Öz Fenerbahçe dergisinin fotoğraf albümü özelliğinden istifade ederek yazlık bir seriye başlıyoruz… Huzurlarınızda 1955 Fenerbahçe Hatıraları I. Keyifli seyirler…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu










Yeni yazarımız, kıymetli kardeşimiz Talha Enes Yüksek, 1935 yılında oynanan “Olaylı (!) Libertas Maçı” sürecini anlatan yazısıyla sitemizde… Keyifli okumalar…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Takvimler 12 Nisan 1935 tarihini gösterdiğinde, prestijli bir Viyana takımı olan Libertas, İstanbul’daki önemli takımlarla maç yapmak için, 48 saatlik yorucu bir tren yolculuğu ile Türkiye’ye geldi. Bu tip uluslararası maçlar, hem Türk futbolu için hem de spor kulüplerinin imajı ve maddi gelir açısından önemli etkinliklerin başında geliyordu.
Libertas takımı ilk maçını, daha geldiği gün, 12 Nisan 1935’te Galatasaray ile yapacaktı. Bu ilk maçta Türkler, Viyana takımının nasıl bir performans sergileyeceğini görme fırsatı elde edecekti. Libertas kendi liginde dördüncü sıradaydı. Türk takımları, Libertas ile yapacakları bu maçlarla birlikte kendilerini de uluslararası çapta kıyaslama ve değerlendirme fırsatı bulmuş olacaklardı.
Galatasaray ile Libertas arasında oynanan maç golsüz beraberlikle sonuçlandı.
Libertas, ikinci maçını Güneş Spor Kulübü ile 14 Nisan 1935 günü oynadı. Müsabakayı izleyen halk, heyecanlı bir mücadelenin keyfini yaşamıştı. Bol gollü geçen bu maç da 2-2 berabere neticelendi.

Viyana takımı Libertas’ın oynayacağı son maç Fenerbahçe’ye karşı idi. Ve ne yazık ki bu karşılaşma günü, Türk futbol sahalarının meşhur “İstenmeyen Olaylar” oyununa sahne olacaktı.
Libertas takımı, İstanbul’daki üçüncü ve sonuncu rakipleri olan Fenerbahçe’nin karşısına 19 Nisan 1935’te, Taksim Stadı’nda çıktı.
Fenerbahçe kadrosu: Bedi Yazıcı, Fazıl Arzık, Yaşar Alpaslan, Cevat Sayit, Ali Rıza Tansı, Esat Kaner, Niyazi Sel, Şaban Topkanlı, Namık Erbay, Şeref Görkey (Beşiktaş) ve Eşref Bilgiç’ten (Beşiktaş) oluşmaktaydı.
Maçı 2-1 Libertas kazandı.

Ancak asıl olaylar maçta değil maç sonunda ve ilerleyen süreçte gerçekleşti. Maçın haberini yapan bazı art niyetli gazeteler; siyasi gündemden yararlanamadıkları bu süreçte, kendilerini yükseltmek ve tiraj için bu maçı kullandılar.
“Cevat’ın Viyanalı bir futbolcuya tokat attığını ve taraftarın galeyana gelerek hakem ile Viyanalı oyunculara saldırıp dövdüğü…” iddia edildi. Hatta işi “Türk sporcuları ve taraftarlar, barbarlıkla yabancı ülke takımlarına karşı saldırı gerçekleştirdi” demeye kadar götürenler oldu.
Fakat olay asla böyle gerçekleşmemişti. İstanbul Zabıtası’nın resmî tahkikatına bakılacak olursa;
“Viyanalı oyunculardan Vita Hanri ve Ali Rıza çarpışıyor; hakem doğrudan müdahale edip olay çıkmasına müsaade etmemişti. Maçtan sonra her iki takım soyunma odasına doğru giderken yine Vita Hanri’nin, Ali Rıza’ya doğru bir gazoz şişesi fırlatıp çenesinden hafifçe yaraladığı iddia edilmiş, mamafih kolluk da olayın mahkemeye taşınmasına gerek olmadığına kanaat getirince, mesele kapanmıştı.”

Fakat gazeteler konuyu kapatmadı! Fenerbahçe Spor Kulübü’nün şahsında Türk Sporu, sporcusu, taraftarı ve Türk halkı hakkında tezvirat yapılıyordu.
Maçı canlı gözlerle izlemeyip, gazetelerden okuyan bazı yazarlar daha önce hiç görülmemiş derecede sert eleştiriler yaptılar. Bu durum tek başına bile Türk sporculuğu için önemli ve talihsiz bir gelişme iken bundan daha kötüsü Türkiye Futbol Federasyonu’nun kararıyla birlikte yaşandı.
Federasyon, nitelik bakımından hiçbir somut gerekçeye ve mantığa oturmayan bir karar alarak 3-5 Mayıs tarihlerinde Fenerbahçe ve Güneş takımlarının Olympiakos ile yapacakları maçları yasakladı. Bu durumu niteliksizlik olarak değerlendirmemizin ana nedeni, kararın resmî raporlar yerine art niyetli bir gazetede yayınlanan eleştiriler (!) üzerine alınmasıydı.
Federasyon, kararın ana fikrini “Maçlarda böyle çirkin hadiseler olacaksa hiç maç oynanmasın daha iyi!” şeklinde izah ediyordu. Fakat ortada büyütülecek bir şey yoktu!
Bununla birlikte Türk sporu için büyük bir imaj kaybı söz konusuydu. Bir kere Fenerbahçe ve Güneş Olympiakos ile bir sözleşme yapmışlardı. Bu sözleşme doğrultusunda, hangi takım maçı oynamaktan vazgeçerse o takım, diğerine 1.000 Lira ödeyecekti. Yani eğer Federasyon kararında ısrar ederse iki Türk takımı hem tanıtım ve para kazanma imkanından mahrum olacaklar, hem de para ödemek durumunda kalacaklardı.

Peki, bu kulüpler maçın iptali hakkında Olympiakos’a ne demeliydiler?
“Bizim ülkemizde gazeteler bazen böyle basit çıkarlar için ve kulüpçülük maksadıyla bazı yalanlar savururlar. Federasyon da resmî bilgileri dikkate almak yerine, bu gazetelere bakarak karar verir” mi?
Tabii olacak iş değildi!
Dolayısıyla bu maçlara müsaade etmek bir mecburiyet haline gelmişti. Türk kulüplerinin ve sporculuğunun terbiyesini göstermek ve haysiyetini kurtarmak meselesinin halli, yine sahaya çıkmaktan geçiyordu. Nitekim en sonunda Federasyon da hadisenin büyütülmüş olduğuna kanaat getirerek maçın oynanmasına izin verdi.
29 Nisan 1935 tarihinde akşam saatlerinde Federasyon Umumi İdaresi’nden, İstanbul Federasyonu’na gönderilen telgraf şu şekildeydi “Suçlu oyunculara Fenerbahçe tarafından ağır ceza verileceği anlaşılmış olup Olympiakos ile maç yapılmasına müsaade edilmesi kararlaştırılmıştır.”
Fenerbahçe, 3 Mayıs 1935 günü Olimpiakos karşısına çıktı ve Yunan kalecisinin kendi kalesine attığı gole “Büyük” Fikret Arıcan’ın iki golünün eklenmesiyle maçı 3-1 kazandı. Bu Fenerbahçe’nin ikinci Olimpiakos maçında, ikinci galibiyetiydi.
İlk maç bu tarihten 4 yıl önce, 22 Mayıs 1931 günü oynanmış ve Fenerbahçe “Yüzbaşı Hilmi Bey’in Yumruğu” ile damga vurduğu maçı Alaaddin Baydar’ın golüyle 1-0 kazanmıştı.
“Darısı 2024 Olimpiakos maçlarının başına…” diyelim.
Talha Enes Yüksek

Ağırlığı Selahattin Giz fotoğraflarından oluşan YKB arşivinde Fenerbahçe fotoğrafları birbirinden müthiş sahneleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu arşiv araştırması esnasında bizden yardımını esirgemeyen Ayhan Uçar ağabeyimize sonsuz teşekkür ediyor, kendisiyle beraber çalışan ve aynı derecede bize yardımı dokunan büyük Fenerbahçeli merhum Abdullah Gül ağabeyimizi de saygıyla anıyoruz.
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu








































Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm XI
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

Kaleci Bedii takıma yerleştiğinde Hüsamettin ve “Uzun” lakabı ile anılan Necdet aynı seviyede üç kalecimizdi. Tercih çok güçtü. Takımda oynamayan gücenir, burulurdu. Fakat zamanla bu iş de kendiliğinden halloldu.
Bir ecnebi maçı oynayacaktık. O gün kalede Bedii vardı. Ama kendisinin büyük mazereti olduğundan yerini Uzun Necdet’e bıraktı. Necdet de kadar güzel oynadı ki, maçı seyreden Sayın Orgeneral Fahrettin Altay maçtan sonra Necdet’i tebrik etmekten kendini alamadı. Bu başarı “Kazanan takım değişmez” kaidesine uygun olarak bir süre gitti…
Bütün üstün vasıflarına rağmen Bedii hastalanmış, ameliyat olmuş, daha sonra babasının ölümüyle takımdan uzak kalarak formdan düşmüştü. Böylece futbolu bırakmak zorunda kaldı. Esasen kendisi yüksek tahsilli bir gençti ve sigortacılık mesleğinde ilerleyerek umum müdürlük seviyesine erişti. Bu durumda futbol oynamıcıak onun için zaten çok zordu.
Zamanla Uzun Necdet de kulübümüzden ayrıldı. Biz yine fedakâr ve vefakâr kalecimiz Hüsamettin’e kalmıştık. Bu satırları yazarken Hüsamettin’in fedakârlığına değinmek isterim.
Beşiktaş’la bir şampiyonluk maçı için Kadıköy sahasında karşılaşacaktık. Siyah – Beyazlıların her şeyi sayılan Şeref Bey ölmüştü ve O’nun hatırasına saygı göstermemiz gerekiyordu. Maç başında yapılan bir dakikalık saygı seremonisinin bizim takıma hiç yaramadığı söylenebilir. Neşem yine kaçmıştı. Yapmamak olmazdı. Göğsümüze matem işareti olarak siyah kurdele taktık ve sahaya çıktık. Mağlubiyetimiz halinde Beşiktaş şampiyon olacaktı. Büyük bir mücadele oldu ve Beşiktaş çok baskılı oynadı. Biz beraberliği kurtarmak istiyorduk. O gün Beşiktaş’ın bütün akınlarını Hüsamettin fedakâr biçimde önlüyordu. Ancak maçın son dakikasında elinin parmağı kırılmaz mı? Ben yanına gittiğimde Beşiktaş kaptanı Hakkı’da oradaydı. Elinin orta parmağı ters dönmüştü. Onu düzelttiler ve Hüsamettin elini sardırmadan “Takımı kalecisiz bırakmam. Ben oynayacağım” diye tutturdu ve oynadı. Son dakikada Hakkı’nın gollük bir şutunu kurtardıktan sonra Hakkı bana dönerek, “Herif ölse bugün O’na gol atamayacağız” dedi. Oyun böylece berabere son buldu biz de şampiyon olduk. Hüsamettin’in buna benzer fedakârlıkları çoktur.
Bu arada emektar Lebib’i de unutmamak gerek. Bir maçta omuzu kırıldı. O da oyunun sonuna kadar devam etti. Bu gibi misaller her Fenerbahçeli sporcu için mümkündür. Sporcularımızın bu gibi fedakârlıkları daima yapacaklarından eminim…
Uzun yıllar Galatasaray’a yenilmiştik. Takımımız o sene büyük bir çalışma devresine girerek liglere hazırlanmıştı. O zaman lig ve şilt şampiyonlukları aynı yıl içinde yapılmaktaydı. Bu iki müsabaka için de Galatasaray’la mücadele ettik. Ligde hedefimize kavuşmuş ve Sarı – Kırmızılıları 3-2 yenmiştik.
Sıra şilt maçına gelmişti. Solaçık oynadığım için Galatasaray’da sağhaf oynayan Suphi Batur ile mücadele edecektik. Oyun büyük bir hız ve hırs içinde başladı. Galatasaray ligin rövanşını almak isterken biz yılın son meyvesini toplamak istiyorduk. Seyirciler Suphi Batur’a “Kuş” adını takmışlardı. Top bana gelince bir ağızdan “Kuş… Kuş…” diye bağırıyorlardı ve onu sinirlendiriyorlardı… Suphi Batur’un bu tezahürattan bana sert hareketler yapması da seslerin daha çok yükselmesine sebep oluyordu…
Zeki ikimizin arasına uzun bir top attı. Suphi Batur uzun bacaklarıyla yavaş, bense kısa bacaklarımla hızla koşarak topa yetişmeye çalıştık. Suphi ağabey benden önce yetişti ve topa dokundu. Kaleci Avni de topu almak için çıkmıştı. Falsolanan top Sarı – Kırmızılı filelere gitti. Gençliğimden olacak Suphi ağabeyin yanına yaklaştım, “Eh Suphi ağabey… Şimdi maçtan sonra Fenerbahçeliler seni omuzlarına alacaklar. Herhalde iyi bir şey…” dedim. Bana çok kızdı… Az sonra bir top sürüyordum… Bana bir çelme taktı… Durmadım ve sürmeğe devam ettim. Baktım oyuncularda hiçbir hareket yok… O zaman durdum ve hakem Hamdi Emin Bey’in bir düdük çaldığını işittim… Bana sahadan çıkmamı söylüyordu… Sebebini sordum, “Düdük çaldığım halde durmadın ve seyircileri tahrik ettin, çık dışarı…” dedi. Galatasaray’a da penaltı vermişti. Zeki Bey penaltıyı gole çevirdi maçı 3-1 kazandık fakat çok üzgün izledim maçı saha kenarından… Hamdi Emin Bey’in bu kararı maç yöneten hakemlere ve kendisine hücum eden futbolculara bir ders olmalıdır…
Ankara’da Ankaragücü ile bir deplasman maçı oynuyorduk. Maça yenik başlamıştık. Çok kötü bir futbol çıkarıyorduk. Devre arasında soyunma odasına geldiğimizde Zeki Bey çatık kaşlarla bütün futbolcuları haşlamaya başladı. Doğrusu ya ben üstüme almamıştım. Sonunda bana döndü ve “Sen ne biçim oynuyorsun? Biraz çalış ve doğru oyna…” dedi. Şaşırmıştım. Ona elimden geleni yaptığımı söyleyecek oldum… Bana ters ters bakarak, “Ben Fikret’ten Fikret gibi oyun beklerim… Fikret’i Fikret’le mukayese ederim. Kendine gel ve çalış…” dedi… Çok utanmıştım. Bu sözlerin ışığı altında sahaya çıktık ve ikinci yarıda fırtına gibi oynayarak maçı 4-1 aldık… Bu sözleri hiç unutmam ve her sporcunun kendisine düstur edinmesini isterim…
(DEVAM EDECEK)

Fotoğraf-1) Yabancı takımlardan biriyle yaptığımız maç öncesinde Hüsnü’lü Fenerbahçe takımı.
Fotoğraf-2) Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 1-0 yendiği ve şampiyon olduğu maçın devre arası. Soldan sağa: Nihat, Lütfü, Celal, Cevat, Zeki, Rasih, Fikret Arıcan, hakem Nuri Bosut, Şaban ve Tevfik.
Fotoğraf-3) Büyük yakınlık gördüğümüz Sovyetler Birliği’nde okuyan bir Türk talebesi ile çektirilen resim.

Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XX” : 1933 yılından geliyor.
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Yukarıdaki fotoğraf Fenerbahçe takımının bir İzmir dönüşü Sirkeci rıhtımında binlerce halk ve otuzu mütecaviz buketle ve muazzam tezahürat arasında karşılanışını görüyorsunuz… Bu fevkalâdelik neden mi? diyorsunuz!
Bakınız nasıl hak vereceksiniz. Sene 1933’tür. Fenerbahçe, futbolda hem birinci, hem ikinci ve hem de genç takımlarda hiç yenilmeden İstanbul şampiyonudur. Evet; 36 maçta hiç yenilmemiş ve (18) e karşı da (94) gol atmıştır. “Fenerbahçe Türk futbolunun Darülfünunudur!” darbımeseli bütün kudret ve ihtişamiyle dost ve düşmanlarca tasdik olunmaktadır.
Birinci takım Bursa’daki Türkiye şampiyonası grup birinciliğini 12-0 kazanmış, Ankara’ya gitmiştir. Orada Ankara ve Trabzon grupları şampiyonlarını 4-1 ve 3-0 yendikten sonra, Cumhuriyetin 10uncu yıldönümü şenlikleri arasında İzmir grup şampiyonuyla final oynamağa çıkmıştır. Bu maç (İzmirspor)un bir penaltıya itirazı ve halkın da etrafı açık sahaya dolması yüzünden yarım kaldı ve ihtilâf, uzun müzakerelerden sonra, şu neticeye bağlandı:
Maç beynelmilel bir ecnebi hakem idaresinde tekrarlanacaktır. Kur’a çekilecek, ya İzmir veya İstanbul’da oynanacaktır. Hasılat kur’ayı kazanan kulübündür.
Kur’ayı İzmirspor kazanınca müsabakanın 10 Kasım 1933 Cuma günü İzmir’de oynanması emrivaki oldu. İzmir’le Fenerbahçe arasındaki ezeli sevgiyi çekemeyen kundakçılara artık gün doğmuştu. (İzmir’e gelecek veya gidecek Fenerbahçe’nin göreceğinden) dem vurdular ve atıp savurmakta çok ileri gittiler. O kadar ki, hava yalnız İzmir’de değil, yurdun her tarafında elektriklendi ve 10 Kasım eşi görülmemiş bir merak ve heyecanla beklendi.
Fenerbahçe takımı, İzmir’e Ankara’dan dönen İzmirspor’la beraber aynı vapurla gitti. Fakat iki takım birbirlerine karşı tam bir soğuklukla meşbu idiler. Hatta İzmirliler Ankara’dan aynı trenle geldikleri Fenerbahçeli futbolculardan bir kısmının ceket, pardösü ve paltolarını gizli gizli trenin pencerelerinden atmışlardı.
Bu hava içinde İzmir’e kadar devam eden seyahatin son perdesi de çok enteresan sahnelerle dolu geçmişti. Rıhtıma çıkan Fenerbahçeliler sessizce, İzmir Palas oteli istikametini tutarlarken binlerce İzmirli kendi şampiyonlarını eller üstünde taşıyor, muazzam tezahürat yapılıyordu. (Fenerbahçe görecek! Yaşayın aslanlar, Cuma günü gösterin kendinizi şu İstanbullulara!) ses ve feryatları pasaport semtini inletiyordu.
İzmirli futbolcular Konak istikametinde taşınıyorlardı. Sanki 9 Eylül günü idi. Kafile Vilâyet konağı önünde durdu ve futbolcular birer birer içeri alındılar. İzmir Valisi merhum General Kâzım Dirik’in emriyle Vilâyet konağında müstesna bir merasim tertip edilmişti.
Filhakika; meşhur Rus Mareşali Voroşilof bir kaç gündür İzmir’de idi ve bir gün önce de kendisine büyük merasimle İzmir hemşeriliği unvanı tevcih olunmuştu. İzmirli futbolcular büyük salonda birer birer Mareşale takdim olundular. Voroşilof mütebessim bir çehre ile hepsinin ellerini sıktıktan sonra onlara Rusça olarak şöyle hitap etti:
“Hemşerisi bulunmakla övündüğüm güzel İzmir şehrinin şampiyon futbolcularını görüp tanımakla çok bahtiyarım… Genç arkadaşlar; sizleri Cuma günkü maçınızda da yeniden muzaffer olarak görmek benim için büyük şeref olacaktır. Bunu daha şimdiden yüzlerinizden, gözlerinizden okumaktayım. Kalbim sizinle beraberdir. Zafer de sizindir.”
İzmirli futbolcular bu sözleri hararetle ve alkışlarla karşılamışlar ve misafir Mareşal şerefine üç defa bağırmışlardı.
10 Kasım geldi. 2 hafta önceki Yunanistan – İtalya B milli maçını idare etmiş Viyanalı beynelmilel hakem Mitez de gelmişti. Fenerbahçe takımı, tarihi bir gün yaşayan Alsancak stadının o mahşeri kalabalığı arasından sessizlikler içinde sahaya çıktı. En koyu taraftarlar bile, yaratılan hava dolayısıyla, sevgi hislerini açığa vurmaktan çekinmişlerdi. İzmir şampiyonu ise sahaya çıkarken yer yerinden oynamıştı.
Hüsameddin, Yaşar, Fazıl, Cevat, Esat, Ziya, Niyazi, Muzaffer, Zeki, Şaban ve Fikret’ten mürekkep namağlup Fenerbahçe on biri bu maçı, tahminleri altüst eder bir netice ile, 3-0 kazandı ve girişinin tamamıyla aksine olarak, coşkun tezahürat arasında eller üstünde sahadan çıktı.
Bir cuşü huruş içinde ve dalga dalga insan yığınları üzerinde havalara kaldırılan 11 Sarı Lâcivert formalının bu tarihi manzarası Rus Mareşali Voroşilof’un da mahcubiyetini ilân ediyordu.
İzmir gazeteleri 11 Kasım 1933 Cumartesi günü Viyanalı hakemin şu beyanatını birinci sahifelerinde yazdılar:
“Fenerbahçe’nin fevkalâde güzel oyunu beni hayretler içinde bıraktı. Avrupa’da olsaydı Viyana, Peşte ve Roma gibi futbol merkezlerinin birinci profesyonel liglerinde ilk 5 takım arasında yer alırdı. Balkanların en teknik ve kuvvetli takımıdır. Maçlarını geçenlerde idare ettiğim Yunan milli ve İtalya B milli takımlarını kolaylıkla mağlup edebilir. Zeki Bey bizim milli santrforumuz Sideler’den çok üstündür”
İşte; gördüğünüz fotoğraf 1933 senesi Türkiye şampiyonluğunu bu şartlar içinde kazanmış Fenerbahçe takımını 13 Kasım Pazartesi günü saat 11 de, İzmir dönüşü Anafarta vapurundan indikten sonra, Sirkeci rıhtımında karşılanırken gösteriyor. Bu cidden tantanalı merasime şimdi (az bile!) diyorsunuz değil mi?
Resimde ön plânda kaptan Zeki (Sporel), Âdil Giray, Fazıl (Arzık), Şaban (Topkanlı), Hüsameddin (Böke), Fikret (Arıcan) ve yedeklerden Lebib, Namık, Yusuf ve o zaman denizcilik kaptanı bu satırların muharririni görüyorsunuz.
Şapkalılar arasındaki Aksaraylı Hafız Yaşar ve Ali San aramızdan ebediyen ayrılmışlardır.
Şurasını işaretlemek gerekir ki; bu maç İzmir’de 5400 lira gibi o zamanlar için kırılması senelerce mümkün olmamış rekor bir hasılat sallamıştı. İzmirspor kulübü bu para ile bir futbol sahasına yetecek kadar arsa satın aldı.
Kıymeti bugün bir milyon liradan fazla olan bu saha için İzmirsporlular (Allah Fenerbahçe’den razı olsun. Bize sekiz gol attı ama adını ebediyen hayırla yâda vesile olacak ve sırtımızı yere getirtmeyecek bir stat da kazandırdı!) demektedirler…
(Gelecek resim ve yazı; Fenerbahçe’nin tam 30 sene evvel yaptıkları ilk İzmir seyahatine aittir)
Rüştü Dağlaroğlu – 7 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

Fenerbahçe’nin otuzuncu yıl dönümü töreni 85 yıl önce bugün, 19 Haziran 1938 tarihinde yapıldı. Bu tören Ulu Önder Atatürk’ün sağlığında yapılan son kuruluş kutlamasıydı. Fenerbahçeliler onun duyabileceği şekilde son kez ant içtiler:
“Türkün Ulu Atası… Senin açtığın yolda, senin gösterdiğin yolda yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin cumhuriyeti kanımızla, canımızla koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu mertliği ile senin arkandan yürüyeceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz.”
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Fenerbahçe 2 – 0 Yunan Muhteliti
Muhtelit Takım: Ripa (Enosis), Gasparis (Enonis), Papadopulos (Enosis), Sirkos (Panathinaikos), Kondulis (Enosis), İpofandi (Panathinaikos), Miyakis (Panathinaikos) Maropulos (Enosis), Caneti (Enosis), Triandafilis(Panathinaikos), Hristodulo (Enosis).
Fenerbahçe: Hüsameddin Böke, Fazıl Arzık, Yaşar Alpaslan, Esad Kaner, Yorgo Angelidis, Mehmet Reşad Nayır, Fikret Arıcan, Şaban Topkanlı, Yaşar Yalçınpınar, Ali Rıza Tansı, Naci Bastoncu.
Hakem: Şazi Tezcan
Goller: Şaban Topkanlı (5′), Fikret Arıcan (25′)
Fenerbahçeliler, otuzuncu yıldönümlerini dün Kadıköyü’ndeki statlarında büyük bir merasimle kutlulamışlardır.
Saat 16’ya kadar devam eden mahşerî akın Fener stadını doldurmuştu. Merasimin başlamasına daha yarım saat varken stadda ufak bir yer kalmamıştı. Fenerbahçe stadındaki dünkü seyirci miktarı on iki bin olarak tahmin edilebilir.
Saat 16’da geçit resmi yapacak olan 120 genç, önde askeri bando olduğu halde sıra ile denizciler, atletler, birinci futbol takımı ve diğer futbol takımları stadın sol taraftaki kapısından stadı dolduran halkın sürekli alkışları arasında sahaya girdiler Bandonun arkasında iki gencin taşıdığı muazzam bir çelenk göze çarpıyordu. Kafile muntazam bir yürüyüşle ve on binlerce kişinin devamlı alkışları arasında stadda bir tur yaptıktan sonra sahanın ortasında dizildiler. Buraya konmuş olan kürsünün önünde kulübün müessis azaları toplanmışlardı.
Bandonun çaldığı İstiklâl marşını ayakta dinlerken direğe bayrak çekilmiş, Atatürk’ün büstüne çelenk konmuş ve merasime iştirak eden 120 genç ant içmiştir.
Bundan sonra Fenerbahçe müessis azalarından Galatasaray Lisesi jimnastik muallimi İbrahim Hakkı kürsüye çıkarak, Fenerbahçe’nin zaferle dolu otuz senelik mazisinden ve bu otuz sene zarfındaki muvaffakiyetli başarılarından bahsetmiş ve verimli başarının her sene daha vâsi bir mikyasta olacağını ilâve ettikten sonra Fenerlilerin bu büyük gününde bulunmalarından dolayı kulüp namına halka teşekkür etmiştir.
İki dakika sonra sahaya çıkan genç Fenerliler Sarı ve lacivert takım olarak iki takım halinde günün ilk müsabakasını yapmışlardır. Halkın büyük bir alâka ile takip ettiği bu maç 3 – 2 lacivert takımın galibiyetiyle sona ermiştir.
Saat 17.30’da evvela Yunanlılar sahaya çıktılar. Enosis – Panatitakos muhteliti olan bu takım yeşil fanilâ ve siyah pantolon giymişlerdi. Sahanın ortasına gelerek halkı selâmladılar ve şiddetle alkışlandılar. İki dakika sonra da Fenerbahçeliler halkın sürekli alkışları arasında gözüktüler ve onlar da halkı selâmladılar. Her iki takım arasında yapılan mutat merasim esnasında Güneş kulübü de otuzuncu yıldönümü münasebetiyle Fenerbahçelilere güzel bir çelenk verdi.7
Cumhuriyet Gazetesi
Fenerbahçe spor kulübü dün otuzuncu yaşını idrak etti. Otuz senelik spor hayatının hülâsasını ortaya koyan dünkü toplantı bu eski ve şerefli kulübün parlak mazisine yaraşan bir şekilde başladı ve öylece bitti… Müsabakalardan evvel yapılan merasime güzel bir geçit resmiyle başlandı.
Büyük bir Türk bayrağını taşıyan sporcuyu Fenerbahçe armasından yapılmış güzel bir çelenk ve onu sıra ile denizciler, atletler, birinci, ikinci, üçüncü futbol takımları takip etti.
Geçit resmine muntazam kıyafetleriyle 110 sporcu iştirak etti. Sahanın etrafında yapılan resmigeçidi, hep bir ağızdan söylenen İstiklâl Marşı ile bitirdiler.
Fenerbahçe idare hey’eti namına ortaya gelen Hikmet Üstündağ kısa fakat güzel yazılmış aşağıdaki nutku okudu:
“Büyük Önder: Senin açtığın yolda, senin göstereceğin yolda bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti canımızla, kanımızla koruyacağımızı Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu ile senin arkandan yürüyeceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza and içeriz” dedi.
Bu sözler pek çok alkışlandı.
İdare hey’etinden İbrahim Hakkı da kulübün otuz seneye varan spor hayatından ve parlak mazisinden uzun uzadıya bahsederek bu büyük bayrama iştirak eden halka ve Fenerbahçelilere kulübü namına teşekkür etti.
Bir gün evvel de yazdığımız gibi spor sahasında otuz sene dile kolaydır.
O günden bugüne kadar şerefli galibiyetler kazanan, zaferden zafere koşan memleketin en kıymetli bir kulübü olan Fenerbahçe’yi bu vesile ile bir kere daha tebrik etmeği bir vazife bildiğimizi burada kaydetmekten zevk duyarız!
Ömer Besim | Son Posta Gazetesi









Bugün İzmir’de Türkiye Kupası final maçına çıkacak olan Fenerbahçe, ilk Türkiye şampiyonluğunu, bundan 90 yıl önce yine İzmir’de kazanmıştı. 29 Ekim 1933 tarihinde oynanan ilk maç yarıda kalınca kura çekilmiş, maçın İzmir’de tekrar edilmesi karar altına alınmıştı.
Fenerbahçe İzmir’de rakibini 8-0 gibi müthiş bir skorla yenince, maçtan önce kendine güvenen İzmirlileri resmeden Vakit gazetesi yazarı çok keyifli bir metin kaleme almış. Keyifli okumalar…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Fenerbahçe’nin İzmirspor’u 8-0 gibi mühim bir farkla yenerek Türkiye şampiyonluğunu kazandığı malumdur. Dünkü posta ile gelen İzmir gazeteleri bütün Türkiye’nin sporcuları arasında hararetle karşılanan bu maç hakkında muhtelif hükümler veriyorlar. Fener’in çok yüksek bir maç yaptığını, her taraflarının bir saat gibi işlediğini, bununla beraber final maçları dünyanın her tarafında sinir ve asabiyet oyunu olarak gözüktüğünü, mukavemet gösteren ve asabına hakim olanın neticeyi kazandığını işaret ederek neticeyi gol farkı ile ölçmenin doğru olamayacağını işaret etmektedirler.
İzmir gazetelerinin umumiyetle tenkit ettikleri taraf İzmir kalesidir. Kalecinin ambale olduğunu ve takım kaptanının da kaleciyi çıkarmayarak bu vaziyette oyuna devam ettiği için idaresizlik göstermiş olduğunu söylüyorlar.
Bu arada “Yeni Asır” refikimiz de “Dünkü Maçın Komik Cephesi” başlığı altında ve “Laedri” imzasıyla bir yazı okuduk. Çok dikkate değer bulduğumuz için kısmen alıyoruz:
“Her iddialı maç, benim için Sorbon dersleri kadar enteresandır. Herkes maça, maçı seyretmek için gider. Ben ise maça gidenleri seyretmek için giderim. Amma diyeceksiniz ki sen orada ne görürsün?
Fenerbahçe-İzmirspor maçı çok iddialı bir şekil aldığından, iddialı maç haleti ruhiyesi İzmir’de de geçeceği aşikardı.
Hemen hazırlandım. Üç gün evvelinden beri her muhavereye kulak kabarttım. Gizli gizli notlar almaya başladım.
Notlardan birer parça yazıyorum:
Fener’i Ankara’da yenmiştik, çekemediler.
Hakemler hep onlardan taraf…
Sıfır üç… Sıfır beş muhakkak…
Yerli hakem kabul etmeyiz. Mutlaka tamamen bitaraf, Avrupalı olacak.
Hezimeti kahkahri olacak.
Aşağı yukarı, bütün İzmir’de hep bu iddia, bu kanaat kökleşmişti.
Maç günü not defterim cebimde mahsus iki saat evvel sahaya geldim. Her kalabalığın arasına sokulup konuşanlara kulak veriyor ve belli etmeksizin notlarımı alıyorum.
Gözüm önündekileri, kulaklarım arkasında ve yanımdakileri tetkik ediyor, Fener, Fener, nerede kaldın ey Fener, İzmirliler cömerttir, vereceğimiz goller çoktur, avuca sığmaz, çuval lazım Fener!
Biraz yan taraftan: Fener, Fener, senin mumun söndü Fener…
Biraz ileride: Fener, Fener boynun neden bükük Fener? Darbe ağır mı geldi Fener?
Fener, Fener, gözün neden yaşlı Fener? Canın mı sıkıldı zavallı Fener?
Fikret, Fikret çalım yapayım deme, bacağın burkulur Fikret… Yavrum Zeki sana ne oldu, hani senin şutların Zeki? Burası İzmir’dir Zeki?
Acıyorum şu Fener kalecisi olacak Hüsamettin’e. A birader düşün bir kere her tıkanacak golün günahı hep o zavallıya yüklenecek.
Yaşa… Vur! Acıma…
Bu sözler sarf olunurken sahada kimse vardı zannetmeyiniz. Bular meydanda fol yokken söyleniyordu. Düdük çaldı. Fenerliler arkasından İzmirliler çıktı. İzmirliler, daha gürbüz, daha iyi, beni de helecan sardı.
Hücumlar mütekabil… Arkamdan:
“Fener burada çalım geçmez, yaşa Çeko, Fikret kendine gel..”
Bir an bir şeyler oldu. Fikret yaradana sığınarak bir şut çekti. İzmirspor kalesinde top görüldü. Fener’in birinci golü…
Oyun kızıştı. Haydi Çeko, haydi İzmir, yaşa filan derken top Zeki’nin ayağına geldi. Bir şut daha. İkinci gol…
Zarar yok, zarar yok yeneceğiz, gayret çocuklar, yılmayın…
İkinci haftaym başladı. Eh, Fenerliler şimdi görürler. Yaşa Çeko, sür oğlum sür derken topu Fenerli muhacim İzmirlilerden kaptı, yıldırım süratiyle kaleye indi. Şut! Ah, ay, aay derken üçüncü gol!
“Ulan ne oluyoruz, iş fenalaşıyor, Zeki’yi tutun be… Niyazi’yi marke edin be…”
Tutuyorlar ama onlar topu Fikret’e veriyorlar, Fikret sürüyor…
“Ulan tutun şu mikrobu… Tutun… Derken Fikret bir şut çekiyor ve top dördüncü defa kaleye giriyor.
Arkamdan, yanımdan sesler:
“Kaleci mi bu? Defedin şunu yahu… Derken İzmirli bir oyuncu topu Fenerlilerden kapıyor fakat biraz tereddüt ediyor.
“Bekletme, bekletme” derken Fenerli kapıyor, sürüyor.
Bir gol daha…
“Ulan Fikret’e bak… Tavşan gibi, ateş gibi…”
Oyun bitmesine 3 dakika var… Arkamdan sesler:
“Yarabbi maçı İzmir’e kazandır!”
Başımı arkama çevirdim gülüyorlar. Yani Allah bile istese üç dakikada 8 golü geri çevirmeye imkan kalmadığını anlatmak istiyorlardı…
Önümde “Haydi gidelim canım, ben demedim mi? Fener’in karşısında İzmirspor’a adım atamaz. Ben demedim mi böyle kaleci ile maç olamaz?
Düdük çaldı. Oyun bitti. İzmir 8 gol yedi. Bir gol yapamadı.
Önüme baktım, yanıma baktım, arkama baktım. İzmirspor’da tenkit etmedikleri bir oyuncu bırakmayan bu adamlar, oyuna başlarken bu lafların tamamen aksini söyleyen adamların kendisiydi.
47inci defa aynı dersi tekrar öğrenmiş oluyordum.
Takdir ettiği zaman neyi takdir ettiğini bilmeyen, seçmeyen bir spor efkarı umumiyesine güvenenler, tenkit ettiği zaman neyi tenkit ettiğini bilmeyen aynı spor efkarı umumiyesi tarafından hep söyle terk edilirler.
İzmirspor kalesine 8 gol girmesini hazmedemeyen bu adamların kendi mantık ve muhakeme kalelerine bir buçuk saat zarfında 80 tane (tezat) golü girdiğini düşünürlerse biraz mahcup olmaları lazım gelir.
İzmirspor çok çalıştı; fakat Fener kahir bir galibiyet kazandı. Olabilir ya… Bunda kızacak bir şey yoktu.
İzmirsporlu çocuklar, beni dinleyiniz. Siz İzmir’i Türk sporunda ikincilik gibi çok şanlı bir mevkie çıkarırken, dün sizleri haksız itham edenler bulundu. İşte spor efkarı umumiyesi her zaman budur. Ve spor, Fener’in önünde değil, yirmi dakikada kırk defa mantık değiştiren böyle “dönek” fikirliler önünde meyus olmamayı öğreten mümaresenin kendisidir”
14 Kasım 1933 – Vakit

19 Mayıs’ın sabit olarak kutlanmaya başladığı 1936 yılından hemen önce, 1935 senesinde Fenerbahçe Stadı’nda bir “Atatürk Günü” düzenlendi. Sizleri o günün gazetelere yansıyan detaylarıyla baş başa bırakıyoruz.
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Tek bir kalp, bir arzu ve ayni gayeyi güden binlerce halk, onun ateşin çocukları ve İstanbulun tanınmış klüpleri, dün Fenerbahçe stadında canımızdan çok sevdiğimiz Atatürk’e şükran borçlarını ödemek, minnetlerini sunmak içint sportmen varlıklarını müsabakaların sonuna kadar ciddi bir intizam dahilinde gösterdiler.
Saat 2,5 tan itibaren başlıyan (merasim) sonuna kadar bize ne tatlı halecanlar, ve unutulmaz hatıralar bıraktı. Tertemiz spor formalariyle Atatürk heykeli önünden büyük bir vecidle geçen ve kalbi neş’e, sıhhat ve iman dolu gençliğin duyduğu süruru biz de onlar kadar dışardan hissettik.
Seneler var ki Türk sporculuk hayatı, tarihi bu kadar kalabalık bir halk kitlesi önünde müsabaka yapmamıştır.
Bahtiyar çocuklar, bu kadar azameti yaratan, hepimizi daima iyiliğe büyüklüğe götüren Büyük Önderimiz şerefine yaptığımız bu neş’eli günü her sene daha büyülterek, spor varlığımızı da arttırmak suretiyle daha semeredar kılmağı borç bilmeliyiz.
Binlerce ana, baba, kardeş ve vatandaş önünde içtiğimiz andı unutmaz ve varlığınızı yükseltmeğe çalışırsanız, kendinize daha büyük spor, sahaları, daha zengin spor bayrakları ve memlekete daha gürbüz nesil hazırlamış olursunuz.
Karakaş’ın bize hazırladığı yeni cirid rekorunu memnuniyetle dinlerken Beşiktaş-Güneş ve Fener-Galatasaray muhtelitleri sahada yer aldılar.
Maç kaydettiğim şahıslar üzerinde temerküz etmiyecek çünkü son devreleri hariç çoktandır seyrettiğimiz maçlar içinde bu kadar zevkli maç firsatı bulamam korkusuyle kâfi not tutamadım.
Dünkü maçta sevindiğim en mühim nokta bizde acaba millî takım için elimizde iyi unsur var mı? Gibi tereddütlerim kısmen zail olmuştur.
Çünkü dünkü maçta 7-8 gencin bu mevkie tamamen lâyık olduklarını gösterdikleri temiz ve kombine oyun, ayak hâkimiyetleri, kafa vuruşları, yer tutmaları biribiriyle çok iyi anlaşabilmeleri ispate etmiştir.
Dünkü maç yerden oynanan, pası çok, ruhlu, kombine bir oyundu. İlk devrelerde biribiriyle çok iyi anlaşan Fener-Galatasaray kombinezonu ile devre sonuna doğru gittikçe açılan ve Fener-Galatasaray muhtelitini mağlup vaziyete getirecek kadar iyi oynayan Beşiktaş Güneş kombinezonu bize çok iyi oyunlar çıkardılar.
Hasret kaldığımız kaleye atılan şütler, kısa paslarla ilerlemeler, kendini yormadan seri oyun temini dün çok iyiydi.
İstemiyerek kapıldığımız sert oyunlardan ayrı bir, dışarı atmadan saha dahiline topu çevirmeğe çalışırsak, ve şahsi oyunlardan biraz tevakki edersek maç kabiliyetimiz bir kat daha artar. Başta Beşiktaş-Güneş muhtelitinde Mehmed Ali, Faruk, Feyzi, Nuri, Rasih, Hakkı Şeref ve Fener-Galatasarayda Bedii, Esat, Reşat, Necdet, Münevver, Fikret, Danyal, Şaban olmak üzere hepsi bize çok güzel bir maç seyrettirdiler.
En güzeli ortadaki bütün suitefehhümleri atan ve kur’a neticesi Fener renkleriyle çıkan Galatasaraylı kardeşlerimizin sportmence hareketleri, ve şahsi olmıyan çok temiz oyun sistemleri bu iki büyük rakibin istedikleri zaman ne kadar müttehid hareket edebileceklerini dün ne iyi ispat etmiş oldu… Onları can ve gönülden tebrik etmeği vazife bilirken karşı tarafı, sanki tek bir klüp oyuncuları gibi oynıyan ve yerlerine hepsi ne kadar alışmış hissini veren kombine oyunu zikretmeden geçemiyeceğim.
Sporcuların Atatürk gününü lâyık olduğu şerefli bir şekilde bitirmeleri bizler için sevinilecek ve iftihar edilecek bir meseledir.
25 Mayıs 1935 – Haber: Akşam Postası (A.Cafer)