Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VIII”
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
NE UCUZ, NE UCUZ! [1]
Dünkü gazetelerin birinde “İzmir”den gelmiş bir haber vardı. Bu havadisi kısmen alıyorum: “İzmir’in banyo ihtiyacatı artık izale edilmiş demektir. Hilaliahmer Çeşme’de 14.000 lira sarfıyla İstanbul’da olduğu gibi gayet asri ve muntazam bir banyo yeri yapmaya muvaffak oldu.
İzmir bir banyoya, hatta İstanbul’dakinden daha iyi bir banyoya kavuşmuştur. Fakat İzmir’den banyoya azimet avdet otomobil 40 lira, orada bir gecelik otel 5 lira, yemek içmek mesarifi de en aşağı 10 lira, mayo ve saire kirasından başka kamaranın bir saati bir lira… Velhasıl 100 lirayı cebe koymadan buraya gidilmeyeceği apaşikar… Bu hale nazaran banyonun yalnız zenginler ve Çeşme için açıldığına kaniyim.”
Bu satırları okuduktan sonra, evvela, İstanbul’un gayet asri ve muntazam banyo yerinin nerede olduğunu düşündüm, düşündüm, bir türlü bulamadım. Anlaşılan bu haberi yazan arkadaş ya İstanbul’u yahut da asri deniz banyolarını görmemiş!
İstanbul’un deniz banyoları asri değil kurunu vustaidir.
Çeşme’deki banyolara gelince, geçenlerde İzmir’de bulunduğumuz askeri otelin sahibi aynı zamanda Çeşme’nin en güzel otelini de idare ediyordu. Bana Çeşme’ye gitmemi tavsiye etti. Otomobilden başka nakil vasıtası yoktu. Otomobiller ise 45-50 lira istiyorlardı. Onun içindir ki Çeşme’ye ancak otomobil sahipleri veya Tayyare piyangosunun büyük ikramiyesi çıkanlar gidebilirdi; tabii ben gidemedim.
Baksanıza bir banyo, 100 liraya patlıyormuş! Adeta bazı Amerikalı delişmen milyarderlerin yaptıkları şampanya banyoları kadar ucuz!
İzmir’in gayretli valisi, Çeşme’ye vapur işletmek imkânını bulamadıkça bu asri banyolara ancak milyonerler gidebilir; hem de her milyoner değil, hovarda milyonerler!
SON MAÇIN TENKİTLERİNE DAİR [2]
Galatasaray-EnnadiilEhli müsabakasının hakemi Burhanettin Bey bazı tenkidata maruz kalmıştı. Bunun üzerine evvelki gün bir yazı yazmış, bu yazısından kendini müdafaa için biraz çapraşık ve dolaşık bir yol tutmuş, kendi hataları hakkındaki yazılar, hep Galatasaray kalemlerinden çıkmış addediyor. Burhanettin Bey’i tenkit edenlerden biri de benim ve Galatasaraylı değilim.
Abidin Daver Bey’in Galatasaraylı olması “Cumhuriyet” gazetesinde çıkan her yazının onun tarafından yazılmış veya yazdırılmış olmasını mı icap ettirir?
Gerek Burhanettin Bey’in hakemliğini tenkit eden yazılar, gerek Fenerli oyuncular hakkındaki mütalaalar benimdir. Abidin Daver Bey, bana şöyle yaz diye bir tek kelime söylememiş, yazısında kendini müdafaa için biraz dürü sıfatıyla, son maçın gazetede çıkan “Olimpiyat mağlubiyetinin acısını çıkardık” şeklindeki dört kelimenin serlevhasını telefonla yazdırmıştır.
Ondan öteki bütün mütalaat, yanlış doğru, benim fikrimdir. Ben, icap ettiği zaman Galatasaray’ı da defaatle tenkit ettim. Abidin Daver Bey sesini bile çıkarmadı. Esasen, elinde kalemi olduğuna göre, canı istediğini de yazmasına mani yoktur.
Burhanettin Bey ihtiyarı zahmet buyurup sorsaydı o yazıların hepsini benim yazdığımı öğrenirdi. Galatasaray ve Galatasaray rüesası hakkında yazdıklarına cevap vermek benim salahiyetim dâhilinde değildir.
BEYKOZ KAYIK YARIŞLARI ÇOK RAĞBET GÖRDÜ [3]
Denizcilik heyeti tarafından tertip ve gazetemiz tarafından himaye edilen Beykoz deniz yarışları dün muntazam bir surette yapılmıştır.
Müsabakalar hakkındaki tafsilatı yarınki nüshamızda yazacağız. Bugün yalnız müsabaların neticelerini bildiriyoruz:
- İki çifte hanımlar: Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
- Tek çifte müptedilerde Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
- İki çifte müptedilerde Beykoz birinci, Galatasaray ikinci, Ortaköy üçüncü.
- Üç çifte müptedilerde Beykoz birinci, Galatasaray ikinci, Ortaköy üçüncü
- Tek çifte hanımlar müsabakasında Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
- Üç çifte kıdemlilerde Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
- Tek çifte kıdemlilerde Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
- İki çifte dirseklide Beykoz birinci, Galatasaray ikinci.
- İki çifte kıdemlilerde Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
- Üç çifte hanımlar koşusunda Beykoz birinci, Galatasaray ikinci gelmiştir.
Bu müsabakalardan sonra yapılan 100 ve 800 yarda yüzme yarışlarında ve 4×50 bayrak yarışlarını Galatasaraylılar kazanmıştır.
Yarışların hitamından sonra geçit resmi yapılmış, bu suretle yarışlara hitam verilmiştir.
Müsabakaların heyeti umumiyesinde Galatasaray 57 puanla birinci, Beykoz 47 puanla ikinci gelmiş, Ortaköy 3 puan almış, Altınordu, Fenerbahçe, Beylerbeyi, Üsküdar kulüpleri de yarışlara iştirak etmemişlerdir.
ÇENE YARIŞI [4]
Cuma günü İstanbul’da at yarışı, deniz yarışı ve bu arada bir de çene yarışı yapıldı. Bu çene yarışı Beykoz’daki deniz yarışlarının perde aralarında ve hakem dubası ittihaz edilen bir Alman devri âlem seyyahının kotrasında yapılıyordu. Yarışa iştirak edenler, bir tarafta herhangi bir yarışı kaybedenler, diğer tarafta o yarışı kazananlar ve nihayet aziz dostumuz Şeref Bey idi.
Denizdeki yarışı kazanamayanların bir itiraz hamlesiyle başlayan bu çene yarışlarının hepsini bihakkın Şeref Bey kazandı. Ez canü dil tebrik ederiz.
Beykoz deniz yarışlarında Beykoz denizcilerini çok takdir ettim. Sadi ve güzide karikatürcümüz Cem Beylerin himmetleriyle bu denizciler, Cuma günü büyük bir varlık gösterdiler. “Cem”in kerimelerinden mürekkep üç çifte hanımlar takımı, Galatasaraylı rakiplerini geçmek için bir erkek kuvvetiyle kürek çektiler. Böyle erkek gibi kürek çekmelerine rağmen hanımlıklarını da unutmamışlar, sarı süslerle işlenmiş siyah kadife cepkenleriyle Boğaziçi’nin devri ihtişamını canlandıran güzel ve süslü bir kürek takımı teşkil etmişlerdi. Başta zarif hanımları olmak üzere çalışan Beykozluları tebrik ederim.
GAZİMİZ YARIN GELİYOR [5]
Ankara, 4 (Telefonla) – Reisicumhur hazretlerinin yarın akşam (bugün) seyahate çıkacakları tahakkuk etti. Gazi Hazretleri Salı günü öğleden evvel Haydarpaşa’ya vasıl olacaklar ve oradan yatla Dolmabahçe’ye gideceklerdir.
Müşarünileyhe mahsus vagon Ankara istasyonuna gelmiştir.
Gazi Hazretlerinin İstanbul’da bir müddet istirahatten sonra civar vilayata seyahat buyurmaları muhtemeldir.
İstikbal Programı: Reisicumhur hazretlerinin şehrimizi şereflendireceklerine, 24 saat kaldı. Büyük halaskar, yarın tam saat 11’de hususi trenle Haydarpaşa’ya muvasalat buyuracaklardır. Gazi hazretlerinin istikballerine ait hazırlıklar ikmal edilmiştir. İstikbal programı, hazırlanmış ve Vali Bey ile Kolordu kumandanı Şükrü Naili Paşa, Merkez Kumandanı, Şehremini muavini ve Polis müdüründen mürekkep teşrifat komisyonunca dün bir daha tetkik edilerek kesbi katiyet etmiştir. Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından Cevdet Kerim Bey teşrifata memur edilmiştir.
Bu akşam İzmit’e bahren bir istikbal heyeti gidiyor: Programa nazaran ve teşrifat talimatnamesi mucibince, bu akşam saat 18’de Vali Muhittin Bey ile Kolordu kumandanı Şükrü Naili ve Cumhuriyet Halk Fırkası müfettişi Hakkı Şinasi Paşa’lardan mürekkep istikbal heyeti, Seyrisefain idaresinin tahsis edeceği vapurla İzmit’e gideceklerdir. Seyrisefain Umum müdürü Sadullah Bey de bu vapurla İzmit’e gidecektir. Büyük Millet Meclisi reisi Kazım ve Başvekil İsmet Paşa’lar hazretlerinin de aynı vapurla büyük Gazi’yi istikbal için İzmit’e teşrifleri kuvvetle muhtemeldir. İstikbal heyeti, İzmit’te Gazi Hazretlerinin bulundukları trene rakip olacaklardır.
Haydarpaşa’da yapılacak istikbal merasimi: Hususi tren saat tam 11’de Haydarpaşa istasyonuna vasıl olacaktır. İstanbul mebusları, Vilayet, Emanet ve diğer devair erkânı Haydarpaşa istasyonunda Gazi hazretlerini istikbal edeceklerdir. İstikbal merasiminde bulunacak zevata, dün şehremanetince davetiyeler gönderilmiştir. Bu davetiyelerde, meduvinin, Gazi hazretlerini istikbal için gazetelerle ilan edilecek gün ve saatte Haydarpaşa’da bulunmaları temenni edilmektedir.
Haydarpaşa’dan Dolmabahçe sarayına: Ayrıca bir heyet de Dolmabahçe sarayının rıhtımında Gazi hazretlerini istikbal edecektir. Reisicumhur hazretleri Haydarpaşa’dan yatla Dolmabahçe’yi teşrif ederken limandaki vapurlar düdük çalarak kendilerini selamlayacaklardır. Dolmabahçe sarayında resmikabul yapılıp yapılmaması Gazi hazretlerinin arzularına tabidir.
Cumhuriyet Halk Fırkasında dünkü içtima: Dün Cumhuriyet Halk Fırkası müfettişi Hakkı Şinasi Paşa’nın nezdinde, fırkanın kaza reisleri toplanarak, Reisicumhur hazretlerinin istikballerine ait tertibat etrafında görüşmüşlerdir.Bütün mebuslar, Cumhuriyet Halk Fırkası müfettişliğinde toplanacaklar ve istikbal merasiminde nerelerde bulunacaklarını tespit edeceklerdir.
Gazi Hazretlerine kimler refakat ediyor? Reisicumhur hazretlerinin refakatlerinde Kâtibi Umumileri Tevfik, Kılıç Ali, Recep Zühtü, Nuri Bey’lerin bulundukları anlaşılmıştır. Cumhuriyet Halk Fırkası Kâtibi Umumisi Saffet Bey’in de Gazi hazretlerine refakat etmeleri muhtemeldir.Reisicumhur hazretlerinin şehrimizde bulunacakları müddet için Cumhuriyet Halk Fırkası kâtibi umumilik bürosunun da İstanbul’a nakli ihtimali vardır.Gazi hazretleri teşrifleri münasebetiyle neşrin sarfı masraf ihtiyar etmemesi arzusunu izhar buyurmuşlardır. Bu itibarla şehrin muhtelif mahallerinde müteaddit taklar inşası arzusu etrafında henüz kati bir karar verilmemiştir.
Muhafız kıtaatı ve Riyaseticumhur orkestrası da geldiler: Riyaseticumhur muhafız taburundan piyade ve süvari bir kısım asker ve Riyaseticumhur orkestrası, dün şehrimize gelmişlerdir. Muhafız kıtaatı, başlarında çelik miğferler olduğu halde, araba vapuru ile İstanbul’a geçerek Dolmabahçe’ye gitmişlerdir. Muhafız taburu kumandanı İsmail Hakkı Bey’in de bugün şehrimize gelmesi beklenmektedir.
Son hazırlıklar da ikmal edildi: Milli saraylar idaresi tarafından Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında yapılan istihzarat da ikmal edilmiştir.Ayrıca Üçüncü Kolordu ve Merkez Kumandanlığı da istikbal hazırlıklarında bulunmaktadırlar.
Söğütlü ve Ertuğrul bugün Haliç’ten Çıkacaklar: Söğütlü ve Ertuğrul yatları bugün Haliç’ten çıkacaklardır. Liman idaresi de Gazi hazretlerinin denizden istikballeri için lazım gelen tertibatı almıştır. Bu tertibat geçen sene yapılan tertibatın aynıdır. Gazi hazretlerinin teşriflerinde limanda intizamın temini için vapurlar ve vesait münasip yerlerde ahzı mevki edeceklerdir.
FENERBAHÇE – RUMLAR [6]
Altay takımıyla yapılacak maça hazırlanan Fenerbahçe takımı Rum muhteliti ile bir maç yapmış ve eksik bir kadro ile sahaya çıkmasına rağmen 6-3 galip gelmişlerdir.
DENİZ YARIŞLARINDA [7]
Sporcularımızın hususiyetini bilen bir arkadaş anlattı: “Beykoz kayık yarışlarında hakem heyetinin bulunduğu teknedeyim; hakem beylerden ekserisini teknenin hafif sallantısı rahatsız etti, hepsinde renk limon gibiydi. Yalnız bir tanesi (ki Bahriyeli idi) diğerleriyle alay ediyor ve muttasıl gülerek ‘Nasıl? Futbol hakemliğine benziyor mu?’ diyordu.
Derken bu zatta da mide bulantısı alaimi görülmez mi? Dayanamadım, sordum ‘Lakin Beyim, haydi berikiler suyu bardakta gören takımındadır, ya siz?’
Geğirerek cevap verdi: ‘Azizim, ben denizin üstüne değil, altına alışığım, tahtelbahirciyim’ dedi.
Sonradan haber aldım, biçare çocukların hakemlik edeceğiz diye bozdukları mideleri hala düzelmemiş.
DÜN, GELİRKEN… [8]
Daha tan yeri ağarırken, İzmit tepeleri, uzaktan gelen köylülerle dolmaya başladı. Sabahın ilk ışıkları içinde, bunlar, her sınıf halkın vücuda getirdiği kalabalık, renkli, çok canlı bir tablo gibi idi. Ufuk üzerine böyle irtisam etmişlerdi. Gözleri, sabit bakışlarla, ta ileride kaybolan demir yollarına takılmış, kulakları seste, setlere sıralanmış, ağaçlara tırmanmış, bekliyorlardı. Üç sene evvel İstanbul’a gelmek üzere İzmit’ten geçeceği günü nasıl bekliyorlar idiyse, aynı heyecan ile yene onu bekliyorlardı.
Yediyi birkaç dakika geçe, bir düdük sesi duyuldu.
Yukarıki tepeleri dolduran kadın ve erkek kalabalığının, rüzgâra tutulmuş güzel bir tarla gibi, bir an, dalgalandığını gördüm. Koyu yeşil defnelerle süslenmiş bir lokomotif, arkasında birçok vagonlar ve en geride Reisicumhurun bulundukları salon geliyordu. Salonun perdeleri inikti ve terasasında kimse yoktu. İşte bu esnada halkın ani ve müşterek haletiruhiyesini gösteren çok sessiz, fakat çok şayanı dikkat bir hadise oldu. Fecirden beri onu bekleyen yüzlerce insan, tren istasyonda durup, perdeleri inik pencerelerden Reisicumhur hazretlerinin henüz uyanmamış olduklarını anlayınca, en küçük bir gürültü yapmaktan ihtiraz eder gibi, sessiz durdu.
Bu hal bana o kesif insan saflarının koparmaya hazırlandığı alkış tufanından daha güzel, daha büyük göründü. Kimse, uyanmasın ve rahatsız olmasın diye, ani, müşterek bir sevki tabii ile ses çıkarmamaya dikkat ediyordu.
Reisicumhur hazretleri Derince’de uyandılar. İzmit’ten itibaren, yolun iki tarafı, istasyonlara uzak noktalarda bile, köylülerle dolu idi. Onu görmeden, fakat trenin her halde içinde ve bir tarafında olduğunu bilerek, candan kopan sayhalarla bağırıyorlar, ellerini çırpıyorlardı. Yüksek bir şanü şerefin ve hudutsuz bir “prestige”in her zaman ve mekânda akseden bu ulvi tecellileri kadar feyyaz bir manevi kudret menbaı daha tasavvur olunamaz.
Pencerenin kenarında bu tezahürleri görüp gözleri yaşaran bir arkadaş, ben sormadan, aynı zamanda bu umumi muhabbetin sırlarından ve kaynaklarından birini de anlatan şu hadiseyi nakletti:
“Dün akşam Ahimesut’ta Gazi, trenden inerek köylülere ihtiyaçlarını sordu. Köylü ile öyle alakadar ki hepsinin gözlerinde hürmet, merbutiyet, Türk’ün nefsini kendisinin iyiliğine vakfetmiş insanlara karşı duyduğu bütün şükran ve minnet hisleri parlıyordu.”
“Polatlı’da çiftçilerin ihtiyaçlarının ikmal edilmesini emrettiler. Eskişehir’de temyiz azası ile halkla görüştüler ve herkesi coşturan, vecize ile dolu, çok güzel bir hitabe irat ettiler.”
Bu iki küçük fıkra halkın onu niçin bu kadar sevdiğinin sayısız sebeplerinden yalnız birini nakletmektedir.
Reisicumhur hazretleri Eskişehir’den Tuzla’ya kadar istasyonlarda inmediler. Tuzla’da, arkalarında açık renk bir yazlık elbise, gümüşü benekli, güzel bir boyunbağı takmışlar, saçları güneşin ışıkları gibi pırıl pırıl, sıhhatli, mütebessim, mültefit bir çehre ile istasyona indiler. Her biri bir dağ parçası gibi duran askerin önünden geçerek “Merhaba askerler, nasılsınız, iyi misiniz?” iltifatında bulundular.
Hepsinin bağrından kopan bir ses “Var ol!” diye bağırarak halkın en büyük ve umumi temennisine tercüman oluyordu.
Gazi hazretleri, askeri teftişten sonra, orada bulunan küçük mektep çocuklarından birinin önünde durdu ve çocuğa ismini sordu. “Mustafa” olduğunu öğrenince “Benim ismim!” iltifatında bulundu.
Çocuğu severken, bir anda, küçüğün sevinçten adeta yüzü değişiyor gibi oldu.
Tren Tuzla’dan hareket ettikten biraz sonra salonu teşrif buyurdular ve Tuzla’da kendilerini karşılayan Vali Muhiddin Bey, Şükrü Naili Paşa ve Hakkı Şinasi Paşa ile Moskova sefirimiz Hüseyin Ragıp Bey’i salonlarına kabul buyurdular. Vali Muhiddin Bey, şehir halkının tazimlerini ve meserretini arz etti. Reisicumhur hazretleri teşekkür ettiler ve heyete hitaben, gülerek dediler ki: “Nihayet bizi İstanbul’a getirdiniz!”
Ve müteakiben, lütfen bana tevcihi hitap ederek, İkdam için şevk ve kuvvet menbaı ve edebi bir fahrolan yüksek iltifatlarını diriğ buyurmadılar.
Tren Pendik’te durunca, İsmet Paşa hazretleri, Kazım Paşa hazretleri, Reisicumhur hazretlerini istikbal ettiler.
Gazi hazretleri kendileriyle müsafaha etti ve irat edilen bir hoş amedi nutkunu dinledikten sonra İsmet ve Kazım Paşalar ile beraber Başvekil Paşa’nın otomobiline binerek İsmet Paşa’nın köşküne gittiler ve orada yirmi dakika kadar kalarak bir kahve içtikten sonra avdet ettiler. Köşkün kapısından otomobille çıkarken Paris sefiri Fethi Bey’in geldiğini görünce, Reisicumhur hazretleri otomobillerini durdurtarak kendilerinin hatırlarını sordular ve müteakiben istasyonu teşrif buyurdular.
Pendik istasyonunda İsmet Paşa hazretlerine ellerine uzattılar: “Siz kalıyorsunuz?” dediler. Başvekil Paşa hazretleri refakat edeceklerini söyleyince beraber vagon salonu teşrif buyurdular.
Pendik’ten itibaren Haydarpaşa’ya kadar, halkın tezahürü görülecek şeydi. Alkışlayan, onu görünce sevinçten haykıran ve bir daha görmek için trenle beraber koşan kadınlar… Keskin “Yaşa!” sesleri trenin gürültüsünü bastıran mektep çocukları ve köşklerin pencerelerinden mendil yerine perdeleri sallayan insanlar…
Reisicumhur hazretleri işte bu candan ve coşkun tezahürler arasında İstanbul’u teşrif etti ve hiçbir resmi tertip yapılmamış olmasına rağmen, halk heyecanına yine serbest cereyan vermişti. Kendilerini kurtaran büyük insana, dünyanın en büyük insanına karşı gösterilen bu coşkun alaka, halkın ona karşı hasretinin, yoluna yüzünü ve gözünü sürmek suretiyle gösterdiği candan bir delildir.
Geçen sene İzmir vapuru boğazdan geçerken gözleri yaş ve kalpleri ıstırap içinde kalan halkın yüzü, dün hakikaten gülüyordu. Onunla aynı havayı teneffüs etmek, onun daima şuracıkta, yanı başımızda olduğunu bilmek… Bu halk için bundan büyük saadet olur mu?
GAZİ’NİN HİTABESİ [9]
(…) “Türk milletinin içtimai nizamını ihlale müteveccih didinmeler boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen üfsit, sefil, vatansız ve milliyetsiz sebükmaazların hezeyanlarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara müsamaha edecek bir heyet değildir. O şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler ezilmeye, kahredilmeye mahkûmdur. Bunda köylü, amele ve bilhassa kahraman ordumuz candan beraberdir. Buna da kimsenin şüphesi olmasın.” cümlelerini hazirunun ehemmiyetle nazarı dikkatlerine çarptırıyordu.
Gazi Hazretleri hitabesinin sonunda temyiz heyetine teveccühle: “Hâkim efendiler” dedi, “Siz kanun adamlarısınız. Ellerinize milletin, vatanın her türlü hak ve menfaatlerini vikaye eden kanunlar tevdi edilmiştir. İşaret ettiğim noktaları işittiniz. Türk milletinin büyük haklarını müdafaa ederken bu noktalar ehemmiyetle hatırda tutulmalıdır.”
GAZİ MEVSİMİ [10]
Seneleri, dünyanın bütün takvimleri dört mevsime ayırırlar. Fakat bana öyle geliyor ki İstanbullular, son üç senedir yılda bir beşinci mevsim, bir Gazi mevsimi idrak ediyorlar.
Tabiatın kanunları insan ömrüne nazaran ebedidir. Bir fert değil, hatta nesiller bile o kanunlar arasında bir ayrılık sezemezler. Gazi mevsimi derken ben, büsbütün başka bir hisse tercüman oluyorum. Şurası muhakkak ki İstanbul havasına onun nefesleri karışınca memlekette başka türlü bir varlık doluyor.
Kızgın bir güneşin yaladığı topraklarla denizden yükselen buğular, göklerin maviliğini bulandırır, havada kırlangıçlar bile uçuşamazken, bakın bütün şehir ayakta ve sokaklarda. O daha gelmemişken ortalık ne ıssız, yollar ne tenha idi. Yaprakları kavrulup buruşmuş ağaçlı caddedeki bu insan mahşeri, onun Marmara kıyılarına ayak basmasıyla hâsıl oldu.
Güneş, sanki dünkü cehennem penceresi değildir, yakmıyor; yahut Gazi’nin gelişi insanları alevden haşlanan pervanelere döndürdü. İçlerindeki vuslat zevki tutuşan kanatlarındaki acıyı duyurmuyor. Gönüllerinde onu görmenin sevdasını taşıyanlara, bu aşkları bir nevi kloroform tesiri yapıyor.
Sıcağı duymuyor, yorgunluk hissetmiyoruz. Kendimizden geçmiş gibi bir haldeyiz.
Evet, evet İstanbul bir başka mevsime, bahara benzeyen, fakat feyz ve heyecanda bütün baharları geride bırakan yeni bir mevsime erdi. Buna Gazi mevsimi dersek yeridir.
TÜRK FUTBOLU İNHİTATA MAHKÛMDUR [11]
Türk futbolu inhitata mahkûmdur, diyorum.
- “Neden?” diyeceksiniz. İşte bu sualinizin cevabı:
Türk milli takımı Mısır milli takımına olimpiyatlarda 1-7 mağlup olmuştu. İki hafta zarfında, bugün Mısırlıların çıkarabileceği en kuvvetli muhtelit takım olduğu, son günlerde aldığımız hususi malumatla tahakkuk eden “Ennadiyülehli”yi 1-2 mağlup ettikten sonra Türk futbolunun inhitata mahkûm olduğunu söylemek hayli kuvvetli bir iddia gibi görünür. Evet, Mısır takımıyla aldığımız neticenin iyi olmasına rağmen Türk futbolu inhitata mahkûmdur.
Çünkü futbolun terakki edebilmesi için antrenörlere malik olmak veya ecnebi takımlarıyla maç yapmak lazımdır. Hâlbuki bir tek antrenörümüz olmadığı gibi bundan sonra Avrupa’dan takım getirtmek imkânı da kalmamıştır.
Son zamanlarda İstanbul’a iki takım geldi: Avusturya ve Mısır takımları… Bu takımları Galatasaray ve Fenerbahçe kulüpleri stadyum idaresi getirtti. Neticede Avusturya maçlarında kulüpler ve stadyum idaresi yüzer lira zarar ettiler. Mısır maçlarında ise ancak yüzer liralık bir temettü elde edebildiler. Hâlbuki Mısır takımı yalnız 1.500 dolara gelmişti. Avrupa’dan bundan daha ucuz bir takım getirtmenin katiyen imkân ve ihtimali yoktur.
Futbol maçları hasılatının bu kadar az olmasının sebebi nedir?
- İktisadi buhrandan mütevellit parasızlık,
- Belediyeye verilen rüsumun ağırlığı,
- Anaforcuların çokluğu.
Bu sebeplerden birincisiyle meşgul olacak değiliz. Çünkü onu zamanla hasıl olacak refah halledecektir.
Fakat ikincisi ile üçüncüsüne bir çare bulunabilir.
Evvela ikincisinden bahsedelim. Başta zabıta olmak üzere, herkes, bedava maç seyretmek ve ettirmek emelinden vazgeçmelidir. Filhakika büyük maç günleri yüzlerce sivil zabıta memuru vesikasını hamil efendi, stadyumu doldurmaktadır ki bunun da haddi olsa gerektir.
İkinci ve en mühim sebebe gelince: Gariptir ki Türkiye’de en çok sporcu yetiştiren, en çok spor yapan şehir İstanbul olduğu halde İstanbul sporu Emanet ve Vilayet’ten hiçbir muavenet görmez.
Ankara’da futbol maçları hasılatından hiçbir resim alınmaz, İzmir’de yüzde 5 alınır, İstanbul’da yüzde 22…
İstanbul’da ne Şehremaneti, ne de Muhasebei Hususiye, spora katiyen on paralık yardım etmezler, buna mukabil en kuvvetli kulüplerimizi bile kapılarını kapamaya, spordan vazgeçmeye mecbur edecek derecede ağır resimler alırlar. Hele yüzde on Darülaceze resmi İstanbul sporunu acze mahkûm eden en büyük amildir.
İstanbul kulüpleri, kendileri için değil Darülaceze için çalışırlar. Galatasaray’ın son zamanlarda üç oyuncusu sakatlandı. Bunların tedavisi için kulüp avuç dolusu para verdi. Bugün, bu büyük ve binlerce azaya sahip kulüp (Fener de Beşiktaş da diğerleri de aynı vaziyettedirler) parasızlıktan ne yapacağını şaşırmış bir haldedir. Çünkü bir müsamere verse yüzde ellisini, bir maç yapsa yüzde yirmisini rüsum olarak vermeye mecburdur. Müsamerenin de maçın da mesarifi çıktıktan sonra kalacak para “Sıfıra sıfır, elde var hiç”ten ibaret olacaktır.
Sporcu amatör gençler, kulüplerinin ve sporun terakkisi için uğraşsınlar, çalışsınlar, kan teri döksünler, sakatlansınlar, ondan sonra kendilerine ve kulüplerine kalan azim bir yorgunluk ve bir sürü borç olsun! Bu reva mı?
İstanbul Şehremaneti ve İdarei Hususiyesi, neden Ankara ve İzmir gibi sporcu himaye etmezler? Sporu himaye etmek şöyle dursun, spor kulüplerinin yegâne medarı hayatı olan maç hasılatından, neden sağmal inek gibi, birçok para alırlar? Bunun sebebi İstanbul’un, Ankara ve İzmir gibi sporun faydasını kavramamış ve sporculara yarım etmek lüzumunu anlamamış olmasıdır.
Türkiye sporunun kalbi İstanbul’dur. Memleketin her tarafındaki spor teşkilatını hep İstanbul’dan giden gençler yapmışlardır. Buna mukabil İstanbul spor kulüplerinin defterlerine bakınız, on paralık bir yardım göremezsiniz.
Galatasaray’ın bir antrenörü vardı. Parasızlıktan yol verdi. Teşkilatın antrenörü de yoktur. Son tecrübelerden sonra Galatasaray-Fenerbahçe ve stadyum idaresi de ecnebi takımı getirtmekten vazgeçmişlerdir.
Çünkü zarar yüzde yüz muhakkaktır. Darülaceze istifade etsin diye esasen parasız kulüplerin, üste bir de mali zarar girmelerini ve oyuncularını sakatlanmaya maruz bırakmalarını elbette istemeyiz.
Antrenör olmadıkça ve oyuncularımız ecnebi takımlarla temas etmedikçe İstanbul futbolunun ve onu örnek ittihaz eden Türk futbolunun inhitatı muhakkaktır. Bu vaziyetin devamı takdirinde ise gençlerimiz ecnebi takımlara mağlup oldukça onlara kızmaya hiç hakkımız yoktur.
SADİ VE KADRİ BEYLER İSTİFA ETTİLER Mİ? [12]
Fenerbahçe kulübünün iki kıymetli oyuncusu olan Sadi ve Kadri Beylerin futbolu terk ettikleri için Fenerbahçe kulübünden çekildikleri hakkında bir rivayet deveran ettiğinden dünkü nüshamızda bahsetmiştik. Fenerbahçe erkanı tarafından verilen malumata göre bu rivayetin aslı yoktur. Bu iki kıymetli oyuncunun yarınki maçta Altay’a karşı oynayacakları temin edilmektedir.
GARABET Mİ İSTERSİNİZ? [13]
İstanbul Futbol Heyeti’nin çok garip bir kararını haber aldık. Futbol Heyeti iki hafta evvel yaptığı son maçta Süleymaniye takımını 2-1 mağlup ederek birinci kümeye terfi eden İstanbulspor takımının hükmen mağlubiyetine karar vermiştir. Bu karar üzerine İstanbulspor birinci kümeye geçemeyecek, Süleymaniye takımı da bermutat birinci kümedeki mevkiini muhafaza edecektir.
Futbol Heyeti bu kararını, İstanbulspor’un son maçta Süleymaniye’ye karşı gayrinizami bir oyuncu oynattığını bahane ittihaz ederek vermiştir.
Hâlbuki bu karar tamamen haksız olup nizamnameye de muvafık değildir. Yaptığımız tahkikata ve İstanbul mıntıkasından aldığımız malumata göre bu gayri nizami oyuncu oynatmak meselesinin iç yüzü şudur:
İstanbulspor’un birinci takım oyuncularından Mithat Bey bundan bir müddet evvel Ankara’ya gitmiş ve orada bir kulüpte oynamak istemiştir. Fakat buradaki kulübüne vermiş olduğu istifaname kabul edilmemiş, kulübü ile alakası kesilmemiştir.
Bu vaziyet karşısında Mithat Bey Ankara’da oynayamamış, hiçbir resmi maça girmemiştir.
Esasen istifası kabul edilmemiş, eski kulübü ile olan alakası kesilmemiş olan bu oyuncu, Süleymaniye-İstanbulspor terfi müsabakasının üçüncü karşılaşmasında İstanbulspor’da oynamıştır. İstanbulspor bu oyuncusu bu maçta oynatacağını da Futbol Heyeti’ne de ayrıca haber vermiştir.
İşte bu vaziyet karşısında tamamen nizamnameye muhalif olarak Futbol Heyeti’nce hükmen mağlubiyet ve 30 lira nakti ceza kararı verilmiştir.
Futbol Heyeti bundan başka Fenerbahçe kulübüne de 30 lira nakti ceza kesmiştir.
Bunun sebebi de Mısırlılarla yapılan müsabakada Vefa’dan Şekip ve Beylerbeyi’nden Hadi Beylerin oynatılmasıdır. Hâlbuki alakadarlar tarafından bize verilen malumata göre Futbol Heyeti Reisi Orhan Bey bu iki oyuncunun Mısır maçlarında oynatılmasına evvelce muvafakat etmiştir.
Gerek İstanbulspor, gerek Fenerbahçe kulüpleri bu kararlar hakkında mıntıka merkezine itiraz etmişlerdir.
İZMİR ŞAMPİYONU GELDİ [14]
İzmir şampiyonu Altay takımına mensup futbolcular dün saat on altıda “İsmet Paşa” vapuruyla şehrimize gelmişlerdir.
Vapur açıkta demirlediği için istikbale pek az kimseler iştirak edebilmişlerdir. Bu meyanda Futbol Heyeti Müttehidesi reisi Muvaffak, İstanbul mıntıkasından Şeref Beylerle, Galatasaray ve Fenerbahçe futbol kaptanları Adil ve Zeki Beyler ve bazı sporcular bulunmakta idi.
Altaylılar on altı kişiden mürekkap olup Hamit ve atlet Sait Beyler idareci olarak başlarında bulunmaktadırlar. Nuri Bey de yarın arkadaşlarına iltihak edecektir.
İzmirli futbolcular meyanında İstanbul’un tanıdığı Vahap ve Feyzi (Baron) Beyler de vardır.
Altay takımı evvelce de yazdığımız gibi şehrimize Galatasaray ve Fenerbahçe ile birer maç yapacaktır. Yarın yapılacak olan ilk maç Galatasarayladır.
MİLYONERE EĞLENCE [15]
Bir Amerikalı milyoner dünyanın bütün eğlencelerini görmüş ve bıkmış. Hiçbir şey kendisini oyalamıyormuş. Şimdi onu hakikaten eğlendirecek olana tam bir milyon dolar veriyormuş. Adresini bilsem bu milyonere İstanbul’da sporculuk oynayanları gelip seyretmesini tavsiye ederdim. Bu cidden tuhaf bir manzara arz etmektedir.
GALATASARAY-FENERBAHÇE HEYETİ TERTİBİYESİNDEN [16]
Misafirlerimiz İzmir şampiyonu Altay takımının birinci müsabakası 9 Ağustos Cuma günü İstanbul şampiyonu Galatasaray takımıyla icra edilecek ve oyuna saat 5.30’da başlanacaktır. Hakem Mister Allen’dır. İkinci müsabaka Pazar günü aynı saatte Fenerbahçe iledir.
DENİZ YARIŞLARI [17]
Malul Gaziler Cemiyeti tarafından deniz yarışları tertip edilecektir. Malul gaziler yarışları himayeleri altına almalarını Gazi hazretlerinden rica edeceklerdir.
Diğer taraftan Malul Gaziler Cemiyeti Moda deniz yarışları için hazırlıklara başlamışlardır. Yarışlar bu ay içinde olacaktır. Henüz günü tayin edilmemiştir.
Malul Gaziler Cemiyeti yarışlar için ayrı bir tertip heyeti teşkil etmiştir. Bu heyete mıntıka denizcilik heyetiyle bahriye kumandanlığı da iştirak edeceklerdir. Yarışlara harp sefinelerinin ve tahlisiye sandallarının iştiraki de temin edilecektir.
GALATASARAY ALTAY’I 1-0 MAĞLUP ETTİ [18]
Şehrimizde bulunmakta olan İzmir şampiyonu Altay takımı ilk maçını dün Taksim Stadyumu’nda Galatasaray’la yaptı.
Saha, ecnebi takımlar maçında olduğu kadar kalabalık bir manzara göstermemekle beraber tenha da değildi. Muayyen saatten biraz geç olmak üzere, sahaya ilk defa Altay çıktı. İzmir şampiyonunu karşılayan alkışlar henüz durmamıştı ki Galatasaray da gözüktü.
Hakem M.Allen’ın düdüğü iki rakibi karşılaştırdığı zaman takımlar şöyle idi:
Galatasaray: Rasim, Burhan, Vahi, Suphi, Nihat, İbrahim, Muslih, Şadli, Necdet, Latif, Rebii.
Altay: Cemil, Hilmi, Nazmi, Rasim, Vehbi, B.Feyzi, Cafer, İ.Hakkı, Vahap, Donnik, Vefik.
Birinci devre her iki takımın bocalamaları arasında geçti. Altaylılar sahaya acemi olmaktan mütevellit bir anlaşamamazlık içinde üst üste fırsatlar kaçırılıyor. Galatasaraylılar anlaşılamaz bir haleti ruhiye içinde şuursuz bir oyun oynuyorlardı.
Birinci devre bu vaziyet içinde ve Altay’ın hâkim oyunu da bir mecra takip ederek nihayetlendi.
İkinci devre başladığı zaman her iki takımın canlı bir oyun oynamaya başladığı görüldü. Bu faaliyetlerin ilk semeresi Galatasaray’ın beşinci dakikada kaydettiği gol oldı.
Fakat bu sayıdan sona atalet yine başladı ve her iki taraf sert, hatalı oynamaya başladılar. Bilhassa Galatasaray defansı, kendi hattı dâhiline giren İzmirli oyuncuları tehlikesiz bir hale getirmek için her çareye başvurmayı mubah görüyordu.
Oyun bu tatsız şekilde devam ederken zuhur eden tuhaf bir hadise oldu. Her nedense takım kaptanı tarafından sahadan çıkarılan Burhan yine sahaya girdi ve kaptanının arzusuna rağmen oynamak istedi.
Oyun bittabi durdu ve ancak hariçten vaki olan müdahalelerle Burhan çıkabildi ve oyun devama başladı.
Tekmeye, hataya maruz kalan Altaylılar neticeyi değiştiremediler ve oyun Galatasaray’ın lehinr bitti.
İzmir takımının dünkü oyununun kıymeti hakkında verilecek bir hükme esas olarak kabul etmek doğru değildi. Mamafih Altay ilk devrede Galatasaray’dan iyi oynamıştı.
Galatasaray’a gelince: İstanbul şampiyonu dün zevksiz bir oyun oynadı ve teknik faikıyetini tespit edemediği için işi faule ve tekmeye döktü. Galatasaray için söylenecek tek bir söz vardır. Şampiyon olmak kâfi değildir. Misafire hürmet etmesini de bilmelidir.
BÜYÜK GAZİMİZİN HALKA HİTABESİ [19]
İstanbul, 10 (A.A.) – Paris büyükelçisi Ali Fethi Beyefendi, Büyükdere’de ikamet ettiği yalıda dün akşam Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal hazretleri şerefine bir ziyafet vermiştir.
Rıhtım üzerinde büyük misafirin teşrifini bekleyen halk, Gazi hazretlerini fevkalade alkışlarla karşılamış ve yalının önünde saatlerce şen ve müştak beklemiştir.
Yemek esnasında muzıka Cumhuriyet marşını çalınca halk Gazi hazretlerini pek çok alkışladı. Bu samimi tezahürata teşekkür etmek üzere balkona çıkan Reisicumhur hazretleri Büyükderelilerle hasbıhalde bulunmuş, gayet kıymetli sözleri arasında şunları söylemiştir:
“Benim için zahmet ediyorsunuz. Bundan mahcup oluyorum. Beni görmek demek, behemehâl yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız, hissediyorsanız bu, kâfidir. Ankara’dan buraya gelmeden evvel işittim ki hakkımda ‘Hastadır, eli ayağı tutmuyor, şiüme mahkûmdur’ demişler. (Ahali ‘Düşmanlarınız kahrolsun’ diye bağırdı.)
İşte karşınızdayım. Sıhhattayım. Elim ayağım tutuyor. Kendi gözlerinizle görüyorsunuz ki sapasağlamım, kuvvetim yerindedir. Sizlere eskiden beri olan muhabbetim yerindedir. (Varolun sadaları, alkışlar)
Siz bu akşam benim karşımda milletin bir kitlesi, bir timsalisiniz. Size hitap ederken bütün millete sesimi işittireceğime kaniyim. İşitiniz ve işittiriniz: Sizin menfaatiniz için sıhhatini, ömrünü vakıf ve hasreden adam sıhhattedir. Ve sizin için çalışacaktır. O sizin için yaşıyor. (Çok yaşa sesleri, sürekli alkışlar)
Benim kuvvetim, benim size olan muhabbetim ve sizin bana olan muhabbetinizdir. Bu millet, bu memleket, yeni rejimi üzerinde dünyanın en makbul bir mevcudiyeti olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim. (Çok yaşayın, varolun sadaları)”
GALATASARAY’DA BİR İSTİFA [20]
Galatasaray kulübünün iki seneden beri ikinci reisi ve umumi futbol kaptanı bulunan Abidin Daver Bey bu vazifelerinin ikisinden de istifa etmiştir. Haber aldığımıza göre Muhasebeci Mütevelli Mehmet Bey de bir iki güne kadar istifa edecektir.
BUGÜNKÜ MAÇ: FENERBAHÇE – ALTAY [21]
İzmir şampiyonu Altay takımı ikinci maçını bugün Taksim Stadyumu’nda Fenerbahçe takımı ile yapacaktır. İzmirlilerin yapacakları bu ikinci maç, birkaç noktadan ilk müsabakaya nazaran daha mükemmel olmaya namzettir. İlk müsabaka, Galatasaray’ın çok berbat oynaması ve bu fena oyunu telafi etmek için lüzumsuz sertlikler yapması yüzünden zevksiz bir halde cereyan etmişti.
Misafir sporcuları çok rencide eden bu vaziyet, oyunun umumi ahengini de ihlal ederek seyircileri bizar eden bir şekil almıştı. Altay’ın bugün yapacağı maç, hiç şüphesiz böyle bir akıbete namzet olmaya müstait değildir.
Altay-Fenerbahçe maçının çok samimi bir cereyan takip edeceğini, Fenerlilerin bu vadideki şöhretlerine istinat ederek, tahmin etmekle hata etmediğimize kaniyiz.
Maçın neticesi hakkında bir mütalaa dermeyan etmek lazım gelirse Fenerbahçe’nin galibiyet ihtimalinin daha kuvvetli olduğu söylenebilir. Mamafih, oyunun takip ettiği cereyan dolayısıyla, Galatasaray maçında ciddi bir varlık gösteremeyen Altaylıların Fenerbahçe’ye karşı çok güzel bir oyun oynaması da mümkündür.
Altaylıların, yapacakları bu son maça çok ehemmiyet verdikleri söylenmektedir. Fenerlilerin Eylül zarfında İzmir’e yapacakları seyahat bugünkü maça kıymet vermektedir.
DÜN İZMİRLİLER SAHAYI TERK ETTİLER [22]
İzmir şampiyonu, Altay takımı, ikinci maçını, dün, Taksim Stadyumu’nda Fenerbahçe ile yaptı. Günün Cuma olmamasına rağmen stadyum oldukça kalabalık bir manzara arz ediyordu. Sahada ilk maçı Galatasaray’la bir Rum takımı yaptı.
Tamamen küçük oyunculardan terekküp eden Galatasaray takımı, hakim ve faik bir oyunla Rumları 2-1 yendi.
İkinci numarayı büyük müsabaka teşkil ediyordu. Tam muayyen saatte sahaya evvela Altay takımı çıktı. Misafirlerimize ibzal edilen alkışlar, iki dakika fasıla ile onu takip eden Fenerbahçelilerden de esirgenmedi.
Ahmet Muvaffak Bey’le Altay seyahat kafilesi reisi Hamit Bey arasında teati edilen nutuklardan, bayrak takdimi rasimesinden, fotoğraflar alındıktan sonra iki takım karşılıklı vaziyet aldılar. Hakem Mister Allen’dı. Yan hakemleri vazifesini biri İzmirli ve biri de İstanbullu iki zat deruhte etmişlerdi.
Fenerbahçe takımı sahaya şu şekilde çıkmışlardı:
Osman, Kadri, Füruzan, Nihat, Sadi, Reşat, Ala, Muzaffer, Zeki, Fikret, Niyazi.
Kaleci Fehmi’nin hasta, Rıza’nın da Bursa’da olması dolayısıyla Beşiktaşlı Osman kaleye ikame edilmişti. Altaylılar, Galatasaray’a karşı oynattıkları oyunculardan mürekkep bir kadro ile sahaya çıkmışlardı.
Yalnız Galatasaray’a karşı sol iç oynayan İtalyan ortaya getirilmiş, Vahap sağ iç mevkine, Galatasaray’a karşı sağ iç oynayan İsmail Hakkı da sol iç yerine konulmuş bulunuyordu. Altay hücum hattının dünkü daha mütecanis manzarası, bu tadilatın muvafık olduğuna delil addedilebilir.
Hakem Mister Allen’in bir düdüğü ile oyun başladığı zaman Fenerbahçeliler çok kuvvetli bir rüzgâra karşı oynamak mecburiyetinde kalmışlardı. Altay, bu vaziyetten istifade için hemen hücuma geçmek istedi. Fakat ilk akını müdafaaya inmeden kesen Fenerliler, muntazam paslarla Altay kalesine doğru inmeye başladılar. Ayaktan ayağa, görerek, bilerek verilen paslar, bir çeyrek saat kadar İzmir şampiyonunun kalesi etrafına bir muhasara çemberi çevirmişti.
Altay müdafaası, bu çemberin zaman zaman darlaşarak tehditkâr bir şekil alan tesirini neticesiz bırakmak için kudretinin fevkinde bir gayretle çalışıyor, kendi nısıf sahasına inerek defansa yardım eden hücum hattının da yardımıyla Fener hücumlarının neticesiz kalmasını ancak temin edebiliyordu.
Fener’in bu mutlak hâkimiyeti 15 dakika kadar devam etti. Sonra Altaylılar birden hücuma geçtiler ve Fener kalesi, tehlikeli hücumların ziyaretine maruz kaldı. Bilhassa Vahap, rakip için çok tehlikeli eşapelerle Fener müdafaa oyuncularının arasından sık sık sıyrılıyor, İzmirlilerin candan bekledikleri sayıyı yapacak vaziyetler alıyordu. Fener defansı yıldırım gibi inen Altay hücum hattının önünde, en sert vuruşları bile beş metreden çeviren sert bir rüzgârla mücadeleye mecbur bir halde kalmış bulunuyorlardı.
Fener muavin hattı, canla başla oynayan Sadi müstesna, bugün çok garip bir vaziyette bulunuyordu. Sağ muavin, topu kontrolden aciz bir halde, sol muavin ufak pas yapmak merakıyla adeta rakip oyuncularla birlikte oynuyor, defans rüzgara karşı, çetin rakibe karşı nefes nefese uğraşıyordu.
Bu vaziyete seyirci kalan muhacimler, sanki bu candan çalışma ile hiç alakadar değillermiş gibi, geriden topu çıkarmaktan sarfı nazar, hasım muavinlerini marke etmek zahmetini bile ihtiyar etmiyorlardı.
Beş dakika devam eden bu hal Vahap’ın sıkışık bir vaziyette sola verdiği topun, Osman’ın müdahalesine rağmen, İsmail Hakkı’nın güzel bir vuruşu ile Fener kalesine girmesiyle neticelendi.
Bu ilk gol çok alkışlandı. Aradan henüz 3-4 dakika geçmişti ki Fener’in sağ muavininin ceza sahası dâhilinde topa elle dokunması Fener aleyhine bir penaltı verilmesini mucip olmuştu.
Güzel bir vuruş, bu cezanın gole tahviline kâfi geldi.
Fenerbahçe, faik oyununa rağmen, defansının yalnız bırakılması yüzünden mağlup vaziyete düşüyordu.
Bunu anlamaya başlayan Fenerliler gayretlerini arttırdılar ve Altay kalesi yine sıkışmaya başladı.
Fakat Altay, defansa çekilmek suretiyle sayı yapılmasına mani oldu. İlk devre bittiği zaman Fenerbahçe 2-0 mağlup vaziyette idi.
Şiddetli bir rüzgâr altında müdafaa yapmak zaruretinde kalan Fener’in, iki sayı kaybetmesine rağmen, ikinci devrede vaziyeti kurtaracağı tahmin ediliyordu.
Fenerbahçe’nin faik oyun sistemine rağmen iki sayı kaydetmesi, Altay’ın da aynı vaziyette çalışmaya mecbur kalacağı cihetle, büyük bir mana ifade edemezdi.
Filhakika devrenin başında Fenerlilerin tesis ettikleri hâkimiyet, Altay’ın kendi nısıf sahasından mahdut defalar çıkabilmesini intaç eden bir katiyetle, oyunun ta sonuna kadar devam etti.
Oyunun yeknesak şeklinden bahsetmeyeceğim. Auta giden şutlar, birbirini takip eden kornerler, Altaylıların vakit geçirmek için topu mütemadiyen taca atmaları gibi hareketler içinde geçen bu devre, on bir oyuncusunu da kalesinin etrafına toplayan Altaylıların müdafaaları altında geçti.
Fenerliler, bu karışık ve kalabalık muhit içinde bir türlü müspet bir iş yapamıyorlar, ayaklarına dolaşan rakipler arasından bir türlü sıyrılamıyorlardı.
Devrenin 26ncı dakikasında, Zeki, güzel bir sol vuruşla 35 adımdan güzel bir gol yaptı. Bu golle beraber Fener’in tazyiki de arttı.
Altay’ın müdafaa kesilmeye, Fener muhacimlerinin muhakkak bir sayının yolunda ilerledikleri görülmekte idi. Altay, üst üste kornerler yapıyor, kaleci bacağının bütün kudretiyle yaptığı degajmanlarında en yakın taç hattının yetişilemeyecek noktasını nişanlıyordu.
Fenerbahçelilerin azami nispette darlaştırdıkları muhasara çemberinin tazyiki altında Altay müdafaasını, hatta o müdafaa ile beraber çalışan bütün takımı bunalttıkları bir anda idi ki yekdiğerini takip eden kornerlerin biri golle nihayetlendi.
Artık müsavat teessüs etmişti. Bu müsavatı Fenerbahçe lehine ihlal edileceğini tahmin etmek müşkül değildi. Çünkü Altay tamamen yorulmuş, harap olmuştu.
Bu sırada Altaylıların bu sayıya itiraz ettikleri görüldü. Hâlbuki bu gol, hakemin pek haklı olarak ısrar ettiği veçhile mükemmel bir sayı idi.
Topu tutan kaleci, nizamında yapılan bir hamle ile topla beraber kaleye sokulmuştu.
İzmirliler, çok garip bir zihniyetle golü kabul etmediler.
Hakem de Fener kaptanının tavsiyesine rağmen hükmünü tağyir etmedi. Altaylılar da sahadan çekildiler.
İzmir şampiyonunun bu hareketini sportmence bulmadığımızı saklamayacağız.
Hakem, hükümleri, bilhassa sahada münakaşa edilemeyecek bir adamdır ve herhangi bir sebep sahayı terk etmek garabetindeki çirkinliği izah ve tevil edemez. İstanbul sporcuları İzmirli arkadaşlarının bu hareketini beklenmedik bir hadise olarak telakki ettiler.
Hakem M. Allen diyor ki: “Kaleci top elinde iken, hafif bir şarjla kaleye girmiştir. Bu güzel bir goldür. İngiliz futbol kavaidi bunu böyle kabul etmiştir.”
ŞEHİTLERE BORCUMUZ! [23]
Onlar öldüler; onlar ateş sağanakları ve top yıldırımları altında can verdiler. Onlar, bizi yaşatmak için yaşamaktan oldular.
Onlar ölürken, yalnız ölümlerinin heder olmamasından ve hain ihtirasların dört yol ağzında kâin bulunan aziz Türk vatanının yaşamasından başka bir emel ve arzu beslemediler. Onların, büyük şehitlerimizin fedakârlıkları ve arzuları önünde hürmetle eğilelim.
Onların mezarları başında, vazifemizi (bu mübarek ölülerden artakalmış olmamızın bize hicabını hissettirmeyecek olan vazifemizi) düşünelim. Fakat bunun için, her şeyden evvel, onları ziyaret borcumuzu bilelim ve ödeyelim!
İstanbul ile Çanakkale arası Avusturalya ile Çanakkale arası kadar uzun değildir. Biz şehitliklerimize karşı İngilizlerin ve Avusturalyalıların ölülerine karşı duydukları hürmet ve minnet hislerinden başka hislerle mütehassıs olabilir miyiz?
Asil Türk! Senin kahraman şehitlerini ziyaretinde yalnız bir şükran hissinin ifadesi mündemiç değildir; onların fedakârlık hislerini senin de taşıdığın ve evladına da taşıtacağın iddiası mündemiçtir! Şehitlerini ziyaret et!
FUTBOL SEYRETMENİN ADABI [24]
Birçok şeyin adabını bilmediğimiz gibi futbol maçı seyretmenin adabını da bilmiyoruz. Tabii bunu herkes için söylemiyorum; fakat bilmeyenlerimiz her halde bilenlerimizden çok fazladır.
Maç seyrederken oyunculara, hakeme hakaret etmeyi mübah addedenler, maalesef pek çoktur. Bir tarafı sevmek, onun galibiyetini istemek, öteki tarafa hakaret etmek hak ve salahiyetini kimseye veremez.
Mısır maçlarında misafirlere karşı, tek tük, o müstekreh “Voyvo!” narasını atacak kadar spor seyretmenin adabından gafil olanlar, Pazar günkü maçta İzmirli oyunculara “Yuha!” çekecek kadar işi azıttılar. Bu arada sağ tribündeki seyirciler arasında bir de dövüş oldu. Polisler derhal yetişmeselerdi mucibi teessüf bir vaka olacaktı. Bazı İzmirliler:
“Seyircilerden bir kısmının Fener maçında, Altaylılara karşı hasmane ve hatta hakaretamiz bağrışmalarına çok müteessir olduk. Başta Fenerbahçe olmak üzere İzmir’e gelen İstanbul takımlarına İzmir halkı hiçbir zaman böyle muamele etmemiştir!” diye şikâyet ettirecek kadar müteessir eden harekât, futbol maçı seyretmenin adabını bilmediğimize yeni bir delildir.
Bir hakikat olarak şunu hatırdan çıkarmamak lazımdır ki sahada futbol oynayanlar amatör efendilerdir ve onlara kimsenin hakaret etmeye hakkı yoktur.
“Çühüş!”ler, “Yuha!”lar ve ağıza alınmaz küfürlerle futbol maçı seyredilemez. Hepimiz gibi efendi olan futbolcuları, taraftarı olmadığımız takımda oynuyorlar diye tahkire salahiyetimiz yoktur.
Eski bir tabir ile onlar babamızın uşağı değildirler ve öyle bir zamandayız ki babamızın uşağına bile hakaret etmek hakkına malik değiliz; nerede kaldı ki bizim gibi efendi olan amatör gençlere ağız dolusu küfür edebilelim!
Futbol seyrine gitmeden evvel futbol seyretmenin adabını öğrenelim! Çünkü çok ayıp oluyor!
ALTAY KAPTANI NE DİYOR? [25]
Hakemin de verdiği bu karar hakkında oyundan sonra kendisiyle görüşen muharririmize Altay takımı kaptanı Vahap Bey demiştir ki:
“Oyunu yarıda bırakıp sahadan çekildiğimize çok müteessiriz. Fakat buna mecbur olduk. Çünkü göz göre göre büyük bir haksızlığa tahammül edemezdik. Hakem Fenerlilerin bir sürü faullerine ses çıkarmıyor, Fener taraftarları da bunları alkışlıyordu. Hakemin bu taraftarlara kapılıp bizi yendirmek istediğini hissediyorduk. En sonunda bariz faulü gol addetmesi bizi haksızlığı protesto etmek için sahadan çekilmeye mecbur etti. Yalnız kendi şerefimizi değil, İzmir’in de şerefini düşünmek mecburiyetindeydik. Esasen yan hakemleri de bunun gol olmadığı iddiasındadırlar.
Hakem o kadar müteredditti ki bir aralık gidip Fenerli Sadi Bey’e golü doğru atıp atmadığını sormak gafletinde bulundu.
Oyuna gelince hepimiz canla başla çalıştık, fakat Fener’in çok faullü oyununa karşı daha iyi oynayamazdık. Ekserimizin her tarafı tekmeden yara bere içindedir. Ben kendi hesabıma hiçbir maçta bu kadar hırpalandığımı hatırlamıyorum.
KENDİSİNİ DENİZE ATTI [26]
Mükemmelen Yüzerek Sarayburnu’na Çıktı
Dün akşam Haydarpaşa’da ve Kadıköyü’ne gitmek üzere köprüden 8.5’da hareket eden seyrisefain vapurunda tuhaf bir intihar hadisesi olmuştur.
Vapur Selimiye açıklarına geldiği zaman, vapurun ikinci mevkiinde ve kadınların oturduğu kenar kısmında bulunan bir şahsı meçhul saçlarını düzelttikten sonra şapkasını iskemlenin üstüne bırakarak kendisini birdenbire denize atmıştır.
Bunu gören kadınlar feryada başlamışlardır. Nihayet vaka anlaşılmış, vapur durmuş, etraf araştırılmış ise de evvela denizde kimseye tesadüf edilememiş, bilahare projektörle yapılan taharriyat neticesinde bir gölgenin şayanı hayret bir suretle yüze yüze Sarayburnu parkına doğru gittiği görülmüştür.
Bu adam pek mükemmel bir surette yüzerek parkın iskelesine yaklaşmış ve oradan uzatılan sırığa sarılarak karaya çıkmıştır.
Vapurun kaptanı bu adamı almak üzere sandal göndermiş ise de o karaya çıktıktan sonra bir daha arkasına bakmayarak yürüyüp gitmiştir.
Bu intihar nümayişini yapan zatın vapurda bulunan şapkasının içine bir kâğıt bıraktığı ve bunda Topçu atış mektebi hesap memuru Mehmet Cemil adresi yazılı olduğu görülmüştür.
REİSLİK! [27]
Ne hikmettir bilmem herkeste “Reislik” denilen baş olmaya dair bir hırs vardır. Haydi, banka veya anonim şirket meclisi idare reisliği gibi maddi menfaat getirenleri özlemeyi tabii ve makul bulalım. Lakin bedava, beleş reisliklere olan rağbet ötekilere olandan fazla. Bu ikinci kısmın taliplerine sordunuz mu size derhal içlerini çekerek:
“Ne yaparsın kardeş, hamiyet!” diyor.
Son günlerde İstanbul’un spor teşkilatı reisliği için de böyle hamiyetli bir sporcu çıkmış canı gönülden uğraşıyor. Her neye mal olursa olsun İstanbul sporcularının başına çıkarak hizmet etmek istiyor. Allah yardımcısı olsun! Kimin? O daha belli değil!
Bu münasebetle bir Bektaşi hikâyesi yazacağım, bunu bana nüktedan bir mebusumuz anlatmıştı:
Bir zat Eyüp’te dua ediyormuş. Tesadüfen geçen bir Bektaşi dervişi bunu görmüş ve duacının:
“Aman yarabbi, bana şu reisliği ihsan et” diye duya ettiğini işitmiş. Hemen yanına sokulup sormuş:
- Affedersiniz. Beyefendi, ne dua ediyorsunuz?
- Size ne?
- Yok, bir şey için değil, sizin menfaatiniz namına soruyorum.
- Bizim mahkemeye Reisliğimi dua ediyordum.
- Aman azizim, ne reisliği istediğinizi tasrih ediniz, ucuza dayanamaz, sizi tulumbacı reisi yapar, müddeti ömrünüzde koşmaktan ananız ağlar…
İSİMLERİMİZ [28]
Telefon rehberinde 25 İsmail Hakkı Bey ismine tesadüf edilir ki bunlardan yalnız sekizi bir aile ismi taşıyor. Hangi İsmail Hakkı Bey? Sarı çizmeli Mehmet Ağa… Hâlbuki medeni kanun aile isminin kullanılmasını amirdir. Ticaret âlemine giriyoruz, yeni yeni firmalar teşekkül ediyor. Eğer isimler ihya edilmezse şahsi ahvalde, sicillerde, eskisi gibi, hukuki zıya’a uğratacak yolsuzluklar teselsül eder gider.
Medeni kanun isim üzerindeki hakkı tanıyor ve ismi himaye ediyor. Madde 25: “İsmi ihtilafa mahal veren kimse, hâkimden hakkının tanınmasını talep edebilir.”
Madde 153: “Karı, kocasının aile ismini taşır.”
Pek ala, kanuni ahkâm mevcut, lakin bunun tatbikatı yok.
İsmi Bekir olan biri bil’iltizam hacca gitse kendisine bihakkın Hacı Bekir denecek; bu adamın bir şekerci dükkânı açmak sarih hakkıdır. Oldu bir şekerci Hacı Bekir! Fakat bu, o bildiğiniz meşhur Hacı Bekir değil. Kanunen buna ne yapılabilir? Memleketimizde sanayi biraz ilerler ilerlemez bu isim karışıklığının bin bir mahzurunu göreceğiz. Evet! Kanunun imali lazım. Romanya’da bu hal vaki olmuştu ve hükümet, bir emirle altı ay içinde aile isimlerinin tescil edilmesini kaide ittihaz etti. Kezalik, Ermeniler, ruhani reislerinin bir işareti üzerine derhal “yan” hecesinin ilavesiyle kendilerine isimler uydurdular.
Aile ismi olmamak demokrasinin tefritidir. Bu kadar demokratlık da fazladır, karışıklığı mucip oluyor.
Sicillere hâkim olan adliyedir. Adliye vekâletinin lütuf ve himmetinden bu cihetin tanzimini bekleriz. Dünyada aile ismi usulünü kabul etmeyen tek bir millet kalmamıştır.
Bir tarihte, Bolu vilayetinde, Köstebek isminde bir köyde konaklamıştım. Orada herkesin ismi Abdi Bey… Bu muhtelif ve mütenevvi Abdi Beylerden biri ile bir tacir bir münasebete girişse ve sonunda iş bir protesto veya davaya müncer olsa müddea aleyhin hangi Abdi Bey olduğunu tayin etmek külfetli bir mesele olacak.
Bütün müesseselerimizi tazeleştiriyor, garplılaştırıyoruz. Teceddüt programının en başında bu da münderiçtir. Elbise veya serpuşun beynelmilellerini almakla Garp âlemine girdik. Eskilikten her gün bir adım uzaklaşıyoruz. Elli senelik maziden bizde ne kaldı? Bir aile isminin fıkdanı, bir de Cuma tatili.
Eğer rivayet doğru ise Çin’in bazı mıntıkalarında, çocuklara doğduklarında isim verilmez, kendileri birinci, ikinci, üçüncü… diye yadolunurlarmış. Mektep nümerosu gibi bir şey.
Aile ismi kullanmayacaksak, bari muhtelif Ali Rızalara, Mehmet Alilere, İsmail Hakkılara, Musa Kazımlara, Hasan Hüsnülere birer numara verelim.
ALTAYLILAR İZMİR’DE NASIL KARŞILANDILAR? [29]
Şehrimizde iki müsabaka yaptıktan sonra İzmir’e giden Altaylılar, İzmir’de büyük bir zaferden dönen bir ordu gibi heyecanla karşılanmıştır.
İstanbul’da Galatasaray’a 1-0 mağlup olan, Fenerbahçe ile iki ikiye berabere iken sahayı terk eden Altaylıların sureti istikbalini Anadolu gazetesi şu suretle tasvir etmektedir:
Anadolu refikimiz şu serlevha ile söze başlıyor:
“İstanbul’daki maçları alaka ile takip etmiş olan İzmirliler, kıymetli gençlerimizi bir zafer dönüşü heyecanıyla karşıladılar.”
“İstanbul’da Galatasaray ve Fenerbahçe takımları ile yaptıkları iki maçla İzmir’in spordaki yüksek mevcudiyetini efkârı umumiyeye bildiren, iki İstanbul kulübünün heyeti idarelerindeki mühim zevatın istifasına sebep olan Altaylılar; dün Adnan vapuruyla şehrimize avdet etmişlerdir.
Altaylılar; İstanbul futbolcularına karşı aldıkları mühim neticeere layık bir şekilde, parlak ve çok samimi bir surette istikbal edilmiştir.
İlk yaptığı maçta Galatasaraylıların teknik oyununa galebe çalarak onlara acz içinde tekme oyunu oynatan, Fenerbahçelileri de el ile yaptıkları bir golü gol saydırabilmek için hakemi dövmek teşebbüsünü izhar edecek derecede hırpalayan Altay dün zaferden döndü.
Öğle vakti İzmir sporcuları Altaylıları parlak bir surette karşılamak için Körfez şirketini Alsancak vapuruna ve römorkörlere binmişler kaleye doğru açılmışlardı.
Sporcular; polis motoruna binmişler ve Körfez vapuruyla kendilerini istikbale gelen arkadaşları ile birlikte Konak vapur iskelesine çıkmışlardır.
Orada pek çok halk İzmir sporculuğunun kudretini yükselten bu fedakâr ve samimi gençleri istikbal etmiştir.
Askeri muzıka önde olduğu halde çarşıdan geçilerek Beyler Sokağı’nda Cumhuriyet Halk Fırkası binasına gidilmiştir.
Bu esnada çarşıda bütün halk Altaylıları alkışlarla karşılamıştır.
Fırka binasında bütün gençlere meşhur şerbetçi Kadri Usta’nın şerbetinden ikram edilmiştir.
Samimi hasbihaller yapılmış ve bilahare herkes memnun bir halde ayrılmıştır.
Fırka erkânı, sporcularımızı takdir ve tebrik etmişlerdir.
Gazetemiz de kıymetli sporcularımıza beyanı hoşamedi eder.”
FUTBOL SÖNÜYOR? [30]
Türkiye’de en sevilen, en rağbet edilen, en fazla teammüm eden spor hiç şüphesiz futboldur. Futbol, son seneler içinde memleketin her tarafına dağılmış, spor cereyanlarının girdiği her noktaya nüfuz etmiştir.
10-15 senelik bir maziden başlayan bu cereyan bir zaman azami kuvvetini kazanmıştı. Öyle ki memlekette vücudu hissedilen canlı varlığın bizi birkaç sene içinde Avrupa futbolculuğu seviyesine yükselteceğini iddia ediyorduk.
Fakat vakayiin tarzı inkışafı, hata ettiğimizi bize ispat etti ve anladık ki futbolculuğumuzun atisi hakkında vuku bulan tahminler pek balapervazane imiş!
Vaziyeti kavramaj için İstanbul futbolculuğunu tetkik etmek kifayet eder.
Son seneler içinde Türk futbolculuğunun birkaç futbol yıldızı yetiştirmekte olduğu iddia ediliyordu. Galatasaray’dan Kemal Faruki, Necdet, Şadli, İbrahim; Fenerbahçe’den Şahap, Fikret, Muzaffer, Reşat hep bu birdenbire parlayan ve kısa bir fasıladan sonra sönmeye başlayan yıldızlardandır.
Bu oyuncuların parlamak ve sönmek sebeplerini tahlil edersek futbolculuğumuzun neden karanlık bir atiye doğru ilerlediğini anlarız.
Herhangi bir futbolcunun birdenbire takdirle karşılanması onun manevi hasletlerini kaybetmesine sebep olmaktadır.
Hâlbuki biz takdirlerimizi maalesef ibzal etmek istidadındayız. Takdirle karşılanan zayıf ruhlu sporcu şöyle düşünüyo:
“Ben artık futbolu tamamen kavradım. Bundan sonra çalışmaua ne lüzum var!”
Artık bu genç futbolcu idmana gitmiyor, kaptanı ile münakaşalar yapıyor, onu zaman ararsanız muhayyel şöhreti etrafında toplanan birkaç dalkavukla beraber muayyen gazinolardan birinde bulursunuz.
Bu vaziyet gösteriyor ki şimdiki neslin spor terbiyesi bozuktur ve bundan sonra bir Zeki, bir Bekir, bir Ala, bir Nihat, bir Leblebi yetiştiremeyeceğiz.
TURİNG KLÜP [31]
Turing klüp heyeti umumiye içtimaından sonra birer otomobil ve spor şubesi tesis etmiştir.
Otomobil şubesinin reisliğine Nadir spor şubesi riyasetine de yüzbaşı Rüştü Beyler intihap edilmişlerdir.
Kulübün otomobil şubesi İstanbul’da bütün otomobil sahiplerinin ihtiyaç ve dertleriyle alakadar olacak, bozuk otomobil yollarını tespit ederek ait olduğu makama bildirecek, yollara işaretler koyacak, yol haritaları tanzim edecektir.
Spor şubesi spor kulüplerinin de yardımıyla ecnebi memleketlerden getirtilecek takımların seyahatları ve burada ikametleri esnasında ihtiyaçlarını temin edecek ve suhulet gösterecektir.
Bu şubeler yakında faaliyete başlayacaktır.
DÜNKÜ SPOR FAALİYETLERİ [32]
Beykoz’da Fenerbahçeliler Beykoz futbolcularıyla dostane bir maç yapmışlardır.
YOĞURTÇU’DA YARALANAN ALTINORDULU GENÇ [33]
Niyazi, Mustafa ve Hayrullah isminde üç kişi Yoğurtçu çayırına gelmişler, derenin karşı sahiline geçmek istemişler ve kenarda duran Altınordu kulübünün bir sandalını görmüşlerdir. İçindeki sporcu Orhan Bey’e kendilerini karşıya geçirmesini söylemişler. Orhan Bey sandalın kulüp sandalı olduğunu söylemişse de küfrederek ısrar etmişler ve nihayet iş kavgaya müncer olunca bıçaklarını çekmişlerdir.
Bu sırada oraya gezmeye gelmiş olanlardan bir kısmı da kavgaya karışmıştır. Neticede Orhan Bey yaralanmıştır.
Bu vaka üzerine polisler yetişmiş mütecavizleri ve kavgaya iştirak edenleri yakalamışlardır. Orhan Bey’in yarası boynundan ve oldukça derindir.
DENİZ SPORLARINA YABANCIYIZ [34]
İstanbul üç tarafından denizle çevrilmiş bir sahil şehri olmasına rağmen İstanbulluların deniz sporları ile alakası maalesef kabil olduğu kadar asgari derecededir. Birçok şehir gençleri vardır ki yelken kullanmaktan sarfınazar yüzmesini, kürek çekmesini bilmez, sahilden aylarca mesafede yetişen bedeviler kadar, belki onlardan fazla denizden korkar.
İstanbulluların bu garip hususiyetlerini sırf onların deniz sporlarına karşı duydukları alakasızlığa vermek çok hatalı olur. Bazı harici tesirler vardır ki görülen bu lakaydinin teessüsünde belli başlı amiller vaziyetindedirler. Meseleyi tetkike deniz sporlarının en başında olan yüzmeden başlayalım.
Yüzmek alelade bir spor olmaktan ziyade sıhhat noktasından elzem bir harekettir. Mamafih yüzmenin yalnız sıhhi faydası için yapıldığı iddia edilemez. Aynı zamanda çok zevkli bir spor olmasıdır ki “Yüzme” spor şubelerinin en eğlendiricisidir. Bahusus tenis gibi hatta futbol ve daha birkaç nevi spor gibi külfetli vesaite muhtaç olmaması dolayısıyla herkes tarafından kolaylıkla tatbik olunabilir.
Yüzücülerin, daha doğrusu yüzme öğrenmeye başlayanların muhtaç oldukları bir şey vardır:
Plaj, yahut deniz hamamları…
Hâlbuki İstanbul, maalesef bunlara malik değildir.
İstanbullu, öğrenmek vesaitine malik olmadığı için yüzme bilmez ve onu tayibe hakkımız yoktur. Şehrin Anadolu yakasında, ta Kavaklar’dan Kadıköyü’ne kadar devam eden sahada maalesef bir tek deniz hamamı yoktur. Halbuki bu mıntıka dâhilinde plaj, yahut deniz hamamı olmaya elverişli yerler ihtiyaca belegan mabelağ takabül eder.
Florya, Altınkum, Caddebostanı ve emsali plajlar bir spor mahalli olmaktan ziyade bir eğlence mahallidir.
Deniz sporlarına karşı incizap duyuyorsunuz, denize girmek fikrinde misiniz? Fakat her tarafı denizle örtülen bu sahil şehrinde buna imkan bulamıyoruz.
Bundan daha acı ne olabilir?
Şehirde deniz hamamları yapmak çok karlı sayılan bir iştir. Fakat vaziyetin hakiki iç yüzü böyle değildir.
Mesela denizin kumsal bir kenarında bir banyo mahalli yapmak ve bunu hem halkın istifadesine, hem de kendi istifadesine açmak isteyen adam namütenahi müşkülatla karşılaşır: maliye ayrı vergi ister, emanet ayrı aidat ister, ruhsatiye alınır, banyonun mutlaka “Asri” olması kaydı konulur ve zavallı adam bu işten mutlaka vazgeçmek zaruretinde kalır.
Diğer taraftan, vuku bulan facialar dolayısıyla açıkta denize girmek (haklı bir kararla) menedilmiştir.
Şu vaziyet karşısında zavallı İstanbulluya bu zevkten mahrumiyet bir emri mukadderdir ve bu sıcaklarda pişmeye mahkumdur.
Buna kuruni vustai bir işkence derler.
BİR SPOR MECMUASI [35]
Dün matbu bir mektup aldım. Bir spor mecmuasının intişardan evvel etrafa gönderdiği bu mektupta, Türkiye’de spor hareketlerimizin geçirmekte olduğu umumi muvaffakiyetsizilik ve spor teşkilatımızda görülen zaaf ve teşettüt sporla iştigal eden bütün gençliği ve sporu himaye edenleri müteessir edecek bir hal almıştır. Bu hallere nihayet vermek için… de bu mecmua intişar ediyor. Ben her spor neşriyatını takdirle karşılarım. Lakin bu hal beni bir hakikat söylemekten menedemez: Bizim spor işleri, sporcuların ve spor nizamlarının bozukluğundan dolayı karışmamıştır. Bugünk buhranın sebepleri bir mecmua neşriyle düzelecek kadar sathi değildir. Ne kadar istedim ki bu işler iki üç makale ile düzelsin, lakin maalesef “Kazın Ayağı” öyle değil.
FENERBAHÇE MÜESSİSAN HEYETİ [36]
Fenerbahçe katibi umumiliğinden:
Kulüp müessisan heyeti 23 Ağustos Cuma günü saat 10’da içtima edeceğinden azayi muhteremenin teşrifleri rica olunur.
TRABZON’DA DENİZ [37]
Okudum ve titredim. Trabzon’da belediye halkın denize girmesini menetmiş. Sebebi de denizin pisliği imiş. Tasavvur edin! Koca bir şehrin bütün sahili ayak sokulamayacak kadar pis.
Burada bir sual varit oluyor. Tabii, deniz bu hale bir gece içinde gelmedi. Pislik diz boyunu geçmeden evvel Belediye nerede idi?
Size bir tezat levhası. Almanya’nın deniz ve nehir olan ve olmayan bütün şehirlerinde Belediyeler suyu daima değişen büyük ve umumi yüzme havuzları yapar. Bizde de denizin pisliğinden dolayı halk oraya girmekten meneder. Aradaki fark büyük değildir.
TELEVİZYON [38]
Geçen gece fennin son terakkilerinden bahsediyorduk. Ben televizyonun pek büyük bir keşif olduğunu söyleyerek dedim ki:
“Ne iyi olacak, şimdiye kadar telefonla uzak mesafelerden yalnızca konuşmak mümkün oluyordu. Televizyon konuşanların birbirlerini görmelerini de temin edecek.”
Bir hanım sözümü kesti ve itiraz etti:
“Ben bu keşiften pek memnun olmayacağım. Çünkü benim telefonum yatak odama pek yakındır; zil çalınca giyimli, giyimsiz koşarım. Şimdi telefona televizyon da ilave edildi, artık giyinip de koşmak yahut hep giyimli oturup beklemek lazım gelecek; bana bakmayın.”
BEYKOZ’DA [39]
Kendi muhitlerinde kesif bir faaliyet ve varlık gösteren Beykozlular bu hafta da kendi sahalarında bazı maçlar izhar etmişlerdir.
Beykozlular malum olduğu veçhile, her hafta kendi sahalarında maç yapmaktadırlar. Hatta geçen hafta Fenerbahçe’nin birinci ve ikinci takımlarıyla karşılaşmışlar ve çok iyi neticeler almışlardı.
Birinci takımlar maçı 2-2 berabere bitmiş, ikinci takımlar müsabakasını Fenerliler 3-5 kazanmışlardır.
Beykozlular bu hafta, Süleymaniye birinci ve Hilal ikinci takımlarını Beykoz’a davet etmişlerdir. Bu maçlar çok enteresan olacaktır.
KEDİ ETİ YEMELİ! [40]
Beyoğlu taraflarının köpek amatörleri pekiyi tanır, bir Baytar Santur Bey vardır. Bir iki gün evvel intişar eden bir mülakatta bu zat bize kedi eti yemesini tavsiye ediyor. Muallim köpeklerle fazla temas ettiği için olmalı ki bir kedi düşmanlığı hissi taşımaya başlamış. Bu fikri vaktiyle Ruslar pek güzel tatbik etmişler ve İstanbul’da kedi bırakmamışlardı. Lakin sığır eti yiyecebilecek kudreti maliye kesbedince bu nimetten vazgeçtiler.
Muhterem Doktro şimdi ayni cereyanı açarsa İstanbul’da farelerin burnumuzu yemesi ihtimali kuvvetlenir.
Fizyoloji ulemasından biri insanın etini veya gıdasını yediği hayvanın huylarını aldığını iddia ediyor. Eğer bu iddia doğru ise Baytar Bey’in tavsiyesini tutup kedi eti yiyenleri Mart ayında alt katlarda aramalıyız.
NİÇİN YAPILMIYOR? [41]
Bir iki haftadan beri Taksim stadyumunda futbol maçları yapılmaz oldu… Doğrusu da aranılırsa bunda biraz isabet vardır. Memleketimizde, her yerde olduğu gibi bir mevsime tabi bulunmayan futbolun bu bunaltıcı sıcaklarda bahsini bile etmek bir külfet, bizzat futbolcular için de bir zarar oluyor. Buram buram ter dökülen bu sıcaklarda ve dört tarafı deniz biz şehirde başka sporlar yapmak imkânı varken hala meşin top peşinden koşmak biraz garip oluyor. (…)
DENİZ YARIŞLARI [42]
Muntazam ve Mükemmel Bir Surette Cereyan Etti
Heybeliada, Bahriye Birliği tarafından tertip edilen deniz yarışları, sivil kulüplerin de iştirakiyle dün parlak bir surette yapıldı.
Başta Meclis reisimiz Kazım ve Başvekil İsmet Paşalar olduğu halde, İstanbul’un kibar ve tanınmış ailelerinden müteşekkil kesif bir kalabalık Deniz Lisesi’nin davetlilere tahsis ettiği mahalden başka adanın rıhtımını ve yarışı seyre müsait her tarafını doldurmuş bulunuyordu.
Deniz Lisesi müdürlüğü, tertip edilen yarışın mümkün mertebe muntazam ve mükemmel olmasını teminen icap eden her türlü tedbirleri almış, yarış sahasından, seyircilere tahsis edilen mahallere kadar her yerde ve aami muvaffakiyetle intizamı temine fırsat bulmuştu. Görülen intizam, sarf edilen mesainin heba olmadığını ispat ediyordu.
Yarışlara tam saat onda başlanmıştı. İlk yarışlar tamamen yüzme müsabakalarına tahsis edilmişti.
Muntazam vücutlu gençlerin, beden kabiliyetlerini fenni şeraite tevfik ederek çalışmalarını gösteren bu müsabakalar çok zevkli oldu. Sert, seri kulaçlarla, rakibi bir tek hamle geçebilmek için gayretinin azamisini sarfeden genç yüzücülerin çetin mücadelesi hariçten heyecanla seyrediliyordu.
Bazen hafifi bir çığlık, final yaklaşırken rakibine mağlup olmak ihtimali kuvvetlenen bir gencin ya annesinin ya kızkardeşinin asabiyetten titreyen dudakları arasından fırlıyor ve bu hafif nida, yetişen tarafın kopardığı daha hâkim galebe ve teşvik avazının içinde sönüyor, kaybolup gidiyordu.
Heyecan, merak içinde takip edilen bu yarışların cereyanında, hariçten seyredenler üzerinde yaptığı tesir, şimdiye kadar görmeye alıştığımız yarışların bıraktığı intibaa nazaran çok daha başkaydı. Gürültü, patırtı, adi coşkunluklardan bayağı feveranlardan uzak bir şekilde akıp giden bu müsabakalar, seyircilerin bu nezahata yabancı kalmayan haleti ruhiyeleri içinde, samimi bir mecra takip ederek nihayetine yaklaştığı, herkes bu pek tatlı geçen günün nihayetine yaklaşmadan mütevellit bir azap hissi duyuyordu.
Sırasıyla 100, 50, 400 metre yüzme yarışları yapıldı. Sivil kulüplerle Bahriyeliler ayrı ayrı karşılaşıyorlar ve her yarış intizam, heyecan itibariyle birbirinden daha zevkli oluyordu.
Dalma müsabakaları da çok heyecanlı oldu. Geniş omuzlu, sağlam ciğerli gençler dakikalarda suyun altında kalıyor, uzun mesafeleri bir karabatak sabrı içinde, hariçten seyredenlerin bile başını döndüren bir fedakârlıkla katediyorlardı.
Öğleye doğru, yüzme yarışları artık hitama ermişti.
Bu yarışlarda Gedikli mektebinden Fahri, Deniz Lisesi’nden Yaşar ve Mithat, Beylerbeyi kulübünden Cemil Beyler ciddi bir varlık gösterdiler.
Öğleden sonra yarışlara yine devam edildi. Yarışların bu kısmı da aynı dikkat ve heyecanla takip olunuyordu.
Bahusus Heybeli’ye gelen vapurların taşıdığı yolcular seyircilerin kesafetini arttırmış, adeta iğne atılsa yere düşmeyecek bir vaziyet hâsıl olmuştu.
Kulüplere mahsus futa yarışları, her zaman olduğu gibi, çok heyecanlı oldu. Neticede bir ve iki çiftelerde Galatasaray birinciliği aldı, Beykoz ikinci oldu.
Bahriye’ye ait vesait arasındaki yarışlar da çok mükemmel oldu.
Akşama doğru bütün müsabakalar bitmişti, tevzii mükâfat yapıldı ve güneş gurup ederken herkes İstanbul’un yolunu tuttu.
BESİM GELDİ [43]
Besim’in geldiğini dün son dakikada öğrendik. İşte geç vakit kendisini gören bir muharririmize bizzat anlattıkları:
“Evvela şunu söyleyeyim ki hadisatı herhangi bir ademi muvaffakiyeti tevil veya kapatmak için nakletmiyorum. Maksadım vakayı beni sevenlere anlatmaktır. Macaristan şampiyonasına 14 atlet, hep birlikte, aynı pistte koşmak şartıyla başladık. Hâlbuki nizamname bu kalabalık şekilde koşuyu men eder ve koşucuların adedi dokuzu geçince tasfiye müsabakalarını zaruri olarak kabul eder. Bu kalabalık içinde koşu başlar başlamaz derakap bir grup tarafından muhasara edildim. Bittabii, bütün müsabakalarda olduğu veçhile harekâtımı işkal için ‘bloke’ edildiğime intikal etmekte gecikmedim. Bütün mesaime rağmen muhasara çemberinden kurtulamayınca protesto mahiyetinde pisti terk ettim.
Vaziyet budur. Ben ne başkalarını itham, ne de muvaffakiyetsizliğimi tevil etmiyorum. Eğer bu hadise olmasaydı yarışı kazanacağımı yahut derece alacağımı da iddia etmem.”
ZAFERLERİN ZAFERİ [44]
26 Ağustos sabahı, Afyon ufuklarında şafak sökerken dağları inletmeye başlayan Türk topları halaskar bir zaferi müjdeleyen bayram topları olmuştur.
Filhakika 26 Ağustos, düşman ordusunu beş gün içinde mağlup ve perişan eden, iki hafta içinde de kâmilen imha eyleyen büyük taarruzumuzun başladığı büyük gündür.
Gazi 337 senesi Ağustos’unda Başkumandan olduğu zaman Büyük Millet Meclisi kürsüsüne çıkmış ve:
“Memleketimizi çiğnemek üzere memleketimize giren Yunan ordusunu harimi ismetimizde boğacağız” demişti.
Hakikaten bir sene sonra 26 Ağustos 338’de taarruz başladı ve iki haftada Yunan ordusu harimi ismetimizde tamamen boğuldu. Gazi Hazretleri bu taarruzu o zaman meclis kürsüsünden anlatırken demişlerdi ki:
“En karanlık ve en bedbaht günlerimizde meclisimizin sarp ve yalçın kaya gibi azmü imanı, talihin bu parlak inkişafına erişmek için lazım gelen imkânı daima mahfuz tuttu. Milli mesailde şaşmaz bir aklıselim ile daima doğruyu ve daima iyiyi keşf ve temyiz eden meclisimizin bu neticelere ermekten dolayı duyduğu saadet kadar istihkak kesbedilmiş ne tasavvur olunabilir. Milletin mukadderatını doğrudan doğruya deruhte eden yas yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azmü iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakta ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu meserretle dolu olarak pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil eyledikleri hürriyet ve istiklal fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum.”
Yedi sene evvel bugün başlayan büyük taarruz hür ve müstakil Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini kurmuştur.
Bu temelin harcı şehitlerimizin kanı ve gazilerimizin alın teri ile karışmıştır.
Türkiye’yi kurtaran son zaferin başlangıç gününün yıl dönümünde bütün mukaddes şehitlerimizi ve başta Gazilerin Gazisi olmak üzere yüce bütün gazilerimizi şükran ve minnetle selamlarız.
YÜZME MÜSABAKALARIMIZ MUVAFFAKİYETLE YAPILDI [45]
Dün yüzme müsabakamızı yaptık. Dün Moda ile Fenerbahçe arası ve Fener koyu biri sabah, biri akşam olmak üzere büyük bir alaka ile karşılanan pür heyecan iki spor hareketine sahne oldu. Ve yüzme, bu en temiz, en asil spor dün çok canlı bir gün yaşadı.
Gerek erkek yüzücülere mahsus yarış, gerek hanımlar arasındaki müsabaka muvaffakiyetle başladı, muvaffakiyetle devam etti, muvaffakiyetle bitti.
Yalnız sabahleyin erkek yüzücülerin müsabakada Moda ile Fenerbahçe arasını dolduran sandalların yarış hattını daraltmaları, hatta bazı saygısızların bu hattın içine kadar girerek yüzücülerin hareketlerini müşkülleştirecek vaziyetler almaları da olmasaydı; müsabakamız büsbütün üzüntüsüz geçmiş olacaktı.
Bütün bunlar, her iki müsabakamızın safahatını, yarış esnasında yüzücülerin birbirlerine karşı olan vaziyetlerini, bu husustaki tenkit ve mütalaamızı, çay ziyafetimiz, derece alan yüzücüler için hazırladığımız kupa ve madalyaların merasimle verilişini, bütün tafsilatı yarına bırakarak bugünlük yalnız müsabakaları neticesini kayıtla iktifa ediyoruz.
Erkekler arasındaki müsabakamıza 33 yüzücü iştirak etti. Bunların kısmı azamı Moda ile Fenerbahçe arasındaki mesafeyi ikmale muvaffak oldu ve neticede Temis 22 dakika 50 saniyede birinci, Galatasaraylı Hüseyin Suat 23 dakika 2 saniyede ikinci, Galatasaraylı Fazıl 23 dakika 11 saniyede üçüncü geldiler.
Hanımlar arasındaki müsabakamızı Fenerbahçe’nin gerisindeki kayada 500 metrelik bir saha üzerinde yaptık. Dört kadın iştirak etmişti. Rahatsız olduğu halde müsabakaya giren Melek Hanım biraz sonra yarışı terk etmek mecburiyetinde kaldı. Bu suretle müsabaka üç kadın arasında oldu. Matmazel Lizbet 9 dakika 5 saniyede birinci geldi.
İki sene evvel Cumhuriyet yarışında rakiplerini büyük bir farkla geride bırakan kıymetli yüzücümüz İsmet Hanım suların sevkiyle pek açığa düşmesine ve bu suretle geniş bir kavis çizmek mecburiyetinde kalmasına rağmen 9 dakika 15 saniyede hedefe vasıl oldu.
Meveddet Şavki Hanım 10 dakika 45 saniyede üçüncü oldu.
Pek büyük bir heyecan ve alaka ile takip edilen bu müsabakaların şayanı dikkat safahatını da yarın bütün diğer tafsilatla beraber bu sütunlarda yazacağız.
GAZİ HAZRETLERİNİN TENEZZÜHLERİ [46]
Reisicumhur hazretleri 26 Ağustos 929 Pazartesi günü Dolmabahçe’de bürolarında meşgul olmuşlar ve istirahat buyurmuşlardır.
Akşam yemeğini müteakip mevcut davetlilere hitaben: “Arkadaşlar bugün 26 Ağustos’tur. Böyle atıl vakit geçirmeye gelmez, hareket lazımdır. Kalkınız bakalım.” buyurdular.
Müşarünileyh hazretleri refakatlerinde dâhiliye ve maliye vekilleri olduğu halde saat 23’te Dolmabahçe’den hareketle Tokatlıyan otelini teşrif etmişler ve otelde bulunan Darülfünun Emini Doktor Neşet Ömer Bey’i de refakatlerine almışlardır.
Otelin gazinosunda kendilerine hizmet edenler meyanında harpte Suriye’de Cemal Paşa merhumun sofracılığını yapmış ve bu vesile ile Gazi Hazretlerine de hizmet etmiş olan metrdoteli derhal tanımış ve iltifat etmişlerdir.
Gazi Hazretleri bir müddet istirahatten sonra mufarakat buyuracakları sırada otelin yemek salonuna girdiler ve bu vesile ile mütareke zamanındaki bir sözlerini hatırlayarak o zaman buna muharıp olan metrdotele o sözleri aynen söylemesini emrettiler.
Bahsin mevzuu olan vaziyet şudur: Yıldırım orduları grubu kumandanlığının mütarekeyi müteakip lağvı dolayısıyla İstanbul’u teşrif buyuran Gazi Hazretleri vatanın halasına çare aradığı ve ileride yapacağına karar verdiği sıralarda bir gün, bir arkadaşını Tokaylıyan’a yemeğe davet etmişler, bu metrdotel, hizmetlerine şitap etmiş. Paşa hazretleri metrdoteli görünce taltif etmek istemişler ve halihatır sormuşlar.
Metrdotel hikâyeye başlarken dedi ki:
“Paşam, efendimiz işte bu masada oturuyordunuz. Yanınızda bir de uzunca boylu, esmer bir misafir bey vardı.”
Bunun üzerine Gazi hazretleri kendilerinin de pekiyi hatırladıkları o masaya gittiler ve o zaman oturdukları yere oturdular. Metrdotel devamla:
“Bendenize ‘Çocuk nasılsın, iyi misin?’ buyurdunuz. Bendeniz de ‘Paşa hazretleri, Cemal Paşa memleketten gitti, bendeniz de tekrar buraya garsonluğuma döndüm’ dedim. Bunun üzerine buyurdunuz ki:
“Merak etme, onlar gittiler, amma bu gelenlerin hepsi de az zamanda buradan gideceklerdir.”
Gazi Hazretleri bu hatırayı dinledikten sonra, yemek salonundan çıkmak üzere iken kendilerine arzı tazimat eden ve umumi harpte ihtiyat zabitliği yapmış oldukları anlaşılan iki ecnebi beyefendiye iltifat buyurdular. Bu manzara, o ekmel insanın ruhundan taşan ali cenaplığa, demokratlığa müstesna bir numune idi.
Gazi Hazretleri Tokatlıyan’ı, kapıya tehacüm eden binlerce müştaklarının yürekten gelen çok şiddetli ve sürekli alkışları arasında terk ettiler. Ve bir müddet çok sevdiği halkın arasında yürüdükten sonra otomobillerine binerek Taksim Bahçesi’ni teşrif ettiler. Bahçedeki numaraların son kısımlarını temaşa buyurdular ve numaraların hitamından evvel çok kalabalık seyircilerin şiddetli alkışları arasında bahçeyi terk ile Tarabya’daki Tokatlıyan otelini saat birde teşrif ettiler.
Müşarünileyh hazretleri hafif bir supeyı müteakip ifade buyurdukları gibi “Mevkiinin güzelliğini ve havasının letafetini bizzat tecrübe etmek ve tatmak üzere” geceyi Tarabya otelinde geçirmişler ve ertesi günü öğle yemeğini yemek üzere motorla saraya avdet buyurmuşlardır.
MUVAFFAK BEY VAZİYETİ ANLATIYOR [47]
İstanbulspor’un, maruz kaldığı haksızlık üzerine Futbol Federasyonuna müracaat ederek şikâyet ettiğini, bunun üzerine meselenin Futbol Federasyonunda tetkik ve hatanın tespitine mani olmak isteyen Orhan ve Abdullah Beylerin istifa ettiklerini dün yazmıştık. Orhan ve Abdullah Beylerin bu istifası nisabı içtimaın bulunmaması ve bu suretle federasyonun toplanamaması gayesine müteveccih bulunuyordu.
Futbol Federasyonunun içtima edememesi mağdur vaziyette bulunan İstanbulspor’un vaziyeti tashih edememesiyle neticelenecek ve bu suretle Orhan Bey mesai sahasında yükseltemediği takımını birinci kümede ipka edebilecekti. Sporda entrika ve siyasete vazıh bir misak teşkil eden bu şekli hareketin mağduriyeti göz önünde duran bir takımın hukuku aleyhine ne dereceye kadar muvaffak olabileceğini anlamak için Futbol Federasyonu reisi Muvaffak Bey’le görüştük. Muvaffak Bey diyor ki:
“Orhan ve Abdullah Beylerin istifalarından teessürle haberdar oldum. Bu istifanın hangi gayeye matuf olduğunu bilmiyorum. Mamafih eğer denildiği gibi bu istifalarla Federasyona içtimalarına mani olunmak isteniyorsa bu hareket gayeye vusul noktasından muvaffak olmuş bir hareket sayılmaz. Çünkü geride yine ekseriyet vardır.
Federasyon içtimalarında üç kişinin bulunması karar ittihazı için kâfidir. Hâlbuki biz şimdi tam üç kişiyiz. Ben, Şerafettin ve Burhan Beyler.
Burhan Bey denildiği gibi istifa etmiş değildir. Bu istifanın vaki ve makbul olması için bir takım eşkâl ve şerait vardır ki Burhan Bey’in bahsedilen istifası bu nizam merhalelerinin hiçbirinden geçmemiştir. Bu itibarla Burhan Bey halen Futbol Federasyonunun azasıdır.
İstanbulspor hadisesini, buna müteferri evrakı mıntıkadan istemek suretiyle tetkik edeceğiz. Eğer yapılmış bir haksızlık varsa salahiyetimizi istimal ederek buna mani olacağımız muhakkaktır.”
Muvaffak Bey’in sözleri matlup seraheti haizdir. İstanbulsporlular, davalarının adil ve bitaraf ellerde tetkik olunduğundan ve haklarının teslim edileceğinden emin olabilirler.
DOĞRU DEĞİL [48]
Fenerbahçe Yunanistan’a Gitmeyecek
İzmir’de çıkan Yeni Asır refikimiz Atina gazetelerine atfen, Fenerbahçe birinci futbol takımının Yunan takımlarıyla karşılaşmak üzere Atina’ya gideceğini yazmaktadır.
Bu malumata göre, Fenerbahçe Yunan Futbol Federasyonu delaletiyle Atina’daki (Enosis Konstantinopl) takımına müracaat etmiş. Atina ve Selanik’te beş maç yapmak üzere mutabık kalmıştır. Atina’da çıkan Proiya gazetesi bu münasebetle Fenerbahçe’den sitayişle bahsetmekte ve takımımızın ecnebi takımlarla hemen her yaptığı müsabakada muvaffak olduğunu kaydetmektedir.
Hâlbuki İstanbul’da Fenerbahçe’nin Yunanistan’a gideceğine dair hiçbir malumat mevcut değildir.
Böyle bir ziyaret zaten mevzubahis olamazdı. Bu bilgimizi teyit için bir defa da Fenerbahçe takımının kaptan Zeki ve kâtibi umumisi Muvaffak Beylere müracaat ettik. Gerek Zeki Bey, gerek Muvaffak Bey böyle bir ziyaretten haberdar olmadığını ve kati surette tekzip edebileceğimizi söylemişlerdir.
TÜRK VATANININ KURTULDUĞU GÜN [49]
Türk ordusunu sevk eden Başkumandan, düşmanı yedi sene evvel bugün imha etti. Gazi Mustafa Kemal diyor ki: Geçirdiğimiz buhranlı günlerin şerefli kahramanlarını hep beraber takdis edelim. Onlar arasında muharebe meydanlarında düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi yangınlarda, ateşlerde yakılmış bedbaht çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır.
Onlar arasında namuslarına tecavüz edilmiş, ebediyen ağlamaya mahkûm kızlar da vardır.
Onlar arasında yurtlarını kaybetmiş aileler, evlatlarını gömmüş analar vardır ve gene onlar arasında muharebedeki vazifei namusunu şerefiyle ifa ederek bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır.
Onlardan canı şehadeti nuşetmiş olanların ruhlarına Fatiha’lar ithaf edelim.
Bu hareketi yapan bir ordunun babaları ve analarından ibaret olan milletimiz bütün cihana karşı en yüksek mevkii hürmeti ve mevkii izzeti kazanmıştır.
Milletimiz biperva iftihar edebilir ve ben böyle bir milletin aciz bir ferdi olmakla en büyük saadeti hissediyorum. Bu muharebe meydanlarında emsalsiz kahramanlıklar ve şehamet göstermiş olan zabitlerimizin, neferlerimizin ve kumandanlarımızın her biri ayrı bir menkıbe, bir destan teşkil eden harekâtını kemali tebcille ve hürmetle yadediyorum. Bu şehamet meydanlarında rahmeti rahmana kavuşan şühedamızın muazzez ervahına hep beraber Fatiha’lar ithaf edelim.
Şehamet meydanında ölenlerin analarına ve babalarına taziyeler değil, tebrikler gönderelim.
BEBEK DENİZ YARIŞLARI [50]
Hangi kulübün birinci geldiği bugün anlaşılacaktır
Tayyare Cemiyeti tarafından tertip edilen ikinci teşvik yarışları dün Bebek koyunda icra edildi. Dün yapılan yarışlara, heyeti umumiyesi itibariyle “muvaffak olmuş bir yarış” denemez. Tertip heyetinin saha intizamını temin edecek tedabire müracaat etmemiş ve yarış sahası, hatta yarışların icrası anında bile yol kesen, manialar ihdas eden bir sürü sandallarla, motorlarla dolmuştu. Bu motor ve sandalların yarışçılara çıkardıkları nihayetsiz müşkülat dün yalnız müsabakalara iştira edenleri değil, hatta kenardan seyredenleri bile sinirlendiriyordu. Bu vaziyet birçok haksızlıkları tevlit etti ki bundan mütevellit taksir vazifesini imkansızlıklar ve çaresizlikler içinde ifaya çalışan hakem heyetine ait değildir.
Yarışlara Galatasaray, Beykoz, Ortaköy, Altınordu ve Beylerbeyi iştirak etmişti.
Bu kulüpler arasında Galatasaray’ın kazanmaya en müsait vaziyette olduğu muhakkaktı. Galatasaraylılar şimdiye kadar yapılan bütün deniz yarışlarını kazanmak suretiyle bir tefevvuk göstermişlerdi. Buna ilaveten yarışların Galatasaray kürekçileri için tamamen kendi muhitleri sayılan Bebek’te yapılması kıymeti inkar edilemeyecek bir avantaj teşkil ediyordu. Bütün bu sebepleri hesaba ithal ederek Galatasaray’ın yeni bir zafer daha kazanacağını tahmin edenler ekseriyetteydi.
Yarışlar intizamsızlığı büsbütün arttıran çırfıntılı ve sert bir hava içinde cereyan etti.
Bir çifte müptediler – Beykoz birinci, Beylerbeyi ikinci, Altınordu üçüncü.
Üç çifte küçükler – Galatasaray birinci, Altınordu ikinci.
İki çifte dirsekli – Galatasaray birinci, Altınordu ikinci, Beykoz üçüncü.
Tek çifte hanımlar – Beykoz birinci, Galatasaray ikinci
İki çifte müptedi – Beykoz birinci, Altınordu ikinci, Galatasaray üçüncü
Tek çifte kıdemli – Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
İki çifte kıdemli – Beykoz birinci, Galatasaray ikinci, Altınordu üçüncü.
Üç çifte müptedi – Beykoz birinci, Beylerbeyi ikinci geldi. Fakat hakem heyeti Beykoz’la Beylerbeyi’ni diskalifiye etti ve Ortaköy birinci oldu. Vakit gecikmiş ve hava kararmıştı. Yarışı yapan futalar artık gözle takip edilemiyordu. Hakem heyeti puanların tasnif ve birinci olan kulübün intihabını bugüne terk etti.
[1] 1 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)
[2] 2 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Ali İhsan)
[3] 3 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[4] 4 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)
[5] 5 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[6] 6 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[7] 6 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)
[8] 7 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi (Ali Naci)
[9] 7 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[10] 7 Ağustos 1929 – Vakit Gazetesi (Seyyah)
[11] 8 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)
[12] 8 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[13] 8 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[14] 8 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi
[15] 8 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)
[16] 9 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[17] 9 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[18] 10 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[19] 11 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[20] 11 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[21] 11 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[22] 12 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[23] 13 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[24] 13 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)
[26] 13 Ağustos 1929 – Son Saat Gazetesi
[27] 14 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)
[28] 15 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi (C.N.)
[29] 16 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[30] 16 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[31] 16 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi
[32] 17 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[33] 18 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[34] 19 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[35] 20 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)
[36] 21 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[37] 21 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)
[38] 21 Ağustos 1929 – Vakit Gazetesi (Topluiğne)
[39] 22 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[40] 22 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)
[41] 23 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi
[42] 24 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[43] 25 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[44] 26 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[45] 27 Ağustos 1929 – Vakit Gazetesi
[46] 28 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[47] 29 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi
[48] 29 Ağustos 1929 – Vakit Gazetesi
[49] 30 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi
[50] 31 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi





















































































































































































































































































