Etiket: Sedat Taylan

  • Fenerbahçe ve Harbiye

    Fenerbahçe ve Harbiye

    Birincisi Türkiye’nin en çok şampiyon olan takımı. İkincisi ise ilk şampiyon… 16 Nisan 1926’da Fenerbahçe ve Harbiye takımları, İstanbul Ligi Çeyrek Final maçında karşı karşıya geldiler. Gollere dair farklı tevatürler var. Cumhuriyet gazetesine göre ilk iki golü Sedat Taylan atmış. Son golde ise asist Bedri Gürsoy’un kornerinden ama atan belli değil. Milliyet’e bakacak olursak ilk gol Bedri Gürsoy‘a, diğer ikisi Sedat Taylan‘a ait… Siz bu yazıda, 17 Nisan 1926 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan, Fenerbahçe ve Harbiye maç haberini göreceksiniz. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    16 Nisan 1926… İlk Temas!

    İkinci müsabaka Harbiyeliler ile Fenerbahçe arasında idi. Bu müsabaka bir çok cihetten haiz-i ehemmiyetti. Harbiyelilerin seri ve çevik oyuncuları önünde Fenerbahçelilerin teknik cihetten tekamül etmiş oyuncularının muvaffak olup olmayacakları anlaşılacaktı. Bir de Harbiyeliler, öteden beri sert oyuncu olmakla marufturlar. Fenerlilerin daha ziyade ince uzun oynamaları bu sert tabiyeye mukabele edip edemeyeceği şüpheli idi.

    Müsabakayı Abdullah Bey idare edecekti. Fenerbahçe takımı dün yeni bir şekilde sahaya çıkmıştı : Uzun bir müddetten beri kaleci mevkiinden uzaklaşan Şekip Bey kalede, Trabzon’da bulunan Cafer Bey de sol müdafi mevkiinde idi. Oyuna Fenerlilerin hücumu ile başlandı. Fakat Harbiyeliler seri akınlarla bunlara mukabeleye gecikmediler. Oyunun yedinci dakikasında Harbiye aleyhine çekilen (korner)den ilk sayıyı Sedat Bey yaptı. Harbiyeliler bu sayıdan sonra daha canlı oynamaya başladılar. Ve yirmi yedinci dakikada Fener müdafaasının hatasıyla ilk sayıları yaptılar. Devrenin sonlarına doğru Bedri’den iyi bir pas alan Sedat ikinci sayıyı da yaptı.

    İkinci devrenin on üçüncü dakikasında Bedri’nin çektiği kornerden üçüncü sayı yapıldı. Harbiyeliler bu sayıya soldan yaptıkları seri bir hücumla mukabele ettiler. Oyun nihayetine kadar bu vaziyette devam etti ve bu şekilde tek iki sayıya karşı üç sayı ve Fenerbahçe’nin galibiyeti ile hitam buldu.

    Harbiyeliler dün çok çok güzel ve seri tatbik ediyorlar ve galebeyi temin için spor nezahetini çok defa unutuyorlardı. Fenerbahçe muhacimleri dün iyiydi. Fakat bu sert oyuncular karşısında asıl oyununu oynayamıyor, çok defa top üzerine gidemiyordu. Hakem Abdullah Bey oyunu arzu edilen şekilde idare edemedi.

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşuna Dair Başka Bir Bakış

    Sedat Taylan’ın 1944 tarihli “Fenerbahçe’den Hatıralar” kitabında kuruluşa dair başka bir bakış açısı ve ismini duyduğumuz ancak karakter detaylarını bilmediğimiz isimlere dair kıymetli hatıralar var. İyi okumalar…

    * * * * *

    Fenerbahçe’nin nasıl kurulduğu ve aşağı yukarı otuz yedi senelik şerefli mazisi spor mecmualarında birkaç defa intişar etti. Böyle olmakla beraber, bugün bütün yurtta geniş mikyasta bir sevgi toplamış olan Fenerbahçe’nin hatıralarından bir kısmını yazarken kuruluşu üzerinde de biraz durmayı ve kısa bir tarihçesini yapmayı münasip gördüm.

    Fenerbahçe Kulübü 1906 senesi ilkbaharında, birkaç sporsever gencin himmetiyle gayri resmi olarak kurulmuştur. Bu gençler Natta şirketi İstanbul acentesi Ziya, Saint Joseph Türkçe hocası merhum Enver, gemi inşaatçısı Asaf ve deniz subaylarından Necip Beylerdi. Bu gençlere bilahare eski Ziraat Vekili merhum Sabri Bey, o devrin en parlak futbolcusu Hasan merhum, Dalaklı namıyla maruf merhum Hüseyin, Avukat Sabri, Nasuhi ve Şefkati Beyler de iltihak etmişlerdir.

    O zaman cemiyet teşkili yasak olduğundan kendi aralarında anlaşan bu gençler, gayri resmi kulüplerinin, adını, idmanlarının ekserisini yaptıkları semtin adına izafeten “Fenerbahçe” koymuşlar ve formalarının renklerini de Fenerbahçe’de mebzul bulunan papatyadan ilham alarak sarı-beyaz olarak kabul etmişlerdir.

    Bu gayri resmi teşekkül, Kadıköy’ün gençlik muhitinde geniş bir alaka uyandırmış ve kısa bir zamanda kulübün aza miktarı fazlalaşmıştır. Bu vaziyet karşısında kulüpte bir idare heyetine lüzum görülmüş ve ilk idare heyeti : Reis Ziya, umumi kaptan merhum Hasan, umumi katip Ayetullah merhum, muhasebeci Hakkı Saffet ve veznedar da Necip olarak teşekkül etmiştir.

    Futbol idmanları için, muayyen bir yer olmadığından antrenmanlar, Kuşdili, Kurbağalıdere, Kördere, Baklatarlası ve Gazhane çayırlarında yapılmaya başlanmış ve her antrenmana seyyar kaleler de beraber götürülmüştür. Bilahare, Fenerbahçelilerin bugünkü güzel stadının bulunduğu saha o zaman “Papazın Çayırı” namıyla maruftu. Hazine-i Hassa’dan bir müddet için kiralanmıştır. Bu suretle Fenerbahçeliler, daha o zaman ilk defa memlekete bir saha kazandırmış olmakla iftihar edebilirler.

    İki sene sonra yani 1908’de yeni cemiyetler kanunu mucibince Fenerbahçe Kulübü de resmen tescil edilmiştir. Fakat bu sırada Fenerbahçe’nin iki maruf futbolcusu Hasan ve Hüseyin Fenerbahçe Kulübü’nden ayrıldıklarından, Fenerliler o sene girdikleri ligde altı kulüp arasında sonuncu olmuşlardır. Bu neticeden müteessir olan bazı azalar daha kulüpten ayrılmışlarsa da Fenerbahçe kısa bir zaman sonra Hasan Kamil, Kemal, Sait Selahattin, Galip merhum, Otomobil Nuri merhum, Tevfik ve Mustafa gibi elemanlar kazanmış ve forması da bugünkü Sarı-Lacivert rengi almıştır. Aynı zamanda yanan binanın yanındaki köprünün öte tarafında bulunan azadan mühendis Kemal’in bahçesindeki boş bir oda da Fenerbahçe’nin ilk lokali olmuş ve Fenerlilerin her biri evlerinden bir parça eşya getirerek burayı döşemişlerdir. (1909)

    Sarı lacivertliler dahili bir hayli değişmeler yapmakla beraber lig maçlarındaki sonuncu vaziyeti henüz değiştirememişlerdi. Bu sıralarda o zaman ön safta bulunan Rum ve İngiliz takımlarını yenen Galatasaray ecnebilere karşı kuvvetli bir teşekkül olduğunu kabul ettirmeye başlamıştı. Fakat 1911-1912 yılında bir ihtilaf neticesi Galatasaraylılar lig maçlarından çekilince, meydan yine İngiliz ve Rum takımlarına kalmıştı. Fakat netice bütün tahminlere aykırı bir şekilde tecelli etti. Fenerbahçeliler, büyük bir azim ve imanla oynayarak o sene lig şampiyonluğunu kazanmaya muvaffak oldular ve bunun bir tesadüf eseri olmadığını müteakip senelerde de aynı mevkiyi muhafaza suretiyle ispat ettiler.

    Fenerbahçeliler, 1912 senesinde aza miktarının artması dolayısıyla, daha geniş bir lokale ihtiyaç hissederek, Altıyol ağzının Kuşdili Çayırı’na giden cadde ile ona muvazi sokağın birleştiği noktada kiraladıkları yeni binaya taşındılar. Bu sıralarda Doktor Hamit Hüsnü de Galatasaray’dan ayrılarak Fenerbahçe’ye intisap etmiş ve onun tavassutu ile kulübün başına Nafia Nazırı Hulusi Bey gelmişti.

    Bir müddet sonra bu binanın da kâfi gelmediği görülmüş ve nihayet 1913 senesi sonlarına doğru Kuşdili Çayırı’ndaki yanan kulüp binası kiralanarak oraya taşınılmıştır.

    O zamanki yemyeşil Kuşdili Çayırı’nda bir papatya gibi görünen bu şirin binaya yerleştikten sonra Fenerbahçeliler çalışmalarına daha hız vererek muvaffakiyetten muvaffakiyete koşmuşlardır. Birinci cihan harbini müteakip işgal senelerinde İstanbul’da bulunan İngiliz ve Fransız takımlarına karşı bir seri halinde üst üste galibiyetler kazanan Fenerbahçe’yi efkar-ı umumiye tam manasıyla tutmuş ve sevgi, seneler geçtikte daha kökleşmiştir.

    Sedat TAYLAN – Fenerbahçe’den Hatıralar

  • Başka Bir Açıdan Kuruluş

    Başka Bir Açıdan Kuruluş

    Sedat Taylan‘ın 1944 tarihli “Fenerbahçe’den Hatıralar” kitabında, başka bir açıdan kuruluş hikayemiz var. İsmini duyduğumuz ancak karakter detaylarını bilmediğimiz isimlere dair kıymetli hatıralarla beraber… İyi okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Otuz Yedi Senelik Şerefli Mazi

    Fenerbahçe’nin nasıl kurulduğu ve aşağı yukarı otuz yedi senelik şerefli mazisi spor mecmualarında birkaç defa intişar etti. Böyle olmakla beraber, bugün bütün yurtta geniş mikyasta bir sevgi toplamış olan Fenerbahçe’nin hatıralarından bir kısmını yazarken kuruluşu üzerinde de biraz durmayı ve kısa bir tarihçesini yapmayı münasip gördüm.

    Fenerbahçe Kulübü 1906 senesi ilkbaharında, birkaç sporsever gencin himmetiyle gayri resmi olarak kurulmuştur. Bu gençler Natta şirketi İstanbul acentesi Ziya, Saint Joseph Türkçe hocası merhum Enver, gemi inşaatçısı Asaf ve deniz subaylarından Necip Beylerdi. Bu gençlere bilahare eski Ziraat Vekili merhum Sabri Bey, o devrin en parlak futbolcusu Hasan merhum, Dalaklı namıyla maruf merhum Hüseyin, Avukat Sabri, Nasuhi ve Şefkati Beyler de iltihak etmişlerdir.

    O zaman cemiyet teşkili yasak olduğundan kendi aralarında anlaşan bu gençler, gayri resmi kulüplerinin, adını, idmanlarının ekserisini yaptıkları semtin adına izafeten “Fenerbahçe” koymuşlar ve formalarının renklerini de Fenerbahçe’de mebzul bulunan papatyadan ilham alarak sarı-beyaz olarak kabul etmişlerdir.

    Bu gayri resmi teşekkül, Kadıköy’ün gençlik muhitinde geniş bir alaka uyandırmış ve kısa bir zamanda kulübün aza miktarı fazlalaşmıştır. Bu vaziyet karşısında kulüpte bir idare heyetine lüzum görülmüş ve ilk idare heyeti : Reis Ziya, umumi kaptan merhum Hasan, umumi katip Ayetullah merhum, muhasebeci Hakkı Saffet ve veznedar da Necip olarak teşekkül etmiştir.

    Antrenmanlar

    Futbol idmanları için, muayyen bir yer olmadığından antrenmanlar, Kuşdili, Kurbağalıdere, Kördere, Baklatarlası ve Gazhane çayırlarında yapılmaya başlanmış; ve her antrenmana seyyar kaleler de beraber götürülmüştür. Bilahare, Fenerbahçelilerin bugünkü güzel stadının bulunduğu saha o zaman “Papazın Çayırı” namıyla maruftu. Hazine-i Hassa’dan bir müddet için kiralanmıştır. Bu suretle Fenerbahçeliler, daha o zaman ilk defa memlekete bir saha kazandırmış olmakla iftihar edebilirler.

    İki sene sonra yani 1908’de yeni cemiyetler kanunu mucibince Fenerbahçe Kulübü de resmen tescil edilmiştir. Fakat bu sırada Fenerbahçe’nin iki maruf futbolcusu Hasan ve Hüseyin Fenerbahçe Kulübü’nden ayrıldıklarından, Fenerliler o sene girdikleri ligde altı kulüp arasında sonuncu olmuşlardır. Bu neticeden müteessir olan bazı azalar daha kulüpten ayrılmışlarsa da; Fenerbahçe kısa bir zaman sonra Hasan Kamil, Kemal, Sait Selahattin, Galip merhum, Otomobil Nuri merhum, Tevfik ve Mustafa gibi elemanlar kazanmış ve forması da bugünkü Sarı-Lacivert rengi almıştır. Aynı zamanda yanan binanın yanındaki köprünün öte tarafında bulunan azadan mühendis Kemal’in bahçesindeki boş bir oda da Fenerbahçe’nin ilk lokali olmuş; ve Fenerlilerin her biri evlerinden bir parça eşya getirerek burayı döşemişlerdir. (1909)

    Şampiyonluk Geliyor

    Sarı lacivertliler dahili bir hayli değişmeler yapmakla beraber lig maçlarındaki sonuncu vaziyeti henüz değiştirememişlerdi. Bu sıralarda o zaman ön safta bulunan Rum ve İngiliz takımlarını yenen Galatasaray ecnebilere karşı kuvvetli bir teşekkül olduğunu kabul ettirmeye başlamıştı. Fakat 1911-1912 yılında bir ihtilaf neticesi Galatasaraylılar lig maçlarından çekilince, meydan yine İngiliz ve Rum takımlarına kalmıştı. Fakat netice bütün tahminlere aykırı bir şekilde tecelli etti. Fenerbahçeliler, büyük bir azim ve imanla oynayarak o sene lig şampiyonluğunu kazanmaya muvaffak oldular. Ve bunun bir tesadüf eseri olmadığını müteakip senelerde de aynı mevkiyi muhafaza suretiyle ispat ettiler.

    Fenerbahçeliler, 1912 senesinde aza miktarının artması dolayısıyla, daha geniş bir lokale ihtiyaç hissederek; Altıyol ağzının Kuşdili Çayırı’na giden cadde ile ona muvazi sokağın birleştiği noktada kiraladıkları yeni binaya taşındılar. Bu sıralarda Doktor Hamit Hüsnü de Galatasaray’dan ayrılarak Fenerbahçe’ye intisap etmiş; ve onun tavassutu ile kulübün başına Nafia Nazırı Hulusi Bey gelmişti.

    Bir müddet sonra bu binanın da kâfi gelmediği görülmüş; ve nihayet 1913 senesi sonlarına doğru Kuşdili Çayırı’ndaki yanan kulüp binası kiralanarak oraya taşınılmıştır.

    O zamanki yemyeşil Kuşdili Çayırı’nda bir papatya gibi görünen bu şirin binaya yerleştikten sonra Fenerbahçeliler çalışmalarına daha hız vererek muvaffakiyetten muvaffakiyete koşmuşlardır. Birinci cihan harbini müteakip işgal senelerinde İstanbul’da bulunan İngiliz ve Fransız takımlarına karşı bir seri halinde üst üste galibiyetler kazanan Fenerbahçe’yi efkar-ı umumiye tam manasıyla tutmuş ve sevgi, seneler geçtikte daha kökleşmiştir.

    Sedat TAYLAN – Fenerbahçe’den Hatıralar / Başka Bir Açıdan Kuruluş

  • Fenerbahçe’nin Ankara’ya İlk Gidişi

    23 Haziran 1926 tarihli Cumhuriyet gazetesinde maçın haberi.

    Dönemin önemli gazetelerinden Cumhuriyet gazetesinde, Fenerbahçe’nin Ankara’ya ilk seyahati… Keyifli okumalar.

    * * * * * *

    Fenerbahçe – Muhafızgücü Müsabakası

    Fenerbahçe Ankara’da Muhafız Gücü takımını sıfıra karşı iki sayı ile mağlup etti.

    Hususi muhabirimiz yazıyor. (Ankara 23)

    Tren müzik ve istikbale gelen sporcuların alkışları arasında ağır ağır istasyona girdi. Misafirler büyük bir samimiyet ve muhabbetle karşılandı. İstasyonda Muhafızgücü binasında bir müddet istirahatten sonra kendilerine tahsis olunan Gazi Numune Mektebi’ne geldiler.

    Saat 13:00’dan itibaren istasyon caddesi sahaya doğru akan halk ve otobüslerle doluştu. Herkes büyük bir merak ve heyecanla İstanbul’un sevimli kulübünün yüksek oyununu görmek için havanın müthiş sıcaklığına rağmen erkenden sahaya koşuştu.

    Tribünler tamamıyla dolmuş, açıkta kalanlar öbek öbek şemsiyeler altında sahaya çıkacak yirmi iki genci bekliyordu.

    Her tarafta çalınan müzikle beraber yükselen bir uğultu var : Fenerbahçe çok kuvvetli imiş!.. Herhalde beş altı tane atacak?..  Muhafız’dan Kamil Bey rahatsızmış!. Oynamayacak.

    Saat 17:30’da mızıka muhafız marşını çalarken sağ kapıdan Fenerliler ve soldan Muhafızgücü çılgın alkışlar arasında sahaya çıktılar. Mutad merasim yapıldı. Resimler çekildi. Kale alındı. Takımlar şu suretle dizildi :

    Fenerbahçe Takımı :
    Hamit
    Sabih – Kadri
    Fazıl – Cevat – Ulvi
    Bedri – Sedat – Zeki- Alaaddin – Haydar

    Muhafızgücü Takımı :
    Edip
    Nuri – Sudi
    Nafiz – Talat – Kadri
    Lütfü – Cemal – Kamil – Selahattin – Niyazi

    Hakem İbrahim Turgut Bey.

    Oyun başladı. Top mütemadiyen ortada dolaşıyor. Fener’in sağdan bir hücumu.. Korner atıldı. Ufak bir kargaşalık.. Muhafız müdafaası kendi kendilerine ilk golü yaptılar. Mızıka ile beraber alkış yükseldi : Bravo Fener…

    Daha oyunun ilk anlarında yapılan bu sayı Fener’in büyük zaferini bekleyenlerin imanını sağlamıştır. Diğer tarafta hafif bir yeis, fakat manasız bir golün verdiği yeis kaplamıştı. Bundan sonra oyun tamamıyla Muhafız’ın hücumu altında mütemadiyen kaçırılan muhakkak sayılarla geçiyordu. Birinci parti sıfır – bir Fenerlilerin galebesiyle bitti.

    İkinci parti Muhafız’ın hücumuyla başladı. Sağdan soldan Fener kalesine akan Muhafız hücumları bazen Kadri ve Sabih Beylerin fedakarane oyunuyla fakat ekseri Muhafız’ın mutlak şanssızlığıyla bir netice vermiyordu. Çekilen ve muhakkak sayı nazarıyla bakılan şutlar ya direğe çarpıyor veya sürünerek çıkıyordu. Oyun Muhafız’ın tam bir hakimiyeti altında cereyan ederken Fener’in sağdan yaptığı bir hücum golle neticeleniyor. Oyun böylece bitti.

    Nasıl oynadılar?

    Fenerliler : Çok çalıştı. Bilhassa kaleci Hamit ve müdafi Sabih ve Kadri Beyler galibiyetin amili idiler. Bedri, Zeki ve Alaattin Beyler fedakar bir uzuvdu. Fenerlilerin en zayıf noktası muavin hattı idi. Bilhassa cenah muavinler.

    Muhafızgücü : Çok büyük talihsizliğine rağmen tamamıyla hakim ve güzel oynadı. Kaleci Edip Bey başta olmak üzere Sudi, Talat, Nafiz Beyler müdafaa ve Cemal, Kamil ve Selahattin Beyler muhacim ruhu idiler. Hakem vazifesini çok bitarafane yaptı.

    Oyunda hazır bulunan Kazım Paşa ve Necati Bey, mıntıka ve Muhafızgücü reisi İsmail Hakkı Bey’i takımının gösterdiği yüksek muvaffakiyetten dolayı tebrik etti.

    Perşembe günü muhtelitle maç var. Ankara muhteliti, Turan kulübünün iştirak etmeyeceğine nazaran biraz zayıf teşkil edilecektir. Muhtelitten fazla ümit beklemek doğru olmamakla beraber kuvvetli bir azmin karşısında değişebilir (*).

    – – – – – –

    (*) Değişmedi. Fenerbahçe birkaç gün sonra Ankara karmasıyla yaptığı maçı, bu sefer 3-0 kazanacaktı.

  • Fenerbahçe Ankara’da

    Fenerbahçe Ankara’da

    Fenerbahçe, hayat macerasına İstanbul’da başladı ama halkın içinden çıkan kulübün Anadolu’nun dört bir yanında “candan öte” sevilmesi fazla zaman almadı. Muvakkar Ekrem Talu’nun “Fenerbahçe Sevgisi” yazısını hatırlarsınız. İşte huzurlarınızda, Cumhuriyet gazetesinden bir haberle, Fenerbahçe’nin Ankara’ya ilk seyahati! Fenerbahçe Ankara’da krallara layık bir şekilde karşılandı. Ne de olsa halkın gönlünde taht kurmuştuk… Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Ankara’da

    Fenerbahçe Ankara’da Muhafız Gücü takımını sıfıra karşı iki sayı ile mağlup etti.

    Hususi muhabirimiz yazıyor. (Ankara 23)

    Tren müzik ve istikbale gelen sporcuların alkışları arasında ağır ağır istasyona girdi. Misafirler büyük bir samimiyet ve muhabbetle karşılandı. İstasyonda Muhafızgücü binasında bir müddet istirahatten sonra kendilerine tahsis olunan Gazi Numune Mektebi’ne geldiler.

    Saat 13:00’dan itibaren istasyon caddesi sahaya doğru akan halk ve otobüslerle doluştu. Herkes büyük bir merak ve heyecanla İstanbul’un sevimli kulübünün yüksek oyununu görmek için havanın müthiş sıcaklığına rağmen erkenden sahaya koşuştu.

    Tribünler tamamıyla dolmuş, açıkta kalanlar öbek öbek şemsiyeler altında sahaya çıkacak yirmi iki genci bekliyordu.

    Her tarafta çalınan müzikle beraber yükselen bir uğultu var : Fenerbahçe çok kuvvetli imiş!.. Herhalde beş altı tane atacak?..  Muhafız’dan Kamil Bey rahatsızmış!. Oynamayacak.

    Maç Başlıyor

    Saat 17:30’da mızıka muhafız marşını çalarken sağ kapıdan Fenerliler ve soldan Muhafızgücü çılgın alkışlar arasında sahaya çıktılar. Mutad merasim yapıldı. Resimler çekildi. Kale alındı. Takımlar şu suretle dizildi :

    Fenerbahçe Takımı :
    Hamit
    Sabih – Kadri
    Fazıl – Cevat – Ulvi
    Bedri – Sedat – Zeki- Alaaddin – Haydar

    Muhafızgücü Takımı :
    Edip
    Nuri – Sudi
    Nafiz – Talat – Kadri
    Lütfü – Cemal – Kamil – Selahattin – Niyazi

    Hakem İbrahim Turgut Bey.

    Oyun başladı. Top mütemadiyen ortada dolaşıyor. Fener’in sağdan bir hücumu.. Korner atıldı. Ufak bir kargaşalık.. Muhafız müdafaası kendi kendilerine ilk golü yaptılar. Mızıka ile beraber alkış yükseldi : Bravo Fener…

    Daha oyunun ilk anlarında yapılan bu sayı Fener’in büyük zaferini bekleyenlerin imanını sağlamıştır. Diğer tarafta hafif bir yeis, fakat manasız bir golün verdiği yeis kaplamıştı. Bundan sonra oyun tamamıyla Muhafız’ın hücumu altında mütemadiyen kaçırılan muhakkak sayılarla geçiyordu. Birinci parti sıfır – bir Fenerlilerin galebesiyle bitti.

    İkinci parti Muhafız’ın hücumuyla başladı. Sağdan soldan Fener kalesine akan Muhafız hücumları bazen Kadri ve Sabih Beylerin fedakarane oyunuyla fakat ekseri Muhafız’ın mutlak şanssızlığıyla bir netice vermiyordu. Çekilen ve muhakkak sayı nazarıyla bakılan şutlar ya direğe çarpıyor veya sürünerek çıkıyordu. Oyun Muhafız’ın tam bir hakimiyeti altında cereyan ederken Fener’in sağdan yaptığı bir hücum golle neticeleniyor. Oyun böylece bitti.

    Nasıl oynadılar?

    Fenerliler : Çok çalıştı. Bilhassa kaleci Hamit ve müdafi Sabih ve Kadri Beyler galibiyetin amili idiler. Bedri, Zeki ve Alaattin Beyler fedakar bir uzuvdu. Fenerlilerin en zayıf noktası muavin hattı idi. Bilhassa cenah muavinler.

    Muhafızgücü : Çok büyük talihsizliğine rağmen tamamıyla hakim ve güzel oynadı. Kaleci Edip Bey başta olmak üzere Sudi, Talat, Nafiz Beyler müdafaa ve Cemal, Kamil ve Selahattin Beyler muhacim ruhu idiler. Hakem vazifesini çok bitarafane yaptı.

    Oyunda hazır bulunan Kazım Paşa ve Necati Bey, mıntıka ve Muhafızgücü reisi İsmail Hakkı Bey’i takımının gösterdiği yüksek muvaffakiyetten dolayı tebrik etti.

    Perşembe günü muhtelitle maç var. Ankara muhteliti, Turan kulübünün iştirak etmeyeceğine nazaran biraz zayıf teşkil edilecektir. Muhtelitten fazla ümit beklemek doğru olmamakla beraber kuvvetli bir azmin karşısında değişebilir (*).

    – – – – – –

    (*) Değişmedi. Fenerbahçe birkaç gün sonra Ankara karmasıyla yaptığı maçı, bu sefer 3-0 kazanacaktı.

  • Türk Futbolunun İlk Teorisyenlerinden Biri : Hüseyin Sami Coşar

    Fenerbahçe’nin 1920’li yıllarda forma giyen futbolcularından Ragıp Ziya Mağden’in, 1961 yılında yayınladığı “Fenerbahçe Batamaz” isimli kitabını aktarmaya devam ediyoruz. Sırada Hüseyin Sami Coşar var… Fenerbahçe tarihinin en kıymetli kupalarından olan Harington Kupası maçının devre arasında soyunma odasına girerek oyunculara moral veren 5 kişiden biri… Nur içinde yatsın.

    * * * * * *

    Türkiyemizde ilk teknik futbol hocası ve adamı, hiç şüphesiz, eski bankacılarımızdan ve mebuslarımızdan Hüseyin Sami Coşar’dır.

    Çok zeki, enerjik, metin ve cesur bir insan olan Hüseyin Sami Coşar’ın, Fenerbahçe’ye hizmeti çok ve büyük olmuştur. Eskiden, Fenerbahçe ve Galatasaray gibi büyük kulüplerin 5-6 futbol takımı, hokeycileri, tenisçileri, denizcileri, avcıları, haltercileri, jimnastikçileri, beyzbolcuları, kürekçileri, kotracıları vs. bulunur ve bunlar her sahada çalışıp dururlardı.

    Bizler, Kadıköyünde, İngilizlerden gördüğümüz top oyununu çok sevmiş olmaklığımıza rağmen, işin esasını ve nazariyesini bilmiyorduk. Topa nasıl vurulacağından, topun nasıl tutulacağından haberimiz yoktu, doğrusu… Topa uzun vuranlara, alabildiğine havaya dikenlere bayılır, dururduk. Bu yüzden Balıkçı Tevfik, Fitil Nuri, Badi Şükrü, Adnan İbrahim ve Kadim vs. gibi defans oyuncularını pek tutar ve takdirle seyrederdik.

    Biz, bu tertip, ampirik çalışmalarımıza devam edip giderken, başımıza Hüseyin Sami Coşar ağabeyimizin geçtiğini ve bizlere ders vermeye başladığını gördük. Ve hayretler içerisinde kaldık. Nasıl hayrete kapılmayalımdı ki, Hüseyin Sami Coşar ağabeyimiz bizlere, Union Clup sahasında, hem nazari, hem de tatbiki şekilde ders veriyor; söylediklerini, taktik dersleri ile tamamlıyordu. Hem de bizleri evine davet ederek çaylar, pastalar ikram ediyor ve zengin koleksiyonundaki musiki plaklarını, opera aryalarını bizlere dinlettirmek suretiyle işin sosyal taraflarını da değerlendiriyor; günlerimizin neşeli ve ahenkli geçmesini sağlamak lütfunda da bulunuyordu… Büyük, büyük! İşte onlardı, aziz dostlarım, işte onlardı.

    Bu metodik, sistemli ve teknik çalışmalar fevkalade tesirini göstermekte gecikmemiş ve Fenerbahçe takımları herkese duman attırmaya başlamışlardı.

    O kadar ki, o zamanları, Sami Coşar’ın başkanlığı altında İzmir’e giden Fenerbahçe 3. takımı (dikkat buyurun 3. takımı diyorum) İzmir’in “Altay, Altınordu, Karşıyaka vs. gibi) beş takımına tamam 29 adet gol atıp hiç gol yemeden İstanbul’a dönerek herkeslere parmak ısırttırmıştı. Sonradan, Sedat Taylan’ın da kaptanı bulunduğu o takımdan kimler ve kimler çıkmamış; ve Türk futbolu neler ve neler kazanmamıştır…

    İşte, bu zehir gibi delikanlıların ve müthiş futbolcuların yetişmesinde, Hüseyin Sami Coşar ağabeyimizin gayet meşkûr ve verimli ve bilgili çalışmaları geçmiştir. Ve bu başarılar, Fenerbahçe’nin sahifelerine altın harflerle geçirilmişlerdir.

    Ben, şimdi bu fırsat ve güzel vesileden istifade ederek bu kitaba, Hüseyin Sami Coşar gibi bir spor büyüğünün adını geçirmiş olmanın sevinç ve neşesini duymakta ve kendilerine candan, yürekten  sıhhat ve saadetler dilemekteyim. Cemiyetler, görüldüğü gibi, hiçbir hizmet ve başarıyı asla unutmazlar. Ve bu cemiyete iyi hizmette bulunanların ise, günün birinde, saygı ve sevgi ile anılacakları muhakkaktır. Belki de unutulduğunu sanan sayın Hüseyin Sami Coşar da, işte, cemiyetin bu bahtiyar fertleri arasında muhterem bir yer işgal ettiğinden asla şüpheye düşmemelidir.

    Ragıp Ziya Mağden – 1961

  • Futbolumuzun İlk Teorisyeni

    Futbolumuzun İlk Teorisyeni

    Fenerbahçe’nin 1920’li yıllarda forma giyen futbolcularından, Ragıp Ziya Mağden‘in, 1961 yılında yayınladığı “Fenerbahçe Batamaz” isimli kitabını aktarmaya devam ediyoruz. Sırada futbolumuzun ilk teorisyeni Hüseyin Sami Coşar var… Fenerbahçe tarihinin en kıymetli kupalarından olan Harington Kupası maçının devre arasında soyunma odasına girerek oyunculara moral veren 5 kişiden biri… Nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Futbolumuzun İlk Teorisyeni

    Türkiyemizde ilk teknik futbol hocası ve adamı, hiç şüphesiz, eski bankacılarımızdan ve mebuslarımızdan Hüseyin Sami Coşar’dır.

    Çok zeki, enerjik, metin ve cesur bir insan olan Hüseyin Sami Coşar’ın, Fenerbahçe’ye hizmeti çok ve büyük olmuştur. Eskiden, Fenerbahçe ve Galatasaray gibi büyük kulüplerin 5-6 futbol takımı, hokeycileri, tenisçileri, denizcileri, avcıları, haltercileri, jimnastikçileri, beyzbolcuları, kürekçileri, kotracıları vs. bulunur ve bunlar her sahada çalışıp dururlardı.

    Bizler, Kadıköyünde, İngilizlerden gördüğümüz top oyununu çok sevmiş olmaklığımıza rağmen, işin esasını ve nazariyesini bilmiyorduk. Topa nasıl vurulacağından, topun nasıl tutulacağından haberimiz yoktu, doğrusu… Topa uzun vuranlara, alabildiğine havaya dikenlere bayılır, dururduk. Bu yüzden Balıkçı Tevfik, Fitil Nuri, Badi Şükrü, Adnan İbrahim ve Kadim vs. gibi defans oyuncularını pek tutar ve takdirle seyrederdik.

    Biz, bu tertip, ampirik çalışmalarımıza devam edip giderken, başımıza Hüseyin Sami Coşar ağabeyimizin geçtiğini ve bizlere ders vermeye başladığını gördük. Ve hayretler içerisinde kaldık. Nasıl hayrete kapılmayalımdı ki, Hüseyin Sami Coşar ağabeyimiz bizlere, Union Clup sahasında, hem nazari, hem de tatbiki şekilde ders veriyor; söylediklerini, taktik dersleri ile tamamlıyordu. Hem de bizleri evine davet ederek çaylar, pastalar ikram ediyor ve zengin koleksiyonundaki musiki plaklarını, opera aryalarını bizlere dinlettirmek suretiyle işin sosyal taraflarını da değerlendiriyor; günlerimizin neşeli ve ahenkli geçmesini sağlamak lütfunda da bulunuyordu… Büyük, büyük! İşte onlardı, aziz dostlarım, işte onlardı.

    Bu metodik, sistemli ve teknik çalışmalar fevkalade tesirini göstermekte gecikmemiş ve Fenerbahçe takımları herkese duman attırmaya başlamışlardı.

    29-0

    O kadar ki, o zamanları, Sami Coşar’ın başkanlığı altında İzmir’e giden Fenerbahçe 3. takımı (dikkat buyurun 3. takımı diyorum) İzmir’in “Altay, Altınordu, Karşıyaka vs. gibi) beş takımına tamam 29 adet gol atıp hiç gol yemeden İstanbul’a dönerek herkeslere parmak ısırttırmıştı. Sonradan, Sedat Taylan’ın da kaptanı bulunduğu o takımdan kimler ve kimler çıkmamış; ve Türk futbolu neler ve neler kazanmamıştır…

    İşte, bu zehir gibi delikanlıların ve müthiş futbolcuların yetişmesinde, Hüseyin Sami Coşar ağabeyimizin gayet meşkûr ve verimli ve bilgili çalışmaları geçmiştir. Ve bu başarılar, Fenerbahçe’nin sahifelerine altın harflerle geçirilmişlerdir.

    Ben, şimdi bu fırsat ve güzel vesileden istifade ederek bu kitaba, Hüseyin Sami Coşar gibi bir spor büyüğünün adını geçirmiş olmanın sevinç ve neşesini duymakta ve kendilerine candan, yürekten  sıhhat ve saadetler dilemekteyim. Cemiyetler, görüldüğü gibi, hiçbir hizmet ve başarıyı asla unutmazlar. Ve bu cemiyete iyi hizmette bulunanların ise, günün birinde, saygı ve sevgi ile anılacakları muhakkaktır. Belki de unutulduğunu sanan sayın Hüseyin Sami Coşar da, işte, cemiyetin bu bahtiyar fertleri arasında muhterem bir yer işgal ettiğinden asla şüpheye düşmemelidir.

    Ragıp Ziya Mağden – 1961

  • Ölümsüz Fenerbahçeli Galip

    Ayetullah Bey, Galip Bey ve Elkatipzade Mustafa Bey… Fenerbahçe’nin her şeyi borçlu olduğu bu üç ismi birbirinden ayrı düşünmek mümkün değil. Onlar hakkında her gördüğümüzü buraya taşıyacağız. Bu defa Sedat Taylan’ın kaleminden Fenerbahçe’nin büyük kaptanı… 1944 tarihli “Fenerbahçe Hatıraları” kitabından.

    * * * * * *

    Galip’i umumi harbin son senelerinde tanıdım. O zaman bir ilk mektep talebesi idim. Bizden daha büyüklerden mektepte Fenerbahçe birinci takımında Galip adında çok kuvvetli bir futbolcu olduğunu, fakat askerlik vazifesi dolayısıyla cephede bulunduğunu sık sık duyuyordum. Bu ismi o kadar çok dinlemiştim ki bende Galip’i görmek ve oyununu seyretmek için büyük bir merak uyanmıştı.O zaman kulüp Kuşdili Çayırı’ndaki yanan binada idi. Futbolcular haftada bir iki defa kulübün önünde antrenman yaparlardı. Benim de evim kulübün karşısında olduğu için bu antrenmanların  seyrini hiç kaçırmazdım. Bu antrenmanlarda ne zaman tanımadığım bir sima görsem hemen bunun Galip olup olmadığını sorardım. Bir gün top oynayan uzunca boylu, uzun yüzlü, başı traşlı bir genç gördüm. Yine merakla sorduğum zaman bana bunun “Galip” olduğunu söylediler. İdmanın sonuna kadar gözlerimi bu futbolcudan ayırmadım. Benden büyüklerin uzun uzun anlattıkları Galip’i ve oyununu nihayet ben de görmüştüm.

    Bundan sonra Galip’i senelerce futbolcu, tenisçi ve kürekçi olarak gördüm. Galip, boş zamanlarını da kulübün imarı işine hasrederdi. Yanan kulübün güzel bahçesini hatırlayan Fenerbahçeliler, bu bahçede de Galip’in ne büyük emeği olduğunu bilirler.

    Seneler geçti, biz de büyüdük ve Fenerbahçeli olduk. Kulübe kaydedilme muamelemizi o zaman kulübün idare heyetinde bulunan Sait Çelebi yapmıştı. Birkaç arkadaş kayıt işi bittikten sonra kulüpten çıkarken Galip’le karşılaştık. Sait Çelebi, bizi Galip’e tanıtarak:

    – İşte, kulübün en yeni ve genç azaları, demişti.

    Galip, bir ağabey sevgisiyle hepimizin elini sıkmış ve bizi tebrik etmişti.

    Bundan sonra Galip’i daha yakından tanıdık ve daha sık temaslar etmeye başladık. O, gayet az söyler, geç kızar, fakat kızdığı zaman da gayetle ağır konuşurdu. Galip’in kulüpte bulunmadığı sıralarda bir hayli yaramazlık yapan biz, kulübün en genç azaları, o geldiği zaman hepimiz bir köşeye sinerdik. Galip nazik bir adamdı, hepimizi severdi. Fakat hiçbirimize yüz vermezdi. Galip’in bilhassa sinirlendiği şeylerden biri de teczipkar olmaktı. O, her gün kulübü biraz daha güzelleştirmeye çalışırken, başkalarının çok ufak dahi olsa sebep olduğu herhangi bir zarara müthiş kızardı.

    Ne zaman yanan kulübün önünden geçsem, gayri ihtiyari harap tahta perdeden içeri bakar ve Galip’i bahçenin bir köşesinde elinde çapa vahşi otları temizlerken göreceğimi zannederim. Fakat bu vahşi otlar Galip’in yokluğunu sanki biliyorlarmış gibi harap bahçede şimdi o kadar büyümüşler ki…

    1939 senesi son teşrininde hayata ebediyen gözlerini kapayan Galip’in 1944 senesi ve son kanunda yapılan senelik kongreyi müteakip kulüp azaları Karacaahmet’teki mezarını toplu bir halde ziyaret ettiler. İlk defa olarak yapılan bu ziyaret günü, artık Fenerbahçe tarihinde ebedileşmiştir. Çünkü her sene aynı günde Galip için bir ihtifal yapılacaktır.

    Hayatta iken her şeyin intizam dahilinde olmasını isteyen Galip, ancak dört sene sonra, bugünkü idare heyetinin gayretiyle muntazam bir mezara kavuştu.

    Mezarın baş tarafında şu ibare yazılı:

    “Burada Fenerbahçe’nin Galip Kulaksızoğlu yatıyor. 1889-1939”

    Mezarın üstünde ve Sarı Lacivert forsun altındaki ibare daha canlı:

    “Ulu Tanrı, hayatı Türk sporcusuna örnek olan Galip Kulaksızoğlu’nun ruhunu taziz et”

    Sedat TAYLAN – Fenerbahçe’den Hatıralar

  • Ölümsüz Fenerbahçeli

    Ölümsüz Fenerbahçeli

    Ayetullah Bey, Galip Bey ve Elkatipzade Mustafa Bey… Fenerbahçe’nin her şeyi borçlu olduğu bu üç ismi birbirinden ayrı düşünmek mümkün değil. Onlar hakkında her gördüğümüzü buraya taşıyacağız. Bu defa Sedat Taylan‘ın kaleminden Fenerbahçe’nin büyük kaptanı, bir ölümsüz Fenerbahçeli Galip… 1944 tarihli “Fenerbahçe Hatıraları” kitabından.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Galip Kulaksızoğlu

    Galip’i umumi harbin son senelerinde tanıdım. O zaman bir ilk mektep talebesi idim. Bizden daha büyüklerden mektepte Fenerbahçe birinci takımında Galip adında çok kuvvetli bir futbolcu olduğunu, fakat askerlik vazifesi dolayısıyla cephede bulunduğunu sık sık duyuyordum. Bu ismi o kadar çok dinlemiştim ki bende Galip’i görmek ve oyununu seyretmek için büyük bir merak uyanmıştı.O zaman kulüp Kuşdili Çayırı’ndaki yanan binada idi. Futbolcular haftada bir iki defa kulübün önünde antrenman yaparlardı. Benim de evim kulübün karşısında olduğu için bu antrenmanların  seyrini hiç kaçırmazdım. Bu antrenmanlarda ne zaman tanımadığım bir sima görsem hemen bunun Galip olup olmadığını sorardım. Bir gün top oynayan uzunca boylu, uzun yüzlü, başı traşlı bir genç gördüm. Yine merakla sorduğum zaman bana bunun “Galip” olduğunu söylediler. İdmanın sonuna kadar gözlerimi bu futbolcudan ayırmadım. Benden büyüklerin uzun uzun anlattıkları Galip’i ve oyununu nihayet ben de görmüştüm.

    Bundan sonra Galip’i senelerce futbolcu, tenisçi ve kürekçi olarak gördüm. Galip, boş zamanlarını da kulübün imarı işine hasrederdi. Yanan kulübün güzel bahçesini hatırlayan Fenerbahçeliler, bu bahçede de Galip’in ne büyük emeği olduğunu bilirler.

    Seneler geçti, biz de büyüdük ve Fenerbahçeli olduk. Kulübe kaydedilme muamelemizi o zaman kulübün idare heyetinde bulunan Sait Çelebi yapmıştı. Birkaç arkadaş kayıt işi bittikten sonra kulüpten çıkarken Galip’le karşılaştık. Sait Çelebi, bizi Galip’e tanıtarak:

    – İşte, kulübün en yeni ve genç azaları, demişti.

    Galip, bir ağabey sevgisiyle hepimizin elini sıkmış ve bizi tebrik etmişti.

    Bundan sonra Galip’i daha yakından tanıdık ve daha sık temaslar etmeye başladık. O, gayet az söyler, geç kızar, fakat kızdığı zaman da gayetle ağır konuşurdu. Galip’in kulüpte bulunmadığı sıralarda bir hayli yaramazlık yapan biz, kulübün en genç azaları, o geldiği zaman hepimiz bir köşeye sinerdik. Galip nazik bir adamdı, hepimizi severdi. Fakat hiçbirimize yüz vermezdi. Galip’in bilhassa sinirlendiği şeylerden biri de teczipkar olmaktı. O, her gün kulübü biraz daha güzelleştirmeye çalışırken, başkalarının çok ufak dahi olsa sebep olduğu herhangi bir zarara müthiş kızardı.

    Ölümü Kahraman Bir Mevsimin Sonu Oldu

    Ne zaman yanan kulübün önünden geçsem, gayri ihtiyari harap tahta perdeden içeri bakar ve Galip’i bahçenin bir köşesinde elinde çapa vahşi otları temizlerken göreceğimi zannederim. Fakat bu vahşi otlar Galip’in yokluğunu sanki biliyorlarmış gibi harap bahçede şimdi o kadar büyümüşler ki…

    1939 senesi son teşrininde hayata ebediyen gözlerini kapayan Galip’in 1944 senesi ve son kanunda yapılan senelik kongreyi müteakip kulüp azaları Karacaahmet’teki mezarını toplu bir halde ziyaret ettiler. İlk defa olarak yapılan bu ziyaret günü, artık Fenerbahçe tarihinde ebedileşmiştir. Çünkü her sene aynı günde Galip için bir ihtifal yapılacaktır.

    Hayatta iken her şeyin intizam dahilinde olmasını isteyen Galip, ancak dört sene sonra, bugünkü idare heyetinin gayretiyle muntazam bir mezara kavuştu.

    Mezarın baş tarafında şu ibare yazılı:

    “Burada Fenerbahçe’nin Galip Kulaksızoğlu yatıyor. 1889-1939”

    Mezarın üstünde ve Sarı Lacivert forsun altındaki ibare daha canlı:

    “Ulu Tanrı, hayatı Türk sporcusuna örnek olan Galip Kulaksızoğlu’nun ruhunu taziz et”

    Sedat TAYLAN – Fenerbahçe’den Hatıralar / Ölümsüz Fenerbahçeli Galip

  • Fenerbahçe – Galatasaray Dostluğu mu?

    Şehir Üniversitesi Taha Toros Arşivi’nden İhsan Kıraathanesi

    Sedat Taylan, “Fenerbahçe’den Hatıralar” kitabında Fenerbahçe-Galatasaray dostluğundan bahsediyor. Artık dostluktan ne anladığınıza bağlı…

    * * * * * *

    Eskiden İstanbul vilayetinin karşısında “İhsan Kıraathanesi” adıyla maruf bir kahve vardı. Bugün bir doğramacının işgal ettiği bu salon 15 sene evvel başta Fenerbahçe ve Galatasaraylılar olmak üzere geniş bir sporcu zümresinin toplanma yeriydi. Her gün öğle paydosunda bu kıraathanede bir çok futbolcuları ve kulüp idarecilerini görmek imkan dahilinde idi.

    Buranın müdavimleri o zamanın en tanınmış sporcuları ve idarecileriydi. Mesela Galatasaraylı Yusuf Ziya, Sadun Galip, merhum Sedat Rıza, Arslan Nihat, Müslih Hoca, Leblebi Mehmet, Bek Ali, M. Nazif, Ulvi, Ömer Besim, Kemal Rıfat; Fenerbahçeli Zeki Rıza, Doktor İsmet, Kadri, Bedri, Alaaddin, Sabih, Hamit, Nedim, bugün Fen fakültesinin dekanı bulunan Fenerbahçe’nin sol hafı Fahir, ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü, eski Spor Alemi sahibi ve bugün Ankara radyosunda kendisini bize zevkle dinlettiren Sait Çelebi bu kahvenin en sadık müşterilerini teşkil ederlerdi. Bu saydıklarımdan başka daha bir çok sporcular ve bilhassa bu iki kulübün taraftarları günün öğle saatlerini daima burada geçirirlerdi.

    Fakat Fenerbahçe ve Galatasaraylılar o zamanki şiddetli rekabet taassubu dolayısıyla yek diğerleriyle hemen hiç konuşmazlardı. Salonun bir köşesini Galatasaraylılar, diğer köşesini de Fenerbahçeliler işgal ederlerdi. Spor sahasında başlayan bu rekabet iki kulüp taraftarlarını normal hayat sahasında bile hissedilir derecede birbirinden ayırmıştı. Hatta milli ve temsili maçlar için yapılan seyahatlerde bile vapurda, trende, otelde ve toplu gezmelerde her iki takım oyuncuları da bu ayrılığı muhafaza etmeye çalışırlardı.

    Bugün böyle tabii bir toplantı yeri bulunmadığı muhakkak. Halbuki o zaman bu kıraathanede geçen her günün iki saati insana ne kadar kısa gelirdi. Bilhassa Fenerbahçe-Galatasaray maçları arifelerinde ve maçlardan sonra bu salon ne heyecanlı münakaşalara sahne olurdu. Maçın ertesi günü galip takımın bir kısmı ve taraftarları tam vaktinde kahveye gelirler ve bol bir neşe içinde rakip takımın futbolcularını ve taraftarlarını beklerlerdi. Tabii o gün yenilen takımdan ve taraftarlarından kahveye gelen pek az olurdu. Gelenler de galiplerin kat’iyen ağır olmayan şakalarına sabırla tahammül ederlerdi.

    Eğer maçı Fenerbahçe kazanmışsa, muhakkak ki İhsan Kıraathanesi’nde mebzul kahkahalara ve Galatasaraylılara tatlı tatlı takılarak en fazla konuşan Sait Çelebi olurdu. Fakat Fenerbahçe maçı kaybetmişse, İhsan Kıraathanesi bu sadık müdaviminden birkaç gün mahrum kalırdı.

    Yine bir öğle üzeri İhsan Kıraathanesi’nde oturuyorduk. Yanımda bir gazeteci arkadaş vardı. Hemen bitişik masada da o zaman İstanbul vilayetinde mühim bir vazifesi olan bir zat oturuyordu. O zamanki meşhur futbolcuların isimlerini bilen fakat kendilerini tanımayan bu zat, gazeteci arkadaşa hangisinin Zeki, hangisinin Nihat, hangisinin Alaaddin olduğunu soruyor, arkadaş da teker teker hepsini gösteriyor ve izahat veriyordu.

    Arada geniş bir rekabet de olsa, böyle bir rekabetin iki grup halinde oturmalarına kâfi bir sebep teşkil edemeyeceğini ileri süren bu zatla, spor işlerinde bilgisine inandığım gazeteci arkadaş arasında aşağı yukarı şöyle bir muhavere olmuştu :

    – Peki, bunlar millî veya temsili müsabakalarda nasıl beraber oynuyorlar?

    – Netice itibariyle millî bir maçtır. Tabii birleşecekler ve birlikte oynayacaklar.

    – İdman Cemiyetleri İttifakı bu rekabeti giderme çarelerini aramıyor mu?

    – Bu rekabet senelerden beri her iki kulübün iliklerine işlemiştir. İdman Cemiyetleri İttifakı, eğer bu rekabeti önlemeye çalışırsa ki, bunu yapacak kudrette değildir. Esasen bu rekabetin devam etmesi ve hatta bir iki kulübün daha bu rekabeti yapacak bir kuvvete gelmesi Türk futbolu için çok faydalı olur. Bu iki kulübün ezeli rekabeti Türk futbolunun bir sembolü olarak daima devam edecektir.

    Gazeteci arkadaşım bu sözlerinde kat’iyyen yanılmamıştı. Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti aşağı yukarı şeklini muhafaza ederek devam ederken bu arada üçüncü bir kulüp daha yetişerek bu rekabeti paylaşmıştı. Eskiden Fenerbahçe, Galatasaray’a inhisar eden bu rekabete bir de Beşiktaş Kulübü ortak olmuş ve bu üç kulübün rekabeti Türk futbolunun ilerlemesini daha süratleştirmiştir.

    İhsan Kıraathanesi’nin revaçta bulunduğu devirlerde Türk millî takımının on birini hemen hemen bu iki güzide kulübün futbolcuları teşkil ederdi. Bu kıraathanede birbirinden uzakta oturan bu gençler millî ve temsilî maçlarda aynı formayı giydikleri zaman bütün kalpleriyle birleşirlerdi. Ertesi günü İhsan Kıraathanesi’ne gidenler onları yine eskisi gibi ayrı ayrı masalarda oturur görürlerdi.

    Vilayetin karşısındaki bol camlı eski kıraathanenin önünden ne zaman geçsem saçları her gün biraz daha ağaran eski futbol yıldızlarının, onlarla beraber ihtiyarlayan bu salonda on beş sene evvel ne hararetli münakaşalar yaptıklarını adeta işitir gibi olurum. Belki onlar da yolları düştükçe buradan geçerken ihtiyar İhsan Kıraathanesi’ni hatırlarlar ve bir an bile olsa on beş sene evveline dönmekten kendilerini alamazlar.

    Sedat TAYLAN – Fenerbahçe’den Hatıralar