Etiket: Sait Selahattin Cihanoğlu

  • Tenisin Kalbi Sende Atar

    Tenisin Kalbi Sende Atar

    24 Haziran 1923 tarihli Vatan gazetesindeki bir haber, Fenerbahçelilere “Tenisin Kalbi Sende Atar” dedirtiyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Cuma Günkü Tenis Maçları

    Bugünkü Büyük Futbol Müsabakası

    Fenerbahçe, İngiliz Muhtelit Takımının Davetini Kabul Etti.

    Evvelce haber verdiğimiz veçhile Fenerbahçe tenisçileriyle Harbiye’deki İngiliz zabitleri arasındaki tenis maçları Cuma günü icra edilmiş ve hemen cümlesinde Türk gençleri muvaffak olmuşlardır. Tek (singl) müsabakalarda beşe karşı yedi ile Fenerbahçe Tevfik Bey (mumaileyh İstanbul Tenis Federasyonu Reisidir), dörde karşı altı ile Said Bey, beşe karşı yedi ile Zeki Bey, dörde karşı altı ile Galip Bey, dörde karşı altı ile Fuad Bey kazanmış ve yalnız sekize karşı yedi ile Şefik Bey mağlup olmuştur.

    Çift (dabl) müsabakalarda Said ve Tevfik Beyler takımı dörde karşı altı ile, Zeki ve Galip Beyler takımı üçe karşı altı ile, Fuad ve Reşad Beyler takımı beşe karşı yedi ile, Kemal ve Şefik Beyler takımı bire karşı Altı ile İsmet ve Suad Beyler takımı ikiye karşı altı ile galip gelmişler ve yalnız Semih ve Sabih Beyler takımı altıya karşı iki ile yenilmişlerdir.

    Kadınlar arasındaki tek müsabakalarda Fenerbahçe’den Matmazel Lusi, Miss Diana’yı bire karşı altı ile, Matmael Roza, Miss Beta’yı dörde karşı altı ile mağlup etmişlerdir.

    Kadın erkek muhtelit müsabakalarda Said Bey’le Matmazel Lusi takımı bire karşı altı ile ve Zeki Bey’le Matmazel Roza takımı keza bire karşı altı ile ihraz-ı galibiyet etmişlerdir.

    Fenerbahçeliler Cuma günü yaptıkları bu on altı maçtan on dördünü kazanmışlar ve rakiplerinin elli sekiz oyununa mukabil doksan altı oyun yapmışlardır.

    Müsabakaların nihayetinde İngilizler tarafından bir çay ziyafeti verilmiş ve Türk gençlerinin teniste kendilerine tefevvuk ettikleri beyan edilerek cümlesi ayrı ayrı tebrik edilmişlerdir.

    İngiliz oyunu olan teniste kendilerine mütefevvik oldukları bizzat İngilizler tarafından itiraf olunan gençlerimizin bu muvaffakiyetlerinden dolayı ne kadar iftihar edilse azdır.


    Bugün Taksim Stadyumu’nda Altınordu kulübü ile İngilizler arasında bir futbol müsabakası icra edileceğini yazmıştık. Türk kulübüne karşı çıkacak olan takım İngiliz topçu kıtaatının futbol takımıdır. Bu takım Fenerbahçe ile müsabaka icra etmiş olan topçu takımı ise pek kuvvetlidir. Mamafih Altınordu da en kuvvetli takımını tekrar tesis ve Refik Bey gibi maruf futbolistlerin iştirakini temin eylemiştir. Oyunun heyecanlı olacağını umarız. Neticeyi karilerimize arz edeceğiz.


    Turnuva şampiyonluğunu kazandığı için Fenerbahçe’yi maça davet ederek galip geldiği takdirde bir de kupa vadeden İngiliz takımının Irish Guard, Grenadier Guard ve Coldstream Guard’dan mürekkeb bir muhtelit takım olduğu tahakkuk etmiştir. Her biri ayrı ayrı mühim bir kuvvet olan bu İngiliz takımlarının birleştikleri takdirde arz edecekleri manzara ancak “müthiş” kelimesiyle tarif olunabilir ve Fenerbahçe’nin bu muhtelit takımı yenmesi müstehildir denilebilir. Mamafih bu Cuma günü Taksim’de icra edilecek olan bu müsabakadan -çok gayret ederlerse- gençlerimizin mahcup olarak çıkmayacaklarını ümit ederiz.


    Bugünkü Büyük Futbol Müsabakası

    Bugün Taksim Stadyumu’nda saat beş buçukta Altınordu ile İngiliz topçuları arasında icra edilecek futbol müsabakası bilumum spor müntesiplerini meraklı ve heyecanlı zamanlar geçirtecektir. Altınordululara galibiyet temenni olunur.

    24 Haziran 1923 – Vatan Gazetesi

  • Büyük Fikret Bölüm VIII

    Büyük Fikret Bölüm VIII

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm VIII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm VIII

    Eski Disiplin, Kardeşlik ve Ağabeylik

    Eskiden oynanan futbolun bugünkünden üstün olduğunu söyleyemem. Beraber oynadığım arkadaşlarımın bazıları bunu tartışıyorlar. Ben bu kanıda değilim. Ama daha iyi taraflarımız vardı. Takım arkadaşlığı, kaptanlara saygı ve sevgi… Bugün bile ilerlemiş yaşlarına rağmen bana ve Hakkı Yeten’e “Kaptan’ diye hitap eden arkadaşlarımızın gösterdikleri saygı ve sevgi ile fikirlerimizi itirazsız kabul etmeleri bunun en canlı misalidir.

    Bugün takımların idare şekline göre, kaptanlık müessesi kaybolmuştur. Kaptan sahada kale veya topu seçen oyuncudur. Bunun için takımlar, saha kenarlarına yaptırılan kulübelerden, antrenörler ve yöneticiler tarafından saha içindeki kaptanın yerine yönetilmeye başlamıştır. Bundan dolayı saha içindeki futbolculara söylenecek şeyler acayip bağrışıp, çağırmalar halini alarak manzarayı çirkinleştirmiştir.

    Hâlbuki bizim devrimizde antrenörler soyunma odasında bütün taktiklerini verir, takımların saha içi idarelerini kaptanlara bırakırlardı. Böylece kaptanın diğer oyuncular arasında itibarı artardı. Bunun diğer bir faydalı tarafı da kaptanlar daha iyi yetişirler, futbolu bıraktıktan sonra kulüplerinin futbolla ilgili yöneticilik mesuliyetini ele alırlardı.

    Rusya Seyahati

    Ruslar benim oynadığım yıllarda henüz Uluslararası Futbol Federasyonu’na dâhil edilmemişlerdi. Kendileriyle olan temaslarımızı Halkevleri Karması namıyla yapardık. Karşılıklı, bir yıl biz giderdik, bir yıl onlar gelirlerdi.

    1932 yılında İstanbul’da oynanan maçımızı Başvekil İsmet İnönü de izlemişti. 1933 yılında rövanş için Rusya’ya gitmemiz gerekiyordu. Ben o tarihte Sümerbank’ın bir müessesesine memur olarak yeni atanmıştım. Göreve başladığım ilk günlerin birinde müessese müdürü beni yanına çağırttı ve asık bir suratla, “Ankara’dan izin geldi. Rusya’ya gidecekmişsiniz. Bir ay izinlisiniz…” dedi. Tereddüt içinde teşekkür ettim. Fakat müessese müdürünün olaydan memnun kalmadığını anlamıştım.

    Düşündüm, kararımı verdim. Seyahate gitmeyecektim. Öyle de yaptım. O kafilenin başkanı parti ileri gelenlerinden Cevdet Kerim İncedayı idi. Yollarda ve maç sonuçlarından sonra yapılan tartışmalarda, benim gitmeyişim O’na abartmalı şekilde anlatılmış. O da bana adeta düşman olmuştu.

    Müessese müdürü, takım gittikten sonra beni çalışır görünce, nedenini sordu. Babamın hasta olduğunu söyledim. İşimden atılırsam yüksekokul mezunu olmadığım için zor durumlarda kalacağımı düşünüyordum. Müdüre de “Futbol bana hayatımı kazandırmaz. Yeni başladığım işte çalışıp yükselmek istiyorum…”‘ dile ilave ettim. Müdürle konuştuğum ilk gün suratı ne kadar asılmışsa bu kez o kadar memnun olduğunu anladım. “Sorarlarsa ne diyeyim?” dedi bana… “Babası hastaydı gidemedi” сеvabını tekrarladım.

    Takım seyahatten döndüğünde başıma çok iş geldi. Cevdet Kerim İncedayı, ben

    i spor teşkilatından ihraç talebiyle ceza kuruluna vermiş. Bir gün tebligat alarak ceza kuruluna gittim. Bu kurulda İbrahim Kemal Baybora, Sait Selahattin Cihanoğlu ve Abdullah Fethi beyler vardı. İçeri girdiğimde, başkan yanındakilere “Bey kimdir?”‘ diye sordu. Benim sinirlerim iyice bozulmuştu. Biraz ayıp oldu ama “Madem beni tanımıyorsunuz ne ceza vereceksiniz?” dedim. Dışarı çıkmak istedim. Sait Selahattin Bey, beni geri çağırdı. Büyüğümdü kırmadım, döndüm. Müdafaamı yaptım. Uzun seyahatlerin çalışan kişilere zararını anlattım. Amirlerimizin bizden soğuduklarını, iyi işler vermediklerini söyledim. Dönüşümüzde işten ayırmak için neden aradıklarını ekledim. Sonra da, “Bana aslında Halkevleri Yönetim Kurulları ceza verebilir. İsterlerse beni bir daha takımlarına almazlar. Ruslar da Beynelmilel Federasyon’a dâhil olmadıkları için bana ceza veremezsiniz’ dedim. Başkan Baybora Elektrik Şirketi Genel Müdürü’ydü. Savunmamı kabul ederek bana ceza vermedi. Fakat kurulda söylediklerimden dolayı kendimi daima ayıplamışımdır.

    Büyük Fikret Bölüm VIII

    Bu seyahati böylece atlattıktan sonra 1934 yılı geldi. Yeni bir seyahat vardı. Ben yıllık iznimi almadan hazırlanmıştım, seyahate katıldım. Takım kaptanı olduğum için Cevdet Kerim Bey’le sık sık temas ediyordum. Derdimi ona kolay anlattım ve dost olduk.

    Çok iyi geçen seyahatte güreşçilerle fazla şaka etmemek gerektiğini, anladım. Harkov’da birkaç gün dinlenme izni verilmişti. Netur kenarındaki bir plajda eğleniyorduk. Aramızda güreşçiler de vardı. Laf olsun diye, “Futbolcular sizden iyi güreşir…” diyecek oldum. Hemen üzerime atladılar. “Haydi, bakalım Kenan Olcay’la güreşeceksin’ dediler. Olcay namlı bir güreşçi… “Sen biraz ağırsın ama zararı yok” diye yakama yapıştılar. Müsabaka yapacak kadar olmasa bile biraz güreş bilirdim.

    Olcay grekoromenciydi. Ben “Serbest güreş yapacağız” dedim. Bundan yararlanmak istedim. Kenan’ın kafa kolu çok meşhurdu. Kaptırmamak için ellerimi arkada tutuyordum. Birkaç elense çekti, elimi uzatır gibi oldum, kolumu kaptı. Kilom biraz ağır olduğundan beni hemen düşüremedi. Bende ona bir çalım attım, kumlara yuvarlandık. Olcay mühimsemeyince O’nu köprüye getirdim. Futbolcular bağırış, çağırış benim tarafımı tutuyorlardı. Güreşçiler ayağımdan çektiler ve oyunu bıraktık, fakat beş dakika süren mücadele kolumu, kanadımı kırmıştı.

    Ayağa kalkınca Büyük Mustafa ve Mersinli Ahmet’e, “Ben sizi bile yenerim…” dediğimde ortalık karıştı. Bileklerimden yakalandılar. Baktım iş ciddi ellerinden zor kurtulup, kaçtım. Bir bidonun içine saklanıp onlardan kurtuldum. Akşamki ziyafette Sait Altınordu bir peçete alıp Mersinli ile Büyük Mustafa’nın önünde boğa gibi tutunca kıyamet yeniden koptu, ancak masada büyüklerimiz vardı, bize bir şey yapamadılar.

    (DEVAM EDECEK)


    Fotoğraf-1) 1934’de Ukrayna muhteliti Fenerbahçe’nin yaptığı maçta Famin ve Ben maç öncesinde birbirimize başarılar diliyoruz.

    Fotoğraf-2) 1934’de Leningrad’da Sovyet Milli Takımı ile yaptığımız maçta iki takım kaptanları Ben ve Botosov seremoni sırasında hakemlerle birlikte görülüyoruz.

    Fotoğraf-3) Sovyet takımı kaptanı Botosov o zaman Rusya’nın en iyi futbolcusu idi… Yıllar sonra 1946’da Botosov da teknik direktör olarak karşı karşıya geldik. Ve uzun süre eski hatıraları yad ettik..

  • Yanan Müze

    Yanan Müze

    1931 hırsızlığı ve 1932 yangını yüzünden Fenerbahçe Müzesi’nden “kaybedilen” eserler, müzayede sitelerinde ortaya çıkıyor. Kulüp yöneticileri ve yetkililer bu hazinelerin Fenerbahçe Müzesi’ne dönmesi için büyük gayret gösterirken biz de yangın felaketini bir de bu açıdan hatırlamak için Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabından “Yanan Müze” bölümünü sitemize taşımak istedik…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yanan Müze

    Türk sporunun şan ve şeref timsali Fenerbahçe’nin bu mümtaz durumu ile mütenasip zengin mükâfatlara sahip olacağı tabiidir. 5 Haziran 1910 da Strugglers’ı 3-1 yenerek kazanılan gümüş işlemeli ilk kupa ile başlayan mükâfat serisi kısa zamanda artmağa başlamıştır. 1913 de Altıyol ağzındaki lokalde sayısı 10’a yaklaşan kupa ve heykeller için küçük bir vitrin alındı ve Fenerbahçe’nin zafer müzesinin temeli böylece atıldı.

    1914’de Kuşdili’ndeki lokalin 2 inci katında bir odayı müze ayırmak ihtiyacı duyulmuş ve burası Birinci Cihan Harbinden sonra zengin bir hüviyet iktisabına başlamıştır. Kazanılan mükâfatları koymak için yeni vitrinler yaptırılmak zaruretiyle karşılaşılıyor ve 1926’dan itibaren artık burası da ihtiyaca yetmez olduğundan, büyük vazolarla şiltler diğer odalara ve alt salona serpilmeğe başlanıyordu.

    Sait Selâhattin Cihanoğlu’nun, 1926’da Afrika’da avlayıp Londra’da tahnit ettirdikten sonra, kulübe hediye ettiği 22 adet vahşi hayvan başı, her tarafa asılmış ve kulübe ayrıca bir hususiyet ve eşsizlik vermiştir.

    1932 ilkbaharında Fenerbahçe’nin kupa, şilt ve heykel mevcudu, tahminen, 120’yi aşmıştı. İçtimai, siyasi, askeri, sportif birçok cemiyetlerden, Osmanlı İmparatorluğu Sultan, Şehzade ve hatta Padişahlarına; müteaddit yabancı ve düşman teşekküllerden, İşgal Orduları Başkumandanlığına kadar; türlü yüksek makam, teşekkül ve şahsiyetlerce sunulmuş ve zorlu mücadeleler sonunda kazanılmış, manen olduğu kadar maddeten de değerleri yüksek ve kâmilen Avrupa mamulü bu çok zarif sanat eserlerinin göz kamaştırıcı mana ve manzaraları, her gören ve ziyaret eden üzerinde, derin ve sihirkâr bir tesir bırakırdı. Hele İşgal ve Mütareke Devrinin o paha biçilmez zafer nişaneleri her Türk için göğüs kabartıcı, her Fenerbahçeli için sonsuz iftihar vesileleri idiler.

    Yanan bu mükâfatların, maalesef bir kaydı mevcut değildir. Yangın sabahı kurucu aza Hüseyin (Serter), yeni antrenör Sveng ve diğer birkaç Fenerbahçeli tarafından dereden kovalarla su taşımak suretiyle, kızgın ateş içinden çıkarılan ve top ağaçların altına yığılan kısmen ezik ve erimiş, kısmen kırık ve kısmen de az hasar görmesi sevinçlerle karşılanmış bu hatıraların muhafaza edilmemeleri; hiç olmazsa tamamen yanıp eriyenlerle beraber, bunların hemen tespit ve kayıt olunmamaları büyük bir hatadır. Zira, bu telâfisi imkânsız hatıraların kâmilen unutulacağı, zamanın bunların üzerine bir silgi çekeceği aşikâr olduğuna göre; Fenerbahçe’nin 25 yılık bir devrinin canlı ve kıymettar vesikalarını toplu olarak tespit etmemek pek büyük bir günah olmuştur.

    Aşağıda arz olunan ve okurken bir taraftan heyecan, diğer taraftan da ıstıraptan gözler yaşartacak muazzam liste, yanan o zafer hazinesinin tamamına yakın miktarını gösterir. Bunu tespit edebilmenin ne kadar yorucu ve zor olduğunu takdir etmek güç olmasa gerektir. Yangından sonra senelerce süren gayret neticesi, tarafımızdan tespit olunan liste, eğer, taşıdığı muazzam hüviyetle bugün külü dahi kalmamış aslı hakkında bir fikir ve ölçü verebilirse, bu, uzun mesai yıllarının tahripkâr yorgunluğunu gideren namütenahi bir haz olacaktır.

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu

  • Canlı Yapraklar – VI

    Canlı Yapraklar – VI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – VI” : 1914 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – VI

    İstibdat devrinde biri bir irfan ocağının çatısı, diğeri de bir avuç cesur ve fedakâr gencin göğüsleri siper alınarak kurulmuş memleketin en eski iki spor yuvasının şu heybetli mensuplarına bakin!

    Türk sporunun muhtelif branşlarında yarım asırdan beri önderlik etmiş ve etmekte devam eden Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ilk nesilleriyle karşı karşıyasınız… Yuvalarının bu önderlik vasıflarını, onun ölçüsüz fahrü şerefini ifade eden asil, vakur tavırlarına bakınız… Bakınız, yalnız sevgi ile değil, fakat hürmet ve tazimle de bakınız.

    Çünkü yalnız futbolumuzun kıymetli alemdarlarıyla karşı karşıya değilsiniz… Aynı zamanda, bugün çoğu ebe diyete göçmüş, bir vatanseverler, bir kahramanlar grubu ile de karşı karşıyasınız…

    Bu grup; vatan için, milletin namusu ve istiklâli uğrunda kanlarını çok genç yaşta akıtmış, hatta mübarek naaşları bugün hudutlarımız dışında kalmış bir şehitler zümresini de sinesinde taşıyor! Irak çöllerinin, Çanakkale’nin, Niğde dağlarının bu aziz şehitlerini şu resimde huşu ile seyrederken şüphesiz ki, sonsuz şükran duygularına gömülmüş bulunmak mecburiyetindeyizdir!

    Onların ruhu azizlerine Fatihalar yollayalım…

    Böyle emsalsiz hususiyetler taşıyan yukarıda gördüğünüz resim 41 sene evvel bir Fenerbahçe-Galatasaray lig maçına başlanmadan birkaç dakika önce çekilmiş bulunuyor. Hatta 11inci Galatasaraylı o anda hazırlanmamış ve resme de yetişememiştir.

    Gün 1913 ün 22 Aralığı. Bu tarih her Fenerbahçeli için olduğu kadar, her Galatasaraylı için de unutulmaz hâtıralar saklar… Neden mi?

    Şunlardan: Fenerbahçe, Galatasaray ağlarına ilk golünü o gün yollamış, ezeli rakibine ilk galibiyeti de o gün kazanmıştı. Ve dolayısile, Galatasaray kulübü de 2 yıllık kıdemin verdiği tabii üstünlüğe o günden itibaren artık vedaa mecbur kalmış, Fenerbahçe’den ilk mağlûbiyet acısını o gün tatmıştır…

    1913/14 senesi İstanbul şampiyonluğu büyük bir hararet içinde devam ediyordu.

    O yıla takaddüm eden ve Balkan muharebesi dolayısile atıl geçen 1912/13 sezonundan evvelki son şampiyonaya, yâni 1911/12 müsabakalarına Galatasaray takımı, tertip heyetinin boykot kararı yüzünden girememişti. Ligdeki 2 Türk kulübünden birinin bu suretle ekarte edilmesi 4 ecnebi ve gayrimüslim kulübe karşı genç Fenerbahçe’yi tek başına bırakmıştı… İşte, Fenerbahçe, Galatasaray’ın, milli duygularla, oyuncu vermek teklifini bile kabul etmeden Ramblers, Stroglez, Kadıköy ve Progrès kulüpleriyle yaptığı iki devreli ligde, bütün tahminler hilâfına, hiç yenilmeden ilk İstanbul şampiyonluğunu kazandıktan sonra

    1913/14 şampiyonasına 2 yıldır elinde tuttuğu namağlup unvanıyla ve daha kuvvetli bir kadro ile katılıyor ve rakipleri Progrès, Stroglez ve Telefoncuları 3-1, G-0 ve 8-0 yendikten sonra 22 Aralık 1913te ezeli rakibi ile karşı karşıya geliyordu.

    Galatasaray’ın: Ahmet Robenson, Hasnun Galip, Ahmet Cevat, Usturumcalı Hüseyin, Celâl, Sabit … Hafız Hayri, Emil Oberle, Jozef Oberle, Nâsır ve Muzaffer’den mürekkep takımına karşı:

    Mateosyan, Galip, Arif, Sabri, Vilhelm, Süreyya, Miço, Nuri, Hasan Kâmil, Sait Salâhaddin ve Hikmet tertibinde çıkan Fenerliler 17nci dakikada Hasan Kâmil’in verdiği bir şutla ilk gollerini yapmışlardır… Bir Galatasaray akınını durduran sağ haf Sabri topu uzun bir vuruşla solaçık Topuz Hikmet’e göndermiş ve onun da Hasan Kâmil’e verdiği isabetli bir pasla bu tarihi ve şahane gol yapılmıştı. Bu gol tarihte Galatasaray kalesine giren ilk Fenerbahçe golüdür.

    32nci dakikada Jozef Oberle’nin beraberlik sayısından sonra ilk devre 1-1 berabere bitmiştir. 57nci dakikada yine Hasan Kâmil kuvvetli bir vuruşla ikinci, 5 dakika sonra Sait Salâhaddin 3üncü golü yaptıktan sonra yine Jozef Oberle Galatasaray’ın ikinci golünü kaydetmişse de Miço’nun 76ncı dakikadaki dördüncü golü ile dâva hallolunmuş ve Fenerbahçe ezeli rakibini 4-2 netice ile ilk defa mağlup etmişti.

    Şimdi sizlere o günün galip ve mağlûplarını sağdan itibaren tanıtalım:

    Mateosyan (Fenerbahçe), Merhum Hüseyin (Galatasaray), Hikmet (Fenerbahçe), Sait Salâhaddin (Fenerbahçe), şehit Celâl (Galatasaray), merhum Süreyya (Fenerbahçe), merhum Nâsır (Galatasaray), merhum Sabri (Fenerbahçe), şehit Hasnun Galip (Galatasaray), merhum Galip (Fenerbahçe), Hasan Kâmil (Fenerbahçe), merhum Hafız Hayri (Galatasaray), Ahmet Cevat (Galatasaray), müteveffa Miço (Fenerbahçe), merhum Nuri (Fenerbahçe), merhum Ahmet Robenson (Galatasaray), Muzaffer (Galatasaray). Oturanlar: Emil Oberle (Galatasaray), müteveffa Vilhelm (Fenerbahçe), Jozef Oberle (Galatasaray) ve şehit Arif (Fenerbahçe).

    (Gelecek resim ve yazı Fenerbahçe tarihinin en mutlu bir devrine ait bir günün hâtırasıdır: İşgal ve Mütareke senelerinin zafer silsilesinden bir Fenerbahçe – İngiliz maçına başlanmadan önce galip ve mağlûplar.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 1 Mayıs 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – III

    Canlı Yapraklar – III

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – III” : 1915 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – III

    Bir fotoğraf ki, bir zamanlar çok rağbette iken, bugün yalnız ismi kalmış bir sporun unutulmaz hâtıralarından birini canlandırıyor.

    Ne olsa gerek? Diyorsunuz her halde… Dikkatli bakın! Herkesin elinde birer sopa var. Uçları da iğri… Şu halde, bir hokey maçına çıkılmış olduğunu tabiatıyla anladınız… Şimdi de sporculara, güzel hokey oyunun Türkiye’de tam 40 yıl önceki levent yapılı önderlerine bakınız. Hem iyi bakın, sizlere, arada geçen bunca senelere rağmen, hiç de yabancı gelmeyecek ne sevimli, ne kıymetli ve ne meşhur simalarla karşı karşıyasınız!

    Ruhları şad olsun; bir kısmı çoktan ebediyete göçmüş bu aslan yapılı Türk gençleri grubunda Sait Selâhaddin, Zeki ve Bekirleri; Doktor Suphi, Mahmut ağabey ve Fitil Nurileri; Fazıl ve Kasap Rızaları tanıdınız değil mi?

    Şu halde, bu resim Fenerli, Altınordulu ve Galatasaraylı bir gruptur. Yâni, bir zamanların üç meşhur hokey takımının asları bir aradalar…

    Acaba ne varmış; neden bir araya gelmişler?

    Gün, 5 Haziran 1915 cuma… Birinci Dünya Savaşının kanlı günlerinden biri ve Kadıköy Ünyon Kulüpte Hilâliahmer Cemiyeti menfaatine zengin programlı bir spor bayramı organize edilmiş bulunuyor. Programda bir de hokey maçı vardır.

    Hokey memleketimizde bir yıl evvelden, yâni 1914’den beri revaçtadır. Gördüğü büyük alâka dolayısile 1915 ilkbaharında, Türkiye’de ilk defa olarak, Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu, Beşiktaş, Bakırköy Gürbüzler ve Anadoluhisar İdman Yurdu Kulüpleri arasında iki devreli İstanbul şampiyonluğu organize edilmiş ve maçlara da 20 Nisan’dan itibaren başlanmıştır. Temmuz’da bitecek bu ilk hokey lig maçları Fenerbahçe’yi memleketimizin ilk hokey şampiyonu olarak spor tarihimize takdim edecektir.

    Yapılmakta olan maçlar bu neticeyi ilk haftadan itibaren göstermiş olduğundan, kuvvetler arasında muvazene temini için, bu Hilâliahmer spor bayramındaki hokey maçı Fenerbahçe’ye karşı Galatasaray – Altınordu muhteliti olarak tertiplenmiştir.

    Fenerbahçe bu maçı 1-0 kazandı ve mevcut tarihi (Hilâliahmer kupası)nı da almağa muvaffak oldu… Şimdi sizlere, 39 yıl önce oynanmış bu kupa maçının galibi Fenerbahçe hokey takımını takdim edelim:

    Oturanlar (sağ baştan): Lütfi, Zeki, Burhan Belge, Haydar, otomobil Nuri, Rüştü, Nasuhi…

    Çömelenler: Bekir, Bahaeddin, Gagoş Hulki, Ali ve nihayet takım kaptanı Sait Selâhaddin (hâlen İstanbul Bölge Müdürü).

    İki baştaki 4 sivil de 4 meşhur Fenerlidir:

    Topuz Hikmet, Nüzhet Baba (başı açık), Elkâtipzade Mustafa ve avukat Saip Şevket.

    Ayakta duran hokeycilere gelince, onlar da Galatasaray – Altınordu muhtelitidir.

    (Gelecek resim ve yazı, Türk futbol tarihinin belki en kıymetli vesikasıdır: Memleketimizin ilk iki genç kadrosu, Fenerbahçe ve Galatasaray üçüncü takımları 41 sene önce yaptıkları ilk maçtan 5 dakika evvel bir aradalar…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 10 Nisan 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – I

    Canlı Yapraklar – I

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – I” : 1913 yılından geliyor

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – I

    Bir fotoğraf ki başlı başına bir tarihe bedel! O günü yaşamış, o levent yapılı futbolcular grubunu görmüş, onları o parlak devirlerinde alkışlamış kaç kişi kaldı acaba?

    Bu fotoğraf Türk spor tarihinin tam 41 yıl önceye ait şerefli bir gününü yaşatıyor. Fenerbahçe tarihinin kıymettar bir sahifesini canlandırıyor! Evet; bilen, hatırlayan aramızda kaç kişi kaldı acaba?

    Bu resim 10 Mart 1913 pazar günü Kadıköy (Union Club), yâni şimdiki Fenerbahçe stadında çekilmiştir. İstanbul şampiyonu Fenerbahçe, İngiltere’nin Akdeniz bölgesi şampiyonu NEOZELAND takımı ile tarihinin ilk ecnebi maçını yapmağa çıkmıştır.

    İstanbul’un namağlup şampiyonları o levent kadroları ile o gün tarihlerinin bir şeref faslını açmak üzere bulunduklarından tabiatıyla bihaberdirler! Ne onlar, ne rakipleri ve ne de seyre gelen kalabalık o gün Fenerbahçe tarihine alın teriyle yazılacak ilk ecnebi galibiyetinin bu kulübümüzün hayatında pek mutlu bir darbımesele başlangıç olacağının farkında bile değildirler…

    Gerçekten, (ecnebi takımlar karşısında daima muzaffer Fenerbahçe!) darbımeseli, bugün, Fenerbahçe’nin milletine abidevi bir armağanı ise, bunun temeli, 41 sene evvel şu resimdeki 11 aslan yapılı Sarı-Lacivertli tarafından ve bu fotoğrafın çekilmesinden bir buçuk saat sonra atıldı…

    Onları tanıdınız mı? Hiç değilse, bir kaçını? Gerçi, çoğu artık ebediyete göçmüş bulunmaktadırlar! Fakat Allah uzun ömürler versin, aramızda olanlarını; bir ikisini de mi tanımadınız? Öyle ise, işte adları:

    Oturanlar (sol baştan): Şehit Arif, merhum Sabri, kaleci Ali Sait, K. Boris ve merhum Kemal Aşki’dir.

    Ayaktakiler (yine soldan): Hasan Kâmil (Sporel), son harbde müteveffa meşhur santrhaf Alman Wilhelm Kohlhammer, Sait Salâhaddin (Cihanoğlu), merhum Galip (Kulaksızoğlu), merhum otomobil Nuri ve Tripo.

    Feslilere gelince; sol başta Yahya Berki, ortada Nasuhi Baydar, sağda Fenerbahçe’nin ismi başlı başına bir tarih olan fedakâr ve öz evlâdı muhterem Elkâtipzade Mustafa (Kâtipoğlu) dur.

    Bu tarihi maçı santrfor Hasan Kâmil ve soliç Sait Selâhaddin’in golleriyle Fenerbahçe 2-1 kazandı. Sait Selâhaddin’in galibiyet golü, bilhassa, kıymetli bir hâtıradır ve İngilizlerin bile takdir ve hayranlıklarını mucip olmuştu… Topla beraber hasım kaleye hücum eden Fenerbahçe’nin o meşhur ve acar soliçi İngiliz sağ müdafinin şiddetli bir şarjı ile yere kapaklanmış, fakat ikinci ve enerjik bir hamle ile hasmından tekrar söktüğü topu ceza çizgisi üzerinden şimşek gibi bir şutla İngiliz ağlarına takıp Fenerbahçe’yi, tarihinin bu ilk ecnebi maçında muzaffer kılmıştı.

    (Gelecek resim ve yazı; 31 yıl önceye ait fevkalâde bir merasim sahnesidir: Mütarekede, bir zafer silsilesinden sonra, 11 Fenerbahçelinin göğüslerine altın madalyalar takılıyor…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 28 Mart 1954 – Akşam Gazetesi

  • Galip Ağabey

    Galip Ağabey

    Galip Kulaksızoğlu’nu; Nasuhi Baydar’dan, Bedri Gürsoy’dan, Ragıp Ziya Mağden’den, Cem Atabeyoğlu’ndan ve Memduh Eren’den dinlemiştik. Bir de Şevket Soley’den okuyalım… Galip Kulaksızoğlu’nun heykelinin kulüp girişine dikilmediği bir Fenerbahçe, eksik bir Fenerbahçe’dir. Çok eksik… Nur içinde yat, Galip ağabey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeli Merhum Galip Ağabey

    Bir zamanlar Fenerbahçe’nin her şeyi olan bizim bir Galip ağabeyimiz vardı.

    1.80’den fazla boylu, kırmızı yüzlü, sert bakışlı, dik vücutlu, daima saçı ve sakalı matruştu. Gayet ciddi ve otoriterdi.

    Bizim ondan ödümüz kopardı. Ne zaman yüksek sesle konuşsak veya arkadaşlarla şakalasırken biraz sözlerimizin ayarını kaçırsak, hemen yanımızda peyda olur bizi bir güzel azarladıktan sonra bazan da kovardı. (Fakat biz kapıdan kovulsak bacadan girerdik. Şimdikiler gibi para ile arttıranın üstünde kalmazdık.)

    Onu biraz kızmış görsek, kedi görmüş fare gibi kaçardık. Hepimizi sık sık payladığı halde biz ona yine bayılırdık. Hele bizi bazan adam yerine koyup da bir iki lâkırdı edecek olsa, hemen yılışır, kedi gibi yanına sokulur, etrafında dolaşırdık.

    Yanan kulübün salonunda Galip ağabey, Sait Salâhaddin bey, Yavuz İsmet, Dr. Hamit bey, Zeki Rıza Sporel ve diğer kodamanlar oturuyorlarsa biz salona giremez kapıdan bakardık. İçlerinden küçüklere karşı en çok alâka ve Güleryüz gösteren Sait Salâhaddin bey, bizi ekseriya içeriye dâvet ederdi. Hepimiz önümüzü ilikleyip ayaklarımızın ucuna basarak içeriye girer, onların konuştuklarını duyabilecek bir yere büzülür hic lâfa karışmazdık, Konuştuklarını safi kulak kesilip dinler, zevkten kendimizden geçerdik.

    Galip ağabey, kulüpten on para almadan kendini Sarı-Lâciverde vakfetmişti, Onun anası, babası, evlâdı, karısı velhasıl her şeyi Fenerbahçe idi.

    Çok titizdi. Kulübün bahçıvanı Barba’nın yaptıklarını beğenmezdi. Onu yanında yamak olarak kullanırdı. Yanan kulüpte ve şimdiki staddaki ağacların ekserisini kendi eliyle dikmişti. Topları, raketleri, fileleri o tamir ederdi. Kulübün badanasını bile o yapar sobayı da o kurardı. Lambo ile sahanın çizgilerini cizer, kale direklerini boyar, ağları örer, çimenleri biçerdi.

    Fitaları, kürekleri hep o yağJar, temizler onlara evlât gibi bakardı.

    Birinci takımda gözünü, kolunu, bacağını esirgemeden, canını dişine takarak, hem de takımın on bir yerinde aynı muvaffakiyetle oynardı. En kızdığı şey, korkak ve şişen futbolcu idi. Çok sert ve asabi olduğu halde hiç kimse onun kasdi bir faul yaptığını, maçta kavga ettiğini veya hakeme itiraz ettiğini görmemiştir.

    Fevkalâde tenisçi, kürekçi, hokeyci, balıkçı ve avcı idi. En iyi arkadaşları Sait Salâhaddin, Tevfik Haccar, Yahya bey, Şakir bey, Dr. İsmet, Zeki Rıza idi.

    Galip ağabey genç denecek yaşta birdenbire olüverdi. Ben bunu duyunca inanmadım. O aslan gibi adam nasıl ölürdü? Beni bir sıksa suyumu çıkarırdı. Benim gibi bir sıska yaşarken o dev gibi adam ölür müydü hiç? Fakat öldüğünün hakikat olduğunu anlayınca, bizi sık sık hırpalayan bu adam için, babam ve ağabeyim öldüğü zaman da o kadar ağlamıştım. Daha hâlâ babam ve ağabeyimi hatırlayınca içim nasıl yanarsa, Galip ağabeyi de hatırlayınca içim aynı derecede yanar ve kanar.

    Galatasaraylılar Ali Sami’lerini, Beşiktaşlılar Şeref ve Hüsnülerini, Vefalılar Saim’lerini unutmadılar. Her sene toplu olarak gidip kabirlerinl ziyaret ediyorlar. Kulüplerini kuran, yaşatan ve yükselten insanlara karşı, Galatasaraylıların, Beşiktaşlıların ve Vefalıların vefakârlığını gıpta ile seyrediyorum ve diyorum ki:

    Her kongrede ismini hürmetle, minnetle andığımız halde, neden bugüne kadar biz de toplu bir halde gidip, Galip ağabeyimizin kabrini ziyaret ederek, mezarının üstünü bürüyen otları ellerimizle temizleyerek, yeni çiçeklerle süslemiyoruz. Buna önayak olmak idarecilerin vazifesidir. Bugüne kadar bunu ihmal eden idarecilere teessüf etmemek imkânsızdır. Fakat yeni idare heyetinin reisi sayın Zeki Rıza, Galip ağabeyin en yakın arkadaşlarındandır. Sevgili Galip ağabeyimizin sonbaharda ölümünün yıldönümüdür. Zeki Rızadan o gün bütün Fenerbahçelileri toplayarak bizi Galib ağabeyimizin mezarına götürmesini ve bunun her sene tekrarlanmasını kendisinden rica ediyorum.

    Şevket Soley – 27 Haziran 1955 – Akşam Gazetesi

  • Burhan Felek’in Futbol Hatıraları

    Burhan Felek’in Futbol Hatıraları

    Merhum Burhan Felek, Milliyet gazetesinde “Yaşadığımız Günler” başlığı altında anılarını yazmıştı. Bunlardan biri olan “Burhan Felek’in Futbol Hatıraları” sadece kendi kulübü Anadolu için değil, Fenerbahçe için de önemli detayları haiz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spora Nasıl Başladım?

    Üsküdar’da İhsaniye mahallesi doğduğum, büyüdüğüm bir mahalledir. Havalar İhsaniye yamacının derece derece yükselişine göre yumuşaktan serte kadar giden bir gam gösterir. Biz Sultaniye sokağında hem poyraza hem lodosa bakan sırttayız.

    İhsaniye mahallesi bir bakıma Üsküdar’ın bir sınır mahallesi idi. Gerçi daha doğusunda Selimiye vardı ama burası da Üçüncü Selim’in planını Fransız mühendislere yaptırdığı ve daha ziyade Selimiye kışlasındaki zabitlerin ailelerini barındırmak için tasarladığı bir lojman mahallesi idi.

    Kuzey tarafı ise Karacaahmet mezarlığı denilen büyük servi ormanıyla çevrilmiş olduğu için, İhsaniye mahallesi, Üsküdar’ın diğer mahallelerinden farklı ve oldukça tecrit edilmiş durumda idi. Ondan dolayı bu mahalle halkının diğerlerine göre gece veya tatil günü hayatı daha mahdut imkanlarla zor doldurulabilirdi.

    Aslına bakarsanız mahallenin bir tek kahvesi vardı: Çiçekçi kahvesi. Bir tek bakkalı vardı: Çiçekçi bakkalı…

    Birbirine ve denize paralel üç uzun ve genişçe sokağı vardı. Yukarıdan denize doğru da üç yokuş inerdi. Bunların üst sokağının adı Sultaniye, ikinci sokağının adı Aziziye, alt sokağındakini hatırlamıyorum, galiba alt sokak idi.

    Birim evin hemen karşısından alt sokağa inen yokuştan Selimiye caddesine çıkan daracık ve ancak 100 metre kadar uzun bir sokak vardı. Burada Mısır çarşılı Sadık Bey, Müftü Şamlı Ahmet Efendi (kendisinden hukuk imtihanına hazırlanmak için Arapça ve vakit geçirmek için satranç öğrenmiştim), daha ileride pek güzel bir kızı ve torunları olan Mabeynci Mahir Bey otururdu. Bu küçük sokağın adı “Çiçekçi Sokağı” idi. Yani mahalle bakkalı ve mahalle kahvesi adlarını bu sokaktan almışlardı.

    Bunun sebebini bir türlü anlayamamışımdır. Evvela bu “Çiçekçi” lafı nereden geliyordu. Çünkü, gerek bakkal, gerekse kahve zamanının isim yapmış dükkanlarından idi. O devirde bazı dükkanlar bilinmeyen sebeplerle ün salmış ve halkça yeri dahi bilinmeden ismi şöhret bulmuş yerlerdi. “Çiçekli Bakkal” da (Sinekli Bakkal gibi) bunlardan biriydi. Çiçekçi Kahvesi de öyle! Bunların ne büyüğünün ne küçüğünün sattığı mal bakımından hiçbir fevkaladeliği yoktu.

    Bütün bu tafsilatı verişimin sebebi İhsaniye mahallesinde 14-15 yaşında bir çocuğun vakit geçirmek için gidebileceği bir yer olmadığını anlatmaktır. Onun için babam beni Çiçekçi kahvesine götürürdü.

    Çiçekçi kahvesi bizim eve pek yakın da değildi. En azından 100-150 metre yürümek lazımdı. Ama kahvenin hemen civarındaki evlerde oturan mahalleli erkekler boş zamanlarını hemen hemen kahvede geçirirlerdi. Bunlardan biri de sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Serasker kapusu ketebesinden Ziya Bey’di. Bu Ziya Bey kısa boylu, çabuk konuşur bir adamdı. Ziya Bey kahveye başında kalıplı bir fes, sırtında entari ve üstünde hafif bir cübbe veya ince abamsı bir şey ve ayağında potin kundura ile gelirdi. Merhum şair Talat Bey ve arkadaşları Ziya Bey’e (arkasından) “Apitintoni” adını takmışlardı.

    Bütün bunları size zamanın mahalle hayatını gözünüzün önünde mümkün olduğu kadar iyi canlandırabilmek için yazıyorum.

    Evet, Ziya Bey bir gün kahve halkına daha doğrusu bize bir haber verdi:

    “Aman efendim, Kuşdili çayırında İngilizler bir top oyunu oynuyorlar, görülecek şey! Bir Pazar gidip görelim…”

    Bu Ziya Bey’in babası kimdi, bilmem. Yalnız annesi mahallece sesi kısık Şadiye Hanım ismiyle anılan, oldukça tanınmış bir hanımdı. Karşılarında Abdi Bey’ler otururdu. Bu Abdi Bey’ler de Serasker Kapusu “Harbiye Nezareti” memurlarından idi. Kahvenin hemen ensesine düşen bir de çiçek bahçesi olan ve çiçekçilikle para kazanan Esvapçıbaşı zade Behçet Bey vardı. Mahallenin Selimiye kıyısında ise Kağıtçıbaşıların Hacı Raşit Bey ile damadı Selahattin Bey otururdu.

    Bir de “Birdirbir” dediğimiz beli bükük birinin üstünden atlamak oyunu vardı. Bunların az çok sportif kıymeti olduğu inkar edilemez. Bu arada birkaç kişinin üstünden atlamadan ibaret “uzun eşek” ismindeki oyun zorluğu bakımından her zaman oynanmazdı. Ne kalıyordu? Kaydırak. Muayyen bir hedefe yassı bir taşla vurmak…

    E… Bunlar 15 yaşından sonraki gençliği pek tatmin edecek şeyler değildi. Onun için o devirlerdeki gençlik oyunsuzluk yüzünden karakter ve meyline, ailesinin kendine karşı olan kaydlanma derecesine göre kahve peykelerine, tulumbacı koğuşlarına veya meyhane köşelerine düşer, yahut eve kapanıp abdallaşırdı. Çiçekçi kahvesinde konuşan sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Apitintoni Ziya Bey beni bu akıbetten kurtardı.

    Haberi aldığımızın ertesi Pazarı babamla beraber Kuşdili’ne gittik ki bir kıyamet! Yani o zamana göre birkaç bin kişi var…

    Kuşdili çayırı (adı üstünde) açık bir çayırdı. Ne duhuliye var, ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiştir.

    İlk oyun Moda kulübü ile Kadıköy kulübü arasında imiş. Modalılar içinde sonradan Fenerbahçe kulübünde şöhret bulan Bahriyeli Fuat Bey vardı. Fuat Bey galiba sol açık oynardı. Sahanın dört bir tarafını halk sarmıştı. Daha iyi seyretmek için açık fayton arabası tutup üstünde oyun seyredenler de vardı. Bu futbolu ilk görüşümdür. Tarihi 1906’ya düşer. O günden bugüne futbol ve onun bahanesiyle spora ömrümün 66 yılını verdim.

    1907’de Üsküdar’da bir kısım gençler, Nafia Nezareti ketebesinden Şucauddin Bey adından oldukça müstebit birinin başkanlığı altında hala üçüncü kümede oynayan Anadolu kulübünü kurduk. Kurucular arasında Kaptan Paşa camii imamı huzur hocalarından ve sonradan Sinop sürgünlerinden meşhur Hafız Nazif Efendi’nin oğulları Hafız Nasuhi, Hafiz Macit, onların akrabalarından Telgrafçı Atıf, Rıza Suneri Sadullah, Selahattin, daha hatırlayamadığım kimseler vardı

    Ne var ki biz yani Türkler uzun müddet Pazar günleri oynayan Kadıköy, Moda, Barham, Strugglers (İngiliz sefareti gemisi mürettebatı) takımlarının kurdukları Pazar Ligi’ne giremedik. Ama Galatasaray ve Fenerbahçe ile Progre (daha sonraki Altınordu) takımı girdi. Zaten biz Pazarları oyun oynayamazdık. Memleketin resmi tatili Cuma günü idi.

    Oyunlarımızı ekseri tek kale halinde İbrahim Ağa çayırında yapardık. Bir gece bizim evdeki toplantıyı polis bastı. Durumumuzu anlattık. Hemen cemiyetler kanununa göre kendimizi “nizami”leştirmemizi emrettiler. 1907’de kurulmuş olan “Anadolu” kulübü resmi tescil tarihi olan 1908’de kurulmuş göründü.

    Bir müddet sonra bizim gibi semtlerdeki bazı Türk takımlarını bir araya getirip Cuma Ligi’ni kurduk. Bu ligde ilk önce sekiz takım vardı. Bazılarını hatırlarım: Anadolu, Süleymaniye, İdman Yurdu, Şehremini, Türkgücü, Vefa gibi.

    1914 Harbi’nden sonra Cuma Ligi ve Pazar Ligi birleşti ve birinci, ikinci futbol ligleri kuruldu. Bunların hepsi amatördü. Bu ligde de Fenerbahçe ve Galatasaray hep başta gitti.

    Kabul etmek lazımdır ki Pazar Ligi bizden kuvvetli idi. Anadolu kulübü bir ara Fenerbahçe ile birleşti. Sait Selahattin falan o sıralarda takıma yeni giriyorlardı. Sonra tekrar ayrıldım.

    Ben takımda yer almak suretiyle futbola 17 yaşında başladım. Sol haf oynadım. 29 yaşımda 12 sene oyundan sonra kestim. İyi bir oyuncu olamadım ama Anadolu kulübünün kuruluşundan itibaren idarecilikte vazife aldım.

    1918 yıllarında kulübün reisi idim. Sonradan işlerimizle kulübün işlerini telif etmek mümkün olamadı. 1923’de Ali Sami, Yusuf Ziya merhumlarla Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı kurduk. Bu Türkiye’nin ilk amatör ve esaslı spor kuruluşudur.

    1906 tarihlerinde Çiçekçi kahvesinde sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Ziya Bey’in teşvikiyle bende başlayan spor merakı bugün Türkiye Olimpiyat Komitesi Başkanlığını yüklenmeye ve ona gelinceye kadar ne tehlikeli ve pürüzlü işlere, mihnetlere katlanmaya yetti de arttı bile…

    Çünkü 66 yıllık spor hayatımızın süt limanlık geçmediğini söylemem lazım. Az kalsın unutuyordum. Gene bu merak saikasiyle 1908 tarihinde Üsküdar’da “Futbol” adında bir spor mecmuası çıkardıktı. Dört nüsha yayınlanabildi. Paramız bitti, kapadık. Bu Türkiye’de çıkan ilk spor mecmuasıdır.

    Burhan Felek

  • Şampiyonluğa Tapanlar

    Şampiyonluğa Tapanlar

    11 Temmuz 1988 tarihli Milliyet gazetesinde Fenerbahçe taraftarı (3 yıl uzak kaldıkları için gözlerinden ateş saçtıkları için olacak) “Şampiyonluğa Tapanlar” tabiriyle nitelendirilmiş. Huzurlarınızda 1988-1989 sezonu açılışı!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Muhteşem Fenerbahçe

    Fenerbahçe, sevgi ve coşku seli içinde sezonu açtı…

    35 bine yakın taraftarın çılgınca tezahüratı altında yeni sezonu açan Sarı-Lacivertli takım sanki şampiyonmuşçasına alkış yağmuruna tutuldu…

    Fenerbahçe Stadı’nın tribünleri muhteşemdi. Sarı ve laciverte boyanmışçasına rengarenk, denizin dalgaları gibi hareketliydi. Dün sanki Fenerbahçe mabedinde 35 bin mürid vardı. 3 yıldır yakından bile geçmeyen şampiyonluğa tapıyorlardı…

    Geçmişe Ziyaret

    Fenerbahçeli futbolcu ve yöneticiler sabah saat 09.30’da toplanıp, kulübün kurucularından Galip Kulaksızoğlu ve Sait Selahattin Cihanoğlu’nun kabirlerini ziyaret ettiler. Daha sonra 2 yıl önce vefat eden futbolcu arkadaşları Hüseyin Çakıroğlu’nun da mezarını ziyaret eden Fenerbahçeli futbolcular, buradan Fikirtepe Tesisleri’nin devir-teslim törenine katıldılar.

    Fikirtepe, Fenerbahçe’nin

    Kadıköy Belediye Başkanı Osman Hızlan tarafından yaptırılan Fikirtepe Tesisleri dün bir törenle 30 yıllığına Fenerbahçe’ye verildi. Tahsin Kaya’nın rahatsızlığını bahane ederek katılmadığı törende kulüp ikinci başkanı Kemal Baytaş ve Osman Hızlan, ortak protokole imza koydular.

    Kadıköy Aden Oteli’nde öğle yemeği yiyen Fenerbahçeli futbolcular, daha sonra taraftarlarıyla tanıştılar.

    Muhteşem bir tezahürat altında sahaya çıkan Sarı-Lacivertli takımın oyuncuları omuzlardan inmedi. Tüm amatör şubelerin sporcularının da katıldığı sezon açılışında ilginin odak noktasını toplayan oyuncu Schumacher’di…

    Tahsin Kaya ise “Büyük başkan” tezahüratı altında 35 bin seyircinin övgüsünü topladı. Bir ara gözlerindeki yaşları tutamayan Kaya, daha sonra fenalaştı ve bir süre sahadaki yedek kulübesinde dinlendi.

    Fenerbahçe yönetim kurulu, divan kurulu üyeleri ve eski başkanlar takım sahaya çıkmadan önce sahanın çevresinde bir tur atarak seyirciyle selamlaştılar. Tahsin Kaya, eski başkanlardan Osman Kavrakoğlu ve Ali Şen’in arasında bu turu tamamladı.

    Futbolcu Ordusu

    Fenerbahçe, açılışı 32 futbolcuyla yaptı. Oğuz ve Turan Ordu Milli Takımı ile Kıbrıs’ta olduğundan, Hakan ise birliğinden izin alınamadığı için açılışa katılamadı.

    Sahaya çıkan futbolcuların isimleri şöyle:

    Kaleciler: Schumacher, Can, Murat, Hikmet, Bülent

    Defans: İsmail, Taygun, Sedat, K.Şenol, Birol, Abdülkerim, Nezihi, Oğuz, Necdet, Bilal, Ergin, İskender, Ayhan, Kemal, Şener

    Orta Saha: Serdar, Şenol, Müjdat, Önder, Bilal, Durmuş

    Forvet: Rıdvan, Erdi, Aykut, Orhan, Hüseyin, Zafer

    Mustafa Yücedağ ile Mustafa Kurt forma giymediler. Yücedağ’ın transferi için ise yöneticiler “Tamam” dedi. Macar libero Arpat ile Yugoslav libero Zavko da açılışı kenardan izlediler. İki futbolcu için karar bugünkü antrenmandan sonra verilecek.

    En Yaşlılardan Topbaşı

    Fenerbahçe’nin gösteri maçı için başlama vuruşunu en eski iki futbolcusu Alaaddin Baydar (78) ve Cafer Çağatay (77) yaptı.

    40 dakika süren karşılaşmayı Schumacher’in takımı Şenol ve Birol’un golleriuyle 2-0 kazandı.

    Günde Çift İdman

    Fenerbahçe 15 Temmuz’a kadar günde iki antrenman ile hazırlıklarını sürdürecek 15 Temmuz’da Almanya’ya gidecek olan Sarı-Lacivertli takım, 28 Temmuz’da İstanbul’a dönecek.

    Milliyet Gazetesi | 11 Temmuz 1988

  • Büyük Sporcu Sait Bey

    Büyük Sporcu Sait Bey

    Kıymetli büyüğümüz ve başarılı yelkenci Seyhun Binzet, Fenerbahçe’nin ilk yıllarının efsane futbolcusu Sait Selahattin Cihanoğlu’nu yakından tanıma mutluluğuna erişmiş. Fenerbahçe’nin o yıllarını ve büyük sporcu Sait Bey ile müthiş bir hatırasını anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Sporcu Sait Bey

    Fenerbahçe’nin Kuruluşu

    Moda’da bugün Cimcoz apartmanın olduğu yerde eskiden Longchene villası vardı. Sevgili Müfit Ekdal ağabeyimizden bu villada Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikimiz olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun askeri ataşesinin oturduğunu ve önünde Avusturya bayrağının bulunduğunu öğrendik.

    Bu yeşil binada sonra Kadıköylü banker Tubini ailesi oturdu ve bu aileden Fransız uyruklu Nomiko, çocukları için Moda’ya 7 tane villa yaptırdı. Bu 7 villadan biri, Devriye sokak 48 numarada ve adı da Villa Mathieu’dü.

    Bu villayı sonradan Hareket Ordusu kumandanlarından Ferit Şevki Paşa satın aldı.

    Şevki Paşa’nın oğlu Ayetullah Bey Saint Joseph Lisesi’nde okuyordu. Sınıf arkadaşı Ziya Songülen, Hint asıllı yelkenci Asaf Beşpınar ve Galip Kulaksızoğlu ile beraber Edebiyat hocaları Bahriyeli Enver (Yetiker) ile bir futbol kulübü kurmaya karar verdiler. Bu takımla ilgili bilgileri Sait Selahattin Cihanoğlu ağabeyimizin yazdığı ve Saint Joseph senelerinden can dostu olan büyük babam Eczacı Sadullah Binzet’e imzalayıp verdiği kitaptan okudum.

    Büyük Sporcu Sait Bey

    Sait Selahattin Bey Yazıyor

    Bu değerli hatıra kitabında Sait Selahattin Cihanoğlu şöyle yazıyordu:

    “Enver hoca bizi her Cumartesi toplar ve Fenerbahçe’ye götürür orada iki takıma ayırıp, bir takıma Fenerbahçe diğerine Saint Joseph derdi. Devir Abdülhamid devri olduğu için kulüp ismi bile vermekten hep korkulurdu. Takımda biz 4-5 Müslüman öğrenciydik. Diğerleri hep gayrimüslim arkadaşlarımızdı. Enver hoca ise ısrarla Türk Müslüman öğrencilerden bir takım istiyordu.”.

    Devamlı eksikliğini hissettiğim Demir Serezli kardeşimle “Belki de bu Enver hoca devrin yükselen Pantürkizm hareketini Saint Joseph’te başlatmak için görevli gönderilmişti ama elimizde bunu söyleyecek belge yok” demiştik. Tek bildiğimiz diğer Kadıköy kulüplerinde olan sporculara “Sen Müslüman ve Türk’sün. Yerin Fenerbahçe olmalı” diye yaptığı yazışmalar.

    Bu kulüp 1907’de Fenerbahçe adıyla kuruldu ve ilk toplantılarını Ayetullah beyin evinde yapıldı. Kulübün kurulduğu yer ve ilk lokali işte bu Villa Mathieu’ydü. 1911 senesine kadar da sporcu formalarının yıkanmasına kadar her türlü faaliyet buradan yönetildi. Fenerbahçe’nin ilk İstanbul Ligi Şampiyonluğu 1911-1912 sezonunda işte bu binada kurulan takımla yaşandı.

    Bu ilk şampiyonlukta birçok Saint Joseph’li Fenerbahçeli yıldızlaştı Ziya Songülen, Ayetullah Bey, Hasan Bey, Sait Selahattin Cihanoğlu ve Galip Kulaksızoğlu. Hepsi de Enver beyin seçtiği Müslüman Türk talebelerdi.

    Büyük Sporcu

    Bu anlattığım insanlar hep devrin anlatımıyla komple sporcuydu. Hepsi iyi bir avcı, iyi bir yelkenci, iyi bir tenisçi ve iyi bir futbolcuydu. Ben aralarından büyük babamın arkadaşı olan ve sonraları İstanbul Yelken Ajanlığı yapmış Sait Selahattin ağabeyimi çok yakından tanıdım. Kendisini hem Saint Joseph’ten hem de yelken sporundan çok değerli bir büyüğüm olarak görürdüm. O da bana ya “küçük Sadullah” ya da “Saint Joseph’li arkadaşım” derdi.

    Kendisi ile olan bir hatıramı da anlatmak isterim.

    1964 veya 1965 senesiydi. Sait ağabey, Yelken Ajanıydı. Biz sevgili Ragıp Kotan kardeşimle beraber devrin en küçük yelken sınıfı olan 12 Kadem Dinghy sınıfında İstanbul şampiyonu olduk. Fenerbahçeli iki Fransız yelkenci kardeş, Gabriel ve Nikolas da ikinci geldiler. Bu çocuklar Belvü’nün yanındaki, Sabancı’nın restore ettiği kırmızı evde otururlardı. Dedem onlara “Bay Cocteau’nun torunları” derdi. Onlar bizden 2-3 yaş küçüktüler ve çok ufak tefektiler. Sait ağabey bize büyük övgü yaparak kupalarımızı verdi, sonra ikinci gelen ekip diye bizlerin yarısı kadar olan iki Fenerbahçeli Fransız anons edilip sahneye geldi. Büyük spor adamı onları görünce bir sinirlendi! Ve herkesin içinde “Siz bunlarla yarışmaya utanmıyor musunuz? Her sporda, her sporcu dengiyle yarışır” dedi.

    Seyhun Binzet

    Büyük Sporcu Sait Bey