Etiket: Şakir Beşe

  • 28 Şampiyonluk Yolu

    28 Şampiyonluk Yolu

    9 Eylül 2023 tarihinde yapılan Fenerbahçe Olağanüstü Tüzük Tadili Genel Kurulu‘nda Yönetim Kurulu Üyemiz Sayın Simla Türker Bayazıt‘ın fikri, emeği ve uygulamasıyla hayata geçen 28 Şampiyonluk Yolu, büyük ilgi topladı.

    Unutulduğunu düşünen sporcu aileleri de büyüklerini bu yolda görünce çok mutlu oldular…

    Görselleri seçme ve metinleri yazma onurunu bize layık gördüğü için Simla Hanım’a sonsuz teşekkür ediyor, kronolojik sırayı herkesin görebilmesi için sitemizde de paylaşıyoruz…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu




    1907’den bugüne Fenerbahçe ve Türk futbol tarihini izlediniz.

    Ülkemizde 1923’den sonra başlayan ve günümüzde halen devam eden “ulusal” futbol organizasyonları hem tarihi hem de hukuki olarak devamlılık gösteriyor.

    Türkiye Futbol Birinciliği ve Milli Küme, 1959 yılı itibariyle “Milli Lig” adını aldıktan sonra, günümüzde ise “Süper Lig” ismiyle devam ediyor.

    Türk futbolu, kurumsal kimliğini kazandığı 1923 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî tüzük ve kanun maddeleri ile yönetiliyor.

    Tüm bu gerçeklerden hareketle;

    Fenerbahçe’nin 28 şampiyonluğunu ve 1959 öncesini inkar etmek

    TARİHİ İNKAR ETMEK,

    ÜLKE FUTBOLUNUN GEÇMİŞİNİ YOK SAYMAKTIR!

  • Canlı Yapraklar – XXXIX

    Canlı Yapraklar – XXXIX

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXXIX” : 1914 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXXIX

    Fenerbahçe’nin Rusya’da Bıraktığı Tesirler

    Odesa’da 3 maç yapan Fenerliler Rusya’nın her tarafından vâki davetlere red cevabı vermişlerdi. Esasen, Şehit Arif’le rahmetli Sabri, Mühendis Mektebi’ndeki imtihanları dolayısiyle İstanbul’a dönmüşler ve kadro 12 kişi kalmıştı. Buna rağmen, Nikolayef’den gelen bir heyetin ısrarları karşısında 2 maç için oraya gidildi.

    İşte; yukarıdaki resim Fenerbahçe takımı 1914 Haziranında Nikolayef Stadı’na çıkarken alınmıştır. Bu fotoğrafta, 12’si futbolcu olmak üzere, 17 kişilik kafile tamamiyle hazırdır. İşte isimleri;

    Oturanlar sağdan; sol açık Topuz Hikmet, sol iç Sait Salâhaddin (Cihanoğlu), santrfor Dalaklı Hüseyin merhum, kaleci Karnik Arslanyan, sağ iç Otomobil Nuri merhum, sağ açık mütevaffa Miço.

    Ayaktaki 5 futbolcu ise; sağ muavin Süreyya merhum, sol bek Hasan merhum, sağ bek Kostantin Boris, santrhaf Galip (Kulaksızoğlu) merhum ve sol muavin Nüzhet (Baban)dır.

    Feslilere gelince; sağdakiler Şakir (Beşe), muavin Jan Boris ve Zeki Mazlûm; soldakiler de merhum Salâhaddin (Manço), Yahya Berki ve kafile reisi rahmetli Doktor Hâmit Hüsnü (Kayacan)dır.

    Kasketli zat ise kafileye Odesa’dan itibaren refakat eden Rus mihmandardır.

    Fenerbahçe’nin Nikolayef muhtelitine karşı 3 – 0 gibi parlak bir galibiyetle neticelenen bu maçta gollerden birincisini ilk devrede Sait Salâhaddin, diğerlerini de, ikinci devrede Dalaklı Hüseyin atmışlardır.

    Fenerbahçe’nin 41 yıl önceki Rusya seyahati cidden enteresan safhalar arz eder. Evvelâ, bu seyahat Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya’sı arasındaki yegâne spor temasıdır. Ayrıca, bugüne kadar bir Türk kulübünün Rusya’ya yaptığı ilk ve son seyahattir. Mevsim sonunda ve yorgun bir zamanına rastlayan bu seyahatin parlak bilânçosu, ayrıca, Sarı Lâcivertli kulübün tarihini süsleyen bir hâtıradır. Bilhassa, 10 günde 5 maç yapmak o tarihlerde Türk kulüpleri için alışılmamış bir keyfiyetti. Kulüplerimizin haftada 2 maç oynamaları bile görülmüş hâdise değildi. Sahada da ancak 15 günde bir sıraları geldikçe görünürlerdi.

    Bu seyahatin propaganda bakımından tesirleri büyük olmuştur. Rus halkı, kendilerine yanlış tanıtılmış Türkleri gördükleri zaman hayretler içinde kalmışlardı.

    Odesa’da çıkan bir Rus gazetesinde münteşir bir karikatür çok enteresandır. Bir çocuk annesine şöyle diyor:

    – Anne; Türkler insan yerler deniliyor. Hâlbuki bak onlar da bizim gibi…

    Annesi şöyle cevap veriyor:

    – Yavrum, bunlar o Türkler değil… Bunlar Jön Türkler!

    Filhakika; Fenerbahçe’nin maçları, Türkleri yakından görmek merakının doğurduğu alâka yüzünden, o zamanlar için fevkaladelik sayılacak 10 -15 bin seyirci tarafından takip edilmiştir. Şayanı dikkat bir nokta da seyirciler arasındaki kadın kesafeti idi. Rus kadınlarının sırım gibi Türk delikanlılarını yakından görmek için akın akın stada koşmaları futbolun yeni yeni taammüm ettiği o devir için fevkalade bir manzara idi.

    Fenerbahçe futbolunun Ruslar üzerinde bıraktığı intiba çok müspet ve hatta sihirkâr olmuştur. Rus halkı futbolcularımızı hararetle alkışlanmış, statlar “Bravo Türko!”. sesleriyle çınlamıştır. Hatta Odesa ve Cenubi Rusya şampiyonuna karşı kazanılan galibiyetten sonra seyirciler Fenerbahçelileri bindikleri brik arabalarına kadar eller üstünde taşımışlar, Rus süvarileri inzibatı güçlükle temin edebilmişlerdi. Bir Rus hakem idaresinde oynanan bu maç çok sert cereyan etmiş, Ruslar mağlubiyetten kurtulmak için çok gayret harcamışlardı.

    Rusların haşin oyunlarına Fenerbahçe’nin incelikle mukabele edip zafere ulaşması Rus seyircisini hayran bırakmıştır. Esasen, Fenerbahçe’nin; Arslanyan, Galip, Arif, Hasan, Sabri, Süreyya, Miço, Otomobil Nuri, Nüzhet, Sait Salâhaddin ve Topuz Hikmetten mürekkep kadrosunu göz önüne almak bu hususta tatminkâr bir kanaat uyandırır. Her biri büyük istidat ve devirlerinin asları olan bu kıymettar futbolcular yalnız namağlup bir şampiyon kadroyu teşkil etmekle kalmamakta; aynı zamanda, o devir için futbol tekniğinin de şaheser örneğini yaşatmaktaydılar.

    Fenerbahçe’nin noksan ve yorgun takımının Rus şampiyon muhtelitlerini ve şehir muhtelitlerini kendi topraklarında mağlubiyetlere sürüklemesi o tarihlerde Türk futbolunun Rus futboluna üstün olduğunu pekâlâ ispata yeter bir keyfiyetti. Nitekim, Cenubi Rusya şampiyonu (Odesa Sporting Club) a karşı kazandığı galibiyetten sonra Rus şampiyonunun İngiliz antrenörü hayretini gizleyememiş ve hatta kafile reisi Doktor Hamit Hüsnü’nün, Fenerbahçe’nin henüz bir antrenör elinde çalışmadığı hakkındaki sözlerine de inanmak istememişti.

    Bu zatın Rus gazetelerinde intişar eden Fenerbahçe takımı ve futbolu hakkındaki aşağıdaki sözleri, yarım asra yakın bir zaman sonra, bugün, cidden büyük bir kıymet iktisap etmiş bulunuyor!

    “Türk takımının futbol bilgi ve tekniği fevkalâdedir. Bizim takımdan çok kuvvetliler… Bilhassa süratleri mucibi hayretim oldu… Fenerbahçe takımının antrenör nezaretinde hiç çalışmadığı hakkında kafile reisi doktor beyin sözlerini hayretle karşıladım. Bu derece kuvvetli ve süratli bir heyetin İngiliz ana sporunu bir antrenör nezaretinde çalışmadan tatbik edebilmesi cidden maharettir. Misafir heyeti bir İngiliz’in, hem de İskoçyalı’nın çalıştırmış ve yetiştirmiş olmasını akla yakın görüyorum.”

    Fenerbahçe’nin 41 yıl önceki Çarlık Rusya turnesi Türk futbol tarihinde parlak bir sahife teşkil eder.

    (Gelecek resim ve yazı; “Beykoz Zindeler Yurdu” futbol takım 28 sene evvel kuruluş devrinin ilk kadrosuyla Taksim stadyumunda.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 19 Aralık 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXXVIII

    Canlı Yapraklar – XXXVIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXXVIII” : 1914 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXXVIII

    Fenerbahçe Rusya’da

    1913/14 senesi liglerinde yaptığı 10 maçın 8’inde galip gelen ve yalnız ikinci devrenin Galatasaray ve Ramblez maçlarında 0-0 ve 3-3 berabere kalan Fenerbahçe on sekiz puvan almış ve kalesine yapılan 6 gole 36 golle mukabele edip, yine yenilmeden, ikinci defa İstanbul şampiyonluğunu kazanmıştı. Progres ve İngiliz Ramblez kulüpleri (12)şer, Galatasaray 10, Stroglez 6 ve İngiliz Telefoncuları da 0 puvan almıştılar.      

    İstanbul şampiyonu Fenerbahçe parlak muvaffakiyetini Nisan ve Mayıs aylarında muhtelif cemiyetler ve bilhassa (Osmanlı İttihad ve Terakki Fırkası) tarafından tertiplenen cidden heyecanlı kupa maçları galibiyetleriyle taçlandırırken Çarlık Rusyasından bir davet aldı.       Ruslar, Cablo Stren kumpanyası direktörü delâletiyle vaki müracaatlarında Fenerbahçe takımını, bütün masrafları üzerlerine alarak, üç maç için memleketlerine çağırıyor; Türk takımının fevkalâde bir hüsnü kabule mazhar olacağından şüphe edilmemesini de rica ediyorlardı.      

    Fenerbahçe kulübü bu daveti kabul etti ve 26 Mayıs 1914 pazartesi günü yola çıktı. Galata rıhtımından (Koca Petro) adlı Rus vapuruyla ilk defa olarak yurtdışına çıkmakta olan Fenerbahçe’ye yapılan teşyi merasimi İstanbul şampiyonunun şanına yaraşır bir tantana ve fevkaladelik arz etmiştir.      

    Kulüp reisi Doktor Hamit Hüsnü’nün başkanlığındaki 19 kişilik kafilede 4 idareci ve 14 futbolcu vardı. İdareciler Zeki Mazlum, Yahya Berki, Şâkir Beşe ve Selâhaddin Manço. Futbolcular da Arslanyan, Galip, Arif, Hasan, Dalaklı Hüseyin, Boris kardeşler, Süreyya Sabri, Miço, Otomobil Nuri, Nüzhet, Sait Selâhaddin ve Topuz Hikmet’ti.      

    Şampiyon takımın kaptanı ve santrforu Hasan Kâmil (Sporel) ile sağ muavin Kemal (Aşki) pek az önce Mişigan üniversitesinde tahsil için Amerika’ya hareket ettiklerinden bu seyahate katılamamışlardır.      

    Odesa’ya varan Fenerbahçeliler, haklarında yapılan neşriyat, reklâmlar ve sokaklarda gözlere çarpan büyük afişler dolayısile, muazzam bir kalabalık ve Çarlık spor teşkilâtı erkânı tarafından hararetle karşılanmışlar ve pek muhteşem bir bina olan Balşayı Moskovskaya yâni «Moskova Sarayı»na misafir edilmişlerdir. Odesa Cemaat-i İslamiye reisi Gani Efendi ile bir İtalyan ve bir Rus kendilerine mihmandar olarak vazifelendirilmiş bulunuyorlardı.      

    Fenerbahçe Odesa’da 3 maç yaptı. Evvelâ şehrin ikincisi Şaka kulübü ile 1-1 berabere kaldı. Sonra, şampiyon Sporting’i 1-0 yendi ve nihayet, son maçta, Odesa muhtelitine 3-0 yenildi. Son maçın mağlubiyetle neticelenmesinde müdafaanın en kıymetli unsurları Arif ile Sabri’nin mühendis mektebindeki imtihanları dolayısile bir gün önce İstanbul’a hareket etmeleri başlıca amildir.       Bu sıralarda Fenerbahçe kafilesine mektup ve telgraflar yağıyor, Rusya’nın her tarafından davet ediliyorlardı. Bunlardan Nicolayef şehri adına gelen bir heyetin ısrarları reddolunamadı, takım angajmanını bitirmiş ve Arif ile Sabri’nin İstanbul’a dönmeleriyle 12 kişi kalmış olmasına rağmen iki maç için Nicolayef’e gidildi.      

    Birinci maçta (Nicolayef Club)a karşı, sakatlık dolayısile, 10 kişi ile oynamakta bulunan Fenerbahçe, Sait Selâhaddin’in bir şutunun son dakikada direkten dönmesi akabinde yediği talihsiz bir golle yenilmiş, ikinci maçta ise fevkalâde bir oyundan sonra Nicolayef muhtelitini 3-0 mağlup etmeğe muvaffak olmuştur.      

    Nicolayef’te iken Kiyef’ten vaki ısrarlı davet de kabul edilmek üzere idi ki Odesa konsolosu Şâkir Paşazade Tahir Bey’in ikazı üzerine bundan vazgeçildi. Zira siyasi ahval çok kötüleşmiş, Birinci Cihan Harbinin kokuları duyulmağa başlanmıştı. Nitekim takım Karadeniz boğazının kapanmasından 3 gün önce İstanbul’a döndü.      

    Fenerbahçeliler Rusya’da fevkalâde hüsnü kabul gördüler. Şereflerine hemen her akşam muhteşem ziyafetler verildi. İçlerinde bir kaç İngiliz’in de bulunduğu Odesa şampiyonuna karşı kazandıkları galibiyetten sonra arabalarına kadar Rus halkının elleri üstünde tasındılar. Kendilerine birçok kıymetli hediyeler verdiler. Bu arada avcı olduğunu öğrendikleri Sait Selâhaddin’e de cins bir av köpeği hediye ettiler. Hulâsa, bu seyahat Fenerbahçe için her bakımdan muvaffakiyetli ve yapılan propaganda dolayısile memleket için de hayırlı oldu.      

    İşte yukarıdaki resim Fenerbahçe’nin 41 yıl önceki 5 maçlık Rusya seyahatinin çok kıymettar bir hâtırasıdır. 19 kişilik kafileden, merhum Dalaklı Hüseyin hariç, 18’ini maçlardan önce Odesa stadını ziyaretleri esnasında ve bir arada gösteriyor.       Bu tarihi ve kıymettar hâtıranın gözlerimizin önünde canlandırdığı simalardan ekserisi bugün artık aramızdan ebediyete göçmüş bulunmaktadırlar! 41 sene önce Rus topraklarında muzaffer olup Türkün ve Fenerbahçe’nin şanını yükselten bu kıymettar grup içinde ilk futbol neslimizin en büyük aslarını bulacaksınız. Bunlar içinde kimler yok ki!      

    Resimde olmayan merhum Dalaklı Hüseyin’den başka rahmetli Hasan ve Galipler, merhum Sabri, Nuri ve Süreyyalar. Şehit Arifler. Rahmetli Hamit Hüsnü’ler ve Selâhaddin Mançolar… İşte… Hepsi o heybetli tavırlarıyla karsınızdadırlar. Sanki ölmemişlerdir. Ve sanki “Türk futbolu ve Fenerbahçe yaşadıkça biz de yaşıyoruz!” demekteler…      

    Fenerbahçeyi bugünkü Fenerbahçe yapan ve kılanlardan Türk sporunun bu büyük kıymetlerini tanımayanlara huşu ile sunalım: Sağdan itibaren ayaktakiler: Yahya Berki, Santrfor Nüzhet (Baba) ki halen Nevyork basın ataşesidir. Yedek müdafilerden Jan Boris, santrhaf merhum Sabri, ilk futbol oynayan Türklerden meşhur Hasan merhum. Şakir Beşe, sağ acık müteveffa Miço, merhum Selahaddin (Manço) ve nihayet Türk futbolunda plonjon mucidi namdar kaleci Karnik Arslanyan.      

    Oturanlar, yine sağdan: Müdafi Galip merhum, sol açık Hikmet (Topuz). Soliç Sait Selâhaddin (Cihanoğlu), sağiç rahmetli Otomobil Nuri, kafile ve kulüp başkanı Dr. Hamit Hüsnü (Kayacan) merhum, müdafi şehit Arif, Zeki Mazlum, muavin K. Boris ve nihayet muavin Süreyya merhum.      

    (Gelecek resim ve yazı: Fenerbahçe’nin yine Rusya seyahatine ait hâtıralardır. Takım Nicolayef’te maça çıkarken ve Ruslar ile gazetelerinin Fenerbahçe futbolu ve Türkler hakkında)  

    Rüştü Dağlaroğlu – 9 Aralık 1954 – Akşam Gazetesi

  • Galip Ağabey

    Galip Ağabey

    Galip Kulaksızoğlu’nu; Nasuhi Baydar’dan, Bedri Gürsoy’dan, Ragıp Ziya Mağden’den, Cem Atabeyoğlu’ndan ve Memduh Eren’den dinlemiştik. Bir de Şevket Soley’den okuyalım… Galip Kulaksızoğlu’nun heykelinin kulüp girişine dikilmediği bir Fenerbahçe, eksik bir Fenerbahçe’dir. Çok eksik… Nur içinde yat, Galip ağabey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeli Merhum Galip Ağabey

    Bir zamanlar Fenerbahçe’nin her şeyi olan bizim bir Galip ağabeyimiz vardı.

    1.80’den fazla boylu, kırmızı yüzlü, sert bakışlı, dik vücutlu, daima saçı ve sakalı matruştu. Gayet ciddi ve otoriterdi.

    Bizim ondan ödümüz kopardı. Ne zaman yüksek sesle konuşsak veya arkadaşlarla şakalasırken biraz sözlerimizin ayarını kaçırsak, hemen yanımızda peyda olur bizi bir güzel azarladıktan sonra bazan da kovardı. (Fakat biz kapıdan kovulsak bacadan girerdik. Şimdikiler gibi para ile arttıranın üstünde kalmazdık.)

    Onu biraz kızmış görsek, kedi görmüş fare gibi kaçardık. Hepimizi sık sık payladığı halde biz ona yine bayılırdık. Hele bizi bazan adam yerine koyup da bir iki lâkırdı edecek olsa, hemen yılışır, kedi gibi yanına sokulur, etrafında dolaşırdık.

    Yanan kulübün salonunda Galip ağabey, Sait Salâhaddin bey, Yavuz İsmet, Dr. Hamit bey, Zeki Rıza Sporel ve diğer kodamanlar oturuyorlarsa biz salona giremez kapıdan bakardık. İçlerinden küçüklere karşı en çok alâka ve Güleryüz gösteren Sait Salâhaddin bey, bizi ekseriya içeriye dâvet ederdi. Hepimiz önümüzü ilikleyip ayaklarımızın ucuna basarak içeriye girer, onların konuştuklarını duyabilecek bir yere büzülür hic lâfa karışmazdık, Konuştuklarını safi kulak kesilip dinler, zevkten kendimizden geçerdik.

    Galip ağabey, kulüpten on para almadan kendini Sarı-Lâciverde vakfetmişti, Onun anası, babası, evlâdı, karısı velhasıl her şeyi Fenerbahçe idi.

    Çok titizdi. Kulübün bahçıvanı Barba’nın yaptıklarını beğenmezdi. Onu yanında yamak olarak kullanırdı. Yanan kulüpte ve şimdiki staddaki ağacların ekserisini kendi eliyle dikmişti. Topları, raketleri, fileleri o tamir ederdi. Kulübün badanasını bile o yapar sobayı da o kurardı. Lambo ile sahanın çizgilerini cizer, kale direklerini boyar, ağları örer, çimenleri biçerdi.

    Fitaları, kürekleri hep o yağJar, temizler onlara evlât gibi bakardı.

    Birinci takımda gözünü, kolunu, bacağını esirgemeden, canını dişine takarak, hem de takımın on bir yerinde aynı muvaffakiyetle oynardı. En kızdığı şey, korkak ve şişen futbolcu idi. Çok sert ve asabi olduğu halde hiç kimse onun kasdi bir faul yaptığını, maçta kavga ettiğini veya hakeme itiraz ettiğini görmemiştir.

    Fevkalâde tenisçi, kürekçi, hokeyci, balıkçı ve avcı idi. En iyi arkadaşları Sait Salâhaddin, Tevfik Haccar, Yahya bey, Şakir bey, Dr. İsmet, Zeki Rıza idi.

    Galip ağabey genç denecek yaşta birdenbire olüverdi. Ben bunu duyunca inanmadım. O aslan gibi adam nasıl ölürdü? Beni bir sıksa suyumu çıkarırdı. Benim gibi bir sıska yaşarken o dev gibi adam ölür müydü hiç? Fakat öldüğünün hakikat olduğunu anlayınca, bizi sık sık hırpalayan bu adam için, babam ve ağabeyim öldüğü zaman da o kadar ağlamıştım. Daha hâlâ babam ve ağabeyimi hatırlayınca içim nasıl yanarsa, Galip ağabeyi de hatırlayınca içim aynı derecede yanar ve kanar.

    Galatasaraylılar Ali Sami’lerini, Beşiktaşlılar Şeref ve Hüsnülerini, Vefalılar Saim’lerini unutmadılar. Her sene toplu olarak gidip kabirlerinl ziyaret ediyorlar. Kulüplerini kuran, yaşatan ve yükselten insanlara karşı, Galatasaraylıların, Beşiktaşlıların ve Vefalıların vefakârlığını gıpta ile seyrediyorum ve diyorum ki:

    Her kongrede ismini hürmetle, minnetle andığımız halde, neden bugüne kadar biz de toplu bir halde gidip, Galip ağabeyimizin kabrini ziyaret ederek, mezarının üstünü bürüyen otları ellerimizle temizleyerek, yeni çiçeklerle süslemiyoruz. Buna önayak olmak idarecilerin vazifesidir. Bugüne kadar bunu ihmal eden idarecilere teessüf etmemek imkânsızdır. Fakat yeni idare heyetinin reisi sayın Zeki Rıza, Galip ağabeyin en yakın arkadaşlarındandır. Sevgili Galip ağabeyimizin sonbaharda ölümünün yıldönümüdür. Zeki Rızadan o gün bütün Fenerbahçelileri toplayarak bizi Galib ağabeyimizin mezarına götürmesini ve bunun her sene tekrarlanmasını kendisinden rica ediyorum.

    Şevket Soley – 27 Haziran 1955 – Akşam Gazetesi

  • Kadıköy’ün İçyüzü

    Kadıköy’ün İçyüzü

    Fenerbahçe’nin kuruluş döneminin önemli siması ve camianın en entelektüel isimlerinden birisi olan Şakir Beşe, 21 Ekim 1935 tarihli Tan gazetesinde yayınlanan “Kadıköy’ün İçyüzü” başlıklı yazısında 86 yıl öndeden coşkulu ama bir o kadar da sitemkar bir Kadıköy portresi çiziyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İskeleden Bakınca

    Kadıköy… Burası köylükten kurtulalı 30 seneyi bulmuş. Koca İstanbul’un çok temiz bir halk kütlesin barındıran büyük bir şehir parçası haline gelmiştir.

    İstanbul’dan Kadıköy iskelesine çıkan her insan ilk bakışta geniş ve muntazam bir iskele meydanı, sağ tarafta güzel bir belediye binası, binanın önünde bütün rıhtım boyunca uzanmış henüz körpe bir belediye parkı, sol tarafta harekete hazır son sistem, temiz ve şık Üsküdar-Kadıköy tramvay arabaları, benzin depoları, daha arkada halden başka her şey olan hal binası, nihayet Moda’ya ve Altıyolağzı’na oldukça muntazam iki yol görünür. Burası Kadıköy’ün içyüzünü tarif edeceğim; iskeleden Altıyolağzı’na doğru çıkalım.

    Osmanağa Camii’ne yakın ve şehrin en kalabalık yerinde yol o kadar daralır ki tramvay çan sesini duyan halk, yarım metre bile olmayan yaya kaldırımından kendisini dükkanların içine dar atar. Geçelim.

    Pazaryolunda yol genişler, âlâ.

    Moda Tramvayı

    Altıyolağzı’na geldik. Tramvaylar burada üçe ayrılır : Moda, Bostancı, Üsküdar.

    Moda’ya giden hattı takip edelim. Bahariye Caddesi, Süreyya Sineması’na doğru çıkalım. O ne? Yolun arkası geniş, ilerisi çok daha geniş, fakat yolun ortasında harap bir ev, son günlerini yaşıyor. Öyle ama burası o kadar dar ve süratleriyle meşhur Kadıköy tramvaylarının ok gibi geçtikleri bu boğazda kaza ihtimali o kadar çok ki, Belediye’nin ne sebeple bu köhne evin son dakikasını beklemekte olduğuna şaşmamak mümkün değil.

    Yolumuza devam edelim. Solda Süreyya Paşa sinema binası, bu da güzel. Bu caddenin sağ yönündeki parke veya kaldırım yollar oldukça düzgün ve temizce.

    Şimdi sol taraftaki sokaklara bakalım. 20-30 sene evvel döşenmiş ve bir daha insan eli değmemiş kaldırım sokaklar, dünyanın teşekkülünden bu ana kadar arzî istihalesini geçirmiş ve insan eli değmemiş fenersiz yaya kaldırımsız toprak sokaklar ve bu sokaklardaki güzelim evler arasındaki arsalarda tenekeden kulübeler, kulübeler, kulübeler. Binek ve sucu arabası ahırları, ahırlar, ahırlar, gübreler, gübreler, sinekler, sinekler ve pislikler.

    Uzunçayır kırından bahsediyorum zannetmeyiniz, Kadıköy’ün en mutena yerlerinden biri olan Cevizlik muhitini canlandırıyorum. Her iki tarafında güzel kübik binalar yapılmış ve yapılmakta olan bu pis ve toprak yollardan Yoğurtçu semtine inelim.

    Kadıköy’ün Asıl İçyüzü

    Sağda etrafı duvarla çevrilmiş uzun ve güzel Yoğurtçu Parkı, solda beş on büyük çınar ağacının gölgelediği Yoğurtçu Meydanı ve bunların ilerisinde inşası henüz tarihe karışmamış yeni bir beton köprü, öyle bir köprü ki tramvay geçer, otomobil geçer, top geçer, asker geçer, arabalar geçer, halk geçer. Fakat, bu köprünün her iki başlığı çatlamış ve yerinden ayrılmış alt taraftan her iki taraf boydan boya yarılmıştır. Şimdi bu köprünün üzerinde biraz duralım.

    İşte size Kadıköy’ün asıl iç yüzünü bu köprü üzerinde canlandıracağım.

    Uzunçayır ilerisinde Şeytan Köprüsü mevkiinde çatallaşan ayakları bugün kurumuş ve kıvrılarak geçtiği arazide yer yer mevki alan bostanlar tarafından suları sümürülmüş olan ve evvelce Kadıköyü’nün Göksuyu, Kağıthanesi hatta göbeği etrafını süsleyen gümüş kordonu olan bugün ise Kadıköy’ün başbelası, hastalık yuvası, ölüm tehlikesi bulunan meşhur Kurbağalıdere’nin mülevves yılan gibi kıvrılan mecrası bu köprünün altına tesadüf eder ve Yoğurtçu Parkı nihayetinde acunun en güzel koyu olan Moda ve Kalamış arasında denizle birleşir.

    Kurbağalıdere

    Şimdi ağzı 30 senelik bakımsızlık yüzünden tamamen tıkanmış, membaı ve ayakları kurumuş olan bu mülevves akmaz dereye dikkatle bakalım.

    İki sıra bahçeli ağaçlı güzel evler arasında kokuşmuş bir su şeridi, her evin iskelesinde altı simsiyah leş bağlamış çürümeye mahkum bağlı sandallar, içerisinde sözde spor yapmak içi ve hava almak için dere kıyısı sakinlerinden saz benizli üç beş genç bulunan bir sandal ki suya dalıp çıkan küreklerinden çirkef akıyor.

    Bu kokmuş dereye Belediye bazı sokakların mecrasını akıtmıştır. Beton künkleri ve içinden neler aktığı işte görünüyor. Dere boyunda evleri olanlar da hela mecralarını yallah etmişler dereye. İşte necaset renkli suları azalmış derenin iki yönünde hela mecraları, bazılarının ağızlarına eski bir teneke parçası örtülüş olduğu halde görünüyor.

    Bilir misiniz bu dere civarında neler var? Kadıköy Orta Mektebi, Altınordu Spor Kulübü, güzel Yoğurtçu Parkı, Yoğurtçu 7. İlk Mektep, Kuşdili Çayırı mesiresi, bugün binlerce genç elemanlarıyla memleketin koca bir spor mektebi halini almış olan Fenerbahçe Spor Kulübü ve dere kenarında denizcilik şubesi, en nihayet bütün bir Kadıköy gençliği ve biraz hava almak için parklara çayırlara can atan koca bir halk kütlesi!

    Bu mülevves derenin temizlenmesi her sene tazelenir, temenniler toplanır, tomar haline gelir, tomarlar birleşir, fil haline gelir, üst tarafı malûm, dere yine pis kalır!

    Bu derenin bu haldeki mevcudiyeti ve bu dereyi telvis etmek ve bu halde bırakmak şehrin sağlığı namına büyük bir cinayettir. Halkın sağlığını tehdit eden bu büyük tehlike ne zamana kadar böyle bütün iğrençliğiyle devam edip gidecektir?

    Şakir BEŞE / 21 Ekim 1935 – Kadıköy’ün İçyüzü

    Kadıköy'ün İçyüzü
  • Miço Öldü

    Miço Öldü

    13 Şubat 1950 tarihinde Cumhuriyet gazetesinin dördüncü sayfasında, en altta “Antrenör Miço Öldü” başlıklı, küçücük bir haber göze çarpıyordu. Şöyle deniyordu haberde :

    “Fenerbahçe Kulübü’nün eski yıldızlarından ve aynı kulüple Beşiktaş kulübünün senelerce antrenörlüğünü yapmış olan meşhur Miço Dimitriadis’in öldüğünü teessürle haber aldık. Kendisi Türkiye’de yetişmiş en iyi futbolculardan ve en iyi antrenörlerden biri idi. Cenazesi bugün Şişli mezarlığına defnedilecektir.”

    O haftanın Öz Fenerbahçe dergisi de bu haberi veriyor, ek olarak “kederli ailesine ve dostlarına baş sağlığı” dilemeyi de unutmuyordu.

    Miço (Cem Ertuğrul’un 2007 tarihli kayıtlarına göre) 1911-1918 yılları arasında Fenerbahçe’de 36 resmî maçta forma giymiş ve 7 gol atmıştı. Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı ilk kez yendiği maçta oynadı. Yine Fenerbahçe’nin ilk şampiyon kadrolarında yerini aldı. Şurada Şakir Beşe tarafından detayları anlatılan Rusya seyahatine giden kadronun da içindeydi.

    Cenazesi kalabalık oldu. Fenerbahçe Kulübü de bir çelenk gönderdi.

    Fakat Miço hakkındaki en güzel yazı, hiç beklenmedik bir isimden, o sıralarda Cumhuriyet gazetesinde yazan Burhan Felek‘ten geldi. 15 Şubat 1950’de “Müteveffa Miço!.” başlıklı yazısında, daha on yıllar boyunca sürecek bir probleme, eski futbolcuların unutulmasına zehir gibi bir yazıyla verip veriştiriyordu.

    Müteveffa Miço!.

    İki gün evvel, Türkiye’de yetişmiş en iyi futbolculardan, hatta en iyi antrenörlerden birisi olan “Miço” yoksulluk içinde öldü. Şimdi sadece “müteveffa Miço”dan başka izi kalmamış olan bu zavallı, Fenerbahçe’nin en parlak devirlerinde sol açık oynardı. Türkiye’nin en iyi sol açığı da bu adamdı. Bizim gibi onu tanıyanlar, bir futbol harikası olan Hasan merhumdan sonra topa en hakim; fakat ondan fazla realist olan bir oyuncu ve tam bir amatör oyuncu olduğunu bilirler. “Miço” senelerce Fenerbahçe’yi, Beşiktaş’ı, başka Türk kulüplerini antrene etti ve nihayet açlıktan öldü. “Miço” tam bir amatör olduğundan mı nedir? Şu meşhur “Sporcuları Koruma Cemiyeti”nden bir akçe muavenet göremedi.. Bunu gördükçe; sporcuların ellerin ayakları tutarken istikballerini sağlamak istemelerini ve bu yüzden amatörlüğe de omuz silkmelerini pek haksız bulmuyorum.

    “Vefalı adem isteyen
    Vefalı adem olmalı!”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Fenerbahçe’nin İlk Yurt Dışı Seyahati

    Fenerbahçe’nin İlk Yurt Dışı Seyahati

    1933 tarihli Olimpiyat dergisinin “Fenerbahçe’nin 25. Yılı” özel sayısından devam ediyoruz. Bu kez yazarımız Şakir Beşe. Fenerbahçe tarihine müthiş hazineler bıraktığını daha önce de yazdığımız bu özel insanın bir eserine daha rastladık. Beşe Zade Şakir Bey, 1914’de gerçekleşen Fenerbahçe’nin ilk yurt dışı seyahati ile karşımızda… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şakir Beşe Anlatıyor

    Bugün en samimi dostumuz ve komşumuz bulunan Rus milletinin centilmen sporcuları bu tarihten tamam 20 sene evvel Fenerbahçe’nin şahsiyet-i maneviyesinde olgunlaşan Türk sporu ile alakadar olmuş ve rumî 1330 senesi bidayetinde Odesa şampiyonu (Sporting Club) tarafından kulübümüze ve dolayısıyla Türk sporcularına ecnebi bir memleketten ilk davet vaki olmuştur.

    Kulübümüz, Türk sporunu ecnebi memlekette ilk defa temsil edeceğinden ve bilhassa senelerden beri biz Türklere hiç de iyi bir nazarla bakmayan Çarlık idaresine rağmen genç Rus sporcularının uzatacağı eli dostça sıkacak ilk Türk heyeti olacağından bu seyahate azami derecede ehemmiyet vermiş ve o suretle hazırlanmıştık.

    Seyahate iştirak edenler:

    Dr. Hamit Hüsnü Bey (kafile reisi)

    Galip, Zeki Mazlum, Yahya Berki, Şakir, Sait (Avcı), Hikmet, Selahattin (Manço), Arif merhum, Sabri merhum, Nüzhet, Nuri (Otomobil) merhum, Süreyya, Küçük Arslanyan, Miço, Alexander Boris, Jan Beyler.

    Kulüp İdaresi futbol takımının daha fazla takviyesini düşünmüş ve o sırada kulüp haricinde temayüz etmiş futbolculardan Hasan ve Hüseyin beyleri Rusya seyahati için angaje etmişti.

    19 kişiden mürekkep heyetimiz 330 senesi Mayısının ilk cuması öğleden sonra Galata rıhtımında toplanmış bulunuyordu. Bizi Odesa’ya götürecek olan vapura resmi muamelenin hitamından sonra yerleştik. Alafranga saat beşte kulüp mensupları ve kulübü seven yüzlerce halkın (Yaşa Fener! Şerefle… Güle Güle) teşyi sedaları, hediye yağmurları arasında hareket ettik.

    Seyahat Nasıl Geçti?

    Vapurumuz boğazın mavi sularını yara yara yol alıyor. Bütün arkadaşlar güvertede toplanmış etrafı seyrediyoruz. Boğazı geçtik, Karadeniz’e daldık.

    Seyahatin çok eğlenceli safahatı, yolculuğa iştirak eden bütün eski Fenerliler arasında hala en aziz hatıradır. Cumartesi günü Odesa uzaktan gözükmeye başladı. Tam saat birde limana girdik ve rıhtıma yanaştık. Uzun antrepoları ve birçok tren hatlarıyla bu koca liman Rusya’nın Karadeniz’e açılan sayılı ticaret merkez ve menfezlerinden biri.

    Rıhtımda (Odesa) şampiyonun Sporting Clup idaresi tarafından karşılandık. Kafilemize hürmeten hafif geçen gümrük muayenesinden sonra kazak elbiseli, koca kavuklu, pos bıyıklı, çember sakallı arabacılar tarafından idare edilen küçük brik arabalara bindik ve oldukça dik bir yokuştan çıkarak şehre girdik. (Deribasıf Sıkâye Uliça) namında şehrin en geniş ve en mükemmel ve tahta parkeden caddesindeyiz. Bu cadde her halde elli metreden dar değildi. Yaya kaldırımları ise bizim caddeler kadar geniş. İlerledikçe katettiğimiz bütün diğer caddeler cetvelle çizilmiş bir şekilde dümdüz uzuyor. (Deribasıf) caddesinin nihayetine doğru sol tarafta muazzam bir bina önünde arabalardan indik.Burası (Balşayi Moskofıskaye) büyük Moskof Sarayı namında mükemmel ve mükellef bir otel. Sonradan ahbap olduğumuz sahibi Kırım eşrafından Odesa imamı Gani efendi isminde muhterem bir zat.

    Odalarımıza yerleştik. Otel, ziyaretimize gelen Odesa’nın gençleriyle dolmuş taşmıştı.

    Şehirdeyiz

    Ertesi gün maç yapacağız. Çünkü teglrafımızı alan Sporting Clup reklamlar yapmış, duvarlara büyük ilanlar yapıştırmış. Bizler ise henüz deniz tutkunu ve yol yorgunuyuz. Fakat oynayacağımız sahayı bir kere görmek ve hiç değilse üzerinde biraz konuşmak lazım.

    Hamit Hüsnü, Zeki Mazlum, Yahya, Selahattin beylerden maada hepimiz soyunduk, futbol kıyafeti ile ve mihmandarlarımızla birlikte bizi sahaya götürecek elektrikli tramvaya bindik.

    Saatte en aşağı elli kilometre yol alan tramvay bizi yirmi dakikada sahaya ulaştırdı. Bir kısmı duvar bir kısmı siyah tahta perde ile çevrilmiş geniş bir sahaya girdik. Bizi haber alan mütecessis bir grup seyre gelmişti. Sahaya alışmak için biraz hareket yaptık ve birkaç şut çektik. Saha kumlu ve yumuşak ve fazlaca otlu idi. Sporting Clup erkanından birkaçının nazarları ekseriya bende toplandığından oldukça meraka düştüm. Spor hayatımda avcılığı daima futbola tercih etmiş olduğundan futbolda iyi bir derecem yoktu. Fakat çok dikkat ediyorlardı işte! Meğerse sebebi varmış. Sait Bey kardeşimiz otelde beni (kafilenin bıyık tıraşı faslından sonra) İngiliz zanneden bu zevata (Evet takımın antrenörüdür, fakat belli etmiyor) diye tanıtmamış mı? İşte o günden beri adım antrenöre çıktı. Bir aralık Sait yanıma sokuldu ve bu muzipliğini söyledi, işi anladım ve tertibi bozmadım.

    Biraz idmandan sonra bize çay ikram edildi ve aynı tarikle otele geldik ve istirahate çekildik.

    Birinci Maç

    Kiliselerin çan sesleri ile uyandık. Nefis bir kahvaltı ettikten sonra şehri gezdik. Hep bir boyda büyük binaları, çok temiz ve çok düz geniş caddeleri, çok şirin bulvarları, çok mültefit ve misafirperver halkı ile burası her halde güzel bir şehir.

    Öğle yemeği ve istirahatten sonra takım otelde soyundu sahaya gittik. Sahada 6000 kadar seyirci var. Etraf Rus süvarileri ile sarılı. Şaka takımı ile karşılaştık. müthiş bir alkış tufanı (Hura Turko) sadaları ve havada mektepli kasketleri. Para atıldı, yerler tutuldu.

    Hakem : Orta boylu, güler yüzlü, oldukça bitaraf hareket eden bir zat idi.

    Bizim takım şu şekilde :

    Küçük Arslanyan, Arif, Hasan, Süreyya, Galip, Sabri, Hikmet, Sait, Nüzhet, Nuri, Miço

    Birinci Devre : Oyun başladı. İlk deneme akınları, her iki taraf ince oynuyor. On dakika sonra hakimiyeti aldık ve üst üste akınlara başladık. Oyun çok heyecanlı ve çok temiz. Bizim hücum hattı hasma nazaran daha çevik ve cevval. Her iki tarafın müdafaası çok dürüst, vaktinde müdahaleler, top alışlar ve uzaklaştırmalar yerinde. Oyun bu şekilde devam ederken bizim bir aklımızda hasım müdafii topu elle tuttu. Penaltı. Bunu Hikmet çekti ve çok tabii olarak (sağ yukarı köşeden) gol oldu. Saha bir kere yerinden oynadı. Halk karıştı, dalgalandı ve müthiş bir gök gürültüsü gibi patlayan halkın sesi : (Bravo Turko)…

    Oyun devam ediyor, hakimiyet bizde, fakat arkadaşlar gittikçe kuvvetten düşüyorlar. Henüz yol yorgunluğu geçmemiş bir vücut bundan fazla çalışamazdı. Hal böyle iken canla başla çalışarak dört gözle bekledikleri devre sorunu buldular.

    İkinci Yarı

    İkinci Devre: Takımımız yorgun, akıllarımız daha zayıf. Hakimiyet Şaka takımına geçti. Müdafaamız canla başta çalışıyor ve daha çok yoruluyor. Arslanyan ismi gibi çalışıyor; fakat denizden hâlâ başı dönüyor ve rengi sapsarı. Hal böyle iken hasım sol içinin yaman şutlarını kurtardı.

    Bu devrenin otuzuncu dakikasında bizim haf hattı üzerinde hasım oyuncuları faul yaptı. Hakem yanlışlıkla bizim aleyhimize frikik verdi. Bundan sonra hasıl olan karışıklık esnasında bize bir gol oldu. Oyun daha bir müddet tarafeynin akınları ile devam ettikten sonra maç 1-1 beraberlikle neticelendi.

    Pazartesi günü Rus Çarı (Kiev’e) gitmek üzere Odesa’dan geçecek idi. İki gün evvelinden bütün şehir donanma tertibatı ile meşguldü. Öğle yemeğinden sonra liman cihetinde kurulan takı zaferin yanında bize tahsis edilen yere toplandık.

    Büyük bir kalabalık toplanmıştı. Epeyce bir bekleyişten sonra uzaktan bir otomobil göründü. Bir daha, bir daha… Bunların içinde tamamen kırmızı ve sırmalı elbiseler giymiş Çarın maiyet yaverleri bulunuyordu. Bütün bandolar hep birden marş çalmaya başladılar. Otomobiller arka arkaya geçiyordu. Ara yerde muhteşem bir otomobil ve bunun etrafında bir bölük kadar mızraklı süvari muhafız kıt’ası son süratle geçti. Ben kendi hesabıma Rus Çarını göremedim desem yalan değil. Fakat o anda yüz binlerce halkın hurraları, baştan şapkaların, kalpakların, külahların anı vahitte kaybolması, limanda birbirini müteakip topların tarrakası gösteriyordu iki bir şeyler olmuştu.

    İkinci Maç

    Öğleden evvel biraz yağmur yağdı. Öğleden sonra bermutat otelde soyunduk ve tramvayla sahaya gittik. Bugün saha çok kalabalık.

    Birinci Devre : Hakem aynı hakem. Halkın alkışları arasında her iki takım yer aldı ve oyuna başlandı.

    Bizim takım şu şekilde :

    Küçük Arslanyan, Arif, Galip, Süreyya, Hasan, Sabri, Hikmet, Sait, Nüzhet, Nuri, Miço.

    Her iki taraftan mukabil akınlar. Saha kumlu ve otlu olduğundan bizim takım çevik hareketinden kaybediyor. Ruslar uzun boylu ve atlet yapılı. Bizimkiler onlara nazaran oldukça çelimsiz. Oyunumuz açılmaya ve paslar düzelmeye başladı. Her iki taraf müdafaası oldukça çetin. Galip’in yerinde müdahaleleri, rahmetli Arif’in top kurtarışları, Süreyya’nın soldan makaslama ta Nuri’ye varan pasları çok mükemmeldi. Hücum hattımızdaki kombinezon hasım müdafaasını çok şaşırtıyordu. Solda Hikmet’le Sait kombinezonu, sağda Nuri ile Miço akını hasım nısıf sahasında fırtınalar koparıyor. Bütün muhacim hattımız çelik bir zemberek gibi açılıp kapanıyordu. İşte böylece hakimiyet bize geçmişti. Fakat hasım kalecisi lastik gibi adamdı. Kaç şut atıldıysa elinde kalıyordu.

    Odesa ikincisi Şaka Kulübü’nün oyunu daha ince, daha kombine. Fakat bu şampiyon Sporting takımı birinciliklerini sert oyun sistemlerine değil, herhalde kalecilerinin maharetine medyun.

    Devrenin sonlarına doğru hasım tarafa lehine penaltı. Top yerine kondu. Sol açık Hikmet, adeti veçhile topu düzeltti ve yalnız kendine mahsus müthiş şutu çekti Gol… Hasmın çok mahir ve çevik kalecisi vazifesini ifa etmiş ve çok mükemmel bir plonjon yapmıştı. Fakat bütün futbol hayatında çektiği penaltıları her seferinde göre tahvil eden Hikmet’in tutulmaz şutunu bu zat dahi ellerinden kaçırmış ve gol olmuştu.

    İkinci Devre

    İkinci devre : Sporting Clup oyuncuları mağlup vaziyetten kurtulmaya azmetmişler; çok sert ve seri oynuyorlar ve daha fazla faul yapıyorlar. Rahmetli Hasan da mukabelede gecikmiyor. Miço daha ziyade yardımcı oynuyor, müdafaamız canla başla oynuyor. Bilhassa Arslanyan’ın kurtarışları çok mükemmel. Hasım muhacimlerin tehlikeli bir akını esnasında Sporting soliçinin sağ gösterip sola havale ettiği müthiş şutunu Arslanyan’ın kurtarması şaheser. Bütün sahadan taşan alkış tufanı ve takdirler.

    Bu devreyi ara sıra akın yapmakla beraber zorlu bir müdafaa oyunu ile bitirdik ve 1-0 Odesa şampiyonuna galip geldik.

    Maçın hitamında hurra sadaları ile halk sahaya koştu ve penaltı kralı Hikmet’le fedakar kalecimiz Arslanyan’ı havaya kaldırdı.

    Çarşamba günü sol müdafi rahmetli Arif ile sağ yardımcı rahmetli Sabri mühendis mektebinin imtihanlarına yetişmek üzere Odesa’dan İstanbul’a hareket ettiler. En mühim iki müdafaa uzvunun takımdan bu suretle ayrılması bundan sonraki maçlarda tesisini göstermiş ve müdafaamız zayıf kalmıştı.

    Üçüncü Maç

    Öğleden sonra bermutat otelde soyunduk, sahaya gittik. Türk sporcularına halkın gittikçe artan alakasını anlamak için etrafa şöyle bir bakmak kafi idi.

    Karşılaştığımız takım Odesa’nın en mühim seçme oyuncularından mürekkep. İkisi müdafaada ve ikisi hücum hattında dört İngiliz var.

    Bizim takım şu şekilde:

    Arslanyan, A. Boris, Hasan, Süreyya, Galip, Jan Boris, Hikmet, Sait, Hüseyin, Nuri, Miço.

    Rusların bir akını ile oyun başladı ve çok seri devam ediyor. Takımın neresinde yer alırsa orasının oyuncusu oluveren çok değerli sporcumuz Galip’ten maada bütün müdafaa bocalıyordu. Arslanyan’ın mahareti ve fedakarlığı olmasa bir kaç gol yemek işten değildi. Devre sonuna doğru rahmetli Hasan’ın bir ıskası bize bir gole mal oldu ve devre 1-0 aleyhimize bitti.

    İkinci Devre

    İkinci devre: Ruslar daha sert ve seri oynuyorlar. Müdafaamız birinci devrede çok yorulmuş. Rahmetli Arif’le rahmetli Sabri’nin müdafaada bıraktığı boşluğu, ne ikinci derecede bir futbolcu olan A. Boris ne de çok çalımlı ve faullü bir müdafaa oyunu oynayan rahmetli Hasan dolduramazlardı.

    Muhacim hattımız oldukça tehlikeli akınlar yapıyor, fakat hasım müdafaası zorlu ve kalecisi mahir olduklarından bir türlü gol çıkaramıyor. On dördüncü dakikada Rusların seri bir akını aleyhimize bir gol kaydetti. Bundan sonra daha ziyade müdafaa oyunu tatbikine başladık. Hikmet soldan ve Miço sağdan yardımcı vaziyete geçtiler. Ruslar kırkıncı dakikada aleyhimize bir gol daha kaydettiler. Devre bitti ve Odesa muhtelitine 3-0 mağlup olduk.

    Oyun çok heyecanlı oldu ve halk her iki tarafı da müthiş alkışladı.

    Nikolayef’e Gidiyoruz

    Bu akşam Alexandr parkta şerefimize tertip edilen ziyafete otomobillerle gittik. Bu park sayısız Odesa parklarının en büyüğü ve en güzeli, oteli ve tiyatrosu ile herhalde en mükellef ve mükemmel iyiydi.

    Cuma günü, iki maç yapmak üzere Nikolayef’e hareketimiz mukarrer olduğundan hareket hazırlıkları ile meşgul olduk.

    Saat beş raddelerinde yirmi iki mil sürati olan beyaz bir vapurla Nikolayef’e hareket etmiştik. Nihayetinde Nikolayef şehri ve Rusya’nın tersanesi bulunan nehire girdik. Nehrin her iki sahilinde yer yer mevzu istihkamları gece geçtik. Cumartesi şafakla beraber Nikolayef’e vasıl olduk. Yolda bize refakat eden Odesa musevilerinden bir hakem bizi karşılamaya gelmiş olan Nikolayef Clup kulüp erkanı ile tanıştırdı. Hep birlikte güzel bir otele gittik.

    Maç Başlıyor

    Öğleden sonra yakın olan sahaya yaya olarak gittik ve bize tahsis olunan mahalde soyunduk Bizim takım şu şekilde idi :

    Arslanyan, A. Boris, Hasan, Süreyya, Galip, Nüzhet, Hikmet, Sait, Hüseyin, Nuri, Miço.

    Oyun ahenksiz başladı. Muhacim hattında Hikmet biraz aksıyordu. Sağ haf Nüzhet rahatsız olduğundan iyi oynayamadı. Ekseriya saha kenarında oturuyor ve dinleniyordu. Miço yardımcı vaziyette, sana taşlık ve berbat, oyun her iki tarafın mütevali fakat semeresiz akınları ile devamdan sonra devre 0-0’a bitti.

    İkinci devre: Sahaya alışan takımımız bu devrede daha iyi bir oyun oynadı. Her iki taraf akınları devam ediyor, bir türlü gol çıkaramıyorduk. Hüseyin çok fırsat kaçırdı, Sait’in bir şu direğe çarptı ve gol olmadı. Devrenin sonlarına doğru hasım muhacimler tehlikeli bir akın yaptılar. Bizim kale önünde bir karışıklık oldu ve bir gol yedik ve oyun böylece 1-0 aleyhinize neticelendi.

    Pazartesi günü Nikolayef’in tersanesini heyetimize bir cemile olmak üzere gezdirdiler. Bilhassa orada inşa edilmekte olan Prenses Maria drednotunu seyrettik, kasabayı gezdik, parkta eğlendik ve otele avdet ettik.

    Son Maçımız

    Mutat veçhile öğleden sonra yaya olarak sahaya gittik. Bugün halk çok daha fazla kalabalıktı.

    Bizim takım :

    Arslanyan, A. Boris, Hasan, Süreyya, Galip, Jan Boris, Hikmet, Sait, Hüseyin, Nuri, Miço.

    Birinci devre : Oyun bizim güzel bir aklımızla başladı. (Burada zikretmeden geçemeyeceğim. Kafile reisi Dr. Hamit Hüsnü Bey’in takımımızın istirahati uğrunda vaki olan hizmetleri bilhassa kayda şayandır) Bugün takım çok zinde ve çok güzel çalışıyor. Biraz sonra kombinezon teessüs etti ve hakimiyet bize geçti. Sağdan ve soldan tehlikeli hücumlar yapıyoruz. Bugün bilhassa sol taraf çok güzel işliyor. Bu güzel kombinezon nihayet semeresini verdi. Hikmet’ten yerinde bir pas alan Sait, güzel bir şutla ilk golünü kaydetti. Bir müddet sonra devre 1-0 lehimize bitti.

    İkinci devre: Hasım takımı yediği golün acısını çıkarmak için gayet seri ve tehlikeli birkaç akın yaptı. Arslanyan’ın çok güzel kurtarışları gol çıkarmalarına mani oldu. Gene hakimiyeti elde ettik. İşte çok mükemmel bir akın, top Sait’te, hasım müdafii ile karşı karşıya, o sırada Hüseyin’e kısa ve ani bir pas, Hüseyin’in yerden sol köşeye sıkı bir şutu. Gol..

    Bu ikinci golden sonra oyun tamamen hasım nısıf sahasına intikal etti. Devre sonlarına doğru gene Sait’in güzel bir pası ve Hüseyin’in sıkı bir şutuyla üçüncü gol.

    Maç böylece 3-0 galebemizle neticelendi.

    Halkın alkışları arasında ateli avdet ve istirahat.

    Kiev’e Gitmeden Geri Dönüş

    Çarşamba: Nikolayef’ten hareket ettik.

    Perşembe sabaha Odesa’ya avdet ettik. Takımımız Kiev şehrine davet edilmişti. Fakat Odesa şehbenderimiz Tahir Beyefendinin ahvali siyasiye hakkında bize verdiği malumat ve tavsiyeler üzerine bu seyahatten sarfınazar ettik. Rusya’da gördüğümüz misafirperverlik fevkalâde idi. Başımızı nereye çevirdikse muhabbet dolu gözler, tebessüm ve iltifat dolu çehreler gördük.

    Mesela bir müzikhole gideriz halk ayağa kalkar, hürmet ve iltifat eder ve yer gösterir; bir parka gideriz, bütün gruplardan çok samimi bir alâka ve bütün masalardan davet ricaları alırız; mektepli kardeş muamelesi yapar; zabiti hürmetle selam verir; kadını iltifatlar yağdırır; memuru yardım eder, tüccar ve esnaf ikram eder; velhasıl Ruslar çok ince ruhlu sevimli ve asil bir millet. İşte Fenerbahçe’nin ilk Rusya seyahatinin bizde bıraktığı intiba…

    Beşe Zade Şakir

  • Fenerbahçe’ye Emek Sarf Edenler

    Fenerbahçe’ye Emek Sarf Edenler

    Olimpiyat dergisinin 1933 yılında yayınladığı “Fenerbahçe’nin 25. Yılı Özel Sayısı”nda söz sırası Hayri Celal Atamer’de… Konusu, Fenerbahçe’ye emek sarf edenler! Derginin diğer yazılarına “şuradan” ulaşabilirsiniz. Bitene kadar müstakil sayfaları yazıların arasına da koyacağız. Yine onlardan biri… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’ye Emek Sarf Edenler

    Fenerbahçe’nin bugünkü iftihara değer halini bulmasında onu idare edenlerin namütenahi samimiyet ve kulüpçülüğü ne kadar mühim birer amil olmuşsa, uzun harp seneleri esnasında, azasının ve idarecilerinin askerde bulundukları sırada da, yalnız başına büyük bir feragatle kulüp kapısının kapanmasına mani olan ve isimleri eski Fenerbahçelilerin kalplerine altın birer çivi gibi kazılı kalan aziz büyüklerinin yenilere numune olacak fedakarlıkları da birer sebep teşkil etmiştir.

    Bu zevatın başında şimdiki Manisa mebusu Sabri Beyefendiyi zikir edebiliriz. Fenerbahçe idarecileri kendilerinden kulübün başında reis olarak bulundukları esnada bir büyük kardeş, bir baba gibi şefkat ve insanlık görmüşlerdir. İdare ile bilfiil meşgul olmadıkları zaman da uzaktan, yakından isabetli direktiflerine esirgememişlerdir.

    Sabri beyefendinin İstanbul’dan ayrılıp da bilmecburiye kulüpten maddeten uzaklaşmaları üzerine kulüp riyasetini Dr. Hamit Hüsnü Beyefendi deruhte etmişlerdir kendileri muhakkak ki kulübün bugün bu hale gelmesi için çok çalışmışlardır.

    Harbin en şiddetli zamanında kulüp kapısını açıp kapayan bir Fenerbahçeli vardı: Mustafa

    Ben kulüpçülük ve Fenerbahçelilik hissini, sönmek değil, bilakis bir yanardağ olarak içinde taşıyan ve her şeyini kulüp karasevdasına feda’dan çekinmeyen, faziletin ve ahlak sağlamlığının bir numunesi olarak şimdiki stat müdürümüz Galip’i tanıyorum. Galip gibi sporcu ve fedakar bir azası olmayan kulüplere acırım.

    Fenerbahçe 25 sene evvel 8-10 ülkülü gencin kalbinde bir kıvılcım iken bugünkü yanardağ haline gelinceye kadar muhtelif safahat geçirmiş ve bu safahat esnasında bütün mesuliyetleri omuzlarına alarak dahili ve harici müşkülatla uğraşan kendi öz kaynağından doğmuş aziz ve yılmaz evlatlar yetiştirmiştir. Bunların isimlerini saymak ve onlara sıra vermek bugün ne kadar müşküldür.

    Hangisini söylemeli, Tevfik’i mi, Nasuhi’yi mi, Sami’yi mi, Burhan Asaf’ı mı, Hulki’yi mi, Şakir’i mi, Yahya’yı mı, Ömer’i mi, Zeki Mazlum’u, hangisini Zaten bütün bu isimleri saymakta da bir fayda yoktur. Binaenaleyh bence şu şekilde bir sual irat etmek daha doğru olur:

    Fenerbahçe’ye hangi Fenerbahçeli hizmet etmemiştir? Bu kulübün bu hali bulmasında hangi Fenerbahçelinin emeği ve alın teri yoktur.

    Hayri Celal Atamer

  • Fenerbahçe’yi Kimler Kurdu? Kimler İhya Etti?

    Fenerbahçe’yi Kimler Kurdu? Kimler İhya Etti?

    Fenerbahçe Spor Kulübü Müzesi’nde 1923 tarihli bir kulüp nizamnamesi var. Bu nizamnamede “Kulüp Müessislerinin Kıdem Sırasıyla İsim ve Hüviyetleri” başlıklı bir de liste bulunuyor.

    Kıymetli tarihçimiz Rüştü Dağlaroğlu da “1907-1987 / Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi” kitabında, aşağıdaki girişi yaparak, bir başka liste yayınlamış :
    “Kulüp, bir taraftan göz boyamak amacıyla, yönetim kurulunu devirmek diğer taraftan düşman başkomutanı General Charles Harington’un ünlü sporculuk hüviyetinden yararlanmak suretiyle, İngiliz işgalinden kurtulunca, 1922 yılında yeni bir tüzük hazırladı. Bu tüzüğün 2. maddesinde, (Kulübü Tesis ve İhya Edenler) başlığı altında otuz ad yazılıdır. Bu maddedeki (Tesis) sözü ile kulübü kuranlar, (İhya) sözüyle de düşman tarafından kapatıldıktan sonra, gizli toplantılarla, yaşatanlar kast edilmiştir. İşte, kısaca, Müessesan Heyeti (kurucular Kurulu), adıyla anılan ve adları yazılı 30 kurucu, 1925’lerdeki meslek ve görevleriyle şunlardır.

    Merhum Rüştü Dağlaroğlu’nun sözünü ettiği tüzük ile müzede sergilenen nizamname aynı mı, bilmiyoruz ama (ikisini de sırayla aşağıda göreceğiniz) listeler birbirinden değişik… Biz önce ortak isimleri ve aradaki farkları görelim istedik.


    Hem 1923 Nizamnamesi, Hem de 1987 Tarihli Kitap Listesinde İsmi Olanlar

    Enver BeySabık Rüsumat Müfettişlerinden
    Fuat Hüsnü BeyBahriye Binbaşılarından
    Galip BeyDüyunu Umumiye Memurlarından
    Hamit Hüsnü BeyDoktor
    Hikmet BeyDüyunu Umumiye Memurlarından
    Hüseyin Sami BeyDüyunu Umumiye Müfettişlerinden
    İbnürrefik Ahmet Nuri BeyHududu Sıhhiye Muhasebecisi
    Kemal Aşki BeyMühendis
    Mehmet Reşat BeyAnadolu Demiryolları Memurlarından
    Mustafa Bey (Elkatipzade)Tacir
    Nasuhi Bey (Nazikizade)Türkiye İdman Cemiyetleri Müfettişi
    Ömer Nazıma BeyKomisyoncu
    Sabri BeyPosta ve Telgraf Müdür-i Umumisi
    Sait Selahattin BeyBahriye Jimnastik Muallimi
    Sait Tevfik BeySpor Âlemi Gazetesi Sahibi
    Selahattin Manço BeyBanka Memurlarından
    Şakir BeyAshab-ı Emlaktan
    Tevfik Bey (Haccarzade)Tacir
    Yahya BeyZiraatçi
    Ziya Bey (Nurizade)Düyunu Umumiye Müfettişlerinden

    1923 Nizamnamesi’ndeki Listede İsmi Yazılı Olup 1987 Tarihli Kitapta Bulunmayanlar

    Alaaddin Bey (Nazikizade)Sanâyi-i Nefîse Mekteb-i Âlisinden
    Emin BeySeyrisefain Mübayaa Memuru
    Hasan Kamil BeyMakine Mühendisi
    Hüseyin BeyDava Vekili
    İsmet BeyTıp Fakültesi Müdavimlerinden
    Muhsin Yeğen BeyAshab-ı Emlaktan
    Müfit BeyDuhan Şirketi Memurlarından
    Sabih BeyTıp Fakültesi Müdavimlerinden
    Saip Şevket BeyT.İ.C.İ ve Millî Mahsulât Şirketi Müdür-i Sabıkı
    Zeki BeyBaytar

    1987 Tarihli Kitaptaki Listede İsmi Yazılı Olup 1923 Nizamnamesi’nde Bulunmayanlar

    Ali Muhittin (Hacıbekir) BeyŞeker Tüccarı
    Asaf (Beşpınar) BeyDeniz İnşaat Mühendisi
    Ayetullah BeySu Şirketinde Memurdu
    Doktor Nazım Bey 
    Enver (Yeğin) BeySarıyer Belediye Muhasebecisi
    Hakkı Saffet (Tarı) BeyBankacı
    Hulki (Malkoç) BeyZiraatçı
    Hulusi BeyEski Nafia Nazırı
    İhsan Ziya BeyUrla Hakimi idi
    Necip (Okaner) BeyAkdeniz Denizüssü Komutanı

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Suret-i Teşkili ile Maksadı / Matbaa-ı İkdam – 1339 (1923)
    Kulüp Müessislerinin Kıdem Sırasıyla İsim ve Hüviyetleri

    Nurizade Ziya BeyDüyunu Umumiye Müfettişlerinden
    Enver BeySabık Rüsumat Müfettişlerinden
    Galip BeyDüyunu Umumiye Memurlarından
    Nazikizade Nasuhi BeyTürkiye İdman Cemiyetleri Müfettişi
    Haccarzade Tevfik BeyTacir
    Yahya BeyZiraatçi
    Elkatipzade Mustafa BeyTacir
    Kemal Aşki BeyMühendis
    Sait Selahattin BeyBahriye Jimnastik Muallimi
    Hasan Kamil BeyMakine Mühendisi
    Hikmet BeyDüyunu Umumiye Memurlarından
    Selahattin Manço BeyBanka Memurlarından
    Ömer Nazıma BeyKomisyoncu
    Şakir BeyAshab-ı Emlaktan
    Emin BeySeyrisefain Mübayaa Memuru
    Mehmet Reşat BeyAnadolu Demiryolları Memurlarından
    Nazikizade Alaaddin BeySanâyi-i Nefîse Mekteb-i Âlisinden
    Hamit Hüsnü BeyDoktor
    Zeki BeyBaytar
    İbnürrefik Ahmet Nuri BeyHududu Sıhhiye Muhasebecisi
    Saip Şevket BeyT.İ.C.İ. Muhasebecisi ve Millî Mahsulât Şirketi Müdür-i Sabıkı
    Fuat Hüsnü BeyBahriye Binbaşılarından
    Müfit BeyDuhan Şirketi Memurlarından
    Sabri BeyPosta ve Telgraf Müdür-i Umumisi
    Hüseyin BeyDava Vekili
    Sait Tevfik BeySpor Âlemi Gazetesi Sahibi
    Hüseyin Sami BeyDüyunu Umumiye Müfettişlerinden
    İsmet BeyTıp Fakültesi Müdavimlerinden
    Sabih BeyTıp Fakültesi Müdavimlerinden
    Muhsin Yeğen BeyAshab-ı Emlaktan

    Rüştü Dağlaroğlu : 1907-1987 / Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi
    Kulübü Tesis ve İhya Edenler

    Nuri zade Ziya (Songülen) BeyNATTA Seyahat Bürosu Sahip ve Müdürü
    Ayetullah BeySu Şirketinde Memurdu
    Necip (Okaner) BeyAkdeniz Denizüssü Komutanı
    Enver (Yetiker) BeyGümrük Müfettişi
    Kulaksızzade Galip BeySerbest
    Hintli Asaf (Beşpınar) BeyDeniz İnşaat Mühendisi
    Hulusi BeyEski Nafia Nazırı
    Hulki (Malkoç) BeyZiraatçı
    Fuat Hüsnü (Kayacan) BeySokoni-Vakum Şirketi Beykoz Müdürü
    Hamit Hüsnü (Kayacan) BeyDoktor
    Hakkı Saffet (Tarı) BeyBankacı
    Mehmet Reşat (Pekelman) BeyDevlet Demir Yolları Hareket Müfettişi
    İhsan Ziya BeyUrla Hakimi idi
    Nazikizade Nasuhi Esat (Baydar) BeyMilletvekili
    Şakir (Beşe) Bey 
    Selahattin Manço BeyZonguldak Kömür Şirketi Memuru
    Elkatipzade Mustafa BeyFes Tüccarı
    Enver (Yeğin) BeySarıyer Belediye Muhasebecisi
    İbnürrefik Ahmet Nuri BeyPiyes Yazarı
    Sabri (Toprak) BeyZiraat Bakanı
    Doktor Nazım Bey 
    Ağabeyzade Ömer Nazıma (Elbi) BeyKomisyoncu
    Çelebizade Sait Tevfik BeyChevrole Oto Acentası Memuru
    Hüseyin Sami (Coşar) Beyİş Bankası Umum Müfettişi
    Haccarzade Tevfik (Taşçı) BeyKibrit Şirketi Satış Memuru
    Yahya Berki (Karagözoğlu) BeyZahire Borsası Tevzi Memuru
    Hikmet (Topuz) BeyRıhtım Şirketi Veznedarı
    Sait Selahattin (Cihanoğlu) BeyYüksek Deniz Ticaret Okulu Öğretmeni
    Ali Muhittin (Hacıbekir) BeyŞeker Tüccarı
    Kemal (Aşkın) BeyYüksek Mühendis
  • Kuşdili Lokali’nin Yerini Bulduk

    Kuşdili Lokali’nin Yerini Bulduk

    Daha önce geçmişten bugünlere bir Fenerbahçe hazinesi bıraktığını yazdığımız Şakir Beşe, Fenerbahçe tarihini aydınlatmaya devam ediyor. Şehir tarihçisi, kıymetli büyüğümüz Alican Küçükcan, 21 Aralık 1943 tarihli Akşam gazetesinde Kurbağalıdere konulu bir okur mektubuna rastlamış. Yazan, Şakir Beşe… Bizi en çok ilgilendiren kısım ise muhteşem tasviriyle verdiği yer isimleri… Buna göre Kuşdili Lokali’miz, Misk Sokak’ta değil, 145 numaranın hemen altında, ikinci köprünün üstünde. Evet, Kuşdili Lokali’nin yerini bulduk!

    Şakir Beşe, belki de hiç farkında olmadan bir tarih yazmış. Nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kurbağalıdere

    Kadıköy’ün yerlisiyim. Gazetenizde senelerden beri Kadıköy’ün imarı, Kurbağalıdere’nin temizlenmesi, Fenerbahçe ve Kalamış’ın güzelleştirilmesi hakkındaki haberleri dikkatle takip etmekteyim. Tabiaten güzel olan Kadıköyümüze dair intişar eden imar havadisinin verdiği fırsatlardan istifade ile evvelce köyümüzün belli başlı mesirelerini sahillerinde cemeden, fakat son senelerde pisliği ve taaaffünü ile güzel köyümüzün baş belası ve hastalık yuvası haline gelen Kurbağalıdere’den bahis müteaddit yazılar yazdım. Bunlar gazetenizde yer buldu. İmar planının tatbikinden evvel ait olduğu makamın dikkat nazarını bazı mühim noktalar üzerine çekmek emeliyle yeniden bu mevzuya dönüyorum.

    Kurbağalıdere’nin kırk sene evvelki vaziyetini bir gözden geçirelim; derenin şimdiki Yoğurtçu Parkı nihayetindeki mansabından giren sandallar, piyadeler ve futalarda sazlı ve sözlü dere safasına çıkanlar evvela solda merhum Abdürrazzak’ın ve Şevki’nin temsiller verdiği ahşap Yoğurtçu tiyatro ve gazinosunu görürler, biraz ileride birinci tahta köprüyü -şimdiki beton köprü- geçtikten sonra ikinci tahta köprünün sağ başında hayalî Salih veya meddah Aşki’nin Karagöz oynattıkları Meserret Bahçesi ve gazinosunu ve bu bahçenin sahilindeki kara ağacın dibinde elinde kamış olta ile balık tutan Kadıköy’ün meşhur kambur terzisini seyrederler.

    Fenerbahçe Lokali ve Diğerleri

    Sırasıyla daha ileride solda evvelleri Kamil efendi gazinosu, bilahare Uhuvvet Kulübü ve daha sonra (bir elektrik kontağı neticesi yanıp kül olarak çok kıymetli hatıra ve zengin müzelerini külleri altına gömen) Fenerbahçe Spor Kulübü binası ve bahçesini ev yanında kiraya verdiği meşhur Hamdi merhumun gazinosunu ve daha ileride solda Mahmut Dede türbesi karşısındaki salaş gazino ile Hasan Efendi tiyatrosunu görürler.

    Ve taş köprü altından geçerek sağda Kösenin Bağı mesiresinde kemanî Memduh’un saz faslını dinler ve kafesle ayrılan kısımda nazan ve hıraman göz süzen yaşmaklı feraceli dilberlerle alakadar olduktan sonra şimendifer köprüsünün de altından geçerek iki dar ve derin dirseği dönerler. Ve şimdiki Gazhane önünde meşhur eski Çınarlı kahvede zurnacı üstad Mehmet’i dinleyip kolan salıncağında devasa çınarların dallarına kadar uçan delikanlıları da gördükten sonra (Çiflikât-ı Hümayun)a giden köprünün de altından geçerek sağda Söğütler Dibi mesiresinde çimenlerin üzerine sofraları kurar ve yemeklerini orada zevku sefa içinde yerler ve gene aynı dere tarikiyle avdet ederlerdi.

    Derenin İlerisi

    Güneşe tahammülü olanlar derenin ilerisi ağaçsız ve gölgesiz olmakla beraber ta Uzunçayır’ın nihayetine, yani şimdiki Eminbey köprüsüne, hatta daha ilerilere kadar dereyi takip edebilirlerdi.

    Acaba! Bu dereye ne oldu? Suları mı çekildi? Bundan otuz bu kadar sene evvel Havagazı şirketinin kömürünü bu tarikle Gazhanesine sevk etmek istediği ve hatta tesi ve imarını da deruhte eylediği halde (güzergahta Çiflikât-ı Hümayun vardır) kaydıyla kabul edilmeyen bu dereye ne oldu?

    Hayır! Hiçbir şey olmadı. Yalnız ihmal edildi. Bakılmadı. Kendi bostanlarının kuyuları dururken derenin sularını bostanlarına çevirerek kendi istifadelerine hizmet edenlere ses çıkarılmadı. Kırk senedir dereyi temizletmek şöyle dursun, bilakis telvis edildi. Yoksa tabiat gene o tabiat, mecra gene o mecra, gene o sudur. Civar dağlarda ve tepelerde hiçbir suretle değişiklik olmadığını eski bir avcı sıfatıyla yakınen ve mahallen bilirim. Yalnız deremiz uzun seneler devam eden sellerin dağ ve tepelerden getirdiği kum, çakıl ve çamurlarla yer yer millenmiştir.

    Kurbağalıdere bizim çocukluğumuzda kefal, lapin, ve kaya balığıyla meşhurdu. Bu derede birçok balıkçı ve ailesi geçinir, yazın sandalcılık ve kışın oldukça ehemmiyetli balıkçılık yaparlardı. Bu derenin balığını iltizam eden ve dere sahilinde oturan merhum bir kaptan, derenin ağzı ve mecrası tıkandıkça Eyüp civarından çamur tekneleri tedarik eder ve derenin millenen kısımlarını kendi parasıyla temizletirdi. Aynı zamanda bütün ebniye inşaatı şimdiki gibi deniz kumuyla değil, bilhassa dere kumuyla yapıldığı için kum ve çakıl işi ile meşgul olanlar sürü halinde merkeplere asılı ikişer küfecik ile derenin topuk mahallerindeki kum ve çakıllarını bina yapılan mahallere naklederler ve bu suretle deremiz mütemadi bir temizlemeye maruz kalır ve mecrası tıkanmazdı. Sonraları bu dereden kum ve çakıl almak yasak edilmiş. Neden? Bu cihet bizce meçhul.

    Şimdiki Zaman

    Şimdi belediyemiz dere civarının bir kanalizasyon planına göre dereye akan lağımlarını Kuşdili çayırının bir kölesinde toplama havuzuna sevk etmek işini bir müteahhide vermiş ve bu müteahhit bir seneden fazla bu işle meşgul olmakta bulunuyor ve Kuşdili çayırı ile Yoğurtçu Caddesi arasındaki sokakta lağım künklerinin ve yollarının üzerleri açık bir halde duruyor.

    Diğer taraftan derenin ağzından beton tramvay köprüsüne kadar olan kısmın taranması ve temizlenmesi işi ilkbahara bırakılmış oluyor. Sırası gelmişken arz edeyim ki bu temizleme işi kışın derenin suları daha az iken ve taraması daha kolay olurken otuz senedir daima ilkbahara bırakılmış ve bir türlü temizlenmesine imkan hasıl olamamıştır.

    Tetkikatım neticesi edindiğim kanaate göre bu derenin ağzı ne kadar temizlenmiş olsa iki sene sonra gene mütevali lodosların tesiriyle hasıl olacak topuklardan tıkanacaktır. Bunun çaresini aşağıda arz edeceğim.

    Çare

    Deremiz keşişlemeden hiç ve kıble lodosundan da çok müteessir olmaz. Bu kerteden gelen dalgaların bir kısmı Fenerbahçe burnunu yaladıktan sonra bakiyesi daha ziyade Şifa sahili ile Moda burnu arasını döver. Derenin müteessir olduğu doğrudan doğruya cenuptan gelen lodostur. Asıl bu lodos tesiriyle derenin ağzı topuklanır ve tıkanır. Batıdan gelen lodos ise kıblenin aksine Kalamış sahillerini döver ve dereye tesir yapmaz. Şu halde deremizi uzun zaman tam cenuptan gelen lodosların tesiriyle tıkanmaktan kurtarmak için tek çare, şimdi üzerine esbak esvapçı başı İlyas Bey köşkü namıyla maruf binanın bulunduğu Şifa burnundan deniz içindeki Şifa taşına ve bu taştan hafif bir dirsek yaparak Kalamış iskelesinin şarkına doğru yapılacak iki yüz metrelik bir mendirektir.

    Bu mendireğin dış cephesine doldurulacak büyük taşlar lodosu tamamen kıracak ve dere ağzı geniş bir liman ve sığınak halini alacağı gibi deremiz de uzun zaman tıkanma tehlikesinden kurtulacaktır. Aynı zamanda kışın dereden çıkamayarak kahvelerde mahpus kalan ve bu yüzden geçinemeyerek adetleri günden güne azalan profesyonel balıkçılarımız artacak ve ailelerinin yüzü gülecek ve Kadıköy gençliği arasında çok sıhhî bir spor olan amatör balık merakı yayılacaktır.

    Maruzatıma nihayet vermeden evvel bütün denizcilerin bilerek, fakat gafletle ve yahut bilmeyerek zarar gördükleri ve nice kotraların, motorların ve salapuryaların üzerine düşerek delinmesine ve yahut parçalanmasına sebep olan Mühürdar sahilinde (Deliklitaş) namıyla anılan ve tepesi deniz seviyesinden yirmi otuz santim kadar aşağıda bulunan bu taşın ufak bir himmetle parçalanıp dağıtılması ve bu suret kabil olmadığı takdirde sağlam ve sabit bir işaretle belirtilmesi bütün denizcilerin minnet ve şükranını mucip ve milli serveti koruyan bir hareket teşkil edecektir.

    Şakir Beşe, 23 Aralık 1943 – Akşam Gazetesi

    Kuşdili Lokali'nin Yerini Bulduk