Etiket: Sadun Galip Savcı

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VI

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VI

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VI”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    FUTBOL MAÇLARI [1]

    Dün bir taraftan tenis maçları yapılırken diğer taraftan da stadyumda hararetli futbol maçları yapıldı.

    İlk maçı Askeri Sanayi-Kuleli takımları yapacaklardı. Fakat Kuleli takımı gelmediğinden mağlup sayıldı.

    İkinci maç Altınordu-Hilal arasında yapıldı. İlk devreyi 2-0 galip vaziyette bitiren Hilal, ikinci devrede vaziyetini idame edemedi ve 3-1 mağlup oldu.

    Üsküdar-İstanbulspor maçı, çok eksik bir kadro ile sahaya çıkan Üsküdar’ın 8-0 mağlubiyetiyle bitti.

    Son ve en mühim maç Fenerbahçe-Vefa arasında oynandı. İstanbulspor’dan Kemal Bey’in hakemliğiyle tarafeyn karşılaştıkları zaman takımların teşekkülatı şöyle idi.

    Vefa: Hüsam, Demir, Halil, İhsan, Şekip, Naci, Hakkı, Hayri, Sami, Osman, Muhteşem.

    Buna mukabil Fenerbahçe Kadri, Sadi, Sabih, Cevat ve Zeki’den mahrum bir halde ve tamamen küçüklerden müteşekkil bir takımla sahaya çıkmışlardı: Rıza, Füruzan, Nejat, Reşat, Fikret, Nihat, Niyazi, Fahri, Muzaffer, Ala, Sait.

    Oyun her iki tarafın bariz tefevvuku altına girmeksizin cereyan etti. Fenerli küçükler kuvvetli rakiplerine karşı canla başla çalışmak suretiyle mukabele ediyorlardı. İlk devre birer sayı yapan tarafeynin müsavatı ile bitti. İkinci devrede Fenerliler bir sayı daha yaparak maçı 2-1 galibiyetle bitirdiler.

    FENERBAHÇE KULÜBÜNÜN ATLETİZM BAYRAMI [2]

    Fenerbahçe Kulübü önümüzdeki Cuma günü Kadıköy sahasında büyük bir atletizm bayramı yapacaktır.

    Kolordu kumandanı Şükrü Naili Paşa, bu atletizm bayramını himayelerine almışlardır. Bu bayrama Fenerbahçe kulübüne mensup bütün atletler iştirak edeceklerdir.

    Müsabakalara sabah saat dokuz buçukta başlanacaktır. Spor sahası herkese açık olacaktır.

    Şimdiye kadar bütün mesaisini yalnız futbol ve tenise hasreden bu güzide kulübün atletizm sahasında da faaliyete geçmesi çok şayanı takdirdir.

    Fenerbahçelilerin futbol sahasında olduğu gibi atletizm sahasında da muvaffakiyetler kazanmasını temenni ederiz.

    YEŞİL GÜN! [3]

    İçkinin pek öyle canu dilden düşmanı olmadığım halde her sene “Yeşil Hilal” gününe muntazaman iştirak edenler arasındayım.

    Bu sene de davet aldım, içimde gitmek için kuvvetli bir istek vardı. Fakat kader müsaade etmedi; vapur kaçtı, ben geciktim. Hulasa gidemedim. Gitseydim, bedavadan bol bol hava alır (cemiyet onu menetmediği için) dansederdim.

    Gidemedim ve bu gezintiyi ancak gazetelerde okuyabildim.

    Bir gazeteden öğrendiğime göre Yeşil Hilalciler bu gezintide limonata ve şıra da içmişler.

    Öyleyse, okuyucum, bekle gelecek yılı. İş yürüyor. Gelecek sene gezintisinde hafif tertip şaraba falan başlanacak demektir.

    GARİP GARİP OYUNLAR! [4]

    Dünkü akşam gazetelerinde “Siyahilerin bayramı” serlevhası altında şu satırlar okundu.

    “Şehrimizde ne kadar zenci varsa kırlara çıkmışlar, her cins ottan demet yapmışlar ve otları aralarına alıp babaları tutuncaya kadar (meyanga) yapmışlar, garip garip oyunlar oynamışlardır.”

    Bu garip garip oyunlar sözü üzerinde durdum. Çünkü o garip garip oyunlar bütün balolarda oynanan Çarleston, Blakboton, Fokstrot gibi asri dansların öz anasıdır ve onlardan başka bir şey değildir… Aradaki fark parke döşemeli salon yerine yeşil otlu kırlarda ve mükellef tuvaletlerle smokinler, fraklar yerine derme çatma elbiselerle oynanmasındadır.

    Onları ot kokusu babalandırıyorsa bizi de şampanya veya viskiler vecde getiriyor… İşte o kadar!

    YATLA DÜNYAYI DEVİR! [5]

    Alman zenginlerinden Blange isminde bir sporcu, 10 metre boyunda 4 metre genişliğinde ufak bir tenezzüh yatıyla limanımıza gelmiştir.

    Seyyah İstanbul’dan evvel Hollanda, Belçika, Fransa, İtalya, Mısır, Trablusgarp, Beyrut ve İzmir’e uğramıştır. Elyevm Galatasaray kulübü denizcilerinin misafiri olan M.Blange, Galatasaray denizcileriyle Marmara’da küçük bir seyahati müteakip Hindistan ve Amerika’ya gidecek, oradan Almanya’ya dönecektir. Bu suretle M.Blange bir devri alem seyahati yapmış olacaktır.

    TEŞKİLAT KAYITSIZLIĞI DENİZCİLİĞİMİZİ MAHVEDİYOR [6]

    Denizcilik, bilhassa bir deniz memleketi olan Türkiye’de, en ziyade inkişafa mazhar olması lazım gelen sporlardan biridir. Fakat alakadar teşkilatın cereyanı idare edememesi, daha doğrusu işin ehli olmaması, bu sporla uğraşan, onu heves ve merakla takip eden gençleri inkisara uğratmakta, soğutmaktadır.

    Teşkilatın alakasızlığının bizzat sporcular üzerinde hüsule getirdiği menfi tesirleri anlamak için onları bizzat dinlemek kâfidir.

    Galatasaray’ın kıymetli denizcilerinden Vamık Bey’den aldığımız bir mektup, hakiki derdi teşrih etmek noktasından karilerimize bir fikir verebilir. Vamık Bey diyor ki:

    “Denizcilerin artık bilfiil deniz üzerinde çalıştıkları mevsimdeyiz. Aşağı yukarı her kulübün denizcilik şubesi kendine göre bir faaliyet programı tatbike başladı. Bazı kulüpler yeni fıtalar yaptırdı, bazıları yaptırıyorlar, bazıları da yaptıracaklar. Beykoz kulübü de artık bu sınıf üzerinden fıta yaptırmayarak parasını ancak klasik merakibe hasredecek.

    Demek ki kulüpler kendi kendilerine çalışıyorlar.

    Fakat neye, ne için?

    İşte asıl dert burada!

    Futbol maçları başlamadan bir hayli evvel ilan ediliyor, antrenörler ekiplerini mukannen bir tarih için ihzar ediyorlar. Fakat bu hususta daha dikkatli olması lazım gelen denizcilik teşkilatı bu noktayı ihmal ediyor. Ve yarış tarihlerinin ancak bir hafta evvel meydana çıkması yüzünden biz sahaya bazen idmansız, bazen de sürantrene olarak çıkıyoruz.

    Hâlbuki bir denizcinin yarış tarihini evvelden bilmesi ve idmanlarını ona göre tanzim etmesi muvaffakiyetin en esaslı şeraitinden biridir. Aksi takdirde her şey (daima olduğu gibi) tesadüfe tabi kalır.

    Bu intizamsızlıkların en belli başlı amili yarışların Malul Gaziler Cemiyeti tarafından tertip edilmesidir. Şayanı hürmet bir müesseseye gençliğin yardımı çok makuldür. Bunun için bu cemiyet menfaatine verilecek herhangi bir yarışa bütün kulüpler müfterihane iştirak ederler.

    Fakat mıntıka birinciliği müsabakaları daima menfaat düşüneceklerinden ufak bir teşkilatla idare olunmalı ve sırf gençliğin bu yarışlardan beklediği sportif gaye göz önünde bulunmalıdır.

    Hâlbuki vaziyet böyle değildir ve fenni imkânları tetkike bile lüzum görmeyen bir heyet, bilet satamadığı için, yarış tarihini istediği gibi tanzim, istediği gibi tehir ve talik ederek vaziyeti karıştırıyor ve alakadar teşkilat bilmem ki neden her şeye “Eyvallah!” demek mevkiinde bulunuyor.

    Geçen sene ilk yarış pek ani olmuştu. İkinci yarış (mıntıka birincilikleri) tehire uğraya uğraya Malul Gaziler menfaatine, üçüncü yarışta Tayyare Cemiyeti menfaatine yapıldı.

    Bu seneki yarış tarihleri (idmancıların faaliyete geçmelerinden itibaren epeyce bir zaman geçtiği halde) henüz malum değildi. Bildiğimiz yegâne yarış, 13 Ağustos’ta Tayyare Cemiyeti tarafından Bebek’te yaptırılacak yarışlardır. Bundan başka kaç yarış yapılacak ve nerede olacaktır? Mıntıka birincilikleri hangi tarihte olacaktır? Kürek yarışlarına bu kadar müsait olan Beykoz’da bu sene de yarış olmayacak mıdır? Geçen sene bir türlü yaptırılamayan yüzme yarışları bu sene de ihmal edilecek midir?

    İşte bir sürü sual ki buna cevap verebilene aşk olsun!

    Oksfort ve Kembriç gibi 40 bu kadar senedir yarış edenler her sene aynı gün ve saatte, aynı mahalde yarışlarını yapıyorlar, soğuk, sıcak, kar, yağmur, hiçbir şey buna mani olmuyor.

    Bizim (eğer varsa) Denizcilik Federasyonumuz, yahut mıntıka heyetimiz o sene yapılacak yarışların tarihini neden daha ilkbaharda ilan edemiyor? Acaba buna lüzum mu yoktur, yoksa mani mi vardır?

    Bizim zihniyetimize nazaran deniz yarışları için lazım gelen şeyler şunlardır:

    1. Mutantan reklamlar
    2. Süslü Gemiler
    3. Bandolar
    4. Heyeti tertibiyeye mensup beyleri yarış sahasında vızır vızır dolaştıracak bedava motorlar.

    Bunlar oldu mu yarış için icap eden her şey tamam demektir. Geride:

    1. İntizamsızlık yüzünden seyredenler spordan iğreneceklermiş.
    2. Bir günde belki 10 yarışa iştirak eden bir kulübün idare adamları bilahare günlerce yataktan çıkamayacak kadar yorulacaklarmış.
    3. Sıhhi spor kaideleri ikmal edilecekmiş.
    4. Zavallı amatör gençler denizin ortasında, güneşin harareti altında akşama kadar aç karnına, hatta defi hacet çarelerini bulamadan bir salapurya içinde kavrulacaklarmış.
    5. Bir sürü hay ve huy içinde yarışı seyredenlerin aklında tahlisiye idaresinin devirme hareketinden başka hiçbir şey kalmayacakmış!

    Bütün bunların düşünülmesine ne lüzum var?

    Hâlbuki gerek yarış sahasının intizamı, gerek idmancıların istirahati düşünülmelidir. Mesela bütün yarışlar aynı günde değil muhtelif tarihlerde icra olunmalıdır. Yoksa memleket denizciliğinin ilerlemesini beklemek mumla kazan kaynatmak demektir.”

    FENERBAHÇE TENİS TURNUVASI YARIN BAŞLIYOR [7]

    İlk maçlarda İstanbul takımı intikam müsabakasında da İzmir galip geldikten sonra İstanbul-İzmir karşılaşması iki tarafı da tatmin eden neticelerle bitti. Şimdi yeni bir turnuva başlıyor.

    Fenerbahçeliler Kadıköy’de bir tenis turnuvası tertip etmişlerdir. Bu turnuvaya şehrimizin bütün tenisçileri iştirak edeceklerdir.

    Maçlara yarın sabah saat 10.30’da başlanacak ve tasfiye müsabakalarından sonra final Pazar günü oynanacaktır.

    İSTANBUL’UN EN SERİN YERİ [8]

    İki dost baş başa verdik ve biribirimize sorduk: “Nereye gidelim?”

    İstanbul’un bütün yazlık gezinti yerlerinden acı hatıralarımız vardı. İçimiz yüksek, serin, yeşillikli bir yer istiyordu. Boğazımız menba sularının hasretiyle yanıyordu. İkimizin de aklına birden Çamlıca tepesi geldi.

    Çamlıca… Ağaçları serin rüzgârlarla sallanan Çamlıca… Her çeşmesinden billur gibi berrak ve buz gibi soğuk bir suyun şarıl şarıl aktığı Çamlıca…

    • Yemek götürelim mi?
    • Ne zahmet! Bu sıcak havada orası mahşer gibi kalabalık olacak. Tramvay o tarafları medenileştirdi. Hiç orada yiyecek bulunmaz mı?

    Gittik ve tramvaylı Çamlıca’da aç kaldık. Bir tabak haşlanmış fasulye için camekânları yalnız rakı şişeleriyle dolu bakkal dükkânlarını beyhude dolaştık. Nihayet kireçlenmiş bir ciğerle kanaat ettik. İçtiğimiz su meşhur Çamlıca suyu, eski rakı şişelerine doldurulmuş tortulu ve ılık bir mayiden başka bir şey değildi. Mide bulandırmaya ve istifra ettirmeye yarar bir hastane suyu! Şairane tepenin her tarafından insanlar üzerine güneşli bir hüzün akıyordu.

    Hayalimiz, şimdi karşıda, güneşli manzarası titrek bir resim gibi yayılan İstanbul’dan imdat istemeye koyuldu. İçinden kaçtığımız İstanbul, bitkin çöl yolcularını bin bir vaatle çağıran serap yeşilliği ve maviliği cazibesiyle kırda hava ve serinlik bulmaya gidenlere gülüyordu. Döndk. Tramvay hep bizim gibi, aldatıcı tepede günün geçirmeye gelmiş, fakat iki saat içinde susuzluktan takatsiz kalarak ümidi kırılmış, şehre can atanların keskin ter kokusu ve şikâyetleriyle dolu idi.

    Köprü bizi şerbetçi dükkânlarının buzlu ve renkli sürahileriyle karşıladı. Köprünün bu kadar neşeli bir yer olduğunu o gün anladım. Fakat yangından çıkmış gibi biz hala Çamlıca güneşinin ateşiyle yanıyorduk. Bir dostun tavsiyesiyle ancak tünel dehlizinde sekiz defa inip çıktıktan sonra biraz serinledik ve kendimize geldik.

    Yaz sıcağından bunalanlara haber verelim. Kır isimlerine ve kendi hayallerine hiç aldanmasınlar. İstanbul’un en serin yeri şu karanlık tünel dehlizidir.

    ÇIPLAK NEDİR? [9]

    Sabah rüfekamızdan birisi, çoktan beri devam eden bir anketle meşguldür, bu anket soruyor: “Çıplak nedir?”

    Ve bütün kalburüstüne gelen mütefekkirler, bunu tarife çalışıyorlar. Düşünüyorum, vakıa henüz “Çıplak nedir?” suailinin kestirme cevabını veren olmadı, lakin günün birinde birisi bu iyiliği yapsa da “Çıplak nedir?” anlatsa acaba ne olacak? Bu tuhaf şeyin mahiyetini anlamakta bu derece ısrar eden kimdir?

    DİLENCİLER [10]

    Dün, Beyoğlu’nda Galatasaraylı Nihad’ın spor levazımı mağazasında yarım saat kadar oturdum. Bu yarım saat zarfında bitip tükenmek bilmez bir dilenci kafilesi, adeta bir zincir gibi mağazaya uğrayıp durdu. Koşu şampiyonumuz Besim bunlara kuruş yetiştirmekten, adeta bir 800 metre yarışı yapmış kadar yoruldu.

    Kadın, erkek, çocuk, sakat, alil, sağlam, genç, orta yaşlı, ihtiyar, bir sürü dilenci birbirinin peşi sıra kapının önünde arzı endam ediyorlardı.

    • Allah versin!
    • Bozuk para yok!

    Mukabelesiyle gidenleri enderdi. Ekserisi kuruşu alamayınca gitmek şöyle dursun, dükkânın ortasına kadar girerek bir mala bakan müşteriyi, çeşitlerini, gösteren mağaza sahibini izaç edecek kadar sırnaşıklıkta ileri gidiyorlardı.

    Sordum ve öğrendim ki bu dilenciler, gerek Beyoğlu’nda gerek İstanbul tarafında bütün mağazaları, dükkânları haraca kesmişler… Hepsinin ayrı ayrı günleri, saatleri vardır. Günlerinde ve saatlerinde muntazaman gelirler, musallat olurlar. Her mağaza ve dükkândan gündeliklerini alır, giderler.

    • Para vermemek suretiyle bunların ayağını kesmek kabil değil mi? Kabahat mağaza ve dükkân sahiplerinde! Para vere vere alıştırmışsınız!
    • Hele kuruşu vermeyin de bakın! Bazıları, öyle bir zamanda musallat olurlar ki ya müşteri bizar olur kaçar yahut da siz hesabı yanlış yaparsınız ve mutlaka bir zarara uğrarsınız. İşe bakın!

    Besim beyaz tebessümüyle bunları anlatırken kapının önünde kaval gibi bir herif peyda olmuş ve yavaş yavaş ta mağazanın ortasına kadar ilerlemiş, orada dikilerek anut ve musır bir arsızlıkla kuruşu bekliyordu.

    Besim kuruşu uzattı,

    • Al da git, dedi, kuruşu vermesem herif lakırdımı şaşırtacak, ne söylediğimi, ne söyleyeceğimi bilmeyeceğim!

    Dilenci çıktı, ben de arkasından çıktım, herif bitişik dükkândan haraç almakla meşguldü. Oradan da gündeliği kıvırdı, öteki dükkâna yanaştı…

    Arkasından beşer, onar adım fasıla ile diğer meslektaşları takip ediyordu.

    İstanbul’da dilencilerin toplandığını biz yazıyorsak, siz sakın inanmayın emi muhterem kariler!

    VEKÂLETİN BİR TEZKERESİ [11]

    Aldığımız malumata göre Dâhiliye Vekâleti, geçenlerde Galatasaray takımıyla Fenerbahçe arasındaki hadiseden dolayı Vilayet’e bir tezkere göndererek hadiseyi teessüfle karşıladığını bildirmiş ve tekerrürünün önüne geçileceğini ümit ettiğini bildirmiştir. Bunun için badema maç yapılırken stadyumda kâfi zabıta memuru bulundurulması polis müdüriyetine yazılmıştır.

    FUTBOL MAÇLARI [12]

    Harbiye-Galatasaray maçı, dün yazdığımız gibi, icra edilmemiştir. İstanbul şampiyonasının nasıl halledileceği hakkında mıntıkaca bir karar verilecektir.

    Dün Taksim Stadyumu’nda ikinci gruba mensup futbol takımları arasındaki lig maçları son iki müsabaka ile intaç edilmiş ve İstanbulspor takımı Altınordu’yu da yenerek ikinci kümenin şampiyonu olmuştur.

    FENERBAHÇE ATLETİZM MÜSABAKASI [13]

    Fenerbahçe kulübü dünden itibaren bilfiil atletizm hayatına atılmıştır. Şimdiye kadar yalnız futbol sahasında çalışan ve sporun diğer şubelerinde faaliyet göstermeyen bu kulübün bu hareketi umumi spor hayatımız için büyük bir kazançtır. Fenerbahçe kulübü atletizm sahasına ayak atarken büyük bir idman bayramı ile işe başlamıştır. Kulübün atletizm sahasında çalışacak olan gençleri dün bu bayrama iştirak ederek ilk müsabakalara başlamışlardır. Dün İttihat spor sahasında yapılan bu bayrama 45 atlet iştirak etmiştir. Yapılan muhtelif müsabakalarda elde edilen rekorlar şimdilik şayanı dikkat olmamakla beraber ati için çok ümit verecek mahiyettedir. Fenerliler, atletizm şampiyonluğunu da haiz bulunan Galatasaray kulübüne futboldan sonra atletizmde de rakip olmaya muvaffak olurlarsa memleket sporu namına hakikaten hizmet etmiş olurlar.

    GAZİ’NİN EN BÜYÜK ESERİ NEDİR? [14]

    Hüseyin Rahmi Bey’in Cevabı

    Gazi’nin en büyük eseri nedir? Bu sualinizin heybeti önünde sarsıldım. Acaba Gazi Hazretleri’nin hangi eserleri küçüktür ki içinden büyüğünü seçebilmek için bir mikyas tanzimine kadir olabilelim? O, dünyayı mephut eden bir harp kazandı. Bu zaferin halesiyle dünyanın bütün ufuklarından parladığı zaman bu mucizeden gözleri kamaşan yarü ağyar:

    Acaba bu bir insan mı? Hayır, dediler, bu beşer fevkinde bir hilkattir. Harp bir gaye değil, bir vasıtadır. Tarih birçok harp dâhileri sayar. Onların yaratmış olduğu mucizelerin önünde hayretle düşünürüz. Fakat kazanılan menfaatler ekseriya zevale mahkûmdur. Gazi’nin ise lazeval asıl himmetü kudreti harpten sonradır.

    Bu ikinci mucize birinciye tefevvuk eder. Bu da taassup ejderiyle olan gazası ve büyük zaferidir. Kafes arkasında peçe altında boğulan kadın bu hilafı tabiat mahbesten yüzünü kurtardı, tabiatın bütün mahlûklarına has olan açık havada teneffüs hakkına erdi.

    Kadın loşluklarda yaşar bir köstebek, anonim bir varlıktı. Frenkler ona muamma diyorlardı. O pek az mahrem nazarlara açılabilen kara örtülü bir Beytullahtı. Ona bakmak büyük günahtı. Kadının bu mahbesten itlakından sonra bizde sosyete bir mana almaya başladı. Hayat uyandı. Gazi Hazretleri’nin taassubu tepelemekteki kudretlerini en büyük görüyorum. Niçin? Çünkü bu ejder hala kanlarını, canlarını emdirmekte devam eden Afrika ve Asya Müslümanlarının altında inledikleri ecnebi boyunduruklarını görerek ibret almak, Gazi Hazretleri’nin bu eserindeki büyüklüğü takdir için kâfidir.

    Büyük hürmetlerimin kabulünü rica ederim efendim. (Hüseyin Rahmi)

    TENİS TURNUVASI DÜN HİTAM BULDU [15]

    Fenerbahçe kulübünün tenis turnuvası dün hitam bulmuş ve finalde kalmış olan Sedat Bey’le Şirinyan Efendi arasında yapılan maç pek hararetli cereyan ederek Sedat Bey, Şirinyan’ı 4 maçta mağlup etmiştir. Bu suretle Sedat Bey, memleketin birçok güzide tenisçilerinin iştirak ettiği bu güzel turnuvada, birinciliği kazanmış bulunuyor. Bu muvaffakiyetten dolayı kıymettar sporcuyu tebrik ederiz.

    Dabl maçlarına gelince: Suat-Sedat çifti, Sait-Şudvar çiftini yine dört sette mağlup ederek turnuvanın dabl birinciliğini almışlardır. Bunlara kulüp tarafından altın madalyalar verilmiştir.

    GARİP BİR SES [16]

    Bahsetmek istediğimiz şey Yunan başvekil M.Venizelos’un sesidir. Selanik’te Fransızca olarak intişar eden bir gazeteye göre Venizelos radyo ajansına beyanatta bulunmuş; Türkiye’nin Yunanistan’la bahri teshilat yarışı yaptığından şikayet etmiş; Yunan hükümeti tarafından bahri teshilatın tahdidi hakkında vuku bulan müteaddit müracaatlara yeni harp gemileri sipariş etmekle cevap verildiğini söylemiş; işler bu şekilde devam ederse yakın bir istikbalde iki memleket arasında harp çıkmasına intizar etmek lazım gelirmiş.

    Venizelos’a atfen bir Yunan gazetesinin neşrettiği bu sözlerin ne dereceye kadar vakıa mutabık olduğunu kestirmek bizim için mümkün değildir; bununla beraber daha evvel Yunanlılar tarafından bir iki defa Türkiye ile bahrî tahdidi teshilat yapılması hakkında bazı teklifler vuku bulduğu matbuat sütunlarında bahsi geçmiş bir mevzu olduğundan bu rivayet üzerinde biraz tevakkuf etmek muvafıktır.

    Türkiye ile Yunanistan arasında bahri bir tadidi teshilat meselesi görüşülebilir. Fakat zannediyoruz ki bu meselenin görüşülmesine başlamazdan evvel halli icap eden meseleler vardır. Bu meseleler de her iki memleketi bugün işgal etmekte olan mübadele işleridir. Aksi takdirde Yunanlılar tarafından vuku bulacak herhangi bir tahdidi teshilat teklifinin ciddiyetine inanılamaz.

    Kaldı ki Yunanlılar mübadele ihtilafına ait müzakerelerde sui niyetlerini son günlerde pek sarih olarak göstermişlerdir. İki memleket arasında bir uzlaşma zemini bulmak için bitaraf devletler murahhasları tarafından yapılan teklifleri esas itibariyle iptida kabul ettikleri halde Türklerce bila tereddüt kabul edilen bu tekliflerin asılları Atina’ya varınca reddetmişlerdir!

    Şu vaziyete nazaran Yunanlılar tarafından Türkiye’ye karşı bahri tahdidi teshilat yapılması şeklinde vuku bulacak bir teklifin maksat ve manası ne olabilir? Bu maksat ve manayı mesela Yavuz’un tamirine mani olmaktan başka bir fikre hamletmek mümkün müdür?

    Sözlerimizde vazıh olmak için bir kere daha tekrar edelim: Türkiye Cumhuriyeti daima sulhun muhafazasına matuf bir siyaset takip ettiği için bu gayeyi temin edecek her türlü teklifleri memnuniyetle telakki eder. Ancak bu teklifler de memleketimizin müdafaası için elzem olan vesaitin teşekkülüne mani bir niyeti bulunmamak lazımdır.

    Venizelos’un yeni bir harp ile Türkiye’yi tehdit etmesine gelince, buna karşı verilecek cevabımız da açıktır: Yunanistan, Türkiye’nin denizlerde bir gemisi değil, tek bir kayığı bulunmadığı ve bütün İngiliz donanmasının bilakis kendisine yardımcı olduğu bir zamanda Anadolu macerasına girişmiştir. Fakat öyle iken gene neticede mağlup ve muzmahil olmuştur. Eğer Yunanlılar ve onların başında bulunan Venizelos Anadolu maceralarını unutmuşlarsa ve Şark’ta yeni bir harp çıkarmanın mesuliyetini üzerlerine alırlarsa her vakit eski tecrübelerini tekrar edebilirler.

    İHTİYAÇ BİR SENE BEKLEMEZ! [17]

    İstiklal harbinde birinci derecede malul kalmış bir gaziden bir mektup aldık. İki ayağını vatan ve millet uğurunda feda etmiş olan bu gazi, tütün satışından yüzde iki derecesinde bir para yani ayda 30-35 lira alıyormuş. 1 Haziran’dan itibaren satılan tütünlerin yüzde ikisi Tütün İnhisar İdaresi tarafından her ay Ziraat Bankası’na maluller namına yatırılacak ve her sene nihayetinde bu müterakim para malullerin derecesine göre taksim edilerek toptan verilecekmiş.

    Bu karar, lehde göründüğü halde bir kısım malullerin aleyhindedir. Çünkü bir sene müddetle her ay aldıkları 30-35 liradan mahrum kalacak ve sene nihayetinde hisselerini alacaklar.

    Bu malul gazinin verdiği izahat ve tafsilattan anlıyoruz ki bir kısım malul gazilerin bu parayı seneden seneye değil aydan aya alması daha doğru olacaktır. Çünkü günlük ihtiyaçları bütün bir sene bekletmek imkânı yoktur.

    Onun için bu parayı arzu edenlere aydan aya vermek imkânı bulunmalıdır, diyoruz. Doğru değil mi?

    KADIKÖY VAPURUNDA MEVLANA AYİNİ YAPAN MECZUP [18]

    Evvelki akşam Köprü’den Kadıköyü’ne 7.30 postasını yapan “Kadıköy” vapurunun lüks mevkiinde tuhaf bir hadise olmuştur.

    Lüks mevkide oturan çıplak başlı, şişmanca vücutlu ve kabadayı tavırlı, oldukça temiz, fakat eski saray aşçıbaşıları gibi giyinmiş bir zat, halkın arasında birdenbire ayağa kalkmış ve “Herkes iktisadi buhran var diyor. Halbuki akli burhan var!” diye beliğ bir nutuk iradına başlamış, bundan sonra kamarada bulunan matmazellere ve hanımlara ısrar ile güller takdimine kalkışmış, kendisinin zengin bir adam olduğunu söylemiş, nihayet “Yüksel ki yerin bu yer değildir. Dünyaya geliş hüner değildir.” mısralarını okuyarak mevkiin ortasında, elindeki bastonu çevire çevire Mevlevi ayini yaparak fırıl fırıl dönmüş ve bunun da bir nevi dans olduğunu söylemiştir.

    Nutuk ve ayinini bitirerek herkesi hürmetle selamlayıp Kadıköyü’ne çıkan bu zatın Bostancı cihetindeki köşklerden birinin korucusu olduğu söylenmiştir.

    BİR TELEFON GÖRÜŞMESİ [19]

    • Alo, kimsiniz?
    • Bendeniz Nurettin, zatıâliniz?
    • Hikmet Feridun… Buyurun…
    • Bugünkü Vakit’te bir fıkra var, sonunda benim ismim de geçiyor, bundan maksadınız nedir, buna ne lüzum vardı, bir şey anlayamadık… İlk…

    Birdenbire şaşırdım. O kadar ki suçlu, kabahatli bir adam gibi:

    • Aman efendim, bir kabahattir ettim. Ben yaptım, siz yapmayın! Diyecektim.

    Lakin yorgun zihnimi biraz topladım. Ortada hiçbir şey yoktu. Ve bana telefon eden delikanlıya yazılarımı murakabe altında bulundurması için hiçbir ricada bulunmuş değildim. Dedim ki:

    • Mana mı çıkarmadınız? O halde ya çok manalıdır. Yahut da manasız.

    Ben sütunumun üzerine “Gelişigüzel” diye başlık koydum. Bunun altında, gelişigüzel yazar, dururum. Anlayan anlar, anlamayan veyahut anlayamayan anlamaz.

    Muhavere bir iki sözden sonra bitti…

    Bugüne gelinceye kadar İstanbul’da bir hususi neşriyat zabıtası teşekkül ettiğinden haberdar değildim. Eğer bu genç bundan böyle her manasını anlamadığı yazının hesabını muharririnden telefonla soracaksa şirket yaşadı ve onun anlamadığı yazılar gazetelere konmamak icap ederse gazeteler yandı demektir.

    KEMALETTİN SAMİ PAŞA’NIN TEBERRUU [20]

    Berlin sefirimiz Kemalettin Sami Paşa’nın Ankara’dan İstanbul’a gelirken Eskişehir’e ve Bursa’ya uğradığını yazmıştık. Kemalettin Sami Paşa Eskişehir’de bulunduğu pek kısa müddet zarfında ora spor mıntıkasını ziyaret etmiş ve teşkilata iki yüz lira teberru etmiştir.

    GALATASARAY RESMEN İSTANBUL ŞAMPİYONU OLDU [21]

    Galatasaray, kendi kümesine mensup beş birinci sınıf takımla ikişer maç yaptıktan sonra (28) puanla birinciliği almıştı. Ancak resmen İstanbul şampiyonu olmak için askeri küme birincisi olan Harbiye ile iki maç yapması icap ediyordu. Bu son iki maçın tarihlerini tespit için evvelki akşam içtima eden Futbol Heyeti, Harbiye’nin oyuncularından bir kısmının meslek mekteplerine, diğer bir kısmının da kıtaata iltihakı dolayısıyla bu maçları yapamayacağını öğrendiğinden Galatasaray’ın resmen şampiyonluğunun ilanına karar vermiş, keyfiyeti de Galatasaray kulübüne bildirmiştir.

    Bu suretle Galatasaray 1928-1929 İstanbul futbol şampiyonu olmaktadır. Bila inkıta beş senedir futbol şampiyonluğunu ihraz eden bu kulüp malumdur ki senelerden beri aynı zamanda şehrimiz Atletizm ve Denizcilik şampiyonluğunu da nefsinde cem etmektedir. Sarıkırmızılılara bundan böyle de muvaffakiyetler temenni ve daima çalışmalarını tavsiye eyleriz.

    Futbol Heyeti bundan başka Galatasaray’ın (İzmir’e gittiği takdirde) avdetinde, İstanbul’da muhtelitiyle bir maç yapmasını ve hasılattan bir kısmının Galatasaray-Fenerbahçe maçında yaralanan oyuncuların tedavisi masrafına tahsis edilmesini kararlaştırmıştır.

    Futbol Heyetinin verdiği kararlar meyanında üçüncü küme birincisinin müsabaka yapmadan ikinci kümeye terfiiyle bu küme takımlarının altıya iblağı; ikinci küme birincisi İstanbulspor ile birinci küme sonuncusu Süleymaniye arasında 28 Haziran ve 5 Temmuz tarihlerinde iki terfi müsabakası yapılması vardır. (…)

    ADİL’İN MEZARINDA [22]

    Dün; geçen sene bir futbol maçında kazaen maruz kaldığı bir tekme ile vefat eden Beşiktaş kulübünden Adil’in devri senevii irtihaline müsadifti. Bu münasebetle Beşiktaşlılar arkadaşlarının hatırasını taziz için ihtifal yapmışlar ve birden Adil’in mezarını ziyaret etmişler, samimi hitabeleriyle futbol şehidinin hatırasını yadetmişler, mezarına çelenkler koymuşlardır.

    GALATASARAY BOKS ŞAMPİYONLUĞUNU DA KAZANDI [23]

    İstanbul mıntıkası boks birincilik müsabakalarının evvelki gün yapıldığını yazmıştık. Bu müsabakalar neticesinde Galatasaraylı boksörler her siklette birinciliği almışlardır. Sinek siklette Yaka, horoz siklette Nuri, tüy siklette Necmi, hafif siklette Melih, yarı orta siklette Mithat, orta siklette Selman, ağır siklette Hayri Beyler kendi sıkletlerinin şampiyonu olmuşlardır.

    Bu neticeden sonra Galatasaray kulübü, futbol, atletizm, denizcilik şampiyonluklarından sonra İstanbul boks şampiyonluğunu da ihzar etmiştir.

    YAZMAK İLLETİ [24]

    Eskiden beri biliriz: Memleketimizde, kari adedi azdır. Gerçi, Arap harflerinin, bu azlıkta mühim bir amil olduğu şüphe götürmez. Fakat itiraf edelim ki bizim de okumaktan zevk almadığımız muhakkak!

    Babıali caddesindeki muharrir adedinin, memleket hudutları içindeki kari adedinden daha az olduğunu kim iddia edebilir?

    Umuyorduk ki harf inkılabı tedrisat müşkülatını azalttıkça ve millet mektepleri, bir kapısından giren tabur tabur ümmileri öbür kapısından okuryazar efendiler halinde hayata çıkardıkça, bu muvazenesiz muvazene bozulacaktır.

    Filhakika bozuldu. Bozuldu ama ne şayanı hayret bir bozuluş!

    Gazetelerde çıkan bir beyanattan öğreniyoruz ki harf inkılabından sonra, posta muamelatı yüzde kırk atmıştır.

    Fakat gene pekiyi biliyoruz ki gazete satışları yüzde altmış eksildi.

    Demek ki posta memurlarının mektup damgalamaktan kollarını, gazetelerinse rağbetsizlikten kanatlarını düşüren bu hayırlı tebeddül de, maalesef, şimdilik okuyanın aleyhine ve yazanın lehine olmuş.

    Alfabeyi söken her vatandaşın, karanlık içinde geçen uzun cehalet senelerinden intikam almak için derhal kitaba, gazeteye sarılacağına kaleme sarılması bir fali hayır olmasa gerek!

    Bu gidişle, beş on sene sonra, sakinleri yalnız muharrirlerden mürekkep acayip bir diyarda kalmayacağımızı kim temin eder?

    Harf inkılabının, okuyandan ziyade yazanı çoğaltması, bir hakikati işaret ediyor:

    Meğer bizde yazmak merakı, okumak merakından çok fazla imiş!

    BU SICAKTA FUTBOL OYNAMAK HATADIR [25]

    Artık çok sıcak havaların hüküm sürdüğü bir mevsimin içindeyiz. Hararetin gölgede bile 24-26’yı bulduğu şu günlerde güneşte dolaşanların bunalmaması kabil değildir. Fakat buna rağmen, gezilmeyecek kadar sıcak havalarda hala futbol oynuyoruz. Sporun her şeyden evvel sıhhatli bir vücuda sahip olmak için yapıldığı düşünülürse insanı ölümle neticelenebilecek akıbetlere sevk etmesi muhtemel olan bu hatanın büyüklüğü anlaşılır.

    Bundan 3-4 sene evvel, İstanbul mıntıkası Futbol Heyeti, çok musip bir kararla 15 Haziran’la 15 Ağustos arasındaki üç aylık fasılada futbol oynanmasını menetmişti. Futbolun tamamen bir kış sporu olduğuna ve böyle ezici bir idmanın yazın bu çok sıcak günlerinde tatbik edilmesi sıhhat namına hakiki bir suikast teşkil ettiğine nazaran bu kararın isabeti münakaşa edilemezdi. Bahusus sıhhat endişesine kendi programında yer vermeyecek kadar mantıksız hareket eden sporcuların bizim memlekette ekseriyette oldukları düşünülür ki bu şekilde bir vesayetin elzemiyeti takdir edilir.

    Mıntıka Futbol Heyeti, her nedense bu memnuiyeti bir daha tatbike lüzum görmedi. Hâlbuki bir sene muvaffakiyetle tatbik edildiği için tatbik kabiliyeti müspet neticeli bir tecrübe imtihanı veren bu kararın her sene tatbik edilmesi, güneş altında saatlerce didinmeden hasta olan birçok gençlerin hem sıhhat, hem de hayatlarını kurtaracaktı.

    Mıntıka Futbol Heyeti, idmancıların hayatını ne kadar az düşündüğünü bu havalarda hala üçüncü küme maçlarını, hem de tam öğle vakitleri yaptırmakla israf ediyor. Hâlbuki aynı heyet, lig maçlarını, havaların müsaadesizliğini bahane ederek, hasılat yapamamak endişesi ile geçen kış tatil etmişti. Kasasına girecek birkaç liranın eksik veya fazla olmasında bu derece hassas olan mıntıka heyetinin, gençlerin sıhhati mevzubahs olurken bu kadar müsamahakâr oluşu acaba ne ile izah edilebilir? Yoksa yazın bu öldürücü sıcaklarında futbol oynamak, çamurlu bir sahada koşmaktan daha mı az tehlikelidir?

    GÜLCEMAL [26]

    Gülcemal, bütün Türkiye sahilleri halkının en sevgili vapurudur; bilhassa Karadeniz kıyılarında, Gülcemal gül yüzlü bir peri gibi karşılanır. Şanlı sancağımızın altında dört direği, iki bacası ve narin teknesiyle Gülcamel, herkesin mahbubudur. Onu adeta tehassürle bekler, muhabbetle seyrederler.

    Dün İzmir’den gelen birini karşılamak üzere Gülcemal’e gittiğim zaman, bütün bir memleket sahil çocuklarının sevgilisini yakından ve iyice gördüm.

    Geçenelrde “bivei bakir”, “fertutu müsahhar” diye alay ettiğim gemiyi Seyrisefain Umumi Müdürü Sadullah Bey cidden güzel bir nevcivan haline getirmiş. 55 senelik yorgun ve yıpranmış ihtiyarın 20 yaşında zinde ve teravetli bir genç halinde nasıl gençleştiğini görmek isterseniz, benim gibi Gülcemal’i geziniz. Üst güvertede yapılan salonlu, banyolu, teraslı hususi lüks kamaralar, gemiye bir transatlantik hali vermiş… Gemide yapılan diğer muvaffakiyetli tadilattan burada uzun uzadıya bahsetmek doğru olmaz.

    Esasen ben bu satırları geçenlerde Gülcemal’in tamiri münasebetiyle yazdığım tehzilkar satırları tashih için yazıyorum.

    Gülcemal şimdi, sahil halkımızın muhabbetine layık bir gemi olmuş! Bunu takdirle söylemeyi bir vazife, bir borç addediyorum.

    SAKALLI, BIYIKLI BEBEK [27]

    Dört Yaşındaki Trabzonlu Mehmet Bey’in Yakında Düğünü Var

    Mehmed’i Tenasüli Faaliyeti Heyeti Sıhhiyeca Tespit Edilmiştir.

    Günün kahramanını merak ediyorsanız yerden göğe kadar haklısınız. Çünkü o henüz 4 yaşında olduğu halde bıyığı terleyen ve sakalı çıkan bir miniminidir.

    Mehmet ismini taşıyan bu küçük kahraman Trabzon’un Of kazasının Baltacı deresinde Süleyman ağanın oğludur. Çamaşırlarında görülen bazı lekeler, vücudunun muhtelif nahiyesinde çıkan kıllar nazarı dikkati celb etmiş, imam ve müftü, gusül lazım gelip gelmediğini tayin edememiş, nihayet çocuk Trabzon’a götürülmüştür.

    Oradaki muayenesinde, tenasüli faaliyeti tespit edilen Mehmet İstanbul’a getirilmiş ve Gülhane hastanesinde bilmuayene çocuğun tam erkek olduğunu teeyyüt etmiştir.

    Mehmet, şimdi evlenmek, evlendikten sonra da Amerika’ya giderek zengin olmak istemektedir. Tıp edebiyatında şimdiye kadar hiç tesadüf edilmeyen bu hilkat garibesi çocuk evleninceye kadar gençlik ateşleriyle kıvranacak fakat mahkeme evlenmesine müsaade ettiğinden bu hali çok devam etmeyecektir.

    SPOR HAYATIMIZ [28]

    Tayyare Cemiyeti’nin fikirlerini neşretmek üzere Türk Hava Mecmuası’nın yerine çıkmaya başlayan “Havacılık ve Spor” isimli mecmuada kıymetli ve genç Maarif Vekilimiz Cemal Hüsnü Bey’in spor hakkında şu fikirleri intişar etti:

    “Kuvvetli bir dimağın sağlam bir vücuda malik olması ne kadar arzu edilirse sağlam bir vücudun da kuvvetli bir dimağa sahip bulunması daha fazla bir hakla talep olunur. Güçlü ve çevik bir nesil yetiştirmek hakkındaki gayretimiz, bu neslin, ilim ve irfan yolundaki çetin mücadeleyi daha kolaylıkla ve daha çok muvaffakiyetle başarabileceği kanaatinden kuvvet almaktadır. En heyecanlı anlarda nefse hâkim olmak, derhal karar vermek, mesuliyetin bütün şerefli ağırlığını vakarla karşılamak, tesanüdün kuvvetini şiddetle hissetmek doğru veya yanlış münferit hareketlerin umuma şamil neticelerini ölçmek, intizam ve inzibatın kıymetini bihakkın takdir etmek, en zayıf bulunulabilecek zamanlarda nazik ve nezih olmak gibi dimağımızın şuurlu hareketlerini adelemiz kadar takviye ettiği içindir ki spor bugünkü gençliğin serbest ve cana yakın tabii bir mektebi olmuştur. Binaenaleyh spor başlı başına bir gaye değil fakat bizi gayemize daha emniyetle ulaştıran bir vasıtadır.

    Spor ile kuvvet, inzibat ve nefse hâkimiyeti elde edecek yeni neslimizin bütün bu kazançları manevi tekemmüllerine, fikri yükselişlerine hasretmeleriyledir ki Büyük Gazi’nin gençliğe bıraktığı kıymetli ve kutsi emanetler bihakkın muhafaza edilebilir.”

    Maarif Vekilimizin bu fikirlerine iştirak etmeyecek hiçbir sporcu yoktur. Cumhuriyet idaresi, spora her zaman büyük bir ehemmiyet atfetmiş ve spora bu ehemmiyeti verirken de hep Maarif Vekili Cemal Hüsnü Bey gibi düşünmüştür. Namını daima hürmetle yadedeceğimiz Necati Bey merhum ve Başvekil İsmet Paşa hazretleri, senelerden beri Türkiye’de sporun inkişafı için pek çok çalıştılar. İsmet Paşa hükümeti, İdman Cemiyetleri İttifakı’na her sene tahsisat verdiği gibi, Türk sporcularının 1924 ve 1928 Olimpiyatları’na iştiraklerini de temin etti. Türk sporculuğu bu muavenet ve himmetlerin daima medyunu şükranıdır. Yalnız bu sene Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’na verilen tahsisat kesildi. Bu Cumhuriyet idaresinin, İsmet Paşa hükümetinin sporla, sporcu gençlikle alakasını kestiğine, onunla meşgul olmak istemediğine delalet etmez. Bu hareketin manası başkadır. İsmet Paşa hükümeti bu suretle teşkilattaki idaresizlik ve tezelzüle karşı, pek haklı olarak infialini izhar etmek istemiştir.

    Filhakika hükümetin bütün yardımlarına rağmen teşkilat istenilen ve beklenilen şekilde çalışmamıştır. Bugün teşkilatın muhtelif kısımlarının reisleri ve azası arasında birçok boşluklar vardır. Şimdi hükümet tahsisatı kesince, esasen o para ile mevcudiyetlerini idame edebilen heyeti müttehidenin bazıları büsbütün infisah edecektir. Sonra ne olacak? Türkiye İdman Cemiyeti teşekkül etmeden evvelki müzebzep, vaziyet avdet edebilecektir.

    Spor sahasında gençliğe rehber olmak isteyen ve onu doğru yola sevketmek hem arzusu, hem de vazifesi olan hükümet tabii, eski karışıklığın, başsızlığın, teşkilatsızlığın avdetini istemez. Şu halde teşkilatın infisahına meydan vermemeli, kongreyi toplayarak teşkilatın başına daha kudretli kimseler getirilmelidir.

    Henüz pek genç olan idman hayatımızı anarşiye uğratmamak için hükümetin, hami ve terbiyetkar eli idmancılığımızın üstünden eksik olmamalıdır. Sporu ve gençliği seven İsmet Paşa hazretlerinden spor hayatımıza yeni bir cereyan, hayırlı bir inkişaf vermesini rica ediyoruz.

    SELİM SIRRI BEY [29]

    Terbiyei Bedeniye Umumi Müfettişi Selim Sırrı Bey şark vilayetlerimizde umumi bir teftiş ifa etmek üzere bugün Ankara vapuru ile Trabzon’a müteveccihen hareket edecektir. Selim Sırrı Bey ilk merhale olarak vasıl olacağı Trabzon’da bir iki gün kaldıktan sonra Erzurum’a gidecektir. Selim Sırrı Bey’in teftiş seyahati bir buçuk ay kadar devam edecektir.

    EDEBİYAT TARİHİ [30]

    Arapçasız, acemcesiz bir nesil yetişiyor. Ne sanayii edebiyeden haberi var, ne vezni aruzdan! Bu nesil, fennin, san’atın kapılarını açmak için yalnız Türk alfabesini öğrensin, kâfi… Hele yarının edebi nesline gıpta ediyorum. Bu nesin için, tarihi edebiyat Ahmet Haşim’le Orhan Seyfi’den başlayacak! Veysi ve Nergisi yerine Haşim’i, Yakub’u, Falih Rıfkı’yı okuyacaklar, Yunus Emre, Âşık Paşa yerine de Orhan Seyfi’yi, Faruk Nafiz’i…

    Yalnız Fuzulilerin, Nedimlerin değil, Fikretlerin, Halit Ziyaların bile Orhon kitabeleri gibi ancak müsteşriklerin halledebilecekleri birer muamma olması yakındır, en çok yirmi sene! Harf inkılabı, mey ve hey hey edebiyatını bir hamlede asarı atika müzesine nakletti.

    BİR SPORCUNUN ÖLÜMÜ [31]

    Fenerbahçe’nin emektar sporcularından Hikmet Bey’in, uzun bir hastalıktan sonra irtihal ettiğini dün teesüfle haber aldık. Merhum samimi ve temiz spor aşkıyla, bu vadidedi feragat ve fedakârlıklarıyla tanınmıştı. Fenerbahçe’nin küçük takımları mazhar oldukları inkişafın büyük bir kısmını bu vadide menfaatsiz ve yorulmaz bir gayret sarfeden merhuma medyundur. Fenerbahçelilere ve merhumun ailesine arzı taziyet ederiz.

    ELVEDA’! [32]

    Hala genç nesle mensup olduğunu iddia eden bencileyin kırka yakın, bir arkadaş Latin harflerinin kabulü üzerine artık Nedim, Fuzuli hatta Fikret gibi eslaf ederlerinin birer antika haline gireceğini ve onlar yerine genç ve yeni şairlerin geçeceğini şayanı hayret bir zevkle yazıyor. Bir şair için Fuzuli, Nedim ve Fikret unutulacaktır diye sevinmek bir dalalettir fakat o bize gerekmez. Ancak işin garibi, bu eskilerin yerine geçeceği zannedilen ve Türk edebiyat tarihinin Nuhları olacağı mülahaza olunanların, ancak Latin harflerinin ianesiyle bu makamı işgal edebileceklerinin yazılmasıdır ki şayanı dikkattir. Demek yeni harfler olmasa bu zevat edebiyat tarihimiz de bir varlık teşkil edemeyeceklerdi.

    ATLETİZM [33]

    Kadıköyü’nde Ünyon kulüp sahasında Pera kulübü tarafından tertip edilen atletik müsabakalar, müttefik ve gayri müttefik yüze yakın atletin iştirakiyle yapıldı.

    Müsabakalar ikinci ve üçüncü seri atletler arasında yapılıyordu. Bu itibarla neticeler parlak olmasa bile iştirak eden atletlerin adedi, maçların cereyanındaki intizam yarınki sporcu neslin bugün pek ihmal edilen atletizme layık olduğu ehemmiyeti verdiğini anlatıyordu.

    Müsabakalar takdir ve teşvik nidaları arasında sonuna kadar heyecanla takip edildi. Neticede umumi tasnife nazaran iştirak eden kulüpler şöyle derece aldılar:

    Pera birinci, iyi hazırlanmadığı halde az bir farkla Fenerbahçe ikinci, Sporting üçüncü, Moda dördüncü.

    İSTANBUL CUMA GÜNLERİ NASIL EĞLENİYOR? [34]

    Kalamış, Fenerbahçe Sahillerinde Banyolar

    Bir haftadan beri, buram buram ter döküp burcu burcu kokuyoruz.

    Dün birisi ile konuşurken yanımızdan şişmanca bir adam geçti. Herif, sanki seyyar ıtriyat mağazası idi. Allah süründürmesin, öyle sürünmüş ki adeta burnumuzu tıkamaya mecbur olduk. Arkadaşım dayanamadı:

    • Yahu, bu ne koku?
    • Ne yapsın, dedim, görmüyor musun, kan ter içinde zavallı… Kendi hoş kokusunu (!) gizlemek için kiralık koku almış.

    Ya bu sıcak günlerde ne kadar dondurma yendiğine dikkat ediyor musunuz?

    Vakit, öğle. Bir dondurmacı dükkanındayım. Yanımda kırmızı suratlı, beş on sene sonra mutlaka tıkanıp ölmeye namzet, iyi yarı (iri de söz mü) adeta aygır misali bir zat var.

    Arka arkaya üç vişneli, iki karışık dondurma yedikten sonra, altıncı bardağı ısmarlarken arkadaşı kolundan çekti:

    • Hiş… Ne yapıyorsun be? Çatlarsın!

    Güldü:

    • Zati sıcaktan çatlıyorum. Bari bırak da dondurmadan çatlayayım!

    Seyyar şerbetçilerin bini bir paraya:

    • Haydi buuuu…z!… Otuz iki dişe trampet çaldırıyor.

    İhtiyar bir adam yaklaştı, bir bardak şerbeti, bir hamlede yuvarladıktan sonra dişsiz ağzını açarak:

    • Evladım, dedi, ya böyle benim gibi ağzında diş kalmayan biri olursa? Trampeti kime çaldıracaksın?
    • Az bekle, dedi, neredeyse karnında çalmaya başlar.

    İtişe kakışa iskelenin demir parmaklığı önüne yığıldık. Vapur, çoktan gelmiş, yolcularını çıkarmış, fakat biz hala bekliyoruz. Yoldular arasında mırıltılar başladı:

    • Nedir bu rezalet canım. Şu kapıyı açsalar kıyamet mi kopar?
    • Keenne, insan değiliz de mezbaha kapısında bekleşen öküzleriz.

    Bir ses:

    • Çüşş… Öküz sensin. Söylediği lafa bak be.

    Memur çok geçmeden yetişti:

    • Birbirimizin üstüne binmeyelim! Azıcık sabırlı olalım, daha bir buçuk dakika var.

    Etraftan sesler:

    • Bir buçuk dakika varmış. Sanki şu kapıyı açsalar kıyamet kopar.
    • Dakikaların ne kadar da kıymetini biliriz.

    Hele neyse parmaklık aralandı. Ve yüz kadar yolcu bu daracık geçitten birbirlerini omuzlayıp dürterek deli gibi seyirttiler. Kendimi arka güverte kısmında bir sıra minderinde bulunca:

    • Oh, dedim, dünya varmış.

    Şimdi rahatça etrafımdakileri seyredebilirim. Onlar da bari seyre değer bir şey olsalar neyse… Durmadan fıstık yiyip kabuklarını avucunda biriktiren altmışlık bir Beni İsrail acuzesi, suratı çilli, boynu sargılı yine aynı fasileden bir kadın ve lüfer avcılığından bahseden iki eski İstanbul tipi, durmadan anlatıyor:

    • Efendim lüfer balıkların en kurnazıdır. Bu muhakkak. Bir tarihte Sarıyer’deyim, gece sabaha karşı sandalla dolaşıyorum. Malum a serde gençlik var o zamanlar. Yeni mahalle önünde dalyanlar vardı bilmem hatırlar mısınız?

    Ve muhavere böyle devam ediyor:

    • Haydi, Kadıköy, Kadıköy!

    Vapurdan daima geç çıkmayı adet etmişimdir. Bu defa da öyle yaptım. İskeleye en sonra ayak atan yolcu olmak şerefini muhafaza ettim. Fakat bir de bakayım ki meydanda bir tane otobüs kalmamış. Niyetim (söz aramızda) ucuz olsun diye Kalamış’a kadar otobüsle gitmekti. Kendi kendime:

    • Bu işte de yaya kaldın mı tatar ağası, diye söylenmeye başladım.

    Söylenmek para eder mi? Behemehâl bir vasıta bulmak lazım. O sırada üzeri tenteli tek beygirli bir muhacir arabası çıkagelmez mi?

    Hemen yaklaştım ve iki laf bir pazarlık, atladım.

    Kalamış sahilleri, Moda’dan itibaren binlerce insanla dolmuştu. Öyle ki adeta bana yer kalmayacak diye korktum. Aman Kalamış’tan Fenerbahçe’ni görünüşü. Acaba dünyanın hangi yerinde bu kadar müstesna güzellikler bir araya toplanmıştır? İskelenin önünde çepçevre sahili kapatmış her renkte tenteli ince, oynak, sevimli birçok sandal… Ara sıra bir müşteri yaklaşarak eliyle bir işaret yapıyor ve nereye gideceğini söylemeden sandala kuruluyor. Fener yarım adası da günün bu saatinde adeta uykuda. Uyanık olan yalnız Kalamış tarafı. Burada iskeleden başlayıp deniz hamamları kısmında nihayet bulan bir sahil parçası var ki fıkırdak bir kadın kadar caziptir.

    Karpuz kabuğu düşmeden denize girilmezmiş. Şimdi bu masala kimse kulak asmıyor. Denizin üstü (sade üstü değil) batıp çıkanları da hesaba dâhil edersek altı ve üstü kumralından esmerine, balıketinden şişmanına kadar her renkte, her biçimde Âdem’in oğulları ve Havva’nın kızlarıyla dolu. Kumsal üzerinde serpilip yorgunluk atanlar da başka!

    Dalgalarla boğuşmaktan bitap düşenler sahile döner dönmez yaslanacak bir kadın başı buluyorlar. Hayattaki çetin mücadeleleri bize unutturan da bu sevdalı başlar değil midir?

    İskelenin önünde bir sandala da ben atladım:

    • Çek, dedim, Fenerbahçe’ye…

    Yosun yeşilliğinde suyun üstünden kayarak ilerliyoruz. Uzaktan deniz üstünde çırpınanların sesleri geliyor.

    Fener’in arkasında bir sığlığa yanaştık. Vay… Burada da banyo meraklıları varmış. Fakat bunlar sade banyoya meraklı değil.

    Denizin içinde sevişmeyi tercih edenler, hep buraya toplanmışlar.

    Anadan doğma bir erkek beni görünce iri bir göl kurbağası gibi cumburlop… Kendini suya attı.

    Hemen oracıktan dönmek nazikâne bir hareket olacaktı, ben de öyle yaptım. Üstat Ekrem merhuma koca bir roman yazdıran Fenerbahçe mesiresi, şimdi ihtiyar birkaç ağaç arasında güneşe karşı “Araba Sevdası” kahramanı Bihruz Bey’in neslini ve o neslin kadın şemsiyeleri içine mektup atmayı en büyük muvaffakiyet sayan zavallı erkeklerini düşünüyor gibi idi.

    ANKET!!! [35]

    Evvela dünyanın hangi memleketinde icat edildiğini bilmiyorum ama şu “anket” ismi altında gazetecilerin okuyucularına açtıkları sorgu sual herhalde bizim memleketin mahsulü değildir. Fakat mübarek şeyi kendimize o kadar malettik ki bir müddet sonra ismine de bir kulp takarak büsbütün yerli şekline sokmamız pek muhtemeldir. Anket, bana kalırsa gazetelere yazacak bir şey bulunmadığı zaman ortaya atılan bir çaredir ki bazı ikraz ve istikraz müesseseleri nasıl halktan aldığı parayı halka faizle ödünç veriyorsa gazeteci de kariden aldığı fikri yine karie vermektedir.

    Bu usul “Kâhtı efkâr” olduğu zamanlar cidden iyi netice verebilen bir çaredir. Yalnız itiraf etmeliyiz ki bizim gazeteler (pek ender istisnasıyla) karilere soracakları suali katiyen iyi intihap edememektedirler.

    Efendim! Bir suali ellerine doluyorlar, önlerine gelene onu soruyor. İşte “edebiyat anketi”, işte “çıplak nedir”…

    Bu suallere verilen cevaplar arasında “enteresan” olanları yok değildir ama iş uzayınca halk bıkar ve okumaz.

    Onun için ben bütün aklımı ve mantığımı toplayarak bir anket sistemi tertip ettim. Vakıa bu suretle hareket etmekle pek makbul bir şey yaptığıma kail değilim, lakin eski bir itiyat beni hala akılla harekete icbar etmektedir.

    Benim anket için düşündüğüm sistem şudur. Muayyen ve maruf zevata kendi hususiyetleriyle kabili telif yahut gayri kabili telif ayrı ayrı sualler sormak.

    Her gün bir zatın verdiği cevap neşredilir ve halk hep aynı sualin daima tekerrür etmesi muhtemel olan cevaplarından bıkmış olmaz. Mesela:

    İzzet Melih Bey’e üç sual:

    • Sarımsak sever misiniz ve ne zamanlar yemesini tercih edersiniz?
    • Yaş mefhumu hakkındaki fikriniz?
    • Çok terler misiniz?

    Bu üç sualin pek orijinal olacağını zannederim.

    Nizamettin Nazif’e sorulacak şeyler:

    • Bir nutuk neye mal olur?
    • Bakır Köyüne hiç gittiniz mi!
    • Kimden hoşlanırsınız?

    Peyami’ye sormalı:

    • Gece lambasız rahatlık yerine gitmeye korkmaz mısınız?
    • İki kere iki ne eder?
    • Bir oğlunuz olsa ismini Haşim koyar mısınız?

    Abidin Daver Bey’e:

    • Hiç kürek çektiniz mi?
    • Kürei arzın büyük denizleri hangisidir?
    • Erkek güzel müsabakasına neden iştirak etmediniz?

    Halit Ziya Beyefendi’ye:

    • Hayatınızda hiç küfür ettiniz mi?
    • İnsan kaç yaşına kadar genç sayılır?
    • Bizde kaç nesli edebi sağdır?

    Halil Nihat Bey’e:

    • Şu anda nazım yapsanız bir hicviye mi yoksa bir methiye mi yazarsınız?
    • Şirket vapurlarından köprüye çıkarken kaç defa başınızı güvertenin kenarına çarptınız?
    • Kemençeyi mi viyolonseli mi seversiniz?

    Ali Naci Bey’e:

    • Senenin hangi aylarında Fenerlisiniz hangi aylarında değilsiniz?
    • İkdam’ın baskısı ne zaman “Taymis”i geçecek?
    • Stadyum ne kelime olur?

    Abdullah Cevdet Bey’e:

    • El açıklığı nasıl tedavi olunmalıdır?
    • Ne zaman doktor, ne zaman edip, ne zaman iktisatçı ve ne zaman iratçısınız?
    • Hayatta para sarf etmekten elim ne tanırsınız?

    Etem İzzet’e:

    • Evde tavan süpürgesine ihtiyaç hisseder misiniz?
    • Uykuda horlar mısınız?
    • Heyecansız yazı yazabilir misiniz?

    Celal Nuri Bey’e:

    • Bilmediğiniz lisanlar nedir?
    • Bir kayık mı yoksa bir gazete mi daha hazin batar?
    • Amali erbaadan hangisini sevmezsiniz?

    Selami İzzet’e:

    • Frenkçe eserlerin Türkiye’ye ithali men edilirse ne yaparsınız?
    • Hüseyin Rahmi Bey’le aynı yataklı vagonda bir kompartımana düşseniz ne yaparsınız?
    • Ayaklarınız terler mi?

    İşte numunelerini yazdım. Akıllı bir gazeteci bu sistemi tatbike başlarsa derhal faydasını görür. Şu şartla ki bütün bu zevat cevap vermek lütfunda bulunsunlar.

    KARİ MEKTUBU [36]

    Kızıltoprak

    Şehrimizin güzel sayfiye yerlerinden biri olan Kızıltoprak, Islamur, Fenerbahçe, Kalamış civarı bu sene geçen senekinden daha fazla olarak bir “otomobil ve otobüs” afetinden muztariptir. Kadıköyü’nü muayyen ve dar güzergâhta Fenerbahçe’ye rapteden bu otobüs ve otomobiller, canavarca bir sürat ile seyrüsefer ve teferrüç mahallini tedhiş etmektedir. Binlerce köşkün sahiplerinin huzurunu ihlal eden bu mantıksız sürat müsabakaları birçok kazalara sebebiyet vermektedir. Kadıköy dairei belediyesinin nazarı dikkatini celbederiz.

    SÜLEYMANİYE-İSTANBULSPOR [37]

    Bu hafta Taksim Stadyumu’nda Süleymaniye ile İstanbulspor arasında bir terfi müsabakası yapılacaktır. Birinci küme sonuncusu ile ikinci küme şampiyonu arasında böyle bir karşılaşmanın icrası ve galip gelen takımın birinci kümede kalması esas itibariyle kabul edilmiştir. Malum olduğu veçhile Süleymaniye birinci kümede sonuncu kalmış, İstanbulspor da ikinci kümede şampiyon olmuştu. Bu iki takım iki defa karşılaşacaklardır.

    İZMİR’DEKİ MAÇ [38]

    İstanbul şampiyonu Galatasaray ilk maçını 21 Cuma günü İzmir şampiyonu Altay takımı ile yaptı. Bazı kimseler bu maçın neticesi Türkiye şampiyonluğunu meydana çıkaracak zehabına düşmüşlerdi. İşte şimdi bütün İzmir halkı bu neticeye bir an evvel varılması için sabırsızlanıyordu.

    Stadyum ikiden itibaren dolmaya başladı. Saat 5.15’de alkışlar arasında sahaya çıkıldı. Evvela tribünün önüne dizilen Galatasaray takımı hep birden (Güzel İzmir’in kibar halkı) şerefine üç kerre bağırdılar. Müteakiben karşı tarafı da selamladılar. Biraz sonra Altaylılar da alkışlar arasında sahaya girdiler. Etraftan atlayanlar oyuncuların etrafını aldı. Polisin müdahalesi üzerine bunlar sahadan çıkarıldılar.

    Takımlar ortaya geldi; Daver Bey’in İzmirliler hakkında söylediği birkaç söze mukabil Altay kaptanı Danyal Bey cevap verdi. Bayraklar taati edildi, resimler çekildi.

    Hakemin uzun iki düdüğü oyuncuları davet etti. Biz rüzgârla beraber oynuyorduk. Takımlar sahaya şu şekilde çıktılar:

    Altay: Fehmi, Hilmi, Bürhan, Danyal, Vehbi, Feyzi, Hasan, Vehap, Domeningo, İ.Hakkı, Sezai.

    Galatasaray takımı, Galatasaray-Fener maçında sakatlanan Mehmet Nazif ile Küçük Kemal’den ve son günlerde işinin kesretinden dolayı İzmir’e gelemeyen takım kaptanı Nihat Bey’den mahrum bir vaziyette sahaya şu şekilde çıktı: Rasim, Asım, Burhan, Suphi, Mithat, Vahiy, Mehmet Şadlı, Kemal, Latif, Rebii.

    Takım kaptanı Mithat Bey’di. Hakem İngiliz Mister Fanvler!

    Oyun başladı. İlk akını güzel kesen müdafaa, en kuvvetli tarafları olan sağa doğru uzun bir pas verdi. Müdafiler bunu kolaylıkla kesmeye muvaffak oldu, şimdi Galatasaray biraz vaziyeti düzeltir gibi oldu. Fakat İzmirliler tehlikeli vaziyetlerde kaleye kadar iniyorlardı. Galatasaray cansız. Bir defa saha yabancılığı var.

    İzmir sıcağı da buna inzimam edince isteksiz kaçma ve paslaşmalar baş gösteriyordu.

    Gene hücuma geçiyoruz. Fakat bunları kolaylıkla kesiyorlardı. Sağ taraf muattal, passız. Yirminci dakikada Z.Kemal’in güzel bir pasına Fehmi çıkıyor, fakat Latif daha evvel yetişerek ufak bir plase ile topu kaleye sokuyor. İlk gol ve alkış!

    Şimdi İzmirliler faaliyette! Mithat ortada yalnız. İçler yardım etmiyor, müdafaayı seyrediyorlar. Gene top İzmirlilerde. Vahyi Bey topa çıkıyor. Santrhafları topla beraber müthiş bir yumruk sallıyor. Vahyi yerde. Ağzından, burnundan kan geliyor. Saha harici. Yerine Şakir geçiyor.

    Oyunun son dakikasında sağ açığın ortaladığı topu sol içleri tarafından güzel bir şutla yiyoruz.

    Çılgınca alkışlar…

    1-1 berabere… Bir dakika sonra hakemin uzun düdüğü haftaymı ilan etti.

    Herkes sıcaktan bunalmış. Buzlu sularla yıkanıyorlar. Herkes cansız…

    İkinci haftayma başladığımız zaman, İzmirlilerin seri ve mütevali hücumlarına maruz kalan Galatasaray müdafaası çalışıyor. İşte bu sıralarda havadan pas alan Vehap mütereddit çıkan kalecinin yanından aynı Latif’in attığı golü yaptı. Şimdi İzmirliler daha canlı oynamaya başladılar. Galatasaray da tehlikeli hücumlar yapmaya başladı. İzmir kalesi bombardıman ediliyor, fakat forvetler hiç kaleyi tutturamıyorlar. Sağ taraf gene muattal, Mithat’tan pas alan Latif eşape ile kaleye giriyor. Sağ müdafileri Burhan buna eliyle mani oluyor. İzmir’e penaltı. Şimdi herkeste bir sinir var. Hakem düdük çaldı. Penaltı atılıyor. Hakem bir düdük daha çaldı. Burhan durdu. Hakem baştan attırıyor. Bir düdük daha… Burhan gene durduruldu. Gene baştan denildi. Artık bu sefer hakemin düdüğüne ehemmiyet vermeyen Burhan sıkı bir şut atıyor. Fehmi’nin eline gelen top kurtuluyor. Burhan koşsa atacak fakat hakemin düdüğüne sinirlenmiş.

    Dünyanın hiçbir yerinde bir penaltıda altı düdük çalındığı işitilmemiş bir şey. Bundan şevke gelen İzmirliler daha tehlikeli hücumlar ihdas etmeye başladılar. Soldan gelen bir pasla İsmail Hakkı ilerliyor. Burhan tam yerinde bir çıkış yapıyor. Adam yerde, top ileride. Hakemin düdüğü, penaltı! Vehap atıyor. Rasim yavaş gelen topu tutuyor. Bu sefer biz hücumdayız. Rebii güzel akınlar yapmaya başlıyor. Latif’e gelen paslar hep kaçıyor. Şimdi İzmir kalesi abluka edilmişti. Mütemadiyen şut atılıyordu. Fakat ya Fehmi’nin güzel kurtarışlarıyla karşılaşılıyor veyahut da direk üstü havadan gidiyordu.

    Mithat’tan pas alan Latif şut çekti, müdafileri karşıladılar. Kemal kaptı, şut attı. Top gene geri geldi, bu sefer Rebii güzel bir şutla oyunun son dakikasında beraberlik sayısını yaptı.

    Top santraya geldiği zaman hakemin uzun düdüğü oyuna nihayet verdi.

    İzmirliler pek tabii olarak ahalinin omuzları üstünde sahadan çıktılar.

    Galatasaray’ın böyle berbat oyunu görüşmemiş ve işitilmemiştir. Buna mukabil İzmirliler canla başla çalıştılar. Hatta galibiyet de hakları idi.

    Galatasaray takımı baştan başa hepsi fena oynamakta rekor kırdılar. Altay bir revanş maçı teklif ediyormuş. Kabul edilmesi pek fazla muhtemeldir.

    BİR AŞK FACİASI [39]

    Aliye Hanım’ın kurşunu rakibi olan genç kadına hafif bir sıyrıntıdan fazla bir zarar veremedi. Fakat kendisini manen ne kadar ağır yaraladı!

    Yarın mahkemenin hükmü ne olacaksa olsun, efkarı umumiye denilen göze görünmez büyük kuvvetin pençesi şimdiden zavallı genç kızın yakasına yapıştı, onu içtimai mevkiinden aşağıya çekti ve şüpheli bulanık bir insanlığın efradı arasına attı. Aliye Hanım’ın, bu müthiş akıbeti, göz önüne getirerek, cürmü işlediğine insan bir türlü ihtimal veremiyor.

    Aşk, Darvinist ve Frödistlerin dediği gibi münhasıran tenasüli ve binaenaleyh sadece hayvani bir teheyyüçtür. Aşkın ilk işi vücudumuzun kafesinde, kanunların, terbiyenin ve adetlerin hapsettiği hayvanın zincirlerini çözmektir. Herkes bilir ki aşk mevsiminde birçok hayvanlar yaklaşılmaz bir hale gelir; birçok zararsız böcekler zehirli birer akrep olur.

    İngiliz muharriri Wells’in “Doktor Moro’nun Adası” isimli bir hikayesi var. Mevzuu:

    Bahrimuhitin ıssız bir adasına çekilen dahi bir cerrah, neşter vasıtasıyla ayı, kurt, kaplan ve sırtlanın dimağında bazı tadilat yaparak, azanın yerlerini değiştirerek, onları insan gibi iki ayak üstünde yürür, konuşur, iş görür bile hale getirir. Bu suni insanlar gündüz, birer mazlum uşak gibi efendilerinin hizmetini yaparlar, yemeğini pişirirler, çamaşırını yıkarlar. Fakat akşam karanlığı etrafa basınca ve uzak ormanlardaki hayvanların bağrışmaları duyulunca eski canavarlarda, ilk hüviyetlerinin zalim ruhu uyanmaya ve gözlerinde ispirto alevi gibi yeşil bir ışık yanmaya başlar.

    İnsan tıpkı Doktor Moro’nun bu mahlukati cinsindendir. Aşk onun hakiki hüviyetini meydana çıkarır.

    Bir sokak köşesinden sevdiğini gözetleyen kıskanç ve bedbaht aşıkın çehresinde insan yüzünün evsafından hiçbir eser bulunabilir mi? Şiirin aşka izafe ettiği bütün güzellikler yalandır. Aldatılmış aşık, mezbahadan kaçan ve yolundaki bütün maniaları birer boynuz vuruşuyla deviren gözü dönmüş bir öküzden başka bir şey değil.

    İnsan merhameti hükmünü verirken aşkın insan ruhuna muvakkaten yaptırdığı bu müthiş istihaleyi hesaba katmalıdır.

    BİSİKLETÇİLERİMİZ NEDEN KOŞMUYORLAR? [40]

    Son zamanlarda tedenniye doğru giden sporlardan biri de bisikletçiliktir. 3-4 sene evvel, bisiklet âleminde görülen hararetli faaliyet bu sporun kısa bir müddet içinde inkişaf edeceğini tahmin ettiriyordu. Fakat vakayi tahminin tamamiyle aksine bir netice ihzar etti ve Türk bisikletçilerin en iyileri birdenbire pisti terk ettiler. Bu sporcuların koşu âleminden uzaklaşmaları, onların tesis ettikleri muhitte kati bir inkisar uyandırmış olacak ki yetişmek istidadını gösteren birçok genç bisikletçilerin de bisikleti terk ettikleri görüldü. Bu vaziyetten birdenbire tenhalaştırdığı bisiklet âleminde yegâne hareket amili olarak muayyen firmalara vakfı hizmet etmiş birkaç profesyonel Rum, Ermeni kaldı.

    Bisikletçiliğin, bizim gibi yol itibariyle fakir bir memlekette daha fazla inkişaf etmesi esasen beklenemezdi Fakat vasıl olabildiğimiz nispet ve dereceyi olsun kaybetmemek hem kabil, hem de elzemdi. Bisiklet âleminde görülen hareketsizliğin belli başlı iki sebebi vardır:

    1. Bundan 3-4 sene evvelki faaliyeti Bisiklet Federasyonu reis ve ikinci reisleri olan Muvaffak ve Hüsnü Naili Beylerin şahsi gayretleri idame ediyordu. Bu iki zatın hayati zaruretlerle bu işlerden uzaklaşmaları sporcuları başı boş bırakmış ve faaliyeti tanzim edecek bir başın bu iki zatı istihlaf edememesidir ki bugünkü vaziyeti tevlit etmiştir.
    2. Sporcuların şahsen uğradıkları inkisarın da bu vaziyetin hüdüsunda amil olduğu muhakkaktır. Bunun esbabını ve olimpiyattaki hadisatı evvelce yazmıştık. Mevcut vaziuetin esbabı ne olursa olsun sporcularımızı tekrar harekete getirmek icap eder. Geçen umumi kongrede eline iyi derecelerle teslim edilen Türkiye şampiyonlarının ne olduğu sualine Bisiklet Federasyonu’nun ne cevap vereceğini merak ediyoruz.

    KARADENİZ YOLUNDA [41]

    Galata rıhtımına yaslanmış olan “Ankara” vapurundayım. Saat on sekizde kalkacağız! Beni geçirmeye gelen akraba, dost, talebelerimle vedalaştım.

    Saat tam on sekiz! Vapurun yanında yüklü dört beş mavna var. Vinçler durmadan işliyor, baş ve arka ambarlar mütemadiyen doluyor. Gemiye münasebeti olduğunu kıyafetinden tahmin ettiğim kıranta bir bahriyeliden sordum:

    • Kaçta kalkıyoruz?
    • Belli değil, fazla yük var, bunun arkası alınmadan kalkamayız!
    • Ne tahmin edersiniz?
    • Gece yarısını bulur. Ne kasavet çekiyorsun, sabah Zonguldak’tayız!

    Güvertede dolaşıyorum, burası bir vapur güvertesinden ziyade Taksim bahçesini hatırlatıyor. Hepsi de bir Avrupalı gibi giyinmiş münevver bir zümre mezelerle süslü rakı masalarının etrafında bir şarklı ruhuyla dem çekiyor. Görüyorum ki şairin:

    İşi nuş eyle bugün amma gamı ferdayı

    Sana ısmarladılar mı bu yalan dünyayı

    Beyti kıymetini hiç kaybetmemiş. İçtiler, içtiler neşelendiler, gevrek gevrek güldüler. Hallerine gıpta ettim. Kendimi onların yanında pek “ham ervah” buldum.

    Saat 20.30!

    Yemek kanpanası sohbete dalmış olan yaranı ba sefanın keyfini kaçırdı. Benim ise yüzümü güldürdü. Deniz havası karnımı acıktırmıştı. Yemek salonu bir ecnebi vapurundan daha süslü, hele lompionlar çok şık ve zarif. Lacivert pantolon beyaz ve yemiz keten bluzlu, yüzleri düzgün ve traşlı, saçları taranmış garsonlar büyük bir maharetle yemek dağıtıyor. Avrupa’ya deniz tarikiyle pek çok gidip geldiğim için bir mukayese yapabilirim. Hani bazı güzel Fransızca veya İngilizce söyleyen Türkler vardır ki ecnebiler onlara “Siz hakiki Türk müsünüz?” diye sorarlar ve inanmak istemezler. Bana da öyle oldu. Kahvemi getiren gence “Siz Türk müsünüz?” demeye mecbur oldum ve “Evet!” cevabı göğsümü kabarttı. Garsonluğu hakir görüp bunu herkesin yapabileceği bir iş zannedenler aldanırlar. Çünkü onlar temiz bir fincanla, temiz bir adamın elinden içmenin zevkini takdir etmezler. Garsonlardan biriyle konuştum.7

    • Siz nerelisiniz?
    • Şehir çocuğuyum.
    • Tahsiliniz?
    • Lisenin sekizinci sınıfına kadar okudum!
    • Bu meslekten memnun musunuz?

    Biraz gülümsedi.

    • Memnunun! Fakat…
    • Fakati ne?
    • Parası çok az! Kazanç vergisi ve saire çıktıktan sonra elime 19 Lira geçiyor. Dün akşam ikide yattım. Bu sabah da beşte kalktım. İki üç saat uyudum. Ben işten yılmıyorum fakat beyim kazanç sa’ya tekabül etmediği için başka bir iş bulunca çekileceğim.

    Yemekte yolcuları eğlendirmek için “Sahibinin Sesi” çalıyor. Ne yazık ki plakların hepsi de elem, dert, kahır veren ahü vahla dolu. Ekseriyet ondan zevk aldığı için susup katlandım

    Saat 22!

    Güvertede şezlonga uzandım. Hava sakin, parlak bir mehtap var. İstanbul yavaş yavaş uykuya dalıyor. Ayasofya, Sultan Ahmet, Yeni Cami minareleri esmer birer sütun gibi semaya doğru sivriliyor. Gecenin bu tatlı sükunetinde tatlı hülyalara daldım, hatta biraz kestirdim. Bir bağrışma ile kendime geldim. Mavnadan tiz ve pürüzlü bir ses:

    • Beybaba bindireceksin!

    Bizi rıhtımdan ayıracak olan (Gayret) römorkörü rampa etti.

    Gaflet bastırdı, kamarama çekildim, soyunup yattım.

    BUGÜN BÜYÜK ATLETİZM BAYRAMI VAR [42]

    Bugün Taksim Stadyumu’nda memleketimizde ilk defa yapılan muazzam bir atletizm hareketine şahit olacağız. Atletizm Federasyonu ile mıntıka atletizm heyetinin müştereken tertip ve izhar ettikleri bu müsabakalara 230 atletin iştirak edeceğini söylemek bugünkü atletik bayramın mahiyeti hakkında bir fikir vermeye kifayet eder.

    Muhitimizde layık olduğu inkişaf haddini bir türlü bulamayan atletizmi çırpındığı müşkülat içinden çıkarmak ve halka sevilmeye değer bir spor olarak takdim etmek lüzumunu takdir eden alakadar teşekkülün faaliyeti mahalline masruf bir himmet teşkil etmektedir.

    Müsabakalara iştirak için kaydedilen 230 atletin 85ini gayri müttefik atletler teşkil etmektedirler. Atletizm federasyonu, yapılacak müsabakaları her şeyden evvel cazip ve muazzam bir hareket haline koymak için gayrimüttefik atletlerin de müsabakalara iştirakine müsaade etmiş ve bu suretle hiç şüphesiz çok şayanı takdir bir isabet göstermiştir.

    Bu müsabakalara Galatasaray’dan maada bütün kulüpler iştirak etmektedirler. Galatasaraylı atletlerin bu müsabakalara iştirak etmeleri esbabını gerek bu organizasyonu idare edenlerin noktai nazarından, gerek Galatasaray atletizm kaptanı Besim Bey’in ağzından izah etmiştik.

    Galatasaraylıların bugünkü müsabakalara iştirak etmemesi artık bir emri vaki olduğuna nazaran bu işi tahlile uğraşmak lüzumsuz bir dedikoduya zemin ihzar etmekten fazla bir kıymete sahip olamaz. Yalnız Galatasaraylı atletlerin herhangi bir feragat bahasına olsa bile birçok ecnebi atletlerin iştirak edeceği bu müsabakalara girmeleri icap ederdi.

    Müsabakalara öğleden evvel başlanacak, finaller umumiyetle üçten sonra yapılacaktır.

    HAYRET [43]

    4 Yaşındaki Erkek Öldü

    Dört yaşındaki delikanlı Mehmet evvelki gece sabaha karşı Şişli Etfal Hastanesi’nde vefat etmiştir.

    Esasen Mehmet bir haftadan beri rahatsız bulunmakta ve hemen her gün baygınlıklar geçirmekte idi.

    Buna rağmen bir Musevi müteşebbis çocuğu Amerika’ya götürmek için uğraşmakta ve bunun için Dervişzade ile bu Musevi arasında müzakerat cereyan etmekteydi. Bir hafta evvel hastalanan Mehmet çocuk mütehassısı Ali Şükrü Bey’e götürülmüştür. Ali Şükrü Bey çocuğu muayene etmiş ve ilaç vermiştir.

    Salı akşamı Mehmet’in hastalığı fazlalaşmış ve neticede çocuk bayılmıştır. Mehmet derhal Etfal hastanesine kaldırılmışsa da o esnada tamamıyla kendinden geçmiş bulunuyordu.

    Mehmet’in bu baygınlığı devam etmiş ve biçare delikanlı sabaha karşı bu dünyadan çekilip gitmiştir.

    Yapılan fethi meyit neticesinde Mehmet’in bütün garibeleri üzerinde topladığı görülmüştür.

    Mehmet’in karaciğeri solda, kalbi sağda olduğu anlaşılmıştır. Bütün dahili cihazları da böyle terstir.

    VEFASIZLIK! [44]

    Dört yaşında erkek olan zavallı Mehmet üç gün evvel vefat ettiği halde gazetelerin hala haber alamayışlarına ne dersiniz? Vefasızlık değil mi? Şimdi gelin de nazara itikat etmeyin. Merhumu teşhir için bir Musevinin 20.000 lira vermek üzere olduğu şayi’di. Eğer Mehmet parayı aldıktan sonra ölseydi, Musevinin de arkasından gideceği tabii idi.

    KEMALİZM [45]

    Herkes gibi ben de Milliyet’teki anketi merak ve heyecanla takip ediyorum. Bu merak ve heyecana sebep Gazi’nin en büyük eserinin ne olduğunu anlamak, bilmek endişesi değildir. Zira bu eser ne olursa olsun, ne kadar büyük olursa olsun gene Gazi kelimesinin gözümüz önünde çizdiği insan resmi ne kadar büyük, muhabbetli ve engin olamaz. Anın içindir ki onu yakından seyir ve temaşa edenlerin yüreğinde Kemalizm sevgisi Cumhuriyet sevgisine muvazidir. Biz Cumhuriyeti umumi manası ile yalnız bir rejim şekli, bir doğruluk ve iyilik mefhumu olarak telakki etmekle kalmıyoruz, biz “Mustafa Kemal Cumhuriyeti’ni”dir ki imanımızın alevden bayrağı gibi kalbimizin zirvesinde dikili tutuyoruz. İşte, bizce bu devre esnasında Türk sanatkârlarına, Türk mütefekkirlerine (bir kelimede) Türk güzidelerine düşen yegâne vazife gelecek nesillere bu bayrağı olduğu gibi devir ve teslim edebilmektir.

    Bu memlekette, politikanın ve rejim, idare sistemi umdelerinin fevkinde bir Kemalizm mezhebinin kök budak salması ve ilelebet payidar olması lazımdır. Tarih bunu tespit ve temine kâfi bir vasıta, bir alet değildir. Bunun ayrıca kendine mahsus bir kitabı ve bir mabedi olmalıdır.

    Rusya’da Marksizm ve Komünizm’den başka (bittabi bunlara muvazi olarak) bir de Leninizm nuzhebi vardır. Gündelik politika haricinde yaşayanların (yani asıl milletin, asıl halkın) inandığı inkılap prensibi budur. Yeryüzündeki bütün siyasi ve içtimai müesseselerin hayatı fanidir. Ne ebediyen devam eden bir İmparatorluk, ne hiç yıkılmayacak bir meşrutiyet vardır; günün birinde belki komünizm de geçirmekte olduğu birçok istihaleler neticesinde büsbütün başka bir şekle girecektir. Fakat bunun babası, bunun banisi olan adamın mezarı büyük inkılap prensiplerinin yegâne kaynağı ve büyük inkılapçıların yegâne ziyaretgâhı olarak kalacaktır.

    Fransa’da her imparatorcu Bonapartisttir, fakat her Bonapartist imparatorcu eğildir ve Napoleon ancak bu böyle olduğu içindir ki insaniyet tarihin göbeğinde yarım ilahlarla, bütün ilahlar arasında yatıyor. Gazi’yi bekleyen ebediyette böyle bir ebediyettir. O bizim malımız olduğu kadar insaniyetin de malıdır. Tarihi umumide Türkiye faslından hariç, ayrı ve başlı başına bir Mustafa Kemal faslı açıldığını şimdiden görüyoruz.

    Onun içindir ki bizim de umumi hayatımızda başlı başına, her umdeden, her siyasi mezhepten ayrı bir Kemalizm faslının açılması ve bunun insani ve vicdani bir iman haline girmesi lüzumu pek tabiidir.

    SENELİK ATLETİZM MÜSABAKALARI [46]

    Galatasaraylılar Müsabakalara Girmediklerinden Birçok Yarışları Rumlar Kazanmıştır

    İstanbul Atletizm Heyeti tarafından tertip edilen senelik atletizm teşvik müsabakası dün Taksim Stadyumu’nda yapılmıştır.

    Bu müsabakalara Beşiktaş, Fenerbahçe, Harbiye, İstanbulspor kulüplerine mensup atletlerden maada Beyoğlu’nun Rum kulüplerine mensup atletler de iştirak etmişlerdir.

    Havanın çok rüzgârlı ve sahanın tozlu olmasına rağmen müsabakalar oldukça muntazam şekilde yapılmıştır. Müsabakalara memleket spor hayatında çok mühim bir mevkii olan Galatasaray atletleri iştirak etmemiştir. Galatasaraylılar, müsabakalar için tertip edilen programı beğenmemişler, bunun fenni bir kıymeti olmadığını ileri sürerek müsabakalara girmekten istinkâf eylemişlerdir. Fenni bir heyet tarafından atletizm antrenörünün reyi alınarak tertip edilen programın fenni bir kıymeti olmadığını iddia ederek müsabakalara girmeyen Galatasaray atletleri, bütün müsabakalarda Rum atletlerinin hemen her birinci ve ikinci geldiklerini saha kenarından sadece seyretmişlerdir.

    Galatasaraylı atletler dünkü müsabakalara iştirak etse idiler netice çok başka olacak, Rum atletleri bu muvaffakiyeti elde edemeyeceklerdi. Galatasaraylılar yalnız 100×4 ve 400×10 bayrak yarışlarına girerek büyük farkla birinciliği almışlardır.

    (…) Müsabakaların neticesi Rumların lehine bitmiştir. Bunun sebebi de yukarıda yazdığımız gibi Galatasaraylıların müsabakalara iştirak etmemeleri olmuştur.

    Galatasaraylıların bu istiğnasına mukabil yeniden atletizm hayatına atılan Fenerbahçe kulübü dünkü müsabakalara birçok atlet göndermiştir. Fenerli atletler henüz müptedi olmakla beraber dün iyi neticeler almıştır.

    İKİ BAYRAK HADİSESİ [47]

    İstanbul’da bir Rum mektebinde saklanmış Yunan bayrağı bulunurken geçenlerde Murat Paşa’nın kemiklerini Lehistan’a götüren vagondaki Türk bayrağını, Edirne’den evvel Yunan toprağında bir Yunan zabiti indirmek istiyor. Şu iki bayrak hadisesindeki küstahlığın derecesine ve müşabehetine bakınız.

    Yunan tinetindeki betmayeliği bir kere daha gösteren bu hadise dört beş milletin sandukası önünde, hürmetle eğildiği bir asker kemiklerinin nakline memur Leh zabitlerini de iğrendirmiştir. Öyle iken İstanbul’da bir Rum mektebinin dolabından neler çıkmıyor.

    Beyoğlu’ndaki Ayatryada kilisesinin mektebinde bundan bir müddet evvel maarif müfettişleri bir Yunan bayrağı buluyorlar ve bunu bir raporla Ankara’ya gönderiyorlar. Öyle bir mektep ki talebesinden biri kitabından büyük Gazi’nin resmini, ancak o mektep havasında yetişen, neşvü nema bulan bir zihniyetle yırtıyor. Bu mektep bugün açıktır ve Rum çocukları orada okuyorlar. Hâlbuki öbür taraftan bir Yunanlı zabit bir saat içinde kendi topraklarından mecburen geçecek bir cenaze vagonundan bayrağımızı indirmeye kalkıyor ve Leh heyetini indirmeye mecbur ediyor.

    Dost düşman şu iki hadise karşısında Yunanlının ne demek olduğunu öğrensinler. Biz ise onları çok iyi tanırız.


    [1] 1 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [2] 2 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [3] 2 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi (Topluiğne)

    [4] 3 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [5] 4 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [6] 5 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi

    [7] 6 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [8] 6 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [9] 6 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [10] 7 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [11] 7 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [12] 8 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [13] 8 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [14] 9 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi

    [15] 10 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [16] 11 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi (Mehmet Asım)

    [17] 12 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [18] 12 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 12 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi (Topluiğne)

    [20] 13 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [21] 14 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Sadun Galip)

    [22] 15 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [23] 16 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [24] 16 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [25] 17 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [26] 18 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [27] 18 Haziran 1929 –Cumhuriyet Gazetesi

    [28] 19 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [29] 20 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [30] 20 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [31] 21 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 21 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [33] 22 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [34] 22 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (M.S.)

    [35] 22 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [36] 23 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [37] 24 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [38] 25 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [39] 26 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [40] 26 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [41] 27 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Selim Sırrı Tarcan)

    [42] 28 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 28 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi

    [44] 28 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [45] 28 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

    [46] 29 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [47] 30 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    ÇOCUK BAYRAMI! [1]

    Çocuk Bayramı bir hafta sürdü ve bitti. Bu bir hafta müsamereler, balolar, eğlentilerle geçen tam bir bayram oldu, fakat ne yazık ki her günleri zaten bir bayram olan zengin çocuklarının bayramı…

    Çocuk bayramı yapmak fikrini Garptan aldık; fakat yarım aldık, yalnız eğlence ve zevk kısmını aldık, vazife ve şefkat kısmını bıraktık… Bu bayram, zengini, fakiri ayırmayan, daha ziyade hasta, fakir, kimsesiz yavruları düşünen bir bayram olacaktı… Maalesef olamadı, nazarı dikkati celbettiğimiz halde, gene olmadı ve bayram bir hafta sürdükten sonra masrafla, yorgunlukla biten uzun bir eğlentiden ibaret kaldı. İnşallah gelecek seneki Çocuk Bayramı daha ziyade bütün sene yüzü gülmeyen bedbaht ve talihsiz yavruların bayramı olur.

    SPORCULARIMIZ MÜHİM MAÇLAR ARİFESİNDEDİR [2]

    Hemen bir seneden beri ecnebi takımlarla karşılaşmamış olan futbolcularımız önümüzdeki haftalar içinde iki mühim maç yapacaklardır. Bu müsabakaların birisi 10-12 Mayıs’ta Mısır’ın “Arsenal” takımıyla yapılacaktır.

    Dünkü nüshamızda da yazdığımız üzere Arsenal takımı 8 Mayıs’ta şehrimizde bulunacak, 10 Mayıs Cuma, 12 Mayıs Pazar günleri Galatasaray ve Fenerbahçe takımlarıyla karşılaşacaktır. Arsenal Mısır’ın kuvvetli takımlarından biri olduğundan bu müsabakalar çok enteresan olacaktır.

    Mısırlılarla yapılacak bu müsabaka aynı zamanda Viyana’nın en kuvvetli takımlarından olan “Osturya” takımıyla kurban bayramında yapılacak müsabakalar için ciddi bir antrenman yerine geçecektir.

    Filhakika Osturya takımı bu müsabaka aynı zamanda Viyana’nın en kuvvetli takımlarından olan “Osturya” takımıyla kurban bayramında yapılacak müsabakalar için ciddi bir antrenman yerine geçecektir.

    Filhakika Osturya takımı çok kuvvetli bir takımdır. Bu takım on seneden beri beş defa Avusturya kupasını kazanmış, lig maçlarında sekiz defa finale kalmış, 1918’den beri 3 defa birinci, 5 defa ikinci olmuştur. (…)

    GALATASARAY MEKTEP ŞAMPİYONASI [3]

    Bugün Taksim Stadyumu’nda saat on beş buçukta mühim atletizm müsabakaları yapılacaktır. Bu müsabakalar Galatasaray Mektep Şampiyonası finalleridir.

    Galatasaray kulübünün atletizm şubesine mensup gençlerin çoğunu Galatasaray lisesindeki atletler teşkil ettiği halde bu seneye kadar sırf bu atletlere münhasır bir mektep şampiyonası yapılmamaktaydı. Galatasaray atletizm şubesinin musip bir teşebbüsü olmak üzere bu sene ilk defa olarak mektep şampiyona müsabakaları ihdas edildi.

    Bu müsabakaların seçmeleri geçen Cuma Kadıköy İttihat Spor çayırında, dömi-finaller de Salı günü stadyumda yapılmıştı.

    Gerek seçmelerde ve gerek dömi-finallerde gençlerin gösterdikleri alaka ve gayret bugünkü final müsabakalarının çok güzel ve hararetli olacağına en büyük delildir. Bilhassa Salı günkü müsabakalarda Galatasaray’ın maruf yüz metrecisi Semih’in elde ettiği netayiç bu mevsim zarfında bu gençten çok iyi dereceler bekleyebileceğimizi göstermektedir.

    Bugünkü müsabakalar program sırasıyla şunlardır: 800 metre gülle atma, 400 metre disk atma, 1500 metre üç adım atlama, 200 metre uzun atlama, 4×100 ve 4×400 bayrak koşuları.

    Müsabakalar yazdığımız gibi ilk defa olmak üzere mektep şampiyonası unvanı altında yapılacağı için elde edilecek dereceler de mektebin ilk ve yeni rekorları olacaktır. Bakalım bu şeref hangi atletlere nasip olacak.

    Genç atletlere muvaffakiyet temenni eyleriz.

    ŞEKSPİR PERESTLER AYAKLANDI [4]

    Alay Köşkü Müntesiplerinden 22 Zat Hüseyin Suat Bey’i Protesto Ediyorlar

    Güzel Sanatlar Birliği Edebiyat Şubesi’nden, sanat ve matbuat âlemimize mensup 25 imza ile şubemize varit olan aşağıdaki protesto mektubunu bütün matbuatımıza tevdi ediyoruz:

    “Cihan edebiyatının en büyük ve ebedi simalarından biri olan Vilyam Şekspir’in eserlerinin zamanı geçmiş antika şeyler olduğu, Şekspir’in olsa olsa İngilizler için kıymeti tarihiyesi bulunduğu, Türkiye’de bunları kimsenin anlayamayacağı tarzında Akşam gazetesinde bazı sözler söyleyen Hüseyin Suat Bey’in ancak kendi fikrinin ve zevkinin seviyesi hakkında müspet beynebir vesikadan başka manası ve şümulü olmayan beyanatını hem beynelmilel bir edebi bir simaya karşı hem de Türk milletinin seviyesine karşı tevcih edilmiş bir bühtan saydığımız için protesto ederiz.”

    Etem İzzet, Ziya Refik, Sadri Etem, Refik Ahmet, Suat Derviş, Elif Naci, Reşat Nuri, Nahit Sırrı, Peyami Safa, Vasfi Raşit, Sabiha Zekeriya, Nizamettin Nazif, Mesut Cemil, Muhittin Sadık, Abdullah Cevdet, Emin Ali, Halit Fahri, Vedat Nedim, İlhami Safa, Mehmet Nurettin, M.Zekeriya, Nazım Hikmet, Hakkı Süha, Necip Fazıl.

    DÜNKÜ FUTBOL MAÇLARI [5]

    Dün Taksim Stadyumu’nda lig maçlarına devam edilmiştir. Fikstür mucibince ilk maç Galatasaray ile Vefa arasında yapılmıştır. Vefalıların Galatasaray’a karşı ne kadar şanslı olduklarına dün işaret etmiştik. Dünkü müsabaka bu hakikati bir defa daha teyit etmiştir.

    Bu müsabaka baştan nihayete kadar iki tafın da kati bir hâkimiyetine girmeden tam bir tevazun içinde cereyan etmiş, sıfır sıfıra nihayet bulmuştur.

    Vefalılar, takdire seza şuurlu bir oyun sistemi takip ederek Galatasaray’ın akınlarını durdurmuşlar, her fırsatta kendileri de güzel hücumlarla Galatasaray kalesini sık sık ziyaret etmişlerdir. Vefalılar bu hücumlar esnasında birkaç da sayı fırsatı kaçırmışlardır.

    İki tarafın da mütekabilen devam eden bu akınları hiçbir netice vermemiş, oyun sıfır sıfıra berabere neticelenmiştir.

    (…) Son müsabaka Beşiktaş ile Beykoz arasında olmuştur. Bu oyun çok hararetli cereyan etmiş, Beykozlular dün güzel bir oyun göstererek Beşiktaşlılara mağlup olmamışlardır. Bu oyunun birinci devresi sıfır sıfıra bitmiş, ikinci derecede ilk golü Beşiktaş yapmıştır.

    Beykozlular biraz sonra buna mukabele ederek oyunu beraberlikle bitirmeye muvaffak olmuşlardır.

    Beşiktaş takımı dün eksik bir kadro ile sahaya çıkmakla beraber kendisinden beklenilen oyunu gösterememiştir.

    Hilal takımı dün Kadıköyü sahasında Beylerbeyi takımıyla bir müsabaka yapmış 2-1 galip gelmiştir.

    SÜLEYMANİYE – FENERBAHÇE [6]

    İkinci maçı Fenerbahçe-Süleymaniye takımları yaptılar. Tarafeyn sahaya şöyle çıkmışlardı:

    Fenerbahçe: Rıza, Kadri, Füruzan, Cevat, Sadi, Reşat, Ali, Muzaffer, Zeki, Fikret, Ziya.

    Süleymaniye: Mansur, Hüsnü, Sadi, Ruhi, Murat, Ekrem, Sadi, İhsan, Burhan, Halit, Necati.

    Müsabaka ekseriyetle Fener’in hâkimiyet altında cereyan etti ve Süleymaniye 6-2 mağlup oldu. Fenerliler başta Reşat olduğu halde birkaç oyuncularının idmansızlığı yüzünden beklenildiği kadar iyi oynayamadılar.

    ARSENAL BU HAFTA GELEMİYOR [7]

    Bu hafta şehrimize gelerek Cuma ve Pazar günleri Galatasaray ve Fenerbahçe ile iki maç yapması esas itibariyle takarrür etmiş olan Mısır’ın meşhur Arsenal takımı, bu hafta şehrimize gelemeyeceğini bildirmiştir.

    Arsenal Kurban Bayramı’nda gelebilecekse de o zaman Osturya takımı da geleceğinden Mısırlılara Haziran’ın ilk Cumasında gelmeleri teklif edilecektir. Binaenaleyh bu Cuma lig maçlarına devam edilecek ve Galatasaray’la Fener karşılaşacaktır.

    ŞEKSPİRCİLER [8]

    Bir bu eksikti. Bir takım zevat Hüseyin Suat Bey’in “Şekspir” ismindeki İngiliz edibi hakkındaki sözlerine kızmışlar, gazetelere 22 imzalı bir protesto göndermişler. Bir bu eksikti. Hüseyin Suat Bey de bunlara cevap verirken bunların Şekspir’i tanımadıklarını söylemiş. Ben Şekspircilerden biriyle görüştüm:

    • Nasıl tanımam yahu. Dünyanın bildiği Amerikalı musikişinas Şeksper’i tanımaz olur muyum? Dedi.

    Latife bertaraf, ben bizi üdebamızdan yirmiyi mütecaviz kimsenin Şekspir gibi bir kikirik hakkında tarafgirlik göstermelerini hamiyete mugayir bulurum. Her şeyde yerli malı kullanalım derken Şekspir’in eserleriyle oynamak doğru mudur? Şah İsmail, Köroğlu, Arabüzengi ne güne duruyor?

    SON HAFTAKİ NETİCELER VAZİYETİ KARIŞTIRDI [9]

    (…) Şampiyonluk ihtimalinin gittikçe dumanlı bir vaziyet almasına mukabil küme sonuncusu olacak ekibin hangisi olacağı taayyün etmiş gibidir. Birinci devredeki vaziyete nazaran sonunculuk Vefa ve Süleymaniye arasında muhayyerdi. Fakat Vefalılar ikinci devrede gösterdikleri gayretle Süleymaniye’nin küme sonuncusu olması artık tamamen mukarrerdir.

    Birinci küme sonuncusu olan takımın ikinci küme şampiyonu ile yerini değiştirmesi evvelden mukarrer olduğuna göre Süleymaniye gibi tarihi spor tarihimizin başlangıcına kadar uzayan bir kulüp için bu hal şayanı eseftir.

    İkinci küme şampiyonluğunu kazanacak takıma gelince, bu hususta tahminatta bulunmak kelimenin tam manası ile imkânsızdır. Bütün takımların mütekabilen birbirlerini yenmeleri ortaya karışık, girift bir vaziyet çıkarmıştır. Maçlar hemen hemen hitama yaklaştığı halde 3-4 takım puan itibariyle at başı gitmektedirler. Bu kararsız vaziyetin ortaya bir sürpriz çıkarması da muhtemeldir.

    TEŞBİH VE İSTİARE [10]

    Edebiyat anketinde, hayvan teşbihleri çoğaldı. Geçenlerde bir aygır teşbihi vardı, dün de ceylan ve öküz istiareleri görüldü.

    Şair Necip Fazıl, Peyami Safa’yı anlamayanların asılları öküz olduğunu söylüyor. Allah’a şükür ki öteden beri Peyami’yi anlayanlardanım.

    Geçen gün bu nevi teşbihler devam derse edebiyat meydanının at pazarına döneceğinden endişe ettiğimi yazarken küçük bir hata etmişim: hayvan pazarı demek lazım imiş.

    Anketin sonuna kadar, bakalım bu teşbih pazarında daha hangi cins hayvanları göreceğiz? Yarın bir edip veya şairin diğer bir meslektaşını uyuz eşeğe benzettiğini görürsek hiç şaşmayalım; hatta hiç kızmayalım!

    ŞAMPİYONLUK KİMİN? [11]

    Maruf tabiri biraz değiştirebiliriz; “Bu Cuma şampiyonluk davasının kuyruğu kopuyor!”

    Bakalım bu yağlı kuyruk her sene olduğu gibi Galatasaray’ın elinde mi kalacak yoksa dört seneden sonra sahibini değiştirerek Fenerbahçe’nin eline mi geçecek?

    Galatasaraylılar en kuvvetli takımlarını çıkarmak ve puan meselesinin ince noktalarını düşünüp biraz ehemmiyet vermek suretiyle Vefa ile berabere kalmamış olsalardı, yukarıdaki suali irat kimsenin aklından bile geçmezdi.

    Fakat ne yapalım ki Galatasaraylılar, buna bile bile ve yahut da hiç de farkında olmayarak meydan verdikten sonra, suali irat etmemek tabiatıyla bize düşmez. Şimdi geriye bu sualin cevabı kalır. Bunu da az çok doğru verebilmek için her takımın vaziyetini tespit etmek lazım gelir.

    Galatasaray’ın son yani Vefa ile berabere kalan şeklini ele alalım. O gün bütün oyuncuların fena oynamış olmasıyla beraber ademi muvaffakiyetin en mühim amili takımın fena teşkil edilmiş olmasıdır. Bu sui teşekkül esas itibariyle üç noktadadır. Mithat’ın müdafaaya alınarak sol muavin yerine Vahi’nin ikamesi, sağ için merkez muhacim yerine ve merkez muhacimin sağ iç yerine getirilerek ikincisinin de oyununun bozulması, Leblei Mehmet’in (belki de bir mecburiyet tahtında) onun yerini orada hiç tutamayacak bir oyuncuyla istihlafı.

    Galatasaray bu hatalarını ikinci devrede fark etti, fakat oyuncuları boş yere yorulup bir şey yapmayacak vaziyete düştükten sonra!

    Binaenaleyh Galatasaray Fener’e yenilip şampiyonluğu kaybetmemek için bu Cuma aynı veya buna benzer hatalara düşmemek mecburiyetindedir. Müdafaa eskisi gibi Burhan, Mehmet Nazif, Nihat ve Suphi’den mürekkep olursa en dayanıklı bir müdafaaya malik olur. Muhacim hattına gelince en zayıf noktası sağ açıktır. Leblebi Mehmet oynayamadığı takdirde, diğer gençlerden birini oynatmak Vefa maçındaki topu bir defa bile stop etmek meziyetini kaybetmiş oyuncuyu oynatmaktan iyidir.

    Takım teşkilindeki hataları ve zayıf noktaları saydık, bunları ıslah veya bunlarda ısrar Galatasaray’a aittir. Fakat ısrar halinde neticenin yüzde seksen hüsran olacağını söylemek de bize…

    Fenerbahçe’ye gelince bunun da son, yani geçen Cuma Süleymaniye’yi 6-2 mağlup eden şeklini nazarı itibara alacağız.

    Fenerbahçe muhacim hattı tesanüt ve hücum itibariyle geçen hafta Galatasaray’a yüzde doksan faikti. Bu faikıyet bilhassa Zeki’nn güzel tevziatında, Muzaffer’in kuvvetli bir oyuncu olmasında ve beş muhacimin (yüzleri daima hedefe müteveccih olarak) hep birden hücum etmesinde mündemiçti. Ancak bu muhacim hattının geçen hafta çok zayıf bir müdafaa önünde oynadığını unutmamak lazım gelir. Bu muhacim hattı yukarıda teşkilini tavsiye ettiğimiz Galatasaray müdafaası karşısında aynı sehil muvaffakiyeti elde edebilir mi? Buna biz değil, bizzat Fenerliler bile evet cevabını veremezler.

    Galatasaray’ın beş maruf müdafaa oyuncusu arasında eski formalarında olmayanlar da bulunmakla beraber, Zeki’ye mükemmel pas tevziatı yaptırmayacak oyuncuları kaleye iki metreye kadar yaklaştırmayacak ve mesela geçen hafta olduğu gibi Alâ’nın merkeze kadar sokulmasına meydan verilmeyecek derecede bu işin sırrına vakıf oldukları inkar kabul etmez bir hakikattir.

    Fener müdafaasına gelince iş görebilecek gayretli bir hücum hattı için geçilmez bir hat değildir. Geçen hafta Süleymaniyelilerin dört akında iki sayı yapmaları buna en parlak misaldir.

    Diğer taraftan Fener’in müdafaa hattında zayıf noktaları sahaya tekrar Sabih ve Bedri’yi çıkarmak suretiyle ıslak edecekleri söyleniyor. Bize kalırsa bu biraz “İşleyen demir ışıldar” sözüne münafi bir hareket olur.

    Hülasa etmek lazım gelirse eldeki unsurlarla her iki takım da en iyi ve en kuvvetli şekillerde çıkarsa Galatasaray’ın muvaffakiyet ihtimali ağır basar.

    TENZİLATTAN İSTİFADE [12]

    İstanbul Mıntıkası Riyaseti’nden:

    Kulüp hüviyet varakaları hakkında Mart 929 tarihinde gazetelerle yapılan tebligat mucibince 10 Mayıs 929 tarihinden itibaren yeni hüviyet varakaları esası üzerinden stadyuma kulüp mensubinine tenzilat icra kılınacaktır. Mektepli bileti mülgadır. Kulüplere ait hüviyet varakalarının şekli de tebligatımız dâhilinde olmadıkça makbul ve muteber olmayacağı berayı malumat arz olunur.

    GALATASARAY MI, FENERBAHÇE Mİ? [13]

    Bugün stadyumda şampiyonluk üzerine müessir bir maç yapılacak.

    Ezeli iki rakip olan Galatasaray, Fenerbahçe ile bugün tekrar karşılaşacak. Bu sefer kim kazanacak?

    Son lig maçlarında alınan neticelere bakılırsa mantık, Fenerbahçe’nin galibiyetini natıktır. Ancak Galatasaray-Fener maçlarında havaya mantıktan ziyade bir nevi asabiyet hâkim olduğu için netice üzerinde kati bir hüküm yürütmek kabil olamaz. Mahaza 5 seneden beri devam eden mantıksızlığın bu sefer akim kalması ve tekniğin asabiyete ve gelişi güzel hamlelere galebe çalması ihtimali de müştebal sayılmamalıdır. Biz bu kanaatteyiz.

    Fener-Galatasaray maçını idare etmek için mıntıka Futbol Heyetince Vefa kulübünden Saim Turgut Bey intihap olunmuştur. Saim Turgut Bey bu maçı idare etmek istemediğini ve mazur görülmesini Futbol Heyeti riyasetine bildirmiştir. Saim Turgut Bey ısrar ederse maçı başka bir hakem idare edecektir.

    EDEBİ ÖLÜLER ÇOĞALIYOR! [14]

    İbnirrefik Ahmet Nuri Bey de…

    Vedat Nedim Bey’le arkadaşları, Hüseyin Suat Bey’in Şekispir meselesinde verdiği cevapla ölmüş olduğunu ilan etmişlerdi. Hüseyin Suat Bey bu karara vakıf olduktan sonra Cumhuriyet refikimizde bir cevap neşretti.

    Zannediyorduk ki Hüseyin Suat Bey hakkındaki edebi idam kararına şiddetle itiraz edecektir; fakat öyle yapmadı. Bilakis bunu büyük bir tevekkülle karşıladı ve muarızlarına “Eğer ölümümde ısrar ederseniz ben de cesedimi tıpkı tıbbiye teşrih masasına yatırılmış faideli bir ölü gibi vakfederim. Ve bununla iftihar eylerim” şeklinde bir mukabelede bulundu.

    Acaba muarızları Hüseyin Suat Bey’in büyük bir feragatı nefis ile kendisini vakfetmesine ne diyeceklerdir? Hakikaten hadise çok meraklı bir mecraya girmiştir. İhtimal ki Abdullah Cevdet Bey bu fırsattan istifade ederek Hüseyin Suat Bey’in naaşının etrafında yeni nesli toplayarak “edebi ölümlerin alameti” hakkında bir ders verecektir!

    Fakat işin mühim noktası şudur:

    Eğer “Ben Şekispir’den zevk almam” demek edebi ölüm alametlerinin biri ise Hüseyin Suat Bey’den sonra “İbnirrefik Ahmet Nuri” Bey’i de “edebi ölüler” arasına katmak lazım gelecektir; çünkü o da dün verdiği bir mülakatta ne diyeyim bilmem ki ben de Hüseyin Suat Bey’in fikrindeyim!” demiştir.

    DÜNKÜ MAÇ TATSIZ OLDU [15]

    Samimi Bir Hava İçinde Başlayan Maç Facia ile Nihayet Bulacak Kadar Müessif Sahneler Geçirdi

    Lig maçlarının en mühimi olan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakası dün Taksim Stadyumu’nda kesif bir seyirci huzurunda büyük bir gürültü ve asabiyet içinde oynandı ve Galatasaray takımı 1-2 ile galip geldi.

    Senenin bu en mühim müsabakası tam bir samimiyetle başladı, maalesef çok çirkin safahat geçirdikten sonra üzüntü ve ıztırap ile hitam buldu.

    Müsabakanın tafsilatına geçmeden evvel, stadyumda bulunanlara üzüntü ve ıztırap veren bu hadisatı hikâye edelim: Müsabaka başladıktan on dakika sonra Fenerbahçe müdafii Kadri Bey’in bir çarpışma neticesinde kolu kırıldı, baygın bir halde sahadan çıkarıldı, ikinci devrenin 12nci dakikasında Galatasaray müdafilerinden Mehmet Nazif Bey, Zeki Bey ile çarpıştı, bir ayağı çok fena sakatlandı, sedye ile o da dışarı çıkarıldı; bu hadiselerden biraz sonra Alâettin ile Mithat arasında bir dövüşme oldu, hadise büyüdü.

    Oyuncuların ekserisi birbirine girdi, saha kenarında bulunan seyircilerden birçokları sahaya atlayarak kavgaya iştirak ettiler ki bunlar arasında en ziyade mektepli gençler vardı. Bu kavga da bir müddet devam ettikten sonra, nispeten sükunet hâsıl oldu. Son dakikalarda hakem Galatasaraylı bir oyuncuyu dışarı çıkardı ve nihayet bu mühim maç kargaşalıklar arasında hitam buldu.

    Müsabaka esnasında güzeran eden bu hadisatı okuduktan sonra maçın nasıl bir haleti ruhiye tahtında cereyan ettiğini tahmin etmek müşkül değildir, mamafih bu musaraanın sureti cereyanını aldığımız notlara bakarak berveçhi ati yazıyoruz:

    Oyuncular alkışlar arasında sahaya çıktıktan sonra Galatasaray, o sırada şiddetle esen rüzgâr aleyhine olarak oyuna başladı.

    Fenerliler şu takımla sahaya çıkmışlardı: Rıza, Sabih, Kadri, Cevat, Fikret, Reşat, Alaettin, Seyfi, Zeki, Muzaffer, Nevzat.

    Galatasaray da: Rasim, Mehmet, Burhan, Suphi, Nihat, Mithat, Kemal, Latif, Necdet, K.Faruki, L.Mehmet.

    Rüzgâr Galatasaraylıların aleyhinde olduğu için Fenerliler bundan istifade ederek hücuma başladılar. Bu akınlar Fenerlilerin iyi günlerini hatırlattıracak kadar güzel oluyordu. Galatasaray müdafaası bu akınları tevkif ediyor, topu kaleden uzaklaştırarak kendi muhacimlerine gönderiyordu. İşte bu sırada Kadri dışarı çıktı, Fener müdafaası tek bekle kaldı. Oyun mütevazin bir şekle girdi.

    Nihat topu kaparak Fener kalesine kadar sokuldu, güzel bir gol yaptı. Bu gol oyuna heyecan verdi, akınlar şiddetlendi. Fakat Galatasaray muhacim hattının iki cenahı da layıkıyla işlemiyor, üç ortanın ihzar ettiği fırsatlar kaçıyordu. Buna mukabil Fener muhacim hattının da sol tarafı, bilhassa sol açık bütün fırsatları kaçırmaya memur imiş gibi fena oynuyordu.

    Fenerliler on kişi oynamalarına rağmen ezilmiyor, bilakis sağ cenahlarından akın yapıyorlardı. Galatasaray müdafileri, Fener muhacimlerine gayet iyi marke ettiklerinden bunlara sayı fırsatı vermiyorlardı. Devre nihayetinde Alaettin güzel bir sıyrılışla Galatasaray’a yegâne golü yaptı ve birinci devre bu vaziyette bitti.

    İkinci devreye aynı hararetle başlandı. Hariçteki asabiyet havası yavaş yavaş oyunculara sirayet ediyordu. İki tarafın da yaptığı akınlar bir netice vermeden devam ederken Zeki ile Mehmet Nazif çarpıştılar. Bu müsademe neticesinde Mehmet Nazif’in ayağı sakatlandı, o da dışarı çıkarıldıktan sonra takımlar onar oyuncu ile kaldı. Asabiyet artmış, ufak tefek hadiseler baş göstermeye başlamıştı. Bu sırada bir hücum esnasında Mithat, Alaettin’in ayağından topu alırken Alaettin yere düştü ve kalkarak Mithat’a bir tekme ve bir de tokat attı. Kavgaya oyunculardan bazıları da iştirak ettiler ve müessif hadiseyi meydana çıkardılar.

    Hadise sükûnet bulduktan sonra oyunun fenni bir kıymeti kalmamıştı. 20 kişinin oynadığı oyun fenni bir futbol değil bir musaraa şeklini almıştı.

    Oyuncular, berabere olan bu vaziyeti kendi lehlerine halletmek için bütün gayretleri ile çalışıyorlardı. Hakem bu sırada Galatasaraylı bir oyuncuyu dışarı çıkardı.

    Fenerliler korkulu hücumlarına başlamışlardı. Galatasaray aleyhine bir penaltı oldu, herkes galibiyet golünü Fenerlilerin yapacağını ümit ediyordu. Fikret’in attığı penaltıyı Rasim tam bir soğukkanlılıkla karşılayarak kurtardı. Oyunun bitmesine üç dakika varken Latif galibiyet sayısını Galatasaray hesabına yaptı ve oyun da bu şekilde hitam buldu.

    Bu maçı umumî surette tetkik lazım gelirse Fenerliler Galatasaray’dan daha iyi oynamışlar, fakat çok güzel fırsatlar kaçırmışlardır.

    GALATASARAY’LA FENERBAHÇE DÜN ÇARPIŞTILAR [16]

    (…) Nihayet on Galatasaraylı, on Fenerli… Yumruk yumruğa, tokat tokata, tekme tekmeye… Sarı Kırmızı ve Sarı Lacivert forma, ortada boğuşuyor! Yirmi kadar polis sahanın kenarından ortaya yürüyor. Ne elim hal!

    Polis sporcuları ayırmaya koşuyor… Ne oldu bilmem, ortadaki kavga dairesi genişledi, asker elbiseli adamlar, lacivert elbiseli göğüsleri kordonlu mektep talebeleri birbirlerine girdiler. Şimdi yumruk ve tekmelerin arasından bel kayışları, tokalar da fark oluyor.

    Polis ve jandarma hadiseyi bastırdı. Hakemin düdüğü öttü. Oyun yine devam ediyor. Neticede Galatasaray bire karşı iki ile galip… Bir netice de şu:

    Mehmet Nazif Fransız Hastanesi’nde, Kadri Fransız Hastanesi’nde, Küçük Kemal Amerikan Hastanesi’nde tahtı tedaviye alınmışlardır. Taksim merkezi kavga meselesini tahkik etmektedir. Kavgaya iştiraki sabit olan seyircileri isticvap etmiştir.

    ÇELEBİ BÖYLE OLUR, BİZDE DE SPOR DEDİĞİN… [17]

    Galatasaray ile Fenerbahçe Cuma günü sözde bir spor müsabakası yaptılar. Fener’den bir oyuncunun omuzu çıktı, Galatasaray’dan bir oyuncunun bacağı kırıldı, bir diğerinin karaciğeri bir tekme ile ezildi. İki taraf, müteaddit defalar sille, tokat, yumruk yumruğa dövüştüler. Bazı kendini bilmez seyirciler, oyuncuların bir kısmını taşa tuttular ve nihayet müsabakadan sonra üzerlerine hücum ettiler. Hülasa müsabaka muharebe şeklinde bitti.

    Spor, ruh ve bedeni terbiye ve tehzip için yapılır, derler. Fakat galiz küfürler içinde cereyan eden bu ağlanacak kadar feci ve çirkin boğuşmaları gördükten sonra artık: Uzun söze ne hacet! Düşünelim ve ibret alalım!

    GALATASARAY-FENER MUHAREBESİNİN KURBANLARI [18]

    Galatasaray-Fener muharebesinin kurbanlarından Kadri Bey’in omzu çıkmıştır, epey müddet tedaviye muhtaçtır.

    Zeki Bey’den bir tekme yiyerek Fransız hastanesine kaldırılmış olan Galatasaraylı Mehmet Nazif Bey’in sağ ayağının iki kemiği birden kırılmış olup alçıya konulacaktır; Mehmet Nazif asgari iki ay yatakta kalmaya mahkumdur.

    Sabih Bey’den bir tekme yemiş ve o gece saat 12’ye kadar baygın yatmış olan Galatasaraylı küçük Kemal Bey’in karaciğeri zedelendiği için hali hayli vahimdir. Doktorlar bir ihtilat olmadığı takdirde hayatının kurtulacağını söylüyorlar. Kemal Nişantaşı Amerika hastanesindedir.

    Kemal Faruki’ye bacaklarındaki yaralardan dolayı dün tetanos serumu yapılmıştır.

    O elim ve feci maçın zavallı kurbanlarına seri afiyet temenni ederiz.

    Bu hadise etrafında dün alakadarlar arasında tahkikatta bulunduk. İki taraf da bu vahim neticeden müteessirdir. Mamafih kabahati kimse üstüne almamakta, yekdiğerine atfetmektedir.

    Zabıta hadiseye vaziyet ederek tahkikata başlamıştır. Dün sabah Zeki Bey’in ifadesi alınmış, hastanede bulunan Mehmet Nazif, Kadri, Kemal Beyler de dinlenmiştir.

    Söylenildiğine göre Mehmet Nazif Bey kendisine kasten tekme vurmak iddiasıyla Zeki Bey aleyhine bir dava ikame edecektir. Fenerliler de bilmukabele dava açacaklarını söylemektedirler. Bu haberler tahakkuk ederse adliye tarihi şayanı dikkat bir dava rü’yet edecektir.

    Cuma günkü musaraanın kurbanları yalnız hastanede yatanlar değildir, geride kalan oyuncular da hemen umumiyetle muhtelif yerlerinden ağır ve hafif yaralıdırlar.

    Bu hadise hakkında zabıta şu raporu neşretmiştir:

    “Dün stadyum dahilinde bulunan Galatasaray-Fenerbahçe kulüpleri arasında yapılan maç esnasında Fenerbahçe’den Zeki Efendi topla Galatasaray kalesine gelmekte iken oyun beki Mehmet’in bacağına tekme vurmak suretiyle mecruhiyetine, diğer Fenerbahçe’den Kadri Efendi Galatasaray’dan Latif’ten topu almak üzere yekdiğeriyle müsademe neticesi Kadri’nin sukut ve kolunun mafsalından çıkmasına, diğer Kemal Efendi dahi stadyumdan çıkarken ahar tarafından tekme ile vurulmak suretiyle bayılmış olduğu iddia edilmiş, mecruhlar hastaneye sevk edilerek tahkikata devam olunmaktadır.”

    Zabıta raporunun son kısmında K.Kemal’in stadyumdan çıkarken yediği bir tekme yüzünden hastaneye yatırıldığı beyan ediliyorsa da çocuğun stadyumdan çıkarken yanında bulunanların verdikleri ifadeye nazaran böyle bir hadise vuku bulmamış ve K.Kemal bidayette yediği tekmeden bayılarak hastaneye yatırılmıştır.

    FUTBOLCU ZEKİ NE DİYOR? [19]

    Cuma günü oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçı dün sporla alakadar muhitlerde günün en hararetli meselesi halinde idi. Fener’den Kadri’nin ve Galatasaray’dan Mehmet Nazif’in sakatlanmaları ile neticelenen müsabakanın tarzı cereyanı hakkında herkes bir fikir söylüyordu.

    Kaç defa milli takımda oynamış bu iki gencin mühim bir ecnebi maçı arifesinde sakatlanmaları müşterek teessürü arttıran başka bir sebep oluyordu.

    Esasen Galatasaray-Fenerbahçe lig maçının böyle mühim bir ecnebi müsabakasından bir hafta evvelki tarihte icrasının tespiti dahi büyük bir hata idi. Bu hataya daima olduğu gibi sert ve kırıcı oyunla rakibi yıldırıp maçı kazanmak fikri inzimam edince korkulan müessif sakatlıklar husule geldi. Kadri Fener’in en yılmaz ve Mehmet Nazif ise Galatasaray’ın bilhassa Fener maçları için ihtimam ettiği ve en çok güvendiği birer oyuncusu oldukları içindir ki hadise bahsettiğimiz büyük alakayı tevlit etti.

    Ancak hadiseyi böyle kulüp telakkileri noktai nazarından değil de daha umumi bir zaviyeden mütalaa etmek elbet ki daha doğru olur.

    Haddizatında haluk, mert ve iyi bir çocuk olan Mehmet Nazif, tribünlerde oturup “Kır, öldür!” diye bağıran ve ne söylediklerini bilmeyecek kadar asabiyetten bunalmış olan arkadaşlarının teşvik ve teşcileri yüzündendir ki bu sakatlığa maruz kaldı. Çünkü öteden beri Mehmet Nazif’e “Fenerbahçe için biçilmiş kaftan” sıfatı veriliyor ve her maça çıkmadan evvel arkadaşları da kendisi de olacağı evvelden bildirir gibi kahinane tavırlar almaktan zevk duyuyordu.

    Senelerden beri bütün muhitinin ümidini nefsinde taşımak telkini altında yaşayan bu iyi çocuk, ne yazık ki, oynadığı sert oyunla, tribünlerde oturan ve kendisini yakından tanıyan insanlar nazarında kırasıya oyun oynayan ve karşısındakine acımayan bir futbolcu tesiri bırakıyordu.

    Bunun içindir ki her hareketi mütemadi bir takbihe maruz oluyordu. Bu satırları şu son kazadan dolayı çok derin bir teessür duyduğumuz Mehmet Nazif’in uğradığı sakatlığa asıl sebebi göstermek için yazıyoruz.

    Daima Galatasaray kalesi önündeki ceza sahası dâhilinde dolaşan Mehmet Nazif, arkadaşlarının tabirince, o sahayı Fener muhacimleri için mıntıkai memnua haline koymuştu. O sahaya girmek cüretinde bulunacak olanların her ne pahasına olursa olsun, menedileceğini bazen şaka ile bazen ciddi ve bazen de hiddetli, fakat her fırsatta ve her maç arifesinde söylüyordu.

    İşte sakatlık o sahanın içine girilmek istendiği bir anda ve bu haleti ruhiyenin tesiri altında vuku buldu. Sert oyunla hatalı oyunu daima birbirine karıştıran ve “Sert oynuyorsunuz, çok faul yapıyorsunuz, kaza çıkacak, daha düzgün oynayınız” ihtarlarına, mütemadiyen “Futbol sert oyun demektir, bilardo oynamıyoruz” mukabelesinde bulunan yanlış görüşlü kulüpçülerin noktai nazarlarıdır ki oyunları bu kadar sert ve bu derece kazalı yapıyor.

    Bu zaruri mukaddemeden sonra Fener kaptanı Zeki’nin anlattıklarını nakledelim:

    “Bu oynanan oyunun futbol olmadığını her vesile ile müteaddit defalar söyledim. Fakat cereyanın önüne geçmek maalesef kabil olmadı. Bunun sebebi Galatasaray’ın artık anane haline gelen ve taraftarlarının da teşvikine mazhar olan sert ve pür hata oyun sistemidir. Müsabakayı kazanmak için her çareyi ve her vasıtayı mubah gören bu zihniyetin bu şekilde neticeler vermesi ilk defa değildir. Fakat müteaddit ve şayanı ibret hadiselere rağmen Galatasaray’ın itiyadını tashih etmesi kabil olmamıştır.

    Eğer bu böyle devam ederse yetişmiş ve yetişecek bütün oyuncuların futbolu sakat bir zihniyetle anlamaları ve oyun sahasında bazen kasde, bazen kazaya kurban olmaları bir emrivaki olacaktır. Dünkü feci neticelerden ders alarak bu tarzın tamamen ortadan kalkmasını temin edecek esbabı aramak lazımdır. Bu vazife Federasyon’a ve kulüplerin fenni idaresini deruhte edenlere düşer. Alakadar teşekküllerin artık harekete gelmesi gençlik namına elzemdir.

    Kazalara gelince: Latif’in gelişigüzel topun üzerine gitmesi ve sağına soluna bakmadan tehlikeli vaziyetlerde topa girmesi Kadri’nin düşerek omuz kemiğinin kırılmasını intaç etti. Hakem bu hadisede doğrudan doğruya Latif’i hatalı addederek Galatasaray aleyhine bir ceza vuruşu verdi.

    İkinci kazaya da Mehmet Nazif kurban oldu. Vaziyeti tarif edeyim:

    İkimizin arasına düşen topu kapmak için harekete geçmiştim. Mehmet Nazif her zaman mutadı olduğu veçhile topla beraber rakibi de tekmelemek arzusuna tabi olarak koştuğunu görüyorum. Hem tekmeden korunmak hem de topu kaçırmamak icap ediyordu. Bu vaziyette ayağımı topa koymaklığım lazım geldi ve öyle yaptım. Mehmet topa ayağımı koyduğumu gördü, fakat ya çok sert gelişinden korkarak ayağımı çekeceğimi zannettiğinden yahut topla beraber ayağımı da sökeceği ümidine düştüğünden hareketimi nazarı dikkate almadı ve bacağını bütün kuvvetiyle salladı. İşte bacağının kırılmasını intaç eden kazaya bu sebeple uğradı. Hareketimde hiçbir hata yoktu.

    Ne söylediğini bilmeyen bazı budala ve adi ruhlu insanlara nazaran ben bunu kasten yapmışım. 18 seneden beri herkesin iyi bildiği futbol hayatım içinde hiçkimsenin burnunu bile kanatmadım. Hâlbuki üç defa ehemmiyetle uğradığım gibi hiçbir maçtan 5-6 yara almadan çıktığımı hatırlamam. Beni tanıyanlar böyle şeylere sebep olmayacağımı bilirler.

    Futbolun daha nazik oynanması lazım geldiğini senelerden beri söylüyorum. Fakat bu tavsiyelerim benim sert oyun oynayamadığım şeklinde teklakki ediliyor. İşte dünkü maçın kurbanlarını gören muarızlarım eserleriyle iftihar etsinler.”

    Zeki Bey’in pek haklı olarak dediği gibi dünkü maçın şekli bile baştanbaşa faciadır. Kadri, Mehmet, Kemal Şefik, Rıza ehemmiyetli surette yaralandıkları gibi değil oyuncuların hepsi arızaya uğramışlardır.

    Zeki Bey’in bile biri boynunda olmak üzere vücudunun muhtelif aksamında tam 12 tekme yarası vardır.

    GALATASARAY – FENER MÜSADEMESİ!? [20]

    Paydos Efendiler paydos! Türk milleti tekme tokat değil, centilmenlere yakışan bir oyun tarzı istiyor ve… Bunu bize verecek yeni kuvvetlerimiz var!

    Soruyoruz: Bu cana kıyan ikiliğin sonu geldi mi? Cuma günü kırılan kol ve bacaklardan akan kan şimdiye kadar yapılan günahları ödedi mi?

    Evvelki gün Taksim Stadyumu’nda yapılan Galatasaray-Fenerbahçe maçının tafsilatını dün yazmıştık. Üç oyuncunun hastaneye kaldırılması ve dört beşinin de mecruhiyeti ile neticelenen ve Türk sporculuğunda bir leke teşkil eden bu hadiseye bugün tekrar avdete mecbur oluyoruz. On gün sonra Avusturya takımı ile çarpışacak olan milli takımı teşkil edecek olan oyuncuların birbirlerini öldürürcesine maç yapmaları şüphe yok ki umumi bir teessür uyandırmıştır.

    Tekme ve küfürle başlayıp mecruhiyet ve arbede ile neticelenen hadise hakkında polis tahkikat yapmaktadır.

    Mecruhlardan hastaneye kaldırılanlar Fenerbahçe’den Kadri, Galatasaray’dan Kemal ve Mehmet Nazif’tir. Ancak dün akşam kendine gelebilen Kemal polise şu ifadeyi vermiştir:

    • Birinci haftaymda Sabih’ten gayrikasdi bir tekme yedim, oyunun sonunda kendimi kaybettim.

    Kemal Bey Amerikan hastanesinde tedavi edilmektedir. Yine polis tahkikatında Fener’den Kadri Bey Latif’le çarpışmış ve bunun üzerine Kadri’nin kolu üç yerinden kırılmıştır.

    Tahkikata nazaran Zeki Bey Galatasaray’dan Mehmet Bey’e kasdi bir tekme atmış ve demiştir ki:

    • Keşke iki ayağı kırılsaydı!

    Zeki Bey bir muharririmize “Böyle bir şey söylemedim!” demiştir.

    Polis tahkikatına nazaran kabahat müşterektir.

    Bu hadisede Sabih, Latif, Zeki Beyler maznundur. Maznunlar dün isticvap edilmişler ve kefalete rapten tahliye edilmişlerdir.

    Sahaya atılıp arbede çıkarmak isteyen Kuleli talebesi de Merkez kumandanlığına teslim edilmişlerdir.

    Hadise esnasında yaralanmayan bir oyuncu kalmamıştır.

    Diğer taraftan maç esnasındaki müessif vakalar nöbetçi müddei umumiliğine polisçe ihbar edilmiş olduğundan Adliye’ce tahkikata başlanmıştır.

    Müddei umumi muavinlerinden Necmettin Bey tahkikata memur edilmiştir. Necmettin Bey, dün Taksim merkezinden, hadisenin muhtelif safahatına dair malumat almış, hastanede bulunan yaralıların da ahvali sıhhiyelerini sormuştur.

    Maçın ilk dakikalarında Galatasaraylı Latif Bey tarafından düşürülen Fenerbahçe müdafii Kadri Bey’le, Fenerli Zeki Bey’le bir karşılaşma esnasında yuvarlanan Galatasaray müdafii Mehmet Nazif Bey’in vaziyetlerinin vehamet kesbetmediği, kendilerinin ifade verebilecek bir halde bulundukları Taksim merkezi tarafından müddei umumiliğe bildirilmiştir.

    Gerek Kadri, gerek Mehmet Nazif Bey’lerin kast ile mi yoksa kazaen mi bu hale geldikleri de tespit olunacak, muhtelif şahitlerin de bilhassa hakem Vefa kulübünden Necmeddin Bey’in de malumatına müracaat olunacaktır.

    Bu hadise hakkında Fenerbahçe kaptanı Zeki Bey bir muharririmize şunları söylemiştir:

    • Galatasaray kulübünün kuvvetine müsavi bir kuvvet tesis edildiği zaman bunlarla maç yapılamaz. Çünkü onlar için her vasıta mubahtır. Oyunda asabiyet havası esiyordu. Çünkü Galatasaray oyuncuları en müstehcen küfürleri söylüyorlardı.
    • Dünkü hadiseye Alaaddin Bey’in sebebiyet verdiğini söylüyorlar.
    • Zevcesinin ırzına kadar küfür ederek Alaaddin’i kızdırmışlardır. Galatasaray iyi tekme atanları takımında koç gibi besliyor, icabında en müstehcen küfürleri de yapıyorlar.
    • Hadisede hakemin de kusuru var mıdır?
    • Sebebiyet veren Necmi Bey’dir. Avrupalı bir hakem böyle bir oyuna bir dakika bile müsaade etmezdi. Öyle bir oyun ki dayak yiyen ve atan belli değildi. Federasyona müracaat edeceğiz ve bu oyuncuların diskalifiye edilmesini isteyeceğiz. Aynı zamanda mahkemeye de müracaat edeceğiz.
    • Kolları ve bacakları kırılan oyuncular sigortalı mıydı?
    • Fener, Galatasaray maçı için hiçbir sigorta şirketinin böyle bir teklifi kabul etmeyeceğini zannediyorum.

    Zeki Bey’i her tarafı yara içindedir. Ensesi de Nihat Bey’in manikürlü tırnakları ile yırtılmıştır.

    Galatasaray kaptanı Nihat Bey de bir muharririmize şunları söylemiştir:

    • Kabahat bizim muhacimlerdedir. Evvela sıfıra karşı altı sayı yapsalardı, Fener de dünkü küstahlığa yeltenmezdi. Dayak hakkında bir şey söyleyemem. Bu hadise Alaaddin’den çıkmıştır ve bir plan dâhilinde tertip edilmiştir. Kemal Şefik’in ciğeri patladı, Mehmed’in ayağı kırıldı.

    ACINACAK ŞEY [21]

    Bu sütunlar alelmutad, daha ziyade neşeli yazılara mahsustur, lakin ara sıra elemlerimizi, endişelerimizi de burada söylemekle kariin istemediği bir şey yapmadığımıza kaniyiz.

    Cuma günü (mutadın hilafına olarak) Galatasaray-Fenerbahçe takımlarının senelik müsabakalarından ikincisini seyre gittim. Şahit olduğum manzara bana elim bir inkisar hissi verdi.

    Senelerca rekabet etmiş bu iki büyük kulübün arasındaki maçta tarafeynden üç kişi sakatlanarak hastaneye götürüldü.

    Oyuncular birbirlerine karşı, nizamın ve insanlığın müsaade etmediği şekilde sert ve kaba oynamayı kâfi görmeyerek binlerce kişi önünde dövüştüler ve polisle ayrılmaya mecburiyet hâsıl oldu.

    Unutmayın ki bu birbirini bir Poruk iftirasıyla harap etmeye çalışan ve maalesef kısmen de muvaffak olan iki takım on gün sonra Avrupa’nın en kuvvetli futbolcularından Avusturya takımına karşı Türk futbolunun şerefini müdafaa edecek.

    Esasen her zaman lüzumundan fazla şişirilen bu maçlarda senelerin biriktirdiği ananevi rekabet, kontrolsüz ve baskısız kaldıkça böyle feci netice verdiği sporla edna mertebe meşgul olanlarca bile malum idi. Buna rağmen bu tehlikeli maçın idaresi futbol sahasının en zayıf, en mütereddit ve en korkak hakemine tevdi edilmişti. Eğer bu işte bir kasıt yoksa idaresizlik, basiretsizlik olduğu muhakkaktır. Cuma günü kendi başlarına bırakılmış yirmi iki tane müteheyyiç genç eğer daha berbat bir vaziyete düşmedilerse bunu içlerinde soğukkanlılığını muhafaza edebilen birkaçına medyundurlar, hakemin ötmeyen düdüğüne değil!

    İbretle gördüm ki sahada bu facialar cereyan eder ve polisler bir hukuk umumiye mücrimine olduğu gibi oyuncularla temasa geçerlerken bu işin zorla başına geçenler ve futbolun idaresiyle birinci derecede mesul olanlar, uzaktan ama çok uzaktan bu yanan ateşi seyrediyorlardı.

    GALATASARAY KULÜBÜNÜN BİR REDDİYESİ [22]

    Galatasaray Kulübünden:

    Son müessif hadise münasebetiyle gazetelerde cereyan eden dedikodular arasında alakadarlardan birinin Galatasaray birinci takım oyuncularından, Fenerli arkadaşlarının zevcelerinin ırzlarına küfür ettiklerini söylediği teessüfle görüldü.

    Galatasaraylılar hemen hepsi bu memleketin en büyük irfan müesseselerinden biri olan Galatasaray Lisesi’nde terbiye görmüş münevver gençlerdir. Bu gençlerin, küfürbaz tulumbacılar menzelesine indirilmesini nefretle karşılarız.

    Maçta kırılan ve yaralananların mesuliyetini tayin hususunun ise kime ait olduğunu Cumhuriyet hâkimlerinin adaletine tevdi ediyoruz.

    HAZİN FAKAT DOĞRU [23]

    Galatasaray umumi kaptanının gazetemize hazin fakat doğru bir itirafı vardır. O iş işten geçtikten sonra şunu söylüyor:

    • Dövüşmeyelim. Kusur ve kabahat kimde olursa olsun dövüşmeyelim. Çünkü sporculuk nezahet ve civanmertliği mahvoluyor. Hem herkeste de futbol müsabakalarının menini isteyecek kadar iğrençlik hissi hâsıl oluyor.

    Bu söz doğrudur. Onun için biz de diyoruz ki:

    • Gün bugündür. Kangren olan uzuvları keselim. Hatta elimiz, ayağımız olsa bile. Türk sporunun nezahetini yükseltecek ve ona tekrar layık olduğu mevkii verecek taze kuvvetlere malikiz. Hem de gene Galatasaray-Fener içindeki taze kuvvetler başta olmak üzere.

    ŞU SUALLERE CEVAP İSTERDİK [24]

    Futbol işleri ile meşgul olan heyet yirmi seneden beri takip olan iki kulübün maçı için tedabir ittihaz etmiş midir? Bilhassa sert oyunu ile maruf olan Galatasaray’ın maçı için neden gevşek bir hakem intihap etti? Oyun bir dövüş halini aldıktan sonra maçı seyreden mıntıka Futbol Heyeti reisleri hadiseye neden müdahale etmişdiler? Maçın tatili için hakemin nazarı dikkatini neden celbetmediler? Öteden beri sert oyunlarıyla maruz olan bazı oyuncular şimdiye kadar neden tecziye edilmediler? Türk sporculuğunun şerefi mevzubahis olan bu hadisede alakadarlar neden bati davranıyor? Mesuller ne vakit tayin edilecek?

    Sporculuğumuzun istikbale mevzubahis olan bu hadise hakkında alakadardan yukarıki suallere cevap istedik. Çünkü artık hadisenin kökünden halledilmesine ihtiyaç var.

    Bu suallere ilk önce İstanbul mıntıkası reisi ve federasyon umumi katibi Şeref Bey şu cevapları vermiştir:

    • Ben de umumi teessüre iştirak ediyorum. Hadiseye müdahale edemezdim, beynelmilel kavait mucibince bu kabil hadiselere hakemden başka kimse müdahale edemez. Bu hadise ile Türk sporculuğunun şerefinin alakası yoktur, iki üç kişi dövüşmüştür, bu kadar! (!?) Galatasaray-Fenerbahçe maçları tatil edilemez, çünkü bu oyuncuların şahsiyeti maneviyelerine tecavüz etmek demektir. Hakem aleyhinde bir şey söyleyemem çünkü ben de hakemim. Hakem mütehassıs bir heyet tarafından intihap edilmiştir.
    • Siz de hakemsiniz, maçı idare etse idiniz böyle bir hadise olur mu idi?
    • Herhalde olmazdı, maç devam ederdi.
    • Ne yapardınız?
    • Düdük çalardım.
    • Necmi Bey de çalmış!
    • Benim düdüğüm fazla öterdi. Hadise mesullerinin anlaşılması için heyetin hakem raporunu tetkik etmesi lazımdır. Hakem raporunu bugün verecektir. Heyet bugün toplanarak mühim ve cezri kararlar alacaktır.

    GALATASARAY UMUMİ KAPTANI DİYOR Kİ [25]

    Dün bir muharririmizi Galatasaray kulübü ikinci reisi ve futbol başkaptanı Abidin Daver Bey’e gönderdik ve fikirlerini sorduk. Abidin Daver Bey dedi ki

    “Spor hayatımızda ara sıra vuku bulan bu gibi çirkin hadiselere müteessir ve müteessif olmamak kabil değildir.

    Oyuncuları milli takımlarda daima yan yana oynamış, zaferlerin zevkini mağlubiyetlerin acısını beraberce tatmış olan Türk gençlerinin yekdiğerini kırıp dökmesi çok feci bir haldir. Bu Cuma günü Avusturyalılarla yapılacak bir maç arifesinde Fener’den bir oyuncunun omzu çıkmış, Galatasaray’dan bir oyuncunun ayağı kırılmıştır, bir diğeri de ölüm halinde yatıyor.

    Bunu kim ister?

    Ben 25 sene evvel ilk müessislerinden bulunduğum Galatasaray kulübünde ahiren resmi bir vazife deruhte ettiğim günden beri kırıcı ve dövüşlü oyun oynanmamasına rağmen bütün gayretimle çalışıyordum. O vakitten beri (FENER)le yapılan üç maçta hakem Şeref Bey’in de yardımı ile hiçbir dövüş olmadı, fakat dördüncü maçta iş çığırından çıktı.

    Galatasaray’la Fener’i dövüştüren en mühim amil, bir kısım spor terbiyesi noksan seyirciler ile hakemin gevşekliğidir. Böyle hararetli maçları idare edecek hakemlerimiz gayet azdır. Öyle olduğu halde bu maçlar nadiren erbabına idare ettirilir.

    Maçın en hararetli bir zamanında duhuliye tarafındaki bazı taşkın seyirciler Galatasaray muhacim hattı oyuncularını taşa tuttular. Buna ne hakem, ne de inzibatı temine memur olanlar aldırmadılar.

    Hakem bütün dövüşlere rağmen oyunu sonuna kadar devam ettirdi.

    Halktan oyunculara sirayet eden asabiyet bazı oyuncuları şuursuz bir hale getirdiği gibi bazı meşhur oyunculara da halk bizimle beraberdir, diye büyük bir cesaret veriyor.

    Ayağı kırılan oyuncunun bu hale gelmesinden gene onu mesul tutmak “Sorsalar mağdurunu gaddar kendini gösterir” sözünü hatırlatıyor. Mehmet Nazif o gün o kadar dürüst bir oyun oynamıştır ki hakem kendisine hemen hemen hiçbir ceza vermemiştir. Mehmet kendisinin adı çıktığını bildiği için azami dikkatle oynuyordu.

    Haksız yere iddia edildiği gibi kırıcı bir oyun oynasaydı bugün belki hastanede bulunmazdı.

    Ya Küçük Kemal’in karaciğerini patlatan tekmeye ne diyelim?

    O da Mehmet gibi mi oynuyordu?

    Kavgalara gelince, bütün seyircilerin gördüğü gibi bunların hepsine evvela Fener oyuncuları başlamışlardır.

    Alaettin Bey’in Mithat’a bir tekme bir de tokat vurduğunu herkes gördü, ondan sonra tekme ve tokatın cezasız kaldığını görünce Fikret Bey de Necdet’e bir tekme yapıştırdı.

    Burada Galatasaraylıların kabahati mukabele etmeleridir. Hepsi tokat karşısında Kemal Faruki gibi soğukkanlı ve sabırlı olsaydı mesele çıkmazdı.

    Galatasaraylılar, Alaattin Bey’in refikasına küfür ettikleri iddiası çok çirkin bir şeydir. Galatasaraylıları, külhanbeyi ve tulumbacı addetmek herkesten evvel onların arkadaşlarına yaraşmaz. Çünkü Galatasaraylı ve Fenerli oyuncular gece gündüz beraber gezen arkadaşlardır.

    Bu mütalaalarımı Galatasaraylı olduğum için tarafgirane telakki edecekler olacaktır.

    Ben bu bahsin gazetelere düşmesinde mahzur gördüğüm için kendi gazetemde bile şu mesul, bu mesul diye bir şey yazmadım. Fakat nihayet kırılan bacaklardan, yapılan dövüşlerden, asgari Galatasaraylılar kadar mesul olan Fenerli arkadaşlarımızın davayı gazete sütunlarında kazanmak istediklerini görünce bu cevapları vermek mecburiyetinde kaldım.

    FACİANIN İKİNCİ PERDESİ [26]

    Türkiye’de futbol biraz tebellür etti edeli bir Fener-Galatasaray rekabeti vardır. Bu rekabet hissi bu iki kulübün başında bulunan müdürlerin karakterleriyle artar ve eksilirdi. Herkes bilirdi ki Galatasaray-Fener maçı patırtılı, dövüşlü bir maçtır. Bu maç her zaman fena şekil almak tabiatında bir maçtır. Eğer her defa geçen Cumaki gibi yaralı ve dövüşlü olmuyorsa bu sükun hakemin diriliğinden veya tarafeynden birinin mağlubiyeti daha evvelinden kabul etmiş olmasından ileri geliyordu. Bu defa öyle olmadı ve iş feci şekil aldı. Lakin bütün bu fecaata bir de uzun uzadı gazeteci mülakatları yaparak sahadaki kargaşalığın tekrar devamına müsaade etmemeliyiz. Hele filan, falan dava açacakmış diye saçma fikirlere revaç vermemeliyiz. Zaten sahada dövüşerek çirkin bir iş yaptık, şimdi bir de mahkemelere düşerek Türk sporunu maznun sandalyasına oturtmayalım. Ayıptır.

    ESKİ BİR SPOR HADİSESİ NASIL TAHLİL EDİLİYOR [27]

    Eski ve maruf sporcularımızdan Sait Selahattin Bey’i tanımayan yoktur. Türk spor tarihinin bir faslını hatıratıyla dolduran Sait Bey futbolda, teniste, hokeyde, denizcilikte ve en nihayet avcılıktan büyük muvaffakiyetler yaratmıştır. Sait Bey, son Galatasaray-Fenerbahçe maçında vukua gelen hadisat ve onun polis ve matbuata akseden safahatı hakkında kendisiyle görüşen bir muharririmize şayanı dikkat beyanatta bulunmuştur.

    Zuhur eden hadisenin hakiki sebebini izah eden bu beyanatı aynen derç ediyoruz:

    “Müessif hadisenin zuhurunda en büyük amil hakemin bariz idaresizliği olmuştur. Futbol hiç şüphe yok ki bir kadın sporu değildir, sert oynanabilir. Fakat maalesef bizde sert oyun “hatalı oyun” olarak telakki olunuyor. Böyle mühim ve oyuncuların asabının gergin olduğu maçlarda hakemin çok müteyakkız bulunması ve en ufak hatayı tecziye etmesi lazım gelir. Halbuki hakem bu pek tabii vazifesini yapmamıştır. Kasti hatalar iptizale uğradığı halde hata sahipleri oyunun sonuna kadar sahada kalabilmişler, tekme, yumruk, tokat taatı edildiği zaman topun yalnız havaya atılması ile iktifa olunmak garabeti gösterilmiştir. Mesela yaptığı hareketle rakibini baygın bir halde hastaneye gitmesini intaç eden oyuncunun hatası kabul ve cezaya çarptırıldığı halde sahada kalabilmek hakemin yerinde olmayan lütufkârlığından başka hiçbir şeyle izah edilemez.

    Mamafih bütün mesuliyeti yalnızca hakeme yükletmek ve adeta fedakârlık denecek bir feragati nefisle maçı idareyi kabul eden bir adamı rencide etmek doğru değildir. Hepsi de münevver ve mevkii içtimai sahibi olan tarafeyn oyuncularının da bütün mantıki düşünce ve şuurdan mahrum bir kütle halinde yalnız sevk ve idareye muhtaç olmamaları lazım gelirdi. Fakat Fenerbahçe-Galatasaray maçları, maalesef açılmış yanlış bir çığır yüzünden, bu futbol müsabakalarından ziyade bir sinir mücadelesine inkılap ediyor.

    Bunun sebeplerini, eski ve vaziyeti tahlil etmiş bir sporcu sıfatı ile anlatmak isterim.

    Vaziyetin bu şekli almasının en büyük sebebi münhasıran Galatasaraylıların gururudur. Kulüplerine misafir gidenleri bile “Bu adamın burada ne işi var?” vehmini verecek ezici bir göz hapsine alacak kadar mağrur ve kendilerini cemiyetin fevkinde sayan sarı-kırmızı mensubini mağlubiyeti haysiyetsizlik telakki eden bir zihniyete sahiptirler. İşte bu tarzı tefekkürün sevkiyledir ki kazanmak için her çareye başvuruyor ve her şeyi mubah görüyorlar. Galatasaray-Fener rekabetinin çirkin bir şekil aldığı ve sahada dövüşmenin moda olduğu son beş senenin tarihini tetkih edenlerin hatıralarını intibaha davet ederim: Fenerbahçe’nin büyük sayı farkları ile mağlup olduğu maçlarda en küçük bir hadise bile zuhur etmemiştir.

    Fakat Fenerbahçe ne zaman tehlikeli olmuşsa, ne vakit galibiyete yaklaşmışsa tekme ve tahvif siyaseti başlamış, fena akıbetler zuhur etmiştir. Eğer kavgaya sebebiyet verenler Fenerliler olsaydı gürültülerin sarı-lacivert takımın müşkül vaziyetlerde olduğu zamanlar çıkması lazım gelmez miydi? Galatasaraylılar da Fenerli rakipleri gibi mağlubiyeti sportmence bir tevekkülle kabul etmek nezaketini gösterebilseler mesele kalmaz.

    Fakat Galatasaray’ın sahadan mağlup çıkmayı bir haysiyet meselesi haline sokan zihniyeti işte bu tokatların, tekmelerin, kırılan kol ve bacakların hakiki ve yegâne sebebidir.

    Misal ve ispat mı istersiniz? İşte Galatasaray kaptanının Pazar günkü Milliyet gazetesindeki beyanatı… Nihat Bey diyor ki: “Eğer bizim muhacimlerimiz sıfıra karşı altı sayı yapsalardı mesele kalmazdı. Kabahat onlarda…”

    Demek hadise Galatasaray muhacimlerinin 6 sayı yapamamasından tevellüt etmiş. Kabahat o halde Galatasaraylıların değil, onları tıkır tıkır gol yapmaya bırakmayan Fenerlilerin olacak!!

    Memleketten bu zihniyet kalkmazsa spor yapılamaz.”

    ORHAN BEY NE DİYOR? [28]

    Son maç münasebetiyle Galatasaraylılarla Fenerliler mesuliyeti yekdiğerine atfetmektedirler. Biz düşündük, alakadarlardan ziyade bitaraf zevatın fikirlerini soralım dedik ve İstanbul Futbol Heyeti reisi, dürüstlüğüyle maruf Orhan Bey’le görüştük. Orhan Bey’le spor muharririmiz arasında cereyan eden mülakatı atiye dercediyoruz:

    • Siz bu müsabakayı baştan nihayete kadar seyrettiniz. Kavganın esbabı hakkındaki mütalaanız nedir?
    • Alaaddin ile Mithat arasında çıkan kavga hadiseye sebep olmuştur. Bu kavganın müsebbibi Alaaddin Bey’dir. Çünkü ilk defa olarak Mithat’a bir tekme, bir de tokat atmıştır. Mithat da ona mukabele etmiştir. Mamafih etmemesi lazımdı.
    • Vukua gelen müessif kazalar hakkında mütalaanız nedir?
    • Hakem, raporunda kazaları gayrikasti olarak gösteriyor. Filhakika Kadri Bey’in her zamanki gibi topa sert çıkışı, Latif’in de ondan kaçması kendisinin düşüp sakatlanmasına sebep olmuştur. Mehmet Bey’in sakatlanmasına gelince: Mehmet’in kuvvetle salladığı ayağına Zeki, ayak kaymak suretiyle kazaya sebebiyet vermiştir. Zeki Bey bu kazaya (Mehmet’in oyun tarzını bilmesi itibariyle) mani olabilirdi. Fakat ya topu kaçırmamak yahut da bu ayak sallayıştan korkmamış olmak için ayağını çekmemiştir.
    • Bu şekilde ayak kaynak doğru mudur?
    • Bu şekilde ayak kaynak böyle mühlik kazaları intaç edeceğinden katiyen doğru değildir. Hakem, bu şekilde ayak konduğu için ceza verebilir.
    • Kemal Şefik Bey’in yaralanması nasıl olmuştur?
    • Sabih Bey aut çizgisi haricinde bulunan bir oyuncuya tekme atmak ve tamamen futbol nizamatına muhalif hareket etmek suretiyle Kemal’in rahatsızlanmasına sebep olmuştur. Bütün bu hareketler esasen beynelmilel futbol nizamatınca men edilmiş ve mütecasirleri hakkında muhtelif cezalar vazolunmuştur. Bunlar aynı zamanda zabıta ve adliyeyi tahrik edecek cürüm olmaktan evvel spor nizamatınca da bir cürümdür.
    • Hadiseden kim mesul? Bu itibarla hadisenin bu şekle girmesinde Fenerliler mi amil olmuştur?
    • Galatasaray-Fener oyunları bir anane şeklinde öteden beri sert oynanmaktadır. Galatasaray ötenden beri canlı ve kuvvetli bir oyun sistemi kabul etmiştir. Fenerliler kendi usullerini Galatasaray oyun sistemine benzetmek, onlara bu yolda mukabele etmek için aynı tedbirlere müracaat etmişler ve bunun için sureti mahsusada adam yetiştirmişlerdir. Bu maçta hataların ekserisinin Fenerliler tarafından yapıldığı nazarı dikkate alınırsa bu mukabelede Fenerlilerin haddi aştıklarını görürüz.

    MÜTEVELLİ MEHMET BEY NE DİYOR? [29]

    Fenerbahçe’nin eski futbolcularından ve rüesasından Sait Bey, dün bir gazetede Galatasaray-Fener hadisesinden bahsetmiş ve kabahati kamilen Galatasaray oyuncularına yüklemiştir. Sait Bey’in bu sözleri hakkında Galatasaray kulübü idare heyetinden Mütevelli Mehmet Bey’in fikrini sorduk. Dedi ki:

    “Sait Bey’in kabahati Galatasaraylılara yüklemek istemesini mazur ve tabii görmek lazımdır. Zeki Bey, zavallı Mehmet’in bacağını kırdıktan sonra kabahati Mehmet’e yüklemeye kalkışmadı mı? Aynı şeyi Sait Bey neden yapmasın? Galatasaraylılar mesuliyetlerin kime raci olduğunu tayin keyfiyetini Cumhuriyet adliyesine bırakmışlardır.

    Bu hususta fazla söze hacet yoktu. Kemal Şefik ile Mehmet’in hali hangi tarafın daha hatalı ve kırıcı oynadığını ispat eder.

    Bizim Fener’e yenildiğimiz seneler hiç kavga çıkmazdı; Fener’in yenilmeye başladığı beş seneden beri ise kavgasız maç olmuyor. Galibiyet gibi mağlubiyete de sportmence tahammül eden tarafın hangisi olduğunu bu mukayese gösterir.

    Bizim kulübümüze misafir gelenleri bile “Bu adamın burada ne işi var?” der gibi ezici bir göz hapsine aldığımız iddiasına gelince, Sait Bey’in bu sözlerine sadece güleriz. Mahalle kahvesi dedikodusu yapmaya terbiyemiz müsait değildir.

    Yalnız şu kadar söyleyeyim ki Galatasaray kulübünün kapıları ardına kadar bütün sporculara açıktır. Herkes gelir, salonumuzdan, duşumuzdan, binamızdan istifade eder; hatta Fenerli arkadaşlarımız bile birçok maçlarda orada soyunup giyinirler, Bayram maçlarında Alaaddin Bey bile kulübümüze misafir olmuşlardı.

    Bizzat Sait Bey en çok hürmetle karşıladığımız bir arkadaştır.

    Biz Fenerli arkadaşımız bizi küfürbaz tulumbacılarla aynı dereceye indirmişti, bir ikincisi de kulübümüze misafir gelen arkadaşları göz hapsine alacak kadar terbiyesiz gösteriyor.

    Cuma günkü maça kadar elimizi sıkan, bizimle arkadaşlık eden bu zevatın sözlerine karşı:

    • Bu kadar fena insanlardık da bizim ile neden senelerden beri dost ve arkadaş idiniz, diye sormaya hakkımız yok mu?

    O müessif hadiseden beri bazı Fenerli zevatın gazete sütunlarında mütemadiyen Galatasaraylılara hakaret etmekte olanları Fenerli arkadaşlarımızın bize karşı ne fena hisler beslediklerini gösteren ibrete layık bir haldir.”

    FUTBOL HEYETİNİN MUKARRERATI [30]

    İstanbul Futbol Heyeti dün akşam geç vakit içtima ederek mühim mukarrerat ittihaz etmiştir. Bu içtimada hakem raporu tetkik edilmiş ve rapora nazaran maçtaki kazalarda kasıt olmadığına karar vermiştir. Futbol Heyeti bu gibi hadiselerin tekerrür etmemesi için bir tebliğ neşretmeye de karar vermiştir. Bu tebliğde oyuncuların sert oyun tarzına veda etmeleri lazım geldiğini ve seyircilerin müsabakaları ihlal edecek harekette bulunmamalarını tebliğ eyleyecektir.

    Bundan başka Futbol Heyeti Galatasaray-Fenerbahçe arasında bir dostluk maçı yapılmasına, bu maçın Şeref Bey tarafından idare edilmesine, maç hasılatının Beşiktaş kulübünden olup geçen sene bir tekme yüzünden vefat eden Adil Bey’in ailesiyle Mehmet Nazif, Kadri ve Kemal Bey’lerin tedavilerine sarf edilmesine karar verilmiştir.

    TENİS FAALİYETİ [31]

    “1929” Mevsimi Büyük Tenis Turnuvaları, Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından tertip edilmiştir. Baş Hakem: Galip Bey.

    Müsabakalar Fenerbahçe kulübünün Kadıköyü’ndeki sahalarında icra edilecektir.

    Müsabakalar: Tek Erkek, Çift Erkek, Handikapsız.

    Müsabakalara her ayın ilk Cuması başlanacak ve Pazar’a bitecek.

    İştirak arzusunda olanlar her ayın 25inci günü akşamına kadar.

    1. Kadıköyü’nde kulüp merkezinde Galip Bey
    2. İstanbul’da Zeki Rıza Spor Mağazası’na müracaatları.

    Turnuvaların icra edileceği tarihler:

    1. 7 Haziran 1929
    2. 5 Temmuz 1929
    3. 2 Ağustos 1929
    4. 6 Eylül 1929

    Şeraiti duhul: Her müsabaka için -1- liradır.

    Müsabakalar için DÜNLOP ve SPOLDİNG topları kullanılacaktır.

    YAZIK OLUYOR! [32]

    Galatasaray-Fener hadisesi maalesef bir zabıta vakası şekline sokuldu ve o şekilde devam edip gidiyor. Bu iki büyük kulübün müdiranı pek ala bilirler ki şimdi ihdas edilmek istenen hava bundan dört beş sene evvel daha şiddetli esiyordu. Lakin bundan her iki tarafa olduğu kadar memleket sporuna da ne büyük zarar geldiğini acı delillerle gördükleri için bu iki kulüp badema, her şeye rağmen dost geçinmeye karar vermişlerdi. O zaman bu mesut neticenin istihsaline hadim naçiz bir uzuv sıfatıyla şimdiki manzaraya büyük bir elemle şahit oluyorum.

    Vakıa vaktiyle Fener-Galatasaray husumetinden istifade etmek isteyenler vardı, ummak hakkımızdır ki beş senelik hadisatın verdiği terbiye artık içimizde bu zihniyette kimse bırakmamıştır. Bu işle meşgul olanların bence yapacakları en hayırlı iş, şu dedikodunun önüne geçmektir.

    HAKİKAT NEDİR? [33]

    Fenerbahçeliler Vaziyeti Tasrih Ediyorlar

    [Son Galatasaray-Fenerbahçe maçı hadisesi uzadı. Bazı rüfekamızın muayyen maksatlarla işi alevlendirmeye çalışması ve bu yolda yapılan neşriyat efkarı umumiyede haklı bir şüphe uyandırmaya başlamıştı. Fenerbahçe katibi umumiliğinden aldığımız atideki beyanname vaziyeti tenvir etmektedir.]

    “Geçen Cuma günü Taksim Stadyumu’nda Galatasaray birinci futbol takımı ile yaptığımız lig maçı esnasında vukua gelen malum ve müessif kazalar üzerine Galatasaray kulübü tarafından birkaç günden beri gazetelerde beyanname ve tahkikat şeklinde yaptırılmakta olan ve efkarı umumiyede Galatasaray müdafii Mehmet Nazif Bey’in ayağının takımımız kaptanı Zeki Bey tarafından kasten kırıldığı zehabını uyandırmak maksadına matuf bulunan sistematik neşriyat üzerine bu elim bahis üzerinde ilk ve son söz olarak berveçhi ati beyannamenin neşri Fenerbahçeliler için bir şeref ve haysiyet meselesi olmuştur:

    Galatasaray birinci futbol takımı ile yaptığımız maçların daima bir sertlik ve huşunet havası içinde cereyan etmesi geçen Cuma gününe mahsus yeni bir hadise değildir. Yirmi beş seneden beri bu takımla yaptığımız maçların hepsi Galatasaray kulübünün kendisi mukaddes anane haline koyduğu sert ve kırıcı oyun sistemi yüzünden aynı haşin eşkal ve şerait dairesinde cereyan etmiştir. Ve binlerce Fenerbahçe takımına karşı hiçbir suretle sarsılmayan muhabbet ve teveccühün doğması ve artması ve bugünkü azim vüsati alması ve bu kırıcı oyuna daima teknik oyunu tercih etmekliğimizden ve mağlubiyetleri sportmence ve efendice kabul etmeyi bilmekliğimizden ileri gelmiştir.

    İki takım arasında yirmi beş seneden beri bizim gördüğümüz yegane ayrılık noktası fenni oyunumuza onların daima bu sert ve muvaffakiyete esas addettikleri yıldırıcı oyun sistemiyle mukabele etmeleridir. Ancak bu ayrılıktır ki maçları seyreden halk üzerinde iki kulüp arasında şiddetli bir husumet olduğu kanaatini hasıl etmiş ve görünen köy kılavuz istemediği için ecnebi takımlara karşı yapamadıkları sertliği bize karşı yapmaktan kaçınmadıklarını gören halk arasında bu telakki kolaylıkla yer almıştır.

    Tavzih etmek istediğimiz nokta hülasatan şudur ki:

    Bizim oyunumuza bakanlar onlara karşı husumet görmemiş, fakat bize karşı onların oynadıklarını oyunu görenler bu husumetin varlığına daima ve bihakkın hükmetmiştir. Mamafih bu noktayı tavzih etmekle senede birkaç kere ve binlerce insanın gözü önünde cereyan eden Galatasaray-Fenerbahçe maçlarından doğan hadiselere ait manvi mesuliyetin hangi tarafta olduğuna dair kimseye yeni bir şey öğretmiyoruz.

    Fakat belki o ananevi sisteminin tabii bir neticesi olarak kazaen kırılan bir ayağın üzerine yüklenmek istenen lekesinin asıl kimlere ait olduğunu tespit ediyoruz. On beş seneden beri futbol oynayan ve temiz bir oyuncumuz olduğu kadar civanmert ve haluk bir genç olan Zeki’nin, Mehmet Nazif’in ayağını kasten kırdığı yollu şayiatı bu suretle ve nefretle reddederken, Galatasaray kulübü tarafından neşredilen ve Mehmet Nazif’in ayağının kırılması iddiasını Cumhuriyet adliyesine havala edileceğini bildiren tebliğine karşı alenen beyanı teessüf etmemek kabil değildir.

    Binlerce seyircinin gözü önünde cereyan etmiş ve hiçbir kaste makrum olmadığı hakem raporu ve raporu tetkik eden selahiyettar heyetlerin kararıyla tebeyyün eden bir kaza hadisesini her ne suretle olursa olsun bir zabıta vakası haline sokmaya çalışan ve senelerce karşılarında ve ecnebi takımlarına karşı yanlarında oynamış ve bütün memleketçe tanınmış temiz bir genci fırsat bu fırsattır diye hukuku umumiye maznun sırasına koymak gayretkeşliğini her hissin fevkinde tutmak keyfiyetinin o beyannamede tefahür edilen ilim ve faziletle ne derece uygun düştüğü de ayrıca şayanı temessül bir keyfiyettir.

    Sporcu şeref ve haysiyetini korumayı bilen, rakiplerine karşı hiçbir zaman kasten fenalık yapacak tıynette olmayan, hatta oyuncularından birinin aynı maçta kolu kırıldığı halde bunun için rakibine kast atfederek adliyeye müracaatı aklından bile geçirmeyen kulübümüz alelade bir spor kazasını bir hukuk umumiye vakası haline sokmak isteyen bu çirkin temayül karşısında kendisine mensup gençleri isnadatı vakıadan tenzih eyler ve cumhuriyet adliyesinin adil kararına hürmetle intizar eder.

    Umumi Kaptan Hayri Celalettin

    MÜHENDİS MEKTEBİNDE 60 TALEBENİN TARDEDİLDİ  [34]

    Mühendis mektebinde zuhur eden hadiselerin mahiyeti hakkında bir muharririmiz tahkikat yapmıştır. Bu hadiselerin başlıca sebeplerinden biri de Galatasaray-Fener münaferetidir. Mektebin voleybol takımlarının iyi oyuncularının bir kısmı, hariçta Galatasaray ve diğer kısmı da Fenerbahçe’ye mensuptur. Bu iki parti arasında birçok anlaşamamazlıklar olmuş ve mektebin gerek talebe cemiyetinde, gerek idman yurdunda idare heyetini kazanmak rekabetine müncer olmuştur.

    Bu meseleler için için kaynarken ekseriyeti kazanmaya zemini müsait bulan dördüncü sınıftan iki kişi bir ay kadar evvel kongre akdine dair bir takrir gezdiriyor ve imza topluyorlar. Muvaffak oluyorlar. Beyoğlu Fırka merkezinde toplanan kongrede dördüncü sınıf idare heyetini kazanıyor ve bütün sınıflara çalışkan ve fedakar gözükmek için bir de yemek meselesi çıkarıyorlar, hararetle ve ateşin içtimalarla birinci ve ikinci sınıfların tam müzaharetini temin ediyorlar. Ankara’ya iki murahhas gönderiyorlar.

    Bunun üzerine mektepte tahkikat başlıyor. Dördüncü sınıf ve bu sınıftan müşevvik olanlar da işin sarpa sardığını görerek izharı nedamet ediyorlar. Elebaşıların bu rücatini bilmeyen ikinci sınıf, mektep inzibat meclisi huzurunda evet yiyeceklerimiz fenadır diyorlar ve mektep idaresi bunlardan altı kişiyi tardediyor.

    Binaenaleyh ikinci sınıf, esasta alakadar olmadığı halde kendi arkadaşlarından altısının atılmasını hayretle karşılamışlar. İki şubeden ibaret talebe “Ya arkadaşlarımız mektebe alınır yahut biz derse girmeziz” demişlerdir.

    Bu yeni vaziyet karşısında inzibat meclisi ikinci bir kararla bu derse girmeyen altmış efendiyi tardetmiş ve mektep dahiline talik edilen bir ilanda bunlar da pişman olup derse devama başlayacakların affedileceğini beyan etmiştir. Son vaziyet budur.

    İKİNCİ İDMAN BAYRAMI [35]

    Dünkü Bayrama 3.000 Mektepli İştirak Etti

    Mektepliler arasında tertip edilen idman bayramı dün sabah Taksim Stadyumu’nda 15.000 seyircinin huzurunda yapılmıştır.

    İkinci defa olarak yapılan bu bayram geçen sene yapılan bayramdan daha çok alaka uyandırmış, aynı zamanda daha muntazam olmuştur.

    Taksim Stadyumu daha sabahtan itibaren dolmaya başlamıştı. Bayrama iştirak edecek mektepliler muntazam kafileler halinde stadyuma gelerek kendilerine tahsis edilen mevkilerde yer almışlar, bu bayramı görmek için gelenler de tribünlere ve sahanın etrafına yerleşmişlerdir. Mektepliler kafilesi tamamen geldikten sonra Selim Sırrı Bey saha kenarına konulan kürsüye çıkarak bir nutuk söylemiştir.

    Selim Sırrı Bey bu nutkunda iki seneden beri yapılmakta olan idman bayramlarının gayesinden bahsetmiş ve bu münasebetle merhum Necati Bey’in namını hürmetle yadetmiştir.

    Selim Sırrı Bey’in şiddetle alkışlanan nutkundan sonra mızıka istiklal marşını terennüm etmiştir.

    Bu merasimden sonra idman harekatına başlanmıştır.

    2.000 erkek 1.000 kız talebenin ayrı ayrı yaptıkları muhtelif beden hareketleri stadyumu dolduran 15 bin seyirci tarafından şiddetle alkışlanmıştır. Kız ve erkek talebe bu beden hareketlerinde gösterdikleri ahenk ve intizam itibariyle hakikaten muvaffak olmuşlardır.

    Mektep talebelerinin harekatından sonra Çapa terbiyei bedeniye kursu kız ve erkek talebeleri Matmazel Everman ve M. Conso’nun nezaret ve kumandaları altında şayanı dikkat beden harekatı yapmışlardır.

    Yarım saatten fazla süren bu harekat esnasında kurs talebeleri çok muvaffakiyetli şeyler göstermişlerdir.

    Bundan sonra Selim Sırrı Bey tekrar kürsüye çıkarak bayrama iştirak eden talebeyi Türkiye Cumhuriyeti ve onun banisi büyük Gazi’yi selamlamaya davet etmiş, 3.000 talebe ve 15.000 halk hep bir ağızdan üç defa “yaşa” diye bağırmıştır.

    Bu harekatın hitamından sonra mektepliler arasında umumi bir geçit resmi yapılmış, ikinci idman bayramı bu suretle hitam bulmuştur.

    OSTURYA DÜN İLK MAÇINI YAPTI [36]

    Galatasaray 1’e Karşı 3 Sayıyla Mağlup Oldu

    (…) Fener ve Vefalı küçükler arasındaki ilk maç bire karşı iki ile Fenerbahçe tarafından kazanıldıktan sonra, takımların sahaya çıkması on yedi buçuğa kadar gecikti. Nihayet Osturyalılar tribünleri ve sahayı dolduran halkın alkışları arasında sahaya geldiler, arkasından kıpkırmızı ve sapsarı renklerden yapılmış yeni gömlekleriyle Galatasaraylılar.

    Viyanalı oyuncular beyaz kollu mor fanilalar giyiyorlardı. Saha ortasında kendilerine merasimle buket verildi ve maça başlandı.

    Galatasaray takımı: Rasim, Burhan, Vahi, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Şadi, Necdet, Latif, Rebii.

    Ovusturya takımı: Yoki, Regnoht, Tantler, Moğ, Graf, Gol, Snayder, Ropan, Sindila, Çiser, Firtu.

    İlk yirmi beş dakika mütekabil akınlarla neticesiz geçti. Nihayet top bizim bir müdafile onların koşan muhacimleri arasından sıçrayıp içeri giriverdi. İlk golü bu suretle yaptılar.

    İkinci devrenin on dördüncü dakikasında Muslih’in himmetiyle ve Şadi’nin ayağıyla bir golümüzü yaptık. Bu ara Galatasaray çok muvaffakiyetli oynuyordu. Devrenin sonlarına doğru üçüncü golü de yine bir hücumla kazandılar. Oyun bu netice ile bitti.

    Hakeme gelince: Hamdi Emin Bey dün bize güzel bir hakem idaresinin nasıl olabileceğini gösterdi.

    AVUSTURYALILARIN DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ TENEZZÜHLERİ [37]

    Osturya takımı oyuncuları dün refakatlerinde Galatasaraylı mihmandarları olduğu halde sabahleyin Galatasaray Lisesi’ne giderek mektebi ve spor teşkilatının müzesini gezmişler, öğleyin de Büyükada’ya gitmişlerdir. Bugün de akşama kadar şehrin muhtelif yerlerini gezdikten sonra saat beşte Galatasaray kulübü tarafından, denizcilik şubesinin Bebek’teki merkezinde şereflerine verilecek olan çay ziyafetinde hazır bulunacaklardır. Bayramın birinci günü de saat beşte Fener takımı ile ikinci maçlarını yapacaklardır.

    GALATASARAY KULÜBÜNÜN CEVABI [38]

    Galatasaray Kulübünden: Geçen maçta vukua gelen müessif hadise münasebetiyle Fenerbahçe kulübünün neşrettiği beyannameyi teessüfle okuduk. Senelerce karşı karşıya, yan yana oynadığımız, ellerini sıktığımız ve arkadaş ve kardeş bildiğimiz Fenerbahçelilerin, kulübümüze karşı yirmi beş senedir spor terbiyesiyle gayri kabili telif bir husumet beslediklerini her satırında ayrı ayrı ifade eden bu garip beyannameye uzun uzadıya cevap vermeyi lüzumsuz addederiz.

    Galatasaray’a karşı hatır ve hayale gelmez birçok ithamları ihtiva eden bu beyannameye bilhassa Fenerli arkadaşlarımızla yan yana bir ecnebi takımına karşı maç yapacağımız günün arifesinde cevap vermek birbirine hürmet ve muhabbet beslemeleri sporun en tabii neticelerinden olması lazım gelen gençler arasında yeni münaferetler uyandırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

    Onun için bir Türk kulübünün diğer bir Türk kulübü hakkında vaki olan ve spor tarihimizde bir misli görülmemiş bulunan bu lüzumsuz hücumları vakalar zikrederek red ve cerhetmek kolay olmakla beraber sükutun terbiyemizle daha mütenasip ve müreccah olduğuna kani olarak susuyoruz.

    Cumhuriyet: Geçen gün Fenerbahçe kulübünün beyannamesini dercetmiştik. Bugün de Galatasaraylıların gönderdikleri beyannameyi neşrediyoruz. Bu iki güzide kulübümüzden bir haftadan beri efkarı umumiyeti ve gazeteleri işgal eden bu lüzumsuz münakaşaları kesmelerini temenni ederiz.

    MÜHENDİS MEKTEBİNDEKİ HADİSE ve FENERBAHÇELİLER [39]

    Fenerbahçe umumi katipliğinden: “18 Mayıs 920 tarihli gazetenizde Mühendis Mektebindeki hadise münasebetiyle bir fıkra neşredilmiştir.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’ne mensup voleybolcuların bu mesele ile alakaları olmadığından keyfiyetin tashihini rica ederim efendim.”

    BAYRAMDAKİ MAÇLAR [40]

    Osturyalılar Fenerbahçe’yi ve Muhtelit Takımı Mağlup Ettiler

    Bayram spor noktayı nazarından faaliyetle geçti. Ecnebi bir takımın şehrimizde bulunması dolayısıyla futbol meraklılarının çoktan beri özledikleri fırsat zuhur etmiş demektir. Onun içindir ki Taksim Stadyumu bayramın birinci ve üçüncü günleri kalabalık bir manzara arz ediyordu.

    Birinci günü Fenerbahçe takımı misafirleriyle karşılaşacaktı. Fenerbahçe’nin ecnebi takımlara karşı daima muvaffak olan oyun sistemi ve bu ekibin ekseriyetle en iyi neticeleri elde etmekle maruf olması stadyuma çok kalabalık bir halk kitlesi toplamıştı.

    Günün ilk oyununu Galatasaray-Beşiktaş küçükleri yaptılar. Evvela çok düzgün oynayan Beşiktaşlılar hâkim ve faik bir vaziyet aldılarsa da ikinci devrede bu faikiyeti muhafaza edemediler ve 1-4 mağlup oldular.

    Tam muayyen saatte Fener ve Osturya takımları küçük fasılalarla sahaya çıktılar. Mutat merasimden sonra takımlar karşılaştığı zaman Fenerbahçe’nin şu teşekkülle sahaya çıktığı görülüyordu:

    Rıza, Sabih, Füruzan, Mahmut, Sadi, Reşat, Niyazi, Ala, Zeki, Fikret, Muzaffer

    Osturyalılar orta muhacim mevkiinde Şafer’i oynatak suretiyle takımlarında küçük bir tebeddül yapmışlardı. Oyuna Şeref Bey’in idaresinde başlandı. İlk dakikalarda hücuma geçen Fenerliler süratle Osturyalıların kalesine indiler ve üçüncü dakikada Alaaddin’in çok güzel bir vuruşu ile ilk golü yaptılar. Bu sayı stadyumu dolduran binlerce halk tarafından alkışlar, takdir ve meserret avazeleri ile karşılandı.

    Daha ilk dakikada kaydedilen bu sayı Osturyalıların maneviyatı üzerinde gözle görülen bir tesir yaptı.

    Fakat Fener’in hücum hattı birkaç dakika süren afallamadan bir menfaat temin edemedi.

    Aradan kısa bir müddet geçmemişti ki Osturyalılar muvazenelerini buldular. Artık oyun merkezi sikleti Fenerbahçe kalesinin önüne intikal etmişti. Gayretle oynayan Fener defansının bütün mesaisine rağmen Osturyalılar sıkı ve sert hamlelerle mütemadiyen tehlikeli vaziyetler ihdas ediyorlardı. Nitekim böyle anlardan birinde Şafer’den yerinde bir pas alan sol iç kısa mesafeden sert bir şut attı. Fener kalecisi kucağına düşen topu bloke edemedi ve Osturyalılar müsavatı temin eden sayıyı böyle bedavadan kazandılar. Müsavat sayısı Fenerlilerin gayretini tahrik etti ve bu sefer de Osturyalılar sıkışmaya başladılar.

    Aradan birkaç dakika geçmemişti ki bugün en güzel oyunlarından birini oynayan Alaaddin sayısız driplinglerle kaleye kadar götürdüğü topu ağlara taktı. Tefevvuk yine Fenerlilere geçmişti.

    Arka arkaya yapılan bu sayılar heyecanı azami haddine getirmişti. Basit hareketler bile alkışlanıyor, takdir nidaları, teşvik sesleri bir türlü nihayete ermiyordu. Devrenin hitamına kadar faik vaziyetini idameye muvaffak olan Fenerbahçe, yine kalecinin hatasından bir sayı daha kaybetti ve 2-0 galibiyetle bitirebileceği ilk devreyi 2-2 müsavatla nihayete erdirdi.

    İkinci devre her iki takımın mütevali hücumları ile geçti.

    Her iki takım neticeyi kendi lehine çevirmek için kabiliyetinin üstüne çıkmaya çalışıyor, didiniyor, terliyordu.

    Muntazam paslar, seri hamlelerle baştan başa bir futbol şaheseri halinde devam eden oyun seyircilerin alaka ve heyecandan büyüyen gözleri önünde bütün hızıyla devam ediyor, herkes canla başla oynuyordu.

    Devre ortalarına doğru sağ içten güzel bir pas alan Osturya sağ açığı mükemmel bir sayı yaptı. Fenerliler müsavatı temin edecek sayıyı yapmak için çok çalışıyorlardı. Fakat bir defasında Zeki’nin direğe çarpan enfes bir şutunu Niyazi’nin kafasıyla boş kaleye sokamamasından, bir defa Zeki’nin boş kaleye plase şut atmak arzusu ile topu kaptırmasından, yine bir defa da Zeki’nin tam biçiminde sol ayağına gelen topu Niyazi’nin kaparak kalecinin kolları arasına atmasından bu müsavat sayısı bir türlü yapılamadı.

    Bayramın üçüncü günü misafirlerimizle üçüncü maç yapıldı. Bu son maçta Osturyalıların önüne Fener-Galatasaray muhteliti çıkartıldı. Son maça en son ümidimizi sakladığımız için stadyuma çok kalabalık toplanmıştı. Muhtelit takım sahaya çıktığı zaman şu şekilde idi: Rıza, Burhan, Sabih, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Ala, Zeki, Kemal, Fikret.

    Bu teşekkülün ümit edildiği kuvvette olmadığı derhal gözüküyordu. İlk devre baştan başa Osturyalıların hakimiyeti altında geçti. Misafirlerin 3 sayısına mukabil ancak bir gol yapabilmiştik. İkinci devrede biri bariz ofsayttan, diğeri de penaltıdan iki sayı yapabildik ve 3-4 mağlup olduk.

    Üçüncü maç günü çok çirkin iki hadise oldu.

    Birinci hadiseye muhtelit takım oyuncularından küçük Fikret’in babası yerinde bir rakip oyuncuya tokat atması sebep oldu. Güzel futbol oynayan bu gence bu çirkin itiyattan vazgeçmesini tavsiye ederiz.

    İkinci hadise daha garip ve belki daha çirkin düştü.

    Sahada sıfat ve selahiyeti meçhul şişman bir adam, kendi takımının kalesi yanına gitmek isteyen antrenör Şafer’i polis vasıtasıyla sahadan harice atmaya kalkıştı. Eğer vaziyetin nezaketini kavrayan birkaç kişi müdahale etmeseydi çok çirkin bir hadise olacaktı. Kendimizi Osturya’ya tanıtmak için celbettiğimiz takımların oyuncularını tokatlar ve antrenörünü polise teslim edersek acaba nasıl bir tesir hasıl etmek istiyoruz?

    Bu çirkin ve insanı spordan artık hakikaten iğrendiren hallere bir nihayet versek iyi ederiz fikrindeyiz.

    LİG MAÇLARI DÜN BİTTİ [41]

    Galatasaray İstanbul Şampiyonu, Fenerbahçe de İkinci Oldular

    Lig maçları dün yapılan müsabakalardan sonra hitam bulmuş addolunabilir. Yalnız, gelecek hafta Vefa-Fenerbahçe müsabakası yapılacaktır ki bu maçın neticesi ne olursa olsun, altı aydan beri iki devre üzerine devam eden müsabakalar neticesinde Galatasaray bu sene de İstanbul şampiyonu olmuştur.

    Galatasaray dün son maçını Süleymaniye ile yapmıştır. Bu maçın ilk devresini Süleymaniye 3-1 galibiyetle bitirmiş, fakat ikinci devrede Galatasaray 7 gol yaparak 3-8 galip gelmiş ve şampiyonluğu kazanmıştır.

    Bundan sonra Vefa-Beykoz karşılaşmıştır. Vefalılar güzel bir oyundan sonra Beykoz’u 0-3 yenmişlerdir.

    Son maç Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında yapılmıştır. Beşiktaşlılar güzel bir oyun oynamalarına rağmen 3-1 mağlup olarak ikinciliği Fenerlilere vermişlerdir.

    (…) Fenerbahçe, gelecek hafta Vefa’ya yenilse bile 22 puanla ikinci olacaktır.

    Bu sene de şampiyon olan Galatasaray, askeri kümenin şampiyonu ve teamül mucibince İstanbul muhteliti ile birer maç yapacaktır.

    İstanbul şampiyonunu tebrik ederiz.

    Dün bu maçlardan evvel Harbiye ile Halıcıoğlu takımları karşılaşmış, Harbiye 3-1 galip gelmiştir.

    FENERBAHÇE BEŞİKTAŞ’I 3-1 MAĞLUP ETTİ [42]

    (…) Son maç günün en mühim karşılaşmasını teşkil ediyordu. Beşiktaş ve Fenerbahçe bu maçta ikincilik meselesini halledecekti.

    Galatasaray’dan Adil Giray Bey’in hakemliği ile iki takım sahaya çıktılar. Takımlar şöyle teşkil edilmiş:

    Beşiktaş: Osman, Tevfik, Adnan, Hüsnü, Rıdvan, Rüştü, Hayati, İbrahim, Şükrü, Eşref, Salah.

    Fenerbahçe: Rıza, Sabih, Füruzan, Nihat, Sadi, Reşat, Niyazi, Ala, Zeki, Muzaffer, Fikret.

    İlk devrede Beşiktaş rüzgarı lehine almış ve hücuma geçmişti. Fakat Fener müdafaası sık bir tabiye ile bu hücumları akamete uğratmaya muvaffak oldu. Kaleleri etrafındaki tazyiki kaldırarak hücuma geçen Fenerliler 12nci dakikada Zeki’nin güzel bir şutu ile ilk sayıyı yaptılar. Bu golden sonra faaliyetlerini arttıran Beşiktaşlılar mükemmel bir eşape ile sıyrılan Eşref’in ayağı ile müsavat sayısını yaptılar. Bu sayıdan sonra faik bir oyun oynamaya başlayan Beşiktaş, birkaç fırsat kaçırdı ve devre 1-1’e müsavatla bitti.

    İkinci devrede Fenerliler rüzgârı da lehlerine alıyorlardı. Bu avantaj tabii semeresini verdi ve iki sayı daha yapan Fenerbahçeliler maçı 3-1 galibiyetle bitirdiler.

    HAKEM ENCÜMENİ REİSİ FUAT HÜSNÜ BEY NE DİYOR? [43]

    [Türkler arasında futbolu ilk oynayan ve tamimine çalışanlardan biri Fenerbahçeli Fuat Hüsnü Bey’dir. Futbolun nazariyatına derin vukufu herkesçe teslim olunan bu zat, aynı zamanda teşkilat içinde de mühim bir mevki sahibidir.

    Son Galatasaray-Fenerbahçe maçının, bütün emsali gibi, baştanbaşa hata içinde geçen safahatından sonra Fuat Hüsnü Bey’den bir mektup almıştık. Çok kıymetli bir tetkik mahsulü esaslı fikirleri ihtiva eden bu mektubun neşrini dedikodu safhasının kapanmasına talik etmiştik. Artık münasip zamanın hülul ettiğini tahmin ederek mektubu aynen neşrediyoruz.]

    Futbolda Hata ve Ceza: Asabiyet, hüküm ve kararla itidal ve basiretin düşmanıdır. Bir oyuncu oyunda asabiyete kapıldı mı hatadan hataya düşer, oyunu hem hasmına, hem kendine ve hatta arkadaşına tehlikeli olur. Asabi vuruşlarla nereye gideceğini düşünmeden topu tekmeler durur, bu şuursuz harekâtıyla oyunun ahengini bozar, lüzumsuz hamlelerle hasmın, hatta göz kararmasıyla arkadaşının üstüne atılır. Bu manasız hareketleriyle ya hasmını yaralar yahut kendi yaralanır. Kendi yaralanırsa amelinin cezasını çekmiş olur, fakat hasmını yaralarsa hakem tarafından oyundan kovulur.

    Tehlikeli Oyun: Futbol baştan nihayete kadar tehlike ile dolu bir oyundur. Bunun için futbol hakemlerinin vazifesi gayet mühimdir.

    Hakem futbol kavaidini emri tatbikinde küçük bir teseyyübü büyük felaketler doğurur. Bahusus yan hakemlerinin hakemin gözünden kaçan mugayiri nizam harekâta nazarı lakaydi ile bakması yalnız oyunun intizamını bozmakla kalmaz; belki bir an sonra vuku bulacak büyük bir felaketin masdarı olur. Zira yaptığı bir hatadan dolayı ceza görmeyen bir oyuncu ikinci defasında daha büyük bir hata yapmaya pek müstaittir. Futbol nizamatı yalnız felaket doğuracak tehlikeli oyunları değil, mugayiri nezaket harekâtı bile tecziyeyi amirdir. Hakemin kararı ne derece muta ise nizamname de o derece sarihtir. Şu halde hakem kuvvei nufüziye sahibi ve azimkâr olur ve emrini infaz için kuvvei teyidiyesi olursa ya tehlikeli oyun büsbütün tatil olunur yahut kaza tevlit edebilecek mikroplar oyundan çıkarılır.

    Hasmı Tutmak ve Topa Elle Dokunmak: Oyunda yapılacak bu hatalar filhakika başlıca tehlike tevlid etmez. Fakat bu küçük hataların hakem tarafından lakaydi ile karşılanması daha büyük felaketlerin zuhuruna en birinci sebeptir.

    Zira ceza sahası dâhilinde şut çekmek üzere bulunan bir oyuncunun hasmı tarafından gayri nizami bir şekilde harekatına mümanaat olunması ve bu hareketin cezasız kalması tabiatıyla o oyuncu üzerinde fena bir tesir bırakır ve bu oyuncu ikinci defa böyle bir muameleye maruz kalınca (asabiyetten veya yine cürmün cezasız kalacağı zannına düşmesinden) hatayı bizzat tecziyeye kalkar ve tokat, dirsek, yahut tekmeye müracaatla oyunun nizam ve intizamını ihlal eder.

    Çelme Takmak, Tekme Atmak: Bu iki hareketten tevellüt edecek netice vücutta ve ayakta sükûtun ve darbenin tesirine göre mütenevvidir. Sükût hafif veya şedit olduğuna göre bere, incik, iltihabat veya kırık, çıkık muhakkak olduğu gibi tekmenin şiddetine göre de incik, mafsal çıkması, kemik kırılması bir emri vakidir.

    Bu gibi sui harekâta meyyal oyuncular, ekseriyetle hasmına başka türlü ve meşru şekilde galebe çalmayanlardır.

    DÜN BİR KADIN ZEVCİNİ SOKAKTA DÖVDÜ [44]

    Dün, Ankara caddesinde, Vilayet konağının tam karşısında, herkesin gözü önünde şık giyinmiş genç bir hanımın gözlüklü bir erkeği adam akıllı dövdüğü görülmüştür.

    Erkek, yediği dayağa mütevekillane ses çıkarmıyor, sadece etrafını ihata eden kalabalığı “Şahitsiniz ya” demekle iktifa ediyordu. Kadın, her darbede hiddeti artarak şemsiyesini erkeğin kafasına indirmekte devam ediyor ve “Şahit olsunlar, hele sen şu dayağı ye de!” diyordu.

    Dayak yiyen erkek, polis 3üncü şübe ikinci sınıf ketebesinden Adil Efendi, dayak atan da 40ıncı İlk Mektep Müdiresi Süheyla Hanımdır.

    Adil Efendi ve Süheyla Hanım evlenmişler, üç çocuk sahibi olmuşlar. Bir gün Adil Efendi karısını, Taksim’de, çocuklarına hususi ders verdiği bir erkekle otomobile binerken görmüş, karakola düşmüşler. Şimdi mahkemededirler.

    Dün Süheyla Hanım’ın babası, torunlarından biriyle Polis merkezine gitmiş, hizmetçi arıyormuş, Adil Efendi kendi çocuğunu görünce yanına almış, sevmiş ve bir şıra içirmek için sokağa çıkarmış. Fena bir tesadüf eseri Süheyla Hanım o sırada otomobille geçiyormuş, aşağı inmiş, çocuğu babasından alırken arada fena bazı sözler sarfedilmiş ve netice darp hadisesine müncer olmuştur.

    GALATASARAY-FENER MUHTELİTİNDE KUVVET KALMADI [45]

    (…) Galatasaray-Fenerbahçe maçından sonra sıra Osturya ekibiyle yaptığımız maçlara geliyor. Bu takımın şimdiye kadar İstanbul’a gelen takımların (Sparta ve Slavya’dan sonra) en kuvvetlilerinden biri olduğu muhakkak bulunmakla beraber aldığımız neticelerin, bilhassa Galatasaray-Fener muhtelitinin aldığı neticenin pek de tabii bir netice olmadığını da kabul etmek lazım gelir.

    Bu gayritabii netice evvela Galatasaray-Fener muhtelitinin iyi teşkil edilmemesinden, saniyen bu muhtelitin birkaç sene evvele nazaran çok yıpranmış ve kuvvetini çok zayi etmiş olmasından ileri gelmektedir. Galatasaray ve Fener’in en maruf oyuncularını ihtiva eden bu son çıkarılandan biraz daha kuvvetli bir Galatasaray-Fener muhtelitinin bir iki ay evvel Beşiktaş takımı karşısında uğradığı acı mağlubiyet dahi, artın bundan sonrası için ecnebi takımlara karşı bu muhtelitten hiçbir şey ümit etmemek lazım geldiğine kâfi bir delil idi.

    Bilhassa iki takımdan bir muhtelit teşkili münakaşa edilirken henüz topa vurmasını bilmeyen bilnisbe tecrübesiz oyuncuları “Çok atılgandır!” gibi mülahazalarla takıma sokmak arzuları da araya girince, netice, son beynelmilel maçta olduğu gibi mağlubiyet oluyor. Bütün bu hadiseler artık tadı tuzu kaçan Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinin ve bu rekabete müstenit Galatasaray-Fener kombinezonlarının külliyen terk edilmesi zamanının geldiğini, hatta son maça nazaran geçtiğini açıktan gösteriyor. Futbol hayatımızda bir merhale olan ve yeni bir dönüm noktası teşkil eden bu vaziyetin diğer safhasını başka bir yazımızda mütalaa ederiz.

    İSTANBUL BÜYÜK GAZİ’Yİ İSTİKBAL İÇİN HAZIRLANIYOR [46]

    Program için Bir Komisyon Toplanacak

    Reisicumhur Hazretlerinin İstanbul’u teşrif buyuracakları gün yaklaşmaktadır. Gazi Hazretleri’nin Büyük Millet Meclisi’nin tatilinden sonra şehrimizi teşrif edecekleri anlaşılmaktadır. Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarındaki noksanlar ikmal edilmektedir. Büyük müncinin istikbal programını tanzim için muhtelif devair mümesillerinden mürekkep olarak bugünlerde bir komisyon teşkil edileceği haber alınmıştır.

    Ankara 27 (Hususi Muhabir) – Gazi Hazretleri’nin 1 Haziran’da Marmara köşkünde vereceği garden parti için yapılan hazırlıklar bitmiştir. Davetli Sefirler Ankara’ya gelmeye başlamışlardır.

    İSTANBUL-İZMİR TENİS MAÇLARI BU CUMA YAPILACAK [47]

    İstanbul-İzmir tenis maçlarının bu hafta yapılacağından bahsetmiştik. İzmirli tenisçiler bugün Adnan vapuru ile şehrimize gelecekler ve ilk maçlarını Cuma günü Taksim’deki “Lavn Tenis Kulüp”te yapacaklardır. İstanbul’la İzmir arasında yapılan temasların üçüncüsünü teşkil eden bu maçlar çok mühim olacaktır. Çünkü bundan evvel yapılan diğer iki maç İzmirlilerin lehine neticelenmişti.

    Filhakika içlerinde C.Jiro, Şarno, H.Jiro gibi beynelmilel tenis âleminde tanınmış simalara malik bulunan İzmir ekibine mukabil, İstanbul takımı kuvvetli bir manzara arz etmekten uzak kalıyor, mukavemet edemeden yeniliyordu. Esasen bundan evvelki seneler İstanbul takımının mümessilleri arasında İstanbullu tenisçilerden ziyade İngilizler bulunuyordu. Halbuki geçen seneler içinde çok kıymetli tenisçiler yetişmiş ve bu seferki İstanbul-İzmir maçına hakikaten İstanbullu bir takım çıkarmak imkanı hâsıl olmuştur.

    Cuma günü yapılacak İstanbul-İzmir maçı şimdiye kadar yapılan bütün emsalinden daha heyecanlı ve alakabahş olacaktır. Bunun esbabı basittir:

    1. İstanbul ekibi tamamen İstanbullulardan mürekkeptir. Bu itibarla hadiseyi daha yakından alakadarız.
    2. İstanbul takımı bu sefer geçen defalara nazaran galibiyete daha çok kuvvetli namzettir. Hatta bu defaki neticenin yüzde yetmiş beş İstanbul takımı lehine tahmin olunması çok hatalı olmaz. Çünkü İzmir takımının hemen hemen aynı rakip olmasına rağmen İstanbul takımı eskisine nazaran çok kuvvetlidir. Bahusus İzmir takımının esaslı galibiyet elemanlarından olan C.Jiro bu sefer gelememektedir. Jiro’nun gelememesiyle zayıflayan İzmir takımı karşısında kuvvetli bir İstanbul takımı bulacaktır.

    İzmir’den gelen oyuncular şunlardır: C.Jiro, Şarno, Alpoti, Jiro’nun iki oğlu ve bir İngiliz. İstanbul takımını teşkil edecek oyuncular şunlardır: Suat, Sedat, Şirinyan, Şadvar, Karakaş, Ratyani. Maçların hakemleri: Başhakem Rins, hakem Tevfik Haccar.

    EŞREF’İN KIT’ALARI VE HİKÂYELERİ [48]

    Bir gün Şair Eşref, İzmir’de avukat Mehmet Şeref Bey’e sormuştu:

    • Ben padişaha söversem bana ne yaparlar?
    • Tam üç ay kaparlar ama sen oradan artık çıkabilir misin bilemem!

    Eşref, bu cevap üzerine:

    • Öyle ise ben de işi değiştiririm… Ya vükelâya söversem ne yaparlar? diye sordu.
    • Ceza kanununda bunun cezası sarihtir, cezayı naktî alırlar!

    Eşref, cevap üzerine şu kıt’ayı söyledi:

    Bize kanunu ceza vermiş iken hakkı sarih,

    Vükelânın ….lim avradını milletçe..

    Verelim her ne ise bunda cezayı naktî,

    Gaib olmaz gene irat yazılır devletçe!

    VEFA – FENERBAHÇE [49]

    Bugün yapılacak Vefa-Fenerbahçe maçından dün bahsetmiştik. Bugün Taksim Stadyumu’nda icrası mukarrer olan bu müsabaka cidden heyecanlı olacaktır.

    Maçın netice itibariyle şampiyona tasnifi üzerinde müessir olamayacağını izah etmiştik. Vefa-Fener maçı, bu tesirsizliğine rağmen çok alaka uyandırmaktadır.

    Vefa takımı bugün sahaya kuvvetli bir şekilde çıkacaktır. Esasen ikinci devre maçlarında Vefa’nın gösterdiği muvaffakiyetler bu takımın ihmali caiz olmadığını anlatmaktadır.

    Fenerbahçe’ye gelince; Fenerliler Vefa maçına lig maçlarında çıkardıkları en zayıf takımlardan birisiyle çıkacaklardır. Son Galatasaray maçında sakatlanan Kadri’den mahrumiyet Fener defansını zayıflatmışken Çarşamba günü de Sabih’in Uşak hareketi bu hatta büsbütün mefluç bir hale getirmiştir. Buna inzimamen Beşiktaş maçında ayağı sakatlanan Sadi’nin bugün oynayamayacak bir vaziyette bulunması, Cevad’ın takıma iltihakının imkansızlığı, Fenerbahçe müdafaa ve muavin hatlarının tecrübesiz oyuncularla teşkilini zaruri kılmaktadır. Bu vaziyet muvacehesinde, Vefa gibi kuvvetli bir rakibe galebe çalmak için, her şeyden ziyade Fenerbahçe hücum hattının çok çalışması, kendi defansının hatalarını bu fazla faaliyetiyle telafi etmesi lazım gelmektedir. Fenerbahçe’nin zayıf bir teşekkülle sahaya çıkması Vefa’nın muvaffakıyetli bir netice alabilmesini teshil edecek bir amil olmakla beraber bu vaziyeti Vefa için muhakkak bir galebe vesilesi olarak kabul etmek de hatalı olur. Geçen devre maçlarında Vefa yine Fenerbahçe’yi Zeki ve Sadi’den mahrum bir halde yakalamış, oyunun daha başında üst üste iki sayı yapmasına rağmen vaziyeti idame edememiş ve mağlup olmuştu.


    [1] 1 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [2] 1 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [3] 2 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [4] 3 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [5]

    [6]

    [7] 5 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [8] 5 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [9] 6 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [10] 7 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [11] 8 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Sadun Galip)

    [12] 9 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [13] 10 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [14] 10 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [15] 11 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [16] 11 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi (T.M.)

    [17] 12 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [18] 12 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 12 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [20] 12 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [21] 12 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [22] 13 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [23] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [24] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [25] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [26] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [27] 14 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [29] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [30] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [31] 16 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 16 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [33] 17 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [34] 18 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [35] 18 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [36] 18 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [37] 19 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [38] 20 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [39] 20 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [40] 24 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [41] 25 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [42] 25 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 26 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [44] 27 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [45] 27 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [46] 28 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [47]

    [48] 30 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [49] 31 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

  • Kim Ne Derse Desin

    Kim Ne Derse Desin

    Muvakkar Ekrem Talu’nun Fenerbahçe-Galatasaray yazılarına bir yenisi ekleniyor. İster 1939 olsun, ister bugün; kim ne derse desin, en büyük rekabet bu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Pazar Günkü Maç Münasebetiyle

    Yine Galatasaray-Fener’e Dair

    Kim ne derse desin!

    Şu iki sevimli kulübümüzün rekabeti başka oluyor.

    Karşı karşı geldikçe de, el ele verdikçe de duyulan heyecanı hangimiz inkâr edebiliriz?

    Kâfir futbolun üç buçuk meraklısı varsa bunun iki buçuğu, kâh tenkit edilen rekabet yüzü suyu hürmetinedir. Ben kendi hesabıma futbolu, çelik çomaktan daha fazla sevmemi bu rekabete hamlediyorum. Hoş eski çelik çomaklar bugünkü futbol müsveddesinden daha heyecanlı idi ya!

    Şimdi dinleyin de bana hak vermeyin!

    Cuma günü Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşıyor. Mektepte daha Salı’dan faaliyete geçilir. Talebe futbolculardan Ulvi, Ali, Burhan, L. Mehmet, Muslih, Zıt Kemal, Mithat, Hayri, Fethi… Sürüsüne maşallah.  Zaten bütün takım talebe… Sıkı perhize geçerler. Perhizden maksat zayıflık rejimi değil! Öbür manada… Fakat sinirler de başlar gerilmeğe… İçlerinde yalnız Ali pilâv tabağı adedini arttırmıştır. Kemal de sahada tatbik edeceği nev icat muziplikler düşünmekle meşguldür. O akşam “Gran-kur” da son antrenman, Adil Giray’ın ve Mütevelli Mehmet’in huzurlarında tamamlanır. Perşembe, öğleden sonrayı beklemeden hatta tatlıdan da feragat edilerek erkenden kulüp lokaline düşülür.

    Ertesi gün için Bay Ziya’dan direktif alınacak. Yusuf Ziya, erkânı harbiyesini Sadun Galip, Eşref Şefik, Tahir Yahya, Adil Giray, Sedat Rıza ile teşkil etmiş bulunuyor. Salonun bir köşesine toplanılır ve kondüktörün madam vasıtasıyla sunduğu çaylar, kahveler içilirken ertesi gün için “plân” ihzar edilir. Sadun Galip’in Ali Naci’ye vereceği cevap, Tahir Yahya’nın Çelebi Said’e edeceği mukabele, Müçteba’nın Fikret’e karşı oynatılması, Ulvi’nin muhacim, atlet Vedat’ın santrfor, Nüzhet’in kaleciliği hep bu fasılda karara bağlanır. Elektrikler havanın kararmasına rağmen yakılmaz (şimdi de yakılmıyor amma, o zaman iktisat olsun diye değil!) esrarengiz vaziyet muhafaza edilir.

    Galibiyet takdirinde Necip’in Burgaz’daki evinde ziyafet çıtlatılır. Kunduralar Mahmut’un tamirinden geçer. Yıkanmış parçalı gömlekler ütücüden gelip kondüktöre teslim edilir. Perşembeleri lokal kapısı tıklım tıklımdır. Simalar ekseriya yabancıdır. Kimi, oyunculardan birine yaklaşarak:

    – Bana bir davetiye bulabilir misiniz?

    – Affedersiniz! Lakin sizi tanıyamadım!

    – Olsun efendim! Ben sizi tanıyorum ya!

    Yahud:

    – Falanca futbolcuyu görmek istiyorum!

    – Kim diyelim?

    – Geçen gün tramvayda nasırınıza basan zat geldi, dersiniz. Şeklinde beleşçiler muhavereleri duyulur.

    Peki diğer tarafta neler oluyor acaba?

    Kuşdili’ne giderken dere kenarında Osman’ın gazinosuna bitişik şipşirin beyaz boyalı bir bina. Burası “Fenerbahçe Spor Kulübü” lokalidir. Güzel tanzim edilmiş ufak bir bahçeden geçtiniz mi sağınıza bir tenis kortu gelir. Burada eğer akşam saati ise emektar Galip Mısırlı Tevfik ile bir parti yapmaktadır. Doktor İsmet, üstad Zeki ve Suat’ın ağızlarının suyu akıyor amma, ne çare ki ertesi günü mühim bir koz paylaşılacak. “Barba”nın asık suratına aldırmayarak yandaki kapıdan içeri dalanılar evvela “Mocuk’la karşılaşırlar. Fener kulübünün en büyük hususiyeti, şayanı takdir karakteri küçüklerin büyüklere hürmet, büyüklerin de küçüklere muhabbet beslemeleri ve otoriteyi sarsacak laubali hareketlerden büyük bir hassasiyetle tevakki…

    İşte karşıya gelen alt kat salonda Fuat Hüsnü, Hasan Kâmil, Saip Şevket, Avukat Ramiz, Hamid Hüsnü, Muvaffak Menemenci, merhum ziraat vekili Sabri, Şekerci Ali Muhiddin… Ali Naci de kendilerine iştirak etmiştir. O, bu topluluğun Göbelsi! Derken piyanonun alt başında iskemlelere mektebe başlayan uslu çocuklar sükûnetinde ağır başlı, terbiyeli faal elemanlar. Kıdem adabına pek riayetkâr olarak mevki almışlar. Üstat Zeki, Doktor İsmet, Nedim, Şekip, Kadri, Fahir, Sabih, Alâaddin, Bedri, Suat, Belesçi Ömer.

    O tarihlerde bu asil kulübümüzde de pek öyle “parazitler” yok… Cevat, Sedat, Füruzan, Ulvi, Ragıp, Şahap, Seyfi, Nihat, Haydar gibi gençler de kapının dışında ağabeylerini hayran hayran seyretmekte…

    Fikret, Muzaffer, M. Reşat daha gençler… Dördüncü takım elemanları… Sabih’in idaresindeki antrenman ve Mocuk’un idaresindeki bir maçtan yorgun dönmüşler, muntazam duşlar altında keyifli keyifli soyunup giyinecekler… Yarınki dedikodu ile alakadar bile değiller… Ha! Niyazi’yi, bu gelmiş geçmiş “en nazik Türk futbolcusunu unuttum sanmayın!… O daha İstanbul’a gelmemiş. İzmir’de sanatlar mektebinde okuyor ve Altay küçükleri sınıfında…

    İlk spor muharrirlerinden sevimli arkadaş Salim Hamdi gazetesine fazla malumat toplamak için yukarı katta müzenin bulunduğu odada Salt Çelebi’yi sıkıştırmış havadis istiyor.

    Derken cuma sabahı gelir çatar!

    Milliyet gazetesini açın! Fenere hücum! Akşamı açın! Galatasaraya hücum!

    Bir elli vapuru Kadıköy iskelesine yaklaşmaktadır.

    “Hamsi de koydum tatatavaya… Hamsi de koydum tatatavaya!”

    Sıçradı gitti hahahavayaya hahahavaya!

    Gitti de gelmez o kız buraya…

    Aman mino mino mino,

    Canım mino mino mino

    Papazın kızı of! İmamın kızı!…”

    Güverteden gelen bu sesler, Galatasaraylıların vapurda bulunduklarına işaret…

    Maçın neticesi ne olursa olsun “Hava” bugünkü kadar soğumaz ve söğüş olsun, dövüş olsun, bugünkü kadar şümullü değildir.

    Nitekim mesela ertesi hafta, o zamanlar muhakkak ki Arsenal’den da kuvvetli ve şöhretli olan (Slavya)lar, (Frengvaroş)lar, (Admira)lar karşısında el ele veren memleketin bu güzide evlatları düz beyaz ve bazen da lacivert-Sarı-Kırmızı yollu formalar altında Türk’ün yüzünü ağartmak için ayni gaye yolunda aynı miktarda ter dökerler.

    O zamanın ileri futbolumuzda düştüğümüz en büyük iki hatayı da ilave etmeden yazımı bitirmeyim. Biri Bekir’in Avrupa’da bırakılması, diğeri Refik’in diskalifiyesidir. Bu iki büyük hata futbolumuzun aleyhine birer ağır darbe olmuştur. Bir de daha eskisi var ki o da Hasan’ın ekmek parası aradığı için sürünecek kadar sefalete maruz bırakılıp cüzamlı gibi “profesyonel” damgası vurularak futbollumuzdan uzaklaştırılmasıdır. Ben bu üç “Gaf”ı da affedemiyorum.

    Ayağımı, dolayısıyla gençlimi feda ettiğim futboldan azıcık olsun şikâyetçi değilim de bugüne kadar devam edegelen keşmekeşten gönlüm mustarip. Elbet her zevalin bir kemali olacaktır. Ve Türk futbolu de layık olduğu parlaklığı her bakım dan ihraz edecektir.

    Benim meşin topa olan aşkım yaptığım mukaddimeden sonra, önümüzdeki maçta her iki kulübün berabere kalması hususunu iddiaya sevk ediyorsa da, Galatasaraylı olmaklığım, Galatasaray’ı, mantığım Fenerbahçe’yi galip görüyor. Geçen seferki tahmini de ilk hissim galip geldiği için o yolda ayarlamıştım. Hoş! Osman Münir arkadaşımız Sarı-Kırmızı aleyhindeki bir tahmine sütunlarında yer verir mi? Orası şüpheli!

    Takımları bilmemek de çok fena… Avrupa’da bir hafta evvel ilan bile edilir. Bizde “siyaseti hariciye” gibi gizli tutuluyor. Ne hikmettir anlamam!

    En akla yakın Galatasaray şeklinin: Osman; Lütfi, Adnan; Musa, Nubar, Bedii; Necdet, Süleyman, Cemil, Buduri, Sarafim olduğuna göre ve Fenerbahçe’nin de Hüsameddin; Yaşar, Lebib, Ali Rıza, Angelidis, M. Reşat; Şaban, Esat, Yaşar, Basri, Fikret halinde en kuvvetli manzara gösterdiğine göre takımları Eşref Şefik vari bir kantara vurup kıyas edelim:

    Kaleler; Fenerde daha emin, Geri müdafaa Galatasaray’da çok kıvamında, haf hattı Musa’nın klas üstünlüğüne rağmen Fenerde daha omojen. Hücum, dünyanın en iyi sol açığına malik olmasına rağmen “antrenmanlı” Galatasaray forvetinden daha mazbut gözükmüyor. Galatasaray’ın mutlaka kazanması için bir buçuk saatte Fener kalesini veresiye zorlamaları değil “delik” bulup arada parlamaları kâfi ki bu da şu yukarki elemanlarla (lakin bir tane noksansız) pek mümkün. Yoksa Şaban, Esad, serbest kalacak bir Fikret’in hazır loplariyle beni tahminim de bir kere daha aldatacaklardır.

    Fener takımındaki istikrarsızlıktan Galatasaray’daki meşhur zaafa düşmekte… Galatasaray da Necdet, Süleyman tarafını ferden daha ateşli bir hale sokabilmelidir. Selâhaddin gibi elemanların ise aktif futbolda Adnan Akın, Nuri Bosut hatta Ömer Besim kadar bile bir kıymeti kalmadığını anlamak için Avusturya müdafaasında yer almış olmak icap etmez sanırım.

    Haydi çocuklar! Ağabeyleriniz gibi oynayınız!

    Muvakkar Ekrem Talu – 17 Şubat 1939 – Vakit Gazetesi

    Not: Maç ne oldu diye soracak olursanız; 1-1 bitmiş.

  • Büyük Fikret Bölüm V

    Büyük Fikret Bölüm V

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm V

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm V

    İlk Milli Maçım

    1930 yılı sonlarındaydık. Bulgaristan’da yapılacak Balkan Oyunları’na iştirakimiz kararlaştırılmıştı. Futbola Türkiye, Yugoslavya ve Bulgaristan katılıyordu. Kendi tahminlerimize göre, Yugoslavya’nın birinci, bizim ikinci, Bulgaristan’ın üçüncü olması gerekiyordu.

    Kur’a ile ilk maçımızı Bulgarlarla oynadık. O gün çok kötü oynayan Avni tam beş gol yedi ve maçı 5-1 kaybettik. Antrenör İngiliz Pegnam’dı.

    İkinci maçımızı Yugoslavlarla yapacaktık. Acayip bir forvetle sahaya çıktık. Forvetimizde üç solaçık, iki sağaçık yer alıyordu. Niyazi, Selahattin, ben, Rebii, Eşref…

    Oyun başladı ve 15. Dakika geldi. Rebii’nin sağ tarafına benim sol tarafıma bir top geldi. Ben ilerdeydim. Rebii bana doğru koşarken gözleri dönmüş vaziyette, “Bırak…” dedi. Ben de sanki korkudan bıraktım. Hiç kullanmadığı sağ ayağı ile öyle bir vurdu ki, kaleci uçtu fakat gol… Rebii yanıma geldi ve alnımdan öptü. Tabiatına uygun bir tarzda, “Allah senden razı olsun…” dedi.

    Bir süre sonra benim sağ ayağıma bir top geldi. Solak sayılırım. Ancak sağ vurdum. Yugoslav kaleci uçtu yine gol oldu: 2-0… Bu sonuca bizde şaşırmıştık… Ama canla başla oynuyorduk. Kalecimiz Hüsamettin’i malum şanslarından biri tutmuştu.

    Son on dakika oynanıyordu. Kaptan Nihat, “Fikret…  Fikret…” diye beni çağırdı. Merakla yanına gittim. Meğer tuvalete gitmek istermiş, “Yerime geç…” dedi. Sahadan rüzgâr gibi fırladı. Ancak yetişip yetişmediğini bilmiyorum. Son on dakika ben santrhaf oynadım.

    Ertesi günkü maçta Bulgarlar çok şanslıydılar. 2-0 yenik durumdan seyircinin gayretiyle 3-2 kazandılar. Yugoslavya maçını ve şampiyon oldular. Bizim yerimiz değişmemişti. Yugoslavya üçüncü oldu.

    Yine Bulgarlarla İstanbul’da milli maçımız vardı. Çok iyi oynadığımız halde hakemin kötü idaresi yüzünden 3-2 kaybettik. Aleyhimize verilen penaltı kararı enteresandı. Kaptan Nihat bir topu uzaklaştırmak isterken top yanından geçmekte olan Selahattin’in eline çarptı. Hakem hemen penaltıyı verdi.

    Yine bir akınımızda Alaaddin önünde iki hasım oyuncu bulunurken çaktı gol oldu. Fakat hakem buna da ofsayt verdi. Sebebini sorduk, Bulgar oyunculardan birinin kale çizgisinin içinde olduğunu ve oyun dışı sayıldığını söyledi.

    Daha sonra İzmir’e Türkiye Birinciliği için gelen Avusturyalı hakeme sordum, “Kale içinde olan oyuncu saha içi sayılır. Hakeme sormadan oyuna çıkılıp girilen yegâne yer burasıdır. Bundan dolayı attığınız goldür” dedi.

    Büyük Fikret Bölüm V

    Enteresan Anılarım

    İlk memuriyetim olan Türk Ticaret ve Sanayi Bankası’nda çalışıyordum. Bu bankanın sermayesinin çoğu Fransızlarındı. Her yıl bir Fransız gelir bankanın hesaplarını kontrol ederdi. Bir defa Cordorex gelmişti. Adamın burnu havada olduğu için konuşmak bir problemdi. Benim futbolcu olduğumu öğrenince kendisini önemli bir maça götürmemi adeta emretmişti. Tabii ki kabul ettim ve bir Fenerbahçe – Galatasaray maçına davet ettim.

    Onu Taksim Stadı’nın balkonuna oturtțuğum halde adamın staddan memnun olmadığını anlamıştım. O gün benim futbol hayatımın unutulmaz günlerinden biri oldu. Galatasaray takımında Mücteba adında dünyada her yere girmiş çıkmış bir oyuncu vardı. Sanırım beni sinirlendirmek için kendisine vazife verilmişti. Daha sahaya çıkar çıkmaz bildiği bütün küfürleri sıraladı ve ben kendimi kaybettim. Onunla uğraşmaktan görevimi yapamadım. Maç da berabere bitti.

    Ertesi gün bankaya gittiğimde misafir Fransız esprisi ile karşıma dikildi, “Yahu ben de maçtaydım. Sen oynuyor muydun., farkına varamadım?” dedi. Kızmıştım.

    Kaptan Zeki Bey’in mağazası çok yakındı. Oraya koştum. “Aman kaptan…” dedim, “Beni bir dahaki maça solhaf oynat…” Bana şöyle bir baktı ve “Iyi hazırlan, iyi çalış…” dedi. Anladım ki, kabul etmişti.

    Çok çalıştım ve Galatasaray’la olan rövanş maçında solhafa çıktım. Müçteba karşısında beni arıyordu. İçimden gülerek, “Ara bakalım. Sana küfür etmeyeceğim. Kalanı Leblebi Mehmet’le Kemal Faruki düşünsün…” dedim.

    Leblebi Mehmet’i kardeşim kadar severim. Fakat onu tutmak görevimdi. Mücteba’yı da sıkıca kolluyordum. Ama hiç küfür etmedim. Solaçık oynayan arkadaşıma, “Ben senden ileri inince hemen benim yerimi doldur… dedim. Solhafta insiyatif benim ayağımdaydı. Sık sık akınlara katıldım, rahat rahat top taşıdım forvete… Bu bir taktikti ve Galatasaray’ı 2-0 yendik.

    Ertesi günün basınında Yusuf Ziya’nın bir pomba ile Mücteba’yı şişirmesi çiziliyordu. Şişkinlik bir iğne ile patlamıştı. Bu olaydan sonra rahat bir gece uyudum. Ertesi gün bankaya gittiğimde bizim Fransız heyecanla yanıma geldi ve elimi sıkarak, “Dün seni gördüm. Oynuyordun…” dedi. Güldü ve gitti.

    (DEVAM EDECEK)

    Büyük Fikret Bölüm V

    Fotoğraf-1) Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı yendiği maçtan sonra Kırmızı-Beyaz’da çıkan bir karikatür: Galatasaray: Pot. Beşiktaş: Benden Paso. Fenerbahçe: Rest.

    Fotoğraf-2) Yunanistan’a yaptığımız seyahatte, Reşat, ben ve Niyazi.

    Fotoğraf-3) 1930’da Balkan Oyunları’na katılan Milli Takımımız… Ayaktakiler soldan sağa: Sadun ve Hasnun Galip kardeşler, Fethi Tahsin, Hüsnü, Burhan, Mithat, Sami, Eşref, Niyazi, Selahattin, Hüsamettin, Ben, Nihat, antrenör Pegnam… Oturanlar: Rebii, Abdullah (yan hakem) Miltiadi… Bu maçta Rebii, Eşref, Ben, Selahattin, Niyazi beş açık forvet oynadığı ve Yugoslava’yı Rebii ve benim gollerimle 2-0 yendik…

    Fotoğraf-4) Bükreş’te bir gezinti esnasında topluca çektirdiğimiz bir resim…

  • Halkın En Tuttuğu, En Sevdiği Kulüp : Fenerbahçe

    Aşağıda okuyacağınız satırları kaleme alan kişi, Galatasaray’ın kulüp binasına adını verdiği Şehit Hasnun Galip Bey’in kardeşi, kendisi de muazzam bir Galatasaraylı olan Sadun Galip Savcı… Özellikle en başta yazdıklarına dikkat edin lütfen. Sonra bugünlerde Fenerbahçe’nin geçmişi hakkında atıp tutanların dikkatine sunabilirsiniz. Keyifli okumalar…

    * * * * * *

    Türkiye’nin en popüler kulübü, halkın en tuttuğu, en sevdiği kulüp : Fenerbahçe… Ben Fenerbahçeli değilim ama ne yapayım ki işin doğrusu bu!…

    Fenerbahçe şöhretinin en fazlasını işgal kuvvetlerinin ve hele İngiliz askerlerinin boy boy, çeşit çeşit, renk renk takımlarını yendiği mütareke seneleriyle ondan sonra ecnebi takımlarının memlekete ilk geldiği zamanlarda, yani çok golcü hücum hattını Zeki, Alâ, Bekir, Sabih, Bedri kombinezonlarının sürüklediği ve eski Umumi Katipleri Ali Naci’nin bu kombinezonlarla gollerin propagandasını yaptığı günlerde kazandı.

    Fakat… Bu şöhret ve bu sevgi Fenerbahçe’nin hakkı değil midir? Kurulduğu günden beri, Türk sporunda büyük bir varlık gösteren ve bugün her türlü teşkilatıyla göğsümüzü kabartacak bir kurum haline gelen Fenerbahçe, elbette ki, bu şöhrete ve bu sevgiye layıktır.

    Bugün tesisat ve teşkilatı itibariyle de en zengin kulüplerimizden biri olan Fenerbahçe, 1907 yılında kurulmuştur. Bu itibarla en eski kulüplerimizden biridir. O zamanlar memleketimizde kurulan her kulüp gibi, kuranları ve üyeleri herhangi bir evde toplanan “Fenerbahçe Spor Kulübü”, daha sonraları bir odaya sığındı. O zamandan bugüne kadar da durmadan çalışmasıyla nihayet lokalli, stadlı, bol vesaitli, çok üyeli bir kulüp haline geldi. Aşağı yukarı otuz senelik yaşayışında sporun değişik kollarındaki muvaffakiyetleri, galibiyetleri, şampiyonlukları ile Türk spor tarihinde sahifeler dolduran bir varlık oldu.

    Bugün Fenerbahçe Kulübü’nü idare eden, yedi kişilik bir heyettir. Bu idarecileri tanıtmak lazımdır :

    Kulübün başkanı bakan Şükrü Saraç’tır. İkinci başkanlık Doktor Hayri Celal’dedir. Umumi Katip Anadolu Ajansı Genel Direktörü Muvaffak Menemencioğlu, muhasibi Devlet Demiryolları müfettişlerinden Mehmet Reşat, Genel Kaptanı Zeki Rıza Sporel’dir. İdare heyetini iki üye: Deniz Ticaret Lisesi Spor Öğreticisi Sait Selahattin’le, Eczacı ve Kimyager Cafer Ali tamamlamaktadır.

    Bununla beraber, çok çalışan bu idare heyeti, icap ettiği zaman sayısı yetmişe varan kurucuların da manevi yardımlarına ve sevgilerine dayanmaktadır.

    Zaman zaman, Türkiye’ye giren her sporla uğraşmış ve muvaffakiyetler göstermiş olan Fenerbahçe’nin bugün en fazla meşgul olduğu spor kolları şunlardır:

    Futbol, atletizm, tenis, denizcilik, avcılık, voleybol ve basketbol.

    Sarı-Lacivert renk altında faal sporcu olarak üç yüz elliye yakın Fenerbahçeli vardır. Bunların hangi kollarda çalıştıklarını aşağıda sırasıyla göreceğiz.

    Futbol : Fenerbahçe’nin en fazla önem verdiği spor futboldur. Kulübün bugün on tane takımı vardır. Kulüp, ilerisinin parlaklığını gençlerin yetişmesinde gördüğü için küçük futbolculara büyük bir alaka göstermektedir. Bunun için on takımdan yedisini küçük futbolcular teşkil etmektedir. Bir gençler takımı, bir B takımı ve bir de birinci takım futbolcular kadrosunu tamamlamaktadır. Şu halde, kulübün yeni getirttiği İngiliz antrenör Elliot’un yetiştirmesine ve çalıştırılmasına bırakılan Fenerbahçeli futbolcular aşağı yukarı yüz yirmi kişidir.

    Atletizm : Bu kol, önemine rağmen, fazla gelişememiştir. Kulüp ancak son senelerde atletizmle uğraşmaya başlamıştır. Bugün bu kolda kırk kadar genç çalışmakta ve bunların arasında Cihat, Tevfik, Mufahham, Hilmi, Füruzan gibi az çok tanınmış atletler bulunmaktadır.

    Tenis : Memleketimizde ilk defa bu sporla uğraşan Türk kulübü Fenerbahçe’dir. Kulüp, bu sporda memleket şampiyonlarını yetiştirmiş ve bugüne kadar da rakipsiz kalmıştır. On beşi kadın olmak üzere, altmış kadar üye bu kolda çalışmaktadır. Memnuniyetle kaydedelim ki, bunlardan kırk kadarı bu sporda yeni yetişen ve ilerisi için çok vadeden gençlerdir. Fenerbahçe’nin tanınmış tenisçileri Sedat, Suat, Şirinyan, Zeki Rıza, Sait Selahattin, Galip, Tevfik, Ohanesyan’ı sayabiliriz.

    Denizcilik : Ona yakın kürek vasıtaları olan bu kolda, Ortaköy şubesi de dahil olmak üzere altmış, yetmiş sporcu çalışmaktadır.

    Avcılık : İki sene evvel kurulan bu kol az zamanda çok gelişmiştir. Bu kolda göze çarpanlar arasında Afrika’da aslan avcılığı yapmış olan Sait Selahattin’le, Galip, Turhan gibi bu işte usta kimseler vardır. Kulüpte bu kolun av eşyalarıyla süslenmiş hususi odaları güzel bir köşe teşkil etmektedir. Avcılık kolu sürek avları yapmakta ve çok rağbet gören bu partilere kırk elli avcı iştirak etmektedir.

    Voleybol-Basketbol : Bu kolu yüksek mekteplerdeki Fenerbahçelilerle taraftarları teşkil etmekte ve müsabakalarda iyi muvaffakiyetler almaktadır.

    Fenerbahçe birinci futbol takımı 934-935 mevsimi İstanbul şampiyonu olmuştur. Devam etmekte olan İstanbul Şildi maçlarında da en tehlikeli rakibi Galatasaray’ı 1-2 yenerek yolunda yürümektedir. Fenerbahçe, ecnebi temaslarında da büyük bir hareket göstermektedir. Mesela bir yıl içinde, bir kısmı Güneş Kulübü ile birlikte olarak, ikisi Avusturya, biri Çek, biri Yugoslav ve biri Yunan olmak üzere beş takım getirtmiştir. En son getirttiği takım, 1-3 kazandığı Olympiakos Yunan takımıdır.

    Teniste de Yugoslavların, Romanyalıların milli tenisçileriyle şehrimizde muhtelif temaslar yapmıştır.

    Bundan başka bütün spor kollarında mıntıkanın tertip ettiği resmi ve gerek teşvik müsabakalarına, hususi karşılaşmalara girmiş, bazı muvaffakiyetler almıştır.

    Fenerbahçe, Ankara’da yapılmakta olan stadı şimdilik saymazsak, Türkiye’nin en güzel ve en muntazam stadına sahip bulunmaktadır. Kulübün lokali de bu stadın içindedir. Kulüp, Kuşdili’ndeki eski lokal yandıktan sonra, stadı ve yeni lokali bugünkü haline getirmek için çok çalışmıştır.

    Statta büyük sahadan başka bir idman sahası, beş bin kişilik kapalı ve açık tribünler, güzel bir atletizm pisti, stadın yanı başında iki tane toprak tenis kordu vardır.

    Kulübün lokali güzel döşenmiş büyük bir salon, bir sigara odası, bir idare odası, soyunma, masaj, sıcak duş odalarından ibarettir.

    Bundan başka kapalı tribünlerin altında da misafir ve ecnebi takımlar için soyunma odaları ve duş yerleri vardır.

    Kulübün Kuşdili’ndeki yanan eski lokali yanında da deniz vasıtalarını muhafaza eden bir kayıkhanesi, güzel bir bahçesi ve acemiler için çimento bir tenis kordu bulunmaktadır.

    Fakat bence kulübün en güzel varlığı, üç yüz ellisi faal sporcu olmak üzere 1700 üyesi ve binlerce taraftarının sevgisidir.

    Sadun Galip Savcı (24 Mayıs 1935 – Tan Gazetesi)

  • Halkın En Sevdiği Kulüp

    Halkın En Sevdiği Kulüp

    Aşağıda okuyacağınız satırları kaleme alan kişi, Galatasaray’ın kulüp binasına adını verdiği Şehit Hasnun Galip Bey’in kardeşi, kendisi de muazzam bir Galatasaraylı olan Sadun Galip Savcı… Özellikle en başta yazdıklarına dikkat edin lütfen. Halkın en sevdiği kulüp kimmiş, göreceksiniz… Sonrasında bugünlerde Fenerbahçe’nin geçmişi hakkında atıp tutanların dikkatine sunabilirsiniz. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Gerçeği

    Türkiye’nin en popüler kulübü, halkın en tuttuğu, en sevdiği kulüp : Fenerbahçe… Ben Fenerbahçeli değilim ama ne yapayım ki işin doğrusu bu!…

    Fenerbahçe şöhretinin en fazlasını işgal kuvvetlerinin ve hele İngiliz askerlerinin boy boy, çeşit çeşit, renk renk takımlarını yendiği mütareke seneleriyle ondan sonra ecnebi takımlarının memlekete ilk geldiği zamanlarda, yani çok golcü hücum hattını Zeki, Alâ, Bekir, Sabih, Bedri kombinezonlarının sürüklediği ve eski Umumi Katipleri Ali Naci’nin bu kombinezonlarla gollerin propagandasını yaptığı günlerde kazandı.

    Fakat… Bu şöhret ve bu sevgi Fenerbahçe’nin hakkı değil midir? Kurulduğu günden beri, Türk sporunda büyük bir varlık gösteren ve bugün her türlü teşkilatıyla göğsümüzü kabartacak bir kurum haline gelen Fenerbahçe, elbette ki, bu şöhrete ve bu sevgiye layıktır.

    Bugün tesisat ve teşkilatı itibariyle de en zengin kulüplerimizden biri olan Fenerbahçe, 1907 yılında kurulmuştur. Bu itibarla en eski kulüplerimizden biridir. O zamanlar memleketimizde kurulan her kulüp gibi, kuranları ve üyeleri herhangi bir evde toplanan “Fenerbahçe Spor Kulübü”, daha sonraları bir odaya sığındı. O zamandan bugüne kadar da durmadan çalışmasıyla nihayet lokalli, stadlı, bol vesaitli, çok üyeli bir kulüp haline geldi. Aşağı yukarı otuz senelik yaşayışında sporun değişik kollarındaki muvaffakiyetleri, galibiyetleri, şampiyonlukları ile Türk spor tarihinde sahifeler dolduran bir varlık oldu.

    Kulüp İdaresi

    Bugün Fenerbahçe Kulübü’nü idare eden, yedi kişilik bir heyettir. Bu idarecileri tanıtmak lazımdır :

    Kulübün başkanı bakan Şükrü Saraç’tır. İkinci başkanlık Doktor Hayri Celal’dedir. Umumi Katip Anadolu Ajansı Genel Direktörü Muvaffak Menemencioğlu, muhasibi Devlet Demiryolları müfettişlerinden Mehmet Reşat, Genel Kaptanı Zeki Rıza Sporel’dir. İdare heyetini iki üye: Deniz Ticaret Lisesi Spor Öğreticisi Sait Selahattin’le, Eczacı ve Kimyager Cafer Ali tamamlamaktadır.

    Bununla beraber, çok çalışan bu idare heyeti, icap ettiği zaman sayısı yetmişe varan kurucuların da manevi yardımlarına ve sevgilerine dayanmaktadır.

    Zaman zaman, Türkiye’ye giren her sporla uğraşmış ve muvaffakiyetler göstermiş olan Fenerbahçe’nin bugün en fazla meşgul olduğu spor kolları şunlardır:

    Futbol, atletizm, tenis, denizcilik, avcılık, voleybol ve basketbol.

    Sarı-Lacivert renk altında faal sporcu olarak üç yüz elliye yakın Fenerbahçeli vardır. Bunların hangi kollarda çalıştıklarını aşağıda sırasıyla göreceğiz.

    Şubeler

    Futbol : Fenerbahçe’nin en fazla önem verdiği spor futboldur. Kulübün bugün on tane takımı vardır. Kulüp, ilerisinin parlaklığını gençlerin yetişmesinde gördüğü için küçük futbolculara büyük bir alaka göstermektedir. Bunun için on takımdan yedisini küçük futbolcular teşkil etmektedir. Bir gençler takımı, bir B takımı ve bir de birinci takım futbolcular kadrosunu tamamlamaktadır. Şu halde, kulübün yeni getirttiği İngiliz antrenör Elliot’un yetiştirmesine ve çalıştırılmasına bırakılan Fenerbahçeli futbolcular aşağı yukarı yüz yirmi kişidir.

    Atletizm : Bu kol, önemine rağmen, fazla gelişememiştir. Kulüp ancak son senelerde atletizmle uğraşmaya başlamıştır. Bugün bu kolda kırk kadar genç çalışmakta ve bunların arasında Cihat, Tevfik, Mufahham, Hilmi, Füruzan gibi az çok tanınmış atletler bulunmaktadır.

    Tenis : Memleketimizde ilk defa bu sporla uğraşan Türk kulübü Fenerbahçe’dir. Kulüp, bu sporda memleket şampiyonlarını yetiştirmiş ve bugüne kadar da rakipsiz kalmıştır. On beşi kadın olmak üzere, altmış kadar üye bu kolda çalışmaktadır. Memnuniyetle kaydedelim ki, bunlardan kırk kadarı bu sporda yeni yetişen ve ilerisi için çok vadeden gençlerdir. Fenerbahçe’nin tanınmış tenisçileri Sedat, Suat, Şirinyan, Zeki Rıza, Sait Selahattin, Galip, Tevfik, Ohanesyan’ı sayabiliriz.

    Denizcilik : Ona yakın kürek vasıtaları olan bu kolda, Ortaköy şubesi de dahil olmak üzere altmış, yetmiş sporcu çalışmaktadır.

    Avcılık : İki sene evvel kurulan bu kol az zamanda çok gelişmiştir. Bu kolda göze çarpanlar arasında Afrika’da aslan avcılığı yapmış olan Sait Selahattin’le, Galip, Turhan gibi bu işte usta kimseler vardır. Kulüpte bu kolun av eşyalarıyla süslenmiş hususi odaları güzel bir köşe teşkil etmektedir. Avcılık kolu sürek avları yapmakta ve çok rağbet gören bu partilere kırk elli avcı iştirak etmektedir.

    Voleybol-Basketbol : Bu kolu yüksek mekteplerdeki Fenerbahçelilerle taraftarları teşkil etmekte ve müsabakalarda iyi muvaffakiyetler almaktadır.

    Fenerbahçe birinci futbol takımı 934-935 mevsimi İstanbul şampiyonu olmuştur. Devam etmekte olan İstanbul Şildi maçlarında da en tehlikeli rakibi Galatasaray’ı 1-2 yenerek yolunda yürümektedir. Fenerbahçe, ecnebi temaslarında da büyük bir hareket göstermektedir. Mesela bir yıl içinde, bir kısmı Güneş Kulübü ile birlikte olarak, ikisi Avusturya, biri Çek, biri Yugoslav ve biri Yunan olmak üzere beş takım getirtmiştir. En son getirttiği takım, 1-3 kazandığı Olympiakos Yunan takımıdır.

    Teniste de Yugoslavların, Romanyalıların milli tenisçileriyle şehrimizde muhtelif temaslar yapmıştır.

    Kulübün Varlıkları

    Bundan başka bütün spor kollarında mıntıkanın tertip ettiği resmi ve gerek teşvik müsabakalarına, hususi karşılaşmalara girmiş, bazı muvaffakiyetler almıştır.

    Fenerbahçe, Ankara’da yapılmakta olan stadı şimdilik saymazsak, Türkiye’nin en güzel ve en muntazam stadına sahip bulunmaktadır. Kulübün lokali de bu stadın içindedir. Kulüp, Kuşdili’ndeki eski lokal yandıktan sonra, stadı ve yeni lokali bugünkü haline getirmek için çok çalışmıştır.

    Statta büyük sahadan başka bir idman sahası, beş bin kişilik kapalı ve açık tribünler, güzel bir atletizm pisti, stadın yanı başında iki tane toprak tenis kordu vardır.

    Kulübün lokali güzel döşenmiş büyük bir salon, bir sigara odası, bir idare odası, soyunma, masaj, sıcak duş odalarından ibarettir.

    Bundan başka kapalı tribünlerin altında da misafir ve ecnebi takımlar için soyunma odaları ve duş yerleri vardır.

    Kulübün Kuşdili’ndeki yanan eski lokali yanında da deniz vasıtalarını muhafaza eden bir kayıkhanesi, güzel bir bahçesi ve acemiler için çimento bir tenis kordu bulunmaktadır.

    Fakat bence kulübün en güzel varlığı, üç yüz ellisi faal sporcu olmak üzere 1700 üyesi ve binlerce taraftarının sevgisidir.

    Sadun Galip Savcı (24 Mayıs 1935 – Tan Gazetesi – Halkın En Sevdiği Kulüp)