Etiket: Sedat Rıza Bey

  • Canlı Yapraklar – XXIII

    Canlı Yapraklar – XXIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXIII” : 1926 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXIII

    1925 te Slâvya’ya karşı muzaffer olan Türk futbolu Mısır’da da hayranlık uyandırmış ve bir futbol takımımızın Mısırı ziyareti çok istenmişti.

    İstiklâl savaşımızı takip eden senelerde Mısır zengini ve fakiriyle memleketimize karşı derin sevgiler beslemekte idi. Elçimiz, İstiklâl harbi kolordu kumandanlarından Muhiddin Paşa merhumun da bu sahadaki müspet rolü büyüktü.

    Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti Kahire’nin Kürretülkadem kulübüyle mutabık kalıp Şubat 1926’da Fezara vapuruyla Mısır’a gitti. 4 hafta süren bu seyahatte 6 maç yaptı… İskenderun muhteliti ile (1-1) berabere kalan Kahire muhtelitine 3-0 ve rövanşta İskenderun muhtelitine 2-1 mağlup olan takımımız Kahire muhtelitiyle yaptığı rövanş maçında 2-2 berabere kalmış, son Portsait ve Mısır muhteliti maçlarını da 5-1 ve 2-1 kazanmıştı.

    Görülüyor ki netice iki taraf için müsavidir. Ancak Mısırlılar gençlerimizi üstat birer futbolcu olarak değil, fakat bir husumet cihadını alt etmiş kahraman- bir İslâm milletinin mümessilleri olarak gördüklerinden bağırlarına basmışlardı. Sayısı mahdut olan zengin tabaka hususi otomobillerini gençlerimizin emirlerine tahsis etmeği bir şeref sayar ve bunun için birbirleriyle yarış ederlerken, yüzde 99’u teşkil eden fakir tabaka da onları birer kahraman mücahit gibi elleri üstünde taşımış, her birini “Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Kâzım Paşa!…” gibi isimlerle anmış ve alkışlamışlardı Hele 2 Mart 1926 akşamı Mısır futbol federasyonunun verdiği muazzam ziyafette yaşanan o candan sahneleri tasvir güçtür. Birçok Mısırlı hatipler Türk inkılâbı ve Gazi Mustafa Kemal için takdir ve hayranlıklarını pek coşkun şekillerde izhar etmişler, memleketimizin refah ve kudretine dualar ve sporcularımıza da altın madalyalar hediye eylemişlerdi.

    Kahire’deki Rejina Palace otelinin önü günlerce, sabah akşam ve geceleri tezahürat içinde inlemişti. 15 Türk futbolcusu Mısır’ı sanki içeriden fethetmişlerdi.

    Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti bu seyahate yeknesak kıyafetle çıkmıştı. Sarı parlak düğmeli lâcivert renkte ceket ve gri pantolon giymişlerdi. Formaları ise beyazdı. Fakat solda, kalp üzerinde kırmızı yuvarlak içinde beyaz ay – yıldız vardı. Bu kıyafetleriyle de halk üzerinde fevkalâde intiba bırakmışlardı Takım sahalara çıkarken ay – yıldızı gören seyircilerdeki heyecan zapt olunmaz bir hal alırdı.

    Mısırlılarla bu ilk teması diğerleri takip ettiler. Fakat temaslar ilerledikçe esefle göze çarpan nokta Mısır halkında memleketimize olan sevginin yavaş yavaş zeval buluşudur. Bunun ilk sebeplerini Mısır’ın sabık devlet adamlarındaki memleketimize karşı duyulan kıskançlık hisleriyle, meydanı boş bulan Komünizmin fakir halk kitlelerine süratle nüfuz edişinde aramak gerekir. Temennimiz, durumun bugünkü inkılâpçılar elinde salâh bulması ve iki millet arasındaki tarihi ve manevi bunca rabıtaların basit hislere feda edilişine artık son verilmesidir.

    İşte; yukarıdaki resim Mısır’la ilk futbol temasımıza ait olup 19 Şubat 1926 Cuma günü Kahire’de Kahire muhteliti ile karşılaşan Fenerbahçe – Galatasaray muhtelitini maçtan önce gösteriyor.

    Sağdaki 4 fesliden 3’u Mısırlıdır. Öndeki pardösülü fesli ise Mısırlı değildir. Bilâkis, bu seyahatin organizatörü Türk ve Galatasaraylı Vamık (Gezen)dir. Mumaileyh, Mısır ve Mısırlılarla yakın alâkası dolayısıyla, orada fesle gezmeyi ahbaplarına karşı cemile sayıp tercih etmişti.

    Şapkalılardan birincisi sol açık Bedri, ikincisi Fenerbahçeli gazeteci Çelebizade Sait merhum, kasketli de kafile ve Galatasaray antrenörü Billi Hanter’dir. Sonra futbolcuları görüyorsunuz.

    Sıra ile: (Ye Mehmet) lakabıyla maruf Galatasaray müdafii Mehmet Nazif, kaleci Ulvi, müdafi Kadri, kaleci Nedim ve Kemal Faruki. Ortadakiler Hayri, Nihat, Kemal Rıfat. Oturanlar da bu maçtaki forvet hattıdır: Muslih, Sabih, Zeki, Alâeddin; Mehmet…

    Resimde kafileden 3 kişi noksandır. Bunlar futbolcu Cevat’la Fenerbahçeli idareci umumi kâtip Ali Naci (Karacan) ve Galatasaraylı idareci Sedat Rıza merhumdur.

    (Gelecek resim ve yazı; 28 sene evvel Sofya’da oynanan bir Türkiye – Bulgaristan milli maçına aittir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 21 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Kim Ne Derse Desin

    Kim Ne Derse Desin

    Muvakkar Ekrem Talu’nun Fenerbahçe-Galatasaray yazılarına bir yenisi ekleniyor. İster 1939 olsun, ister bugün; kim ne derse desin, en büyük rekabet bu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Pazar Günkü Maç Münasebetiyle

    Yine Galatasaray-Fener’e Dair

    Kim ne derse desin!

    Şu iki sevimli kulübümüzün rekabeti başka oluyor.

    Karşı karşı geldikçe de, el ele verdikçe de duyulan heyecanı hangimiz inkâr edebiliriz?

    Kâfir futbolun üç buçuk meraklısı varsa bunun iki buçuğu, kâh tenkit edilen rekabet yüzü suyu hürmetinedir. Ben kendi hesabıma futbolu, çelik çomaktan daha fazla sevmemi bu rekabete hamlediyorum. Hoş eski çelik çomaklar bugünkü futbol müsveddesinden daha heyecanlı idi ya!

    Şimdi dinleyin de bana hak vermeyin!

    Cuma günü Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşıyor. Mektepte daha Salı’dan faaliyete geçilir. Talebe futbolculardan Ulvi, Ali, Burhan, L. Mehmet, Muslih, Zıt Kemal, Mithat, Hayri, Fethi… Sürüsüne maşallah.  Zaten bütün takım talebe… Sıkı perhize geçerler. Perhizden maksat zayıflık rejimi değil! Öbür manada… Fakat sinirler de başlar gerilmeğe… İçlerinde yalnız Ali pilâv tabağı adedini arttırmıştır. Kemal de sahada tatbik edeceği nev icat muziplikler düşünmekle meşguldür. O akşam “Gran-kur” da son antrenman, Adil Giray’ın ve Mütevelli Mehmet’in huzurlarında tamamlanır. Perşembe, öğleden sonrayı beklemeden hatta tatlıdan da feragat edilerek erkenden kulüp lokaline düşülür.

    Ertesi gün için Bay Ziya’dan direktif alınacak. Yusuf Ziya, erkânı harbiyesini Sadun Galip, Eşref Şefik, Tahir Yahya, Adil Giray, Sedat Rıza ile teşkil etmiş bulunuyor. Salonun bir köşesine toplanılır ve kondüktörün madam vasıtasıyla sunduğu çaylar, kahveler içilirken ertesi gün için “plân” ihzar edilir. Sadun Galip’in Ali Naci’ye vereceği cevap, Tahir Yahya’nın Çelebi Said’e edeceği mukabele, Müçteba’nın Fikret’e karşı oynatılması, Ulvi’nin muhacim, atlet Vedat’ın santrfor, Nüzhet’in kaleciliği hep bu fasılda karara bağlanır. Elektrikler havanın kararmasına rağmen yakılmaz (şimdi de yakılmıyor amma, o zaman iktisat olsun diye değil!) esrarengiz vaziyet muhafaza edilir.

    Galibiyet takdirinde Necip’in Burgaz’daki evinde ziyafet çıtlatılır. Kunduralar Mahmut’un tamirinden geçer. Yıkanmış parçalı gömlekler ütücüden gelip kondüktöre teslim edilir. Perşembeleri lokal kapısı tıklım tıklımdır. Simalar ekseriya yabancıdır. Kimi, oyunculardan birine yaklaşarak:

    – Bana bir davetiye bulabilir misiniz?

    – Affedersiniz! Lakin sizi tanıyamadım!

    – Olsun efendim! Ben sizi tanıyorum ya!

    Yahud:

    – Falanca futbolcuyu görmek istiyorum!

    – Kim diyelim?

    – Geçen gün tramvayda nasırınıza basan zat geldi, dersiniz. Şeklinde beleşçiler muhavereleri duyulur.

    Peki diğer tarafta neler oluyor acaba?

    Kuşdili’ne giderken dere kenarında Osman’ın gazinosuna bitişik şipşirin beyaz boyalı bir bina. Burası “Fenerbahçe Spor Kulübü” lokalidir. Güzel tanzim edilmiş ufak bir bahçeden geçtiniz mi sağınıza bir tenis kortu gelir. Burada eğer akşam saati ise emektar Galip Mısırlı Tevfik ile bir parti yapmaktadır. Doktor İsmet, üstad Zeki ve Suat’ın ağızlarının suyu akıyor amma, ne çare ki ertesi günü mühim bir koz paylaşılacak. “Barba”nın asık suratına aldırmayarak yandaki kapıdan içeri dalanılar evvela “Mocuk’la karşılaşırlar. Fener kulübünün en büyük hususiyeti, şayanı takdir karakteri küçüklerin büyüklere hürmet, büyüklerin de küçüklere muhabbet beslemeleri ve otoriteyi sarsacak laubali hareketlerden büyük bir hassasiyetle tevakki…

    İşte karşıya gelen alt kat salonda Fuat Hüsnü, Hasan Kâmil, Saip Şevket, Avukat Ramiz, Hamid Hüsnü, Muvaffak Menemenci, merhum ziraat vekili Sabri, Şekerci Ali Muhiddin… Ali Naci de kendilerine iştirak etmiştir. O, bu topluluğun Göbelsi! Derken piyanonun alt başında iskemlelere mektebe başlayan uslu çocuklar sükûnetinde ağır başlı, terbiyeli faal elemanlar. Kıdem adabına pek riayetkâr olarak mevki almışlar. Üstat Zeki, Doktor İsmet, Nedim, Şekip, Kadri, Fahir, Sabih, Alâaddin, Bedri, Suat, Belesçi Ömer.

    O tarihlerde bu asil kulübümüzde de pek öyle “parazitler” yok… Cevat, Sedat, Füruzan, Ulvi, Ragıp, Şahap, Seyfi, Nihat, Haydar gibi gençler de kapının dışında ağabeylerini hayran hayran seyretmekte…

    Fikret, Muzaffer, M. Reşat daha gençler… Dördüncü takım elemanları… Sabih’in idaresindeki antrenman ve Mocuk’un idaresindeki bir maçtan yorgun dönmüşler, muntazam duşlar altında keyifli keyifli soyunup giyinecekler… Yarınki dedikodu ile alakadar bile değiller… Ha! Niyazi’yi, bu gelmiş geçmiş “en nazik Türk futbolcusunu unuttum sanmayın!… O daha İstanbul’a gelmemiş. İzmir’de sanatlar mektebinde okuyor ve Altay küçükleri sınıfında…

    İlk spor muharrirlerinden sevimli arkadaş Salim Hamdi gazetesine fazla malumat toplamak için yukarı katta müzenin bulunduğu odada Salt Çelebi’yi sıkıştırmış havadis istiyor.

    Derken cuma sabahı gelir çatar!

    Milliyet gazetesini açın! Fenere hücum! Akşamı açın! Galatasaraya hücum!

    Bir elli vapuru Kadıköy iskelesine yaklaşmaktadır.

    “Hamsi de koydum tatatavaya… Hamsi de koydum tatatavaya!”

    Sıçradı gitti hahahavayaya hahahavaya!

    Gitti de gelmez o kız buraya…

    Aman mino mino mino,

    Canım mino mino mino

    Papazın kızı of! İmamın kızı!…”

    Güverteden gelen bu sesler, Galatasaraylıların vapurda bulunduklarına işaret…

    Maçın neticesi ne olursa olsun “Hava” bugünkü kadar soğumaz ve söğüş olsun, dövüş olsun, bugünkü kadar şümullü değildir.

    Nitekim mesela ertesi hafta, o zamanlar muhakkak ki Arsenal’den da kuvvetli ve şöhretli olan (Slavya)lar, (Frengvaroş)lar, (Admira)lar karşısında el ele veren memleketin bu güzide evlatları düz beyaz ve bazen da lacivert-Sarı-Kırmızı yollu formalar altında Türk’ün yüzünü ağartmak için ayni gaye yolunda aynı miktarda ter dökerler.

    O zamanın ileri futbolumuzda düştüğümüz en büyük iki hatayı da ilave etmeden yazımı bitirmeyim. Biri Bekir’in Avrupa’da bırakılması, diğeri Refik’in diskalifiyesidir. Bu iki büyük hata futbolumuzun aleyhine birer ağır darbe olmuştur. Bir de daha eskisi var ki o da Hasan’ın ekmek parası aradığı için sürünecek kadar sefalete maruz bırakılıp cüzamlı gibi “profesyonel” damgası vurularak futbollumuzdan uzaklaştırılmasıdır. Ben bu üç “Gaf”ı da affedemiyorum.

    Ayağımı, dolayısıyla gençlimi feda ettiğim futboldan azıcık olsun şikâyetçi değilim de bugüne kadar devam edegelen keşmekeşten gönlüm mustarip. Elbet her zevalin bir kemali olacaktır. Ve Türk futbolu de layık olduğu parlaklığı her bakım dan ihraz edecektir.

    Benim meşin topa olan aşkım yaptığım mukaddimeden sonra, önümüzdeki maçta her iki kulübün berabere kalması hususunu iddiaya sevk ediyorsa da, Galatasaraylı olmaklığım, Galatasaray’ı, mantığım Fenerbahçe’yi galip görüyor. Geçen seferki tahmini de ilk hissim galip geldiği için o yolda ayarlamıştım. Hoş! Osman Münir arkadaşımız Sarı-Kırmızı aleyhindeki bir tahmine sütunlarında yer verir mi? Orası şüpheli!

    Takımları bilmemek de çok fena… Avrupa’da bir hafta evvel ilan bile edilir. Bizde “siyaseti hariciye” gibi gizli tutuluyor. Ne hikmettir anlamam!

    En akla yakın Galatasaray şeklinin: Osman; Lütfi, Adnan; Musa, Nubar, Bedii; Necdet, Süleyman, Cemil, Buduri, Sarafim olduğuna göre ve Fenerbahçe’nin de Hüsameddin; Yaşar, Lebib, Ali Rıza, Angelidis, M. Reşat; Şaban, Esat, Yaşar, Basri, Fikret halinde en kuvvetli manzara gösterdiğine göre takımları Eşref Şefik vari bir kantara vurup kıyas edelim:

    Kaleler; Fenerde daha emin, Geri müdafaa Galatasaray’da çok kıvamında, haf hattı Musa’nın klas üstünlüğüne rağmen Fenerde daha omojen. Hücum, dünyanın en iyi sol açığına malik olmasına rağmen “antrenmanlı” Galatasaray forvetinden daha mazbut gözükmüyor. Galatasaray’ın mutlaka kazanması için bir buçuk saatte Fener kalesini veresiye zorlamaları değil “delik” bulup arada parlamaları kâfi ki bu da şu yukarki elemanlarla (lakin bir tane noksansız) pek mümkün. Yoksa Şaban, Esad, serbest kalacak bir Fikret’in hazır loplariyle beni tahminim de bir kere daha aldatacaklardır.

    Fener takımındaki istikrarsızlıktan Galatasaray’daki meşhur zaafa düşmekte… Galatasaray da Necdet, Süleyman tarafını ferden daha ateşli bir hale sokabilmelidir. Selâhaddin gibi elemanların ise aktif futbolda Adnan Akın, Nuri Bosut hatta Ömer Besim kadar bile bir kıymeti kalmadığını anlamak için Avusturya müdafaasında yer almış olmak icap etmez sanırım.

    Haydi çocuklar! Ağabeyleriniz gibi oynayınız!

    Muvakkar Ekrem Talu – 17 Şubat 1939 – Vakit Gazetesi

    Not: Maç ne oldu diye soracak olursanız; 1-1 bitmiş.

  • Canlı Yapraklar – VIII

    Canlı Yapraklar – VIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – VIII” : 1916 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – VIII

    Spor rekabet elbette ki hayırlı ve ilerlemenin de birinci şartıdır. Kulüplerimiz arasında doğan ve yaşanan rekabetler yüzünden, her yerde olduğu gibi, Türk sporunun da sağladığı faydaların büyüklüğünde herkes ittifak eder. Bir Fenerbahçe – Galatasaray rekabetinin memleketimiz sporunun inkişafında oynadığı birinci derecede rol için münakaşaya hiç lüzum var mıdır?

    Bununla beraber, futbolumuzda bir müddet için yaşanmış bir Fenerbahçe – Altınordu rekabeti de vardır ki bunu faydalı saymağa hiçbir izan sahibi yanaşamaz. 40 yıl önceleri yaşanmış bu rekabetin yapıcı olmaktan ziyade yıkıcı mahiyet taşıdığını iddia etmek hakikati söylemek olur.

    Ayni muhitin iki kulübü Fenerbahçe ve Progre 1911 den itibaren pazar liginde karşı karşıya gelmeğe başlamışlardır. Fenerbahçe, istibdadın müthiş tazyik ve sürgün tehditlerine göğüslerini siper eden bir kaç fedakâr Türk gencinin 4-5 yıl önce kurdukları bir teşekküldür. Progre ise, tatlı su frenkleriyle birkaç gayrimüslim ve Müslüman Türkün bir araya gelmelerinden meydana gelmiş melez fakat kuvvetli bir kulüptür.

    1911/12 senesi liginde iki defa Fenerbahçe’nin karşısına çıkan ve efendice yenilen bu kulüp, Balkan harbi dolayısıyla vaki bir senelik tevakkuftan sonra 1913/14 şampiyonasının ilk maçında da 20 ekim 1913 te 3-1 netice ile yani akıbete uğradı ve bunu da sportmence kabul etti.

    Fakat Progre gün geçtikçe daha da palazlanıyordu. O devrin meşhur Hasan ve Hüseyinli kadrosuyla Galatasaray’la berabere kalıyor, hatta meşhur Ramblez’i de 3-0 yeniyordu.

    İlk devreyi Fenerbahçe’den sonra Galatasaray’la puan puana bitiren Progre, 1914 yılı başında bir kongre yapıp adını (Altınordu) ya çevirdi ve kadrosundaki tatlı su frenklerini de tasfiye edip yeni bir ruh haletiyle ikinci devreye girdi.

    Galatasaray’ı bu ikinci devrede 1-0 yenip onu geride bırakan eski Progre, yeni adı ile Altınordu 2 Şubat 1914 günü komşusu lig lideri Fenerbahçe’nin karşısında bu defa bambaşka bir hüviyet ve maneviyatla yer almıştı.

    İşte; aynı muhitte, Kurbağalıdere’nin kıyılarında ve birbirlerine 200 metre mesafedeki Fenerbahçe ve Altınordu’nun tarihteki bu ilk karşılaşmaları müessif bir soğukluk ve zıddiyetin doğmasını intaç etmiştir. Şöyle ki:

    Maçın ilk devresinde Altınordu kalesine ilk golü atan Fenerbahçe sağaçığı meşhur Miço’ya, golü müteakip, karşısındaki sol müdafi Sedat Rıza bir şamar indirmiştir.

    Bilâhare Galatasaray’a geçen ve hatta Futbol Federasyonu başkanlığında da bulunan merhum Sedat Rıza’nın müteveffa Miço’ya vâkı bu hareketine Fenerbahçeli takım arkadaşları müdahale etmişler ve ortalık karışmıştı.

    Bu gürültülü maç Fenerbahçe’nin 2-0 galibiyetiyle bittikten sonra hâdise gazetelerde münakaşa mevzuu edildi. Gayrimüslim Miço’yu himaye etmeleri bazı kulüpçü gazetecilerin gayretkeşlikleriyle milliyet meselesi mevzuu yapılmış ve Fenerbahçe kulübüyle futbolcuları çok şiddetli tenkitlere hedef tutulmuşlardı.

    Fenerbahçe o sene ikinci çıkan Altınordu’nun 12 puanına karşı 10 maçın 8 inde galip ve ikisinde de berabere kalarak 18 puanla İstanbul şampiyonu oldu, fakat komşusu Altınordu’yu da artık kendisini çekemez, çok tehlikeli bir rakip olarak karşısında buldu.

    Ayni yıl içinde Birinci Cihan harbinin başlaması, o devrin Sadrazamı Talât Paşanın Altınordu’nun başına geçişi, böylece o ana baba günlerinde sağlanan avantaj Fenerbahçe’nin tehlikeli rakibini büsbütün korkunç bir hüviyete sokmuş oldu. Eli silâh tutabilenler üç kıtanın 7 cephesinde kanlı savaşlar verirlerken Altınordu’ya mensubiyet vazifeye İstanbul’da devamı kolaylaştırıyor ve sağdan soldan avantajdan faydalanmaya koşanlar bulunuyordu.

    Altınordu şaşaalı bir devreye girmişti. Yeni yeni doğmuş yapıcı Fenerbahçe – Galatasaray rekabeti kısa zaman içinde yerini tahripkâr bir Fenerbahçe – Altınordu rekabetine bırakmağa mecbur kalmıştı. Karşılaşmalar gün geçtikçe şiddetini arttırırken bambaşka bir hâdise doğdu:

    Gençliğinde müsamaha ve refah içinde büyümüş ve bugün maalesef çoktan ebediyete göçmüş pek kıymetli ve meşhur bir Fenerli futbolcunun bir Altınordulu ile fazlaca dostluğu hoş karşılanmadığından Fenerbahçeli idareciler kendisine ihtarda bulundular:

    “Ya o kimse ile münasebatını kes, yahut bu kulübü terk et; sana 24 saat müsaade!” Dediler.

    Futbolcu 24 saat sonra geldi ve kulübü terk edip Altınordu’ya geçeceği cevabını verdi ve hatta takım arkadaşlarından 6’sını beraber götüreceği rivayet ve havası da birdenbire şimşek gibi şayi oldu.

    Yıllardır şampiyon birinci takımın çöküvermesi gibi çok vahim bir durum Fenerbahçe kulübünü prensibinden asla rücu ettirmemiş ve amansız hasım Altınordu, eleman sıkıntısı çekilen öyle bir devrin 7 meşhur Fenerlisinin iltihakıyla birdenbire kuvvetlenmiştir.

    İşte, yukarıdaki resim, 38 yıl önce, Fenerbahçe’den ayrılanlardan 6sını aralarına almış olarak, yepyeni bir kadro ile 1916 sonbaharında ilk defa sahaya çıkan Altınordu’yu kulüp ileri gelenleriyle bir arada gösteriyor.

    Sağdan itibaren ayaktakiler: Bekir, merhum Agâh, Balıkçı Tevfik, merhum Dalaklı Hüseyin, Fitil Nuri, Haydar, merhum Otomobil Nuri, merhum Mahmut Duransoy.

    Oturanlar, yine sağdan: Doktor Salâhattin, doktor Cevdet, eczacı Cafer ve Kara Cemil’dir.

    Kalpaklılardan sağ baştaki mühendis Mesut, Haydar’ın arkasındaki merhum Aydınoğlu Raşit, Mahmut Duransoy’un solundaki da Ziya Ateş’tir.

    Feslilere gelince; sol baştakiler hariciye eski şifre müdürü merhum Suat ve o devrin en şık gençlerinden forvet oyuncusu Feridun, Fitil Nuri’nin arkasındaki futbolculardan ve hâlen Ses operetinde sanatkâr Celâl Sururi, sağ baştaki de doktor Cevdet’in kardeşi futbolcu Kemal’dir. Beyaz fanilalı küçüğe gelince; bu da merhum Otomobil Nuri’nin kardeşi Lebib’dir.

    Artık yıkılmağa mahkûm sanılan ve sayılan Fenerbahçe, vefasız 7 evladının yerlerini 14-15 yaşlarındaki 3 üncü takım kadrosundan doldurdu.

    Gerçi, zorluklar içinde çırpındı ve 4 yıl şampiyonluğa veda etti. Fakat prensibe sadakatin ve her ne pahasına olursa olsun ondan şaşmazlığın beliğ bir örneğini de vermiş oldu.

    Bu iltihaklardan sonra resmen 2 sene üst üste şampiyon olan Altınordu, tarihine altın bir fasıl yazdıysa da devşirmeciliğin ve ah almanın cezasını da çekti. Harbin sona ermesiyle beraber içerden çöküntüye uğrayıp ikinci kümeye de düştü ve nihayet kader onu bir zamanlar sevgi, şöhret ve hatta mevcudiyetini kıskanıp yerine kaim olmak istediği Fenerbahçe’ye iltihaka mecbur etti ve böylece ismi de silindi.

    Altınordu, Fenerbahçe içinde hamur olduktan 8 sene sonra, bir kaç yıl var ki Kadıköy’de yeniden doğmuştur. Fakat maalesef 4üncü kümede, ismi var, cismi yoktur.

    (Gelecek resim ve yazı; Türk futbolunda ilk ecnebi antrenör 30 yıl önce milli takımımızı Paris olimpiyadlarina hazırlarken…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 15 Mayıs 1954 – Akşam Gazetesi