’nin 4.golünden sonra bacaklarına sarılan ve o günden sonra Fenerbahçeli olan “Vecdi” adlı bir çocuk tarafından her yıl ziyaret edilmektedir.
Fenerbahçe Başkanları – 1966
Son Söz
Agah Erozan’ın “Fenerbahçe’nin başına, kulübün toplumdaki etkisi ve popülaritesinden faydalanmak için iktidar partisi DP tarafından atanmış bir politikacı” olduğu; dönem ile ilgili bilgi veren kaynaklarda sıkça yer alan bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmeye karşı çıkmanın tarihi gerçekleri reddetmek olacağı açıktır.
Sadece bu dönemde değil, Fenerbahçe Spor Kulübü’nü yöneten iradeler çoğunlukla ülkeyi yöneten irade ile paralellik göstermiştir. Ancak okuduğunuz satırlarda da yer bulduğu gibi bu durum sadece Fenerbahçe’ye özgü değildir. 27 Mayıs gerçekleştiğinde İstanbul’un 3 büyük kulübünün de başkanı milletvekilidir.
Kulüp başkanlarının ülkeyi yöneten siyasi parti bünyesinden olması aslında sadece partilerin değil kulüplerin de yarar sağlamayı amaçladığı bir “karşılıklı fayda” yöntemidir. Son tahlilde Agah Erozan DP’li bir politikacı olduğu için Fenerbahçe Başkanı olmuştur. Bugün ise tarih Agah Erozan’ı, Fenerbahçe’nin bünyesi ve yapısı hücuma müsaittir. Fenerbahçe’nin kendine has oyunu hücumdur” ve “Türkiye’de tanınmak neymiş, Fenerbahçe’ye başkan olunca anladım” diyen Fenerbahçe Başkanı olarak yazmaktadır.
“Agah Erozan, hakemleri futbolcu zannedecek kadar futboldan anlamamaktadır”, “Yurtdışı deplasmanlarında ‘ekmek arası pastırma’ yiyecek kadar boğazına düşkündür”, “Agah Erozan, Fenerbahçe’ye başkan olmadan önce Galatasaray Lisesi’nde vekil öğretmenlik yaptığı için Galatasaraylıdır ” Agah Erozan ile ilgili dönem kaynaklarında yer alan ve bu satırların yazarınca hafif tabirle “haksız” olarak nitelendirilen değerlendirmelere rastlanmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Agah Erozan futboldan ve spordan anlamaktadır. Fenerbahçe başkanı olmadan çok önce maçlara gitmektedir. Hatta maçları izlediği tribün bile bilinmektedir. 1950’lerde, Fenerbahçe ile tarihi ve organik bağları olan semt, Moda’da oturmaktadır. Erozan, sadece futbolda değil amatör branşlarda da şampiyon bir başkandır.
Günümüzde spor kulüplerine olan aidiyetin, bir siyasi partiye olanından çok öte bir üst kimlik tanımı olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla Agah Erozan için yapılan bu “haksız” değerlendirmeler dönemin siyasi atmosferinden etkilenerek yapılmışlardır. O atmosfer içerisinde “Fenerbahçe’ye bir karış toprak kazandırmadılar” denilen başkanların kazandırdıkları kupalar ve şampiyonluklar; bugün spor endüstrisi içerisinde Fenerbahçe’yi büyük yapan, kulüp ekonomisine katkı sağlayan ve sağlamaya devam edecek olan unsurlardır.
Fenerbahçe’nin kurucularından Ayetullah Bey’in Kuruluş yıllarındaki rolü “Fenerbahçe Benim!” sözüyle özetlenebilir. Ayetullah Bey, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki görevlerini bırakmasından sonra yaşanan zor günlerde idareyi ele almış ve sahada alınan başarısız sonuçlarla günden güne kötüye giden kulübü ayakta tutmayı başarmıştır. Başkanlığı ile beraber kulübün renklerinin sarı – lacivert olarak değişmesi de, Kuruluş yıllarına bıraktığı izlerden bir diğeridir. Ayetullah Bey’in başkanlığındaki bu iki önemli meseleyi ele aldıktan sonra, geçtiğimiz aylarda yayınladığımız ailesi hakkındaki bilgileri ve ilk kez sitemizde yayınlanan fotoğrafları tekrar sizlerle buluşturacağız.
Fenerbahçe’nin değişen renklerinden önce, ilk renklerin nasıl seçildiğine ilişkin bilgilere ve varsayımlara göz atalım.
Fenerbahçe Tarih yazımı; kulübün renklerinin seçilme hikayesini Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabına dayandırmış, zamanla romantik öğelerle süslenen bu hikayeden bir “papatya” anlatısı yaratılmıştır. Dağlaroğlu’na göre renklerin seçilmesinde temsil ettikleri anlamlar etkili olmuştu:
“Ayetullah ve Necip’in kıskançlık ve asalet timsali sarı-lacivert’ine karşı Ziya, kıskançlık ve temizlik manasına gelen sarı-beyaz’ı ileri sürdü ve ısrarla savundu”
Günümüzde Fenerbahçe resmi web sitesinde yer alan “formalarındaki renkleri ise Fenerbahçesi’ndeki ilkbaharın sevimli müjdecisi papatyaların kıskançlık ve temizlik sembolü olan renklerinden yani sarı ile beyazdan alacaklardı” ifadesi ise bahsettiğimiz romantik anlatımı yansıtmaktadır.
Kuruluş günlerinde Fenerbahçe burnundaki çayırda yapılan idmanlar, Nasuhi Esat Baydar, Sait Cihanoğlu gibi dönemin tanıkları tarafından aktarılsa da bu kişilerin satırlarında ne papatya detayına ne de renklerin nasıl seçildiğine ilişkin bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Kulübün renklerinin nasıl seçildiği üzerine ikinci varsayım ise, Saint Joseph Lisesi’ne dayanmaktadır.
Defaten belirttiğimiz gibi, Fenerbahçe’nin kuruluşunda Saint Joseph’in önemli bir etkisi vardır. İlk Başkan Nurizade Ziya Bey sözü edilen okuldan mezundur. Okulun renklerinin de sarı – beyaz olması, bu etkiyle beraber düşünüldüğünde; Fenerbahçe’nin renklerinin Saint Joseph’in renklerinden geldiği tezi öne sürülebilir.
Renklerin değişimi ile ilgili en net bilgimiz Ziya Bey hala kulüpteyken sarı – lacivert ile değiştirildiğidir. Kuruluş renklerinin Saint Joseph’den geldiğini kabul ettiğimiz takdirde şu değerlendirmeyi dikkate alabiliriz: “Yakın bir zamana kadar Saint Joseph Lisesi mezunu olduğunu birçok kaynaktan okuduğumuz Ayetullah Bey’in Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nden mezun olduğunu 2007 yılında yayınlanan Asr-ı Fener kitabındaki belgelerden öğrenmiş bulunuyoruz. Ayetullah Bey’in Saint Josephli olmaması, Meşrutiyet ile beraber ülke siyasetinde İngiliz etkisinin artması ve bir Fransız misyon okulu olan Saint Joseph ile organik bağ kurmanın yükselen milliyetçilik akımı ile ters düşmesi bu renk değişime bir sebep olarak öne sürülebilir.”
Renklerin değişimi ile ilgili diğer varsayım ise Gazeteci Selahattin Duman tarafından 1996 yılında Sabah gazetesinde yayınlanan “Fenerbahçe’nin Gizli Tarihi” adlı yazı dizisinde öne sürülmüştür. Büyük maddi hataların yer aldığı bu yazı dizisindeki teze göre yeni forma almak isteyen Fenerbahçe idarecileri, Mösyö Baker’in mağazasında sarı – beyaz forma bulamamışlar ve en yakın renk olarak sarı – lacivert’i tercih etmişlerdir.
Sarı Lacivert renklerin Musaver Muhit dergisinin 31 Aralık 1908 tarihli sayısında takımın ilk fotoğrafındaki formalarda yer aldığına göre, renklerin değişimi Ziya Bey henüz kulüpten istifa etmeden gerçekleşmiştir. Kurucu Başkanı henüz kulüpteyken, üstelik sahada formalı olarak yer alırken renklerin değişiminin bir zorunluluktan kaynaklandığı varsayımını akıllara getirmektedir. Şüphesiz bu zorunluluk da o dönemde spor malzemelerini bulmanın kolay olmamasından kaynaklanmaktadır. Yazdıklarımızı özetleyecek olursak, Fenerbahçe’nin renkleri 1908 yılında, Ziya Bey hala kulüpteyken, muhtemelen başkanlığı Ayetullah’a Bey’e bırakma aşamasındayken değiştirilmiştir.
Mühürdar Gazinosu
Ayetullah Bey başkan olduktan sonra Fenerbahçe tarihinin ilk bunalımını yaşamaya başladı. Takım alınan kötü sonuçlarla dağılma aşamasına gelmişti. Bu aşamada çevredeki diğer kulüplerle birleşmek çözüm olarak düşünüldü. Bu birleşmelerden ilki 1908 yılının sonuna doğru Kadıköy Futbol Kulübü ile gerçekleşti.
Yukarıda da sözünü ettiğimiz Musavver Muhit Dergisi, 31 Aralık 1908’te yayınladığı Fenerbahçe’nin ilk fotoğrafının altına “Fenerbahçe ve Kadıköy Futbol Kulübü” yazmıştı. O döneme ilişkin bilgilerimizin kısıtlı olması bu birleşmenin hangi şartlarla gerçekleştiğine ilişkin bir değerlendirme yapmamızı olanaksız kılsa da, devam eden dönemde iki kulübün adının yan yana geldiği her hangi bir ifadeye ya da bilgiye en azından şimdilik rastlamamış olmamız bu birleşmenin sadece “bir maçlık” olduğunu düşünmemizi sağlamaktadır.
Fenerbahçe Tarihinde “birleşme” konu başlığı altında akla ilk gelen olay Ayetullah Bey’in Üsküdar Kulübü ile Mühürdar Gazinosu’nda yaptığı toplantıdır. Bu toplantının tarihi ile ilgili Burhan Felek 1908 tarihini, Rüştü Dağlaroğlu ise 1910 tarihini vermektedir. Miladi takvimin yürürlüğe girmesinden önce kullanılan Hicri ve Rumi takvimler arasındaki farkın bu ikili tarihlendirmeye sebep olduğu açıktır.
Birleşme ile ilgili en net bilgileri Nasuhi Esat Baydar’ın satırlarından öğreniyoruz. Nasuhi Esat, 1940’lı yıllarda; Öz Fenerbahçe Dergisi ve Türkiye Spor Ansiklopedisi’nde toplantının detaylarını vermiştir. Aşağıda, bu bilgilerin yer aldığı iki yazının parçalarını bir araya getirdik.
Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor
“İlk günlerin Hasanlı, Hüseyinli, İzzili, (Devrin en meşhur futbolcuları) şatafatlı takımı, lig maçları arifesinde (öncesinde) dağılıvermişti. Ortada Galip ve onun etrafında, futbolculuğu bile henüz belirmemiş biz gençler, kulübün zayıf bünyesini korumaya çabalıyorduk. Gün oluyordu ki on bir kişi bir araya gelip sahaya nasıl çıkacağımızı düşünerek kıvranıyorduk.
O zamanın muin-i şiarı (destekleyici sloganı) ittihat (birlik) kuvvetiydi. Biz de bu umdeye (prensibe) uyduk. Kuvvetlenmek için bizden daha kudretsizleri, “Pazar Yolu Kulübü” ve “Üsküdar Kulübü” ile birleştik. Artık kalabalıktık. Takımın her hattında bir iki yedeği vardı. Bizimle ittifak eden zevat (kişiler) arasında şimdi Felek namı müstearı altında yüksek mizah yapan Atletizm Federasyonu Reisi Burhaneddin Bey de (Burhan Felek) vardı.
Lâkin yeni gelenlerle bir türlü bağdaşamıyorduk. Aramızda sebebi ifade edilemeyen bir geçimsizlik devam ediyordu. Belki biz, eski Fenerbahçeliler, biri birimizin çok yakın dostu idik, yenilerle müşterek (ortak) fikirlerimiz ve hislerimiz yoktu, belki ayrı muhitlerde yetişmekte idik. Velhasıl (sonuç olarak) uzlaşamıyor, az çok ayrı bir küme halinde yaşıyorduk. Esasen birleştiğimiz yer de ancak futbol sahası idi. Henüz lokal sahibi değildik. Şurada burada toplanıyor, işlerimizi hep beraber görüyorduk. Daha geniş hükümleri (maddeleri) olan bir nizamnameye (tüzüğe), idare mesuliyetini (yönetici sorumluluğunu) hakkıyla taşıyan bir heyete ihtiyacımız aşikardı.
Bu yeni arkadaşlarla birlikte birkaç egzersiz yaptık. Bir gün yeni idare heyeti (yönetim kurulu) teşkil etmek (oluşturmak) üzere bir tatil günü sabahı, Mühürdar Gazinosu’nda toplandık. Vaki (Zaten) birleşmenin umumi şeraiti (genel şartları) esas itibariyle takarrür etmişti (kararlaştırılmıştı). Bu şartlarda Üsküdarlı rüfekadan (arkadaşlardan) birkaçını idareci olarak intihap (seçme) ve idare tarzına müteallik (ilişkin) bir takım teferruatı (ayrıntıları) tespit etmekten ibaretti. Fakat daha içtimaya (toplantıya) başlarken Fenerbahçelilerin bir arada, Üsküdarlıların da ayrı bir grup halinde bulunmaları gösterdi ki ittihat (birleşme) planı arzu ediliyor; fakat bu samimi değildir.
Nihayet, hazırlanan nizamnameyi müzakere ve bir idare heyeti teşkil etmek üzere,. Usule göre bir reis ve iki katip seçerek görüşmelere başladık. İlk madde üzerinde uzun duruldu. Kulübün adı Fenerbahçe mi, Üsküdar Pazaryolu mu, Fenerbahçe-Pazaryolu mu, yahut büsbütün başka mı olacaktı? Nitekim bize iltihak eden (katılan) arkadaşlar evvela kulüp isminin Üsküdar Fenerbahçe olmazsa, Fenerbahçe Üsküdar şekline ifrağını (dönmesini) teklif ettiler. Birleşmek arzusu kendi taraflarından izhar edildiğine (ortaya konulduğuna) göre Fenerbahçe namını tebdile (değiştirmeye) lüzum olmadığı cevabı verildi. O halde isimleri büsbütün değiştirelim dediler ve Kadıköy ile Üsküdar arasında ne kadar marufça (bilinen) semt ismi varsa saydılar ve aynı cevabı verdik. O zaman idare heyeti azasının adedi ile beş veya yedi azadan kaçının Fenerbahçe’den ve kaçının Üsküdar’dan olacağı görüşülmek istenildi.
En tehlikeli mevzuya temas edilmiş ve pürüzlü mütalaaların (görüşlerin) fena neticeler vermesine imkan bırakmamak zamanı artık gelmişti. Zira bu iki karanlık nokta tenvir edilmezse (aydınlatılmazsa) Üsküdarlılar bizden kalabalık oldukları için öyle bir emrivaki meydana gelirdi ki Fenerbahçe Futbol Kulübü’nün mevcudiyetinden vazgeçerdik. Bizi biz yapan her şeyi kaybedebilirdik. Fakat o küçük mevcudiyeti (varlığı) bir iki seneden beri beslemiş olan kuvvetli kıymet ve dostluk da zail olur (yok olur) giderdi. Binaenaleyh (Bu yüzden) Üsküdarlı arkadaşlardan muratlarının (niyetlerini) ne olduğunu sarahatle (açıklıkla) söylemelerini talep ettik. Maksatları Fenerbahçe’yi yok etmek miydi yahut suret-i haktan görünüp (erdemli görünüp) birleşme arzusunu izhar ettikten (ortaya koyduktan) sonra Üsküdar Kulübü’ne Fener’in birkaç iyi futbolcusunu almak için bir manevra mı çevirmek istiyorlardı.
Muarızlarımız (bize karşı gelenler) arasında birkaç hukuk talebesi vardı ki hazmedemedikleri hukuk nazariyatının (kavrayamadıkları hukuk teorilerinin) cemiyetlere, içtimalara, müzakere (görüşmelere) ve intihablara dair ne kadar kaideleri (kuralları) varsa bunları serdederek (dile getirerek) haklarını ispat etmek istediler. Fenerbahçe’nin o zamanki reisi Ayetullah Bey’di (en ihtiyarımız, 23-24 yaşlarında, sarışın ve miyop bir delikanlı). Bu zat Fransız mekteplerinde tahsil etmiş ve hep ecnebi muhitlerinde yaşamış olduğu için Türkçe’yi suhuletle (kolaylıkla) söyleyemezdi. Hukukçuların tumturaklı nazariyeleri karşısında bunalıp aynı selasetle (akıcılıkla) cevap vermekten aciz kalınca ayağa kalktı. Ve Fenerbahçe’nin idare heyeti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız hükmünü tebliğ etti (bildirdi). “Bizimle birleştiniz, isim değişikliği bahis mevzuu (söz konusu) olamaz!”
Pazaryolluların Reisi, bir hukukçu cevap verdi : – “Hayır sizinle birleşemedik, iki kulüp birleşti. İsim bahse konulmalıdır” Sonra bir teklif ile geldi: – “Nizamnamenin diğer maddelerine kat’i şekli (son şekli) verelim, yeni idare heyetini de seçtikten sonra isme avdet ederiz (geliriz)”
Ayetullah, birdenbire, köpürdü: – “Nizamnameyi bitirelim, idare heyetini de ekseriyetinizle kuralım, sonra bu idare heyeti, bu ekseriyet Fenerbahçe’nin kuyusunu kazsın, arkadaşlarımızdan dilediğini alıkoyup üst tarafını kapı dışarı etsin. Nerede bu bolluk! Biz Fenerbahçe’yi yalnız futbol oynamak için değil, bundan çok daha yüksek maksatlarla kurmuş ve bugüne kadar yaşatmış olanlardanız. Yolumuzda yürümek isterseniz elbirliğine hazır olduğumuzu söyler, aksi takdirde sizlere (gazinonun kapısını göstererek) buyurun, deriz” Pazaryolluların Reisi, bu sert muamele karşısında, sordu : – “Siz kim oluyorsunuz da pişmiş aşa su katıyorsunuz?” “Fransız kralı XIV. Louis, La loi, c’est moi! dermiş. Ben de Fenerbahçe benimdir diyorum.”
Bu celadet (yiğitlik) karşısında biz şaşırıp birbirimize bakmaya başladık. Üsküdarlılardan biri “Fenerbahçeli arkadaşlar reylerini (oylarını) beyan etmemişken reis beyin hangi hakka istinaden (dayanarak) idare heyetinin değiştirilmeyeceğini bu kadar kat’iyetle beyana (kesin ifade etmeye) cesaret ettiğini bizlere dönerek ve hususiyetimizden istiane ederek (yardım umarak)” sordu. Fenerbahçe’nin mevcudiyetini (varlığını) bu kadar şiddetle müdafaa eden (savunan) Ayetullah Bey’i hukuk nazariyatına feda edemezdik. Fakat bir de müzakere adabı vardı. Sekiz on kişi fikirlerini söylememişken reisin müstebit (despot) bir hükümdar gibi müzakereyi kesivermesi hiç olmazsa ayıptı. Bizler bu düşünce içinde mütehayyir (şaşkın) ve kararsız iken Üsküdarlılar aynı zemberekle müteharrik imişçesine (hareket edermişçesine) hep birden ayağa kalktılar ve gazinoyu terk ettiler.
Birleşme akim (sonuçsuz) kaldı. Üsküdarlılar biraz daha sabretselerdi ruhlarımızdaki ani buhrandan istifade ederek (yararlanarak) belki muratlarına nail olacaklardı (ereceklerdi). “Fenerbahçe benimdir” cevabı, On beşinci Louis’nin meşhur sözü idi, ama Fenerbahçe reisinin uzağı görmesi sayesinde, bir müzakere oyununa gelmemiş, dağılmak vartasından (tehlikesinden)kurtulmuştu.
Fenerbahçe, kırk yıllık ömründe, yine Ayetullah kıratında (gibi değerli) idarecilerinin uzak görüşleriyle, buna benzer hadiselerden daha kuvvetlenmiş olarak çıkacaktır. Fenerbahçe’yi bu vartadan kurtarmış olan merhum Ayetullah Bey’in hatırasını her Fenerbahçeli rahmetle yad etmelidir.
Ayetullah Bey’in adeta devleştiği o toplantının bir diğer tanıdığı da Nasuhi Esat’ın satırlarında bahsettiği Burhan Bey’dir. Burhan Felek, yıllar sonra yazdığı bir yazıda o güne ait gözlemlerini şöyle dile getirmiştir:
“1908 civarlarında Anadolu Kulübü (Üsküdar) bir ara Fenerbahçe ile birleşme kararı aldıydı. Bu işi Tevfik Taşçı Bey’in (Fenerbahçe Kurucu kadrosundan) delaleti ile yaptık. Ama yürümedi. Neden yürümedi? O devirde Üsküdarlı bir genç ile Kadıköylü bir gencin cemiyet ve toplumdaki vazife (görev) ve telakkileri (görüşleri, bakış açıları) birbirinden ayrıydı. Üsküdarlı genç, Türk mekteplerinde okurdu. Kadıköylü gençlerin büyük bir kısmı oralarda bulunan Fransız mekteplerinde okumuşlardı. Uzatmayalım, olmadı ve ayrıldık”
Burhan Felek’in satırlarında, birleşme toplantısında Haccarzade Tevfik Bey’in de olduğu ayrıntısı göze çarpmaktadır. Bu ayrıntıdan daha önemlisi Burhan Felek’in, Nasuhi Esat’ın dile getirdiği, antrenman yapmak için sahada gerçekleşen birleşmeye rağmen iki kulübün oyuncularının arasında hakim olan “sebebi ifade edilemeyen geçimsizliği” açıklayıcı ifadeleridir.
Bugüne kadar Kadıköy’ün demografik yapısı üzerine yaptığımız değerlendirmeler bu ifadelerle daha anlaşılır hale gelmiştir. Üzerinde önemle durulması gereken nokta ise, yabancı nüfusunun hakim olduğu ve nüfusun semtte yerleşik Türkleri fazlaca etkilediği bu dönemin; Üsküdar gibi bu etkinin olmadığı semtlerle yapılmaya çalışılan koalisyonlara tanıklık etmesidir. Bunun da altında Fenerbahçe’nin gelişmeye aday bir kulüp olarak günden güne daha fazla sporcuya ihtiyaç duymasıdır.
Ayetullah Bey’in Ailesi
Kuruluş döneminde Fenerbahçe’yi yok olmaktan kurtaran bu özel insan hakkında bildiklerimiz sınırlıydı.
1888 Yılında İstanbul’da doğduğu, Ferik (General) Şevki Paşa’nın oğlu olduğu, Fenerbahçe’nin ilk kadrolarında defans ve savunmada forma giydiği, 1918 yılında henüz 30 yaşındayken İspanyol gribi salgınında hayatını kaybettiği, Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabında yazılıydı.
Asr-ı Fener’de ise ailesi özelinde yeni bir bilgi verilmiyordu. Araştırmalarımızı bir diğer kurucu Necip Okaner üzerinde yoğunlaştırdığımız sırada, güzel bir tesadüf eseri Ayetullah Bey’in ailesini bulduk. Önce yukarıda bahsettiğimiz kitapların ayrıldığı noktaya göz atalım.
İki kitap da Ayetullah Bey’in Piyade Feriki Şevki Paşa’nın oğlu olduğunu yazarken, okuduğu okullar konusunda birbirlerinden ayrılmışlardır. Rüştü Dağlaroğlu, Ayetullah Bey’in St. Joseph Lisesi’ni bitirdiğini söylerken, Asr-ı Fener’in görüşü ise Mekteb-i Sultani’de başlayıp Moda Faure Fransız Lisesi’ni bitirdiği yönündeydi. Asr-ı Fener’in Ayetullah Bey’in Osmanlı Bankası sicil kayıtlarına dayanarak kanıtladığı bu bilgiyi doğru kabul ederek kendi tarih yazımımızda da kullanmaya başladık. Osmanlı Arşivlerinde o dönem için yaptığımız taramalarda Moda’da yer alan okullar arasındaki öğrenci geçişlerinden bahseden belgelere rastladık. Bu belgeler Ayetullah Bey’in sözü edilen her iki okulda da farklı dönemlerde okumuş olma olasılığını da ortaya koydu.
Ayetullah Bey’in ve ailesinin daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış fotoğraflarının bulunma hikayesi ile devam edelim.
28 Mayıs 1983 tarihli Milliyet gazetesinde bir ölüm ilanına rastladık. Nilüfer Lüy’ün 26 Mayıs 1983’de vefat ettiğini söyleyen bu ilan , Fenerbahçe tarihi için çok önemli soruların cevaplarını beraberinde getirdi ve heyecan veren yeni soruların ortaya çıkmasını sağladı. İlanda şöyle yazıyordu:
“Merhum Korgeneral Şevki ve Müveddet Arz’ın kızı, merhum Yüzbaşı Raşit ve İsmet Loğa’nın gelini, Fenerbahçe Kulübü kurucularından Ayetullah’ın kardeşi, Necip Okaner’in yeğeni, merhum Reşat ve Abdi Loğa’nın yengesi, Maskat Sultanı Tarık Alsait’in teyzesi, Celasin-Fahriye Lüy’ün annesi, merhum süvari Rıdvan Lüy’ün eşi, Lüy, Zembilci, Atman, Çakır, Akkeskin, İncesu, Ersev, Oçbe, Big ailelerinin teyzesi, yengesi, halası Nilüfer Lüy, 26 Mayıs 1983 günü vefat etmiştir. 28 Mayıs 1983 günü ikinci namazından sonra Kanlıca Camii’nden ebedi istirahatgahına defnedilecektir”
İlanda Atman soyadını görünce aklımıza (Fenerbahçe’nin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel‘in de yakın arkadaşı olan) merhum Ahmet Atman ve onun torunu, sayın Lale Atman geldi. Meydana çıkan yeni sorulara yanıt vermesi ümidiyle kendisine yazdık. Ve ondan, araştırmalarımıza çok yardımcı olacak şu cevapları aldık.
“Nilüfer Lüy, Rıdvan Lüy ile evliydi. Tek çocukları olmuştu, adı Celasin. O da tenisçiydi ve Fenerbahçe’de oynardı. Hatta 1945 senesinde olaylı bir Fenerbahçe-Galatasaray tenis turnuvası olmuş. Nilüfer Teyze’nin ailesi Maşukiye civarındandı ve Çerkes olduklarını biliyoruz. Dedesi Osmanlı’da katipmiş. Ahmet Atman ve Necmiye Atman’ın (dedemiz ve babaannemiz) çok yakın dostlarıydı. Öyle ki eşi Rıdvan Lüy vefat ettikten sonra gelip birkaç sene bizimle kalmıştı. Sonra halam Esin Zembilci’nin kızı Ela doğunca halamlarda, babaannem ile birlikte kaldı. Vefat edene kadar orada kaldı ve Kanlıca mezarlığında gömülüdür. Fransız okulunda okumuş, son derece kibar, görgü kurallarına riayet eden, disiplinli, ufak tefek, zayıf ve çok hoş bir insandı. Hepimizde emeği çoktur. Babam ona Neylüfer teyze derdi. Ve dediğiniz gibi hepimizin çok sevip saydığı aile büyüğümüzdü. Eşi Rıdvan Lüy (Türkiye Jokey Kulübü) TJK’da bir dönem yanlış hatırlamıyorsak saha komiserliği yapmıştı.”
Nilüfer Hanım’ın vefat ilanından ve Lale Hanım’ın anlattıklarından yaptığımız çıkarımları şu şekilde sıralayabiliriz:
-Ayetullah Bey’in babasının adını ve rütbesini biliyoruz ama hangi Şevki Paşa olduğunu bilmiyoruz.
-Eğer bir “üvey kardeşlik” durumu yoksa, Ayetullah Bey’in annesinin adı Müveddet.
-Fenerbahçe tüzüğünde ismi geçen beş kurucudan ikisi, Ayetullah Bey ile Necip Okaner “bir şekilde, büyük olasılıkla anneleri tarafından” yeğenler.
-Fenerbahçe’nin ünlü tenisçilerinden Celasin Lüy, Ayetullah Bey’in kız kardeşinin oğlu.
Bir ölüm ilanından ortaya çıkan bu bağlantılar, Kuruluş dönemi ile ilgili bilgi ve belgelere ulaşmanın düşünüldüğü kadar zor olmadığını ortaya koyuyor. Eminiz gün yüzüne çıkardığımız bu belgeler, yeni bilgileri ortaya çıkarmak için gösterilen çabaları arttıracaktır. Bu sayede Fenerbahçe camiası olarak sıkışıp kaldığımız kalıplardan da çıkmış olacağız.
Ayetullah Bey ve ailesinin daha önce hiç yayınlanmamış fotoğraflarının ortaya çıkmasında teşekkür etmemiz gereken isimler var. Bu isimlerin başında Ayetullah Bey’in resimlerini aile albümünden çıkararak bizimle paylaşan Sayın Mehmet Auf ve Kıymetli Eşleri Ebru İpek Auf geliyor. Bozkurt K. Yılmaz ise Auf Ailesi ile olan arkadaşlığını bu büyük emeğe aracı ederek teşekkürle beraber minnetlerimizi de hakediyor. İstanbul’un ve Kadıköy’ün tarihî simaları olan Ayetullah Bey’i, babası Piyade Feriki Şevki Paşa’yı, kız kardeşi Nilüfer Lüy’ü, kız kardeşinin eşi Rıdvan Lüy’ü ve yeğeni Fenerbahçeli tenisçi Celasin Lüy’ü saygıyla anarak; sizleri, Ayetullah Bey ve ailesinin tarihi fotoğrafları ile tekrar başbaşa bırakıyoruz.
Bundan 87 yıl önce, Fenerbahçe Stadı’na bir Atatürk büstü kondu. Şu anda Fenerbahçe Müzesi’nin girişinde ziyaretçileri karşılayan Ulu Önder’in bu heykeli için, kulübe Atatürk’ten bir izin telgrafı geldiğini ilk olarak Rüştü Dağlaroğlu’nun (sitemizde de yayınladığımız) 1994 tarihli röportajından öğrendik. Kısa bir arşiv taramasından sonra, dönemin gazetelerinde de izine rastladığımız, Atatürk’ün Fenerbahçe’ye çektiği telgraf şimdi nerede, bilmiyoruz.
Aşağıdaki gazete metinleri, telgrafın varlığına şüphe bırakmayacak kadar net. Kulübün belge arşivlerinde ya da kişisel koleksiyonlardan birinde bulunması halinde, Fenerbahçe tarihinin en paha biçilmez parçalarından biri olacağına da şüphe yok.
Gazi Hazretlerinin müsaadei mahsusalarile stadımız dahiline dikilen Gazi heykelinin küşat resminin icrası ve 26 ıncı yıldönümümüzü kutlalamak vesilesiyle hazırlanan büyük spor bayramı için Viyana’dan davet edilen F.C. Vien takımı perşembe sabahı gelecek ve cuma günü ilk maçını Fenerbahçe stadında kulübümüzle yapacaktır.
1 – Maç tam saat 17:30’da başlayacaktır.
2 – Hakem Kemal Halim Bey’dir.
3 – Biletler : Bilaistisna açık tribünler 50, kapalı tribünler 100 kuruştur. Numaralı yerler 200 kuruştur.
4 – Bu maçlar için serbest duhul varakaları muteber değildir. Bilet ve davetiyesi olmayanlar stada giremezler. (Bundan resmî üniformalı tayyare ve denizaltı zabitanı müstesnadır)
5 – Biletler, izdihama mani olmak için, şimdiden Fenerbahçe stadile Milli Spor Zeki Rıza mağazasında satılmaktadır.
6 – Bu maçtan evvel saat 14 te Yunanistan ve Viyana’dan gelecek olan 8 atletin iştirakile atletizm müsabakalarının finalleri yapılacaktır.
7 – Pazar günkü maç hakkındaki program cumartesi günü gazetelerde ilan edilecektir
Ajansın Tebliği
İstanbul, 28. Anadolu Ajansı – Önümüzdeki Cuma günü Fenerbahçe kulübünün 26 ıncı senei devriyesi münasebetiyle Gazi Hazretlerinin müsaadeleriyle rekzedilen abidenin ve yeni tribünlerin küşat resmi yapılacaktır. Bu merasimi bir spor bayramı halinde tesit etmek kararını veren Fenerbahçeliler büyük bir program hazırlamışlardır.
(*)“Bakın kulübe gelen telgrafı görüyorum ve kulübün 26. sene-i devriyesinde geliyor bu telgraf ve ben not almışım. O gün program yapılıyor. Daha önce Atatürk’e müracaat ediliyor. ‘Kulübümüzün 26. sene-i devriyesi 1 Haziran’dır. O gün aynı zamanda stadımıza Muhterem Reis-i Cumhurumuz, ulu zatlarının bir büstünü koymak istiyoruz. Müsaade buyurulur mu?’ diye bir yazı gönderiliyor yaklaşık bir ay önceden; ‘Memnuniyetle’ diye bir cevap alınıyor.”
Not : O mutlu günün detaylarını anlattığımız “Gazi Büstü’nün Açılışı ve Zeki Rıza Sporel’in Jübilesi” yazımıza “buradan” ulaşabilirsiniz.