Etiket: Rüştü Dağlaroğlu

  • 105 Yıllık Bir Esaret Hatırası

    105 Yıllık Bir Esaret Hatırası

    Bugün sizlere Malta Ulusal Arşivi sayesinde elde ettiğimiz çok önemli bir belgeyi sunuyoruz. Tam 105 yıllık bir esaret hatırası… Birinci Dünya Savaşı yıllarında esir düşüp Malta’ya sürgüne gönderilen kıymetli Fenerbahçe Başkanı Tevfik Haccar Taşçı‘nın el yazısıyla bir evrak…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önce biraz Tevfik Bey’i tanıyalım…

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu,1957 tarihli “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi” kitabında Tevfik Haccar Taşçı’yı şöyle anlatır :

    “Halep eşrafından tüccar Hacı Mehmet Bey’in oğlu Tevfik Haccar 1899’da İstanbul’da doğmuş olup Fenerbahçe’nin ilk müntesiplerindendir. Tahsil için gittiği Manchester’dan 1910’da avdetinde futbol takımında tekrar yer almış, fakat 1911 harbi dolayısıyla Trablusgarp cephesine gitmiştir. Avdetinde Fenerbahçe Kulübü’ne kısa bir müddet reislik eden Tevfik Bey, Birinci Dünya Savaşı’nda Kanal muharebelerinde İngilizlere esir düştü ve Malta’ya sürüldü.

    Mütarekeden sonra, Fenerbahçe kulübünde tekrar rol alan Tevfik Bey bilhassa tenisin gelişmesinde faaliyet göstermiş ve Müessisan devrinin 3 kişilik idare heyetlerinde yıllarda muhasip aza olarak çalışmıştır. Çok sevilen ve hürmet edilen bir Fenerbahçelidir.”

    Nasuhi Esat Baydar, “Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi“nde Fenerbahçe’nin 1911-1912 sezonunda yaşadığı ilk şampiyonluğu Tevfik Bey’in başkanlığında kazandığını yazmıştı.

    Ve Tevfik Haccar Taşçı, “Türk Tenisinin Kalbi Fenerbahçe’de Atıyordu” başlıklı yazıda okuyabileceğiniz gibi, Türkiye’nin ilk tenis kitabını kaleme alan kişiydi. O yazıda “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Tenis Heyet-i Müttehidesi (Federasyonu) azası ve Fenerbahçe Spor Kulübü müessislerinden tenis kaptanı  Haccarzâde Mehmed Tevfik imzalı kitapta yok, yok” demiştik. Fakat yoklardan biri şimdi gün yüzüne çıkıyor.

    Malta Hatırası

    Tevfik Bey’in Malta’daki esirlik günlerinde George H. Salter isimli bir subay da orada görev yapmaktadır. Detaylarını şurada okuyabileceğiniz şekilde, George bir günlük tutmaya başlar ve oradaki esirlerden de bu günlüğe bir şeyler yazıp çizmelerini ister. Sıra Tevfik Haccar Taşçı’ya geldiğinde, bu kıymetli Fenerbahçeli, deftere William Shakespeare’in II. Richard oyunundan “I count myself in nothing else so happy as in a soul remembering my good friends” cümlesini yazar.

    Çok büyük bir incelik göstererek bize ilgili sayfayı gönderen, Malta Ulusal Arşivi’nin değerli uzmanları Melvin Caruana, Leonard Callus ve Charles Farrugia’ya tekrar teşekkür ederiz. Bu asırlık hatıranın müzemizde sergilenmesi dileğiyle…

    105 Yıllık Bir Esaret Hatırası
    105 Yıllık Bir Esaret Hatırası
  • Ali Naci Karacan’ı Anıyoruz

    Ali Naci Karacan’ı Anıyoruz

    Fenerbahçe’ye uzun yıllar Genel Sekreter olarak hizmet eden müthiş Fenerbahçeli Ali Naci Karacan’ı, 65. ölüm yıl dönümünde Rüştü Dağlaroğlu‘nun Milliyet gazetesinde yayınlanan bir yazısıyla anıyoruz. 1956 yılında açılan Fenerbahçeliler Cemiyeti Lokali vesilesiyle kaleme alınan yazıda Rüştü Dağlaroğlu, Ali Naci Karacan’ın Genel Sekreter seçilme hikayesini anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeliler Cemiyeti Lokali Açıldı

    Dün akşam resmen faaliyete geçmiş olan Fenerbahçeliler Cemiyeti’nin ana hatları ve gayesi, geçtiğimiz Pazar günü basın mensuplarına izah edilmiş ve Sıraselviler’deki yeni lokal binası, gazetecilere gezdirilmiştir.

    “Fenerbahçeliler Cemiyeti”nin kuruluşu münasebetiyle, Fenerbahçe Kulübü idarecilerinden Rüştü Dağlaroğlu’nun, gazetemizin kurucusu Ali Naci Karacan’a ait bir hatırasını aşağıda bulacaksınız :


    Rüştü Dağlaroğlu Anlatıyor

    İşgal ve mütareke yıllarının o kahraman (11)’i, 1922-1923 senesinin, kalesine sayı yaptırmadan, 64 golle İstanbul şampiyonu Fenerbahçe takımı ihtişam içinde yükselmekte idi. Yeni kurulan İdman Cemiyetleri İttifakı’ndaki sandalyeleri paylaşan ve ekserisi Fenerbahçe’nin muarızı kulüpçülerden mürekkep erkan o namdar kadro ve onun eşsiz şöhretini yok etmek için masa başlarında kararlar almışlar ve emellerine kavuşmuşlardı.

    Senelerce yenilmemiş Fenerbahçe takımı, hadiselere tiksinen bir kısım azasının spora veda etmeleri ile, artık çöküyordu. Lig maçları boykot edilmiş ve durum taraftarlara hüzün verdiği gibi müessisler ve onları temsil eden üç kişiden kurulu İdare Heyeti de doğan buhranı gidermekte ve Fenerbahçe’yi kısa zaman önceki ihtişamına yükseltmekte imkansızlıklarla karşılaşmıştı

    22 Nisan 1927 Cuma günü Müessisler Heyeti’nin senelik toplantısı vardı.

    Sabahın saat 10’unda Kuşdili’ndeki o güzelim binanın alt kattaki büyük salonu 30 müessisten 27’sinin iştirakleriyle hararetli görüşmelere sahne olmaya başladı.

    Yeni seçilecek İdare Heyeti’ne kimse talip değildi. Bu ağır mesuliyeti yüklenmeye tek bir istekli çıkmıyor. Bu zor durum karşısında tecrübeli ve ehil Fenerbahçelilerden, rica ile, fedakarlık istendi. Bu fedakarlığın bilhassa, daha önce büyük hizmetleri mesbuk olmuş, Ali Naci (Karacan) Bey’den istenmesi ve müessislerin bunda ısrarla durmaları karşısında merhum fazla mukavemet gösterememiş ve nihayet Umumi Katip Ali Naci, Umumi Kaptan Sait Selahattin (Cihanoğlu) ve muhasebeci Tevfik Haccar (Taşçı) Beylerden mürekkep kuvvetli bir İdare Heyeti ittifakla iş başına getirilmişti.

    Beyoğlu’nda Bir Fenerbahçe Lokali

    Fenerbahçe’nin kasasında bir kuruş yoktu!.. Kadro dar, takım zayıftı!.. Otorite ve disiplin de zaafa uğramıştı!.. Yeni İdare Heyeti’nin karşı karşıya bulunduğu müşkülâtla dolu bu durumu izah eden yeni Umumi Kâtibe Müessesan Heyeti hudutsuz bir salahiyeti peşinen ve bilakaydüşart tanıdığını beyan etmesine rağmen, Ali Naci Bey bir nokta üzerinde duruyor ve şöyle konuşuyordu :

    • Muhterem arkadaşlar, içinde bulunduğumuz şartlar altında müşkülatla dolu bir vazifeyi mutlak bir salahiyetle heyetimize vermekle gösterdiğiniz derin itimada arzı şükran ederiz!.. Yalnız kulübümüzü yine eski şöhretine layık bir seviyeye yükseltmek için takip edeceğimiz programın esas noktalarından birini de Beyoğlu’nda bir lokal açmak teşkil edecektir… Fenerbahçe Kulübü, bir semt kulübü olmaktan çıkmış ve memleketşümûl bir şöhretin zirvesine vâsıl olmuştur. Bunun tevlid edebileceği faydalardan müstağni kalamayız. Artık kabuğumuza çekilmiş olarak inkişaf edemeyiz. Bu noktanın heyet-i aliyenizce peşin olarak tasvibini lüzumlu görmekteyiz!..

    Müessisler Heyeti, Umumi Katip Ali Naci Bey’in bu teklifini müzakereye koymadan ittifakla kabul etmiş ve idare heyetine gönülden başarılar dilemişti.

    (Fenerbahçeliler Cemiyeti)ni, kulüplerine on para yük olmadan kuran fedakâr Fenerbahçeliler, 29 senedir duyulan bir ihtiyaç ve kulübün bir ana davasını nihayet halle muvaffak olmuş bulunuyorlar. Bugün, cephesinde şanlı Sarı-Lâcivert bayrak dalgalanan Taksim Sıraselviler Caddesi 65 numaradaki 4 katlı binanın önünden geçecek her Fenerbahçeli bu lüzumu 29 sene önce herkesten evvel duyan ve duyuran merhum Ali Naci Karacan’ın aziz hatırasını takdis etmelidir. Fenerbahçe’nin bu büyük ve muhterem evladı yaşasaydı şimdi kimbilir ne mes’uttu!.. Fakat, ruhu, şu anda elbette ki şâd olmuştur diye müteselliyiz!..

    Rüştü Dağlaroğlu / Ali Naci Karacan’ı Anıyoruz

  • Fenerbahçe’nin İlk Atatürk Kupası

    Fenerbahçe’nin İlk Atatürk Kupası

    2 Temmuz 1964, Fenerbahçe’nin ilk Atatürk Kupası ile müzesini şereflendirdiği gündü. Bu mutlu günü ve müthiş maçı Tapfereritter’in kaleminden okuyalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin İlk Atatürk Kupası

    Maç öncesi iki takımın, maç sonrasında bir takımın şeref turu attığı kaç maç vardır acaba Türk spor tarihinde?

    2 Temmuz 1964’te İnönü Stadı’nda oynanan Atatürk Kupası maçı böyle bir ilginçliğe sahne oldu. Sezonu 12. kez Türkiye şampiyonu olarak tamamlayan Fenerbahçe ile 2. kez Türkiye Kupası şampiyonu olan Galatasaray karşılaşma öncesinde seyircilerin huzurunda kupalarıyla tur attılar.

    Oysaki Fenerbahçe aslında sezonu çoktan kapamıştı. 31 Mayıs’ta İzmir’de (1950 şampiyonluğuna benzer şekilde) tarihî bir maçta Altay’ı 3-0 yenerek şampiyon olmuş, sonrasında ise Lefter Küçükandoniadis’in jübilesinin ardından, yedek ağırlıklı bir kadroyla dört maçlık bir Karadeniz turnesi (Amasya, Samsun ve Adapazarı’nı kapsıyordu) yapmış, 22 Haziran’da tatile ayrılmıştı.

    Galatasaray Nasıl Türkiye Kupası şampiyonu oldu?

    Galatasaray futbol takımının ise sezonu devam ediyordu. Ligi (2 puanlı sistemde) Fenerbahçe’nin 11 puan gerisinde üçüncü olarak tamamlayan sarı-kırmızılılar Türkiye Kupası’nda finaldeydi. İzmir’deki ilk maç 0-0 bitmiş, Kupa şampiyonunun belirlenmesi İstanbul’daki rövanşa kalmıştı. Ancak, sonrasında birbirinden ilginç gelişmeler oldu: İstanbul Bölge Müdürlüğü 28 Haziran’daki rövanş için Futbol Federasyonu’na İnönü Stadı’nı vermedi ve 29 Haziran Pazartesi’yi önerdi. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı da Dünya Ordulararası Futbol Şampiyonası nedeniyle maçın o tarihte oynanmasını istemiyordu (Fenerbahçe ve Ali Sami Yen statları inşaat halindeydi ve koca İstanbul’da final maçı oynatacak başka stadyum yoktu).

    Altay Kulübü karara direndi. Altay Başkanı Rıdvan Burteçin; önceden kararlaştırıldığı şekliyle, maçı 28 Haziran Pazar günü gerekirse Alibeyköy Stadı’nda bile oynamaya hazır olduklarını açıkladı. Zira Galatasaray’ın Ordu Milli Takımındaki oyuncularını da (Ayhan Elmastaşoğlu, Talat Özkarslı ve Uğur Köken) oynatabilmek için maçın Pazartesi oynanması hususunda Futbol Federasyonu’na baskıda bulunduğunu iddia ediyordu. 25 Haziran’da Futbol Federasyonu gerçekten de maçın Pazartesi oynanmasına karar verdi. Aynı gün Galatasaray’a bir müjdeli haber de Genelkurmay Başkanlığı’ndan geldi: Üç asker futbolcusunu Pazartesi için izin çıkmıştı.

    Aynı gün Altay Yönetim Kurulu toplandı ve protesto amacıyla maça çıkmama kararı aldı. 29 Haziran’da Galatasaray seremoniye çıktı ve “hükmen galip” ve “şampiyon” ilan edildi. Bunun ardından sahaya hücum eden Galatasaraylı taraftarlar da büyük bir coşkuyla sarı-kırmızılı futbolcuları sırtında taşıdı..

    Atatürk Kupası ve Galatasaray’ın Teklifinin Zamanlaması

    Atatürk Kupası ise bu dönemde gündeme gelmişti. (1961-1965 arasında iktidarda olan) Cumhuriyet Halk Partisi’nin 40. kuruluş yıldönümünü teşkil eden 9 Eylül 1963’te bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı yapılması isteği, Beden Terbiyesi Genel Müdürü Fikret Altınel’in “Bu yıl temel atılması imkânsızdır” sözüyle, başlatılamayacağı anlaşılan Fenerbahçe Stadı’nın inşaatına yardımcı olunması koşuluyla kabul edilmişti (stadın açılışı ise 1982’yi bulacak, Fenerbahçe ne yazık ki yıllarca stadından mahrum kalacaktı).

    Beşiktaş da organizasyona dahil edilince Atatürk Kupası üçlü bir turnuvaya dönüştü. Şampiyona Atatürk’ün 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’un başlangıcında Kocatepe’deki duruşunu canlandıran bir heykel de bulunan 70 santim boyunda çok görkemli bir gümüş kupa sunulacaktı. Kura gereği 9 Eylül’de 38.000’i aşkın (biletli) seyircinin önünde hasılat rekoru kırılan ilk maçı oynayan Fenerbahçe ile Beşiktaş’tan gülen taraf 3-1’lik sonuçla Sarı-Kanaryalar oldu.  Bu maçta Beşiktaş’tan transfer edilen Şenol Birol ve Birol Pekel de eski takımlarına karşı forma giydiği gibi, birer kez Beşiktaş filelerini sarsmışlardı. Diğer golün sahibi de yine bir dönem siyah-beyazlı formayı giymiş Selim Soydan’dı.

    2 Ekim’de ise Galatasaray Beşiktaş’ı 3-0 yenince şampiyonluk Fenerbahçe-Galatasaray maçına kaldı. +1 averaj üstünlüğü bulunan Galatasaray’a şampiyonluk için beraberlik bile yetecekti. Ancak, maç Galatasaraylı yöneticilerin türlü mazeretleri nedeniyle bir türlü oynanmadı. Kupa adeta ortada kalmıştı. Galatasaray’ın Fenerbahçe’ye maç teklifi ise, Fenerbahçe’nin sezonu kapatıp plaja dağıldığı, Galatasaray’ın ise Türkiye Kupası final maçı için kampta olduğu 26 Haziran’da geldi.

    Plaj Takımı Kamp Takımını Yeniyor

    Fenerbahçe Kulübü’nün dürüst ve sportmen Başkanı “Yavuz” İsmet Uluğ’un aklından teklifi reddetmek geçmedi. Ancak ortada bir gerçek vardı: 22 Haziran’dan beri tatildeki Sarı-lacivertli futbolcuları denizden toplayıp maça çıkarmak gerekecekti. Galatasaray ise Türkiye Kupası maçı finali için her gün antrenman yaptığı bir dönemdeydi. Fenerbahçe Yönetim Kurulu, Başkanına serzenişte bulununca “Yavuz” İsmet, “Size sormadan kabul etmekle demek hata ettim. O halde, ben istifa edeyim, siz de kararı tanımayın” dedi. Ama Yönetim Kurulu da Fenerbahçe Yönetim Kurulu’ydu. En zayıf anında bile mazeretlerin arkasına sığınmazdı. Başkanının teklifini kabul etmedi.

    2 Temmuz’daki maçın sonrasında İsmet Uluğ, Galatasaray’ın teklifini kabul edişini şu şekilde açıklayacaktı:

    Birincisi, Büyük Atatürk’ün adına oynanan bu kupanın finalini oynamamız lazımdı. İkincisi,  ligde sekiz eksiği olan Galatasaray’ı yenemediğimiz için gururumuzla oynamaya kalkışmışlardı. Şartların tamamen aleyhimizde olduğu bir zamanda [bu] maça çıktık

    29 Haziran’da plajlardan toplanabilen Fenerbahçeli futbolcular 1 Temmuz’da bir antrenman yapıp, 2 Temmuz 1964 Pazar gecesi tıklım tıklım dolu İnönü stadına çıktılar. Maç adeta Lig ve Kupa şampiyonlarını karşı karşıya getiren bir Süper Kupa havasına bürünmüştü. Zaten iki yıl sonra da bu amaçla oynanacak Cumhurbaşkanlığı Kupası ihdas edilecekti.

    Kupayı Kim Verecek? Maç Günü Türkiye’nin Gündemi..

    2 Temmuz’daki final maçının galibine Atatürk Kupası’nı Başbakan Yardımcısı Kemal Satır’ın vereceği açıklandı. CHP’nin düzenlenmesini istediği kupayı CHP’nin Genel Başkanı İsmet İnönü veremeyecekti zira. Türkiye dış politikada önemli dönemeçlerinden birindeydi çünkü.

    1963-1964 döneminde Kıbrıs’ta anayasal düzenin Rumlar yüzünden bozulması ve Ada’daki Türklere yönelik saldırıların artması üzerine, Türkiye de 16 Ağustos 1960 tarihli Garanti Antlaşması uyarınca Ada’da anayasal düzenin yeniden kurulması amacıyla askeri müdahale seçeneğini tezekkür etmeye başlamıştı. TBMM 16 Mart 1964’te Hükümet’e tam yetki vermişti. İnönü 16 Nisan’da ise ünlü Time dergisine verdiği demeçte “Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur” açıklamasını yapmıştı.

    Bu dönemde, 5 Haziran 1964 tarihinde Türk siyasi tarihine “Johnson Mektubu” olarak geçmiş olan, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’un Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup Ankara’ya ulaştı. 9 Haziran’da ise Yunan donanması Ege’ye açıldı. 10 Haziran’da ise ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Türkiye’ye geldi. Arabuluculuk girişimleri başlamıştı. Başbakan İnönü de ABD’ye gitmeden önce TBMM’den istediği güvenoyunu 19 Haziran’da ucu ucuna aldı ve 21 Haziran’da bu ülkeye gitti. 27 Haziran’da diğer garantör ülke Birleşik Krallık’a, 30 Haziran’da ise Fransa’ya geçti.

    Atatürk Kupası maçının oynanacağı 2 Temmuz günü Başbakan İnönü 12 günde 19.000 kilometre yol katettiği dış gezisinden dönüyordu.

    İlk Yarı ve Devre Arasındaki Ümitsizlik

    Büyük maç, 1947’de İnönü Stadı olarak açılmış, 1950’de ise Mithat Paşa’nın adı verilmiş stadyumdaydı. Yaklaşık 30.000 biletli seyircinin karşısına Fenerbahçe; Ali Filibeli – İsmail Alemdaroğlu, Özcan Köksoy, – Şeref Has (kaptan), Osman Göktan, Ali İhsan Okçuoğlu – Yüksel Gündüz, Hüseyin Yazıcı, Ogün Altıparmak, Birol Pekel, Aydın Yelken’den oluşan bir onbirle çıktı.

    Galatasaray’ın ilk onbiri ise şu şekildeydi: Turgay Şeren (kaptan) – Candemir Berkman, Ahmet Berman – Mustafa Yürür, Ergun Ercins, Doğan Sel – Yılmaz Gökdel, Ayhan Elmastaşoğlu, Talat Özkarslı, Metin Oktay, Uğur Köken.

    Maçın başında, yazımızın başlangıcında bahsettiğimiz üzere, iki takım şampiyonluk kupalarıyla birlikte, beraberce tur attılar.

    Ardından Fenerbahçeliler için eziyet dolu olan ilk yarı başladı. Sarı Kanaryaların kasları maçı kabul etmiyor, Sarı-kırmızılılar ise baskıyı kurmuş, yükleniyordu. Nihayet Metin Oktay 38. dakikada Fenerbahçe filelerini havalandırınca, Galatasaray tribünleri Fenerbahçe’nin “atom forveti”ni kuran işadamı yöneticisi Müslim Bağcılar’a hitaben “Sen oyna Müslim, sen oyna” tezahüratına başlamışlardı.

    Suskun Fenerbahçe taraftarı, devre arasında daha büyük bir eziyetle ikinci yarıyı beklemeye başlamışlardı.

    Devre arası Fenerbahçe tarihçisi ve o dönem Kulüp’te yönetici olan Rüştü Dağlaroğlu’ndan:

    “İki devre arasında Fenerbahçe soyunma odasını tam bir perişanlık havası kaplamıştı. Futbolcular fena halde sızlanıyor; ”Sezon kapandıktan sonra bu maç alınır mıydı!.. 3-4 atacaklar, rezil olacağız!” diye dövünüyorlardı.

    Odaya tribünden tek bir idareci gelmişti. Yakınmalar ona idi. Bu yıkık morali düzeltme çabasına girişildi. Birkaç kamçılayıcı cümleden sonra, biraz gayret ve akıllıca oyunla maçı kazanacakları, hem de 3-1 kazanacakları söylendi. Sayılar tekrarlanarak ve “Üç.. bir” diye bağrılarak futbolcular 2. devreye çıkmışlar, ama yönetici odadan çıkamamıştı.”

    İkinci Yarıda Şahlanan Fenerbahçe

    Kupa Atatürk Kupası’ydı. Ulu Önder’in ebediyete uğurlandığı “O gün” (10 Kasım 1938)  doğan bir çocuk da 2 Temmuz 1964’te Fenerbahçe formasıyla sahadaydı. Fenerbahçe’yi coşturan beraberlik golü 55. dakikada Ogün Altıparmak adlı Türk futbolunun bu yeni yıldızına nasip oldu.

    Fenerbahçe tribünleri canlanırken, sahadaki Sarı-Kanaryalar şahlanmıştı bir kere.. Ve gün “Ogün”ündü.. İlk golün 10 dakika sonrasında Ogün Altıparmak bu defa geriden gelen pası Galatasaraylı Ergun Ercins’ten önce kaptı ve yıldırım gibi cezaalanına aktı. Turgay Şeren’i üzerine doğru çektikten sonra sola doğru kaydı ve plase bir vuruşla galibiyet golünü attı: 2-1.

    Tribünlerde bir gök gürültüsü koptu. Bu sonuçla bile şampiyonluk Fenerbahçe’nindi. Ancak bir de “perçin” lazımdı.

    O “perçin”i de Kaptan Şeref Has çaktı. 83. dakikada Yüksel Gündüz’le paslaşan Birol Pekel topu Şeref Has’ın önüne açtı. Açtı ama kaleye mesafe 35 metreydi. Kaptan mermi gibi vurdu. Önce direğe çarpan top Galatasaray fileleriyle kucaklaştı.

    Maçı Milliyet’e yorumlayan Namık Sevik golü ve Fenerbahçe’nin muhteşem zaferini şu şekilde takdim ediyordu okuyucularına:

    Stat yerinden oynuyor, Turgay ise, çaresizlik içinde, düştüğü yerden ağır ağır kalkıyordu… Üzülmemeliydi Turgay.. Bu golü Avrupa’da da kurtaracak kaleci yoktu. Fenerbahçe 3-1 galip ve Atatürk Kupası’nı kazanmıştı. Evet, beklenmeyen şey olmuş, “Plaj takımı”, “Kamp takımı”nı 2. devredeki ağır darbeleriyle yenmişti

    Galatasaray’ın ilk golünden sonra dalgaya alınan Müslim Bağcılar ise, “son gülen iyi güler” misali, maç sonunda keyifliydi:

    Beşiktaşlılar da Galatasaraylılar da bağırdılar. Ama sonunda yine ben oynadım. Şampiyonluğa göbek atmayacak kaç kişi var Türkiye’de?

    Fenalık Geçiren Rüştü Dağlaroğlu’na Ne Oldu?

    Demiştik ya.. Takım sahaya çıkmış ama Yönetici soyunma odasından çıkamamıştı. Neler olduğunu Dağlaroğlu’ndan okuyalım:

    “[Yönetici] Bir süre sonra, “Goooool” feryatlarıyla kendine gelip, pencere başındaki sıradan ayağa kalkınca, kendini masaj masasına zor atabildi. Malzemeci başına buzlar koyarken, sahaya da; “Doktor… Doktor…” diye haykırıyordu. Maç sonrası, revirde tedavi görmekte olan yöneticinin başına koşanlardan, kaptan Şeref [Has], kulağına eğilip:

    – İkinci devreye çıkarken sen fenalık geçiriyordun. Az sonra, ”Doktor… Doktor…” bağrışmalarını duyunca, seni kaybettik sandık. Ben, bu stadın eşini görmediği o 3. golü 30 metreden, “seni kaybettik” diye attım!” diyor, yöneticinin boynuna sarılıyordu.

    Günün kahramanı Ogün Altıparmak da Dağlaroğlu’na sarılanlar arasındaydı:

    Bize moral verirken, ‘Kupa’yı kazanın, Atatürk’ün de ruhu şad olacak’ diyordun. Bir bu sözün, bir de beni Karşıyaka’dan, kırık ayağımla, ne mücadelelerle Fenerbahçe’ye aldığını hatırlayışım, sonra da kriz geçirişin bana çok dokundu. Yoksa o golleri atamazdım!”

    “Şampiyon” sözcüğü bir başka yaraşır Fenerbahçe’ye.. Sebepsiz değildir. Çünkü birbirinden “heybetli”dir Fenerbahçe’nin şampiyonlukları.. 1964 yılındaki Atatürk Kupası gibi..

    Tapfereritter / Fenerbahçe’nin İlk Atatürk Kupası

  • İnsanı Uykusuz Bırakan Bir Sevda Fenerbahçe

    İnsanı Uykusuz Bırakan Bir Sevda Fenerbahçe

    Yazdığı iki kitap ile Fenerbahçe tarihine ışık tutan Dr. Rüştü Dağlaroğlu, farklı mecralarda onlarcasını yazdığı muhteşem eserlere, şu aşağıdaki yazıyı da eklemiş. Bundan 70 sene önce yayınlanan bu satırlarda, pîrüpâk bir Fenerbahçe sevgisi bulacak, bittiğinde insanı uykusuz bırakan bir sevda Fenerbahçe diyeceksiniz…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Sevgisi

    Fenerbahçe her yerde seviliyor. Onun geçtiği istasyonlarda saf saf olmuş göğüslüklü ilk mektep yavrularından, grup grup garnizon erlerine kadar “Yaşa Fenerbahçe!…” diye bağırıldığını görürsünüz. Maç yaptığı her yerde çok uzaklardan ve her çeşit vesaitle yığın yığın takdirkar gruplarının türlü tezahürat yapa yapa koştuklarına şahit olursunuz. İçten gelen bu sahneler, bu derin sevgi tezahürleri her Fenerbahçe mensup ve taraftarı için gönül açıcıdır.

    Geçen haftaki seyahatte, her birinin üzerinde Sarı-Lâcivertten bir alamet göze çarpan, Herekeli bir gençlik grubu Perşembe akşamı treni doldurdu. Bana bir çiçek demetini ciddi bir eda ile :

    • Yolunuz açık olsun Rüştü ağabey!. Size lâyık değil amma, Pazartesi sabahı iki galibiyetle dönmeniz ümidiyle sunuyorum!… diyerek veren sarı lâcivert bereli, 14-15 yaşlarındaki, gürbüz Türk yavrusunu hemen tanıdım:

    Haziran sonlarında Düzce’ye giderken trene atlayan bu sevimli çocuk, kompartımana girer girmez, sert bir tonla:

    • Rüştü Dağlaroğlu nerede?! diye seslenmişti.
    • Buradayım!. cevabıyla kendimi gösterince; ithamkar bir takınmış ve:
    • Takımın tertibini niçin İngilize bırakıyorsunuz? O bizim halimizi bilmez ki. Onun görüşü kendi milletine göredir. Bize uykusuz geceler geçirttiniz!.. Yeter artık!.. demişti.

    Muhterem Kılıç isimli bu gürbüz yavruya o zamandan beri hayranlık beslerim. O, milletinin duygusuna tercüman olmuştu. Fenerbahçe, zaferiyle milletini güldürür, mağlubiyetiyle de uykusunu kaçırtır!…

    İnsanı Uykusuz Bırakan Bir Sevda Fenerbahçe

    Ankara’da, Pazar maçından sonra Belvü Palas’ın önünde, jandarmanın müdahalesini icap ettirecek derecede büyük ve coşkun tezahüratta bulunan ve Ankara’yı yerinden oynatan binlerce Muhterem Kılıç’lar karşısında hepimizin göğsü, bir defa daha, iftiharla kabardı. Derin Fenerbahçe sevgisinin alabildiğine yükselmekte oluşunu canlı levhalar halinde görmüştük.

    Pazartesi sabahı saat 7’de Hereke’de yolumuzu bekleyen Muhterem Kılıç, kalabalık bir grubun başında ve bir yığın çiçekle vagona girdi. Boyundan büyük iki kocaman buketi verirken yüzü gülüyor fakat heyecandan hiç konuşamıyordu. Başındaki sarı lâcivert bereyi geriye doğru sıyırdı. Çaylarını içen Fenerli futbolculara uzun uzun, doya doya baktı. Nihayet trenin kalkacağına yakın, binlerce, yüz binlerce emsalinin duygularına yine tercüman oldu :

    • Rüştü ağabey; bu gece de sevincimden uyuyamadım. Arkadaşlarla sabaha kadar çiçek topladık, sizleri bekledik!.. diyebildi.

    Rüştü Dağlaroğlu

  • İlk Fenerbahçe Marşının Bestekarı

    İlk Fenerbahçe Marşının Bestekarı

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu, 1957’de yayınlanan “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi” isimli kitabında ilk Fenerbahçe marşının bestekarı ile marşın kendisinden şu sözlerle bahseder:

    “… Reis Ziya Bey, tanıdığı bir Ermeni bestekâra, bir Fenerbahçe Marşı besteletti. Ancak hüküm süren istibdat rejiminden dolayı ‘ebediyet, ilerleme, kuvvet, gayret ve birlik’ mânalarını taşıyan bu marş hemen yok edildi.”

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı arşivinde, Laika Karabey kolleksiyonunda bir sureti bulunan marşın bestekârı hakkında, maalesef elimizde detaylı bir bilgi bulunmuyordu.

    Biz de bunun üzerine “bir ihtimal” diyerek Türkiye Ermenileri Patrikliği‘ne danıştık ve kendilerinden çok güzel bir referans bilgisi geldi.

    Aşağıda okuyacağınız metin için “Çağdaş Türkiye” kitabının yazarı rahmetli Pars Tuğlacı’yı saygıyla anıyor; yakın ilgisi ve yardımlarından ötürü, sayın Başrahip Tatul Anuşyan’a da çok teşekkür ediyoruz.


    İlk Fenerbahçe Marşının Bestekarı Harutyun Sinanyan

    (İstanbul 1872 – a.y. 7.1.1938)

    Türk uyruklu Ermeni müzik eğitimcisi, keman ve piyano icracısı, besteci ve orkestra yönetmeni.

    Violonist ve orkestra kurucusu Kirkor Sinanyan’ın (1839-1914) oğlu.

    Dikran Çuhacıyan, Brasen, Radelli gibi müzik ustalarının öğrencisi oldu. 17 yaşındayken Padişah II. Abdülhamid tarafından Saray’a davet edilen Sinanyan, İstanbul’da ilk büyük orkestrayı kendi adına kurdu. Bizzat yönettiği bu orkestrayla uzun süre Mınakyan Tiyatrosu’na katılarak büyük başarıyla “La Belle Hellene”, “La Mascotte” ve “Carmen” müzikal oyunları yönetti. Sinanyan’ın repertuarında Beethoven, Mozart, Kuno, Verdi, Rossini, Bellini, Çuhacıyan ve kendi besteleri yer almaktaydı.

    II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine (1908) Türk ve Ermeni toplumlarının yakınlaşması sırasında, “İttihat ve Terakki Marşı”nı besteledi ve bu marş hakkında Tanin, Sabha, Servetifünun gazetelerinde övgü dolu yazılar yayımlandı. La Turqouie, Levant Herald, Le Moniteur gazetelerinde de aynı marş hakkında övgü türünde yazılar çıktı. Bu marşın tutulması üzerine Sinanyan’ın bestelediği “Şehitler Marşı” ile “Prens Sabahaddin Marşı” İttihatçılar tarafından beğenildi. Büyükada Yacht Kulüp ve Pera Palas’ta çalışan Sinanyan, 1917 yılında Heybeliada Mekteb-i Bahriye’ye (Deniz Harp Okulu) flüt, klarnet, piano, keman ve solfej öğretmeni olarak atandı. Öğretmenliği sırasında, Bahriye mekteplerinin müzik bölümünü ıslah ve organize etti. Mayıs 1926 tarihli Asri Türkiye Mecmuası’nda “Bizim büyük müzisyen sanatkarlarımızdan biri” başlıklı şu yazıyı okuyoruz:

    “Uzun zaman Bahriye Nezareti ile Mekâtib-i Bahriye’de musiki muallimi olarak vatanımıza hizmetler ifa etmiş olan Harutyun Sinanyan, aynı zamanda muktedir bir bestekardır. Muallimliği esnasında Mekâtib-i Bahriye’yi inkişaf ve teşekkül ettirmiş ve daima sevgi ve takdire mazhar olmuştur”

    XIX. yüzyıl sonları ile yüzyılımızın başlarında, Türk makam ve motiflerini eserlerinden kullandığı gibi, bazı Türk eserlerini de orkestrayı uygulayan sanatçının bestelediği 70’e yakın eserleri arasında marşlar, valslar, polkalar, mazurkalar, kadriller, peşrefler bulunmaktadır. Özellikle “Grande Fantaisie Orientale” adlı özgün eseri, Türkiye’den başka Londra, Paris, Cenevre, Tiflis, Viyana, Roma ve Kahire’de çalındı. Ölümünde Şişli Katolik Ermeni Mezarlığı’na gömüldü.


    İlk Fenerbahçe marşının bestekarı Harutyun Sinanyan’ı saygıyla anıyoruz.

    İlk Fenerbahçe Marşının Bestekarı

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Fenerbahçe’den İşgalcilere 5 Gol Daha

    Fenerbahçe’den İşgalcilere 5 Gol Daha

    29 Haziran 1923’ün yıldönümü yaklaşıyor. Ama bugün Fenerbahçe’nin işgalde oynadığı maçların bir diğerinin yıldönümü.

    Yukarıda gördüğünüz kupürler, 4 Haziran 1923 tarihli Vakit ve Vatan gazetelerine ait.

    Fenerbahçe, 3 Haziran 1923 tarihinde (Rüştü Dağlaroğlu’nun kayıtlarına göre) “İngiliz Kara Karması”nın karşısına çıktı.

    Cem Ertuğrul’un “Şekip, Osman Nuri (Süleymaniye’den), Cafer, Fahir, İsmet, Kadri, Bedri, Ömer, Zeki Rıza, Alaeddin, Sabih” şeklinde verdiği Fenerbahçe on biri maçı 5-1 kazanmayı başardı.

    İngiliz Takımı 1 – 5 Fenerbahçe

    Dün Kadıköyü’nde İttihat Spor Kulübü’nde Fenerbahçe Kulübümüz geçen hafta mağlup olduğu İngiliz takımıyla çarpışmış ve (1)e mukabil (5) gol ile galip gelmiştir. Fenerbahçe’yi bu muvaffakiyetinden dolayı tebrik ederiz. Tafsilat yarınki nüshamızdadır.

    4 Haziran 1923 – Vakit Gazetesi

    Fenerbahçe’nin Galibiyeti

    İngiliz Muhtelit Takımı Bire Karşı Beş Golle Mağlup Olmuştur

    Dün Fenerbahçe muhtelit İngiliz takımını bir gole karşı beş golle yendi. Oyun çok heyecanlı oldu. Müsabakanın ilk kısmında Fenerbahçe’den Ömer Bey’in ayağı sakatlandı. Buna rağmen Fenerbahçeliler yine aynı şiddetle oyuna devam ederek birinci haftaymda bir ve ikincide de dört gol daha yaptılar. Şu suretle geçen haftaki mağlubiyetin acısını şanlı bir surette çıkarmış oldular.

    4 Haziran 1923 – Vatan Gazetesi

    Vakit gazetesinin bahsettiği tafsilatı, yanı detayları da bir başka gün veririz. Fenerbahçe’nin işgalde yaptığı maçları küçümseyenlere yazacak daha çok şeyimiz var. Tarih belgeyle yapılır…

  • Wilhelm Kohlhammer : Der Deutsche Panzer von Fenerbahçe

    Wilhelm Kohlhammer : Der Deutsche Panzer von Fenerbahçe

    Im Herbst seines Lebens hatte Wilhelm eine Aufregung , was ihn wieder mal beschaeftigen sollte. Die Vereinbarung zwischen der Türkei und Deutschland in Oktober 1961 bez neue Arbeitskraftaufnahme hatte ihn sehr erfreut. Die Türken , mit denen er sehr gute Erinnerungen aus seiner Jugend hat , würden in sein Land, sogar in seine Stadt kommen. An die jenigen Türken, die nach Heidelberg kamen , hat er Gastfreundschaft gezeigt. Mit denen hat er über Fenerbahçe und die Meisterschaften,die er mit Fenerbahçe gewonnen hat , gesprochen. Die meisten haben ihn nicht verstanden. Sogar seine besten Freunde glaubten nicht mehr an ihn, die glaubten  dass er spinnt. Wilhelm hatte ja kein Photo , nicht mal eine Rosette . Falls es so wichtig ist , warum erinnerte sich Fenerbahçe nicht an ihn?  Dies enttauschte Wilhem nicht. Er verfolgte seine Mannschaft weiter aus der Ferne und versuchte mit Türken ,die er traf , über Fenerbahçe zu reden.

    Eines Tages hatte ihn ein junger Türkischer Ingenieur, die er in dem selbstgegründeten Heidelberg Hockey Club kennengelernt hat , genau zugehört. Sie haben zusammen über Fenerbahçe gesprochen , haben sich an die alten Tage erinnert. Der junge Ingenieur hat ihn die letzte Situation von Fenerbahçe erzaehlt. In den letzten zwei Jahren war Galatasaray Meister aber seit Wilhelm nach Deutschland zurückgekehrt war, hatte Fenerbahçe allesmögliche gewonnen. Fenerbahçe war die Mannschaft mit den meisten Meisterschaften.Vor 4 Jahren hatte Fenerbahçe sogar die weltbeste Mannschaft, Manchester City besiegt und alle hörten dann von Fenerbahçe. Jetzt nachdem der Transfer vom Stürmer Cemil auch erledigt wird,werde  niemand  mehr Fenerbahçe stoppen.

    Das Gespraech kam zu Ende aber der junge Ingenieur hat es nicht vergessen.Als er gegen Ende von 1972 für den Urlaub in die Türkei kam, hat er irgendwie den Weg gefunden , Fenerbahçe zu besuchen.An die jenigen die er im Klubgebaude getroffen hat, hat er von Wilhelm Kohlhammer erzaehlt und gesagt ,dass er irgend ein Photo,eine Rosette oder eine Fahne ihm mitbringen wil.

    Die Klubangehörigen haben sich sofort darum gekümmert.Alles mögliche wurde vorbereitet und auf die Bestaetigung des Praesidenten Faruk Ilgaz gewartet. In dem Moment haben zwei Journalisten, die damals 27 Jahre alt waren , Kemal Belgin und Atilla Gökçe , von dem Namen Wilhelm gehört.Diese Nachricht ging sofort an die Sportabteilng von der Zeitung Tercüman und bevor das Geschenkpaket nach Heidelberg abflog ,war schon das Auto von Doğan Pürsün und Erol Aydın, beide vom Deutschlandbüro der Zeitung Tercüman , vor dem Haus von Wilhelm Kohlhammer geparkt.Beide haben ihn umgefaehr nach 60 Jahren  für das Spiel Fenerbahçe gegen Galatasaray in Mithatpaşa Stadion eingeladen und los ging es sofort.

    Wilhelm Kohlhammer wurde in 6 September 1890 geboren und seine Geschichte in Istanbul begann gegen Ende von 1912. Eigentlich war in Heidelberg alles ok für ihn. Er hatte als 22 jaehriger mit SportClub Neuenheim 02 die Deutsche Rugbymeisterschaft gewonnen. In dem Sieg 13-6 in der Finale war er einer der besten Spieler auf dem Platz. Das war der erste von 9 Meisterschaften  und er ging somit in die Geschichte des Clubs als einer der unvergesslichen Spieler.Aber Lebensunterhalt war ja wichtiger und er hatte eine gute Stelle bei der Deutschen Bank gefunden und hatte sich auf den Weg gemacht nach Istanbul kurz vor dem 1.Weltkrieg.

    Bevor andere Filialen im Westen von Europa zu eröffnen hatte die Deutsche Bank damals die erste auslaendische Filiale in Istanbul im Jahre 1909 eröffnet. In den Tagen hatte die Deutsche Bank schon 250 Mitarbeiter in Istanbul und profitierte von der guten Beziehung zwischen den Ottomanischen und Deutschen Reichen. Die Finanzierung von mehreren Projekten und all die Kredite gingen durch diese Bank und der junge Wilhelm war als Fremdsprachenverantwortliche da.

    Laut Daten von der Bank wurde Wilhelm mehrmals befördert und hatte diverse Positionen aber er wollte vom Sport auch nicht entfernt bleiben. Er mag Rugby sehr aber in Istanbul gab es keine Möglichkeit dazu. Für Hockey war die Situation auch nicht viel anders. So wurde ihm nachgefragt ob er Fussball spielen würde. Der Kapitaen Galip reagierte schnell und gab dem grossen Mann sofort das Trikot von Fenerbahçe.

    Laut Clubinformationen war das erste Spiel von Fenerbahçe mit einer auslaendischen Manschaft am 23.Maerz 1913 gegen Neozeland. Wilhelm hat zum ersten Mal für Fenerbahçe bei dieser Begegnung gespielt. Damals war die Aufstellung 2-3-5 populaer und er hatte im dreier Mittelfeld zentral gespielt.Vielleicht hatte er im ersten Spiel nicht besonders überzeugt aber im weiteren Verlauf wurde Fenerbahçe immer staerker und er wurde einer der wichtigsten Spieler. Eigentlich war er der dritte auslaendische Spieler in der Geschichte von Fenerbahçe aber kontinuitaetsmaessig war er viel besser und deshalb wurde er immer als der erste auslaendische Spieler von Fenerbahçe erinnert.

    Zwischen 1913-1916 hat er bei 35 Spielen gespielt und hat dabei 5 Tore geschossen.Er hatte einen grossen Anteil bei den Meisterschaften 1913/14 und 1914/15. Ausserdem war er ein wichtiger Spieler bei dem ersten Sieg gegen Galatasaray in der Geschichte von Fenerbahçe.Bis dâhin hatte Fenerbahçe in 7 Spielen gegen Galatasaray nicht mal ein Tor erzielen können aber in dem Spiel gewannen sie mit 3 Toren von Hasan Kamil Sporel und einem Tor von Said Selahattin Cihanoglu 4-2.

    Er wurde in Istanbul ‘’Wihelm Efendi’’ gennant (er selber sagte in einem Interview,dass er als ‘’Efendi Hammerle’’ gennant wurde) und war eigentlich ganz zufrieden mit seinem Leben .Aber die Situation in Istanbul und in der ganzen Welt war damals nicht so gut.Der 1.Weltkrieg wurde immer staerker und für die Allianzstaaten sah es nicht so rosig aus. Deutsche Bank wurde kleiner und nach der Besetzung der Stadt war die Filiale in Istanbul letztenendes in 1918 zu.

    Kohlhammer wurde schon zum Militaer berufen in 1916 , war in vorderster Front als Leutnant.Nach einem Krieg mit sehr viel Verlusten kehrte er zu seinem Heimatland, hat aber nicht Fussball gespielt sondern wieder mit Rugby angefangen. Mit SportClub Neuenheim 02 wurde er Deutscher Rugbymeister in 1921. In seinen jugendlichen Jahren hatte Kohlhammer ein turbulentes Leben. Die 20er Jahre wurden damals ‘’Golden 20’s ‘’ gennant ,damals lebte er in Berlin in einer Wohnung, die öfters von wunderschönen Frauen besucht wurde. Als er zurück war in Heidelberg hat er ein Hockey Club gegründet und da gespielt bis er 58 Jahre alt war.

    So war seine Geschichte und nach 56 Jahren war ‘’Wilhelm Efedi’’ wieder in seiner Stadt Istanbul. Alles hatte sich natürlich veraendert. Die Fussballspiele waren nicht mehr auf Papazın Çayırı (Priester’s Wiese) sondern in Mithatpaşa Stadion. Bei einem Spiel gegen Galatasaray hatte er das Wiedersehen mit seiner alten Liebe Fenerbahçe. Ausserdem war der komplizierte Transfer von Stürmer Cemil erledigt. Er sollte zum ersten mal das Trikot von Fenerbahçe tragen. 45.000 waren im Stadion , mindestens 100.000 draussen.Wilhelm war erstaunt über diese Kulisse. Schon damals ,seinerzeit waren die Spiele Fenerbahçe gegen Galatasaray viel besucht aber das war schon was anders.Am Ende stand es 1-1 , Fenerbahçe war noch immer Tabellenführer.

    Am naechsten Tag hat er als erstes Karacaahmet Friedhof besucht.Er war vor einem Grabstein stehengeblieben.Seine Traenen flossen für den grossen Kapitaen Galip Kulaksızoğlu. ‘’Er war unser Kapitaen. Ich konnte es nicht mehr aushalten.Ich weine jetzt für ihn wie ein kleines Kind. Ich begrüsse meinen Kapitaen nochmals , vielleicht zum letzten Mal.’’ sagte er.

    ‘’Damals waren wir pure Amateure’’ sagte Wilhelm ‘’wir hatten alles für die Mannschaft gemacht’’.’’Wir hatten sogar unsere Teppiche zu Hause verkauft,um die Kosten zu bezahlen. Wir hatten keine Möglichkeit einen Camp zu beziehen . Ab und zu waren wir in der Wohnung von einer Teamkameraden und hatten vom selben Topf zusammengegessen. Das Geld um in das Schiff einzusteigen,hatten wir zusammenbezahlt. Die Trikots hatten wir selber repariert und gewaescht.Die Verletzungen mit Hausmittel auskuriert.Aber die grösste Begeisterung in unserem Herz war Fenerbahçe. Wochenlang und monatelang klopfte unser Herz Galatasaray zu besiegen ,was wir am Ende auch verwirklicht hatten.

    ‘’Ist diese Begeisterung noch da?’’ auf diese Frage beantwortet er. ‘’Ja noch immer , ist sogar grösser mit einer verbrennenden Sehnsucht.Falls Sie mal in Heidelberg sind, können Sie fussballbesessene alte Leute ansprechen.Die werden sagen : ‘’Hier haben wir einen Fenerbahçe Fan’’ und das bin ich.Ich habe meinen Anhang zu Fenerbahçe nie verloren.Und als ein Deutscher ,der zwei Weltkriege erlebt  und  mehrere Jahre in Gefangenenlager verbracht hat sage ich Ihnen : MEIN GRÖSSTER STOLZ IST FENERBAHÇE’’

    Von dem Kader ,der Galatasaray zum ersten Mal besiegte lebten nur noch zwei andere , Sait Selahattin Cihanoglu und Nüzhet Baba. Nach so langer Sehnsucht hat er in Koço Restaurant in Moda Sait Selahattin treffen können und von alten Tagen gesprochen.

    Am Abend wurde ein Abendessen im Lokal für ihn organisiert. Es waren so viele Leute da. Ismet Uluğ , Nedim Kaleci , Nüzhet Baba, Sait Selahattin Cihanoğlu , Mehmet Reşat , Cafer Çağatay , Kadri Celal Göktulga , Faruk Ilgaz, Rüştü Dağlaroğlu , Tevfik Taşçı , Eşref Aydın , Halit Çetinkaya , Emin Cankurtaran und Didi ! Lange Plauderei , mehrere Umarmungen , alte Geschichten und viele Traenen. Danach Unterschrift im Ehrenbuch und eine goldene Rosette an die Jacke.Endlich war Wilhelm Efendi zurück bei seinem grössten Stolz.Er war bei seinen Freunden und erlebte seine Jugend wieder.Am Ende des Abends beugte er sich über den Trainer Didi und flüssterte in sein Ohr , dass er in den letzten Jahren seines Lebens eine neue Meisterschaft geschenkt bekommen will.

    Dann war Wilhelm Kohlhammer zurück in seiner Stadt mit sehr schönen Erinnerungen.Der erste Deutsche Spieler von Fenerbahçe starb  zwei Jahre nach diesem Besuch mit 84 Jahren.Aber er hatte schon laengst die schöne Nachricht bekommen.Didi hatte sein Versprechen gehalten und machte Fenerbahçe wieder mal Meister

    Alp Eralp

    Not : Yazının Türkçe versiyonuna şuradan ulaşabilirsiniz…
    Wilhelm Kohlhammer : Fenerbahçe’nin Alman Tankı

  • Fenerbahçe’nin Alman Tankı Wilhelm Kohlhammer

    Fenerbahçe’nin Alman Tankı Wilhelm Kohlhammer

    Tuncay Yavuz, kuruluş yıllarından bir efsaneyi, ilk şampiyon kadronun değişilmez oyuncusunu, Fenerbahçe’nin Alman Tankı Wilhelm Kohlhammer hikayesini yazdı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Almanya’da Bir Fenerbahçe Efsanesi

    Wilhelm, ömrünün son baharında kendini meşgul edecek bir heyecana kavuşmuştu. 1961 Ekim ayının sonlarında Almanya ve Türkiye arasında imzalanan İşgücü Alım Anlaşması onu çok mutlu etmişti. Yıllardır uzak olduğu gençlik heyecanına yakınlaşabileceği Türkler gelecekti ülkesine, hatta şehrine. Yolu Heidelberg’e düşen Türkler’e evsahipliği yaptı, Fenerbahçe’yi konuştu, onlara Fenerbahçe’yle yaşadığı şampiyonlukları anlattı. Birçoğu onu anlamadı, yakın arkadaşları bile onun sürekli anlattığı Fenerbahçe hikayelerinden sıkılmıştı, palavra diyordu. Ne de olsa elinde bir tane fotoğraf, bir rozet bile yoktu. Madem bu kadar önemliydi, neredeydi Fenerbahçe, niye onu hiç hatırlamıyordu. Hiç gücenmiyordu Wilhelm, uzaktan izlemeye devam ediyordu takımını. Karşılaştığı Türklerle de konuşmaya devam ediyordu.

    Yine böyle bir gün kurucusu olduğu Heidelberg Hokey Kulübü’nde tanıştığı genç Türk mühendis onu dikkatle dinledi. Birlikte Fenerbahçe’den konuştular, eski günleri hatırladılar. Genç mühendis ona Fenerbahçe’nin son durumunu anlattı. 2 sezondur Galatasaray şampiyon oluyordu ama Wilhem Türkiye’den döndüğünden beri Fenerbahçe’nin kazanmadığı kupa kalmamıştı, ülkenin en çok şampiyonluk kazanan takımıydılar. Hem 4 sene önce dünya şampiyonunun şampiyonu Manchester City’yi de elemişti takım, herkes tekrar duymuştu adını. Cemil’in transferi de bitince takımı kimse tutamazdı.

    O sohbet belki orada bitti ama, genç mühendis o günü unutmadı. 1972 yılının sonlarına doğru izin için Türkiye’ye geldiğinde bir yolunu bulup, Fenerbahçe Kulübü’ne gitti. Lokalde karşısına çıkanlara Wilhelm Kohlhammer’den bahsetti. Onun için en azından bir rozet, fotoğraf, bayrak alıp götürmek istediğini anlattı.

    Fenerbahçe Bir Vefa Örneği Gösteriyor

    Kulüptekiler hemen ilgilendiler, istedikleri toparlanıp paketlendi, başkan Faruk Ilgaz’ın onayına kaldı. O anda o günlerde 27 yaşında olan genç gazeteciler Kemal Belgin ve Attila Gökçe tesadüfen duydular Wilhelm ismini. Haber Tercüman’ın spor birimine uçtu ve daha hediye paketi Heidelberg’e yola çıkmadan Tercüman Almanya Bürosu’ndan Doğan Pürsün ile Erol Aydın’ın otomobili Kohlhammer’in evinin önüne park etti. Wilhelm Kohlhammer yaklaşık 60 yıl sonra Tercüman’ın özel konuğu olarak Mithatpaşa Stadı’nda oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray maçını izlemek üzere İstanbul’a yola çıkıyordu.

    6 Eylül 1890’da doğan Wilhelm Kohlhammer’in İstanbul hikayesi 1912 yılının sonlarına doğru başladı. Heidelberg’de işler fena gitmiyordu aslında. 22 yaşındaki delikanlı SportClub Neuenheim 02 ile Alman Rugby Şampiyonluğunu kazanmıştı. 13-6’lık final maçının en önemli oyuncularındandı ve bugüne kadar 9 şampiyonluk kazanan kulübün bu ilk şampiyonluğunun unutulmaz oyuncularından biri olarak tarihe adını yazdırmıştı. Fakat elbette geçim derdi daha önemliydi. Deutsche Bank’ta iyi bir iş bulmuştu ve 1. Dünya Savası arifesinde İstanbul yollarına düştü.

    Henüz batının diğer başkentlerinde şubeleşmeye başlamadan Alman toprakları dışındaki ilk şubesini 1909 yılında İstanbul’da açan ve o günlerde İstanbul’da 250’ye yakın çalışanı olan Deutsche Bank, Osmanlı Devleti ve Alman İmparatorluğu arasındaki yakın ilişkiden faydalanıyordu. Pek çok projenin finansmanı, krediler hep bu bankadan geçiyordu. Genç Wilhelm yabancı diller sorumlusu olarak İstanbul’daydı.

    Deutsche Bank Kayıtlarında

    Deutsche Bank kayıtlarına göre ülkede bulunduğu yıllarda çeşitli terfiler alarak farklı görevler üstlenen Wilhelm, spor alışkanlığından da kopmak istemiyordu. Rugby’yi çok seviyordu ama o günlerde İstanbul’da bu sevgisine erişebileceği bir yapılanma yoktu. Hokeyde de durum farksız olunca ona futbol oynayıp oynamayacağı soruldu. Elini çabuk tutan kaptan Galip, bu dev adama Fenerbahçe formasını giydirdi.

    Eldeki kayıtlara göre Fenerbahçe tarihinin ilk yabancı teması olan Neozeland maçında ilk kez Fenerbahçe formasını giydi (23 Mart 1913). Sahaya 2-3-5 dizilişiyle yerleşmenin adetten olduğu yıllarda orta üçlünün ortasında yani merkez muavin olarak oynuyordu. Belki ilk maçta fark yaratamadı ama o günden sonra giderek güçlenen Fenerbahçe’nin en önemli oyuncularından birisi oldu. Fenerbahçe formasını giyen üçüncü yabancı olmasına rağmen kendisinden önceki isimlerle karşılaştırıldığında düzenlilik bakımından kulübün en eski yabancı oyuncusu olarak sayıldı.

    Kayıtlara göre Wilhelm Kohlhammer 1913-1916 yılları arasında 35 maça çıktı, 5 gol attı. Fenerbahçe’nin 1913/14 ve 1914/15 şampiyonluklarında önemli pay sahibi oldu. Ayrıca Fenerbahçe tarihinin ilk Galatasaray galibiyetinin de önemli oyuncularından biriydi. O maçtan önce oynanan 7 maçta rakibine gol bile atamayan Fenerbahçe, Hasan Kamil Sporel’in 3 ve Sait Selahaddin Cihanoğlu’nun golleriyle sahadan 4-2 galibiyetle ayrılıyordu.

    Fenerbahçe’nin Alman Tankı Wilhelm Kohlhammer

    İstanbul’da bilinen adıyla Wilhelm Efendi (kendisi ise bunu ‘Efendi Hammerle’ olarak hatırlıyor, ülkesinde verdiği röportajlarda böyle söylüyor), hayatından gayet memnundu. Ancak İstanbul ve dünyanın hali pek iç açıcı değildi. 1. Dünya Savaşı giderek şiddetleniyor ve İttifak Devletleri için işler iyi gitmiyordu. Deutsche Bank küçülüyor ve nihayetinde 1918 yılındaki işgalden sonra şube tamamen kapanıyordu.

    Kohlhammer, 1916 yılında orduya çağrıldı, teğmen olarak cephelerde yer aldı. Büyük kayıplarla sonuçlanan savaşın ardından ülkesine döndü ama futbol oynamadı, tekrar rugby’ye başladı ve SportClub Neuenheim 02 ile 1921 Alman Rugby şampiyonluğunu kazandı. Gençlik yıllarında hızlı bir hayat süren Kohlhammer, ‘Golden Twenties’ olarak adlandırılan 20’li yıllarda, bir ara Berlin’de güzel kızların uğrak noktası olan bir evde yaşadı. Heidelberg’de hokey kulübü kurdu, 58 yaşına kadar hokey oynadı.

    İşte böyle bir hikaye. 56 yıl sonra Wilhelm Efendi, İstanbul’a büyük bir heyecanla kavuşuyordu. Onun bıraktığı gibi değildi hiçbir şey elbette. Maçlar Papazın Çayırı’nda değil Mithatpaşa Stadı’ndaydı. Ve yıllar sonra bir Fenerbahçe-Galatasaray maçıyla aşkına kavuşuyordu. Üstelik transferi yılan hikayesine dönen Cemil Turan ilk kez Fenerbahçe forması giyecekti o gün. 45bin kişi vardı statta, en az 100 bin kişi de dışarda kalmıştı. Şaşırdı Wilhelm Efendi. O zamanlar da ilgi uyandırırdı Fenerbahçe-Galatasaray maçları ama bu bambaşkaydı. 1-1 bitti maç, Fenerbahçe hala liderdi.

    Büyük Kaptan Galip Kulaksızoğlu

    Ertesi gün ilk durağı Karacaahmet mezarlığı oldu. Kabirlerden birinin başında durdu, gözyaşlarını büyük kaptanı Galip Kulaksızoğlu için döktü. “O bizim kaptanımızdı, dayanamadım. Çocuklar gibi ağlıyorum işte. Kaptanımı bir kere daha – belki de son defa – selamlıyorum işte. Ruhu şad olsun kaptan!” sözleri döküldü dilinden.

    “O günlerde pür amatördük” diyordu Wilhelm Efendi. “Saçlarımızı değil, çilemizi uzatırdık takımımız için. Hatta evimizdeki halıları satıp masrafımızı karşıladığımız olurdu. Kamp yerimiz yoktu. Bir arkadaşın evinde pişen yemeği kaşıklardık ara sıra. Vapur parasını cebimizden toplardık. Formalarımızı kendimiz yamar, yıkardık. Kocakarı ilaçlarıyla tedavi ederdik sakatlığımızı. Ama yüreğimizdeki en büyük heyecan Fenerbahçe’ydi. Şu Galatasaray’ı yenmek için aylarca haftalarca sancılanmıştık ve yenmiştik!”.

    “Hala yaşıyor mu heyecan?” sorusuna “Yaşıyor. Hem de büyüyerek, hasretle yanarak yaşıyor. Heidelberg’e yolunuz düşerse, futbolu seven yaşlılar size, burada bir Fenerbahçeli yaşıyor derler. O benim işte. Fenerbahçeliliğimden hiçbir zaman kopmadım. Ve iki dünya savaşını yaşamış, esir kamplarında yıllarını eskitmiş bir Alman olarak, size sevinçle şunu söylüyorum: EN BÜYÜK GURURUM FENERBAHÇE’DİR!” diye cevap veriyordu.

    Galatasaray’ı Yenen Kadro

    Galatasaray’ı ilk kez yenen Fenerbahçe kadrosundan yaşayan 2 kişi kalmıştı kendisinden başka: Sait Selahattin Cihanoğlu ve Nüzhet Baba. Moda Burnu’ndaki Koço’da Sait Selahattin ile kucaklaştılar önce ve hasret giderdiler.

    Akşam ise sosyal lokalde şerefine bir yemek verildi. Kimler yoktu ki? İsmet Uluğ, Nedim Kaleci, Nüzhet Baba, Sait Selahattin Cihanoğlu, Mehmet Reşat, Cafer Çağatay, Kadri Celal Göktulga, Faruk Ilgaz, Rüştü Dağlaroğlu, Tevfik Taşçı, Eşref Aydın, Halit Çetinkaya, Emin Cankurtaran ve Didi! Uzun bir sohbet, bol bol kucaklaşma, göz yaşı, hatıralar. Şeref defterine atılan imzalar ve yakaya takılan altın rozet. Wilhelm Efendi, en büyük gururu Fenerbahçe’sine kavuşmuştu işte. Dostlarıyla beraberdi, gençliğini tekrar yaşıyordu sanki. Son olarak Didi’nin kulağına eğildi ve hayatının son yıllarında kendisine bir şampiyonluk hediye etmesini istedi.

    Mutlu anılarla şehrine döndü Wilhelm Kohlhammer. Fenerbahçe tarihinin ilk Alman oyuncusu, bu ziyaretten 2 yıl sonra 84 yaşında hayata gözlerini yumdu ama iyi haberi de çoktan almıştı. Didi verdiği sözü tutarak Fenerbahçe’yi şampiyon yapmıştı.

    Tuncay Yavuz / Fenerbahçe’nin Alman Tankı Wilhelm Kohlhammer

  • Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri

    Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri

    Tarihi bir belgeyi arşivden gün yüzüne çıkartarak, galiba bir ilke imza attık. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘nda (o dönem Union Club / İttihat Spor Sahası olarak bilinen) Fenerbahçe Stadı’nın tarihteki ilk belgeleri karşımıza çıktı. Sevgili Barış Kenaroğlu da hızla transkripsiyonu yapınca ortaya çok güzel bir iş meydana geldi…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Önce Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1957 tarihli “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi” kitabında “Fenerbahçe Stadı”nı nasıl anlattığına bakalım :

    Rüştü Dağlaroğlu diyor ki

    “Yurdumuzun ilk nizamî futbol sahası Fenerbahçe Stadı olup, 1908 yılında (Union Club) adı altında tesis olunmuştur. Fakat (Papazın Çayırı) ismiyle anılan bu sahada daha önceleri de maç yapılırdı. Hatta, lokal inşasından önce, takımlar çayırın karşısındaki Kambur Todori’nin kahveci dükkanında soyunup maça çıkarlardı.

    Papazın Çayırı’nın muntazam bir stat hüviyetine girmesi bir tesadüf eseridir. Şöyle ki; 1908 Temmuzunda, Şehremini Operatör Cemil (Topuzlu) Paşa, Hürriyet kahramanlarına yardım maksadile, Çiftehavuzlar’daki köşkünde bir gardenparti tertiplemiştir. Davetlilerden ve memleketimizde ilk futbol oynayan ailelerden Reji Whittall bahçede eski Bahriye Nazırlarından Arif Hikmet Paşa ile gezerlerken Cemil Paşa’ya şöyle hitap eder :

    – Paşa, çok şükür hürriyete kavuşuldu. Gençlik artık cemiyetler kurabilecek… Memlekette futbola alaka var. Bu spor, ırkın tekamülündeki rolü dolayısıyla, İngiltere’de milli hüviyetine bürünmüştür. Aynı hali Türkiye için de arzularım. Gençlerinizde istidat da büyük. Bu itibarla, şu muhitte bir stad yapalım. Hem fubolu halka sevdiririz; hem de bu işin müteşebbisleri olarak faydalanırız.

    Fikir muvafık karşılandı ve ertesi gün bu 3 zattan başka birkaç İngiliz, Fenerbahçe Kulübü reisi Nurizade Ziya (Songülen) ve İngiliz namile maruf Rıfat Bey’ler toplanıp bir karara vardılar.

    Cemil Paşa en münasip yer olarak, Yoğurtçu’da Hazine-i Hassa’ya ait çayırı görmüştü. Burası Başkatip Cevat Bey vasıtasıyla, maksat anlatılıp İkinci Abdülhamit’ten istendi”

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu, Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi, 1957

    İşte yukarıda gördükleriniz (en altta tam çeviri metinleri bulunan) bu “isteme” belgeleri…

    Özetleyecek olursak;

    İçlerinde ilk Fenerbahçe Başkanı Nurizade Ziya (Songülen) Bey’in de bulunduğu, Union Club yönetimi ile birlikte Cemil (Topuzlu) Paşa ve Mirliva Faik Bey, bir stadyum yapmak üzere Uzunçayır’daki araziyi istiyorlar. Ama saray, adı geçen yerin “halka mahsus” olması nedeniyle, bunun yerine 10-15 dönümlük “Fenerbahçe Stadı” arazisinin kiralanmasını uygun buluyor. Böylelikle Fenerbahçe’nin evi, Türkiye’nin en eski ve sürekli spor sahası, yani “evimiz” dünyaya gelmiş oluyor. Emeği geçenler nur içinde yatsın…


    Belgenin Transkripsiyonu

    Bab- Ali
    Sadaret-i Azamı
    Mektup Kalemi
    Adedi: 63

    Hazine-i Hassa-i Şahane-i Nezaret-i Celilesine
    Devletlu Efendim Hazretleri

    İttihad kulübü  ünvanıyla Kadıköy’ünde tesis edilen kulübe tahsisi ve tevdii hal-i pa-i hümayun-ı cenab-ı hilafetpenahiden istida olunan bazı arazi hakkında Operatör Müşir devletlu Cemil Paşa hazretleriyle Mirliva Faik Bey tarafından arz ve takdim kılınıp emr-ü ferman mülükane-i mabeyn hümayun baş kitabet-i alisinden irsal olunan arizanın sureti leffen savb-ı alilerine tesyar kılındı. Ariza-i mezkurede bahs olunan araziden Uzunçayır’ın umuma mahsus olması cihetle kulübe tahsisi haiz olamayıp ancak kulübe mahsus olmadan inşa olunacak bina için tasarruf edilen mahallin karşısında bulunan ve on on beş dönümden ibaret olduğu beyan edilen çayır yerinin hazine-i hassa-i şahanece kulüp idaresine icarı münasib görülmüş olmağla icarı icabına himmet buyurulması siyakında tezkere-i penaveri terkim olundu efendim.

    Fi 20 Şaban 1326 / 3 Eylül 1324
    Sadr-ı Azam
    Kamil


    Kadıköy’ünde tesis ve teşkil edilen Osmanlı İttihad kulübüne tahsisi istirham kılınan on on beş dönümlük çayırın mezkur kulübe icarı münasip görüldüğüne dair makam-ı sami-i sadaret-i azimeden varid olan iş bu tezkere ve merbutu bilmütalaa mahal-i mezkure ahiren istihsali olan irade-i seniye üzerine mezkur kulübe şerait-i mukarrara ile icar edildiğinden müstağni-i muamele bulunmakla hıfzı tezekkür kılınan / Fi 27 Teşrinisani 1324


  • Lili Nimet Selen

    Lili Nimet Selen

    Fenerbahçe Spor Kulübü, 8 Mart 2019 günü, tarihinin en güzel etkinliklerinden birini gerçekleştirdi. 1954 yılında Ayten Salih önderliğinde Türkiye’de kadın basketbol ve voleybol takımlarını kuran Fenerbahçeli sporcular 65 yıl sonra yeniden bir araya geldi ve Tarihe İz Bırakan Fenerbahçe Kadınlarıtemalı, duygu dolu bir organizasyon düzenlendi. Seçilen başlık gerçekten muhteşemdi. Tarihe iz bırakanlar… Fenerbahçe’de böyle kadınların sayısı gerçekten çok fazla. Bugün sizlere onlardan birini tanıtacağız. Nimet Selen, sporculuk günlerinde çağrıldığı adıyla : Lili Nimet Selen

    Lili

    Nilüfer Hızer Özgün hanımefendi (Rüştü Dağlaroğlu’nun kayıtlarına göre 33 maçta Fenerbahçe forması giyen ve 7 Temmuz 1940 tarihinde Beşiktaş’ı 5-2 yendiğimiz Millî Küme şampiyonluk maçında 5. golümüzü atan) eski futbolcumuz Faruk Hızer’in kızı… “Lili” Nimet Selen de, Nilüfer Hanım’ın teyzesi oluyor.

    Sağdaki haber 8 Temmuz 1940 tarihli Akşam gazetesinden…

    Nilüfer Hızer’in Anılarından

    Nilüfer Hanım, “Fenerbahçe Tarihi Kadroları” isimli Facebook grubunun kurucusu olan İzzet İsrael Benyakar ağabeyimize Nimet Selen ile ilgili şunları söylemişti.

    Nilüfer Hızer Özgün : Teyzem Fenerbahçe Kulübü’nün ilk kadın kürekçilerinden Lili. Aslında Nimet Selen ama kulüpteki kayıtlarda Lili olarak geçiyor. Anneannem İngiliz’di ve bu ad ile özdeş yaşadı ömrü boyunca. Biz ailece Fenerbahçe Kulübü’ndeniz. Rahmetli babacığım da eski Fenerbahçeli futbolculardan Faruk Hızer. Kendisini 14 yıl önce, 86 yaşında kaybettik. Ben de şu an Yüksek Divan Kurulu üyesiyim.

    Nilüfer Hanım’ın İzzet ağabey’e gönderdiği, en yukarıda gördüğünüz fotoğraf, 5 Ağustos 1927’de düzenlenen ve Mustafa Kemal Atatürk’ün de izlediği Moda Deniz Yarışları’ndan bir hatıra… Aşağıdaki gazete haberi ise bu yarışları anlatan Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfası. Üstteki resimde Mustafa Kemal Paşa’yı, İsmet Paşa’yı ve Kazım Paşa’yı müsabakaları izlerken, alttaki resimde de “Lili” Nimet Selen’i kazandığı birincilik ödülünü alırken görüyoruz.

    6 Ağustos 1927 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    Altın Rozet Sahibi

    “Lili” Nimet Selen’e, o tarihten tam 40 sene sonra, 1967’de bu defa Faruk Ilgaz başkanlığındaki Fenerbahçe Spor Kulübü’nün “En az 40 yıllık üyelere Altın Rozet hediye etme” töreninde rastladık. Detaylarını “şurada” okuyabileceğiniz törende Nimet Selen de söz alıyor ve “İzmit’ten kalkıp bu törene yetişmek için vasıta zor buldum. Amma işte bu mutlu saatleri yaşamak, bütün yorgunluğumu unutturdu” diyor. Şansımıza, haberi yayınlayan Fenerbahçe dergisindeki resimlerden biri de Nimet Selen’e ait…

    İzzet ağabeyimiz, fotoğrafı Nilüfer Hanım’a iletince şöyle bir yanıt ve iki tane çok değerli fotoğraf almış :

    Nilüfer Hızer Özgün : Evet, sevgili İzzet bey. Resimdeki Nimet Selen benim çok sevgili teyzem. Bu resim bizde bile yok. Kendisi uzun yıllar İzmit-Tütünçiftlikte, o zaman İpraş, sonradan Tüpraş’ta muhaberat müdürü ve şirketin tüm dış anlaşmalarını tercüme eden yeminli mütercimiydi. Sizin de tahmin edeceğiniz gibi, çok renkli ve çok yönlü bir insandı rahmetli. Ata biner, silah atar, kürek çekerdi. Bu arada, Çocuk Dostları Derneği’nin ilk kurucu üyelerindendi, rahmetli Süreyya Ağaoğlu ile birlikte… Ruhları şad olsun, çok kıymetli insanlardı. Size bir kez daha teşekkür ederim.

    Asıl biz size teşekkür ederiz, Nilüfer Hanım…
    Fenerbahçe’yi, tarihini ve o tarihi yaratan Lili gibi kahramanları seviyoruz.