Etiket: Şazi Tezcan

  • YKB Arşivinde Fenerbahçe

    YKB Arşivinde Fenerbahçe

    Ağırlığı Selahattin Giz fotoğraflarından oluşan YKB arşivinde Fenerbahçe fotoğrafları birbirinden müthiş sahneleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu arşiv araştırması esnasında bizden yardımını esirgemeyen Ayhan Uçar ağabeyimize sonsuz teşekkür ediyor, kendisiyle beraber çalışan ve aynı derecede bize yardımı dokunan büyük Fenerbahçeli merhum Abdullah Gül ağabeyimizi de saygıyla anıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yapı Kredi Bankası Arşivinde Fenerbahçe

    Yapı Kredi Bankası arşivinde Kadıköy ve Fenerbahçe fotoğraflarından bir seçme
  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Hakeme Tavsiyeler

    Hakeme Tavsiyeler

    Galatasaray’a yakınlığı ile bilinen Cumhuriyet gazetesinde, 1935 İstanbul Şampiyonluğu finali öncesinde, Şazi Tezcan’a hitaben “Hakeme Tavsiyeler” başlıklı bir yazı yayınlanmış. Kıymetli bir metin… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bugünkü Maçın Genç Hakemi Şazi’ye

    Bugün idare edeceğiniz müsabaka İstanbul’un 1935 şampiyonunu tayin edeceği için senenin en mühim maçıdır. Galatasaray da, Fenerbahçe de, İstanbul Futbol Heyeti de geçen defaki iyi idarenizden ümitlenerek bu mühim maçı gene sizin idarenize verdiler. Sizin genç şahsiyetinizde iyi bir hakem istikbali gördüğümüz için, bazı talihsiz ve idaresiz hakemler gibi birdenbire sukuta uğradığınızı görmemek endişesiyle bir iki noktaya nazarı dikkatinizi celp etmek isteriz.

    Bu maç gergin ve sinirli bir hava içinde oynanacaktır. Çünkü ebedi ve ezeli Galatasaray – Fener rekabetinden başka sonunda şampiyonluk da vardır. Futbolcular da ekserisi kulüpçü olan seyirciler de sinirlidirler. Siz de bu sinirli havaya kapılır da asabınıza hâkim olamazsanız, maç kazalı ve dövüşlü bir maç olur. Onun için sinirlerinize hâkim ve sakin olmanız, muvaffakiyetinizin en birinci şartıdır. Futbolcuların sinirli olduklarını düşünerek onları sakin fakat enerjik bir surette idare ediniz.

    Muvaffakiyetinizin ikinci şartı, tam bir dürüstlük ve bitaraflık göstermenizdir. Kararlarınızda, takımları iltizam eden seyircilerin yaygaraları değil; futbol kaideleri ve vicdanınızın sesi hâkim olmalıdır. Tarafgirlik eden hakem, kendi şeref ve namusuna ihanet ediyor, demektir. Çünkü her iki taraf ta onun dürüst ve bitaraf olduğuna emniyet ederek hakemliğini kabul etmişlerdir. Tarafgir hakem, maçın idaresinde ipin ucunu elin den kaçırır ve müsabakayı berbat eder, kavgalar çıkmasına sebep olur.

    Muvaffakiyetinizin üçüncü sırrı, enerjik olmak, her yere yetişmeye, her şeyi görmeğe çalışmaktır. Futbolcuların arasında, çetin bir mücadelenin yarattığı asabî hava içinde kendini kaybedenler, tekme atanlar, küfür edenler, kavga çıkaranlar vardır; sıkışınca seyircilerin müdahalesiyle maçı yarım bıraktıracak vesileler icat etmeyi düşünenler vardır. Bütün bu ruhi haletleri göz önünde tutarak enerji fakat haklı ve sakin bir enerji göstermelisiniz.

    Bazı hakemler, dürüstlüğü ve bitaraflığı, idare-i maslahatçılık sanırlar. Sahadan dışarı çıkarılması icap eden kabahatli bir oyuncuyu çıkarırken kabahati tekme yemekten ibaret olan karşısındakini de ayni cezaya çarparlar. Bunlar dürüst ve bitaraf hakemler değil, seyircilere yaranmak isteyen ve bu suretle maçın şirazesini bozan hakemlerdir.

    Ekseri Galatasaray – Fener maçlarını hakemler berbat ettiği ve bu yüzden spor muhitinin emniyet ve itimadını kaybettikleri için sizin de ayni akıbete uğramanız endişesiyle nazarı dikkatinizi celbe lüzum gördük. Size bugünkü çetin maçta muvaffakiyetli bir idare dileriz.

    8 Mart 1935 – Cumhuriyet Gazetesi

  • Açık Mektup

    Açık Mektup

    13 Mart 1948 tarihli “Sarı Lacivert” dergisinde Galatasaraylı Muvakkar Ekrem Talu, Galatasaraylı Muslih Peykoğlu’na hitaben zehir zemberek bir açık mektup kaleme almış.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Muslih Peykoğlu’na Açık Mektup

    Bayım!

    Seni birkaç dershane yukarımızdaki birisi olarak yirmi beş sene evvel tanıdım. Futbola çabuk bağlanmış çocuk ruhumla senin beceriksiz de olsa nihayet “futbolcu” hüviyetin ve bir miktar yaş farkın sana “ağabey” alaka ve saygısını göstermemi sağlıyordu.

    Aramızda şahsi hiçbir alıp verecek geçmeden hayata, cemiyet hayatına karıştık. Ben senin de başına gelebilecek ve son yazında alaya aldığın bir cilve-i kaderle aktivitemi kaybedip sporla alakamı sadece yazı sahasına inhisar ettirdiğim devrede senin esasen bir kıymet ifade etmeyen futbolculuk hayatın son günlerini yaşıyordu. Bugün de üzerinde titizlikle durduğum prensip ve yazıcılık karakterimle seni; sevdiğim, saydığım ve renginden olduğum halde “iyi oynamıyor” diye tenkit ettim. Yalan mı söylüyordum?

    Sen değil de, galiba futbol seni bıraktığı günlerde –hatta çok evvelinden- idarecilik hayatına girdin. Mümeyyiz vasfın “kulübünü çıldırasıya sevmek”ten başka ne idi? Bu “sevgi”; şekil, hararet ve tezahür bakımlarından benim ezelî ve ebedî prensip ve telakkilerime uymamakla beraber, içimden: “Aferin diyordum. Çocuk sapına kadar erkek çıktı. Yetiştiği muhitin gönüllü hadimi, sadık adamı…  Hizmet ve himmeti meşkûr olsun…” Ve böyle düşünerek senden o cemiyete, dolayısıyla Türk spor bünyesine hayırlı, faydalı, müsbet hareketler umuyordum. Sen yine Galatasaraylıların bir ifade ve teşbihi üzere yavrularını nihayet ağuşunda boğup öldürecek bir tarzı muhabbet besleyen ve tatbik eden ana kedi gibi, kulübünde alelacayip hisler ve tatbiklerle içinde veya başında bulunduğun devreler o muazzez ocağa fayda yerine namütehani zarar iras ettin.

    Bu Yeniköy Palas’ta karısını yaralayan tüccar, Kadıköyü’nde bir rüya kabusu ertesi eşini boğazlayan bahçıvanın “sevmek” tarzını andıran haletinle kulübüne öyle zararlar getirdin ki bu hareketler karşısında bir Galatasaraylı olmaktan ziyade bir cemiyetçi olarak sana lisanımla isyan eder oldum. Ciddi –fakat yazı adabı çerçevesinde- birkaç makalemle senin şahsını değil, ef’alini tenkit ettim. Seni seviyor, fakat yaptıklarını, tuttuğun yolu beğenmiyordum. Koskoca Galatasaray’ı baltalayacak her türlü fenalığı senden sudûr eder görüyordum. Sen üstelik bunu müfrit kulüpçü ve cemiyetçi olarak yapıyor, bünyeyi içinden sarsıyor, sureti haktan görünerek kemirmede devam ediyordun.

    Mektep yavrularını kulüpçü kaydıyla rey sahibi kılarak topladığın bir ekseriyetle hakim-i mutlak kesilerek giriştiğin icraatın en kötüsü şu olmuştu: Yusuf Ziya’yı kulüpten kaçırtmak…

    Yusuf Ziya sadece Galatasaray’da değil, Türk cemiyetinin bütününde her bakımdan bir “kıymet”ken onu Galatasaray’dan, Galatasaray’ı da ondan soğutmaya kalkmak hata idi. Sen bu hatanın tek müsebbibisin. Yalan mı?

    Galatasaray’dan, hiç olmazsa Galatasaray’a hizmetten beri kıldığın sadece Yusuf Ziya mıdır?

    Suat Hayri’leri, Nihat’ları, Adil Giray’ları, Kemal Rifat’ları, Eşref Şefik’leri, Tahir Kevkep’leri, Adnan Akıska’ları, Ulvi’leri, Eczacı Arif’leri, Osman Müeyyed’leri ve daha nice nice Galatasaraylı kıymetleri senin kah gizli kah aleni istiskallerin kulüpten kaçırmıştır. Bugün bile Suphi gibi milletçe seçilmeye layık görülen değerli bir varlığı kulüp başkanlığından atlatmak için mücadeleye girişmiş olduğunu biliyorum.

    Sen bir yazı daha yazdın. Senelerce kullandığın zehirli dilini kağıda dökmek fırsatını bulmuştun. Bugün aharın haysiyeti üzerinde hassasiyetle durulmasını arzulayan sen, o yazında Zeki Nuri Bosut, Şazi, Adnan, Samih gibi cemiyet hayatının “efendi” tanıdığı müstakim vatandaşları bir nevi dalaverecei mevkiine koyup ilan ettin. Dolayısıyla Fenerbahçe teşekkülüne karşı klasik nefretini ayrıca tekrar ettin. O yüce varlığa ağır ithamlarda bulundun. Fenerbahçe büyük, çok büyük, senin tahmininden de fazla bir vatandaş ekseriyetinin sevdiği, saydığı mensup olduğu bir Türk cemiyetidir. Sen ona ikide bir ne hakla hakaret edersin?.. Hem de bir mekteb-i irfanda “hoca”lık etmedesin. Yani senin dirayet, talim ve terbiyene mevdû halk çocuklarına canlı fakat kötü örnek teşkil eden bir hoca… Tek taraflı görüş, tek taraflı düşünüş, tek taraflı muhakeme… Senden olmayan, -Türk dahi olsa- sence kafir, sence menfur!

    İşte Türk yavrularına bu sakim telakki ve prensibi aşılamakta olan bir maarifçi!.. Gel de bu sözlerimi amme huzurunda inkar et bakalım!

    Sen o mahut “birinci yazın” içerisinde mizahçı bozmaları filan da diyerek bir takım herzeler yumurtlarken “Satır”da çıkan bir yazıdan alınmışsın. O yazıda “Muslih” adına en ufak bir ima yokken sen o “Kırk katır mı, kırk satır mı” mevzuunda kendi ef’al ve karakterinle neden bir münasebet tevehhüm ettin de o tasvir ve teşrihi benimseyiverdin?

    Ya sen osun, ya değilsin?

    O ve öyle isen sözüm yok! Şayet değilsen o kırk katıra ve kırk satıra tesahüp neden?

    Şimdi senin adı bence çok muhterem bir dergide yediğin nanelere işaret edeyim. “Mikrop şebekesi”, “ahlaksız”, “namussuz”, “bayağının bayağısı”, “aşağının aşağısı”, “kuyruklarına basınca saldıran”, “deri değiştiren”, “küspede ısınan”, “sümüklü kulüp yedibaşısı”, “ödlek”, “buldog”, “çomar”, “foksteriyer”, “penguen”, “fino”, ilâh…Cehennemmekan “Ali Kemal”in üslubunu hatırlatan bu sözleri ben nihayet lüzumsuz hiddete kapılan bir kardeş!! hitabı olarak telakki edip şahsımı doğrudan doğruya alakadar eden birkaç paragrafa cevap vererek uzayan yazımı bitirmek istiyorum.

    Satır gazetesinde çıktığımız günden beri aylardır imzasız neşriyat yapılmaktadır. Bunun manevi ve kanuni mesulleri gazetenin başında musarrahtır. Kimseden hüviyetimizi gizlemiş değiliz.

    İkimiz arasında geçen bir hadise sebebiyle dedemin mektep bahçesinde kadirşinas Galatasaray topluluğunun bir hatırayı ıhlâsı olarak mezkûr heykelinden, kız kardeşime kadar taallûkatımı mevzu içre etmek senin yazı adabı kadar soğuk ve terbiye adabına da derece-i vukufunu ispat eder.

    İstitraden şunu da söyleyeyim ki bugün diline doladığın “Recai zade”nin Galatasaray’daki hocalık hüviyet ve kıymetini inşallah sen de kesbedersin de senin de ileride –Allah geçinden versin- bir heykelin rekzedilir.

    “Ailesine hürmeten şimdilik cevap vermiyorum” diyerek “sayın peder”imize varıncaya kadar dil uzatan sen “kırk üçlük bebek” şimdi bu cevabıma karşılık verir de o usta! üslup ve beyanınla yine bir sürü hayvan fasilesi sayacak olursan seni temelinden sarsacak iki fiilini –maalesef- açığa vurmak mevkiinde kalacağım. Bilmiş ol!

    “Bacak arasında dolaşma”nın bana vergi bir karakter olmadığını çömezin Haluk San’a söylediğin bir söze göre tecrübe ettin bilirsin.

    Yazını şu cümle ile bitirmişsin: “Karşıma erkekleştiğiniz zaman çıkın!”

    Merak etme! Biz senin tab’ına göre erkek! Hiçbir zaman olamayız.

    Şimdilik bu kadar hocam!

    Muvakkar Ekrem Talu

  • Osman Nihat Akın

    Osman Nihat Akın

    Türk sanat müziğinin muhteşem bestekarı Osman Nihat Akın muazzam bir Fenerbahçeliydi. Yaşınız kaç olursa olsun, onun müthiş şarkılarından en az bir tanesini tutkuyla dinlediğinize eminiz. Aşağıda vefatından sonra bir ahbabı tarafından yazılmış hayat hikayesini göreceksiniz. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Osman Nihat Akın

    Büyük yazar ve bestekâr Ahmet Rasim Bey, torunu Osman’ın piyanoda calip söylediği güzel bir şarkıyı dinlediğinde pek duygulanmıştı:

    «Bugüne kadar hiç işitmemiştim bu güzel şarkıyı. Kimindir bu beste Osman?…» diye sormaktan kendini alamamıştı üstad.

    Yeni yetişme bir delikanlı olan ve haşarılığı ile tüm Kadıköy’e nam salmış bulunan torunu hiç düşünmeden:

    «Hacı Arif Bey’in dedeciğim…» cevabını verdi.

    Ahmet Rasim Bey, musikide Hacı Arif Bey’in hayranlarındandı. O güne kadar bu büyük bestekârın bu eserini hiç işitmemiş olmasına hayret etmesine rağmen yine de kabullenmiş ve takdirlerini belirtmekten kendini alamamıştı:

    «Zâten bu üslûp, bu edâ o koca bestekârdan başka kimde olabilir ki?… Cok ama cok güzel bir eser.. Bugüne kadar nasıl duymadığıma şaşıyorum bu besteyi…»

    Torunu, dedesinin bu takdir dolu sözleri karşısında birden tarifsiz bir cesarete kapılıp baklayı ağzından çıkarmakta beis görmedi:

    «Şaka söyledim dedeciğim, beğenmiyeceğinizden korktuğum için böyle söylemek zorunda kaldım… Haddim olmayarak benim bestemdi bu!…»

    O onda Ahmet Rasim Bey’in cinleri başına üşüşmüştü. Öfkeyle yerinden fırlarken avaz avaz haykırması bir oldu:

    «Bre münasebetsiz!… Sen kim olursun da Hacı Arif Bey g’bi bir büyük bestekârın eserine, benimdir, demek cüretini gösterirsin?..»

    Osmancık bu âni salvo karşısında şaşırmıştı:

    «Vallahi benim bestem…» diyecek oldu.

    «Bak bir de utanmadan yemin ediyor!…» diye öfkeyle üzerine yürüyen dedesinin hiç de şakası olmadığını çok iyi bilen Osmancık çareyi hemen oradan kaçmakta bulurken hiddetini yenemeyen Ahmet Rasim Bey’in sesi ahşap konağı çınlatmaktaydı:

    «Sen kim oluyorsun da Hacı Arif Bey gibi bir bestekârın eserine sahip çıkmaya kalkıyorsun? Münasebetsiz, utanmaz, arlanmaz herif seni…»

    Ve Osman’ın o gencecik yaşında yaptığı ilk bestesinin, dedesi, büyük bestekâr Ahmet Rasim Bey üzerindeki ilk tepkisi işte bu olmuştu…

    Ahmet Rasim Bey, torunu Osman’a ilk musiki derslerini veren kişi olmuştu. Daha sonra da Leon Hancıyan’dan meşk etmişti Osman.

    On iki yaşındayken piyano çalmaya başlamış; Türk musikisinde çok sağlam bir temele sahip olmasına rağmen, bir türlü nota yazmasını ve okumasını öğrenememişti. Ahmet Rasim Bey bu konuda az uğraşmamıştı, fakat torunu notayı bir türlü kıvıramamıştı…

    Çocukluğu büyük bir haşarılık, delikanlılığı ise uçarılık içinde geçmişti. Daha çocukluğunda tüm Kadıköy’e nam salmıştı yaramazlıklarıyla. Kuşdili Çayırındaki tiyatro ve çadır tiyatrolarının sahipleri kapıdan kovulsa bacadan içeri giren bu küçük afacandan yaka silkmişlerdi âdeta. Devrinin en ünlü komiklerinden en iyi hânende ve sâzendelerine kadar herkes onu tanımıştı. O günlere ait bir anısını kendi ağzından dinleyelim:

    «… Ramazan geceleri iftardan sonra, pederden, valideden ne koparırsak cebe indirir, yedi mahallenin haşeratı bizler tiyatronun kapısında toplanır; paramız olsa da olmasa da, bir punduna getirip, beleşten i- çeriye dalmanın çarelerini arardık. İşte böyle av köpekleri gibi beklediğimiz bir sırada:

    — Geliyor! dediler. Kel Hasan geliyor!…

    Bu sesler üzerine biz büsbütün kurtlanmış, tiyatronun kapısına biraz daha yaklaşmıştık. Nitekim Hasan Efendi semiz, semiz olduğu kadar da temiz bir eşeğin üzerinde göründü. Nâşit içeride imiş, dışarı çıktı. Üstadını karşıladı. Davulcu tokmağını bir tarafa bırakıp eşeğin yularından tuttu. Hasan Efendi’yi Çemenderzâde’nin üstünden indirdiler. Meğer üstad, Kuyubaşı tarafında oturan kardeşinde misafirmiş. O vakit şimdiki gibi dolmuş molmuş olmadığı için, konu komşudan ödünç bir eşek bulup Hasan Efendi’yi bindirmişler. Nâşit, ustasının tiyatroya eşekle ilk defa geldiğini gördüğü için bıyık altından gülüyor, ona bir şeyler yutturmaya hazırlanıyordu. Bu her halinden belli oluyordu. Nihayet dayanamadı:

    — Vay efendim! dedi. Bu da nereden çıktı? Sizin eşeğiniz yoktu. Biraderin olmasın?..

    Hasan Efendi’nin zeki gözleri birden parladı. Nâşit’in biraderin» diye yutturmak istediği mânâyı derhal kavrayarak:

    — Yok canım! dedi. Bizim biraderde böyle şeyler ne gezer. Pederin, pederin! diyerek Naşit’in ağzını daha oracıkta tıkayıvermişti. Biz, yâni haşarat takımı, bu esprinin farkına varınca, hep bir ağızdan:

    — Yuu! Naşit amcaya yutturdu! Diye bağırışmış, başta Nâşit olmak üzere muhallebicinin köşesine kadar, tiyatronun hayrat müstahdemleri tarafından kovalanmıştık…»

    Osman’ın delikanlılık yılları ise Kuşdili çayırının hemen yanındaki Fenerbahçe Kulübü’nde geçmişti. Bu arada biraz futbol da oynamıştı. Ancak daha çok kulüpte arkadaşlarıyla oturup lâflamaktan hazettiğinden, tüm yeteneğine rağmen iyi bir futbolcu olamamıştı…

    Sonunda Ahmet Rasim Bey, hiç nota bilmeyen torunu Osman’ın beste yaptığına inanmıştı. Fakat ilk eseri olan sûzinak makamı ve curcuna usulündeki «Ne müşkülmüş seni sevmek, sana yâr olmak» adlı bestenin onun olduğuna bir türlü inanamamıştı. Üstad, bu besteyi Hacı Arif Bey’in hiç işitmediği bir eseri olarak kabullenmişti bir kez…

    Komikliği, mûzipliği ve çevresine neş’e saçan halinden ötürü Kadıköydeki ve Fenerbahçe kulübündeki arkadaşları arasında «Şarlo Osman» diye anılan o ele avuca sığmaz delikanlı, dedesinin ölümünden sonra (1932) durgunlaşmıştı. Zaten o sıralarda 23 yaşında bulunan Osman, bir devlet dairesinde memur olarak çalışmaya başlamıştı…

    Sonra Devlet Demiryolları’ndaki görevi Ankaraya nakledildiğinden oraya gitmiş ve uzun yıllar başkentte kalmıştı. Bu süre içinde çeşitli spor dergi ve gazetelerine «Ofsayt» imzasıyla spor yazıları yazmış ve «1 numaralı hakem düşmanı» olarak tanınmıştı. Bu arada piyanosunun başına geçip besteler de yapmıştı. Onun piyano başında yaptığı besteleri daha sonra başkaları notaya alırdı.

    Sonra memuriyet görevi İstanbul’a nakledilmiş ve çocukluğu ile gençliğini geçirdiği bu kentte birbirinden güzel eserler vermeye başlamıştı… 1945-1955 yılları arasındaki dönemin en güzel ve en cok tutulan eserlerinin bestekârı olarak tanınan Osman Nihat Akın, ünlü edip ve bestekâr Ahmet Rasim Bey’in haşarı ve uçarı torunu Şarlo Osman’ın ta kendisiydi…

    «Geçti hayâl içinde bunca yıl, bir gün gibi»
    «Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin»
    «Güzel bir göz beni attı bu derin sevdaya»
    «Yine bu yıl Ada, sensiz içime hiç sinmedi»
    «Ahım gibi ah var mı acep ahlar içinde»

    «Ellere uzaktan bak, bana yakın gel»
    «Girdim yârin bahçesine, gül dibinde gülizar»
    «Bir güneş bahtıma bir gün doğacaktır sanırım»
    «Sen arzu ettin, bu ayrılık senden eserdir»
    «Çevrin yeter artık bu kadar olma sitemkâr»
    «Yaşlı gözlerimi kuruttum bu gece»
    ve hele hele
    «Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?»
    gibi birbirinden güzel, günümüze kadar olanca tazeliği ile yaşayan; her yerde çalınıp söylenen bir çok eserler verdi Osman Nihat Akın.

    Bir yandan da Yüksek Denizcilik Okulu’ndaki öğretim üyeliği görevini sürdürdü. Bestelediği eserlerin pek çoğunun güftelerini de kendi yazdı. Ayrıca spor dergilerine «Ofsayt» imzalı yazılarını da sürdürdü. Çeşitli gazete ve dergilere kendi imzasıyla tatlı anılar yazdı. Ahmet Rasim Bey ile İlgili gizli kalmış bir çok olayları gün ışığına çıkaran «Dedemin Aşkları» yazı dizisiyle ayrıca büyük bir hizmette bulunduğu söylenebilir.

    Çeşitli dergilerde onunla birlikte çalışmak, tadına doyum olmaz içki sofralarında onunla birlikte bulunmak, o baldan tatlı sohbetini dinlemek imkânına sahip oldum. Her zaman, her yerde «her yaşın insanı» olabilmek gibi eşsiz bir de özelliğe sahipti.

    Bu «1 numaralı hakem düşmanı» 1950’li yıllarda pek sık yapılan emekli maçlarının değişmez hakemiydi. Onun kesin ısrarıyla değişmez yan hakemi de bendim. İnönü Stadındaki bir Fenerbahçe – Galatasaray emekliler maçından önce sahaya çıkıp kaleleri ölçmeye başladığımızda Stad Müdürü rahmetli Şâzi Tezcan’ın telâş ve heyecan içinde: «Yahu bırakın elinizden şu metreyi. Fazla çıkarır, eksik çıkarırsınız da başım derde girer!» diye söylenişi yalnız o anda değil, yıllarca aramızda sık sık sözünü edip gözümüzden yaşlar gelene kadar güldüğümüz bir olay olmuştu. Hey gidi günler…

    Dedesi Ahmet Rasim Bey’den musikinin en güzelini, bestekârlığın en mükemmelini, akşamcılığın en tatlısını, sohbetin en lezzetlisini, kalemin en kıvrağını tevarüs etmişti Osman Nihat Akın.

    24 Ekim 1959 günü, arkasında kendini Türk musikisi sahasında ölümsüz kılacak nice eserler bırakarak fâni dünyadan ve aramızdan göçüp gitti koca Osman Nihat… Karacaahmet’te toprağa verdik o yüce insanı. Nur içinde yatsın…

    Derleyen : A.C.

  • Atatürk ile Son Kuruluş Yıldönümü

    Atatürk ile Son Kuruluş Yıldönümü

    Fenerbahçe, 19 Haziran 1938 tarihinde 30. kuruluş yıldönümü törenlerini yaptı. Yunanistan’dan gelen Panathinaikos-AEK karmasıyla, 10.000 kişinin önünde yapılan maçı Fenerbahçe kazanmış, maçtan önce yapılan merasim 10.000 kişilik seyirci kitlesini yıllardır olduğu gibi coşku içinde bırakıştı. Ama bu merasim aynı zamanda Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ile son kuruluş yıldönümü olacak, bundan sonraki törenlere Fenerbahçeliler hep buruk çıkacaklardı. Detayları dönemin gazetelerinden okuyalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Atatürk ile Son Kuruluş Yıldönümü Fotoğrafları

    Atatürk ile Son Kuruluş Yıldönümü
    20 Haziran 1938 tarihli Tan gazetesinden

    Atatürk ile Son Kuruluş Yıldönümü
    20 Haziran 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinden

    Atatürk ile Son Kuruluş Yıldönümü
    20 Haziran 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinden

    Atatürk ile Son Kuruluş Yıldönümü
    20 Haziran 1938 tarihli Yeni Sabah gazetesinden

    20 Haziran 1938 tarihli Son Posta gazetesinden

    20 Haziran 1938 tarihli Tan gazetesinden

    Büyük Merasim ve Mahşerî Kalabalık

    Fenerbahçeliler, otuzuncu yıldönümlerini dün Kadıköyü’ndeki stadlarında büyük bir merasimle kutlulamışlardır.

    Saat 16’ya kadar devam eden mahşerî akın Fener stadını doldurmuştu. Merasimin başlamasına daha yarım saat varken stadda ufak bir yer kalmamıştı. Fenerbahçe Stadı’ndaki dünkü seyirci miktarı on iki bin olarak tahmin edilebilir.

    Saat 16’da geçit resmi yapacak olan 120 genç, önde askeri bando olduğu halde sıra ile denizciler, atletler, birinci futbol takımı ve diğer futbol takımları stadın sol taraftaki kapısından stadı dolduran halkın sürekli alkışları arasında sahaya girdiler. Bandonun arkasında iki gencin taşıdığı muazzam bir çelenk göze çarpıyordu. Kafile muntazam bir yürüyüşle ve on binlerce kişinin devamlı alkışları arasında stadda bir tur yaptıktan sonra sahanın ortasında dizildiler. Buraya konmuş olan kürsünün önünde kulübün müessis azaları toplanmışlardı.

    Bandonun çaldığı İstiklal marşını ayakta dinlerken direğe bayrak çekilmiş, Atatürk’ün büstüne çelenk konmuş ve merasime iştirak eden 120 genç ant içmiştir.

    Bundan sonra Fenerbahçe müessis azalarından Galatasaray Lisesi jimnastik muallimi İbrahim Hakkı kürsüye çıkarak, Fenerbahçe’nin zaferle dolu otuz senelik mazisinden ve bu otuz sene zarfındaki muvaffakiyetli başarılarından bahsetmiş ve verimli başarının her sene daha vâsi bir mikyasta olacağını ilave ettikten sonra Fenerlilerin bu büyük gününde bulunmalarından dolayı kulüp namıma halka teşekkür etmiştir.

    İki dakika sonra sahaya çıkan genç Fenerliler “Sarı” ve “Lacivert” takım olarak iki takım halinde günün ilk müsabakasını yapmışlardır. Halkın büyük bir alaka ile takip ettiği bu maç 3-2 lacivert takımın galibiyetiyle sona ermiştir.


    Ömer Besim Koşalay’ın Yazısı

    Fenerbahçe idare heyeti namına ortaya gelen Hikmet Üstündağ kısa fakat güzel yazılmış aşağıdaki nutku okudu :

    “Büyük Önder : Senin açtığın yolda, senin göstereceğin yolda bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti canımızla, kanımızla koruyacağımızı Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu ile senin arkandan yürüyeceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz” dedi.

    Bu sözler pek çok alkışlandı.

    İdare heyetinden İbrahim Hakkı da kulübün otuz seneye varan spor hayatından ve parlak mazisinden uzun uzadıya bahsederek bu büyük bayrama iştirak eden halka ve Fenerbahçelilere kulübü namına teşekkür etti.

    Bir gün evvel de yazdığımız gibi spor sahasında otuz sene dile kolaydır.

    O günden bugüne kadar şerefli galibiyetler kazanan, zaferden zafere koşan memleketin en kıymetli bir kulübü olan Fenerbahçe’yi bu vesile ile bir kere daha tebrik etmeyi bir vazife bildiğimizi buraya kaydetmekten zevk duyarız.

    Ömer Besim Koşalay


    Maçın Detayları

    Hakem : Şazi Tezcan

    Fenerbahçe : Hüsamettin Böke, Fazıl Arzık, Yaşar Alpaslan, Esat Kaner, Yorgo Angelidis, Mehmet Reşat Nayır, Fikret Arıcan, Şaban Topkanlı, Yaşar Yalçınpınar, Ali Rıza Tansı, Naci Bastoncu

    Panathinaikos-Enosis Karması : Ripa, Gasparis, Papadopulos, Sirkos, Kondulis, İpofandi, Miyakis, Maropulos, Caneti, Triandafilis, Hristodulo

    Goller : Şaban Topkanlı ve Fikret Arıcan.