Etiket: Saint Joseph Lisesi

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır.” Bu satırlarla başlayan Fenerbahçe’nin Kuruluş yıllarına ait araştırmalarımızın bugünkü konusu Ziya Songülen. Nasıl ilk başkan oldu? Fenerbahçe’nin temelini atanlardan olmasına rağmen neden kulüpten ayrıldı? Union Club’ın kuruluşunda rolü neydi? Milli Mücadele’ye katkısı ne oldu? İşte Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    “Bir Devlette İki Kuvvet Olur”

    Nurizade Ziya Bey hakkında sıraladığımız soruları cevaplamadan önce, Fenerbahçe’nin Kuruluş hikayesine doğrudan etki ettiğini her fırsatta dile getirdiğimiz, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar geçen yıllar ile ilgili değerlendirmeler yapmamın konunun bütünlüğünü sağlamak için yararlı olduğunu düşünüyoruz.

    Osmanlı Devleti için 1839 yılında başlayan Tanzimat; 1908’de Meşrutiyet’e, sonrasında da Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede belirleyici bir dönemi ifade eder. Bu yıllarda zayıflayan devlet, ardı ardına tavizler vererek, Batı’nın isteklerine boyun eğmiş ve bir anlamda değişim sürecine girmişti. Tanzimat ile başlayan Batı etkisi, Enver Hoca yazımızda sözü edildiği üzere, yeni okulların açılmasına sebep oldu.  Bu okullarda batı felsefesi ile verilen eğitim sonucunda yeni tip bir “Osmanlı Aydın” zümresi meydana geldi. Ve bu zümre kısa sürede toplumun önemli bir parçası oldu. Aldıkları eğitimle “aydınlanma” yaşayan bu kişiler zayıflayan devlet mekanizması içerisinde yer bulmaya ve zamanla Padişah otoritesine karşı bir tehdit unsuru olmaya başladılar. Padişah ile aydınların arasında adeta bir mücadele başlamıştı. Bu mücadelede Osmanlı aydınlarının en büyük destekçisi gördükleri eğitim felsefesinin kaynağı olan “Batı” oldu. Tanzimat döneminde sadrazamlık yapan Keçecizade Fuad Paşa’nın aşağıda yer alan ifadeleri gerek dönemi, gerekse Batı’nın, Osmanlı aydını için ne ifade ettiğini anlamamızı sağlayacaktır.

    “Bir devlette iki kuvvet olur, biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet oluşturmak imkansızdır. Bunun için bir destek kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir

    Fuad Paşa’nın kastettiği yukarıdan gelen kuvvet Padişah, ona karşı gelinecek destek kuvvet ise Batılı devletlerin elçilikleriydi. Osmanlı aydını 1839-1908’e hatta 1918’e kadar süren dönemde, ülkelerinde yapmak istedikleri iyi niyetli değişimler için Batı’nın desteğini almaya çalışmışlardır. Batılı devletler ise elçilikleri aracılığı ile “aynı dili konuştukları” bu kişilerle ilişkide olmayı tercih etmişlerdir. Bu dönem Osmanlı aydınları arasında “Batılı güçlerden hangisinin desteğini alalım?” sorusunun hayli popüler olduğunu söyleyebiliriz. Padişahlık kurumu ise bir yandan aydınların yapmak istedikleri değişimi kontrol altında tutmaya çalışırken, diğer yandan da Batılı devletlerden sürekli borç almış, böylece devletin ekonomik bağımsızlığı da büyük ölçüde tehlikeye girmişti. 1881 yılına gelindiğinde borçlarını tahsil edemeyen Batılı devletler, Duyun-u Umumiye İdaresi’nin kuruluşuna ön ayak olmuşlardı. Bu kurumun, devletin borçlarının denetlenmesi ve tahsil edilmesi gibi işlevleri vardı. Kısacası artık Osmanlı Devleti bir yarı-sömürge devletti.

    Mehmed Ziya

    Mehmed Ziya Bey, Osmanlı Devleti bu şartlar altında çözülmeye doğru giderken 1886 yılında İstanbul’da doğdu. Anne tarafından Osmanlı hanedanına mensup zengin ve köklü bir aileye sahipti. Aile üyeleri yüzyılı aşkın süredir devlet yönetiminde Sadrazam, Kaptan Paşa, Vali, Belediye Başkanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, Büyükelçilik gibi önemli görevleri yürütmüşlerdi. Ziya Bey’in soyadı kanununa kadar isminin önünde kullandığı “Nurizade” sıfatı ise Tanzimat’ın Dışişleri Bakanlarından Mehmed Nuri Paşa’ya dayanmaktaydı. Ziya Bey’in dedesinin babası olan Mehmed Nuri Paşa, Dışişleri Bakanlığından sonra Londra ve Paris’te büyükelçilik görevini yürütmüştü. Ziya Bey’in ailesi, giriş kısmında sözü edilen Osmanlı aydınların yetiştiği bir aileydi. Bu bilgilere dayanarak ailenin batı felsefesini benimsediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim, 2008 yılında verdiği röportajda Nazan Songülen Karakaş, dedesi Ziya Bey’in Osmanlı kimliğinden kopmadan ancak “İngiliz mürebbiyelerden Avrupai bir eğitim” aldığını da belirtmiştir.

    Saint Joseph’ten Londra’ya

    Nurizade Ziya’nın liseye kadar hangi okullarda okuduğunu bilmiyoruz. Torununun anlattıkları dikkate alındığında evde ailesinin tuttuğu öğretmenlerden eğitim almış olması da muhtemel. Liseyi ise Saint Joseph’te okuduğundan eminiz. Yine torununun anlattıklarından okulda kendisine uzun boyundan dolayı “Fil Ziya” lakabının takılmış olduğundan da haberdarız. Bu bilgi ışığında okulda popüler bir öğrenci olduğunu söyleyebiliriz. Ziya Bey 1903’te 17 yaşındayken okuldan mezun olup İngiltere’ye gitmiş, İngiltere’de İnşaat Mühendisliği eğitimi aldıktan sonra muhtemelen 1906 yılında ülkeye dönüp Duyun-u Umumiye’de memur olarak iş hayatına girmiştir. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’yi kuran kadronun başında yer alacağı süreci anlatmaya başlamadan önce buraya kadar yazılanları maddeler halinde özetlemenin yararlı olacağını düşünüyoruz.

    • Nurizade Ziya Bey, Tanzimat dönemi ile toplumun etkin zümresi olan Osmanlı aydınlarını yetiştiren zengin ve köklü ailelerden birinin üyesiydi.
    • Nuri Paşa ile beraber aile Batı felsefesi ile tanışmış, diğer Tanzimat dönemi aydınları gibi devletin geleceğinin kurtulmasını batı felsefesinin geçerli kılınmasında görmüştü.
    • Ziya Bey, İngilizceyi liseye başlamadan aile evinde, Fransızcayı ise Saint Joseph lisesinde “ana dili” seviyesinde öğrenmişti.
    • Üniversite eğitimini Londra’da almış, yurda döndükten sonra da Batı etkisinin en çok hissedildiği kurum olan Duyun-u Umumiye’de çalışmaya başlamıştı.

    Jön Türkler

    Nurizade Ziya Bey’in futbola olan ilgisini Moda’da büyümesi ile ilişkilendirebiliriz. O dönem futbolun doğduğu topraklarda büyüyen her çocuk gibi bu spora merak sarmış, yapılan maçların izleyicisi olmuştu. Çoğunluğu gayrimüslim olan sınıf arkadaşları ile okul ortamında yaşanan olası sportif rekabet ve sonrasında oluşan hırsı, ilk gençlik yıllarına etki eden olaylardı. Fenerbahçe’nin kuruluşunda yer almış diğer Saint Joseph Liseli öğrencilerde de aynı duyguların oluştuğunu biliyoruz. Nurizade Ziya Bey’in, Londra’da futbolun nasıl bir spor olduğunu ve gerçek anlamda nasıl oynanması gerektiğini gördüğünü de söyleyebiliriz.

    Fenerbahçe’nin doğuşunun anlık alınmış basit bir karar olmadığı, bir felsefeye dayandığı üzerinde ısrarla durduğumuz noktalardan bir tanesi. Bu aşamada 1900’lerin başından itibaren etkinliğini arttıran Jön Türkler hareketi ile ilgili kısa bir bilgilendirme yapmanın yerinde olduğunu düşünüyoruz. Tanzimat’ta batı etkisi ile başlayan aydınlanma sonrasında oluşan Osmanlı aydınları, devlet yıkılmaya doğru gittikçe aralarında organize olmaya, Keçecizade Fuad Paşa’nın yazımızın başında aktardığımız sözlerine atıfla halkı da alttan gelen bir kuvvet olarak organize etmeye çalıştılar. Jön Türkler gerek yaptıkları yayınlarla gerekse yurt içi ve yurt dışı temaslarla Padişah Abdülhamit’in en büyük muhalifi oldular.

    Fener’in Bahçesi’ndeki Koalisyon

    Jön Türk hareketi zamanla İttihat ve Terakki Partisi’ne evrilecek, 1908 yılında ilan edilen Meşrutiyet’in de mimarı olacaktı. Devlet kadrolarında çok sayıda destekçileri vardı. Bunlardan bazıları zamanla yurtdışına kaçtı, sürgün edildi veya tutuklandı. Bu hareketin Fenerbahçe ve Nurizade Ziya Bey ile ilişkisi Jön Türklerin kendi aralarında yaşadıkları fikir ayrılıklarından kaynaklanmaktadır. Jön Türkler’in devletin kurtuluşu için öne sürdükleri fikirlerden ikisi Batıcılık ve Türkçülük’tü. Bu iki fikir, aynı amaca hizmet etmek için doğmuş ve Jön Türk hareketinin içindeki dinamizmi sağlamıştı. Zamanla ise bir koalisyona dönüşmüştür. İttihat ve Terakki ile başlayan bu koalisyon, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da etki etmiş, “Türk kimliğine sahip ancak Batı felsefesini de benimsemiş bir devlet anlayışı” genç Türkiye’nin rehberi olmuştu.

    Peki bu koalisyonun Fenerbahçe’nin kuruluşu ile ilgisi neydi? Enver Hoca araştırmasında ortaya koyduğumuz bilgileri tazeleyerek soruyu cevaplamaya başlayalım. Ortaya attığımız tezde “Saint Joseph Lisesi’nin Türk ve Müslüman öğrencilerinin, yabancı bir misyonun üyesi olan okulda, devlet tarafından görevlendirilen bir öğretmen tarafından bir araya getirilerek Fenerbahçe’ye insan kaynağı sağlandığını” söylemiştik. Bu öğretmen Enver Hoca’ydı. Enver Hoca zamanın ruhuna uygun fikirlere sahipti. Nitekim, yarı sömürgelikten, sömürge olmaya giden ve parçalanan devletin kurtuluşu için okulda öğrencilerine “Türklük ve Müslümanlık” paydasından çıkmadan “hürriyet” duygusunu aşılamaya çalışmıştı. Öğrenciler okulda bu fikirle donanırken, dışarıda ise okuldan mezun ağabeyleri  Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları bir futbol kulübü kurmaya hazırlanıyorlardı. İşte Fenerbahçe, Enver Hoca’nın “Türkçü” söyleminin, Nurizade Ziya Bey’in “Batıcı” fikirlerle şekillenen felsefesinin birleşmesinden doğdu.

    Fenerbahçe’nin İlk Başkanı

    Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Ayetullah, Necip ve Asaf Beylerin ortak özellikleri sadece yaşadıkları semt değildi. Bu dört arkadaş da yabancı dil bilen, batı felsefesini benimsemiş kişilerdi. Asaf Bey tıpkı Nurizade Ziya Bey gibi İngiltere’de eğitim alıp İstanbul’a dönmüştü. Ayetullah Bey, Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nde okumuş bir Osmanlı aydınıydı. (Daha önceden Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Tarihi’ne dayanarak Ayetullah Bey’in Saint Joseph mezunu olduğunu kabul ediyorduk. Ancak Araştırmacı Cem Argun’un Saint Joseph öğrenci listelerinde Ayetullah Bey’in kaydına rastlamadığını bize iletmesinden sonra bu bilgiyi güncellemiş bulunmaktayız.) İlerleyen yıllarda kulübün düştüğü sıkıntılı dönemde Üsküdar ile yapılan birleşme toplantısında sinirlendiği anda “Fenerbahçe benim” cümlesini Fransızca söyleyecek kadar da bu dile hakimdi. Fenerbahçe’nin kurulduğu yıl 16 yaşında olan Necip Bey ise Osmanlı modernleşmesinin başladığı okullardan biri olan Deniz Harp Okulu’nda öğrenciydi.

    Nurizade Ziya Bey bu kadronun lideri konumundaydı. Rüştü Dağlaroğlu’nun onun için yazdığı şu tanımlama, bu liderliğin kaynağını açıklamakla birlikte, yukarıda yaptığımız “Batı” vurgusunu da destekler niteliktedir. “Mükemmel mali durumu ve İngiltere’de tahsil etmiş olmasının verdiği görgü ve spor aşkıyla dört başı mamur bir hüviyetteydi”

    “Işık Saçan Fener”

    Klasik Fenerbahçe tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’nin kurucuları arasından sıyrılıp liderliği ele almasının sebebi olarak mali durumundan dolayı takımın ilk formalarını alıp, masrafları üstlenmesi ön plana çıkarılmıştır. Bu durum göreceli olarak doğru olmakla birlikte, Nurizade Ziya Bey’in kulübün insan kaynağını sağlayan Saint Joseph Lisesi’nin bir mezunu olarak okul kadrosu ile ilişkileri yürütmesi de bu liderlikte etkilidir. Nitekim, futbolcu Hasan Basri’yi Fenerbahçe’de oynamaya ikna etmeye giden heyette o ve Enver Hoca vardır.

    Fenerbahçe’nin ilk amblemi olarak ‘Işık saçan Fener’in seçilmesi dönemin ruhunu yansıtan bir başka öğedir. Enver Hoca’nın yönlendirdiği öğrencilerle birlikte Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Fenerbahçe burnundaki deniz fenerinin yakınlarında antrenman yapmaya başladıklarını biliyoruz. Nurizade Ziya Bey ve arkadaşlarından hangisinin feneri amblem olarak önerdiğini bilmesek de, Jön Türklerin benimsediği ‘Pozitivizm’ akımına gönderme yaptığı açıktır. Kulübün ambleminden sonra ismi de ilk antrenmanların yapıldığı yere atıfla “Fenerbahçe” olarak seçilecektir. Liderliği ile arkadaşları arasından sıyrılıp Fenerbahçe’nin ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey’in kulübün liglere katılması için ilk temasına da öncülük etmiştir.  Rüştü Dağlaroğlu’nun anlatımıyla forma ve malzeme satın aldıktan sonra ligi organize eden James LaFontaine ile karşılaşan Fenerbahçe heyeti, ondan lige katılım sözü almıştır. Bu hikayenin iki aktörünün hayatı yakın gelecekte bir kere daha kesişecek ve kuruluş yıllarının bir başka meselesinde karşımıza çıkacaktır.

    Görevi Bırakış

    Nurizade Ziya Bey’in bir yılı biraz aşkın başkanlık döneminde Fenerbahçe, ilk kez katıldığı ligde başarılı olamadı. Takım futbolcu bulmakta zorlanıyor, Fuat Hüsnü gibi başarılı oyuncular futbol takımının zayıf olmasından dolayı Fenerbahçe’ye katılmak istemiyorlardı. Bu durum kulüpte moralleri bozuyor, başarısız saha sonuçlarını tersine çevirecek motivasyonun sağlanmasını engelliyordu. Nurizade Ziya Bey, ilk takımın savunmasında forma giyiyordu. Kaynaklarda başarılı bir futbolcu olduğuna dair kayıtlara rastlamıyoruz. Ancak, Rüştü Dağlaroğlu, sert şut çektiğine dair bir bilgi aktarmaktadır. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe forması ile günümüze ulaşmış tek fotoğraf var. 1908 yılının son günü yayınlanan Musavver Muhit dergisinde yer alan bu fotoğraf, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bıraktığı günlere rastlıyor.

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkilerini kesmesi aşamalı olarak gerçekleşmiştir. 1909 yılı içerisinde başkanlık görevini bırakmış, 1910 yılında ise kulüpten istifa ederek ayrılmıştır. Öncelikle bilinmesi gereken, o dönem kulübü kuran gençlerin aslında birer sporcu olmasıdır. Hepsi, günümüzün “amatörlük” tanımı içerisinde değerlendirmelidirler. Günümüzün aidiyet anlayışını temel alarak o dönem insanlarını eleştirmek şüphesiz haksızlık olacaktır. Sürekli alınan yenilgilerin, kulüp için yaptığı maddi fedakarlıklar ile birleşmesiyle Nurizade Ziya Bey’in başkanlığı bırakmasının iki nedeni ortaya çıkmıştır. Bu noktada karşımıza bir başka neden olarak değerlendirilebilecek “Union Club” meselesi çıkmaktadır. Bu mesele, Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuşundaki etkisi diğer iki nedenin de çok ötesinde anlamlar içermektedir. 

    Bir Türk – İngiliz Kulübü: Union / İttihat

    Nurizade Ziya Bey’in Başkanlığı bırakmasının Union Club’ın kuruluşunda yer almak istemesi ile yakından ilgisi vardır. Fenerbahçe’ye yaptığı maddi desteğinin karşılığını sahada alamayan Nurizade Ziya Bey, spor yöneticiliği kimliğini, siyasi kimliği ile birleştireceği bu kuruluşta yer almak için Fenerbahçe başkanlığını bırakmış ve dönem tanıklarının aktardığı üzere kulübü ihmal etmeye başlamıştı. Rüştü Dağlaroğlu’na göre Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın kurucuları arasında yer alması onun “büyük davalara girişmek istemesi” ile ilgiliydi. Dağlaroğlu’nun bu muhteşem tespitini ilerleyen satırlarda açıklayacak ve bir anlamda ileriye taşımış olacağız. Belirtmekte yarar olan bir diğer husus da Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bırakmasının Nisan 1909’da başlayan ve “31 Mart Vakası” diye anılan olaylar sonrasında gerçekleşmesidir. 31 Mart Vakası’nın en önemli sonucu Ülkede 30 yıldır süren istibdat rejiminin hükümdarı İkinci Abdülhamit’in tahttan indirilmesidir. Bu tarihten sonra Meşrutiyet’in mimari İttihatçılık hareketi, ülkedeki etkisini arttırmaya başlamıştır.

    Öncelikle Kadıköy’ün İstanbul’da futbolun doğduğu topraklar olduğunu yinelemekte yarar vardır. Kadıköy’ün en popüler futbol alanı ise bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerdi. Kuşdili Çayırı, Papazın Çayırı ile birlikte bu alan futbol oynamak ve izlemek isteyenlerin ilk aklına gelen yerlerden biriydi. Burhan Felek’in anlatımına göre 1906 yılında Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde manzara şöyleydi:

    “Birkaç bin izleyici var. Ne giriş parası var ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiş.”

    Lig maçları bu amatör koşullarda oynanırken, Nurizade Ziya Bey, beş kişi ile beraber, İstanbul’da futbol organizasyonunun profesyonelleşmesi için ilk adımı attılar. Bu o dönem için gerçekten de büyük bir davaydı. Union Club, dönemin ruhuna uygun olan ismiyle 1908 yılının son günlerinde kuruldu. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan bu kulüp İttihat ve Terakki Partisinin “İttihat” ismini kendisine isim olarak seçmişti. Şimdi bu kulübün diğer  kurucularından kısaca bahsedelim.

    Whittal ve LaFontaine

    Osmanlı arşivine baktığımızda futbol ile ilgili olan belgelerin tarihi 1890’lere kadar iner. Bu tarihlerde, dönemin zabıtaları tarafından futbol oynandığına dair yazılan raporlarda dikkat çeken bir isim vardır: Bay Whittal. “Kadıköy Moda’da ikamet eden Mösyö Whittal’in oğullarının öncülüğünde İstanbul’da oturan 25 kadar genç Kuşdili Çayırında toplanarak her Cumartesi top oynamaktadırlar.” İstanbul’da futbolun öncülerinden olan Bay Whittal, Union Club’ın kuruluşunda yer alan iki İngiliz’den biridir. Diğeri ise İstanbul futbolunun erken dönemi ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı James LaFontaine’dir. Fenerbahçe kurucu heyetinin kuruluştan hemen sonra liglere katılmak için söz aldıklarını yukarıda belirttiğimiz, İstanbul Futbol Ligi’ni yöneten kişi olarak Bay James LaFontaine, Bay Whittal ile birlikte Union Club’ın kurucuları olmuşlardır.

    “İngiliz” Mehmed Rıfat

    Kulübün, dört Türk kurucusundan ikincisi Mehmed Rıfat Bey’dir. “İngiliz” lakabıyla tanınan Mehmet Rıfat Bey, o tarihlerde Londra Büyükelçiliği görevini tamamlayıp İstanbul’a dönmüştü. Meşrutiyetten sonra devlet yönetiminde etkili olmaya başlayan İttihat ve Terakki Partisi, kendisini Dışişleri Bakanı olarak görevlendirmek istiyor ancak o bunu kabul etmemekte direniyordu. İttihat ve Terakki’nin bu görevlendirmede ısrar etmesinin nedeni, parti için oluşan “İngiliz Karşıtı” algısının önüne geçmekti. Nitekim Mehmed Rıfat, ısrarlara dayanamayacak ve 1909 yılının Şubat ayında Dışişleri Bakanı olacaktır. Bir İttihatçı olduğunu bildiğimiz Nurizade Ziya Bey’in ikna aşamasının bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dağlaroğlu’nun kastettiği ‘büyük davalar’dan biri de şüphesiz budur.

    Mareşal Cemil Topuzlu

    Günümüzde Mareşal olarak bilinen “Müşirlik” rütbesi ile Padişah Abdülhamit’in doktorluğunu yapan Cemil Topuzlu Paşa, anılarında bize Union Club’ın kuruluşu hakkında en net bilgileri veren kişidir. Union Club’ın dört Türk kurucusundan biri olan Cemil Paşa, İttihatçı kadroya katılmasından sonra 1909 yılında çıkan tasfiye kanunu ile askerlikten ayrılmıştır. Union Club’ın kuruluş dönemi bu kanunun çıktığı günlere denk gelmektedir. Cemil Topuzlu anılarında Union Club’ın kuruluşunda maddi destek verenlerden biri olarak Arif Hikmet Paşa ismini yazar. Meşrutiyetten sonra Bahriye Nazırı olan Arif Hikmet Paşa, 31 Mart Olayı’ndan sonra Abdülhamit’e tahttan indirildiğini söylemeye giden heyetin üyelerinden biridir. Union Club’ın, sadece adıyla değil Türk kurucuları ve maddi destekçileri ile birlikte bir “İttihatçı” kulüp olduğunu söyleyebiliriz.

    Union Club Nasıl Bir Kulüptü?

    Nurizade Ziya Bey’den başlayarak kurucularının siyasi ve toplumsal rollerini açıkladığımız Union Club, takımlar kurup, diğer kulüpler ile mücadele eden bir spor kulübü kimliğine sahip değildi. Ticari ve özel bir işletmeydi. Detaylarını belgeleriyle aşağıda aktaracağımız bu oluşum aynı zamanda İstanbul’da futbolun profesyonelleşmesi için atılan en büyük adımdı. Kulübün faaliyete geçmesiyle, bir anlamda spor kulüplerinin bir federasyon çatısı altında toplanmasının da provası yapılmış oluyordu. Union Club’ın kurulma fikri Cemil Topuzlu’nun daha önceden sitemizde detaylarıyla yayınladığımız anılarına göre Bay Whittal’den çıktı. Bay Whittal, Cemil Paşa’nın evinde verdiği davette kendisine şunları söylemişti:

    “Paşa, çok şükür, hürriyete kavuştunuz, bundan sonra gençlerinizin toplanması daha kolay olur. Görüyorum ki sizde futbol merakı henüz başlamak üzere, halbuki bu spor İngiltere’de umumi ve milli bir oyun halini almıştır. Futbolun, ırkın ve gençliğin tekamülü için de büyük faydaları vardır. Türkiye’de de futbolun gençlik arasında ilerlemesini arzu ediyorum. Bu itibarla Kadıköy cihetinde bir stadyum kuralım, hem halka futbolu sevdirmiş, hem de bu oyunu ilerletmiş oluruz, ve kulübün müessisleri, yani bizler maddeten istifade ederiz”

    Görüldüğü üzere yukarıda yaptığımız “profesyonelleşme” ve “ticari işletme” vurgusu bu satırlarla doğrulanmaktadır. Bay Whittal ile Cemil Paşa’nın bu sohbetine tanıklık eden; Nurizade Ziya Bey, Arif Hikmet Paşa, Mehmed Rıfat Bey ve James LaFontaine, davetin ertesi günü tekrar bir araya gelip kulübün kuruluşunun maddi esaslarını görüştüler.

    1908’de Osmanlı Para Sistemi

    Union Club kurucularının karara bağladıkları maddi esaslara geçmeden önce dönemin Osmanlı Para Sistemi hakkında genel bilgilere yer vereceğiz. Şüphesiz bu bilgileri vermekteki amacımız, okuyucunun konuyu daha iyi anlamasını sağlamak olduğu kadar, genel tarih yazıcılığında yer alan sebepsiz yüceltme ve alçaltmalara da karşı çıkmak olacak. 1900’lerin başında Osmanlı’da kullanılan paralar ve birbirine oranları şöyleydi. Temel birim olan 1 lira; 5 mecidiye / 100 kuruş / 4000 paraya eşitti. Union Club’ın kurulduğu yıl Cemil Topuzlu’nun maaşı 250 – 500 lira arasındaydı. Cemil Topuzlu’nun maddi kazançları üzerinden örnek vermek gerekirse, Osmanlı arşivinde karşımıza çıkan bir belgede 1903 yılında devletin Cemil Paşa’ya ait bir maden arazisini 3.500 lira bedelle satın aldığını biliyoruz. 

    Union Club Kuruluyor

    Cemil Paşa anılarında, kurucular toplantısında kulübü kuracakları yer olarak bugünkü Fenerbahçe Stadının olduğu yeri belirlediklerini ve Ülkedeki diğer tüm araziler gibi Padişaha ait olan bu arazinin alınması için bizzat devreye girdiğini söyler. Aynı toplantıda kulübü kurmak için 3000 liraya ihtiyaç olduğunu da belirlediklerini söyler. Bu rakamı kendi aralarında toplamışlardır. Kendisinin ve Arif Hikmet Paşa’nın 250’şer lira verdiğini, Nurizade Ziya Bey ve Mehmed Rıfat Bey’in ne kadar verdiğini hatırlamadığını, geri kalan paranın da iki İngiliz üye tarafından tamamlandığını belirtir. Bu “tamamlama” ifadesinden İngilizlerin Türklerden daha fazla para verdiklerini anlıyoruz.

    Cemil Paşa ertesi gün sarayın kapısını çalmıştır. Kendi deyimiyle  “O sıralarda Sultan Hamit, mevkii sarsıldığı için, her talebi kabul ediyordu. Bu sebepten, Hünkârın, tarlayı vereceğine emindim.” Ancak işler planlandığı gibi yürümemiştir. Cemil Paşa gibi düşünen çok kişi olduğundan bu dönemde kendisine gelen devlet arazilerinin satın alınmasına yönelik istekler karşısında bir denge sağlamaya çalışan Padişah stat arazisini vermek yerine uzun süreli  kiralanmasına izin vermiştir. Hatırlanacağı üzere, Fenerbahçe Tarihi’nde bu olaya ait belgeler ilk kez sitemizde yayınlanmıştı. Padişah Abdülhamit ile Cemil Paşa,  arazinin yıllık kiralama bedeli olarak 30 altın üzerinde anlaşmışlardı. Böylece, kulüp için gerekli arazi ve inşaat için gereken para temin edilmiş oluyordu. Union Club Kuruluş Nizamnamesi 7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald & Eastern Express Gazetesi’nde yayınlandı. Bu belge ile kulübün yapısı ve üyelik sistemi ile ilgili detaylara ulaşmış oluyoruz.


    Union Club Kuruluş Nizamnamesi

    UNION CLUB
    Tesis tarihi: 1908
    Komite:
    Başkan: Mr.Whittal
    Kasadar: James LaFontaine
    İdare heyeti: Nurizade Ziya, Cemil Paşa, Rıfat Bey, James LaFontaine

    Union Club, atletik ve spor oyunlarının bütün çeşitlerinin gelişimi ve tanıtımı için ve bu sportif cereyanları icra etmek için uygun bir mecra sağlamak üzere Türk ve İngiliz centilmenleri tarafından tesis edilmiştir. Kulüp saha bina ve müştemilatı, Kadıköy Papaz Bahçesi’ne yerleştirilmiştir ve şunları içerir:

    1) 500 metrelik At yarışı ve Bisiklet parkuru
    2) Kriket, Futbol, Rugby, Hokey ve diğer sporlar için çim saha
    3) 1000 kişilik tribün
    4) Resepsiyon, özel balkonlar, restoran, bar, kart oyunları odası, özel soyunma odaları ve kulüp binası
    5) Tenis kortu
    6) Patenli hokey pisti
    7) Güreş platformu

    Kulüp, Eylül ayında bütün eksik işleri tamamlanarak kesin olarak açılacaktır. Şu anda devam eden çalışmalar açılış tarihine kadar bitirilecektir.

    Üyelik:
    A) Tam Üyelik: 2 lira giriş (ilk yıl için), 4 lira üyelik sözleşmesi – kulüp evi, tribünler ve saha kenarı için
    B) Normal Üyelik: 1 lira (ilk yıl için), 2 lira üyelik sözleşmesi – tribünler ve saha kenarı için
    C) Saha kenarı üyeliği sadece 1 lira

    Bütün sorularınız için icra ve idare komitesi sekreteri James LaFontaine’e başvurunuz.

    Görüldüğü üzere Union Club, sadece futbola değil, tüm spor dallarında faaliyet göstermek için kurulan ticari bir işletmeydi. Kulübe üç tip üyelikle giriş yapılabiliyordu.  Günümüzün sağlık ve sosyal kulüplerinin üyelik sistemine çok benzeyen bu sistem, Union Club’ı dönemin diğer kulüplerinden ayıran en önemli unsurdur.

    7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald and Eastern Express gazetesinden

    Saha Kiralanıyor

    Yazımızın başında belirttiğimiz gibi Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuş süreci ikiye ayrılır.

    İlkinde, yaptığı maddi katkının karşılığını sahada başarı olarak alamaması belirlemiş, Başkanlığı bırakmış ve Union Club’ın kuruluşunda mesai harcamaya başlamıştır. Bu süreç 1910 yılına kadar devam etmiştir.

    Peki 1910 yılına kadar geçen sürede Başkan olmadığı yıllarda Nurizade Ziya Bey ile Fenerbahçe Kulübü arasındaki ilişki nasıldı?

    Bu süreçte Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkisini kesmediğinden eminiz. Ancak kulüp içerisinde aktif görev almadığı da bir gerçektir. Kendisinin başkanlığı bırakmasından sonra antrenman yapacak yer bulmakta zorlanan takımın, malzeme ve ekipman tedarikinde de sıkıntı çektiği kaynaklara yansımıştır.

    Kulüp üyeleri, Fenerbahçe’deki üyeliği devam eden Nurizade Ziya Bey’den yardım talep etmişlerdir. Bu yardım talebini karşılıksız bırakmayan Nurizade Ziya Bey, oyuncuların Union Club sahasında antrenman yapmaları için gereken meblağı, kurucusu olduğu Union Club’a ödemiştir. Bu meblağ Dağlaroğlu’na göre 17 lira, Nurizade Ziya Bey’in torunu Nazan Songülen Karakaş’a göre 20 liradır. Esat Nasuhi Baydar’ın 1913 yılındaki ifadesine göre, Fenerbahçe takımı bu sahada idman yapmaya başladıktan sonra İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştır.

    Fenerbahçe’den İstifa

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den istifa tarihi olarak Dağlaroğlu, 1910 yılını verir. Bu tarih Fenerbahçe’nin katıldığı İstanbul Futbol Ligi’ndeki 2. sezonuna işaret etmektedir. İlk sezonda aldığı 5.likten sonra, bu sezonda da takım başarısızlığını sürdürmiş, kötüleşen durum ile birlikte de Nurizade Ziya Bey, kulüpten istifa etmiştir.

    “Kötüleşen durum” ifadesinin altında yatan nedenleri maddiyata bağlamanın yanlış olmayacağı düşüncesindeyiz. Union Club’ın kurucularından biri ve aktif yöneticisi olarak Nurizade Ziya Bey’in bu dönemde Fenerbahçe’deki arkadaşlarının taleplerine maruz kaldığını söyleyebiliriz. Nitekim Nazan Songülen Karakaş’ın, “Ziya Bey’i darıltıyorlar ve Ziya Bey kulüpten ayrılıyor” ifadesi bu yargımızı desteklemektedir.

    İstifa edip kulüple ilişkisi kesildikten sonra kulübün içine düştüğü maddi sıkıntılar,  Nasuhi Esat Baydar’ın anılarında yer verdiği şu satırlarda gizlidir:

    “Fenerbahçe Spor Kulübü birkaç sene, yersiz ve yurtsuz kaldı. Beş kuruş aylık taahhütlerimiz ile top satın alarak maçlarımızı yapar, toplantılarımıza da (evlerimizin) misafir odalarımızı tahsis ederdik. Arkadaşlardan birine ait olduğu halde hemen her gece evden eve taşındığı için müşterek malımız haline gelen bir semaverimiz vardı. Şeker ve gevrek tedarik eder, semaveri yakar, o buram buram tüterken etrafına dizilir, hülyalara dalardık.”

    Nurizade Ziya Bey’in başkanlıktan istifa etmesinden sonra Fenerbahçe, Ayetullah Bey başkanlığı altında yönetilmeye başlandı. Ayetullah Bey’in kulübü ayakta tutmak için gösterdiği çaba, Üsküdar Kulübü ile birleşme görüşmeleri; Kuruluş araştırmalarımızın sonraki bölümlerinde ele alınacak konulardır.

    Şimdi Nurizade Ziya Bey’in hayatının sonraki yıllarına göz atalım. Bu yıllar, siyasi kimliği ve sosyal statüsü hakkındaki önermelerimizi desteklemesi açısından gayet önemlidir.

    Yeni Belgeler

    Fenerbahçe Tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın açılışından bir kaç yıl sonra Fenerbahçe’ye döndüğü ancak herhangi bir görev almadığı yazılmaktadır. Cemil Paşa’nın Union Club’ın beklenen geliri getirmemesi ve Balkan Savaşı’nın ardından başlayan Birinci Dünya Savaşı ile kulübün el değiştirmesine yönelik ifadeleri bu bilgiyi desteklemektedir. Nitekim Fenerbahçe 1912 yılında ilk şampiyonluğunu almış, ayakları üstünde duran bir kulüp haline gelmişti. Döneme ait herhangi bir kaynakta Nurizade Ziya isminin geçmemesi, 1910 yılında yaşanan kırgınlığın izlerinin sürdüğünün bir göstergesidir.

    Nurizade Ziya Bey’in ismine 1910 yılından sonra ilk kez 1918 tarihli bir belgede rastladık. Bu belgede Nurizade Ziya Bey, Almanya’nın Frankfurt şehrine eğitim almak için gittiği belirtiliyordu. Belgede dikkat çekici nokta, Duyun-u Umumiye idaresinde memur olarak göreve başlayan Nurizade Ziya Bey’in artık “müfettiş” olduğuydu.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    9 Mart 1921 tarihli Evening Mail gazetesinden

    Londra Konferansı’nda

    Almanya’dan yurda ne zaman döndüğünü bilmesek de Dağlaroğlu’nun dile getirdiği 1921 yılında gerçekleşen Londra Konferansı’na katıldığı bilgisine sahiptik. Yukarıda göreceğiniz belge ile hem bu bilgiyi doğrulamış, hem de Nurizade Ziya Bey’in birkaç faaliyetini daha gün yüzüne çıkarmış oluyoruz. Evening Mail Gazetesi arşivinden elde ettiğimiz bu belgede, Kurtuluş Savaşı sürerken Londra’da toplanan konferansa Ankara Hükümeti adına katılan heyette yer alan Nurizade Ziya Bey’in bir açıklaması yer alıyor. Bu açıklamada Nurizade Ziya Bey, konferansa gelmeden önce üzerinde tartışma yaşanan bir mesele için Samsun ve Trabzon’a seyahatler yaptığını dile getiriyor. Açıklamasının altındaki imzadan heyetteki görevinin “Secretary” yani “Katiplik” olduğunu anlıyoruz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti
    Suna ve İnan Kıraç Vakfı (İstanbul Araştırmaları Enstitüsü) arşivinden.

    Fenerbahçe’deki Son İki Fotoğrafı

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe Kulübü ile olan ilişkilerinin 1910’dan sonra mesafeli olduğunu ve kulüpte herhangi bir görev almadığını biliyoruz. Bugüne kadar yaptığımız kaynak taramalarında kendisine ait iki fotoğrafa rastladık. İlki Refet Paşa’nın 3 Kasım 1922 tarihinde adı İttihat Spor olarak değişen Union Club Sahasında yaptığı konuşma sırasında çekilen (yukarıdaki) fotoğrafı. Bu fotoğrafın hikayesini geçtiğimiz hafta yayınladığımız Refet Paşa’nın Fenerbahçe’yi Ziyaretiyazısında yayınlamıştık.

    Son olarak 1923 yılındaki Fenerbahçe – Slavya maçı öncesinde çekilmiş bir fotoğrafı paylaşarak araştırmamızın sonuç kısmına geçiyoruz. Bu fotoğrafta “Fenerbahçe Kurucusu” olarak tanımlanan Nurizade Ziya Bey, dönemin Fahri Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi ile görülmektedir.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    24 Temmuz 1339 (1923) tarihli Spor Âlemi dergisinden.

    Sonuç

    Türk Spor Tarihi yazıcılığının en büyük eksikliğinin, ülkede yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri gerektiği gibi dikkate almaması olduğunu düşünüyoruz. Araştırmalarımızı bu eksikliği gidermek üzerine yoğunlaştırmamızın nedeni de erken dönem futbolun siyasetle olan ilişkisinin yadsınamaz boyutta oluşudur. Cumhuriyet döneminde ise bu ilişkinin, kulüpler ve siyasi iktidarlar için, karşılıklı fayda sağlama gibi amaçlar güttüğü ortadadır.

    Ancak Fenerbahçe Tarihi özelinde yapılan “Fenerbahçe’nin, İttihat ve Terakki Partisi’ne dayanarak var olduğu” yargısı dayanaksızdır. Çünkü Fenerbahçe’yi kuran kadro, İttihat ve Terakki’yi meydana getiren  felsefeden gelmiştir. Araştırmalarımızı Tanzimat dönemine  dayandırmamızın sebebi de budur. Zira kurucular yalnızca dönemin şartları gereği bu ilişkiyi kurup, geliştirmemişlerdir. Felsefeleri, Jön Türk hareketinin yarım yüzyıl içerisinde gelişen düşünüşleri ile paraleldir.

    Nurizade Ziya Bey’in Batıcılığı ile Enver Hoca’nın Türkçülüğünün, “Jön Türk” ve devamında “İttihatçı” hareket içerisinde karşılığı vardır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin İttihat ve Terakki döneminde desteklenmesinin nedeni, kurucularının felsefesinden kaynaklanmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu bu önermemize net bir örnektir. İngiltere ile ilişki kurmak isteyen parti yönetimi Nurizade Ziya Bey aracılığı ile bunu gerçekleştirmeyi amaçlamış, Mehmed Rıfat Bey örneğinde de görüldüğü gibi başarılı da olmuştur. Selim Sırrı Tarcan da Nurizade Ziya Bey’in aktif bir İttihatçı olduğunu söylemektedir. Bu yargılarımız, Nurizade Ziya Bey’in Türk Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında Ankara Hükümeti’ne verdiği diplomatik katkıyla da desteklenmektedir. Henüz belge ve kaynaklar ile doğrulanmasa da; Nurizade Ziya Bey’in Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Ankara’da oturduğu ve Mustafa Kemal Paşa ile yakın ilişkide olduğuna dair ortaya atılan tezler de bulunmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu, eksikliğini vurguladığımız tarih yazıcılığının içerisinde değerlendirilebilecek meselelerden birisidir. Genellikle “Nurizade Ziya Bey ve birkaç İngiliz arkadaşı tarafından kurulduğu” yazılan bu işletmenin, ortaya çıkan belgeler ve yeniden değerlendirilen kaynaklardan sonra Türklerin çoğunlukta olduğu bir heyet tarafından kurulup, yönetildiğini bugün ortaya koymuş bulunuyoruz. Sermayesinde Türklerin ve Fenerbahçe kurucularından Nurizade Ziya Bey’in payı olan bu kulübün inşa ettiği stadın, Şükrü Saracoğlu döneminde Fenerbahçe’ye verilmesi, sadece Saraçoğlu’nun Fenerbahçeliliği ya da İttihatçı gelenekten gelmesi ile açıklanamaz.

    Fenerbahçe Stadı’nın temelinde kurucusunun sermayesi vardır.

    Barış KENAROĞLU

  • Ayetullah Bey’in Ailesini Bulduk

    Ayetullah Bey’in Ailesini Bulduk

    Ayetullah Bey, Fenerbahçe tarihinin en ilginç figürlerinden biri… Kuruluş döneminde Fenerbahçe’yi yok olmaktan kurtaran (*) bu müstesna insan, ne yazık ki 1920’yi bile göremeden, bir salgın hastalık sebebiyle hayatını kaybetti. Ve yine ne yazık ki uzunca bir zaman boyunca Ayetullah Bey’e dair (Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1957 tarihli kitabında yazdıklarından başka) bir şey öğrenme şansımız olmadı. 2007’de basılan ve henüz halka satışa sunulmayan Asr-ı Fener de (bildiğimiz kadarıyla) ailesi özelinde yeni bir şey söylemiyordu… Fakat talih! Ağustos ayında Necip Okaner hakkında araştırma yaparken, hiç beklemediğimiz bir anda Ayetullah Bey’in ailesini bulduk.

    Kitaplar Ne Diyordu?

    Önce yukarıda ismini zikrettiğimiz kitaplarda yazılanları bir araya getirelim… İki kitap da Ayetullah Bey’in Hareket Ordusu erkânından Piyade Feriki Şevki Paşa’nın oğlu olduğunu yazarken, okuduğu okullar hususunda birbirlerinden ayrılmışlar. Rüştü Dağlaroğlu, Ayetullah Bey’in St. Joseph Lisesi’ni bitirdiğini söylüyor fakat Asr-ı Fener’in görüşü Galatasaray Lisesi’nde başlayıp Y.Faure Fransız Lisesi’ni bitirdiği yönünde! Ailesi hakkında ise herhangi bir bilgi yok.

    Biz Ne Bulduk?

    28 Mayıs 1983 tarihli Milliyet gazetesinde bir ölüm ilanına rastladık. Nilüfer Lüy’ün 26 Mayıs 1983’de vefat ettiğini bildiren bu yeni bilgi, Fenerbahçe tarihi için çok önemli soruların cevaplarını beraberinde getirdi ve heyecan veren yeni suallere yol açtı. İlanda şöyle yazıyordu:

    “Merhum Korgeneral Şevki ve Müveddet Arz’ın kızı, merhum Yüzbaşı Raşit ve İsmet Loğa’nın gelini, Fenerbahçe Kulübü kurucularından Ayetullah’ın kardeşi, Necip Okaner’in yeğeni, merhum Reşat ve Abdi Loğa’nın yengesi, Maskat Sultanı Tarık Alsait’in teyzesi, Celasin-Fahriye Lüy’ün annesi, merhum süvari Rıdvan Lüy’ün eşi, Lüy, Zembilci, Atman, Çakır, Akkeskin, İncesu, Ersev, Oçbe, Big ailelerinin teyzesi, yengesi, halası Nilüfer Lüy, 26 Mayıs 1983 günü vefat etmiştir. 28 Mayıs 1983 günü ikinci namazından sonra Kanlıca Camii’nden ebedi istirahatgahına defnedilecektir”

    Lale Atman Anlatıyor

    İlanda Atman soyadını görünce aklımıza (Fenerbahçe’nin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel‘in yakın arkadaşı) merhum Ahmet Atman ve onun torunu, sayın Lale Atman geldi. Belki sorularımıza bir yanıtı olur ümidiyle kendisine yazdık. Sağ olsun, çok yardımcı olacak şu yanıtları verdi.

    “Nilüfer Lüy, Rıdvan Lüy ile evliydi. Tek çocukları olmuştu, adı Celasin. O da tenisçiydi ve Fenerbahçe’de oynardı. Hatta 1945 senesinde olaylı bir Fenerbahçe-Galatasaray tenis turnuvası olmuş. Nilüfer teyze’nin ailesi Maşukiye civarındandı ve Çerkes olduklarını biliyoruz. Dedesi Osmanlı’da katipmiş. Ahmet Atman ve Necmiye Atman’ın (dedemiz ve babaannemiz) çok yakın dostlarıydı. Öyle ki eşi Rıdvan Lüy vefat ettikten sonra gelip birkaç sene bizimle kalmıştı. Sonra halam Esin Zembilci’nin kızı Ela doğunca halamlarda, babaannem ile birlikte kaldı. Vefat edene kadar orada kaldı ve Kanlıca mezarlığında gömülüdür. Fransız okulunda okumuş, son derece kibar, görgü kurallarına riayet eden, disiplinli, ufak tefek, zayıf ve çok hoş bir insandı. Hepimizde emeği çoktur. Babam ona Neylüfer teyze derdi. Ve dediğiniz gibi hepimizin çok sevip saydığı aile büyüğümüzdü. Eşi Rıdvan Lüy TJK’da bir dönem yanlış hatırlamıyorsak saha komiserliği yapmıştı.”

    Fenerbahçe’nin Kurucu Yeğenleri

    Nilüfer Hanım’ın vefat ilanından ve Lale Hanım’ın anlattıklarından anladıklarımız şimdilik şunlar:

    • Ayetullah Bey’in babasının adını ve rütbesini biliyoruz ama hangi Şevki Paşa olduğunu bilmiyoruz.
    • Eğer bir “üvey kardeşlik” durumu yoksa, Ayetullah Bey’in annesinin adı Müveddet.
    • Fenerbahçe tüzüğünde ismi geçen beş kurucudan ikisi, Ayetullah Bey ile Necip Okaner “bir şekilde, büyük olasılıkla anneleri tarafından” yeğen.
    • Fenerbahçe’nin ünlü tenisçilerinden Celasin Lüy, Ayetullah Bey’in kız kardeşinin oğlu. (**)

    Hazır belgelerden konu açılmışken, Necip Okaner konusunda da birkaç şey söylemek istiyoruz.

    Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Maarif (Milli Eğitim) Bakanı Abdurrahman Sami Paşa idi.

    İşte onun çocuklarından biri olan Hüdai Bey, Necip Okaner’in babasıydı.

    Yine Abdurrahman Sami Paşa’nın bir diğer torunu (Basra Valisi Hasan Bey’in oğlu) Hassan Sami Kocamemi de Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabında “Fenerbahçe’nin ilk 6 kurucusundan biri ve ilk kadrosunun müdafi oyuncusu” şeklinde nitelendirilmişti.

    Bununla beraber, Abdurrahman Sami Paşa ailesinin Fenerbahçe ile üst düzey ilişkisi sadece kuruluş dönemiyle sınırlı değil. 1935 Türkiye Şampiyonluğu maçlarında kadromuzda bulunan ve 28 Haziran 1953 – 18 Temmuz 1954 tarihleri arasında Fenerbahçe Başkanlığı görevini yürüten Bedii Yazıcı da paşanın büyük torunlarından birisiydi.

    Sonuç

    Anlaşılan o ki bugüne kadar kimse bu bağlantıları araştırma ihtiyacı hissetmemiş veyahut da araştırsa bile bilgilerin nereden ve kimden alındığını belgeleyip paylaşmamış. Bu sebeple de Fenerbahçe camiası olarak belli kalıpların (hatta bazen yanlış bilgilerin arasında) sıkışıp kalmışız.

    Ayetullah Bey ve diğer kurucularımız ile ilgili araştırmalarımız olanca hızıyla devam ederken, biz bu yazıyı “Tarihçi” çalışma arkadaşımız Barış Kenaroğlu‘nun cümleleriyle bitirelim…

    Tarih yazımını; belgelere dayanarak, belgelerin de “kaynak” statüsünde olup olmadığını özenle değerlendirerek yapmaya çalışıyoruz. Tarihi gerçeklerin ortaya çıkması için emek veren tüm tarih meraklılarının da katkılarını beklediğimizi belirtmek istiyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    (En baştaki Ayetullah Bey fotoğrafı Salt Araştırma arşivinden temin edilmiştir)


    Müthiş Bir Keşif

    Yazı yayınlandıktan sonra, Bozkurt K. Yılmaz‘ın aracılığı ile Fenerbahçe camiasını kurucusuna, kurtarıcısına ve başkanına kavuşturan Mehmet Auf’a ve eşi Ebru İpek Auf’a sonsuz teşekkürlerimizle.Fenerbahçe’nin, dolayısıyla İstanbul’un ve Kadıköy’ün tarihî simaları olan Ayetullah Bey’i, babası Piyade Feriki Şevki Paşa’yı, kız kardeşi Nilüfer Lüy’ü, kız kardeşinin eşi Rıdvan Lüy’ü ve yeğeni Fenerbahçeli tenisçi Celasin Lüy’ü saygıyla anıyoruz. Huzurlarınızda Ayetullah Bey’in ve ailesinin tarihî fotoğrafları.

    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk

    Notlar

    (*) Ayetullah Bey Fenerbahçe’yi Nasıl Kurtardı?
    (*) Ben Fenerbahçe’yim!
    (**) Bir bilgi daha var ama bu yalnızca bir çıkarımdan ibaret… Vefatlarimiz.com internet sitesinde şöyle bir ilan var. Celasin Lüy’ün eşinin vefat ilanı olabilir. Zira isimler tutuyor ama tabii araştırmaya ve teyide muhtaç : “Acı Kaybımız : Celasin Timur Lüy’ün eşi, Ahmet Auf’un ablası FAHRİYE LÜY’ü kaybettik. Cenazesi 17 Ağustos 2006 tarihinde Ankara Kocatepe Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Karşıyaka Mezarlığında toprağa verilecektir.”


    Fotoğraflar

    Ayetullah Bey'in ailesini bulduk.
    İlk resimde, Necip Okaner’in babası Sami Paşazade Hüdai Bey çocukluk yıllarında kardeşleriyle beraber. İkinci resimde Hassan Sami Kocamemi’nin babası Sami Paşazade Hasan Bey… (Şehir Üniversitesi arşivinden)
    Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    Abdurrahman Sami Paşa’nın soy ağacında Necip Okaner’i ve Hassan Sami Kocamemi’yi gösteren kısım (Şehir Üniversitesi arşivinden)
    Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    Abdurrahman Sami Paşa’nın soy ağacında Bedii Yazıcı’yı gösteren kısım (Şehir Üniversitesi arşivinden)
  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II / Yeni Belgeler

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II / Yeni Belgeler

    Barış Kenaroğlu, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kuruluş felsefesi üzerine araştırmalarını genişletmeye devam ediyor. Bir devam yazısı mahiyetinde olan “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II” huzurlarınızda.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tez-Antitez-Sentez

    Tarih yazımını; belgelere dayanarak, belgelerin de “kaynak” statüsünde olup olmadığını özenle değerlendirerek yapmaya çalışıyoruz. Akademi etiğinden ayrılmadan, Fenerbahçe Tarihi’ne bir satır bile olsa katkı yapmış herkesi, bu etik çerçevesinde saygıyla değerlendirmek de üstlendiğimiz misyonlardan birisi. Ancak gerçek şu ki: “belgeye ve akademik olarak kabul edilmiş güvenilir kaynak sınıflamasına göre yazılan Tarih, şüphesiz devinim içerisinde… Her gün yeni belgeler, yeni kaynaklar tarihçilerin karşısına çıkabiliyor. Bu kaynaklar kimi zaman ortaya atılan tezleri destekliyor, kimi zaman da çürütüyor.

    Aşağıda okuyacağınız satırlar, iki hafta önce kaleme alınan “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca” makalesinde ortaya attığımız tezi destekler nitelikte belgeleri içeriyor olacak.

    Enver Hoca’nın kuruluştaki rolü ile ilgili açtığımız tartışmanın Fenerbahçe Tarihi meraklılarını harekete geçirdiğini görmek bizi fazlasıyla memnun etti. Camiamıza mensup tarih meraklılarının yeni “belge” ve “kaynak” arayışlarının olumlu sonuçlanarak yayınlanması ve tez-antitez-sentez üçlemesinin Fenerbahçe Tarihi’nin bugüne kadar karanlık kalmış olan bu sayfasını aydınlatması, karşılık beklemeden verdiğimiz  emeklerin tek amacıdır.

    Yeni Bir Belge

    Komisyon-u Mahsusa Serkatib-i Celilesine

    Şerefvarid olan 4 teşrin-i sani 1322 tarihli tezkere-i ali-i daveranelerine cevabdır: Kadıköy ve Haydarpaşa Frer mektebinde lisan-ı Türki muallimliğinde bulunan zatın, nezaret-i acizice celb ve davet edildiğine dair bervech-i kayd malumat olmadığı anlaşılmış olmağla, ol babda


    Özel Komisyon Başkatipliğine

    19 Kasım 1906 tarihli Yüce Vezirimizden (Bakandan) şerefle gelen tezkereye (sorunun yazılı olduğu pusula/kağıt) cevaptır: Kadıköy ve Haydarpaşa Frer Okulu’nda (Saint Joseph Lisesi) Türkçe öğretmenliği yapan kişinin, nezaretimizce (bakanlık) çağrıldığı ve davet edildiğine ilişkin bir kayıt olmadığı anlaşılmıştır.


    Özel Komisyonlar

    Abdülhamit döneminde istihbarat faaliyetlerine verilen önemi yazımızda belirtmiştik. Bu dönemde bakanlıklar içerisinde münhasıran “Özel Komisyonlar” kurulduğu da biliniyor. Danıştığımız Hocalarımızın bize verdiği detay ise: “bu komisyonların çalışmalarının dışarıya kapalı olması” Belgeyi incelediğimizde imzasız ve hangi bakanlığa bağlı komisyon adına cevaplandığını göremiyor olmamız bu detayı destekler nitelikte. Kısacası istihbarat faaliyetlerinin olmazsa olmazı “gizlilik” ilkesi belgeye yansımış durumda.

    Yazımızda öne sürdüğümüz tezi özetleyerek, yukarıdaki belge ışığında değerlendirmelerimize geçebiliriz.

    Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Türk-Müslüman öğrenci ile bir kulübün insan kaynağını oluşturması

    Kadıköy ve Haydarpaşa’da şubeleri olan Saint Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmenliği kişinin Enver Hoca olduğunun maddi kanıtlarını sunmuştuk. Fotoğraflar ve dönemin tanıklarının yazdıkları da kendisinin İstanbul’da öğretmenlik yaptığını doğruluyordu. Siciline göre o tarihte İstanbul’da görev yapan bir gümrük memuru olduğu kesin.

    Peki yukarıdaki belgeyi nasıl okumalıyız? Bakanlıklara bağlı özel komisyonların belirli aralıklarla toplandığı ya da bilgi alma amacıyla davetlerde bulunduğu anlaşılıyor. Bu toplantılara da komisyonlar adına çalışan ya da komisyonlarla ilişkisi olan kişiler davet edilmekte. Belgeye göre; bakanlık, 1906 Kasımı ayında komisyona, önceki toplantıya Enver Hoca’nın davet edilip edilmediğini soruyor. Komisyon ise kendisine davet gönderilmediği cevabını veriyor.

    Belge üzerinden tezimizi destekler nitelikteki yapacağımız çıkarım: Enver Hoca’nın özel komisyon tarafından bilinmesi. Faaliyetlerinin bir parçası olması. Daha önceden toplantılara çağırılıp çağırılmadığı, 1906’dan sonra ne oldu da bakanlığın böyle bir soru sorma ihtiyacı hissettiği şimdilik soru işareti. Umudumuz ve gayemiz odur ki arşivin derinliklerinde yeni belgeler karşımıza çıkar ve gerçekler tescillenmiş olur.

    Hasan Basri Bey’in Anıları

    Tezimizin ilk aşamasını oluşturan Enver Hoca’nın “Devlet tarafından görevlendirilmiş bir memur” olması yargısının altını bu belge ile çizdikten sonra, “Türk-Müslüman öğrencileri futbol ile bir araya getirip Fenerbahçe’nin altyapısını oluşturması” kısmına geçebiliriz.

    Fenerbahçe’nin ilk kadrosunda yer alan bir diğer Saint Joseph Liseli genç olan Hasan Basri Bey’in, 1932 yılında Türkspor Dergisi’nde yayınlanan hatıralarında, Fenerbahçe’nin kuruluş günlerine ait şu ifadeler yer alıyor:

    “İlk kulübüm olan Kadıköy’de (Kadıköy Futbol Kulübü) üç sene bulundum ve bu müddet zarfında kulübüm hep şampiyonluğu korudu. Fakat üç sene sonra bu kulüpten ayrılmak zorunda kaldım. Sebebine gelince: Fransız Mektebi’nde Enver Bey isminde bir Türkçe öğretmenim vardı. Sadi Bey ve Ziya Bey (Nurizade Ziya) bu öğretmen ile beraber bana gelerek, Kadıköy Kulübü’nü terk edip yeni kuracakları kulüpte beraber çalışmamızı istediler. Bu üç hürmet ettiğim adam, böyle bir Türk kulübü doğarken bir yabancı kulüpte ve Rumlarla beraber oynamaman ve kendileri ile beraber bir İslam kulübü yapılması çaresini arayıp çalışmam gerektiğini söylediler. Bu, benim arayıp da bulamadığım bir şeydi. Ben de, kulübün sadece Türklerden oluşması şartıyla birlikte çalışacağımızı vaadettim. (…..) Kendi kanımdan kardeşlerimle bir Türk ve Müslüman kulübünün büyüyüp yaşaması için çalışacaktım”

    Hasan Basri Bey’in hatıralarından anladığımız kadarıyla, Enver Hoca, sadece okuldaki öğrencilerini Fenerbahçe’ye yönlendirmekle kalmamış aynı zamanda semtin gayrı müslim takımlarında top koşturan Türkleri de Fenerbahçe’ye kazandırmaya çalışmış. Hasan Basri örneğinde görüldüğü gibi bunu da başarmış. Yazıdan ortaya çıkan bir diğer önemli nokta da, Hasan Basri’nin kendisini ziyarete gelen heyetin başı olarak Enver Hoca’yı işaret etmesi. Şüphesiz en önemli çıkarımımız Hasan Basri’yi ikna etmeye gelen heyetin “Türk ve Müslüman” kulüp vurgusunu yapması.

    Fenerbahçe’nin İnsan Kaynağı

    Bu belgelerle beraber Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolüne ilişkin bir tanık daha bulmuş oluyoruz. Nasuhi Esat ve Sait Selahattin’den sonra Hasan Basri’nin de yazdıkları Enver Hoca’nın kuruluştaki rolünü doğrulamış oluyor. Satırlarımızı önceki yazımızın sonuç kısmında yer alan değerlendirmemiz ile bitiriyor, giriş kısmında belirttiğimiz gibi tarihi gerçeklerin ortaya çıkması için emek veren tüm tarih meraklılarının da katkılarını beklediğimizi belirtmek istiyoruz.

    “Mülkiye’den mezun olan Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Müslüman Türk öğrenci ile bir kulübün insan kaynağını oluşturması Fenerbahçe Tarihi’nde öne çıkarılması gereken en önemli noktadır. Enver Hoca’nın bir Türkçe öğretmeni iken beden eğitimine verdiği önem, birlik beraberlik ve yardımlaşma üzerine yaptığı vurgular ve modernist bakış açısı dönemin ruhunu yansıttığı gibi; kulübün fikri altyapısının oluşmasına da etki etmiştir”

    Barış KENAROĞLU – Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II / Yeni Belgeler


    Not : Fenerbahçe’nin 1914’deki Rusya seyahati sırasında Hasan Basri Bey de vardı. Yukarıdaki resimde ayakta, sağdan beşinci sırada…

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır. Fenerbahçe’nin kuruluşu farklı bir bakış açısıyla değerlendirilip, yeniden yazılması gereken tarihi meseleleri de içerisinde barındırır. Kulübün kurumsal tarih tezi kapsamında kabul ettiği olgulardan birçoğunun bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin sebepleri, döneme ilişkin kaynakların yetersiz olması ve az sayıdaki araştırmacının resmi tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır. Fenerbahçe’yi kuran ve kuruluşunda pay sahibi olan kişilerin hayat hikayeleri ve kuruluştan sonra geçen yıllardaki faaliyetleri; ‘Fenerbahçe’nin Kuruluşu’nu özel kılan ana unsurlardır. Bu unsurlar, dönem için kalıplaşmış yargıların değişmesi ya da bazı ender durumlarda da desteklenmesi için yeniden yazdığım Fenerbahçe’nin kuruluş tarihinin ana dayanaklarından birisi olacaktır.”

    Bir süredir üzerinde çalıştığımız “Fenerbahçe’nin Kuruluşu” adlı kapsamlı araştırmanın giriş kısmı bu satırlarla başlıyor. Detayları önümüzdeki aylarda araştırma yayınlandığında gün yüzüne çıkacak olan birçok “mesele” var bu dönem ile ilgili. Bugün, Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesinin en önemli meselesini bu yazının konusu olarak sunmak istiyoruz: “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca”

    Kadıköy, Saint Joseph ve Fenerbahçe

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol, Saint Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin kuruluşu, 1864 yılından beri Moda’da faaliyet gösteren bu okulun varlığı ile yakından ilgilidir.

    Moda ve Kadıköy, İstanbul’un “Küçük Britanya” diye anılan, yabancı nüfusun çoğunlukta olduğu bir semtlerinin başında gelmekteydi. Kadıköy bu demografik yapısı nedeniyle başkent genelinde hüküm süren Padişah Abdülhamit kaynaklı baskıdan etkilenmemekte; semtte, şehrin geri kalanına göre “Liberal” bir yaşam tarzı hüküm sürmekteydi. Gittikçe zayıflayan devlet mekanizmasının varlığını sürdürebilmesi için yabancı devletlerle kurduğu ilişkilerde “denge” politikasını benimseyen Padişah, genellikle onları kızdırmamak için kendi topraklarında yaşayan yabancıların özgürlüklerine dokunmuyordu.

    Futbol, İstanbul’da, bu koşulların bir araya gelmesiyle Kadıköy’de doğdu. Bu doğumun hangi yıla denk geldiği tartışmalı olsa da İstanbul’da yabancılara yönelik yayın yapan Levant Herald Gazetesi’nin 1 Aralık 1906 tarihli sayısında yer alan şu ifadelerin tartışmayı bitirecek nitelikte olduğu düşünülebilir. “Futbol, çok uzun yıllardır İstanbul’da oynanmasına rağmen, 1895-1897 yılları arasında şehri ziyaret eden İngiliz Kraliyet gemilerinin mürettebatıyla yapılan maçlarla başarılı bir şekilde hayatımıza giriş yapmıştır.”

    Gazetenin değerlendirmesine göre artık Kadıköy’ün genç nesli futboldan başka bir şey düşünmemekte, havanın güneşli ya da yağmurlu olmasını önemsemeyen 5000’e yakın kişi önemli maçları seyretmek için toplanmaktaydı.

    Futbol Sıkı Takip Altında

    Yabancıların özgürce futbol oynadıkları Kadıköy’de Türklerin bu spora ilgi duymamaları düşünülemez. Ancak ülkede yaşayan yabancılara ve Müslüman olmayan vatandaşlara karşı izlenen hoşgörülü politikadan, Türkler faydalanamıyor, Black Stockings örneğinde olduğu gibi en ufak girişim bile cezalandırılıyordu. Özetle, bu dönemde futbol “sıkı takip altındaydı.”

    Türklerin özendikleri yabancılar gibi futbol oynamaya başlamasında iki büyük etken vardır. Bunlar, 1839’da başlayan Tanzimat dönemi ile eğitimde modernleşme kapsamında açılan okullar ve 1902 yılından sonra ülkede siyasi iklimin değişmesidir.

    1854’te Beyoğlu’nda ilk açtığı binasından 1864 yılında Moda’ya geçen ve 1870’de bugünkü yerine geçen Saint Joseph Lisesi ve 1868’de açılan Mekteb-i Sultani, Fransız eğitim sistemine göre dizayn edilmişti.  Arnavutköy’de 1863 yılında açılan Robert Kolej ise Amerikan eğitim sisteminin İstanbul’daki temsilcisi konumundaydı. Bu üç okulun yapısı birbirinden farklı olsa da Türk futbolunun doğuşunda rolleri büyüktür.

    Müslüman olmayan öğrencilerden kurulu Robert Kolej’in futbol takımı İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı. Kolejin öğretmenlerinden Reşat Danyal, Black Stockings’i kuran kadroda yer almış ve kısa ömürlü bu kulübün başkanlığını yapmıştı.

    Osmanlı Devlet mekanizmasına memur yetiştirmek üzere kurulan Mekteb-i Sultani 1905 yılında bünyesinden Galatasaray Futbol Takımı’nı çıkarmış ve bu takım ilk Türk takımı olarak İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı.

    Okullar Hafiye Baskısından Kurtuluyor

    Peki Türk gençleri daha birkaç sene önce peşlerindeki hafiyelerin baskısından top oynamaya korkarken nasıl oldu da takım kuracak kadar cesaret buldular?

    Bu sorunun yanıtı gelişen siyasi olaylarda gizlidir. Devlet, bu yıllarda doğuda çıkan ve hızla yayılan vergi isyanları, Balkanlar’daki kaynaşmalar, Ermeni ayaklanmaları, yurtdışına kaçan Jön Türkler’in faaliyetleri ile uğraşıyordu. Bozulan ekonomiyi de hesaba katarsak, Türklerin futbol oynaması bu sayılanların yanında dikkate alınacak bir tehlike değildi. Ki zaten Mekteb-i Sultani, Osmanlı seçkinlerinin çocuklarını devlete memur olarak yetiştiren bir okuldu. Bu sebeple başlayan sportif faaliyetlere engel olunmaması okulun öğrencilerine bürokrasinin tanıdığı bir ayrıcalıktı. Moda’da eğitim veren Saint Joseph ise, tıpkı Robert Kolej gibi yabancı misyonu tarafından kurulmuş, bu özelliği ile Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olmadan eğitim veriyordu.

    Kurthan Fişek’in Türkiye Spor Tarihi adlı kitabındaki analizi bu dönemde okulları ile kurulan futbol takımları arasındaki ilişkiyi net bir şekilde açıklamaktadır: “Takımların büyük bölümünün mektepli oluşu, her türlü örgütlenme ve kalabalıklaşmanın yasak olduğu bu dönemde, okul duvarları arkasında ve spor yapılmasının sağladığı güvenceyle açıklanabilir.”

    Her üç okulun öğrenci sayılarını incelediğimizde Müslüman öğrenci sayısının en fazla olduğu okul Mekteb-i Sultani’ydi. Saint Joseph’in Türk futbolunun başlamasına en büyük etkisi Fenerbahçe’nin kuruluşundaki payından birkaç yıl önce Mekteb-i Sultani’nin futbol topu ile tanışmasıyla ortaya çıktı.  Saint Josephli bir öğretmenin Fransa’dan getirdiği futbol topu, bir öğrenci aracılığıyla Mekteb-i Sultani’ye gelmişti. Bu olaydan yıllar sonra Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen, 1904 yılında Kadıköy’de izlediği maçtan sonra bir takım oluşturmaya karar verdi. Galatasaray ve Robert Kolej gibi okul takımlarının da içinde olduğu İstanbul Futbol Ligi’nin karşılaşmaları bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde oynanıyordu.

    Yabancıların tekelinden çıksa da hakimiyetlerinde oynanan ve çoğu kez de üstünlükleriyle biten lig maçlarının izleyicileri arasında Kadıköylü Türk gençleri de vardı. Bu gençlerin 1907 yılına gelindiğinde Fenerbahçe’yi kuran kadroyu oluşturduklarını açıklıkla söyleyebiliriz. Peki Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Hoca bu kadronun neresinde yer alıyordu? Enver Hoca bugün neden Fenerbahçe Tarihi’nin bir meselesi olarak değerlendiriliyor?

    Enver Yetiker’in Hayatı

    Basit bir internet aramasında karşımıza çıkan biyografisinin ötesinde bir hayat hikayesi var Enver Yetiker’in. Bu hikaye ile beraber kendisi hakkında daha önce sorulmamış soruları sorup, yanıtlarını bulmaya çalışacağız. Hayatının Fenerbahçe ile kesişen döneminden öncesini aktarmadan önce bir teşekkür ile başlamak istiyorum. Barış Eymen’in saatlerce yaptığı arşiv taramalarından bulduğu vesika olmasaydı, Enver Hoca ile ilgili soruları asla soramayacağımızı bilmenizi isterim. Binlerce sayfalık “Sicill-i Ahval” defterlerinden birinde bulduğu Enver Hoca’nın sicil kaydını transkripte ederken duyduğum heyecanı, umarım satırlarıma da yansıtabilirim.

    Devlet memurlarının resmi faaliyetlerinin kaydının tutulduğu Sicill-i Ahval Defteri’ne göre; Enver Efendi, 1869 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Ayasofya Dersiamlarından Adilcevazlı Abdurrahman Hulusi Efendi’dir. Dersiamlık, zamanın medreselerine özel bir sınavla alınan ve dini ve sosyal alanlarda ders verebilen özel statülü müderrislere verilen isimdi. Bu mesleğin önemi devletin istihdam ettiği dersiamların tüm ülke sınırları içerisinde toplamda 120 kişi olmasıyla açıklanabilir.

    Enver Efendi orta ve lise eğitimini tamamladıktan sonra, Mülkiye Mektebi’ne girdi. Cumhuriyet döneminde Ankara’ya taşınan Mekteb-i Mülkiye, o yıllarda İstanbul’da eğitim veriyordu.  1892 yılında 23 yaşındayken okulu bitiren Enver Efendi, ‘gümrük memuru’ olarak göreve başladı. Kayıtlara göre, Arapça ve Fransızca biliyordu. 1907 yılının Ağustos ayında ‘istatistik kalemi müdür yardımcılığı’na yükseldi. 1909 yılına kadar bu görevde kaldı. Bu tarihte ‘müfettiş yardımcısı’ oldu ve Bulgaristan sınırına atandı. Enver Efendi’nin sicili kayıtları 1912 yılına kadar geliyor ve gümrük müfettişi olarak yürüttüğü kariyerinin aşamalarını ortaya koyuyor.

    Saint Joseph Lisesi’nde Bir Türkçe Öğretmeni

    Görüldüğü üzere Enver Efendi’nin sicilinde öğretmenlik yaptığı ile ilgili bir kayıt yok. Biz ise Enver Hoca’nın 1904 yılından itibaren  Saint Joseph Lisesi’nde öğretmenlik yaptığını, özel arşivlerde ulaştığımız fotoğraflarından biliyoruz. Peki Saint Joseph ile devletin ilişkileri nasıldı? Bahsedildiği gibi Saint Joseph, Fransa merkezli bir misyon okuluydu. Arşivleri incelediğimizde okul ile ilgili bazı vesikalara rastladık. Zaptiye ve Maarif Bakanlıkları memurlarının hazırladıkları raporların yer aldığı bu vesikalarda, okulda okutulan bazı kitapların İslam dinine hakaret ettiği iddiaları yer alırken, Müslüman ailelerin çocuklarını bu okula göndermesinin engellenmesi istenmekteydi. Bu bilgiler ışığında Enver Hoca’nın hayatının buraya kadar kısmı ile ilgili sormamız gereken bir soru var:

    “Bir devlet memuru olan Enver Efendi, devletin alenen karşısında durduğu bir okulda nasıl öğretmenlik yapabilmektedir ve bu görev sicil kayıtlarında neden yer almamaktadır?”

    Bu soruya yanıt verebilmek için önce Enver Hoca’nın öğretmenlik günlerine dönmemiz gerekiyor. Enver Hoca’nın iki öğrencisinin anlattıkları hem o günlerde Saint Joseph’in yapısı hem de öğretmenleri ile ilgili değerli bilgiler veriyor.

    Öğrencileri Anlatıyor

    Bu öğrencilerden ilki Said Selahattin Cihanoğlu. 1971 yılında “Sporculuk ve Avcılık Hatıralarım” adıyla yayınladığı anılarında o günleri şöyle anlatıyor: “1905 senesinde Kadıköy’ünde Sen Jozef Fransız Mektebi’nde talebe idim. O devirde mektepte Bulgar, Romen, Yunanlı hatta Rusya’dan gelen talebeler vardı. Mekteb-i Sultani’de olduğu gibi talebeler arasında yapılan spor müsabakalarında daima bu ecnebi talebeler birincilik alırlardı. O zamanlar ecnebi talebelerden birincilik koparmak bir mesele idi, buna hep hasret içinde idik.”

    Cihanoğlu’nun anlattıklarından anlıyoruz ki, okulda zaten azınlıkta olan Türk öğrenciler, sportif yarışlarda yabancı arkadaşlarının gerisindeler ve bu durum onları bir hayli rahatsız ediyor. Yüzyılın başından itibaren özellikle Balkanlarda yükselen milliyetçilik akımının, başkent topraklarında da yaygınlaşmaya başladığını, Jön Türkler’in de etkisiyle özellikle genç kuşakta bir uyanış olduğunu da değerlendirmeye almalıyız. Öğrencileri futbol topu ile tanışmış hatta bunu karşı kıyıdaki Mekteb-i Sultani ile de tanıştırmış olsa da bu dönemde Saint Joseph’ten belirli bir düzen içerisinde çıkmış bir futbol takımına rastlamıyoruz.

    Futbolun doğduğu toprakların merkezinde oldukları düşünülürse öğrencilerin bu spora ilgili oldukları yönünde fikir yürütebiliriz. Nitekim bu yolla giden araştırmacılar, Moda’daki bir başka Fransız okulu olan Faure Mektebi’nin Rum oyunculardan oluşan futbol takımını, Saint Joseph futbol takımı ile karıştırmışlar, hatta Mekteb-i Sultani öğrencilerinin futbol takımının ilk maçlarını Saint Joseph ile yaptığını ileri sürmüşlerdir.

    Bugün Faure Mektebi’nin varlığı ve Galatasaray’ın ilk futbol maçını bu okulun takımı ile yaptığı ortaya çıkmasına rağmen, birçok kaynakta ve Fenerbahçe resmi internet sitesinde bu yanlış bilgi yer almaktadır. Saint Josephli Türk öğrencilerin yabancı arkadaşlarına özenerek ve onların gerisinde kaldıkları için rahatsızlık hissederek geçirdikleri günlerde karşılarına Enver Hoca çıkmıştır.

    Bir diğer öğrencisi Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca’yı şöyle tarif ediyor: “Ufak tefek, elmacık kemikleri çıkık, kılığı itinasız, ilk bakışta dikkati çekmeyen bir adamdı. Fakat kara gözlerini gözlerinize diktiği ve söz söylemek için etlice dudaklarını oynattığı anda şahsiyetinin sihrine kapılırdınız. Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık rastlamadığımız insanlardan olduğu için, çok beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal prensiplere intikal eden bir zekası vardı. Her şeyin ‘Niçin’ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden öğrenebileceğimizi düşünürdük”

    Belgeler

    Okuldaki Türk öğrencilerin psikolojisini ve Enver Hoca’nın karakteri hakkındaki izlenimlerini gördükten sonra sorduğumuz soruların yanıtlarına geçebiliriz. Bu soruların ortaya çıkma nedeninin Enver Hoca’nın sicil kaydında Saint Joseph’de öğretmen olarak yaptığı görevin yazılı olmaması olduğu söylenmişti. Dikkat çeken bu bilginin üzerine okul hakkında resmi makamlarca yazılan raporların içeriği de eklenince Enver Hoca’nın öğretmenliği hakkında aydınlatılması gereken bir şüphe oluşmuş oldu. Bu şüpheyi girmek için Saint Joseph Lisesi arşiv kayıtlarına bakma yönündeki çabamız sonuçsuz kaldı. Nihayetinde Salt Arşivi’nde karşımıza çıkan bir belge Enver Hoca’nın Saint Joseph’de öğretmenlik yaptığını kanıtlamamızı sağladı. Bu belge, Osmanlı Bankası’na ait bir mevduat cüzdanıydı ve Enver Hoca’nın karşısında “Saint Joseph Koleji Türkçe Öğretmeni” yazıyordu. Bu aşamada devam eden arşiv taramasında karşımıza çıkan bir vesika, oluşan soruların yanıtlarına ulaşmamızı sağladı.

    Vesika 1897 yılına aitti ve Gümrük Nezareti’nden Hariciye Nezareti’ne yazılmış bir raporu konu ediyordu. Raporda, Saint Joseph Lisesi’ne Fransa’dan gelen kitapların içeriklerinin kontrol edilmesi sırasında okul tarafından gönderilen görevli ile çıkan tartışma detaylı şekilde anlatılıyordu.

    Bu rapor Gümrük Nezareti’nin okul ile olan ilişkisini ortaya çıkarması anlamında büyük öneme sahip. Çünkü rapor yazıldıktan birkaç yıl sonra bir gümrük memuru olan Enver Efendi’nin okulda öğretmenliğe başlamasının sebebi bu raporda gizli. Gerek bu bilgiler gerekse o dönemin öğrencilerinin aktardıkları birleşince Enver Efendi’nin Enver Hoca olarak okula girmesinin bir görevlendirme sonucu gerçekleştiği anlaşılıyor.

    Devlet Tarafından Görevlendirilen Bir Memur

    Okulu dışardan kontrol etmenin zorluğuna karşın devlet otoritesinin, içeriye bir kişi sokarak olan biteni öğrenmek istemesi sorunun yanıtıdır. Abdülhamit döneminde istihbarat faaliyetlerine verilen önemi de göz önünde bulundurduğumuzda ortaya attığımız tez böylece bir temele oturmuş oluyordu. Enver Hoca, devlet tarafından görevlendirilen bir memur olarak Saint Joseph’e girmişti. Nitekim Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi adlı eserinin 1987 yılındaki genişletilmiş baskısında yer verdiği Enver Hoca’nın şu ifadeleri de tezimizi destekleyecek nitelikteydi. “Rolüm, istibdat içinde kıvranan gençlere hürriyet sevgisi aşılamaktı. Futbol toplantıları bu iş için en uygun zamanlardı.”

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol Saint Joseph’de öğretmen olmasıyla başladı. Kulübün tarih yazımında farklı dönemlerde değişik şekillerde değerlendirilen bu rol, günümüze kadar hep tartışıldı.

    Enver Hoca kendi deyimiyle “baskıcı düzen içerisinde ezilen” Türk gençlerine hürriyet düşüncesini aşılamak için futbolu seçmişti. Abdülhamit’in bir memuru olarak görevlendirildiği okulda “Hürriyet” fikrini benimsetmeye çalışması ilk bakışta bir tezat olarak görülebilir. Ancak mezun olduğu Mülkiye’nin Jön Türk fikirlerinin yaygınlaştığı bir okul olması bu durumu biraz da olsa açıklığa kavuşturmaktadır.

    Enver Hoca’nın 1913 yılında dönemin İttihatçı Maliye Bakanı Cavit Bey döneminde İngiliz Crawford isimli bir gümrük uzmanına hazırlatılan sınavı kazanarak müfettiş olan üç kişiden biri olduğu da düşünülürse fikren Abdülhamit ideolojisinden uzak olduğu ortaya çıkmaktadır.

    Kendisini baskı altında hisseden öğrencilerinden Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca ile bir derste yaşadığı diyaloğu şöyle aktarıyor. “Bir gün derste arkadaşlardan biri: ‘Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başlarını kesenler bunları birbirine atarak oynamışlar; top oyunu da böylece ortaya çıkmış. Bunun için, top oynamak günahmış, doğru mu?’ dedi. Yaman bir psikolog olan, bize daima ölçülü olmamızı tavsiye eden, her fikrini bir ayetle, bir atasözü ile, bir kısa hikaye ile benimsetme yolunu tutmuş olan Enver Bey’in o günkü hiddeti görülecek şeydi: ‘Oyun çocuklarla gençlerin başlıca haklarındandır; çocuklarına oyunu yasak edip onların hareket ve faaliyetini haylazlık ve terbiyesizlik sayan milletler ölüme mahkumdur. Medeni dünyanın gençleri top oynuyorlarsa siz de top oynayın, bunun aksi gerilik ve bedeviliktir’”

    Enver Hoca’nın futbol hakkında sorulan soruya verdiği yanıttan, öğrencileri arasında futbolun popüler olduğu, top oynamak istense de sosyal ve dini baskılardan oynanamadığı anlaşılıyor. Şüphesiz Saint Josephli Türk gençleri lig maçlarını takip ediyorlardı. Kurulan takımlardan da haberdardılar.

    Enver Hoca Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nerede?

    Bu paragraf ile birlikte Enver Yetiker’in Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolü üzerine yapılan tartışmaları ve karşıt görüşleri değerlendireceğiz. Öncelikle belirtmek gerekir ki Enver Hoca’yı Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu sayanlar Saint Josephli Türk öğrencileri. Yaptığım alıntılarda da görüldüğü üzere Nasuhi Esat Baydar ve Sait Selahattin Cihanoğlu bu görüşü anılarında aktarıyorlar.

    Karşı tarafta ise kulübün bir diğer kurucusu Necip Okaner’in yazdığı mektup aracılığı ile bu görüşe karşı çıkışı var.

    Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor

    Nasuhi Esat Baydar’ın İdman Dergisi’nde 1913’te yazdığı yazıda belirttiği görüşü ile Necip Okaner’in 1952 yılında yazdığı mektup arasında geçen 39 yılda Enver Yetiker’in kuruluştaki rolü kaynaklardaki farklılıklardan da görüleceği üzere hep tartışmalı kalmış.

    İlk görüşü destekler ifadeleri aktararak başlayalım. Kuruluşun 6.yılında, Nasuhi Esat şunları söylüyor: “1907 yılında Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Bey, eski öğrencilerinden beş altı futbolcu genci bir araya toplayarak bir kulüp kurmak arzusunda bulunduğunu bildirmişti. Bu fikre bütün arkadaşları katılmış ve akşamları Moda çayırında idman yapmaya başlamışlardı. Altı kişilik futbol takımı olmazsa da Enver Bey ve arkadaşları oluşturdukları kadroya bir isim vermeyi unutmamışlar, o zaman hiçbir siyasi fikre mal edilmemesi için Fenerbahçe ismini bulmuşlardı. Fenerbahçe o zamandan itibaren idmanlarına hız verdi, böylece dört beş ay içinde üye sayısı yirmiye ulaştı. Biraz sonra Enver Bey ‘Fahri Başkanlık’ makamından çekildi. Kulübün yönetimi, girişken ve faal olan Nurizade Ziya Bey’e verildi.”  

    Nasuhi Esat Baydar, 1913 yılında anlattığı kuruluş hikayesini 1944 yılında Öz Fenerbahçe Dergisi’ne verdiği röportajda detaylandırıp, son cümlesiyle de bir anlamda tamamlıyor: “Enver Bey güvendiği birkaç talebesine, “Fenerbahçe” adıyla kurulmakta olan futbol kulübüne girmelerini tavsiye etti. Fenerbahçe’ye gidip egzersiz yapmak üzere, Moda İskelesi’nde buluşmaya davet etti. Orada kulüp idare heyeti ile tanıştık. Nurizade Ziya, Hasan, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Hintli Asaf Beyler, bize oranla yaşlı başlı adamlardı. Fenerbahçe’de, fenerin önündeki genişlikte, Enver Bey’i bulduk. İngiltere’den yeni getirilmiş olan sarı ve beyaz yollu kulüp formalarımızı Ziya Bey dağıttı. İki takım halinde karşı karşıya dizildiğimiz zaman Enver Bey ortada yer aldı. Ve bize, futbolun toplumsal faydalarından, takım ruhundan, birbirine yardımın her dinde esas olduğundan, yakın zamanlarda yardımlaşma ihtiyacını şiddetle hissedeceğimizden bahsederek topa ilk vuruşu yaptı. Fenerbahçe Kulübü, memlekette yeni bir devir başlamak üzere iken, gençlerin birbirini tutmaları, sevmeleri, kuvvetlenip neşelenmeleri amacıyla Hoca Enver Bey tarafından kurulmuştur.”

    Sait Selahattin Cihanoğlu Anlatıyor

    Said Selahattin Cihanoğlu ise Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolünü şöyle anlatıyor: “Türkçe hocamız Enver Bey isminde çok sevdiğimiz ve kendisine büyük bir hürmetle bağlandığımız bir kişi vardı. Enver Bey her cumartesi günleri, öğleden sonra bizi Fenerbahçe’ye futbol oynamaya götürürdü. İki takım yapardı. Birinin ismi Fenerbahçe, diğeri de Sen Jozef olurdu. o devirde Abdülhamit korkusuyla kulüp ismini vermeye kimse cesaret edemezdi. Türk öğrenciler arasına yabancı ve yerli gayrimüslim öğrencileri doldururdu. Yıllar böylece pek çabuk geçmişti. 1907’de Nurizade Ziya Bey, Ayetullah, Bahriyeli Enver (Yazarın Notu: Necip Okaner’in ön adı Enver’di) ve Hakkı Beyler Fenerbahçe Kulübü’nü kurma girişiminde bulundular. Enver Hoca kulübün isminin Fenerbahçe olması konusunda ısrar ediyordu. Özel bir yaratılışta ve Avrupai zihniyette bir kişi olan Ziya Bey Reis oldu. Çok mükemmel İngilizce bilen Ziya Bey Moda’daki İngilizlerle derhal temasa geçerek kulübü geliştirdi.”

    Rüştü Dağlaroğlu Anlatıyor

    İki öğrencisinin aktardığı bilgilerin benzerini 1949 yılında Enver Yetiker ile yaptığı röportajdan sonra Öz Fenerbahçe Dergisi’nde yazdığı uzun yazıda dile getiren Rüştü Dağlaroğlu ise, onun kulübü kuran bir numaralı üye olduğunu ilan etmişti. Yazıda dikkat çeken iki konu vardı. Birincisi Enver Hoca’nın kulübün renkleri olarak kırmızı-beyaz’ı seçmeyi düşünse de bu renklerden “milliyet”i temsil ettiği için vazgeçerek Fenerbahçe çayırındaki papatyalardan esinlenerek sarı-beyaz’da karar kıldığıydı. İkinci konu ise kulübün idare heyeti seçilirken Nurizade Ziya Bey’in başkan olduğu, Enver Hoca’nın resmi bir görev almadığıydı. Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu olduğunu öne süren bu görüşleri 4 madde ile özetleyebiliriz:

    – Saint Joseph’de öğretmenlik yaparken bir futbol kulübü kurma fikri Enver Hoca’ya aitti.

    – Enver Hoca, öğrencileri arasından birçok kişiyi kulübe kazandırmıştı.

    – Kulübün adı ve renkleri Enver Hoca tarafından belirlenmişti.

    – Enver Hoca, kulübün ilk idare heyetinde görev almamış,  sadece Fahri Başkanlık görevini yürütmüştür.

    Karşıt Görüşler ve 1 Numara Kim Sorusu

    Bu görüşlere karşı Necip Okaner’in 1952 yılında Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektuptaki ifadeleri koyabiliriz. Okaner mektubunda “Enver Bey’in kulüpte hiçbir zaman resmî olarak görev almadığını, kulübün kuruluşu ile bir alakası olmadığını” belirtmiştir.

    Bu görüşü paylaşanlardan biri de 2007’de yayınlanan Asr-ı Fener’in yayın kuruludur. Kitapta Enver Hoca’nın kurucu olduğunu söyleyen Nasuhi Esat’ın bu iddiasının diğer tanıklarca doğrulanmadığı, Nasuhi Esat’ın bu iddiayı ortaya atmasının sebebi olarak da kendisini Fenerbahçe’ye kazandıran kişinin Enver Hoca olması yazmaktadır. Kitaba göre Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişi Nurizade Ziya Bey’dir. Rüştü Dağlaroğlu’nun 1949 yılında benimsediği görüşünden vazgeçtiği de kitapta yer alan bir diğer ifadedir.

    Gerçekte Dağlaroğlu, 1949 yılındaki düşüncelerinden Necip Okaner’in 1952 yılında kendisine yazdığı mektuptan hemen sonra vazgeçmemiştir. Bunun en büyük kanıtı Enver Yetiker’in 1955 yılında ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı veda yazısıdır. Bu yazı “Fenerbahçe Kulübü büyük ve muhterem kurucusu ve 1 numaralı üyesini kaybetmiş bulunuyor” diye sonlanmaktadır.

    Fenerbahçe’nin tarihini 1957 yılında kitaplaştıran Dağlaroğlu’nun görüşünü Enver Yetiker’in ölümünden sonra değiştirdiği kesindir. Kapsamlı eserinde Enver Yetiker için “Öğrencilerinin Fenerbahçe’yi kurmasına içten yardımcı olmuş ve kulübün ilk üyeleri arasında yerini almıştır.” ifadesini kullanması görüşünü değiştirdiği tarihi belirlememizi sağlamıştır.

    Kitabını 1987 yılında, o yıla kadar genişleterek yeniden yayınlayan Dağlaroğlu, Bu kez Enver Yetiker’i kurucular sıralamasında 4.sıraya yerleştirmiştir. Yazılanlar ışığında Enver Hoca’nın kurucu olmadığını ileri sürenlerin görüşleri üç maddede özetlenebilir:

    – Enver Hoca’nın kurucu olduğu iddiası öğrencisi Nasuhi Esat Baydar’a aittir ve diğer tanıklarca desteklenmemektedir.

    – Enver Hoca, Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırarak kulübe katkı sağlamıştır.

    – Fenerbahçe’yi  iki arkadaşı ile beraber kuran Nurizade Ziya Bey, Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişidir.

    Kulübün Enver Yetiker’e Bakışı

    Peki Fenerbahçe Spor Kulübü kurumsal olarak Enver Yetiker’e nasıl bakmaktadır? Bu sorunun yanıtı için bakmamız gereken ilk yer şüphesiz kulübün tüzükleri. Fenerbahçe’nin ilk tüzüğü 1913 yılında yazılmış ve içerisinde kurucuların isimlerine yer verilmemiş. 1923’te yazılan ikinci tüzükte ise kurucular kıdemlerine göre şu sırayla yer almıştır:

    1. Nurizade Ziya (Songülen)
    2. Enver Bey (Yetiker)
    3. Galip Bey (Kulaksızoğlu)
    4. Nasuhi Esat Bey (Baydar)
    5. Haccarzade Tevfik Bey (Taşçı)

    Şimdi de 2016 yılında kabul edilen kulübün son tüzüğünün 2.maddesinde yer verilen kurucuları sıralayalım:

    1. Ziya Songülen
    2. Ayetullah Bey
    3. Necip Okaner
    4. Asaf Beşpınar 
    5. Enver Yetiker

    İlk tüzük ile son tüzükte yer alan kurucular listesi arasındaki fark dikkat çekici durumdadır. 1923’te 2.sırada yer verilen Enver Bey, 2016’da 5.sırada kendine yer bulmuş gözüküyor. İki listenin de ortak tarafları Nurizade Ziya Songülen’in kurucular listesinde ilk sırada olması ve sırası değişse de Enver Hoca’nın her iki listede de yer almasıdır.

    Şüphesiz kurucular listelerindeki tutarsızlıklar, yıllara göre silinen ve eklenen isimler bambaşka bir araştırmanın konusu. Asıl konumuza dönecek olursak, Enver Yetiker’in kulüple 1949 yılına kadar kaynaklarda yer alan hiçbir teması olmamıştır. Bu tarihte ise Fenerbahçe Stadı’nın açılışında, açılışı yapan kişilerden biri olarak fotoğraf karelerine girmiştir. Enver Hoca’nın 1955’teki ölümünün ardından kulübün gazetelere verdiği ölüm ilanında kendisinden “Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi” diye bahsedilmiştir. Yüksek olasılıkla Rüştü Dağlaroğlu tarafından kaleme alınan bu ilan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kurumsal olarak Enver Yetiker’i son kez anmasıdır.

    Günümüzde resmi internet sitesinde yer alan tarihçede Enver Yetiker’den şu şekilde bahsedilmektedir: “Kulübün ismi, başkanı, amblemi ve formaları seçilmiş, mesele sadece formaları giyerek bu ismi tescil ettirecek 11 Türk gencinin bir araya getirilmesine kalmıştı. Bu konuda da en mühim rolü St. Joseph Mektebi Türkçe Öğretmeni Enver (Yetiker) Bey üstleniyordu.” Bu ifadeden, Fenerbahçe kurumsal tarih tezinin, önceki sayfalarda sözü edilen ikinci görüşe paralel olduğu; Enver Hoca’nın kulüp kuruluşundaki katkısının, takıma oyuncu bulmaktan öteye geçmediği anlaşılmaktadır.

    İstiklal Madalyalı Kurucu

    Enver Hoca’nın hayatının Fenerbahçe ile kesişmeyen yıllarında yaşadıklarını sıralayarak meselenin çözümleme bölümüne geçelim. Enver Bey, 1909 yılında müfettiş yardımcısı olarak Bulgaristan sınırına atandı. 1913 yılında girdiği sınavı kazanarak müfettiş oldu ve sırasıyla Trabzon ve İzmir’de görev aldı. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı yılda görev yeri Sirkeci, görevi ise gümrük müdürlüğü idi. Anadolu’ya silah kaçırılmasında aktif görev alması sebebiyle 1938 yılında İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ölene kadar Kızıltoprak İstasyon Caddesi’nde yaşadı.

    Enver Hoca için yapılan tartışmalar ve yıllar içerisinde değişen değerlendirmeler böylece sona eriyor. Çalışmanın sonuç kısmında değerlendirmelerimizi aktaracağız.

    Sonuç

    Öncelikle  iki zıt görüşün düşüncelerinin tek ortak noktası Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırmasıdır. İki yıl önce kurulan ve Galatasaray adını alan Mekteb-i Sultani futbol takımında top oynamaya başlayan Galip (Kulaksızoğlu) onun son sınıftaki öğrencilerindendi. Galip’in Galatasaray’dan ayrılarak yeni kurulan Fenerbahçe’ye gelmesinde Enver Hoca’nın payı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu kuvvetli varsayımın yanında alt sınıflardaki öğrencileri Galip ile temas ettirerek Fenerbahçe için idman yapmalarını sağladığı dönemin iki tanığı tarafından teyit edilmiş bir gerçektir. Galip’in ortaokulu Mekteb-i Sultani’de okuduktan sonra liseye Saint Joseph’de başlaması ve kısa süre Galatasaray’da top oynadıktan sonra Fenerbahçe’ye katılmasını “Fenerbahçe’yi Galatasaraylılar kurdu” şeklinde değerlendirmelere karşı Enver Hoca’nın kişiliği ve Saint Joseph’deki faaliyetleri, öne sürülecek kuvvetli bir olarak argüman olarak elimizdedir.

    Enver Hoca’nın Büyük Rolü

    Enver Hoca’nın gerçek kuruculardan olmadığını öne sürenlerin en etkili söylemi olan Nasuhi Esat Baydar’dan başka tanık olmadığı görüşü de Sait Selahattin Cihanoğlu’nun aktardıklarıyla çürümektedir. Kulübün adı, renkleri gibi daha detaylı araştırma ve farklı kaynaklardan onay gerektiren konular üzerinde olmasa da, takım oluşturma aşamasında Enver Hoca’nın katkısı konusunda şüphe yoktur. Özellikle Sait Selahattin’in ilerleyen yaşına rağmen berrak bir zihne sahip olduğu bilgisi, Enver Hoca’nın rolü hakkında yaptığımız değerlendirmelere dayanak olmuştur.

    Mektup

    Her iki tanığın da Saint Josephli olması sübjektif değerlendirme yaptıkları şüphesini doğursa da, son tüzükte adları sıralanan 5 kurucudan sadece Necip Okaner’in Saint Joseph ile ilgisi yoktur. (Okaner’in 1952’de Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektup düşünüldüğünde bu ayrıntı daha da önemli hale gelmektedir. Bugün Dağlaroğlu Ailesi’nde bulunan mektubun deşifre edilmesi konunun açıklığa kavuşması için önemlidir) Dolayısıyla Fenerbahçe’nin, kurulduğu semtin bu en büyük okulu ile inkar edilemez bir bağı vardır. Kulübün kuruluşundan kısa bir süre geçtikten sonra başlayan Meşrutiyet dönemi ve devamında İttihat ve Terakki rejiminin de etkisiyle zayıflatılmaya çalışılan bu bağ şüphesiz okulun Fransız misyonunu temsil etmesinden kaynaklanmaktadır.

    Fenerbahçe Tarihinin En Önemli Noktası

    Meşrutiyet devrinin temellerini atan Jön Türkler’in başat aktörlerinden Mizancı Murat’ın yakın geçmişte verdiği tarih derslerinin etkisinin sürdüğü bir ortamda Mülkiye’den mezun olan Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Müslüman Türk öğrenci ile bir kulübün altyapısını oluşturması Fenerbahçe Tarihi’nde öne çıkarılması gereken en önemli noktadır.

    Enver Hoca’nın bir Türkçe öğretmeni iken beden eğitimine verdiği önem, birlik beraberlik ve yardımlaşma üzerine yaptığı vurgular ve modernist bakış açısı dönemin ruhunu yansıttığı gibi; kulübün fikri altyapısının oluşmasına da etki etmiştir.

    1923 Tüzüğünde sıralanan kurucular listesi şüphesiz hatalıdır. Ancak ilk iki sırada yer alan Nurizade Ziya Bey ve Enver Bey isimleri bu hatalı sıralamanın içerisinde doğru yerleştirilmiş iki isimdir. Kulübün maddi ihtiyaçları, 1903 yılında Saint Joseph’den mezun olduktan sonra eğitimini İngiltere’de tamamlayıp yurda dönen Ziya Bey tarafından sağlanmış, Enver Hoca ise kulübe insan kaynağı bulmuş, öğrencilerini kulübe yönlendirmiştir. Ziya Bey’in gerek maddi gücü gerekse popüler bir kişi olması bu görev dağılımında etkili olmuştur. Kulübün kuruluşunda yer alan bu iki isim, tıpkı diğer kurucu Necip Okaner gibi kuruluştan 1 yıl sonra kulüp yönetiminden ayrılarak bir daha aktif  görev almamışlardır. Bu ayrılışlar ve kulübün girdiği bunalım, tamamlanacak olan çalışmamızın içerisinde detaylarıyla analiz edilecek konu başlıklarından biridir.

    Barış Kenaroğlu


    Fotoğraflar

  • Yıkılma Devrinde Bir Kurucu

    Yıkılma Devrinde Bir Kurucu

    Nasuhi Baydar‘ın Öz Fenerbahçe yazılarına devam ediyoruz. Sırada Fenerbahçe’nin 1 numaralı üyesi Enver Yetiker var. Nasuhi Bey “Yıkılma Devrinde Bir Kurucu Hoca Enver Bey” diyerek bu idealist öğretmeni yâd etmiş. Bu arada kuruluş tarihine de bir yorum katmış. Fakat 1913 tarihinde yazdığı “Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi“nde yine kendisi 1907 yılını telaffuz ediyordu. Türk spor tarihi yazılırken kaynakların eskiden yeniye doğru taranması böyle durumlarda işe yarıyor işte. Her zaman için daha eski olan, daha muteberdir… Muhtemelen takvim geçişlerindeki mutad hatalar nedeniyle 1907 değil 1908 şeklinde belirtilmiş. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yıkılma Devrinde Bir Kurucu Hoca Enver Bey

    Ufak tefek, elmacık kemikleri çıkık, kılığı itinasız, ilk bakışta dikkati çekmeyen bir adamdı. Fakat kara gözlerini gözlerinize diktiği ve söz söylemek için etlice dudaklarını oynattığı anda şahsiyetinin sihrine kapılırdınız.

    Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık rastlamadığımız insanlardan olduğu için, çok beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal prensiplere intikal eden bir zekası vardı. Her şeyin “Niçin”ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden öğrenebileceğimizi düşünürdük.

    Bir gün derste, arkadaşlardan biri söz istedi:

    • Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başlarını kesenler ve bunları birbirine atarak oynamışlar; top oyunu da böylece zuhur etmiş, ve bunun için, top oynamak günahmış, doğru mu? dedi.

    Yaman bir psikolog olan, bize daima itidal tavsiye eden, her fikrini bir ayetle, bir atasözü ile, bir kısa hikaye ile telkin yolunu tutmuş olan Enver Bey’in o günkü hiddeti görülecek şeydi:

    • Topu kesik başa benzetenlerin kafaları kopsun! diye söze başladı ve “Oyun çocuklarla gençlerin başlıca haklarındandır; çocuklarına oyunu yasak edip onların hareket ve faaliyetini haylazlık ve terbiyesizlik sayan milletler ölüme mahkumdur. Medeni dünyanın gençleri top oynuyorlarsa siz de top oynayın, bunun aksi gerilik ve bedeviliktir” derken susuverdi: Sultan Hamit saltanatının son demleri idi.

    Bir iki hafta geçmedi, Enver Bey güvendiği birkaç talebesine, “Fenerbahçe” adıyla kurulmakta olan futbol kulübüne girmelerini tavsiye etti. Sınıfımızın en yaşlısı olan Galip’le temas edecektik. Galip de bizi, bir tatil günü, Fenerbahçe’ye gidip egzersiz yapmak üzere, Moda İskelesi’nde buluşmaya davet etti. Orada kulüp idare heyeti ile tanıştık : Nurizade Ziya, Hasan, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Hintli Asaf Beyler, bize nispetle yaşlı başlı adamlardı. Fenerbahçe’de, fenerin önündeki genişlikte, “Kadıköy Kulübü”nün iki meşhur oyuncusu, Hasan ve Hüseyin’le Enver Bey’i bulduk.

    İngiltere’den yeni getirilmiş olan sarı ve beyaz yollu kulüp formalarımızı Ziya Bey dağıttı. İki takım halinde karşı karşıya dizildiğimiz zaman Enver Bey ortada yer aldı. Ve bize, futbolun içtimai faydalarından, takım ruhundan, birbirine yardımın her dinde esas olduğundan, yakın zamanlarda tesanüd ihtiyacını şiddetle hissedeceğimizden bahsederek topa ilk vuruşu yaptı. Fenerbahçe kulübü, memlekette yeni bir devir başlamak üzere iken, gençlerin birbirini tutmaları, sevmeleri, kuvvetlenip neş’elenmeleri maksadile 1908 ilkbaharında, Hoca Enver Bey tarafından kurulmuştur.

    Nasuhi Esat Baydar

  • Çayırın Papazı

    Çayırın Papazı

    Biz Fenerbahçeliler için “Papazın Çayırı” çok şey ifade ediyor. Her ne kadar sitemizde yayınladığımız çeşitli evraklar sayesinde buranın stadımız arazisi olmadığını bilsek bile, komşumuz olduğu için bu çayırın kıymeti bâki. Peki kimdi bu çayırın papazı?

    Kıymetli gazeteci büyüğümüz Kansu Şarman, Bozkurt K. Yılmaz’a yolladığı bilgiyle bizim için bir perdeyi aralamış oldu. Biz de “İlk Fenerbahçe Marşının Bestekarı” Harutyun Sinanian için yardımını istediğimiz Türkiye Ermenileri Patrikliği‘ne bir kez daha danıştık ve yine sayın Başrahip Tatul Anuşyan bize aşağıdaki muhteşem bilgileri gönderdi.

    Merhum Dr. Müfid Ekdal’ın 1996 yılında Kadıköy Belediyesi tarafından “Kültür ve Bilim Hizmetleri” serisinin 1 numaralı eseri olarak yayınlanan “Bizans Metropolünde İlk Türk Köyü Kadıköy” isimli kitabından… Keyifle okuyacağınızı umuyoruz…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Papazın Bahçesi

    Kuşdili’nde Mahmut Dede Türbesi’nden Kızıltoprak tarafına yürüyünce, halen hiçbir izi kalmamış olan Kurbağalıdere’nin üzerinde bir Taşköprü vardı.

    Köprünün Kızıltoprak tarafındaki ayağından sonra yol ikiye ayrılır, bir tanesi sol tarafa kıvrılarak tren yolu köprüsünün altından geçer, hafif bir yokuşla Ziverbey yolu olarak devam ederdi. Diğeri ise düz gider ve Kızıltoprak yönüne doğru Bağdat Caddesi’ni oluştururdu.

    Fenerbahçe Stadyumu’nun arkasından geçen Bağdat Caddesi’nin sol tarafından yüksek bir duvar devam eder, ortasında iki kanatlı büyük bir demir kapı yer alırdı. Duvarın arka tarafında oldukça sık dikilmiş hünnap ağaçları yükselir, kocaman dalları duvarın üstünden caddeye sarkardı. Duvarın arkasında kalan geniş bahçenin kuzey kısmı tren yoluna dayanır, içindeki asırlık ağaçların heybeti sokaktan görülürdü.

    Buraya “Papazın Bahçesi” derlerdi.

    Bağdat Caddesi’ne Huzurlu Bir Tezat

    Ömer Efendi Sokağı ile Tiyatro Sokağı arasındaki Papazın Bahçesi’ne demir kapıdan girince yumurta büyüklüğünde siyah-beyaz Rodos taşlarından desenler verilerek döşenmiş bir sahanlık karşılardı sizi…

    Bağdat Caddesi’nin o zamanlar tozlu, bozuk, tenha görüntüsü ile Papazın Bahçesi’nin sessiz, serin, huzurlu özelliği tam bir tezat teşkil eder, renk renk kuşların dallarda sıçrayışı, ahenkli cıvıltıları, mevsiminde bülbüllerin şakımaları insanı bir başka aleme götürürdü.

    Çınar, kestane, ardıç, meşe, kavak, çam ağaçları ve bunların arasını dolduran taflanların doğal bir orman haline getirdiği bahçenin büyük bölümünde erik, ayva, armut, hünnap, kayısı, ceviz ağaçlarından oluşan bir meyvelik mevcuttu. Bir zamanlar üzümlerinin de pek meşhur olduğu Papazın Bahçesi’ne “Papazın Bağı” da diyenler vardı. 1930’lu yıllarda ise bağlar artık yok olmuş, geriye yamru-yumru siyah, çelimsiz kütüklerden başka bir şey kalmamıştı.

    Bir bölümünde sebze yetiştirilen, diğer bir kısmına ekin ekilen araziyi kira ile tutanlar, kira bedelini Ermeni Katolik Patrikhanesi’ne öderlerdi. Agop Tenieloğlu bu işi tam otuz yıl yapmış, Papazın Bahçesi’ni işletmişti.

    Bahçede iki katlı, tuğladan yapılmış bir bina vardı. İlk zamanlar işçi, arabacı ve seyislerin oturduğu binada 1945’li yıllarda bir aile oturur, cins tavuklar yetiştirir, yumurtalarını satardı.

    Ayrıca ahır ve arabalık da yapılmıştı.

    Geniş bahçenin su ihtiyacı büyük bir bostan kuyusundan karşılanırdı. Kuyunun etrafında başı dönmesin diye gözleri bağlı bir atın çevirdiği, melodik gıcırtılarla dönen su dolabının ve yine aynı kuyu üzerine monte edilmiş yüksek bir rüzgar su tulumbasının çektiği buz gibi, tertemiz su dokuz metre boyunda, sekiz metre eninde, üç metre derinliğinde bir havuza dolar, buradan bahçeye dağılırdı.

    Pazar günleri rahibe okulunun kızları gelir, papatya toplar, rahibelerin gözetiminde piknik yaparlar, bir başka Pazar ise Saint Joseph Lisesi’nin öğrencileri, hocaları ile birlikte gelir, koşar, oynarlar, mutlu bir gün geçirirlerdi. Sıcak yaz günlerinde bu ulu ağaçların gölgesinde geçirilen saatleri hatırlayan o yılların birkaç öğrencisi hâlâ hayattadır.

    Müzik, Edebiyat, Şiir ve Hatıralar Bahçesi

    Bahçeyi bir müddet Cemil Bey isminde birisi işletmişti. Cemil Bey bahçede kalmaz, akşamları evine giderdi. Cemil Bey yazdan yaza çalışan, fakat müşterileri edipler, şairler, müzisyenlerden oluşan bir gazino açmıştı.

    Kimler gelmezdi ki oraya… Bestekar ve edip Ahmet Rasim Bey, Hafız Burhan, Osman Nihat, Neyzen Tevfik, Kemal Niyazi Seyhun, Tamburacı Osman Pehlivan, Sururi ailesinin fertleri, o zamanlar oldukça genç olan Sadi Işılay Papazın Bahçesi’nin devamlı müşterileri idi. Gerçi Ahmet Rasim Bey’in daha sık devam ettiği yer, Şifa’da Kalamış Koyu’na bakan Yervant’ın salaş meyhanesiydi; ama Papazın Bahçesi’ne de her fırsatta uğrar, bazen de sabahlardı.

    Müzik, edebiyat, şiir ve geçmişe dair anıların konu edildiği, tadına doyulmaz sohbetlerin sürdüğü bahçede çok kere güneş, bu yerleri asla doldurulamayacak insanların üzerine doğardı.

    Bülbüllerin sesi Hafız Burhan’ın gazellerine, Tamburacı Osman Pehlivan’ın kendi bestesi olan “A benim mor çiçeğim, sen doldur, ben içeyim” namelerine karışır, masa başındakiler büyük bir huşu ile dinler, bir başka alemde yaşarlardı.

    1915 yılında Kanuni İhsan altı kişilik grubu ile bir yaz burada musiki icra etmişti.

    Çayırın Papazı Andon Hassunyan

    Bu bahçeyi ilk kuran, bu ağaçları diktiren acaba kimdi? Herkes Papazın Bahçesi derdi ama, papazdan en küçük bir iz bile kalmamıştı. Halbuki buraların ilk sahibi büyük bir din adamı olan Kardinal Andon Hassunyan’dı.

    Hassunyan Halepli bir Ermeni katolik aileden 13 Haziran 1809’da Beyoğlu’ndaki Lale Sokağı’nda doğmuş, 13 Haziran 1823’de İlahiyat öğrencisi olarak Roma’ya gitmişti. Lale Sokağı halen yoktur. Onun yerinde bugün Büyükparmakkapı Sokağı’nı görüyoruz.

    8 Eylül 1842’de rahip olmuş ve İzmir yolu ile İstanbul’a gelerek psikoposlukla takdis edilmişti. Hassunyan, 1852 yılında Ermeni genç kızlarının eğitimi için Ermeni Sörler Cemaati’ni kurdu. Bu teşkilat gerek Türkiye’de gerekse yabancı ülkelerde ilk defa yapılan bir girişimdi. Hassunyan bundan sonra aynı okulları Lübnan, Mısır, Irak ve Suriye’de de açacak ve çok geniş bir organizasyon kuracaktır.

    Marush patriğinin vefatı üzerine Andon Hassunyan Ermeni Katolik Patriği olarak seçilmiş, 1849’da Sultan Abdülmecit tarafından IX. Papa Pius’un papalık merasimine iştirak etmek üzere Roma’ya gönderilmişti.

    Hassunyan, Patrik sıfatıyla Anadolu ve Lübnan’daki bütün Ermeni kiliselerini ziyaret ederek, Doğu işlerinde Papa’nın yakın ve güvenilir yardımcısı olarak uzun yıllar görev yapmıştır.

    Hassunyan, 1866 yılında dünyadaki Katolik Ermenilerinin patriği seçildi. 1870’de Vatikan I. Ekümenik sinodundaki 60 piskopos arasından en çok takdir edilen bir din adamı olarak isim yaptı.1880 yılında XIII. Papa Leo’nun seçimi için tekrar Roma’ya gitti.

    Papazın Bahçesi olarak bilinen arazinin demiryolunun üst tarafına düşen bölümünde Hassunyan’ın çok güzel, kâgir bir evi vardı. Evin önünden Bağdat Caddesi’ne kadar uzanan bahçe 22 dönümdü. 1872 yılında Haydarpaşa-İzmit demiryolunun yapımına başlanmış, yol Hassunyan’ın bahçesinin ortasından geçip, ikiye bölmüştü. Patriğin evi tren yolunun üst tarafında, hafifçe yüksek bir tepenin üzerinde kalarak, alt bahçe irtibatı kesilmişti. Köşkte yaşayanların günlük trafiğini bozan bu bölünmenin giderilmesi için demiryolunun üstünden bir köprü yapılmış, böylece köşkle alt bahçe arasında yeniden irtibat kurulmuştu.

    Birinci Dünya Savaşı ve Bir Felaket

    Birinci Dünya Savaşı çıkınca, Haydarpaşa’dan Suriye ve Irak cephelerine devamlı asker sevkiyatı başladı. Tek ulaşım demiryolu ile oluyor, vagonlara tıka basa asker doldurulup, savaş hatlarına gönderiliyordu.

    Gene böyle bir asker sevkiyatı gününde mevcut vagonlar askerlere yetmemiş, vagonların üstüne de erler bindirilmişti.

    Tren Haydarpaşa’dan içleri, üstleri askerlerle dolu vagonlarla hareket etti. Hassunyan’ın iki bahçesini birleştiren köprünün altından geçerken, her şeyden habersiz vagonların üstünde giden pek çok erin kafası köprünün demirlerine çarparak parçalanmış, korkunç bir facia olmuştu.

    Bu son derece acı olaydan sonra köprü yıktırıldı, Hassunyan’ın arazisi yine iki parça olarak yaşamını sürdürdü.

    Eski ismi “Pera” olan Beyoğlu’nda 1831 ve 1871’de iki büyük yangın olmuş, ahşap olan Beyoğlu tamamiyle yanmıştı. Bu arada Ağa Camii yanında Sakızağacı Sokağı’ndan Ermeni Katolik Patrikhane ve Kilisesi de yangından kendini kurtaramayarak, kısmen hasar gördü. Hassunyan hem patrikhaneyi, hem de kiliseyi tamir ve inşa ettirdi. Onarım bittikten sonraki yıllarda III. Napolyon’un eşi kraliçe Eugenie ve Osmanlı sarayının ileri gelenlerinden birkaç memur 1869’da patrikhaneyi ziyaret ettiler.

    Hassunyan’a Papa’dan sonra en büyük mevkii olan “Kardinallik” ünvanı verilmişti. Bundan sonra Kardinal Hassunyan Roma’da kalacak ve halen devam etmekte olan Ruhani Koleji kuracaktır.

    Hassunyan 1884 yılında yetmiş beş yaşındayken Roma’da vefat etti.

    Bahçeye Ne Oldu?

    Katolik olan Kardinal Andon Hassunyan dini geleneklere bağlı olarak evlenemediği için çocuğu yoktu. Ölümünden sonra tren yolunun üst tarafında kalan köşkünü, Altıyol’daki Ermeni Kilisesi yanında bulunan Rahibe Okulu öğrencileri yazlık olarak kullandılar. Öğrenciler her yaz buraya gelir, bütün mevsim kalırlardı. Önceden bildirildiiği gibi demir yolunun alt tarafında kalan bahçe kiraya verilir, geliri patrikhaneye tahsis edilirdi.

    Zamanla her şey değişmiş, çevre kalabalıklaşmış bahçenin edip, şair, müzisyen sanatkar müşterilerinin yerini günlük ve geçici zevk erbabı almıştı. Uygunsuz çiftler gelir, taflanların arasında, ahır, işçi binalarında birkaç saat geçirip gider, hemen sonra yenileri gelir, bahçeyi idare edenler de bu işten para kazanırlardı.

    Ne gariptir ki, sahibi büyük ve teşkilatçı bir din adamı olan bahçe, önünden geçilmesi bile sakıncalı, şüpheli bir hale gelmiş, halk arasında yaygın ve çok kötü bir ismi çıkmıştı.

    En büyük Ermeni dini lideri olan Kardinal Andon Hassunyan’ın bir zamanlar dillere destan olan bahçesi adeta Sodom ve Gomore olmuş, akibeti de onlara benzemişti.

    Kardinalin varisi yoktu; vasiyeti de bulunamadı. Mahkemesi tam otuz yıl sürdü. Güzelim bahçe birkaç el değiştirdi ve İntaş şirketi bu araziye blok apartmanlar yapınca Papazın Bahçesi tarihe gömüldü.

    Hassunyan’ın evi bir müddet rahibe barınağı olmuş, sonradan o da yıktırılmıştı. En son yıkılan bölüm kalın, tonoz bir yapı olan su sarnıcı idi. Ev ve sarnıcın yıkılmasından sonra bunların bulunduğu 15-20 metre yüksekliğindeki tepeye buldozerler girdi, tonlarca toprak çıkardı, köşkün yerini demiryolu seviyesine kadar indirdi. Yüz elli yıllık ağaçlar kesildi. Bahçe duvarları büyük bir hızla yıkılıp, yollar açıldı. Eskiye ait ne varsa yok edildi.

    Böylece bir devir, başlangıç amaçlarına hiç de uymayan bir şekilde kapayıp, gitti…

    Dr. Müfit Ekdal

  • Yelken Efsanesi Baydar Kardeşler

    Yelken Efsanesi Baydar Kardeşler

    Seyhun Binzet… Fenerbahçe tarihine (buradan ulaşabileceğiniz) muazzam bir görsel hediye ederek bizleri kurucularımızdan biri olan St. Joseph Lisesi Türkçe öğretmeni Enver Yetiker ve o yıllardaki sporcu adayı öğrencileriyle tanıştıran, Fenerbahçe taraftarı koleksiyoner ve eski sporcu büyüğümüz… Kendisinin müsaadesiyle, yazdığı bir yazıyı sitemize taşıdık : Yelken Efsanesi Baydar Kardeşler

    Konumuz, Fenerbahçe’nin kuruluş yıllarında çok önemli bir uzvu olan Nasuhi Esat Baydar’ın yeğenleri, Zeki Rıza Sporel ile beraber Fenerbahçe tarihinin en müthiş golcüsü olan Alaaddin Baydar’ın çocukları…

    “Baydar soyadını taşıyan birinin Fenerbahçe de yarışması gerekir” diyen Semih Arıcan sayesinde Fenerbahçe’nin efsane yelkencileri olan Ahmet, Engin ve Ergin Baydar’ı, Seyhun Binzet’in kaleminden okuyalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Engin, Ahmet ve Ergin

    Bugünkü yazımın konusu, İstanbul Yelken Kulübü tarihinde devamlı olan üç kardeş.

    Sporcu bir babanın, bir Fenerbahçe efsanesinin üç yelkenci oğlu. Üç çok değerli dümenci.

    Kadıköylü Naziki ve Nasuhi ailelerinin 3 torunu.

    Babaları Alaaddin Baydar’ı ben futbolcu olarak seyretmedim ama bir gün Kadıköy’ün tarihini yazan Sevgili Müfit Ekdal’a “Hangi takımı tutuyorsun?” diye sormuştum ve o da “Alaaddin Baydar’ı izleyen bir Kadıköylünün Fenerden başka bir takımı tutma şansı yoktur” demişti.

    Evet anlatacağım konu, Baydar ailesi… En büyükleri Engin abi ve en küçükleri Ahmet, ortanca ise Ergin…

    Ben Engin abi ve Ergin ile defalarca yarıştım. Ahmet Baydar’la hiç yarışamadık. Engin abi hayatta, Allah uzun ömür versin, onu yazmayacağım. Kaybettiğimiz iki büyük yelkenciyi Ergin ve Ahmet’i yazacağım.

    Ergin hep yelken sporcularına (kendi dahil) perişanlar derdi. Hiçbirimizin bir yelken takımı yoktu; ne bulursak onu giyip yelken yapar, bazen de çok komik olurduk.

    Bir Hafta Biri, Bir Hafta Öbürü

    Ben bir sene kulübe gelen FD’nin flokçusu idim. İki dümenci vardı. Kulüp dağıtımda Mete Ayan ve Ergin Baydar arasında tercih yapamamış, “Bir hafta biri, bir hafta öbürü kullansın” demişti.

    Adada yapılan bir yarışta lodos patladı, herkes adada mahsur kaldı. Biz de Ergin’le “Tekneyi döndürelim. Dönüşte arkadan rüzgarla uçarız. Batma çıkma rekoru kıralım” dedik. Belki 30 defa tekneyi batırıp düzelttik. Sonra tükendik ve kulübe dönemeyip Fenerbahçe plajına çıktık. Kulüpten çocukları topladım. Teknenin arabasını getirip, oradan kayıkhaneye karadan iterek götürdük.

    Ahmet Baydar’ın değişmez ekip arkadaşı Azat Baykal’dı. Snipe sınıfında çok başarılı yarışlar çıkarıyorlardı. Snipeları (hurda durumdan var ettikleri) kayıkhanede çürümüş olan siyah Snipe di. Üstüne bir de kırmızı yelkenleri vardı. Onları yarışta hemen fark ederdiniz. Tek rengarenk tekne oydu.

    Bu durumu gören Atar abi “Ben bu genç çocuklara yeni bir tekne yapacağım” dedi ve pırıl pırıl vernikli bir Snipe hediye etti. O sene yine kulüp federasyonla ters düştü ve büyük hevesle katılacakları İzmir’deki Türkiye şampiyonasına katılmama kararı aldı. Ama Ahmet ve Azad katıldılar ve kulüp de onları cezalandırmaya karar verdi.

    Bu Soyadı Fenerbahçe’de Olmalı

    Bunun üzerine “Baydar soyadını taşıyan birinin Fenerbahçe de yarışması gerekir” diyen Semih Arıcan fırsatı kaçırmadı ve onları transfer etti. Yeni kulüplerinde büyük başarılar elde edip Dragon sınıfına geçtiler. Dragon için üçüncü kişiyi de denizlerde değil, dağlarda buldular. Kayak sporunun değerli ismi sevgili Ayhan Kırbaç ekibi tamamladı. Bu sınıfta da çok başarılı yarışlar çıkardılar.

    Sonra iki usta yelkenci de söndü. Önce Ahmet’i böbrek yetmezliğinden kaybettik. Kulüpten ayrılsa da bizim için devamlı kulübün bir sporcusu idi. Sonra Ergin, Medya Cup yat yarışında ekipte iki doktor olmasına rağmen kalbine yenik düştü. Denizde, yelken yarışında vefat etti.

    Çok renkli bir aileydi. Tipik Dostoyevski’nin Karamazov kardeşleri… Beraberken sadece kavga ederlerdi. Hiç beraber ekip olamadılar. Bir keresinde Engin abi’ye Ergin ekip oldu. Yine kavga çıktı. Ergin parkurda denize atlayıp yüzerek kulübe geldi. O gün ekipteki üçüncü, çok sevdiğim “Helmut Schön” Hikmet abiydi; “Yelkende cinayeti zor önledim” demişti.

    Biz hepsini çok sevdik…

    Ahmet ve Ergin… Sizlerin taktiklerini yarış parkurları çok özledi. Ne usta dümencilerdiniz…

    Son bir söz Sevgili Müfit Ekdal’a Ahmet’in kızı Dilara Baydar Pelister’i büyük babasını anlatsın diye götürdüm ve “Alaaddin Baydar’ın torunu” dedim. Gözleri dola dola uzun uzun anlatmıştı büyük Kadıköylü…

    Seyhun Binzet / Fenerbahçeli Yelken Efsanesi Baydar Kardeşler

  • Fahir Yeniçay

    Fahir Yeniçay

    Türk Halkını Fenerbahçe’ye Aşık Eden Takım‘ın futbolcusuydu, Fahir Yeniçay.

    41 yıl sonra bir araya geldikleri akşam, arkadaşları “Onun kadar sinirsiz, sakin oynayana rastlamadık” demişler, Yeniçay da asla sert oynamamış olmasını şöyle açıklamıştı : 
    “Ben sahada 22 arkadaş birlikte spor yapıyoruz, diye düşünür ve hiç kimseyi rakip görmezdim”

    Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre 1921-1924 arası 24 resmî maçta forma giydi.

    Sözü biraz da fizikciler.info.tr” sitesine bırakalım.

    Hayatı

    Fahir Yeniçay 1902 yılında İstanbul’da doğdu.

    Orta öğrenimini İstanbul Kadıköy’deki Saint Joseph Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1922 yılında İstanbul Darülfünunu’nun (1925 yılında yapılan değişiklikle bugünkü Fen Fakültesi’ne dönüşen) Fen Medresesi’nde fizik ve kimya öğrenimine başladı.

    Yüksek öğrenimini 1925 yılında tamamlayan Yeniçay 1927 yılında Fransa’ya gitti ve Paris’teki Sorbonne Üniversitesinde, Fransız Fizikçisi Nobel ödüllü J. B. Perrin’in yönetiminde doktora çalışmalarına başladı. Bu çalışmalarını 1930 yılında tamamlayarak Su ve Cıva Üzerinde Tek Moleküllü Filmler adlı teziyle doktor ünvanını aldı. Bu, bir Türk bilim adamı tarafından yapılan ilk fizik doktorasıdır.

    Ankara’daki Gazi Enstitüsü’nde, lise öğretmenlerine verdiği kurslar sırasında, 31 Mayıs 1933’de kurulan yeni İstanbul Üniversitesi’nin öğretim kadrosunda yer aldı. Böylece Prof. Dr. Yeniçay, İstanbul Darülfünu’nun öğretim kadrosundan olup, İÜ Fen Fakültesi’nde Ali Yar (Matematik) ve Hamit Nafiz Pamir (Jeoloji) ile birlikte görevde kalan üç öğretim üyesi arasında yer aldı.

    Profesör Oluyor

    Prof. Dr. Yeniçay, 21 Ekim 1938 tarihinde de profesör unvanını aldı ve aynı yıl Feride Hanım ile evlendi. Bu evliliklerinden Hamit Yeniçay dünyaya geldi. 1939 – 48 yılları arasında Fen Fakültesi Dekanlığı, 1953 – 55 yılları arasında da İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü yaptı.

    Bilime ve fizik eğitimine olan katkıları, TÜBİTAK’ın 1972 yılında verdiği Hizmet Ödülü’yle değerlendirilen Prof. Dr. Yeniçay’ın sporcu kimliği ve sanata verdiği önem de vurgulanmalıdır. Uzun yıllar, Fenerbahçe ve Türk Milli Futbol takımının formasını taşıyan Prof. Dr. Yeniçay bu özelliğini çalışma yaşamına da taşımıştır. İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’taki Merkez Kampüsü’nde bulunan spor alanlarını Rektörlük görevi sırasında yaptırmıştır. Kürsüye geliş gidişlerinde, Eminönü – Fakülte arasını yürüyerek kateden Fahir Bey’in kürsüye geldiğinde ilk işi, sporcu kimliğinden gelen bir alışkanlıkla, soluk lacivert renkli eşofmanlarını giymekti. Onu tanımayanlar zaman zaman görevi konusunda yanılgıya düşmüş, bu giysileri içindeki Prof. Dr. Yeniçay’ı, kürsünün temizlik ve bakım işleriyle ilgilenen bir görevli sanmışlardır! Oysa bu eşofmanla sadece çalışma odasında ve laboratuarda çalışır; derslere ve resmi toplantılara ise, takım elbisesiyle katılırdı.

    Prof. Dr. Yeniçay 11 Mayıs 1988 Çarşamba günü aramızdan ayrıldı.

    http://fizikciler.info.tr/index.php/13-fizikciler/134-prof-dr-mustafa-fahir-yenicay-1902-1988


    Fahir Yeniçay’ın vefatından sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Şehsuvar Zebitay’ın (şuradan ulaşabileceğiniz) bir yazısı yayınlandı. Burada Fahir Yeniçay’dan “İlmî Haysiyet Abidesi” olarak söz ediliyordu.

    Son sözleri Ahmet Yüksel Özemre’ye bırakalım…

    Kahraman Bilim Adamı

    Fahir Hoca, Fransızca, Almanca ve İngilizce’ye de bu dillerin edebiyatlarına da bihakkın vâkıftı. Tek çocuğu olan Hamit Yeniçay da kendisi gibi fizikçi olup Kanada’ya göç etmiş ve orada vefat etmiştir.

    Fahir Hoca fevkalade disiplinli, dakik, çalışkan ve titiz bir zattı. Çok belirgin ve objektif bir akademik zihniyet sahibiydi. Bundan asla taviz vermemiştir. Hiç tahammül edemediği şey ilmî objektifliğin şahsî çıkarlar uğruna feda edilmesi ve ilim kisvesi altında üçkağıtçılığa tevessül edilmesiydi. Bu ve buna benzer durumlarla karşılaştığı zaman çok öfkelendirdi; fakat kimseye kin beslediği görülmemiştir.

    Gençliğinde Fenerbahçe futbol takımında uzun süre oynamış olmasının kendisine kazandırmış olduğu atletik bir yapıya sahipti. Uzun boylu ve tezcanlı olmasının verdiği avantajla hızlıca yürür ve merdivenleri bir solukta çıkardı. Az yemek yer; içki ve sigara kullanmaz; bol bol yürürdü. Türk mûsıkisinden de klasik batı müziğinden de hoşlanırdı.

    Matmazel Mazmanyan

    Bu arada Hoca ile 30 yıldan fazla bir zaman çalışmış olan sekreteri Matmazel Makruhi Mazmanyan’ı (1913-2003) da unutmamak gerekir. Matmazel Makruhi, Hoca’nın eşref saatini çok iyi bilen, fevkalade dürüst, gıybetsiz, dedikodusuz, sadık, çalışkan, dirayetli, muhabbetli ve süratli daktilo yazan etkin bir sekreter olarak Hoca’nın eli ayağı mesabesindeydi. Fizik Kütüphanesi’nin 20.000 kadar cildinden o sorumluydu. İyi Fransızca bilirdi. Türkçe diksiyonu ve sesinin edası harikulade güzeldi. Matmazel hepimizin sevgili ablası idi. Allah razı olsun, o yoğun işleri arasında, benim 144 sayfalık doktora tezimi de bir haftada daktilo edivermişti.

    Hoca, tatil günleri hariç, her gün saat 08:30’dan akşam 17:00’ye kadar sırtında kendisine alem olmuş olan lacivert eşofmanı ile laboratuvardan laboratuvara koşar, deney hazırlar, alet imâl veya tamir eder, araştırma yapar veya yönetir, misafirlerini kabul ederdi. İkinci vakti ise mutlaka bir duş alır, çayını içer ve kostümünü giyerdi. Derslerine daima kostüm ve kravatla girerdi. Emekli olduktan sonra fakültedeki odalarını muhafaza eden Fahir Hoca, Salı ve Cuma günleri Teşvikiye’de Kalıpsız Sokağı’ndaki evinden Vezneciler’e kadar, eskiden yaptığı gibi, çoğu sefer yürüyerek gelmiş ve saat 08:30’dan itibaren odasında ya da laboratuvarında çalışmaya koyulmuştur. Bu, vefatına kadar hep bu minval üzere devam etmiştir. (Ahmet Yüksel Özemre, Portreler Hatıralar)

    Tarihe saygı duyan her Fenerbahçelinin ezbere bilmesi gereken o işgal yılları Fenerbahçe on birinin; yani Şekip Kulaksızoğlu, Cafer Çağatay, Hasan Kamil Sporel, Fahir Yeniçay, İsmet Uluğ, Kadri Göktulga, Alaaddin Baydar, Bedri Gürsoy, Ömer Tanyeri, Sabih Arca, Zeki Rıza Sporel on birinin bu müthiş üyesine, Harington Kupası kahramanı bu sporcu bilim adamına saygılarımızla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Bugün Fenerbahçe’de 1 Numaralı Üye Kim?

    18 Mayıs 1955 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan, Enver Yetiker’e dair vefat ilanı…

    İkinci soru ise şu;
    “Fenerbahçe’nin kurucularının üye numarası kaç?”

    Önce başlıktaki sorunun cevabını verelim :
    “Kurucu olmakla uzak yakın alakası olmayan biri”

    İkinci sorunun cevabı ise şöyle :
    “Kendileri yok ki numaraları olsun!”

    Yukarıdaki görsel, 1907 yılında St. Joseph Lisesi Türkçe öğretmeni olan, 1913 yılında Nasuhi Esat Baydar ilk yazılı Fenerbahçe tarihçesini kaleme alırken Gümrük Müfettişi bulunan, İstiklal madalyası sahibi Enver Yetiker’in Milliyet gazetesinde yer alan ölüm ilanı…

    Bu ilanda şöyle yazıyor:
    “Fenerbahçe Kulübü’nün kurucusu ve 1 numaralı azası Enver Yetiker, dün evinde vefat etmiştir. Vefat haberi, spor çevrelerinde derhal duyulmuş ve derin bir teessür uyandırmıştır. Merhum, uzun müddet devlet ve spor işlerinde çalışmış, Milli Mücadele sırasında büyük yararlıklarda bulunmuştur.”

    Hemen altında ise “Fenerbahçe Kulübü’nün Tebliği” yer alıyor. O da şu şekilde :
    “Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi Bay Enver Yetiker, dün rahmeti rahmana kavuşmuştur. Merhumun cenazesi bugün saat 10’da Kızıltoprak İstasyon Caddesi’ndeki evinden kaldırılıp, Kızıltoprak Zühtüpaşa Camii’nde öğle namazından sonra aile kabristanına defnedilecektir. Kulübümüz mensuplarını, merhuma son ihtiram vazifelerini yapmak üzere, cenaze merasimine davet ederiz.”

    İşin özü, Fenerbahçe Spor Kulübü sicil kayıtları yeniden düzenlenmeli… Neredeyse on yıllardır “Adam sen de!” denerek halı altına süpürülen bu garabet bir mızrak oldu ve artık çuvala sığmıyor. Düzgün bir projelendirme ile bu sorunu ortadan kaldırmak ve tarihi şahsiyetlerin ruhunu şâd etmek, yönetim kurulumuza çok yakışacaktır.

    1955 yılına kadar “Fenerbahçe’nin Kurucusu ve 1 Numaralı Üye” olan Enver Bey’in, vefatından sonra Fenerbahçe’nin kuruluş hikayelerinde küçücük bir role sahip olmasını da ayrıca konuşmak gerek tabii.

  • Fenerbahçe’de 1 Numaralı Üye Kim?

    Fenerbahçe’de 1 Numaralı Üye Kim?

    Birinci soru bu : Fenerbahçe’de 1 Numaralı Üye Kim?

    İkinci soru ise şu;
    “Fenerbahçe’nin kurucularının üye numarası kaç?”

    Önce başlıktaki sorunun cevabını verelim :
    “Kurucu olmakla uzak yakın alakası olmayan biri”

    İkinci sorunun cevabı ise şöyle :
    “Kendileri yok ki numaraları olsun!”

    Yukarıdaki görsel, 1907 yılında St. Joseph Lisesi Türkçe öğretmeni olan, 1913 yılında Nasuhi Esat Baydar ilk yazılı Fenerbahçe tarihçesini kaleme alırken Gümrük Müfettişi bulunan, İstiklal madalyası sahibi Enver Yetiker‘in Milliyet gazetesinde yer alan ölüm ilanı…

    Bu ilanda şöyle yazıyor:
    “Fenerbahçe Kulübü’nün kurucusu ve 1 numaralı azası Enver Yetiker, dün evinde vefat etmiştir. Vefat haberi, spor çevrelerinde derhal duyulmuş ve derin bir teessür uyandırmıştır. Merhum, uzun müddet devlet ve spor işlerinde çalışmış, Milli Mücadele sırasında büyük yararlıklarda bulunmuştur.”

    Hemen altında ise “Fenerbahçe Kulübü’nün Tebliği” yer alıyor. O da şu şekilde :
    “Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi Bay Enver Yetiker, dün rahmeti rahmana kavuşmuştur. Merhumun cenazesi bugün saat 10’da Kızıltoprak İstasyon Caddesi’ndeki evinden kaldırılıp, Kızıltoprak Zühtüpaşa Camii’nde öğle namazından sonra aile kabristanına defnedilecektir. Kulübümüz mensuplarını, merhuma son ihtiram vazifelerini yapmak üzere, cenaze merasimine davet ederiz.”

    Mızrak Artık Çuvala Sığmıyor

    Büyük bir ihtimalle, çoğunluğu St. Joseph Lisesi öğrencisi olan Fenerbahçe’nin kurucuları ve ilk üyeleri, çok sevdikleri ve saygı duydukları öğretmenleri Enver Yetiker’in hatırasını kulüpte sürekli kılmak için “1 Numaralı Üye” olarak kendisini kaydettiler. Daha sonra ne olduğu önemli değil. Enver Bey’in ve diğer kurucuların, hatta müessislerin isimleri tekrar üye numaraları ile kayıt altına alınmalı.

    İşin özü, Fenerbahçe Spor Kulübü sicil kayıtları yeniden düzenlenmeli… Neredeyse on yıllardır “Adam sen de!” denerek halı altına süpürülen bu garabet bir mızrak oldu ve artık çuvala sığmıyor. Düzgün bir projelendirme ile bu sorunu ortadan kaldırmak ve tarihi şahsiyetlerin ruhunu şâd etmek, yönetim kurulumuza çok yakışacaktır.

    1955 yılına kadar “Fenerbahçe’nin Kurucusu ve 1 Numaralı Üye” olan Enver Bey’in, vefatından sonra Fenerbahçe’nin kuruluş hikayelerinde küçücük bir role sahip olmasını da ayrıca konuşmak gerek tabii.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu / Fenerbahçe’de 1 Numaralı Üye Kim?