Etiket: Salah Cimcoz

  • 28 Şampiyonluk Yolu

    28 Şampiyonluk Yolu

    9 Eylül 2023 tarihinde yapılan Fenerbahçe Olağanüstü Tüzük Tadili Genel Kurulu‘nda Yönetim Kurulu Üyemiz Sayın Simla Türker Bayazıt‘ın fikri, emeği ve uygulamasıyla hayata geçen 28 Şampiyonluk Yolu, büyük ilgi topladı.

    Unutulduğunu düşünen sporcu aileleri de büyüklerini bu yolda görünce çok mutlu oldular…

    Görselleri seçme ve metinleri yazma onurunu bize layık gördüğü için Simla Hanım’a sonsuz teşekkür ediyor, kronolojik sırayı herkesin görebilmesi için sitemizde de paylaşıyoruz…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu




    1907’den bugüne Fenerbahçe ve Türk futbol tarihini izlediniz.

    Ülkemizde 1923’den sonra başlayan ve günümüzde halen devam eden “ulusal” futbol organizasyonları hem tarihi hem de hukuki olarak devamlılık gösteriyor.

    Türkiye Futbol Birinciliği ve Milli Küme, 1959 yılı itibariyle “Milli Lig” adını aldıktan sonra, günümüzde ise “Süper Lig” ismiyle devam ediyor.

    Türk futbolu, kurumsal kimliğini kazandığı 1923 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî tüzük ve kanun maddeleri ile yönetiliyor.

    Tüm bu gerçeklerden hareketle;

    Fenerbahçe’nin 28 şampiyonluğunu ve 1959 öncesini inkar etmek

    TARİHİ İNKAR ETMEK,

    ÜLKE FUTBOLUNUN GEÇMİŞİNİ YOK SAYMAKTIR!

  • Übeydullah Efendi

    Übeydullah Efendi

    Taha Toros’un Çelebizade Sait Tevfik Bey’i anlattığı yazıda, nikahını Übeydullah Efendi’nin (Mehmet Übeydullah Hatipoğlu) kıldığını öğrenmiştik. Mithat Cemal Kuntay’ın muhteşem romanı “Üç İstanbul”da Habibullah Efendi olarak karşımıza çıkan devrinin bu muhteşem karakterinin vefatından sonra Hasan Ali Yücel’in kaleme aldığı yazı ile karşınızdayız. Acaba Übeydullah Efendi hiç Fenerbahçe Kulübü’ne geldi mi? Kim bilir, belki de Salah Cimcoz merhum vesile olmuştur da bir gün bir fotoğrafta karşımıza çıkıverir. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Übeydullah (Efendi)

    Midhat paşanın Suriye’de vali iken kaymakamı ve mutemedi, Namık Kemal’in Rodos’ta mutasarrıf iken Maarif müdürü ve dostu, Abdülhak Hâmid’in yarım asırdan fazla muhibbi ve arkadaşı Übeydullah efendiyi de dün gömdük. Şimdi o, Şişli dışında ve asfalt caddenin üstündeki geniş ve boş mezarlıkta, edebiyatımızda yeni bir vadinin ilki olduğu gibi cesedinin gömüldüğü yerde de birinci olarak yatan aziz şairimiz Abdülhak Hâmid’in yanındadır.

    Abdülhak Hâmid, çok sevdiği Übeydullah’tan bahsederken: «O benden bir yaş küçüktür» derdi. Doğuşları arasındaki bu tek yılı dahi doldurmadan büyük kardeşinin yanına can atan ve bu anda onun yakınında ve hizasında, ölülere has bir şekildeki secde halinde yatan Übeydullah ta Hâmid gibi yaşadığı ve yaşattığı devri beraberinde götürenlerden biridir.

    Übeydullah, arkasında iz bırakarak göçüp giden faniler arasındadır. Geçmişte ve halde benzersiz, nevi şahsına münhasır bir adamdı. Onu yakından ve uzaktan tanıyanların hepsi, hayatının, bir tek siyah kılı kalmıyan ak sakalından daha beyaz, daha temiz olduğunu söylerler. Bir gün toprak olacak varlıklar için bu ne büyük bir mazhariyettir? Übeydullah efendi, bu mazhariyete hakkile erenlerdendir.

    Ben onu ilk defa mütareke yılları içinde, Darülfünun konferans salonunda, hitabet kürsüsünde gördüm ve tanıdımdı. Azerbaycan için yapılmış bir gündü. Hatipler heyecanlı nutuklar söylüyorlardı. Salon hıncahınç doluydu. Süleyman Nazif’i yükselten ve hâlâ düşmesine mani olan Pierre Loti gününe benziyen bir gün. Bir veya iki hatipten sonra kürsüye, arkasında bir deve tüyü maşlah, başında acayip bir serpuş, akı çok kır sakallı, gözlerinde simsiyah bir alev parlıyan bir adam çıktı. Ağır, tok sesile söze başladı. Belki onun giyinişindeki gariplik, belki söyleyişindeki zarif nükteler, dinliyenlerin bir kısmını güldürmüştü. Bu acayip adam kızdı ve köpürdü. Yatağından taşan bir nehrin azametli hiddetile gülenleri tekdir etti. Ne halde bulunduğumuzu, ağlanacak günlerde gülmenin ayıp okluğunu söyliyerek namuslu bir millet için istiklâlin mahzı hayat olduğunu, onsuz yaşanmıyacağını öyle ilâhî bir eda ile anlattı ki bu satırları yazarken onu hâlâ dinliyormuş gibi içimde acıklı ve acı bir heyecan duyuyorum. Ben bu genç ruhlu, dinç vücutlu ihtiyarı o zaman sevdim.

    Onunla dostluğum yoktu ve buna fırsat olmadı. Fakat onu yakın tanıyanları tanıdım. Bilhassa Übeydullah’ın, ölüm döşeğinde adını anacak kadar sevdiği, vefatından iki gün önce bitab yatarken bile yüzünü, göz kapaklarının arasından görünce gülümsediği dostu Salâh Cimcoz, bana onun bütün hayatını teferrüatile tanıttı.

    Yirmi seneden fazla bir zaman Önce gördüğüm bu acayip kıyafetli ve tunç ruhlu adam, bunun için benim ruh akrabalarımdan biridir ve ondan bahsederken hürmetle, muhabbetle kendisini anlatıyorum.

    Übeydullah, ilk istibdad düşmanlığını, bir ilim ve hürriyet ocağı olan Tıbbiyede duydu. Meşrutiyet mübeşşiri Midhat paşa ile hürriyet ve vatan kelimelerinin yeni mânada mübdii Namık Kemal, onun bu yolda izlerini takib ettiği birer Havariler oldu. Genç Übeydullah, İzmir’in ceyyid havasından ilk yiğitlik hızını alarak İstanbul’un o devirdeki kötü muhiti içerisinde birer yıldız gibi parlıyan ve istibdadın Yıldızına birer belâ yıldırımı halinde görünen büyük insanların fikirlerde beslendi. Bu yiğit ruhlu İzmir efesi, hürriyetperverlik hayatına istibdadın kızıl remzi olan Abdülhamid’e isyanla başladı.

    Hürriyetperverliği ile hapisler, nefiler ve yoksulluklar da beraber başlamıştı. Übeydullah böyle şeylerden yılmaz bir insandı. Nitekim onun hür ruhu, istibdad ile inliyen memleketinde yaşamağa müsaade etmedi, kaçtı. Kendi tabirde Kübadan Bakü’ya kadar, fakat doğru olarak söylersek cenup ve şimal Amerikası, Afrika, Asya ve Avrupa’da dolaştı ve böyle seneler senesi gezdi. Hayatını daima kendi emeğile kazandı, keten helvacılığı, kuyumculuk ve daha bilmem ne işler yaparak yaşadı.

    908 meşrutiyeti ilân edilince memlekete döndü ve Meclisi mebusana İzmir mebusu olarak girdi. Meclisin en aranan, en hür fikirleri ileri süren, karışık unsurlardan mürekkep muhalif zümreye en biaman saldıran âzalârından biri oldu. Harbi umumîde fevkalâde sefir olarak Afganistana gidecekti. Yaşının altmış beş olmasına rağmen muhtemel zahmetleri göze alarak yola çıktı. İran’a geldi. Bahtiyarîlerin arasından geçip Afganistan’a gidemedi, orada kaldı. İngilizler onu yakaladılar. Irak’a götürdüler ve hapsettiler. Mütareke olunca İstanbula döndü. Bu sefer de Ferid paşa hükümeti yakalayıp Malta’ya gönderdi. Dostlan çok çalıştılar, bir müddet sonra onu Malta’dan kurtardılar. Fakat iki, üç ay kadar geçmişti ki yurd ve istiklâl meselelerinde hiçbir şeyden çekinmiyen Übeydullah, dili durmadığı için tekrar yakalandı ve Malta’ya ikinci defa yollandı.

    Übeydullah, Malta’da da rahat durmuyordu. Ferd olarak takdir ettiği İngilizlere müthiş kızıyor ve ateş püskürüyordu. Hadidîler diye bir zümre yapmıştı. Hallerinden şikâyet maksadile İngilizlere karşı protestonameler yazılıyordu. Übeydullah, yazılanları hafif buluyor ve istediği şiddette olmadığı için bu kâğıtlara imza koymuyordu. Übeydullah’a arkadaşlarından biri, lâtife olarak, şöyle demişti:

    — Galiba sen, bunlar hafif yazılmış diye imzanı atmıyorsun, böylece başımıza bir belâ gelecek olursa yakanı kurtarmış olacaksın!..

    Böyle şeylerin şakasına bile tahammül etmiyen Übeydullah, işin hiç te öyle olmadığını fiilî olarak isbat etmişti. İngilizler tarafından Malta’da iyice tanınmış ve mimlenmiş olan Übeydullah’a onlar Abadallah derler ve kendisinden çekinirlerdi. Uzun zaman İngiltere’de yaşadığı için mizaçlarını iyi bildiği İngilizler hakkında şöyle dermiş:

    — Onlara yaltaklanmağa gelmez. Bu herif esasen hizmetçi ruhlu, esir yaratılışlı derler ve tepesine binerler. Onlara kafa tutmalı. Hür doğmuş ve hür yaşamış adam olduğunu isbat etmeli. O zaman hürmete lâyık olduğunu anlarlar ve müsavi muamele ederler.

    Nitekim ilk Maltaya ayak bastıkları gün bir askerî kıta, bunların karşısında tüfeklerine korkutucu şakırtılarla fişek doldurduğu zaman, Übeydullah, bu kıtanın İngiliz kumandanına fasih, fakat sert bir İngilizce ile şöyle demişti:

    — Siz böyle tüfek şakırtılarile bizi korkutmak mı istiyorsunuz? Biz o adamlardan değiliz. İyi bilin, biz sizden korkmayız. Biz Çanakkale’de ne adamlar olduğumuzu size gösterdik. Siz de bize kimler olduğunuzu orada anlattınız…

    Übeydullah, böyle cesur ve müstakil ruhlu bir adamdı. Siyasî hayatında da fırkalara intisab etmiş değildi. İttihad ve Terakki’ye taraftar olmakla beraber Cemiyet’e bir türlü girmemişti. Onun girdiği ilk ve son siyasî teşekkül, Cumhuriyet Halk Partisidir. Fırkaya kaydolunduktan sonra bu ciheti kendisine hatırlatan Salâh Cimcoz’a Übeydullah’ın verdiği cevab şu olmuştur :

    — Ben 1900’lerin bile değil, 2000’lerin adamıyım. Yıllarca hasretini çektiğim istiklâl ve hürriyet gibi yüksek ideallerimin tahakkukunu onda ve onu yaratan Büyük İnsanın mukaddes varlığında gördüğüm için, bütün ruhumla duyduğum minnetlerimi göstermek üzere Halk Fırkasına girdim.

    Ne yazık ki onun Partimiz içinde bulunuşu ve Büyük Meclise girişi, çok ilerilemiş bir ihtiyarlığın son demlerine rastladı. Cevval ruhunun çalışmalarına artık kudretsiz vücudu yardım edemiyordu. Bu asırdide hürriyet ve vatan âşığını cumhuriyet, kıymetli bir hatıra gibi maziden devir alarak taziz ve çok sevdiği vatanın kutsal göğsüne onu hürmetle teslim etti.

    Abdülhak Hâmid, Übeydullahtan âlim diye bahseden bir dostuna:

    — O, Âlim değil, âlemdir!…demişti.

    Şimdi bu iki âlem, bizimkinden başka ve bizim de bir gün karışacağımız ayrı bir fezada mukadderlerinin ebedî yolculuğunu yapmaktadırlar.

    Hasan Âli YÜCEL

  • Salah Cimcoz

    Salah Cimcoz

    Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali‘nin açılışında çekilen o muhteşem fotoğrafta bir çok ünlü isimle beraber Salah Cimcoz da vardı. Türk tarihinin bu önemli ismi, anlaşılan o ki memleketi Kadıköy’ün kendisiyle birlikte Fenerbahçe Spor Kulübü ile de yakından ilgiliydi. Biz de bir diğer büyük yazar Hüseyin Cahit Yalçın’ın kaleminden Salah Cimcoz’u okuyalım istedik.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tanıdıklarım

    Meşrutiyet yıllarında uzun ve çetin bir siyaset hayatı yaşayan Hüseyin Cahit Yalçın o devrin en mühim simalarile pek yakından tanışmıştır. Bu sayıdan itibaren “Tanıdıklarım” başlığı altında Yedigün’e verdiği bu yazıları okuyucularımızın büyük bir zevkle okuyacaklarına eminiz.

    Salah Cimcoz

    Tabiat, doğarken, ona bütün cömertliğini gösterdi: Dünyada sevilmek, meclisi aranmak için ne lâzımsa bağışladı. Sonra da, bütün bu süslerin derinliğine bir sanatkâr ruhu yerleştirdi! Bunu anlamiyanlar kendisini hercai zannedebilirler..

    Hayatın realitesi ile onun ruhu arasında sihirli bir süzgeç vardır. En basit görülen sahneler o süzgeçten onun içine sokulurken tahlile uğrarlar ve bütün çıplaklıklarile kendisine görünürler. Ruhundan kopan en acı hıçkırıklar o süzgeçten dışarıya fırlarken bir tebessüm ve neşe şeklini alabilirler. Onun için sitayişlerinde keskin bir sitem, takdirlerinde ince bir tenkit rüzgârı gizlenebilir. Fakat bu o kadar nazik ve kibardır ki incitmez, okşar, darıltmaz, düşündürür.

    Mektepte iken, hayatın ilk insafsızlığı onu uzun seneler yatağa serdi; Salâh gözümüzden kayboldu. Bu ıstırap ve inziva seneleri onda düşünce ve hissetme kabiliyetlerini keskinleştirdi. Çok gençlikte olgunlaşan bir zekâ ile hayata karıştı ve her acıyı bir kahkaha ile karşılamıya alıştı.

    Basit ve yeknesak tehassüslerle kanamaz. Onun artist ruhu yenilik ve değişiklik ister, heyecan ister. Kendisinin dümdüz Salâh isminden bile hoşlanmadı. Bir gün «Cimcoz» oldu. Bu aile ismini acayip bir lâkap zanneden dostları onun yanında Cimcoz sözünü telâffuzdan ilk zamanları çekindiler. Sonra Salâh’a o kadar yakıştırdılar ki artık o, sade Cimcoz oldu.

    Bir aralık, galiba, Nesim Mazliyah ile beraber sosyalist de olmuştu. Olur, şaşmam. Ondaki dinamik ruh sükûna ve ittırada dayanamaz. Bu yüzdendir ki başı belâlara uğramıştır. Tehlikeye sürünür, fakat yalnız onun şairane bir heyecanını duymak için..

    Maltada, tel örgüler içinde dertleştiğimiz zaman, hep biribirinin ayni, hep mütereddit devam edip gidecek «yarın»lardan çok ıstırap duyduğunu söylerdi.

    Fakat içi sızlıyan bu Cimcoz, Malta zindanının en şen ve şakrak bülbülü idi! Canlı bir kuvvei maneviye idi. Belki içinden ödü kopardı, fakat akıbetten, pek yakında kurtulmadan emin görünen o idi.

    Herkes fıkra anlatır. Anlatılan on fıkradan bir tanesine belki ancak gülersiniz. Fakat Salâh, bir tek fıkrayı on kere anlatır, on defasında da biribirinden fazla mütelezziz olursunuz. Çünkü o bir fonograf makinesi değildir. Anlattığına kendinden birşey kor, ruhundan verir.

    Arkadaş ve dostsunuz; beraber maceralarınız olmuş. Bu hikâyeler sizin hayatınızda bayağı bir nesir gibi silik bir halde uyuklar. Fakat tesadüfen, onu Salâh Cimcozun ağzından dinlediğiniz zaman, o kırık ve dağınık nesirden canlı ve cazibeli bir şiir canlandığını hissedersiniz.

    O, ihtisas ve hayal topladığı kadar, çeşmibülbülleri ve Saksunya statüetleri de sever. Etrafında güzellik ister, güzellik içinde yaşamak ister. Onun için fena adam olamaz; bir vefasızlık etse bile bunun acısı en evvel onun kalbinde sızlar.

    Hüseyin Cahit Yalçın / Salah Cimcoz


    Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali açılışı.
  • Yaşasın Fenerbahçe

    Yaşasın Fenerbahçe

    Dünya dört sene sürecek ve cephe gerisini de perişan edecek büyük bir savaşa doğru sürüklenirken İstanbul da bu gerilimden nasibini alıyordu. Bununla birlikte spor faaliyeti de bir yandan devam etmekteydi. Halka “Yaşasın Fenerbahçe” nidaları attıracak bir maç, 25 Mayıs 1914 tarihinde bugünün Fenerbahçe Stadyumu olan İttihat Spor Kulübü’nde oynandı.

    O gün yalnızca Fenerbahçe’nin maçı yoktu. Aslında maç bir organizasyonun parçasıydı… Maliye Nazırı Cavid Bey’in himayesinde ve riyasetinde bir “Çiçek Eğlenceleri” düzenlendi. Bahriye Nazırı Cemal Paşa ile birlikte Fenerbahçe Başkanı Hamit Hüsnü Kayacan, Salah Cimcoz ve Reji Whittall gibi Kadıköy’ün ünlü simalarının da tertip heyetinde bulunduğu organizasyonda birbirinden ilginç oyunlar oynandı. Aşağıdaki resimde göreceğiniz yumurta yarışı da bunlardan biriydi.

    Yaşasın Fenerbahçe

    Fenerbahçe İngilizlere Karşı

    Oyunlardan sonra, Fenerbahçe ile Armstrong, Telefon ve Rumblers İngiliz takımlarının karması karşılaştı. Gelin detayları İkdam gazetesinden okuyalım.

    Saat beş buçukta futbol müsabakasına başlandı. Fenerliler birinci kısmı pek iyi oynuyorlardı. Muhacimlerden Hikmet Bey’in iyi bir hücumu az kaldı bir sayı yapıyordu. İngilizler de fena değildi. Hemen beş dakika geçmeden muavinlerden Sabri Bey’in çektiği güzel bir “şut” ile Fenerbahçeliler bir gol yapmaya muvaffak oldular. İngilizlerin bundaki hatası kalecilerine ait idi. Çünkü kaleden iki adım kadar ileride durmuştu. Bu birinci sayıdan sonra, İngilizler Fenerlileri iyice sıkıştırdılar, rüzgar da onlara yardım ediyordu. Oyunun birinci kısmı hitam buldu.

    Tevzi-i mükafattan sonra nüzzâr avdet ettiler. Futbolun ikinci partisi başladı. Alelusul kaleler değiştirildi. Bu defa İngilizler pek ziyade faaliyet gösteriyorlardı. Bir aralık bu faaliyeti ifrada vardırdılar. Ve muhacim Galip Bey’i düşürdüler. Bu hareket nizama muhalif addedildiğinden Fenerbahçelilere İngiliz muhtelit takımının kalesine on iki adım mesafeden bir serbest vuruş hakkı bahşolundu. Sol muhacim Hikmet Bey’in pek şedid ve mahirane bir havalesiyle Fenerliler ikinci bir sayı yapmaya muvaffak oldular. Her taraftan (Yaşasın Fenerbahçe) nidaları yükseldi.

    Artık bu ikinci sayı İngilizleri fena halde asabileştirmişti. Galip gelmek ümidi kendilerince zayi edilmiş olduğundan hiç olmazsa berabere kalmak arzusuyla ve bütün kuvvetleriyle hücuma başlamışlardı. Bu gayret neticesinde İngilizler bir gol yapmaya muvaffak oldular. Bundan sonra futbolda pek mahir ve çevik bir oyuncu olan Galip Bey topu önüne aldı. Yavaş yavaş iterek tam kalenin hizasına geldiği sırada şedit bir havale ile üçüncü bir gol daha yapmaya muvaffak oldu. Her taraftan bir alkış tufanı koptu. Fenerlilerin bu fevkalade muvaffakiyeti herkesi neşelendirdi. Bundan sonra hiçbir taraf gol yapamadı. Vakt-i muayyenin hitamı hakem tarafından tefhim olunmakla oyuna nihayet verildi. Üç gole karşı bir gol ile Fenerbahçeliler galip geldi.

    İki seneden beri İstanbul şampiyonluğunu muhafaza eden Fenerbahçelilerin şu muvaffakiyeti her türlü takdir ve tahsinin fevkindedir.

    25 Mayıs 1914 / İkdam Gazetesi
    Fenerbahçe Spor Kulübü hatıra defterinde 11 Mayıs 1914 (Rumî) gününe dair not : 11 Mayıs Pazar: Maliye Nazırı Cavid Bey himayelerinde “Çiçek Bayramı” Fenerbahçe, İstanbul İngiliz Muhtelitini 3-1 yenmiştir.
    Yaşasın Fenerbahçe
    Tasvir-i Efkâr gazetesinde iki takımın kadrosu

    Kadro ve Kupa

    Fenerbahçe bu maça aşağıdaki kadro ile çıktı

    Kaleci : Arslanyan Efendi

    Müdafi : Arif (Şehit) ve Galip (Kulaksızoğlu) Beyler,

    Muavin :Süreyya (Mithat), Sabri (Çerkes), Nüzhet (Baba) Beyler,

    Muhacim : Miço (Dimitropoulos), Nuri (Otomobil), Wilhelm (Kohlhammer), Sait (Selahattin Cihanoğlu) ve Hikmet (Topuzer) Beyler.

    Maçın sonunda Fenerbahçe’ye “Osmanlı İttihat Mektepleri 11 Mayıs Sene 330 Müsabakası Hatırasıdır” yazılı gümüş bir kupa verildi.

    Ertesi gün yayınlanan Sabah gazetesinin “10 Lira kıymetinde” demesine karşılık Tanin’de “20 Lira değerinde” olduğu belirtilen bu güzel hatıra, 18 sene boyunca Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali’ndeki müzesinde sergilenecek, 1932 yılında yerinde kocaman bir boşluk bırakarak, diğer bütün zafer hatıraları ile birlikte yanacaktı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali

    Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali

    Aşağıda okuyacağınız metin, 26 Mart 1914 tarihli İdman mecmuasından… Yazar 1914’den 1932’deki yangın felaketine kadar ikamet ettiğimiz Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali açılış gününü anlatmış. Fotoğrafta kimler yok ki? Elkatipzade Mustafa Bey, Hamit Hüsnü (Kayacan) Bey, Nasuhi Esat (Baydar) Bey, onun kardeşi, sonraki yılların müthiş Fenerbahçe forveti Alaaddin (Baydar), dönemin Fenerbahçe Başkanı Mehmet Hulusi Bey, Otomobil Nuri ve yazıda ismi geçenlerle birlikte bir çok ismi bilindik ama simasını hatırlamadığımız insan. Kısacası tam bir “Fenerbahçe Türkiye’dir” fotoğrafı. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali

    Fenerbahçe Spor Kulübü, Kuşdili’nde eski Uhuvvet Kulübü’nü makarr-ı ittihaz ederek Mart’ın yedinci günü resmi küşadını icra etmiştir.

    Spor aleminde şayan-ı dikkat kulüplerden biri olan Fenerbahçe’nin bu yeni kulüp binası izhar-ı cihet bir spor kulübü olabilecek şekilde ve hassaten öyle bir mevkidedir. Cuma günü kulüp spor âlâtıyla dahilen tezyin edilmiş ve dışarısı da alay bayraklarıyla donatılmıştı.

    İki buçukta bütün müdavim gelmeye başladı. O esnada kulüp azası bir içtima-i umumi akdetmişti. İçtimayı müteakip saat üçe doğru hazırûna hitaben Fenerbahçe Kulübü reis-i umumisi ve Hicaz Demiryolu müdür-i umumisi Hulusi Bey tarafından davete icabetlerinden dolayı teşekkür edildikten sonra kendilerinin Fenerbahçe Kulübü reisi olduğunu zikrederek :

    “İhtimal ki benim gibi yaşlı, nahif bir adamın spor kulübünde riyaset etmesi garip görünür. Şüphe yok ki ben ve benim gibi vakti, zamanı, sini müsait olmayanlar bilfiil sporla meşgul olamazlar. Fakat bizim maksadımız, böyle çalışkan gençlerin mecmuanı riyaset ve onları teşvik ve tergîb ile memlekette kavî anasır yetişmesine say eylemektir. Ben fiilen sporla meşgul olamayan zevatın bu tarzda muavenette bulunmalarını pek muvafık ve lüzumlu görürüm. Asrımız kuvvetin hakka galebe çaldığı bir devirdir. Halbuki yine kuvvetli olarak hakka galebe değil ona müzaheret edeceğiz” mealinde bir nutuk irad ederek alkışlandı.

    Nutku müteakip hazırûna pasta, çay, bisküvi ikram edildiği gibi Bahriye musiki takımı da terennüm etti. Bahriye nazır-ı esbakı Hüsnü Paşa, İstanbul mebusu Salah Cimcoz Bey, muharririnden Ahmet Rasim Bey, Ahmet Bey, Müdafaa-i Milliye ve Belediye ve matbuat erkanından zevat hazır bulunduğu gibi spor kulüpleri murahhasları da hazır idi. Resmi küşad esnasında fotoğraflar ahzolundu.

    Bizim bu babda ihtisasatımız, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün yeni binasında kemal-i muvaffakıyet ve afiyetle payidar olmasını temenni ve böyle muntazam kulüplerin artması arzusunu izhardan ibarettir.

    İdman – 13 Mart 1330 (1914) / Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali