Etiket: Sadri Usuoğlu

  • 1924 Derbi Kavgası VII

    1924 Derbi Kavgası VII

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası VII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    17 Ağustos 1924

    Fenerbahçe – Galatasaray Müsabakasının Tafsilatı

    Müsabaka değil, bu bir kıyamet, bir afettir! – Cezalar, fauller, penaltılar günü.. – Dövüşenler, sövüşenler, bayılanlar ve nihayet mahalli zabıta tarafından müsabakanın tatili.

    İstanbul birinciliğinin hangi kulübe nasip olacağına dair hafta ortasında yaptığımız tahminler bu müsabakaların, hararetini, şiddetini göz önüne getirmek hususunda meğer ne kadar zayıf kalacakmış!..

    Bu tahminleri ve hele Galatasaraylı gençlerin kulüpçülük imanını biraz da latife ile karışık, tasvir için yazılan satırları çok görenler de oldu. Fakat son Galatasaray – Fener müsabakasını seyrettikten sonra bu zevat acaba ne düşündüler? Hele Galatasaraylılarda ancak bir kulüp muhabbeti şeklinde tecelli eden bu aşkın bir gazete tarafından tespit edilen nevini onlar acaba hangi tarafta buldular?

    Şimdiye kadar oyun tarzına ahenk ve nezaketten başka bir şey izafe edilmeyen tarafın bu hususta biçare Galatasaraylılardan çok ileri gittiğine hiç olmazsa hayret etmediler mi?

    Saat beşe doğru Süleymaniye-Beşiktaş müsabakası başladı. Etrafta kesif bir kalabalık vardı. Tıpkı ecnebilerle yapılan müsabakalardaki gibi.

    Beşiktaşlılar Sadri, Tevfik, Refik, Cavit, Şahap, Kemal, Nafi, Abdi, Baha, Edip ve Saadet Beylerden, Süleymaniyeliler de Hamid, Ahmet, Mazlum, Saim, Hüsnü, Selahattin, Niyazi, Avni, Şükrü, Latif ve Kemal Beylerden mürekkepti.

    İlk dakikalarda Süleymaniye faik göründü. Beşiktaşlılar uzun müddet bir derli topluluk gösteremiyorlardı. Birinci sayı Süleymaniye lehine kaydedildi. Kaleci Sadri iki defa topu tuttuktan sonra üçüncüde kaçırmıştı. Bundan sonra beyaz-siyah formada büyük bir gayret tutuştu. O zamana kadar fevkaladeliği görülmeyen Refik şiirlerine başladı. Oyun açıldı. Şahap topu sürerek Süleymaniye kalesine kadar sokulduğu halde atamadı. Yine böyle bir akın Süleymaniyeliler tarafından hatalı surette tevkif edildiği için (penaltı) cezası verildi. Refik’in topa vuruşu görülecek şeydi. Antrenör İstanbul’a geldi geleli, aylardan beri, o en güzide diye ismi çıkan futbolculara (penaltı) nasıl atılacağını öğretmeye çalışıyor. Dün Refik’in çektiği (penaltı)yı gördükten sonra şimdiye kadarki emeklerine acımış olsa gerektir.

    İkinci haftaymda hâkimiyet Beşiktaşlılara geçmişti. Refik açılmış, müdafaada emsalsiz bir kudret gösteriyor, Nafi sağdan, Saadet soldan mükemmel akınlarla rakip kaleyi tehdit ediyorlardı. Süleymaniye müdafaası dün beklediğimiz kudreti gösteremedi. Denilebilir ki bütün ağırlığı Hamit Bey yüklenmişti. Beşiktaşlılar bundan sonra iki sayı daha yaptılar ve kazandıkları galibiyet ile birincilik müsabakalarının son devresine kalmış oldular. Müsabaka heyet-i umumiyesi itibariyle çok kibar cereyan etti. Bazı şedit safahatını görenler bu iki kulübe kırıcılık atfettiler. Fakat bundan sonra o güzide kulüplerin arasında kopan kıyamete acaba ne isim verdiler?

    Galatasaray – Fenerbahçe Afeti

    Bu hakikaten bir fırtına, bir kasırga ve nihayet bütün meydanı altüst eden bir afetti. Galatasaraylılar önde Nihat, meydana çıktıkları zaman takımın Ulvi, Ali, Mehmet (A), Kemal, Hayri, Mehmet (L), Edip, Fehmi, Mithat, Muslih Beylerden teşekkül ettiği anlaşıldı. Sarı-Lacivert formayı da bermutat Şekip, Cafer, Kadri, Ragıp, İsmet, Fahir, Sabih, Alaaddin, Zeki, Ömer, Bedri Beyler taşıyordu. Oyun uzun müddet pek zevksiz, pek renksizdi. Herkes topa çat çut vuruyor, etraftan seyredenler her vuruşta manasız yaygaralarla ortalığı tutuşturuyordu. Bu futbol değil, oynayanların da seyredenlerin de sinirlerini bozan, gözleri büyüleyen bir kasırga idi.

    Galatasaray’ın her zamanki harareti, hararetli imanı vardı. Fakat hücum hattının teşkilinde çok azim hata işlenmişti. Fehmi Bey topa vurmasını beceremedikten başka manasız markalarla kendi arkadaşlarını yoruyor, hücumlarını rakip tarafa tevcih ettiği zaman da kendi zararlı çıkıyordu. Artık ihtiyar diye seyirciler arasına karışan Necip, keşke olsaydı, Fehmi Bey’in kaçırdığı fırsatlardan ne güzel istifade edebilirdi.

    Fenerbahçe müdafaası çok çalışıyordu. Hatta insanın bir kere ismi çıkmasın derler ya, şiddet hususunda Galatasaraylıları kat kat geçtiler. Dillerde dolaşan ahenk ve tesanütten ise iz görünmedi. Nitekim Fenerbahçe hesabına kaydedilen iki sayı takımın ruhunu teşkil eden kombinezondan ve o kombinezonun ruhu olan oyuncuların maharetinden kazanılmadı: İkisi de (penaltı)dan yapıldı.

    Top böyle zevkten, sanattan mahrum bir sarsaklıkla iki kalenin ortasında dolaşırken Galatasaray aleyhine ilk ceza verildi.

    İnsan Ulvi’ye acıyacak gibi oluyordu. Birinci takımda, ilk defa olarak iştirak ettiği mühim bir maçta birinci sayı olmak üzere (penaltı)ya mahkum olmak, ne garip bir tecelli!..

    Ceza vuruşu yerden sürünerek yuvarlandı ve Galatasaraylı kalecinin uzanan ayağının arasından geçti. Alkışlar, fırlayan fesler, kalpaklar, mutat gürültüler, her zamanki kıyamet…

    İlk sayıya mahkûm olan tarafın inkisara uğrayacağı tahmin edilebilirdi. Galatasaraylılarda bilakis böyle bir inkisar yerine mütezayit bir gayret görüldü. Fenerliler ise hiç olmazsa şiddet hususunda rakiplerini geri bırakmak istiyorlardı. Nitekim Galatasaraylılardan daha genç ve daha çelimsiz birkaç oyuncu bu kırıcı tabiyeye kurban oldular. Hele bir aralık Leblebi Mehmet’e Fenerli müdafilerden biri çelme taktığı zaman bu on yedi yaşındaki çocuk kendi süratine inzimam eden çelmenin şiddetinden üç beş adım ileri fırlayarak yüzükoyun yere düştü. Ve öylece bayıldı. İnsan bu sahneyi gördüğü zaman yapılan şey kasapları kıskandıracak bir boğazlaşma mı, yoksa iki Türk kulübü arasında bir müsabaka mı nedir bir türlü kestiremez. Hatta karşıki kulüp bir Yunan, bir Bulgar takımı bile olsa siyasi ve milli adâvetlerin spor sahasına kadar dökülmesi mi lazım gelir? Ya rabbi, Fener ve Galatasaray arasındaki bu rekabet, bazen ne feci bir husumet rengine bürünüyor!.. Hele şurası şayan-ı dikkattir ki dün futbol meydanında toplaşıp bağıran, çırpınan, sövüp sayan ve nihayet ani bir feveranla ortaya fırlayarak birbirlerini hiç de tanımadıkları halde dövüşen, boğazlaşan bu binlerle ahalinin gösterdiği heyecan, asabiyet, şiddet, acaba başka hiçbir sahada görülmüş müdür? Hayır, bu kadarı hiç de kibar ve makul bir şey değil.

    Biz de spor aşkına, sporcu aşkına iman edenlerdeniz. Fakat mesela (boks)a vahşet diyenler dün eline bir (usturpa) alıp ortaya fırlayan, hiç tanımadığı insanlar arasında önüne gelenlere yumruk savuran kahramanlara acaba ne isim verecekler?

    Benim gibi on altı senedir spor sevgisini birçok hislerin üstünde tutanların ekseriyeti de dünkü futbol maçını gördükten sonra, eminim, meşin toptan ve ızgaralı ayakkabıdan iğrenmişlerdir!..

    Galatasaraylılar ilk golü yaptıkları zaman aynı heyecan, aynı kıyamet mukabil tarafta da koptu. Ondan sonra oyuncularda çarpışma, seyredenlerde kaynaşma azami bir şiddet kesbetti. Hakemin ihtarları verdiği (faul) cezaları hep neticesiz kalıyordu. Cafer Bey’i bir aralık bu hatalar yüzünden oyundan çıkarmaya bile mecbur oldu. Fakat kasırga olanca şiddetiyle görülüyordu. Galatasaraylılar arkasından ikinci sayıyı (penaltı)dan yaptılar. Fener akınlarının pek sönük ilerleyişine nazaran Galatasaray’ın galebesi artık muhakkak gibiydi. Nitekim kurulan hesaplara göre o maruf ahenk ve tesanütten şimdiye kadar üç dört sayının doğması lazımdı. Oyunun neticesine ancak beş on dakika kalmıştı. Galatasaray aleyhine bir ceza vuruşu daha verdiler. Zavallı Haçopulo, biraz evvel Süleymaniye-Beşiktaş maçını da idare ettiği için üç saattir koşmaktan, etrafta tepinenlere meram anlatmaktan bitmiş tükenmişti. Bu, genç hakemler arasında hiç şüphe yok ki vukufu ve bitarafiyesi ile birinciliği kazanabilir. Fakat üst üste iki müsabakayı, hele böyle dünküler gibi idare etmek kabil mi?

    Artık ahali meydana kadar taşmıştı. Penaltı çekmek için bile yer kalmamıştı. Boyunlarında siyah-beyaz renkli (fular) taşıyan izci kıyafetli bazı gençler güya inzibatı temin bahanesiyle otaya çıkmışlar, seyircilerin sırasını, çizgisini kendileri bozdukları gibi bu (penaltı) gürültüsü esnasında ilk kavgayı da onlar çıkarmışlardı. Bunların oymak beyi yok muydu, böyle karışıklığa göz yuman kimlerdi, anlayamadık. İzciler intizam ve sükunet için numune olacak!..

    İkinci gol de Fener hesabına kaydedilince meydanda büsbütün çılgınlık havası esti. Karanlık çökmüştü. Topun peşinde rengârenk kıyafetli adamlar koşuşuyordu. Etrafta bir tepinme, bir feryat, bir kıyamet ki…

    Galatasaray sol açığı Muslih topu sürüp Fener kalesine yaklaştı. Şekip Bey, mutat cesareti, her zamanki mahareti ile topu kurtardı. Fakat arkasından Muslih Bey’e bir de tekme hediye etti. Edip Bey araya girdiği zaman bir tokat da onun hissesine isabet etmişti. Fener’in o sessiz, sade kendi vazifesini düşünen, serinkanlı kalecisine ne olmuştu?

    İşte bu kargaşanın en feci sahifesi bu dakikalarda canlandı. Ortada zavallı Haçopulo, oyunculara mı, seyircilere mi dert anlatacağını şaşırmış, ne yapacağını (Hunter)a soruyordu.

    Hunter İngiltere’de olsa (Şekip)i çıkardıktan sonra müsabakaya devam edileceğini söylüyordu. Antrenör biri Galatasaraylı diğeri Fenerli iki maruf zevatın yanında bundan evvel Fenerbahçe lehine verilen (penaltı) cezasından evvel de (ofsayd) olduğunu söylerken yanına bir gazetecinin yaklaştığını görünce bitaraf bir vaziyet almak mecburiyetini hissetmiş ve kendisi yan hakemi olduğu için meydanın yalnız mukabil cephesine bakmakla mükellef olduğunu, Galatasaray kalesinin önüne bakmanın diğer yan hakemine ait bulunduğunu ilave eylemiştir.

    Meydana koşuşan, öbek öbek birer köşeye mesela bir oyuncunun yahut hakemin yahut da antrenörün etrafına toplanan kalabalık akşamın loşluğunda yavaş yavaş silinen bir gölge oluyordu. Polisler, jandarmalar bu pür heyecan kitleyi tashihe çalışıyordu. Nihayet o mıntıkanın zabıtası oyunun tatilini emretmiş. Halk dalgalana dalgalana kapılardan çıkarken o gittikçe koyulaşan boşluğun ortasında hala bağıran, tepinen gölgeler de vardı. (Kemal Ragıp)

    * * * * *

    Müsabaka akşamı alakadar zevat toplandıkları zaman yarım dakikalık bir karşılaşma için futbol mıntıka reisi tarafından dermeyan edilen fikir kabul edilmiş ise de bilahare sarf-ı nazar edilmiştir. Bugün saat altıda mıntıkada içtima edilerek kati karar ittihaz olunacaktır.

    Galip ve Mağlup Kulüpler Davet Ediliyor

    İstanbul Mıntıkası Futbol Birliği Riyaseti’nden: 15 Ağustos Cuma günü neticesi alınamayan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakasının yevm-i icrasını tespit ve nihai müsabakanın icrasına ait ittihaz-ı muharrerat eylemek üzere mıntıka birliğini terkip ve teşkil eyleyen bilumum galip ve mağlup kulüpler murahhaslarının bugün saat altıda Eminönü Rıhtım Hanı’ndaki mıntıka merkezinde behemehâl gelmeleri tebliğ olunur.

    18 Ağustos 1924

    Son Hadiseden Fenerbahçe Haksız Çıktı.

    İstanbul mıntıka futbol birliğinin dünkü kararı.

    Cuma günkü Fenerbahçe-Galatasaray müsabakasından mütevellit vaziyet hakkında ittihaz-ı mukarrerat etmek üzere İstanbul mıntıka futbol birliği dün reis Şerafettin Bey’in riyaseti altında içtima etmiştir.

    Mıntıka birliği, Fenerbahçe kalecisi Şekip Bey’in Galatasaraylı Muslih Bey’e karşı yapmış olduğu hareketin bir (penaltı) cezasını istilzam ettiğine ve mumaileyh Şekip Bey’in sahadan ihracına karar vermiştir. Birlik aynı zamanda aynı eşhasla oyun oynanmasına, bu müsabakanın bu defa natamam kalan müsabakanın mütemmimi olarak yarım dakika devam etmesine ve bu müddet zarfında tarafeyn sayı yapmadıkları takdirde müsabakanın birer çeyreklik iki devre zarfında ikmaline karar vermiştir. Müsabaka Salı günü saat altıda Taksim Stadyumu’nda icra edilecektir.

    Haber aldığımıza göre Fenerbahçe kulübü mıntıka birliğinin kararını kabul etmemiş ve Futbol Heyet-i Müttehidesi nezdinde istinaf etmiştir. Futbol Heyet-i Müttehidesi bugün saat on ikide içtima ederek bu kararı istinaf edecektir. Heyet kararı tasvip ettiği ve Fenerbahçe kulübü Salı günü müsabakaya iştirak etmediği takdirde Galatasaray kulübü galip addedilecektir.

    Bu takdirde nihai müsabaka Cuma günü Galatasaray ve Beşiktaş kulüpleri arasında yapılacaktır.

    20 Ağustos 1924

    Dün Galatasaray Galip Geldi.

    Galatasaray futbol takımı dün Fenerbahçe kalesine (penaltı) çekmek suretiyle üçüncü sayıyı da kazanmış ve bu suretle uzun uzun dedikodulara sebep olan müsabaka Galatasaray’ın galebesiyle neticelenmiştir.

    Maçtan çok evvel başlayan Galatasaray-Fenerbahçe dedikodusu (tabii ki tahmin ettiğimiz gibi) maçtan çok sonra da devam etti ve bu seferi hemen hemen emsalsiz bir hadise oldu. Müsabakanın hemen o akşamı bir heyet tarafından alelacele verilen karar ertesi günü içtima eden futbol federasyonu İstanbul mıntıkası tarafından tadil edilerek Fenerbahçe kalecisinin oyundan ihracıyla (penaltı) çekilmesine hükmedilmişti. Sonra Fenerbahçe kulübü bir itiraz mektubu ile müracaat ederek kendi nokta-i nazarı kabul olunmadığı takdirde federasyondan çekileceğini ileri sürüyor ve bunu gazetelerden biriyle de ilan ediyordu. O akşam federasyon heyeti yeniden içtima ederek hakem Mösyö “Haçopulo”nun raporunu tetkik etti. O gün verilen yeni karar ertesi günü öğleden sonra intişar eden bir gazetede Fenerbahçe nokta-i nazarının kabul edildiğini iddia ediyor ve “Maç o günden beri hala devam ediyor…” diye ortaya çıkarılan yeni şekle Galatasaraylıların bir türlü akıl erdiremediğini kaydediyordu. Bu hadisenin akıl erdirilemeyecek birçok safahatı olduğu cihetle Taksim Stadyumu’nda dünkü yeni müsabaka için toplanan meraklılar son dakikaya kadar ipham içinde kaldılar. Ne oldu, ne olacak sualleri son dakikaya kadar herkesin ağzından düşmedi. Penaltı çekilecek, hayır çekilmeyecek, sade hakem atışı ile iktifa edilecek deniliyordu. Hâlbuki son içtimada ittihaz edilen karar şu şekilde idi:

    “Duçar-ı inkıta olan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakasına Salı günü saat altı buçukta Taksim Stadyumu’nda devam edilecektir. Hakemin kararı ve tensibi veçhile Fenerbahçe kalecisi Şekip hâric-i müsabaka olarak bir hakem atışı veya suver-i muhtelife ile aynı eşhas ve aynı hakem tarafından yarım dakika mühletle müsabaka icrası ve müsabaka yine hitam bulmazsa yeniden para atılmak ve beher kısım birer çeyrek saat olmak üzere iki kısımlık bir müsabakanın yapılması takarrür etmiştir. Bu hususta tarafeyn kaptanları hakemle temas eylemek üzere saat beşte toplanacaklardır.”

    Hâlbuki hakem Mösyö Haçopulo o günkü hatanın (penaltı) cezasını istilzam eylemesi noktasında zühul eylediği ve şimdi bütün talimatnameleri ve bilhassa Fransızca nizamnamelerini tetkik neticesinde bu hadisenin (penaltı) ile cezalandırılması icap edeceğini söylemiş ve tarafeyn mezkûr mevadı tetkik etmişlerdir. Bundan sonra Fenerbahçe’nin itirazları tekrar başlamış ve uzun uzun münakaşa zeminleri çıkmıştır. Saat altıyı geçiyordu, Galatasaraylılar meydana çıktılar. Takım son müsabakadaki oyunculardan mürekkep olmakla beraber Fehmi Bey Edirne’ye gittiği için on kişiyle oyuna devam edilecekti. Fakat Fenerbahçe hala ortada görünmüyordu. Münakaşalar devam ediyormuş. Saat yediyi geçtiği halde ortada sade Galatasaray vardı. Hani on dakika geciken tarafın mağlubiyeti ilan edilecekti?

    Nihayet (Haçopulo) da ortaya çıktı ve futbol meydanının top konulan noktasına gelince düdük çalarak Fenerbahçe’yi sahaya davet etti. Birinci düdükten sonra gözler kapıya çevrildi. Fenerbahçe takımı hala görünmüyordu. O aralık Zeki Bey bir arkadaşıyla beraber kapıdan girdi. Soyunmamıştı. İkinci düdük de duyuldu. Üçüncüde seremoni yapılacaktı. Fakat tahminler birdenbire boşa çıktı, önde Alaaddin… İşte Fenerliler…

    Fakat sarı-lacivert fanila sade yedi kişinin sırtında. Zeki Bey hala soyunmamış. Meydanda Ömer, Sabih, Bedri, Cafer, Kadri, Alaaddin, Ragıp Beyler var. Geçen haftaki kalenin önüne takımlar toplandı. Top (penaltı) çizgisine kondu. Seyirciler helecan içinde dış kapılarda içeri taşmak için kaynayan bir kalabalık var. Stadyum idaresi tarafından getirilen tulumbalar geçen seferki gibi hadisenin vukuunda taşkınlığı teskin için su atmaya hazırlanmış.

    Nihayet hakem düdüğü öttü. Boş Fenerbahçe kalesine (penaltı) çekmek şerefi yine Mithat Bey’e teveccüh ediyordu. Fenerliler kalenin önünde neticeyi seyrediyorlardı. Top düdükten bir saniye sonra Fenerbahçe kalesinin ağlarına çarptı. Ve böylece ikiye karşı üç sayı yapan Galatasaraylılar, İstanbul birinciliğinde Beşiktaş’la karşı karşıya kalan son rakip olmuş oluyordu.

    Müsabakadan sonra seyircilerin mühim bir kısmı, stadyum idaresi tarafından alınan duhuliyenin çokluğundan ve kendilerinin iğfal edildiğinden bahsederek beş kişilik bir heyet halinde Taksim merkezine müracaat etmişler ve kendilerinden alınan duhuliyenin Hilal-i Ahmer’e terkini talep etmişlerdir. Polis merkezince tahkikat yapılmaktadır. Heyet bu babda Hilal-i Ahmer’e de müracaat etmiştir.

    (DEVAM EDECEK)

  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Canavar Burhan Röportajı

    Canavar Burhan Röportajı

    Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Canavar Burhan röportajı ile karşınızda… Burhan Sargın, Fenerbahçe’nin yaşayan en eski futbolcusu fakat şu anki durumu hakkında ne yazık ki bilgi sahibi değiliz. Belki kulübümüz biliyordur, inşallah iyidir.

    Sizi röportajla baş başa bırakalım… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Küçük Şeytanların Canavarı

    Yıl 1951… Şimdi gözlerinizi kapatın ve bir futbolcumuzun yaşlı malzemeci Mustafa Efendi’ye yardım etmek adına; her gece uyuduğu tahta tribünlerin altından kalkıp, Şükrü Saracoğlu Stadı’nı sabahın erken saatlerinde suladığını hayal edin. Ve aynı futbolcumuzun dört sene içinde 112 gol atarak Fenerbahçemize verdiği emekleri düşünün… O futbolcumuz nam-ı diğer; Canavar Burhan…

    Canavar Burhan Röportajı

    Spor hayatınız nasıl başladı Burhan Bey? 

    1929 Ankara doğumluyum.

    Önce Kurtuluş Ortaokulu’nu bitirerek, liseyi son sınıfa kadar Atatürk Lisesi’nde ve son seneyi de Maarif Koleji’nde okudum. Bir yandan okul takımının maçlarında oynuyor bir yandan da Hacettepe Kulübü’nde futbol oynuyordum. Maarif Koleji 13 golle Ankara şampiyonu oldu, 12 golü ben atmıştım. Hacettepe Kulübü’nü de birinci lige çıkarmıştım.

    Ankara’da 34 takım vardı. 1946-47 sezonunda Ankara Futbol Ligi’nde ilk maçıma çıktım. Hacettepe’yi 1949-1950 yıllarında Ankara şampiyonu yaptık.

    Sonra bir ara Ankara’da sıtma salgını vardı. Bu hastalık beni de bir süre yatağa düşürdü, oynayamadım. İyileştikten kısa bir süre sonra ağabeyim beni trenle İstanbul’a götürdü. Hem hava alacağız hem de mal satın alacağız. Ankara Garı’nda milli hakemlerimizden Cezmi Başar’a rastladık.

    Başar, benim çok maçımı yönetmişti. Ağabeyim aynı zamanda Hacettepe Kulübü’nün başkanıydı. Cezmi Başar bizi garda görünce; hemen Beşiktaş Kulübü’nü aramış ve benim İstanbul’a geleceğimi bildirip beni idarecilere tavsiye etmiş. Vardığımızda Haydarpaşa Garı’nda Beşiktaşlı yöneticiler bizi bekliyorlardı. Beşiktaş’ın idarecileri “Bizde oyna” diye çok ısrar ettiler. Ağabeyimin de isteğiyle çok kısa bir süre için oynadım. Sadri Usuoğlu da çok ısrar etmişti. Orada Beyoğluspor’la bir hazırlık maçı yapmıştık. Yaz sezonuydu. 4-0 biten bir maçta 2 golü ben atmıştım. Fakat alışamadım çok soğuk geldi bana, Ankara’yı özledim ve hemen tekrar geri döndüm.

    Ve Fenerbahçe’ye gelişiniz…

    O zamanlar Fenerbahçe’de efsane bir takım vardı. Süper bir takım: Küçük Halil, Cihat, Lefter, Murat, Küçük Fikret, Erol, Suphi, Halit, Samim, Selahattin, Ahmet.

    Bu futbolcuların bazıları idarecilerle sorunlar yaşıyor. Futbolcular Ahmet ağabeyin kahvesinde oturuyorlar, kazan kaldırıyorlar, antrenmanlara çıkmıyorlar. Futbolcularla yönetim arasında itilaf doğunca; o dönemin Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Osman Kavrakoğlu da Karadenizli yönü ağır basıp, kızıyor ve bu futbolculara bir mektup göndererek kulüple ilişkilerinin kesildiğini açıklıyor.

    Sonra Ankara Hacettepe Kulübü Başkanı ağabeyim Celal Sargın’ı arayıp, Fenerbahçe’ye takviye için futbolcular istiyor. Hacettepe’den ben ve Akgün; Ankaragücü’nden Abdullah ve Orhan; Karagücü’nden de Selahattin 5 kişi Fenerbahçe’ye geliyoruz.

    Fenerbahçe’ye geldiğimizde stadın altında yatmaya başladık. Tahta tribünler vardı. Şükrü Saracoğlu Stadı’nda benim de çok emeğim vardır. Her sabah stadı ben sulardım. Malzemeci Mustafa Efendi yaşlıydı yardım ederdim ona. Atlet Osman Coşgül de bizimle kalanlar arasındaydı. Hepimiz oralarda uyurduk. 200 lira da maaşımız vardı.

    İlk geldiğimde sezon çok kötü geçmişti. Kendimize Fenerbahçe’nin ikinci cumhuriyeti derdim. Fikret Kırcan, Donanma Kamil, Müzdat Yetkiner ağabey vardı. Taraftarlar o sezon çok hor gördüler bizi. Yollarda yürüyemezdik, yüzümüze tükürenler, hakaret edenler, dövmeye kalkanlar bile oldu. Şaşırmıştık!

    Stadımızda şu an sunulan olanakları gördüğünüzde neler hissediyorsunuz?

    Fenerbahçe’nin temelini atanlardan biriyim. Geçmişe baktığımda; çamurlu toprak sahaları görüyorum. Yıkanmak için kullanılan duşlar, sıcak su bulamayışımız, renkleri solan formalar, parasızlık ve tüm o şartlarda iyi oynamaya çalışan futbolcular.

    Şimdiye baktığımda ise bir Fenerbahçeli oyuncu olarak gurur duyuyorum. Fenerbahçemiz artık bir dünya kulübü. UEFA finaline ev sahipliği yapacak aynı zamanda Türkiye’yi de dünyaya duyuran bir takım. En büyük isteğim o finali bu statta bizim oynamamız. Ne kadar gıpta edildiğimizi hepimiz görüyoruz. Sadece merakla daha neler yapabileceğimizi takip ediyorum. Başta Başkanımız Aziz Yıldırım ve yöneticilerimizi tebrik ediyorum. Son 10 senede çağ atladık desem; haksız sayılmam herhalde. Her şey ortada.

    Peki, hep stadın altındaki tahta tribünlerde mi kaldınız?

    Bir süre de Moda’daki Mano Palas’a geçtik. Sonra da Kadıköy İskelesi’ne yakın bir yerde çatı katında ev tutmuştuk. Erken yatar erken kalkardım. Her gün 5 kilo portakalı sıkıp içtiğimi hatırlıyorum. Bursa’dan da şeftalilerimiz gelirdi. Kalori onlardaydı.

    Fenerbahçe’ye kötü bir sezonda geldiniz ama sonra tarihe geçtiniz. Sizlere “Küçük Şeytanlar” denmeye başlandı. Namağlup şampiyon olduğumuz yılı anlatır mısınız?

    1952-53 sezonuydu.

    Niyazi Tamakan, Niko Knezeviç, Abdullah Matay, Fahir Ülgür, Muammer Tokgöz, Fikret Kırcan, Kamil Ekin, Akgün Kaçmaz, Nedim Günar, Orhan Çakmak, Haluk Eralp, Melih Ilgaz, Selahattin Ünlü, Müzdat Yetkiner, Fehmi Özişler, Mehmet Ali Has, Feridun Bugeker ve ben.

    “Küçük Şeytanlar” denmişti gençlerden oluşan bu takıma. Gerçekten bizden beklenmeyen büyük bir başarı göstererek sezonu namağlup ve İstanbul şampiyonu olarak kapadık. 18 maç oynamıştık. 14’ünü kazandık. 4 tanesinde de berabere kaldık. 44 gol attık. 32 puanla şampiyonduk. Beşiktaş 29 puanla 2’nci, Galatasaray 23 puanla 3’üncü olmuştu.

    1952’de Arjantin’den ilk defa bir takım Türkiye’ye geliyor. Club Atletico Lanus. Bu takım Arjantin Devlet Başkanı Peron’un eşi tarafından gönderilen “Eva Peron” Kupası’nı da yanında getiriyor. Diğer adıyla “Evita” Türkiye’de de sevilen bir kişiydi. Elim bir hastalığa yakalandığında halkımız üzülmüş, iyileşmesi adına Şişli Camii’nde dualar okutulmuştu. Bu sevgi Eva Peron’u duygulandırıp Lanus takımıyla bu kupayı göndermişti. Bu kupa son maçın galibine verilecekti. Lanus takımı Beşiktaş ve Galatasaray’dan sonra son maçı tekrar Fenerbahçe ile oynadı. O maçı anlatır mısınız?

    Eva Peron Kupası bizler için ne kadar değerliyse; Arjantinliler için de daha çok değerliydi. O kupayı mutlaka almak istiyorlardı.

    27 Ocak 1952; yer İnönü Stadı…

    Biz Küçük Şeytanlar yine sahadaydık… İlk golü Abdullah, ikinci golü ben, üçüncü golü Fahir atmıştı. Sonuç 3-2 bitti. Kupa bizimdi.

    Arjantinliler çok sert bir maç çıkardı. Çok tekme yedik ama maçı bırakmadık. Kupa Fenerbahçe taraftarınındı. Şimdi müzemizi süslüyor.

    Sonra bir süre Feshane’de Adalet Kulübü’ne gittiniz…

    Bir Galatasaray maçında sakatlandım Dr. Reşat Dermanver vardı. O zamanda Ayazağa’da askerdim. Sakatlanınca tedavi olmam gerekti. Sabah tedavi için Dr. Reşat’a öğleden sonra da Yorgo’ya giderdim. Beş kere tedaviye gitmiştim, kulübe de ibraz etmiştim. Yönetimden bana ödenmemesi emri çıkınca o an çok sinirlendim ve ayrıldım.

    Muhittin Bulgurlu vardı. O da benim akrabamdı, Ahmet Erol’da menajerdi. O arada Gündüz Kılıç Galatasaray’a çağırdı. “Kasamızda 17.500 TL var. 2.500 TL de Rafet verecek, gel burada oyna” dedi.

    Adalet Kulübü’nde oynarken Galatasaraylı kaleci Turgay Şeren antrenmana geldi. “Hadi beraber kulübe gidelim, seni Metin Oktay’la oynatmak istiyorlar” dedi. Gündüz Kılıç hakkımda çok iyi yazılar yazardı.

    Ben de Turgay’a “Sana Fenerbahçe’den teklif gelse Fenerbahçe’ye gider misin” diye sordum.

    “Düşünürüm” dedi.

    “O halde sen Galatasaray’da kal ben de Fenerbahçe’de”dedim.

    İki sene kaldığım Adalet Kulübü’nden tekrar Fenerbahçe’ye geçtim. Toplam 4 sene Fenerbahçe’de futbol hayatım sürmüştü. Dönüşümde çok az bir süre oynayıp jübilemi Fenerbahçe’de yaptım. Gelmeme kaleci Şükrü Ersoy önayak olmuştu. Belki biraz daha oynayabilirdim lakin sakatlık geçirmem ve tedavi dönemleri nedeniyle futbolu birkaç sene erken bıraktım. 7 kez de Fenerbahçe yönetiminde görev aldım.

    Fenerbahçemizde toplam kaç maçta oynadınız, kaç gol attınız?

    Toplam 4 sene içinde 172 maç, 112 golüm var.

    Milli takım formamızı kaç kez giydiniz?

    8 defa milli oldum, 8 gol attım. 

    Türk futbolunda övünçle söz edeceğimiz bir de 1954 yılı var? Türk milli takımımız İspanya gibi dev bir takımı eleyerek dünya kupası finallerine katıldı.

    İspanya’da İspanyollara karşı 4-1yenildik. Ama 2’nci maçı burada oynadık, 1-0 yendik. Çok güzel bir goldü. 16’ncı dakikada ben attım. O golü ben bile göremedim tekrarı yok.

    Averaj sistemi olmadığından iş 3. maça kaldı. Çarşamba İtalya’ya tarafsız sahaya gittik.

    İspanya önce 1-0 galipti. Beraberlik sonrası durum 2-1 oldu. Ben gol attım 2-2 oldu. Bu sonuçta kurayı kazandığımızdan dünya kupasına biz gittik.

    İlk maçımızı Federal Almanya’ya karşı oynadık, 4-1 yenildik. Almanya’ya 4-1 yenilmiştik ama ilk golü biz atmıştık.

    En zor gruba düşmüştük. Sonunda Almanya-Macaristan final oynadı.1954 Dünya Kupası’nda bir maçta 3 gol atan tek kişi ben oldum. .

    1955 yılında tesadüftür ki çok yetenekli futbolcular askeri hizmetlerini yapıyorlardı. Ordu futbol takımı sizlerle Ordu Takımı’nı güçlendirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri ilk defa ordulararası Dünya Futbol Şampiyonluğu’nu kazandı. Seyirci kapasitesiyle en kalabalık CISM maçıydı. Biraz o günlere dönebilir miyiz?

    Kafile başkanımız Kurmay Albay Nuri Gücüyener’di. O takımdaki tek Fenerbahçeli oyuncu bendim.

    Hollanda’yı, Mısır’ı yendik. İtalya ile final oynayacağız. O takım fazla hatırlanmaz bence müthiş bir takımdı.

    İlk gol 20.dakikada Sabahattin’den gelmişti. Sonra durum 1-1 oldu. Sonra İtalya durumu 2-1 yaptı. Artık işimizin bittiği düşünüldü. 71. dakikada bir gol attım. Beraberliği yakalamıştık. Durum 2-2 oldu. Daha iki dakika geçmedi ki 73. dakikada üçüncü golü atmıştım. Efsane İtalya’yı Roma’da 3-2 yendik.

    Gollerin dakikalarına bakın; nasıl bir maç olduğunu anlarsınız. Böylece en sevdiğim stat Roma stadıdır. Olimpiyat Stadı’nı 70.000 kişi doldurmuştu. Bu şampiyonluk Türk futboluna gelen ilk ordular arası dünya şampiyonluğudur. 

    Sonra İslam Orduları Dünya Şampiyonası oldu, orada da dünya şampiyonu olduk. Bu şampiyonlukla ilgili ne yazık ki hiç resme sahip değildim. TSK arşivinde belki bulunabilir.

    Uğur getirdiğine inandığınız şeyler var mıydı? Oyuncu arkadaşlarınızla uyumunuz nasıldı?

    Allah’a dua eder çıkardık. İnanç tamdı. Takım ruhu vardı. Öyle bir kardeşlik havasındaydık ki şakalaşırdık. Büyüğümüz Fikret ağabey vardı; haddimizi bilirdik. Hava atmazdık. Antrenör bana yanında kimi oynatayım diye sorardı. Asla isim verdiğimi hatırlamam.

    8 Mart Kadınlar Günü’nü erken kutladığımız Burhan Sargın Bey’in eşi Evnur Hanım anlatmaya başlıyor…

    Fenerbahçe’de oynayan tüm oyuncuların her zaman büyük bir itibarı vardır.

    Nişanlıyken bir yemeğe gittiğimizde ve Burhan Bey hesabı istediğinde “Hesap ödendi” derlerdi.

    Bir vapurla Kadıköy’den Karaköy’e geçsem “Eşiniz karşıya geçti” diye Burhan Bey’e iletirlerdi.

    Süreyya Operası’nda tanıştık, 1956 yılında evlendik. İki kızımız var. Aslı ve Nazlı.

    Nazlı’dan bir de 21 yaşında torunumuz var. Aslı ve Nazlı beraber çalışıyorlar. Saat ve giyim ithali yapıyorlar. Nişantaşı ve Kanyon’da yerleri var. 

    (Evnur Hanım’ın dedesi Suat Avni Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı gemiyi tahsis eden generaldi. Suat Avni Paşa sonra sürülmüş tabii.

    Canavar Burhan lakabı nereden geldi Burhan Bey?

    Haydarpaşa Lisesi Müdür Muavini Ferhat Bey vardı. Ben böyle atak futbol oynayınca o ismi takmış bana. Sonrasında tribünlere taşındı.

    Okuyucularımız için bir mesajınızı alabilir miyiz? Derbi maçlarda Beşiktaş’a çok gol attım. Yedek subayken maçlara geliyordum. Yüzbaşım Beşiktaşlıydı. Bana çok kızardı. Herşey bir tarafa, Fenerbahçe bir tarafa… Fenerbahçe’nin taraftarı hiçbir takımda yok. Ne kadar övünsek azdır. Aziz Yıldırım öyle bir stat yaptı ki tabir-i caizse; “Her şeyi ilk Fenerbahçe yapar diğer kulüpler ne görürse onu yapar” demek istiyorum. Şimdi Fenerbahçe’nin yaptıklarına kimse yetişemiyor. Bunda da en büyük katkı her zaman 12 numaranın. Hepinizi çok seviyorum.

    Sibel Kurt | Fenerbahçe Dergisi – Mart 2008

  • Büyük Fikret Bölüm I

    Büyük Fikret Bölüm I

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan’ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm I

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm I

    Önsöz

    Bu, sporda yaşanmış bir hikayedir. Özel sohbetlerimde, anılarımı dostlarıma anlatırken onlar bana “Gelmiş geçmiş Fikret’sin. Hep sözde kalır bu hatıralar. Bunları bir kitap halinde topla” dediler.

    Fikir bana da uygun geldi. Dostlarımın arzusuna uyarak kalemi elime aldım ve bir şeyler karalamaya çalıştım. Bu kitabın çıkışında bazı yakınlarım da yardımcı oldular. Ben olaylara tamamen ışık tutmaya çalıştım. Profesyonel bir yazar değilim. Spor alanında evvela futbolcuyum. Sonra teknik adam ve daha sonra da yöneticiyim. Geriye baktığım zaman hafızamda 58 yılın hatıraları canlanıyor. Kimleri görmüş ve kimleri tanımamıştım. Onları kendilerine göre sınıflara ayırdım ve hatıralarımı dile getirmeye çalıştım… Sevabımı ve hatalarımı açıkça ortaya koydum. İşte gördüğünüz “Büyük Fikret” adlı bu kitap ortaya çıktı.

    Dünü hatırlamak isteyen bugünkü gençlere ışık tutabilen iddiasız ve mütevazi bir kitap. Bunda başarılı olabildimse ne mutlu bana…

    En derin saygılarımla…

    Çocukluğum

    1911 yılında Kızıltoprak’la Feneryolu arasında bir evde doğmuşum. Anne tarafım Kadıköylü, baba tarafım Rumelihisarlı. Benden üç yıl sonra da kardeşim Semih aynı evde dünyaya gelmiş. Her ikimiz de küçüklüğümüzü bu yerde geçirdik. Ancak Çanakkale Savaşları’nın kritik bir döneminde bir yıl için Ankara’ya giderek orada oturduk. Böylece Kadıköy’deki evimizi bırakmıştık. Dönüşte büyükbabamın Rumelihisarı’ndaki evinde 10 yaşına kadar kaldım. Ancak yazları dedemin Kadıköy’ünde ve Kızıltoprak’taki evinne gelir, kışları Rumelihisarı’na dönerdim. Çocukluğumun bu devresinde top nedir bilmezdim. Hatta hiç görmemiştim bile… Beşiktaş’ın başarılı yöneticisi Sadri Usuoğlu, Rumelihisarı’nda evimizin az aşağısında oturuyordu. Yıllar sonra karşılaştık. Birbirimizi ancak o zaman tanıdık. İstiklal Savaşı’nın sonlarında, artık ailemiz büyüklerinin ayrıldıkları bir sırada Kadıköy Bahariye’de Cevizlik denen yerde bir ev alarak oraya yerleştik.

    Futbola Başlangıç

    İşte futbol hayatım 12 yaşında burada başlar… Esasen yakın akrabam olan ve benim futbol hayatıma büyük katkılar yapan Alaaddin Baydar ağabeyimin çok yakınına taşınmıştık. Kendisi o zaman Fenerbahçe’nin ve Türkiye’nin büyük isim yapmış şöhretlerindendi. İçimde bulunan futbola yakınlık yavaş yavaş meşhur Cevizlik çayırında meydana çıkmaya başladı. Çünkü, Fenerbahçe’nin büyük isimleri burada toplanmışlardı. Cevizlik Çayırı çok engebeli ve yokuşlu olduğu için, burada top oynamak için muhakkak ayak hakimiyeti gerektiği gibi, topun gideceği yeri kestirmek bakımından dikkat ve ani hareketler gerekirdi. İşte burada yetişen Fenerbahçelilerin ve tüm futbolcuların ayak hakimiyetleri ve futbol teknikleri hemen hemen tamdı. Burada top koşturan büyük isimleri şöyle sıralayabilirim, Alaaddin Baydar, Sabih Arca, Kadri Göktulga, Fahir Yeniçay, Şahap ve meşhur tenis şampiyonumuz, futbolcumuz Suat Subay…

    Aralarında dolaşan biz küçüklere gelince, Muzaffer Çizer, İhsan Gürsan, Agah, İhsan Tuna, Neylan, Fahri İşbay, Tarık Yenisey, Suat Belgin, Ziya Atamer, Tevfik Baban, Suat Tokay, daha sonra Yunanistan’a giderek Simionidis adıyla milli takımlarına kadar yükselen Tefeloi, kardeşim Semih ve ben…

    Bizden de küçükler olarak Necdet Dolay, Bedii Yazıcı, Müşfik ve Eşfak Aykaç vardı… Yalnız Eşfak ve Müşfik Galatasaray Lisesi’ne gittikleri için Galatasaraylı olmuşlardı. Ancak Eşfak Aykaç Cevizli Çayırı’nda yetişmiştir…

    Bizler büyükler arasına girerek yapılan çift kale maçlarında oynardık. Bu oyunlara elbette ben de girerdim. Bilhassa maç olmadığı cuma günleri karşılaşmalar yapılır ve bizleri Fenerbahçe Kulübü’nün iki büyük idarecisi Mustafa Elkatip ile Mocuk lakabı ile anılan Suat Belgin’in ağabeyi Hikmet Belgin izlerdi. İkisi de futboldan çok iyi anlayan ve kulübün temel direklerini yetiştiren kişilerdi. Bu itibarla gençlere büyük değerler vererek derhal kulübe alırlardı. Seçtikleri bu kişiler kulübün büyük futbolcuları olurlardı.

    Bu arada bende futbol merakı ve istidadı olduğunu sezen Aladdin Baydar ağabeyim, elimden tutarak kendi oynadığı maçlara götürmeye başladı. Tabii ki, artık Fenerbahçeli olmuştum. Muhitimde oldukları için önce Zeki, Bekir, Sabih ve Kadri gibi oyuncuları görmüştüm. Onlara yetişmek hevesi uyandı içimde. Bir tutbol maçı olarak ilk defa stada girişim o zaman cuma ligi şampiyonu Fenerbahçe ile pazar günü şampiyonu Union Kulüp (İttihatspor) maçı olmuştur. Oyun Kadıköy’de şimdiki Fenerbahçe Stadı’nın bulunduğu yerde oynanıyordu. Bu müsabakada ilk defa bende uyanan kulüpçülük heyecanını hiç unutamam. Dört, beş kişi dışında oyuncuları iyi tanımıyordum. Ama Fenerbahçe 2-0 galipken İttihatspor’dan Bekir fırtına gibi bize arka arkaya iki gol attı ve durumu berabere yaptı. Müsabaka heyecanı son haddini bulmuştu. Son dakikalarda Sabih Arca kafa ile bir gol daha atarak durumu 3-2 yaptı ve kazanmayı başardık. Artık küçük bir Fenerbahçe taraftarıydım. Aladdin ağabeyimden beni her Fenerbahçe maçına götürmesini rica ettim, kabul etti…

    Günler böyle geçerken Cevizlik’te ben de çift kaleler arasına girmiştim. Büyüklerin oynayışlarına dikkat ederek onlardan çalım yutmamaya gayret ederdim. Yaradılışım itibariyle korkak olmadığımdan süratimle onlarla mücadele ediyordum. İşte o sıralarda bizi seyreden Mocuk Hikmet çayırın küçüklerini bir araya toplayarak birkaç oyuncu eklemek suretiyle Fenerbahçe’nin dördüncü takımını kurdu. Yıl 1924… Hiç unutmam, ilk formalarımızı Ziya Atamer’in annesi hazırlayarak bize vermişti. Bu takımda şu arkadaşlarım vardı: Agah, İhsan Kaleci, Tevfik, Ziya Müdafaa, Şeref, Reşat ve ben, Suat, Şevket, Tarık, Fahri, Muzaffer, Suat, Neylan…

    Yukarıda adları geçen futbolculardan sekizi bizim çayırdandı. Mocuk ve Mustafa Elkatip beylerin yardımıyla kendimize göre takımlar bulup maçlar yapmaya başladık. Böylece çayırdan sahaya geçen muntazam oyun şekli benim futbola karşı daha da yakınlaşmamı temin etti. İki yıl kadar geçmişti. Bu arada Galatasaray ve Beşiktaş da genç takımlarını kurmuşlardı. Devrin federasyonunu teşkil eden Muvaffak Menemencioğlu, Yusuf Ziya Öniş ve Şeref beyler genç takımlara büyük önem veriyorlardı.

    (DEVAM EDECEK)

    Büyük Fikret Bölüm I
    Sene 1929… İsmail Hakkı Tekçe’nin davetlisi olarak Ankara’ya gittik. O gün Muhafızgücü ile yaptığımız maçı 3-1 kazanmıştık. Ve bir golü de ben attım. Fotoğrafta, takım arkadaşlarım ve Muhafızgüçlü futbolcular bir arada.
  • Hakemin Altı İsteği

    Hakemin Altı İsteği

    23 Aralık 1932 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-1 kazandığı maça, hakemin altı isteği damga vurmuş. Fenerbahçe’nin ilk Türkiye şampiyonluğuna giden yolda önemli bir dönemeç olan maçın detayları da yazıda mevcut. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 2 – 1 Beşiktaş

    Dün Taksim Stadyumu senenin en mühim müsabakasına sahne oldu. Stad daha pek erken saatlerde bile büyük maçı seyretmek için gelenlerle dolmaya başlamıştı. B takımlarının oynama saatinde bile tribünlerde yer bulmak çok müşkülleşmişti. Herkes biribirine oyunun nasıl olacağını soruyor ve bu mevzu üzerinde münakaşalar yapıyordu.

    Bu oyun Fener ile Beşiktaş arasında idi. Kıymetli oyuncularımızdan Şeref’in yüksek dirayeti ve çalışması sayesinde yetişen genç Beşiktaş takımı günden güne terakki etmiş ve olgun bir hale gelmiştir. Bu sene karşılaştığı rakiplerini büyük sayı farklarile mağlup etmesi Beşiktaşlıların çok kuvvetli olduklarını göstermiştir. Binaenaleyh futbolle yakından alakadar sporcular bu neticelere göre dün oynanacak maçın neticesi üzerinde pek mütereddit idiler. Bazı kimseler Fenerbahçe’yi bütün vesaitine rağmen zayıf görüyorlar ve herkese de öyle göstermek istiyorlardı. İşin şeklinin bu merkezde olması meraklıları haklı bir surette tereddüte düşürüyordu. Bundan dolayı yukarıda da söylediğimiz gibi maç saatinden çok evvel her iki tarafın meraklıları tribünleri doldurmuşlardı. Saat on buçukta Fenerbahçe B ile Beşiktaş B karşılaştılar. İlk dakikalarda Beşiktaş B takımının ağabeyleri gibi bir kuvvette olmadıkları gözüküyordu. Fenerlilerin kalecileri, bekleri ve hafları çok iyi olmasına rağmen for hatları bozuktu. Ancak içlerinden Fahir iyi oynuyor ve hakikaten çalışıyordu. Oyun bu minval üzerinde devam ederek iki sıfır Fenerbahçe’nin galebesile bitti.

    Bunu müteakip oynanılan Anadolu-Altınordu müsabakasında birinci kümeden ikinci kümeye indirilen Anadolulular baştan nihayete kadar çok hakim ve güzel bir oyun oynadılar ve maçı 3-1 galebelerile bitirdiler.

    Bundan sonra günün en mühim ve hararetli maçı olan Beşiktaş-Fenerahçe maçı yapıldı. Takımlar 3,10 geçe sahaya çıktılar. Hakem Adil Giray Bey’di. Parayı Beşiktaşlılar kazandılar. Maç başlamadan evvel Adil Giray Bey her iki takım oyuncularını toplayarak şunları söyledi:

    “Arkadaşlar;

    Müsaadenizle bugünkü müsabaka hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Bugünkü müsabakanın idaresini her iki kulüp idarecilerinin bana gösterdikleri emniyete mukabele ve sizlerin de sportmenliğinize güvenerek kabul ettim.

    Bence bugünkü müsabakanın ehemmiyeti şampiyonluk meselesinde değildir. Şu dakikada İstanbul’un en iyi futbol oynayan iki takımı karşılaşmaktadır. Bugün sizlere büyük vazifeler düşmektedir. Bugünkü galebe herhalde en dürüst ve temiz oynayan tarafta kalmalıdır. Sizlerden en büyük ricam faullü ve sert oynamamaktadır. Bilhassa bazı noktalara nazarı dikkatinizi celbederim.

    1. Bu oyunda kalecilere lüzumsuz yere çarpmamanız,
    2. Hakem düdüğünden sonra kasten tekrar topa vurmamanız,
    3. Kale önünde her iki takım müdafaasının kat’iyyen faullü oyundan içtinap etmesi,
    4. Benden memnun olmadığınız anlarda işaret ve hareketlerle bunu ifade etmeyiniz. Bu suretle hareket oyunun seyrine mani ve halkın beyhude yere taşkınlığına sebep olur.
    5. İnsan hata yapmaz olmaz. Ben hata yapmamaya çalışacağım. Buna mukabil oyunun ahenk ve intizamı sizin temiz ve faulsüz oynamanız sayesinde temin edilebilir.
    6. Son söz olarak sizden tekrar faulsüz ve temiz oynamanızı rica ederim.”

    Bundan sonra takımlar yerlerini işgal ettiler. Fenerbahçe şu şekilde çıkmıştı:

    Hüsamettin, Hadi, Yaşar, Esat, Fikret, Cevat, Şaban, Muzaffer, Zeki, Mehmet Reşat, Niyazi.

    Beşiktaş takımı: Sadri, Hüsnü, Nuri, Fevzi, Tahir, Fahri, Eşref, Şeref, Hakkı, Ali Rıza, Hayati.

    Oyun on dakika kadar süren sıkı Fener hücumlarile başladı. Sarı Lâcivertliler bu müddet zarfında seri bir gol çıkarmak ve hakimiyeti, tefevvuku ele alarak müsabakayı galibiyetle bitirmek için ciddi biz azimle çalışıyorlardı. Paslar iyi idi. Kombinezonlar yerinde idi. Bu ilk on dakikanın verdiği manzara Fenerbahçe’nin eski kuvvetinden bir şey kaybetmemiş olduğu manzarası idi. Fakat, bundan sonra Beşiktaşlılar sıkı bir hücum yaptılar. O vakit görüldü ki Beşiktaş’ın muhacim hattı muntazam işliyor ve müdafaası kolay kolay sayı çıkarılmasına meydan vermiyor. Bu hücumların biri esnasında Fener sol müdafii Hâdi’nin sert bir hareketini hakem frikikle neticelendirdi. Topa Hakkı vurdu ve yıldırım gibi bir şutla Beşiktaş’ın ilk golünü kaydetti. Denilebilir ki bu şut son zamanlarda görülenlerin en güzel ve şüphesiz en kuvvetlisidir. Bu gol Beşiktaşlıları harekete getirdi. On dakika kadar da onlar mütemadi akınlar yaptılar. Bu esnada muhacim hatlarının bilhassa sol tarafı çok güzel işliyor. Hakkı ortada, her an şut çekmeğe, gol yapmağa müheyya bir halde güzel tevziat yapıyor. Fakat, Fener müdafaasının yerinde müdahaleleriyle bir netice istihsal edemiyordu.

    23üncü dakikada top sol açık Şaban’ın ayağına geldi. Kendisini takip eden hafı atlattıktan sonra biraz gerileyerek kaleye doğru inmeğe başladı. Önüne mütemadiyen Beşiktaş müstafileri sıralanıyorlardı. Hüsnü’nün bir ıska geçmesinden istifade eden Şaban diğerlerini birer birer atlattıktan sonra bütün oyuncuların müçtemi bir halde bulundukları Beşiktaş kalesi önüne kadar geldi ve herkesin ne yapacağını tayin edemediği bir sırada ayakları arasından topu güzel bir plase vuruşla Beşiktaş kalesine soktu. Bu beraberlik üzerine Fenerliler açıldılar. Birinci devrenin hitamına kadar nispeten daha hakim ve daha dürüst bir oyun oynayarak Beşiktaş kalesini birçok tehlikeler karşısında bıraktılar. Zeki’nin güzel bir şutu direğe çarptı, gol olmadı ve devre beraberlikle bitti.

    İkinci devrede hakimiyetin daha ziyade Fenerbahçe’ye geçtiği görüldü. Bilhassa onuncu dakikada Niyazi’den aldığı çok güzel bir pası yavaşçacık Muzaffer’in ayağı önüne koyan Reşat’ın yaptırdığı ikinci gol Fener takımının maneviyatını da arttırdığı için hücumlar daha ziyade sıklaşmaya başladı.

    Haftaymın yarsı da bu suretle geçtikten sonra Fenerbahçe kaptanı Zeki, Muzaffer’i geriye alarak oyuna dört muavin ve dört muhacimle devam etti. Buna rağmen takım yalnız müdafaa oyunu oynamıyor ve her fırsattan istifade ederek gol çıkarmağa çalışıyor. Beşiktaş’ın ise bundan sonra oyununda eski şuur görülmüyordu. Hakkı bile birinci devredeki sürat ve kudretini kaybetmiş gibi idi.

    Bu suretle ikinci devrenin nihayetine kadar tarafeyn sayı çıkaramadan maçı bitirdiler ve Fenerbahçe 2-1 güzel bir galibiyet kazanmış oldu.