Etiket: Şehzade Ömer Faruk Efendi

  • Zaferin Rengi Filmi

    Zaferin Rengi Filmi

    Fenerbahçe ve Millî Mücadele yıllarını konu alan Zaferin Rengi filmi ile dair bilgileri burada derleyeceğiz.

    Prof. Dr. Vahdettin Engin‘in yanında FenerbahceTarihi.org‘un tarihî ve Erhan Çavdaroğlu‘nun da askerî konularda danışmanlık yaptığı film ekibine, başta Sayın Abdullah Oğuz olmak üzere şükranlarımızla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sultanahmet Mitingi Çekimleri

    Zaferin Rengi Filmi
    Gülper Özdemir, Nejat İşler, Abdullah Oğuz, Timuçin Esen, Kubilay Aka, Yılmaz Adam Bayraktar ve Birce Akalay.

    Abdullah Oğuz ve Oyuncularla Röportaj


    Kocaeli Çekimlerinde


    Teaser

    Yapım Şirketinin Teaser Metni

    Önümüzdeki Sezonun Merakla Beklenen Filmi:

    ZAFERİN RENGİ

    İlk Teaser’ını Yayınladı

    Unutmayın!

    Zafer, zafer benimdir diyebilenin, muvaffak olacağım diye başlayabilenindir!

    2024 Sinema Sezonu’nun merakla beklenen filmi ZAFERİN RENGİ çekimleri devam ederken ilk teaser’ını yayınladı!

    Yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu ZAFERİN RENGİ, oyunculukları, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla bir dönem filmi olarak içinde geçen zamanı, tüm gerçekliği ile perdeye taşınacağının sinyallerini veriyor.

    Hem Havan Topuyla Hem Futbol Topuyla Savaş Kazanan Tek Ülke

    Zaferin Rengi, eşsiz dostluklar, benzersiz bir aşk ve tarihe damga vurmuş bir spor müsabakasının nefes kesen hikayesini; 1918 – 1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, düşman kuvvetlerine karşı örgütlenerek Anadolu’da başlatılan eşsiz bir direnişi, Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen General Harington Kupası efsanesinin etrafında kurgulayarak beyazperdeye taşıyacak.

    Birlik, Spor ve Aşk’la Kazanılan Bir Zaferin Kahramanları

    Filmin ana kahramanı, Fenerbahçe’nin kurucu üyesi ve efsane kaptanı Galip Bey’i canlandıracağı yeni neslin yetenekli oyuncularından Kubilay Aka ve Peyker rolünde yer alan Gülper Özdemir’in yanı sıra filmde; ekranların ve sinemanın güçlü oyuncularından Nejat İşler (Sabri Toprak), Timuçin Esen (Topkapılı Cambaz), Yiğit Özşener (Mustafa Kemal Paşa), Gonca Vuslateri (Vera) ve Birce Akalay (Halide Edib Adıvar) da dönemin sembol siyasetçilerine, aydınlarına, askeri figürlerine ve Türk futbol tarihinin kahraman sporcularına hayat veriyor.

    ZAFERİN RENGİ Şubat’ta Sinemalarda!

    Teaser Hakkında:

    Attığınız her gol kurşun olacak! Tuttuğunuz her top vatan müdafaası!

    Cumhuriyetimizin 100. Yılında;

    Milli Mücadele’yi…

    İşgal altındaki İstanbul’u…

    Anadolu’da başlatılan direnişi…

    Mustafa Kemal Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü ziyaretiyle ateşlenen,

    yorgun ve yoksul bir halkın spor müsabakaları ile zafere olan inancını gözler önüne seren,

    Ve Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen

    General Harington Kupası’nı eşsiz bir hikaye örgüsü ile beyazperdeye taşıyacak olan #ZaferinRengi sinema filmi ilk teaser’ını yayınladı!

    #ZaferinRengiFilmi #ANSProduksiyon #EvrenselProductions #ZaferinRengi

    Teaser Kısa Hikaye

    “Yıl 1918. İşgal altında bir İstanbul. Yorgun, yoksul, esir bir halk. Fenerbahçe’nin kurucularından ve ilk kaptanlarından Galip Kulaksızoğlu cepheden döndüğünde, geleceğe, futbola ve vatanın kurtuluşuna dair tüm umutlarını yitirmiş bir Türk gencidir. Galip’i dönüştüren kuvvet, Çanakkale Savaşı’nın kahraman kumandanı Mustafa Kemal Paşa olacaktır.

    Mustafa Kemal Paşa Fenerbahçe kulübünü ziyaretinde, gençlere Fenerbahçe’nin misyonunu gösterir. Bu misyon, futbolun insanlar üzerindeki kenetleyici etkisini kullanarak halka moral aşılamak ve milli şuur ve birliği güçlendirmektir. Fenerbahçe, düşman kuvvetlerinin takımlarıyla oynadığı başarılı müsabakalarla halkın zafere olan inancını pekiştirirken, milli hareketin İstanbul’daki istihbarat ve lojistik ağı olan Mim Mim Cemiyeti ile yaptığı operasyonlarla da Anadolu’daki mücadeleye büyük katkılarda bulunur. İngilizlerin son bir zafer ihtimali olarak gördükleri Harington kupa maçını da kazanarak, ülkemize futbol tarihimizin en büyük zaferlerinden biri olan Harington Kupasını armağan eder…”


    Teaserdan Görüntüler


    Tarih Danışmanı Prof. Dr. Vahdettin Engin

    Zaferin Rengi Filmi

    Sabri Toprak Rolünde Nejat İşler

    Zaferin Rengi Filmi

    Çekimlerin Son Gününden


    Pelin Uluksar’dan


    Fenerbahçe Kulübü’nün Seti Ziyareti

    Fenerbahçe Başkanı Ali Y. Koç

    “Zaferin Rengi” Film Setini Ziyaret Etti

    Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Ali Y.Koç ve Yönetim Kurulu Üyeleri geçtiğimiz günlerde 16 Şubat’ta vizyona çıkacak olan Zaferin Rengi filmin Kocaeli’ndeki setini ziyaret etti.

    Başkan Ali Y. Koç, Genel Sekreter Burak Çağlan Kızılhan, Yönetim Kurulu Üyeleri Simla Türker Bayazıt ve Selahattin Baki ile Yönetim Kurulu ve Başkan Başdanışmanı Mümtaz Karakaya’nın, yönetmen Abdullah Oğuz ve oyuncularla bir araya geldiği ziyarette film için özel olarak dokutulan ve dönemin Fenerbahçe formasını birebir yansıtan formalar kulüp yönetimine hediye edildi.

    Ziyaret sonrası; General Harington Kupası karşılaşması için tarih okuması yapılarak birebir gerçeğine uygun şekilde inşa edilen Fenerbahçe eski kulüp binası başkanlık ofisinde konuşan Ali Y. Koç:

    Biz bu filmin çok başarılı olacağına ve Fenerbahçe taraftarlarının da bu filme ciddi anlamda sahip çıkacağına inanıyoruz çünkü çok az camiaya nasip olur böyle bir hikâye…

    Ali Koç yaptığı konuşmada, “Biz çok etkilendik. İnşallah 16 Şubat’ta filmimiz vizyona girecek. Ondan önce galalarımız olacak; hem İstanbul’da hem Almanya’da. Biz tutacağına çok inanıyoruz. Çok mesai harcandı, çok emek harcandı, çok para harcandı. Sabırla ve metanetle bu noktaya gelindi. Biz bu filme çok inanıyoruz. Yıllardır General Harington Kupası filmini yapmak için kulübe çok başvurular oldu. Ben yöneticiyken de başkanken de bunu yaşadım. Ama o veya bu nedenle bir şekilde hiçbir zaman gerçekleşmedi. Dolayısıyla Abdullah Bey’i ve ekibini ilk defa bu filmin hikâyesini filme dönüştürdükleri için tebrik etmek istiyorum. Camiamız adına da teşekkür etmek istiyoruz. Biz bu filmin çok başarılı olacağına inanıyoruz. Fenerbahçe taraftarlarının da bu filme ciddi anlamda sahip çıkacağına inanıyoruz çünkü çok az camiaya nasip olur böyle bir hikâye. Hatırlatmak gerekirse, biz bu Cumhuriyetin, bu genç ülkenin önce kurtuluşunda sonra kuruluşunda çok önemli vazifeler icra etmiş bir camianın evlatlarıyız. Bizim hikâyemiz çok. Bu Cumhuriyet için de çok, bu ülke için de çok. Söz konusu Atamız ise orada da hem tarihte belge, bilgi ve olay olarak pek çok anekdot var. Biz Fenerbahçeliler hiçbir zaman ‘Atatürk Fenerbahçe’yi tutuyor.’ demiyoruz, buna inansak dahi. Ne diyoruz? ‘Atatürk’ün kimi tuttuğu değil, kimin Atatürk’ün yolundan yürüdüğü önemlidir.’ Bu camia kurulduğundan beri başında kim olursa olsun, yönetimde kim olursa olsun bir gram dahi bundan şaşmamıştır. O yüzden Harington Kupası’nın olayı, tarihi bizle özdeşleşmesi çok önemli. Zaten Atamız Fenerbahçe’ye duyduğu duygu ve düşünceleri bizzat kulübümüze gelerek kulübün anı defterine kendi elleriyle yazmıştır.” ifadelerini kullandı.

    Genel Sekreter Burak Çağlan Kızılhan: Dört gözle 16 Şubat’taki galayı bekliyoruz…

    Genel Sekreter Burak Çağlan Kızılhan, “Ben de sizlerle tanıştığım için gurur duyuyorum. Abdullah Bey’le kulüpte konu hakkında ilk toplantıyı yaptığımızda onun hayal ettiği filmin bu kadar fazla insanla ve bu kadar gerçeğe yakın platformda olacağını tahmin etmiyordum. İki defa set ziyaretinde bulundum. Biz de dört gözle 16 Şubat’taki galayı bekliyoruz. Çok güzel bir film oluyor. Ellerinize sağlık.” dedi.

    Yönetim Kurulu Üyelerinden Selahattin Baki: İzleyenler çok duygulanacaklar, unutulmuşu hatırlayacaklar…

    Yönetim Kurulu Üyelerinden Selahattin Baki de ziyarette çok duygulandığını şu sözlerle belirtti: “Duygulanmamak elde değil. Zamanda yolculukta gibiyiz. Müthiş olmuş. İzleyenler de çok duygulanacaklar, unutulmuşları hatırlayacaklar. Başkanımıza, bütün camiamıza, Abdullah Bey’e bütün oyuncu kadrosuna teşekkür ediyorum. Var olsunlar. Buradaki ortamı görünce, tarihi gerçekleri bir kere daha hatırlayınca şunu görüyorsunuz; Fenerbahçeli Türkler söz konusu vatan olduğu zaman savaşacak kadar genç, ölecek kadar yaşlı yaşamayı bir hayat felsefesi haline getirmişler. Bu da bizi çok özel kılıyor. İyi ki Fenerbahçe var. Ne mutlu Türküm diyene.”

    Yönetmen Abdullah Oğuz: Çok epik, büyük bir hikâye çıkıyor. Bu filme gitmek her Fenerbahçeli için bir görev…

    Filmi beyaz perdeye aktaran yönetmen Abdullah Oğuz ise, “Ben de teşekkür ediyorum. İnandınız, geldiniz, bütün desteğini verdiniz. Bu destek olmasaydı zaten hayata geçiremezdik. Mahçup olmamak için elimizden geleni yapıyoruz. Bir sürü şeyi kendimiz yaptık. Taksim Stadı’nı yaptık. Çok zor. Yorgun hissediyorum ama çok güzel bir iş yaptık. Şampiyonlar Ligi gibi bir kadroyla çalıştık. Kamera arkası tüm ekip çok profesyonel. Bu filme gitmek her Fenerbahçeli için bir görev. Aynı zamanda bu bir direniş filmi. Bir de bu filmin bir birleştirici tarafı var, onu da seyrettiği zaman herkes görecek.” diye konuştu.

    Filmin oyuncuları ve set ekibi, Başkan Ali Y. Koç ve Yöneticilerimizi Fenerbahçe tezahüratlarıyla uğurladı.

    “Zaferin Rengi” 16 Şubat’ta Sinemalarda!

    Yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu ZAFERİN RENGİ, oyunculukları, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla bir dönem filmi olarak içinde geçen zamanı, tüm gerçekliği ile perdeye taşınacağının sinyallerini veriyor.

    Zaferin Rengi, eşsiz dostluklar, benzersiz bir aşk ve tarihe damga vurmuş bir spor müsabakasının nefes kesen hikayesini; 1918 – 1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, düşman kuvvetlerine karşı örgütlenerek Anadolu’da başlatılan eşsiz bir direnişi, Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen General Harington Kupası efsanesinin etrafında kurgulayarak beyazperdeye taşıyacak.

    Birlik, Spor ve Aşk’la Kazanılan Bir Zaferin Kahramanları

    Filmin ana kahramanı, Fenerbahçe’nin kurucu üyesi ve efsane kaptanı Galip Bey’i canlandıracağı yeni neslin yetenekli oyuncularından Kubilay Aka ve Peyker rolünde yer alan Gülper Özdemir’in yanı sıra filmde; ekranların ve sinemanın güçlü oyuncularından Nejat İşler (Sabri Toprak), Timuçin Esen (Topkapılı Cambaz), Yiğit Özşener (Mustafa Kemal Paşa), Gonca Vuslateri (Vera) ve Birce Akalay (Halide Edib Adıvar) da dönemin sembol siyasetçilerine, aydınlarına, askeri figürlerine ve Türk futbol tarihinin kahraman sporcularına hayat veriyor.


    Enes Ulukır’dan


    Galip Kulaksızoğlu rolünde Kubilay Aka


    Fenerbahçe’nin Tarihine Tanıklık Etmiş Yapılar “ZAFERİN RENGİ” Filmi için Aslına Uygun Şekilde Yeniden İnşa Edildi.

    ZAFERİN RENGİ, PRODÜKSİYONU İLE TÜRK SİNEMA TARİHİNİN EN YÜKSEK BÜTÇELİ YAPIMLARI ARASINDA YER ALMAYA ADAY

    FILM İÇİN İNŞA EDİLEN KUŞDİLİ LOKALİ – PAPAZIN ÇAYIRI VE TAKSİM STADYUMU’NUN ESKİ VE YENİ HALLERİNDEN GÖRÜNTÜLER YAYINLANDI

    16 Şubat’ta vizyona girecek olan ve sezonun en iddialı sinema filmleri arasında olmaya aday ZAFERİN RENGİ filmi için, geçmişin muazzam hatırasına bir saygı duruşu olarak Fenerbahçe’nin tarihine tanıklık etmiş mekanları film çekimleri için aslına uygun yeniden inşa edildi.

    Filmde ana hikayenin geçtiği ve bir dönemin tarihine tanıklık etmiş 3 özel mekanın fotoğrafları ile orijinaline uygun şekilde inşa edilen yeni mekanların görüntülerini yayınlayan filmin yapımcıları ANS Prodüksiyon ve Evrensel Productions; döneme uygun mobilya ve aksesuarların bulunması, satın alınması, kiralama işlemleri ile mekan inşası için beş ay boyunca elli kişilik bir sanat ekibi ve teknik ekibin çalıştığını belirtirken, İzmit Seka Platosu’nda 20.000 metrekarelik bir alana Papazın Çayırı, Topçu Kışlası/Taksim Stadı, Kuşdili Lokali/Fenerbahçe Kulüp Binası ve Gülistan Gazinosu’nun sıfırdan aslına uygun bir şekilde yeniden inşa edildiğinin altı çiziyor.


    Zaferin Rengi, sadece hikayesi, kadrosu ve oyunculukları ile değil; 1914-1932 yılları arasında Fenerbahçe’ye “Kulüp Binası” olarak hizmet veren “Kuşdili Lokali – Fenerbahçe Kulüp Binası”, günümüzde Fenerbahçe Stadyumunun yer aldığı, 130 yıldır binlerce maça ev sahipliği yapan Papazın Çayırı ve son olarak 1922’de Fenerbahçe’nin zaferin rengini İstanbul’un bir yakasından diğerine taşımak için maça çıktığı tarihi boyunca pek çok unutulmaz ana tanıklık etmiş olan Taksim Stadı’nı film boyunca eşsiz bir gerçeklikle izleme şansını da sunacak.

    ESKİ ve YENİ HALLERİ YAYINLANAN BU ÜÇ MEKANIN TARİHİ HAKKINDA

    KUŞDİLİ LOKALİ-FENERBAHÇE KULÜP BİNASI:

    3 Mayıs 1918 Cuma günü, tarihin en müthiş mutluluğuna sahne oldu. Kulüpten ayrılırken “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler temenni ederim” diyen Mustafa Kemal Paşa’nın sözünü emir telakki eden Fenerbahçeliler başarıdan başarıya koştular. Fenerbahçe’ye 1914-1932 yılları arasında “Kulüp Binası” olarak hizmet veren “Kuşdili Lokali”, 5-6 Haziran 1932 akşamı korkunç bir yangın felaketine kurban gitti… Fenerbahçe’ye 18 sene boyunca kulüp binası olarak hizmet veren Kuşdili Lokali’nin resmî açılışı, 1914 yılının Mart ayında kalabalık bir davetli kitlesi huzurunda yapıldı. Dönemin Fenerbahçe Başkanı, Bayındırlık Bakanı Mehmet Hulusi Bey’di. O gün orada bulunanlar arasında devlet erkânında isimlerin yanı sıra, Hamit Hüsnü Kayacan, Salah Cimcoz ve Ahmet Rasim gibi dönemin meşhur simaları da vardı.

    PAPAZIN ÇAYIRI:

    Papazın Çayırı; daha sonraki adlarıyla Union Club, İttihat Spor Meydanı ve sonunda günümüzde Fenerbahçe Stadyumu’nun olduğu bölgedir.

    TAKSİM STADYUMU:

    Takvimler Ağustos 1922’yi gösteriyor… Fenerbahçe de zaferin rengini İstanbul’un bir yakasından diğerine taşımak için Taksim Stadyumu’na çıkar. 13 Ağustos 1922’de başlayan galibiyet serisi 29 Haziran 1923’e, Harington Kupası’na uzanacaktır… Milli Takım, tarihindeki ilk milli maçı Taksim Stadı’nda 26 Ekim 1923 günü Romanya’yla yapmıştı.

    **TAKSİM STADI’NIN UNUTULMAYAN ANLARI**

    *1921’de Taksim Stadı’nın avlusuna kurulan ringde ilk resmi boks müsabakaları gerçekleşti.

    *1921’de sekizer kişiden oluşan takımlar arasında ilk halat çekme müsabakaları yapıldı.

    *1925’te Taksim Stadı’ndaki atletizm pisti, Türkiye’nin ilk bisiklet pist yarışlarına sahne oldu.

    “ZAFERİN RENGİ” 16 ŞUBAT’TA SİNEMALARDA

    Abdullah Oğuz’un yönetmen koltuğunda oturduğu Zaferin Rengi, eşsiz dostluklar, benzersiz bir aşk ve tarihe damga vurmuş bir spor müsabakasının nefes kesen hikayesini; 1918-1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, düşman kuvvetlerine karşı örgütlenerek Anadolu’da başlatılan eşsiz bir direnişi, Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen General Harington Kupası efsanesinin etrafında kurgulayarak beyazperdeye taşıyacak.

    Filmin ana kahramanı, Fenerbahçe’nin kurucu üyesi ve efsane kaptanı Galip Bey’i canlandıracağı yeni neslin yetenekli oyuncularından Kubilay Aka ve Peyker rolünde yer alan Gülper Özdemir’in yanı sıra filmde; ekranların ve sinemanın güçlü oyuncularından Nejat İşler (Sabri Toprak), Timuçin Esen (Topkapılı Cambaz), Yiğit Özşener (Mustafa Kemal Paşa), Gonca Vuslateri (Vera) ve Birce Akalay (Halide Edib Adıvar) da dönemin sembol siyasetçilerine, aydınlarına, askeri figürlerine ve Türk futbol tarihinin kahraman sporcularına hayat veriyor.



    Kuşdili Lokali

    Union Club / İttihat Spor Sahası

    Taksim Stadyumu


    İşgal Yılları İstanbul’unun Tarihe Yön Veren Karakterleri Zaferin Rengi Filminde

    Kurtuluş Şavaşına giden yolda Anadolu’da başlatılan direnişin ana karakterlerinden Yüzbaşı John G. Bennett’e yetenekli oyuncu Yılmaz Adam Bayraktar hayat verdi.

    1918-1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda geçen hikayesi ve Anadolu’da başlatılan direnişin, her biri birbirinden ilginç hikâyeye sahip karakterlerinin yer aldığı ZAFERİN RENGİ filminde, Mustafa Kemal’in Samsun’a yolculuğu için vize veren, işgal gücü askeri Yüzbaşı John G. Bennett karakterine yetenekli oyuncu Yılmaz Adam Bayraktar hayat verdi.

    Almanya’da doğup büyüyen ve oyunculuk eğitimini Almanya’da tamamlayıp kariyerine üç dilde Avrupa ve Türkiye’de devam eden Yılmaz Adam Bayraktar’ın canlandırdığı John G.Bennet; 1919 yılında İstanbul’da İngiliz kuvvetlerinde istihbarat subayı olarak çalışmış, 16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a yolculuğu için vize vermesiyle tarihin akışında kilit bir rol oynamıştır. Bennet, çok iyi derecede Türkçe konuşabilen, Türkiye, Türkler ve tasavvuf üzerine büyük bir bilgi birikimine sahip İngiliz bilim adamı, yazar ve düşünür olarak tanınmaktadır.

    Bu rol için seçmelere katılan Yılmaz A. Bayraktar; ‘Canlandırdığım Bennet karakteri çok enteresan bir karakter, ben onunla şahsen tanışmak istemezdim. Kendisi aslında filozof, matematikçi, yazar. 1918 Fransa’da bir motor kazası geçiriyor ve bir süre komada kalıyor. Komadan çıktıktan sonra da ölümü yendiğini zanneden bir insan.

    Kazadan 1 ay sonra İngiltere’den Türkiye’ye gönderiliyor. Türkçe’ye çok da hâkim. Bennet’i tanımak için orijinal kayıtlarını dinlediğimde “gerçekten o kelimeyi nerden biliyor, nasıl bir kelime yani” dediğim çok anlar oldu. Filmin seçmeleri sürecinde önüme gelen karakter tanıtımı dosyasında fotoğrafını gördüğümde de benim gençlik yıllarıma çok benzediğini gördüm, bu rolü alacağım dedim ve aldım.’ yorumunda bulunuyor.

    Yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu ZAFERİN RENGİ, oyunculukları, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla bir dönem filmi olarak içinde geçen zamanı 16 Şubat’ta tüm gerçekliği ile perdeye taşımaya hazırlanıyor.

    ZAFERİN RENGİ 16 Şubat’ta Sinemalarda!

    #ZaferinRengiFilmi #ANSProduksiyon #EvrenselProductions #ZaferinRengi

    John G. Bennett Kısa Biyografi

    John Godolphin Bennett İngiliz bilim adamı, matematikçi ve düşünür. 8 Haziran 1897’de Londra’da doğdu. Asya dilleri ve dinleri üzerine incelemelerle bilimsel araştırmaları bütünleştiren çalışmalarıyla tanındı. 1919 yılında İstanbul’da İngiliz işgal kuvvetlerinde istihbarat subayı olarak çalıştığı sırada, 16 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal’e Samsun yolculuğu için vize vermesiyle birlikte Türkiye, Türkler ve tasavvufa ilgisi başladı. Ömrü boyunca Orta Asya’dan Güney Afrika’ya kadar pek çok bölge ve ülkede gezen Bennett, bu yolculuklarında, içlerinde Türk mutasavvıfların da yer aldığı, az tanınan ama önemli manevi önderlerle tanıştı. 1920’lerde tanıştığı Gürciyev ve Uspenski, Bennett’in ruhsal arayışında yol gösterici kişiler oldular. Büyük ölçüde Gürciyev’in etkisiyle Dördüncü Yol adını verdiği bir manevi gelişme öğretisi geliştiren Bennett, 13 Aralık 1974’te öldü. Bennett’in Gurdjiyeff: Büyük Bir Gizem, Ne İçin Yaşıyoruz? Yeni Çağ Toplumunun İhtiyaçları ve Kutsal Tesirler gibi birkaç kitabı Türkçeye çevrilmiştir.


    Fenerbahçe’nin Reisi Nejat İşler!

    İşgal Yılları İstanbul’unun Tarihe Yön Veren Karakterleri Zaferin Rengi Filminde

    İşgal altındaki İstanbul’da milli direnişin en büyük destekçilerinden, Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından ve dönemin önemli aydınlarından Mehmet Sabri Toprak’a usta oyuncu Nejat İşler hayat verdi

    1918-1923 yılları arasında yaşanan gerçek olaylara dayanan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğine büyüyen milli mücadeleye destek için İstanbul’da oluşan yapılanma ve mücadeleyi spor üzerinden farklı bir anlatımla izleyiciye sunacak olan ZAFERİN RENGİ filminde, Fenerbahçe’nin başkanı Mehmet Sabri Toprak karakterine usta oyuncu Nejat İşler hayat verdi.

    Nejat İşler’in canlandırdığı Mehmet Sabri Toprak; İttihat ve Terakki Partisi’nin önemli simaları arasındaydı. Bosna’daki doğumundan kısa bir süre sonra ailesiyle Turgutlu’ya göç eden Sabri Bey, her senesini sınıf birincisi olarak bitirdiği Darüşşafaka’dan Posta ve Telgraf Bakanlığı’na memur olarak atandı ve Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) hukuk eğitimine devam etti. “Telgraf Mektebi Müdürü” iken 1912 yılında, Saruhan milletvekili olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na girdi. Fenerbahçe ile yolu, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce kesişen Sabri Toprak, 1915 yılından 1934’e kadar, tam 19 sene kulübün Genel Başkanlığı görevini yürüttü. İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesinin ardından, dönemin birçok vatanperver aydın, asker, bürokrat ve siyasetçisiyle birlikte, Malta Adası’na sürgüne gönderildi. Tutuklanmasına Kadıköy halkı “İşgal Kuvvetleri Karargâhına ve Damat Ferit’e kadar ulaşan” büyük bir tepki vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından, bir dönem Ziraat (Tarım) Bakanlığı yapmış, Türkiye’de tarımın gelişmesine de büyük katkılarda bulunmuş önemli bir isim olmuştur. Hayatı boyunca kazancının yarısını yetimlere bakmaya ayıran Sabri Toprak, Atatürk’ü Fenerbahçe Kulübü’ne getirmesinden 20 sene sonra, 16 Şubat 1938 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki kabri, Ali Koç’un başkanlığı döneminde, 1907 Fenerbahçe Derneği tarafından restore edildi.

    16 Şubat’ta vizyona girecek olan ve yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu, ZAFERİN RENGİ filmi, oyunculukları, dekor, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla da izleyiciyi bir asır öncesinin İstanbul’una geri götürecek.


    Milletin Fenerbahçesi


    Film Ekibi

    Görevi / Rolüİsimler
    YönetmenAbdullah Oğuz
    Görüntü YönetmeniGhasem Ebrahimian
    İdari YapımcıSerdar Şen
    Tarih DanışmanıProf. Dr. Vahdettin Engin
    Askeri DanışmanErhan Çavdaroğlu
    Fenerbahçe Tarihi DanışmanıBarış Eymen
    Mustafa Kemal AtatürkYiğit Özşener
    Sabri ToprakNejat İşler
    Topkapılı Cambaz MehmetTimuçin Esen
    Galip KulaksızoğluKubilay Aka
    Peyker HanımGülper Özdemir
    Nasuhi Esat BaydarBora Cengiz
    Elkatipzade Mustafa BeyHasan Elmas
    Şekip KulaksızoğluBerke Gündem
    Hasan Kamil SporelSüleyman Yaşar Sucuoğlu
    Cafer ÇağatayMustafa Sarıtaş
    Kadri GöktulgaFurkan Ali Yetimoğlu
    İsmet UluğGürdal Tak
    Fahir YeniçayEray Erdem
    Ömer TanyeriYiğithan Uras
    Sabih ArcaTaylan Meydan
    Bedri GürsoyBatuhan Uygul
    Zeki Rıza SporelEnes Ulukır
    Alaaddin BaydarDoğan Can Sarıkaya
    İsmet İnönüBedir Bedir
    Rauf OrbayEngin Hepileri
    Halide Edip AdıvarBirce Akalay
    Şehzade Ömer Faruk Efendi
    Cevat Abbas Gürer
    VI. Mehmed (Vahdettin)Ruhi Sarı
    Emirzade Arif BeyLorin Merhart
    Karnik ArslanyanErkan Baylav
    Münir Nurettin Selçuk
    Hikmet Topuzer
    Ethem Bellisan
    Kenan Or
    Ali Naci KaracanSercan Gülbahar
    Ali Sami YenEmircan Kahyeri
    Galatalı HamdiCihan Demir
    Kulaksız zade Mustafa BeyArif Pişkin
    SalihBurak Can Aras
    YusufAyaz Çoban
    Charles HaringtonDavid Masterson
    John Godolphin BennettYılmaz Bayraktar
    AaronSoner Ciliv
    CoxMiro Gerede Erkaya
    Nesrin HemşireBüşra Şensoy
    EleniŞeyma Peçe
    MariPelin Uluksar
    VeraGonca Vuslateri
    Galatasaraylı FutbolcuBaturalp Kaya
    Galatasaraylı FutbolcuMelihcan Kabael
    Galatasaraylı FutbolcuSemih Kudun
    Galatasaraylı FutbolcuÖmer Çetinkaya
    Galatasaraylı FutbolcuAhmet Hasan Uydalı
    Galatasaraylı FutbolcuOğuzhan Kaagan
    Galatasaraylı FutbolcuArda Binici
    Galatasaraylı FutbolcuFurkan Berk Yalçın
    Galatasaraylı Futbolcuİbrahim Temel
    Galatasaraylı FutbolcuKerem Yıldırır
    İngiliz FutbolcuYasin Telek
    İngiliz FutbolcuMurat Aldırmaz
    İngiliz FutbolcuEmirhan Subaşı
  • Türk Futbolunun İdari Tarihçesi

    Türk Futbolunun İdari Tarihçesi

    “1959 Öncesi Şampiyonluklar” konusunda, en başından beri “1959 Öncesini İnkar, Devleti İnkardır” noktasında duruyoruz. Aşağıda okuyacağınız Türk Futbolunun İdari Tarihçesi, bu tezimizi kanıtlayan bir derleme olarak tarihe geçiyor.

    Gerek Türkiye Futbol Federasyonu’nun kuracağı komisyon, gerek kulüplerimiz ve gerekse araştırmacılar; bu derlemeden istifade ederek, Fenerbahçe Spor Kulübü tarihçilerine dair tezlerin ne denli isabetli olduğunu tahlil etme imkanı bulacaktır.

    Şimdi tarihe bırakalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    1959 Öncesini İnkar, Devleti İnkardır

    Türk Futbolunun İdari Tarihçesi

    15 Nisan 1921

    “İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi” 269 maddelik son nizamname taslağı üzerinde çalışmaya başladı.

    “İşte, bu tarihlerde İsviçre’den tahsilden dönen Galatasaray’ın eski futbolcularından Yusuf Ziya Öniş, beraberinde getirdiği İsviçre Spor Teşkilatı nizamnamesini Galatasaray kulübünün 1 numaralı kurucusu Ali Sami Yen, Anadolu kulübünden Burhanettin Felek ve Fenerbahçe kulübü kurucularından Nasuhi Baydar ile beraber tercüme ederek 20 maddelik bir tüzük meydana getirmişlerdir” (San, Ünsi ve Var) “…

    “20 maddelik yönetmeliğin yetmeyeceği, “ayrıca kurulması düşünülen teşkilatın yalnız futbol değil, yapılan bütün spor dallarını kapsamasının da ön plana alınmasının zorunlu olduğu anlaşılmıştır.” (Ertuğ)

    20 Haziran 1921

    Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Baron Pierre de Coubertin, Lozan’dan Selim Sırrı Tarcan’a yazdığı mektubunda şöyle diyordu:

    “Aziz meslektaşım; Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin son toplantısında Türkiye temsilcisi olarak yeniden aramıza katılmanızı rica etmekle görevlendirildim. Koşullar, görevinizi bir süre kesintiye uğratmış olsa da herkesin belleğinde yer etmiş bulunan kişisel dostluk duygularında hiçbir eksilme olmamıştır. Bu mektubu en içten duygularımla birlikte bunun güvencesi olarak kabul etmenizi rica ederim.”

    27 Kasım 1921

    İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi’nin Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı tüzel kişiliğine esas olacak nizamnamesi Dâhiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) onayına sunuldu.

    İİHM’nin kuruluş amaçları, kısaca, “Türkiye’deki beden eğitimi ve spor işleriyle spor kulüplerine yardım etmek, üye kulüpler arasındaki ilişkileri kurala bağlayıp düzenli-dostça yürümesini sağlamak, yeni sporcuların yetişip yeni kulüplerin kurulmasına önayak olmak, her türlü spor, beden terbiyesi ve idman faaliyetini idare, teşvik, himaye ve tensip ve Türk idmancılığını dâhilde ve hariçte tam salahiyetle temsil etmektir.”

    22 Mayıs 1922

    İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı adıyla tüzel kişilik kazandı.

    İİHM, doğal gelişme süreçleri içinde, tescil işlemlerinin bittiği 22 Mayıs 1922 tarihinde, yerini, Cemiyetler Kanunu’na göre kendisi de tüzel kişi olan ve bu yönüyle Türkiye’nin ilk biçimsel spor yönetimi olarak beliren “federatif” nitelikteki TİCİ’ye bırakmıştır.

    25 Haziran 1922

    ‘Milli Olimpiyat Cemiyeti’ yerine ‘Kaim Cihan Müsabakalarına İştirak Cemiyeti’ kuruldu.

    Gerçek anlamda Türkiye’nin ilk ulusal olimpiyat komaitesi olan ve yürürlükteki dernekler hukuku hükümlerine göre özel hukuk tüzel kişisi olarak kurulan örgütün Reis-i Fahrîsi Şehzade Abdurrahim Efendi, Reis-i Hamîsi Şehzade Ömer Faruk Efendi, Reis-i Aslîsi Ziraat Müdür-ü Umumîsi Hasip Bey, Reis Vekiller Pertev Paşa ve Kemal Paşa, üyeleri Celal ve Dr. Server Kamil Beyler, saymanı Abidin Bey, veznedarı Ahmet Vefik Bey, merkezi İstanbul, faaliyet sahası ise bütün Türkiye olarak belirlendi.

    Türkiye’nin 1924 Olimpiyatları’na katılabilmesi için hükümetten istenen yardımın tutar ve gerekçelerini açıklayan ve Ali Sami Yen ile Selim Sırrı Tarcan’ın ortak imzalarını taşıyan mektup için:

    “14 Teşrinisani ve 613/110 Numaralı Lütufnameleri ile Talep Olunan Malumatın Berveçh-i Zir Arzı” (TMOK Arşivi)

    14 Temmuz 1922

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, Fenerbahçe kulübü binasında ilk toplantısını yaptı. Bu toplantıda ilk heyet-i merkeziye oluşturuldu.

    31 Temmuz 1922

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın genel merkez toplantısında cemiyetin ilk başkanı olarak Ali Sami Yen ve öteki Meclis-i İdare üyeleri seçildi.

    24 Ağustos 1922

    TİCİ Meclis-i İdaresi, geçici atletizm, güreş ve futbol encümenleri (federasyon) oluşturmuş, başkanlıklarına ise sırayla kendi başkan yardımcıları Burhan Felek ve Ali Seyfi’yle, üye Yusuf Ziya Öniş’i getirmiş, encümen üyelerinin de encümen başkanlarınca TİCİ Meclis-i İdare üyeleri arasından seçilmelerini öngörmüştür.

    1 Kasım 1922

    Türkiye İdman Mecmuası dergisinde yayınlanan bir yazıdan:

    “Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesiyle, yalnız İstanbul’da yapılmakta olan spor türlerinin bütün Anadolu’ya yayıldığını, sırasıyla Ankara, İzmir, Rize, Trabzon, Konya, Mersin, Adana, Zonguldak, Sivas, Erzurum, Samsun, Bursa, Balıkesir, Eskişehir, Edirne’de 1922 yılı sonlarında yapılmaya başlandığını öğrenmekteyiz. Bu suretle spor türleri bütün yurtta yayılmakta ve dolayısıyla yalnız İstanbul’un dar bir bölgesi içinde sıkışıp kalarak örgütlenmiş TİCİ’nin genişletilmesi ve bölgeleri içine alacak duruma getirilmesi görüşü çoğunluk kazanmaktadır.” (Çeki – 1 Kasım 1922)

    10 Kasım 1922

    TİCİ Genel Merkezi, Ekim ayının başında yapması gereken üçüncü toplantısını yaptı.

    “Cuma günü Fenerbahçe kulübünde yapılan toplantı beş saatten fazla sürmüştür. Bu toplantının yalnız futbol federasyonunun çalışması konusundaki tartışma ile geçtiğini öğrenmekteyiz. Bu suretle de yalnız bir Futbol Federasyonu kimliği altında çalışmalarını sürdürmektedir.” (Çeki – 1 Kasım 1922)

    15 Ocak 1923

    FIFA, Türkiye’nin “nizamname-i dahilisine tevfikan” Türkiye’nin muvakkaten kabul olunduğunu kongrede keyfiyet-i kabulün mevki-i müzakereye konulacağını bildirdi.

    16 Şubat 1923

    TİCİ’nin 1923 Nizamnamesi düzenlendi.

    “İşbu teşkilat-ı umumiyeyi ihzar, ikmal ve tatbik eylemek üzere, en eski idman cemiyetleri murahhasları ve en maruf Türk idman mütehassıs ve muallimlerinin iştirakiyle 1340 (1924) senesi umumi kongresi toplanana kadar umumi kongre salahiyetini haiz” bir Heyet-i İhzariye kuruldu ve eski yönetim kurulunun bu geçici heyet olarak görevde kalması kararlaştırıldı.

    Nizamname “Türkiye’nin aksam-ı memalikinde” (Madde 1) örgütlenilmesini öneriyor ve idman mıntıkalarını “memleketin vaziyet-i coğrafiye ve iklimiye, vesait-i nakliye ve teşkilat-ı mülkiyeye göre tefrik edilen hudutlar dahilinde (Madde 4) kuruyordu.

    16 Mart 1923

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı yeniden örgütlendi.

    13 Nisan 1923

    Şehzadebaşı’nda Letafet Apartmanı’nda Kumkapı kulübünde yapılan toplantıda Türkiye Futbol Federasyonu kuruldu.

    21 Mayıs 1923

    Cenevre’de yapılan toplantıda Türkiye Futbol Federasyonu’nın FIFA üyeliği onaylandı.

    2 Ocak 1924

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) kararnameleriyle hem “kamu yararı gözeten dernek” statüsü edindi, hem de Türkiye’yi dışarıda temsil etmeye hükümetçe yetkili kılındı.

    4 – 12 Eylül 1924

    Birinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.

    5 – 12 Eylül 1924

    TİCİ 1. Kongresi, Ankara’da Türk Ocağı’nda toplandı.

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk “Hamî” Başkanlığı, Başbakan İsmet İnönü ise “Fahrî” Başkanlığı kabul ettiler.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Kongreye Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Canik (Samsun), Edirne, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Karesi (Balıkesir), Kocaeli, Konya ve Trabzon “şehir” mıntıkaları katılırken, ordu mıntıkalarından Harbiye ve Bahriye de temsilci göndermişti.

    Federasyonların kuruluş ve ikamet kararları alındı. İşbu Federasyonların 1928 Olimpiyatları hazırlığına şimdiden başlaması kararlaştırıldı. Yeni bölgeler kuruldu ve her sene Türkiye birincilik müsabakalarının farklı yerlerde düzenlenmesi kararı verildi.

    18 – 20 Eylül 1925

    TİCİ 2. Kongresi, Ankara’da Belediye Salonu’nda toplandı.

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk “Hamî” Başkanlığı, Başbakan İsmet İnönü ise “Fahrî” Başkanlığı kabul ettiler.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Açılış konuşmasını yapan Başbakan İsmet Paşa “Memleketimizde spor teşebbüsü henüz sizin idare etmekte olduğunuz son şekliyle birkaç senelik teşebbüs olmakla beraber az zamanda kat ettiğimiz mesafeler bu işi hususi teşebbüslerin hevesleri için vücuda getirdikleri ve mesul oldukları bir teşkilat haricine çıkarmış, memleketin hayat-ı umumiyesinde bütün mücadelâtında onu bir mevki sahibi etmiştir.” dedi.

    Türkiye birinciliklerinin bir arada olmayıp spor mevsimine göre yapılması kabul edildi.

    28 Eylül – 1 Ekim 1926

    TİCİ 3. Kongresi, Ankara’da toplandı.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Kongrenin açış konuşmasını yapan İsmet Paşa, TİCİ “yöneticileri ve kongre üyelerine, mıntıkaların ve federasyonların şikâyetlerinin yersiz olduğunu, her şeyin hükümetten beklenmemesi gerektiğini, hükümetin spora maddi-manevi desteğini verdiğini, hükümetin spor teşkilatına verdiği önem ve saygı derecesini kendilerinin de gösterdiği zaman daha iyi neticeler elde edileceğini, çünkü gençliğin Türk milletinin istikbali olduğunu bunun için çalışmalarda ciddi ve disiplinli olunması gerektiğini” belirtti.

    TİCİ’nin kongre temsilci heyetini kabul eden ve onlara oldukça uzun bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ise sözlerini şöyle bitiriyordu:

    “Sizi bana gönderen hassas insanlardan mürekkep gençlik cevvaliyetiyle vatan ve milliyet aşkıyla hal-i feveranda bulunan kongrenize teşekkür ederim. Sizi avdet ederken Türkiye İdman Cemiyetleri İttihadı’nın teşkiline badi bütün insanların güzel niyetlerine ve baria muvaffakiyetlerine müteşekkir olarak selamlarım. Sözlerimde işaret ettiğim ciddi muvaffakiyatı bana, hükümet-i cumhuriye ve cumhuriyetin sahib-i aslisi ve murakıbı olan büyük Türk milletine fiilen gösterebileceğiniz zamana büyük Türk milleti namına muntazır olduğum sözlerini son sözlerim olarak söylerim.”

    2 – 10 Eylül 1927

    İkinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Muhafızgücü şampiyon oldu.

    6 – 9 Eylül 1927

    TİCİ 4. Kongresi, Ankara’da Halk Fırkası merkezinde toplandı.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Kongrenin açılış konuşmasını yapan Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey; “spor faaliyetlerinin federasyon suretiyle teşekkülünü ve bir program dâhilinde faaliyet yapılmasını arzu ettiklerini, sporun memleketin hayati mesele olduğunu, Türk sporculuğunun diğer yıllara nazaran çok ilerleme gösterdiğini ve bu kongrenin eğitim, ordu, bahriye ve spor teşkilatlarıyla meşgul olacağı için diğer kongrelerden daha büyük önem arz ettiğini” belirtti.

    Bu kongrede nizamname değişikliğiyle, umumî kongrelerin bir yerine iki yılda bir toplanması, mahallî ve millî şampiyonlarla, heyet reislerinin müsabakaları ücretsiz izlemeleri hükme bağlandı.

    21 Mayıs 1928

    1246 sayılı “Türkiye’de Gençlik Teşkilatlarının Türk Vatandaşlarına Hasrı Hakkında Kanun” Resmî Gazete’de yayınlandı.

    Kanun metni şu şekildeydi:

    Madde 1) Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde gerek mekteplerde ve gerek mektep haricinde izcilik, keşşaflık, boyskotluk veya diğer nam ve unvan altında izcilik teşkilatı vücuda getirmek hakkı münhasıran Türk vatandaşlarına aittir.

    Madde 2) Birinci maddede zikredilen teşkilatı ecnebiler vücuda getiremeyeceği gibi bu kabil teşkilata ecnebi gençler dâhil olamazlar.

    Madde 3) Türk vatandaşlarından olanlar dahi birinci maddede zikredilen teşkilatı ancak Maarif Vekaleti’nin müsaadesiyle ve o vekaletin emir ve murakabesine tabi olmak vücuda getirebilirler.

    Madde 4) Bu kanun neşri tarihinden muteberdir. Madde 5) Bu kanunun ahkâmını icraya Dahiliye ve Maarif Vekilleri memurdur.

    2 – 8 Ocak 1931

    TİCİ 5. Kongresi, bir önceki kongreden 4 yıl sonra, Ankara’da Halk Fırkası merkezinde toplandı.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Bu kongrede alınan kararlardan bazıları;

    Genelkurmay, Maarif, Sağlık ve Harici Vekilliklerinden genel merkeze oy hakkı olmayan birer delege gönderilmesi ve bunların müşavir üye olarak alınması;

    Hokey, Boks, ve Tenis federasyonları iptal edilerek bu sporların şimdilik tatbik edilmekte oldukları bölge idman heyetlerine bırakılması;

    futbol, güreş, atletizm, denizcilik ve eskrimin birer federasyon olarak muhafaza edilmesi;

    Binicilik, atıcılık, uçuculuk, kızakçılık ve dalgıçlık gibi ordu sporları için, ordu sporları federasyonu namı altında bir federasyon kurulması ve sporcuların, spor turnelerinde gazete muhabirliği yapmamaları idi.

    20 – 25 Haziran 1932

    TİCİ 6. Kongresi, Ankara’da Halkevi’nde toplandı.

    Merkezi umumî, bu toplanışında İstanbul mıntıkası ile Futbol Federasyonu arasındaki ihtilafı da inceledi ve kongrede bulunan müfettişlerin raporunu, Futbol Federasyonu başkanının izahatını ve İstanbul mıntıkası merkez heyeti reisi Orhan Beyin konuya ilişkin raporunu dinledi.

    Meselenin incelenip karar verildiği son toplantıda, kendisiyle alakalı olduğu için hakem durumunda bulunmasının uygun olmayacağından Futbol Federasyonu Başkanı Hamdi Beye toplantıdan çıkması rica edilmiş, o da bunun üzerine salondan çıkmıştır.

    Kongrede bir konuşma yapan Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Recep Peker; “Partinin spor işleriyle ve sporculukla fevkalâde alakadar olduğunu, spora maddi-manevi her türlü desteği verdiğini, sporculuğun esaslı bir şekilde tanzim ve teşkilinin zaruri olduğunu, hükümetin spora bu sene önceki senelerden daha fazla para tahsis ettiğini, profesyonelliğe karşı olduklarını ve bunun için her türlü girişmeleri reddettiklerini, Türkiye birinciliklerini önümüzdeki sene yapacaklarını, kulüplerin, sporcuları kendi menfaatleri için değil millet için yetiştirmesi gerektiğini” belirtti.

    Bu kongrede federasyon seçimleri de tartışmalı geçti. Eski federasyon başkanları ve erkanından hiç biri vazife kabul etmek istememiş, bütün ısrarlara rağmen şiddetle reddetmişlerdi. Fakat neticede gene onlar seçilerek bir emrivaki karşısında bırakıldılar.

    7 – 10 Ekim 1932

    Üçüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. İstanbulspor şampiyon oldu.

    13 Ekim – 10 Kasım 1933

    Dördüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    25 – 28 Ekim 1933

    TİCİ 7. Kongresi, Ankara Spor Salonu’nda toplandı.

    Kongre heyeti umumiyesi; Cumhuriyetin 10uncu yıl dönümü nedeniyle Bursa’da yapılamayan Türkiye futbol birinciliğinin gelecek sene Bursa’da yapılması kararlaştırıldı. Federasyonların raporlarını inceleyen komisyonun “beş sene müddetle Türkiye birinciliği yapmayarak bu paranın mıntaka sahalarına tahsisi” hakkındaki teklifi kabul etmedi.

    12 – 29 Ekim 1934

    Beşinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    24 Ağustos – 8 Eylül 1935

    Altıncı Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    13 – 18 Nisan 1936

    TİCİ 6. Kongresi, Ankara’da Halkevi’nde toplandı. Kongrenin son gününde, voleybol ve basketbol federasyonlarının kurulmasına ve cezaların affına, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı namı altında 14 yıl faaliyet gösteren bu teşkilatın nizamnamesinin maksadı temine kâfi gelmediği için yeni icaplara göre hükümler taşıyan bir nizamname ile teşkilat 18 Nisan 1936 tarihinden itibaren adının “Türk Spor Kurumu” olarak değiştirilmesine karar verildi.

    “Türk Spor Kurumu, ‘yarı-resmî niteliğine ve CHP parti örgütünün parçası olmasına karşın, dernekler hukuku hükümlerine göre son kurultayında adını Türk Spor Kurumu olarak değiştirmiş bir ‘özel hukuk tüzel kişisi’, bu yönüyle de Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın yasal devamıdır.” (Kurthan Fişek)

    29 Haziran 1936

    Türk Spor Kurumu Dergisi yayın hayatına başladı.

    İlk sayıda yayınlanan “Maksadımız” başlıklı yazıda şöyle deniyordu:

    “Bu sene sekizinci kongresini akdeden “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı,,, nizamnamesini yeni esaslara göre değiştirerek ismini de [Türk Spor Kurumu] na tahvil etmiştir.Bu yeni esaslara göre Türk Spor Kurumu; Yurdu kurtaran Ulu Önder Kamâl Atatürk’ün cumuriyet ve istiklalimizi kendisine tevdi etmiş olduğu Türk Gençliğini, ruhi ve manevi bakımdan olduğu kadar bedeni ve maddi bakımdan da bu değeri ölçülmez vediayı koruyabilecek iktidara sahip, şuurlu, canlı, bir düşünceli ve bir hareketli [bir sporcu gençlik birliği] halinde ilerletip geliştirmek vazifesini üzerine almıştır.Türk Spor Kurumu; bu vazifesini yaparken gençlerin sıhhat şartlarını göz önünde tutarak memlekette teknik icaplara uygun zevkli bir spor faaliyeti uyandırmıya çalışacak ve bu faaliyetin, ahlâklı ve vatansever Türk Gençliği için millî vasıfları hâiz ve o gayelere müteveccih olmasını temine dikkat ve ehemmiyetle uğraşacaktır.Bugün ilk sayısı çıkan Türk Spor Kurumu Dergisi Türk Spor Kurumunun bu yoldaki çalışmalarında, fikirlerinin yayım organı olacaktır.”

    21 Mart – 11 Temmuz 1937

    Birinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    13 Şubat – 5 Haziran 1938

    İkinci Millî Küme düzenlendi. Güneş şampiyon oldu.

    23 Haziran 1938

    İcra Vekilleri Heyetince 6 Haziran 1938 tarihinde Yüksek Meclise arzı kararlaştırılan (Spor Teşkilatı) hakkındaki kanun lâyihası esbabı mucibesi ile birlikte 23 Haziran 1938’de Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine sunuldu..

    29 Haziran 1938

    3530 sayılı Beden Terbiyesi Kanunu ile “Başbakanlığa bağlı” Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kuruldu.

    Gençlik Spor Bakanlığı’nın onayıyla federasyon kurmak, ülke çapında spor tesisi yapımıyla ilgili çalışmaları yürütmek, sporcu ve kulüplerin tescil, vize ve transfer işlemlerini izleyip kayıtlarını tutmak, Spor-Toto uygulamalarını düzenlemek ve yurttaşın spordaki bilgi ve ilgi düzeyini yükseltmekti.

    Kanun Maddesi 6) Beden terbiyesi genel direktörü Başvekil tarafından intihab ve Cumhur Reisinin tasdiki ile tayin olunur. Genel direktör bu kanunun hükümleri dairesinde kurulan teşekküllerin merci ve âmiri olup bu teşekküllerin çalışmalarından mesuldür.

    1939

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nce çıkarılan bir talimatnameyle TİCİ’den TSK’ya devredilen Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi, BTGM’ye bağlandı.  

    19 Mart – 9 Temmuz 1939

    Üçüncü Millî Küme düzenlendi. Galatasaray şampiyon oldu.

    31 Mart – 7 Temmuz 1940

    Dördüncü Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    21 – 22 Eylül 1940

    Yedinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Eskişehir Demirspor şampiyon oldu.

    12 Mart 1941

    Resmî Gazete’de 15309 numaralı kararname yayınlandı.

    “İlişik (1) sayılı listede yazılı kulüplerin hizalarında gösterilen adlar altında birleştirilmeleri ve (2) sayılı listede yazılı olanların da kapatılmaları; Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğünün 15/2/1941 tarih ve 1320 sayılı tezkeresile yapılan teklifi üzerine 3530 sayılı kanunun 13 üncü maddesinin son fıkrasına tevfikan İcra Vekilleri Heyetince 1/3/1941 tarihinde kabul olunmuştur.”

    30 Mart – 6 Temmuz 1941

    Beşinci Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    12 – 15 Temmuz 1941

    Sekizinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Gençlerbirliği şampiyon oldu.

    23 – 25 Mayıs 1942

    Dokuzuncu Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.

    3 Haziran 1942

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 4235 sayılı yasayla Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.

    14 Mart – 19 Mayıs 1943

    Altıncı Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    12 Mart – 19 Mayıs 1944

    Yedinci Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    27 – 30 Mayıs 1944

    Onuncu Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    11 Mart – 20 Mayıs 1945

    Sekizinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    12 – 29 Mayıs 1945

    On birinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.

    6 Nisan – 12 Mayıs 1946

    Dokuzuncu Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    25 – 28 Mayıs 1946

    On ikinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Gençlerbirliği şampiyon oldu.

    22 Mart – 25 Mayıs 1947

    Onuncu Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    24 – 26 Mayıs 1947

    On üçüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Ankara Demirspor şampiyon oldu.

    21 Mayıs – 5 Haziran 1949

    On dördüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Ankaragücü şampiyon oldu.

    18 Mart – 21 Mayıs 1950

    On birinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    1 – 11 Haziran 1950

    On beşinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Göztepe şampiyon oldu.

    17 – 27 Mayıs 1951

    On altıncı Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    13 Mayıs 1960

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 7474 sayılı yasayla Başbakanlık makamına bağlandı.

    29 Ağustos 1962

    Profesyonel Futbol Yönetmeliği, Resmî Gazete’de yayınlandı.

    Madde 1) Bu Yönetmelik, profesyonel takım kuran kulüplerle profesyonel futbolcular ve bu teşekkül ve şahıslarla Futbol Federasyonu arasındaki münasebetlerde tatbik olunur.

    85. maddede “Bu yönetmelik hükümlerini Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü yürütür” deniyordu.

    11 Şubat 1970

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 1-21/1156 sayılı kararname ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlandı.

    1977

    Devlet Planlama Teşkilatı’nın “Beden Eğitimi ve Spor Özel İhtisas Komisyonu Ön Raporu” yayınlandı.

    “Federasyon birçok kulübün bir araya gelerek aynı amaç için birleştikleri bir topluluktur. Spor kulüpleri aynı amaç için birleşerek Federasyon’u kurarlar ve bunların yöneticilerini kendi aralarından seçerler. Anayasamızın 29’uncu maddesi gereğince herkes dernek kurrar. Spor kulüpleri de birer dernek olduğuna göre 1630 sayılı Dernekler Kanunu derneklerin federasyon ve konfederasyonlar halinde birleşebileceklerini belirlemektedir ve aynı kanun gereğince de uluslararası beraberlik ve işbirliği sağlayabilirler. Bu durum yurdumuzda ilk federasyonların kurulduğu 1922 yılından 1936’ya kadar Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı zamanında uygulanmıştır.”

    7 Kasım 1982

    Yeni Anayasa’da ilk spora yer verildi. Böylece ülkemizde ilk kez spor ve sporcu Anayasa’nın teminatı altına alındı.

    14 Aralık 1983

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü 179 sayılı kanun hükmünde kararnameyle Milli Eğitim ve Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesinde yer aldı.

    21 Mayıs 1986

    T.B.M.M.’de kabul edilen 3289 sayılı “Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu” ile Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü adı, Beden Terbiyesi ve Spor Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi.

    5 Mayıs 1988

    T.C. Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü’nün “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri “Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim Komisyonu Raporu’ndan:

    Ülkemizde de her geçen gün gelişen profesyonel futbolun, Batıda olduğu gibi profesyonelce yönetilmesi zaruret haline gelmiştir. Profesyonel futbolun, amatör futbol şartlarına göre düzenlenmiş teşkilat ve kaidelerle yönetilmesi çeşitli aksamalara yol açmaktadır. Bu nedenlerle, profesyonel futbolun, profesyonelce yönetilmesi ve böylece futbolumuzun daha ileriye götürülebilmesi maksadıyla, özel hukuk hükümlerine tabi ve tüzelkişiliği haiz Türkiye Futbol Federasyonunun kuruluş ve görevleri hakkındaki bu Kanunun hazırlanması gerekmiştir.”

    27 Mayıs 1988

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.

    2 Mart 1989

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesine Dair Kanun” kabul edildi.

    1989

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün Başbakanlık Devlet Bakanlığı’na bağlanması nedeniyle adı “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü” oldu.

    10 Nisan 1992

    Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Yusuf Namoğlu ve 33 Arkadaşının, 27.5.1988 Tarih ve 3461 Sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Millî Eğitim Komisyonu Raporu’ndan:

    “Ülkemizde futbol faaliyetleri uzun yıllar Beden Terbiyesi ve Gençlik Spor Genel Müdürlüğü çatısı altında ve ona bağlı Futbol Federasyonu eliyle yönetilmiştir. Futbolun ülke sporu içindeki yeri ve önemi dikkate alınarak, özerkleştirilmesi düşüncesi gündeme gelmiştir. Bu amaçla 3461 sayılı Kanun çıkarılmış, futbolun, içinde yer alan birimler ile kurum ve kuruluşlar eliyle kendilerinin seçtikleri kişiler tarafından yönetilmesi amaçlanmıştır. Ancak, bilahara 3461 sayılı Kanunun seçime ilişkin hükümleri 3524 sayılı Kanunla değiştirilerek, Federasyonun organlarının atama yoluyla görevlendirilmesi uygun görülmüştür.”

    17 Haziran 1992

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.

    18 Şubat 2000

    Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’ndan:

    3.7.1992 tarihinde yürürlüğe konulan 3813 sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” ile profesyonel futbolun gelişmesine engel teşkil eden hususların ortadan kaldırılması, futbolun idarî, malî ve hukukî yönden özerk bir yapıya kavuşturularak uluslararası norm ve standartlara uygun bir yapının oluşturulması hedef alınmıştır. Özel hukuk hükümlerine tâbi, tüzelkişiliğe haiz özerk bir federasyonu öngören bu Kanun kapsamında, futbol adına çağdaş bir çalışma ve gelişme ortamının tesis edildiğine ve bu suretle futbolla ilgili tüm sorunların giderileceğine dair kamuoyunda beklentiler yaratılmıştır. Ancak, Kanunun yürürlüğe girdiği 1992 tarihinden itibaren hâsıl olan gelişmeler kamuoyunda yaratılan bu olumlu beklentilere cevap vermede yetersiz kalmıştır.

    14 Nisan 2000

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

    12 Mayıs 2004

    Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’ndan:

    “Ülkemizde profesyonel futbol faaliyetleri 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca kurulmuş bulunan Türkiye Futbol Federasyonu tarafından yürütülmektedir. Kanunun 1 inci maddesine göre futbol faaliyetleri millî ve milletlerarası kurallara göre yürütülür, teşkilâtlandırılır ve geliştirilir. Futbolun sürekli gelişmesi ve uluslararası niteliği nedeniyle süratle değişen şartlara uyumun sağlanabilmesi için anılan Kanunda değişiklikler yapılması zorunlu hale gelmiştir.”

    25 Mayıs 2004

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

    29 Kasım 2007

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

    5 Mayıs 2009

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.

    2011

    Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın kurulması; 6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu’nca 3/6/2011 tarihinde kararlaştırıldı.

    Kanun Hükmünde Kararname ile teşkilat yapısında değişikliğe gidilen Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün 3289 sayılı kanunda yer alan “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü” ibaresi “Spor Genel Müdürlüğü” olarak değiştirildi.

    2018

    10/07/2018 tarihli 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde “Spor Genel Müdürlüğü” olan adı “Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü” olarak değiştirildi.

  • Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Bundan tam 101 sene önce Çeklerin meşhur futbol takımı SK Slavia Praha İstanbul’a geldiğinde yaşananları, geçen yıl Milliyet gazetesinden Celal Umut Eren‘e ve Goal internet sitesine özet olarak anlatmıştık. Şimdi de huzurlarınızda dönemin meşhur dergisi Spor Alemi’nden tafsilatlı bir yazı ile Slavya’nın İlk İstanbul Macerası var. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Slavyalılar Şehrimizde İken

    12 Temmuz Perşembe günü akşamı (Karnaro) vapuruyla misafirlerimiz şehrimize geldiler. Rıhtım üzerinde daha sabahtan dolmuş olan halkın –vapurun gecikmesi ve ertesi güne kalmak ihtimalinin de ileri sürülmesinden- mühim bir kısmı dağılmıştı. (Karnaro) vapuru saat altı buçuğa doğru Galata rıhtımına yanaşmış ve Slavya’nın on dokuz futbolcusunu Kavaklar’da istikbal etmiş olan Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu kulübü murahhaslarıyla beraber altı buçukta İstanbul toprağına ayak basmışlardır.

    Slavyalı misafirlerimizi rıhtım üzerinde bir kısım sporcular ile Çekoslovak memleketi namına Doktor Klemans, Doktor Sivetlik, Mösyö Kohut karşılamışlar ve şehir namına Vali Haydar Beyefendinin namına vekili de mevcuttu. Ayrıca mecmuamız namına da Selahaddin Bey bulunmuştur.

    Rıhtım üzerinde Matmaze Kohut tarafından misafirlere güzel bir buket takdim edildikten sonra nutuklar teati edilmiş ve oradan doğru kendilerinin ikametlerine tahsis edilen Kohut Oteli’ne gitmişlerdir.

    Oyuncular ile Birlikte Kimler Geldi?

    Çekoslovak Futbol Federasyonları Reisi Doktor (Peligan), Futbol Federasyonu Reisi Mösyö (Kanta), Çekoslovakya’daki Alman Federasyonu Reisi Doktor (Lenhart), Slavya’nın Reis-i Sanisi Mösyö (Coelos), Fahri Katib-i Umumi Mösyö (Lavfer) ve birkaç gazeteci.

    13 Temmuz Cuma

    Cuma günü misafirlerimiz Selamlık Resm-i Alisi ile şehrimizin muhtelif yerlerini ziyaret ederek akşamı saat beş buçukta Taksim’de Galatasaray ile karşılaşmışlardır.

    Slavya 7 – 0 Galatasaray

    Bir aydan beri ağızlarda dolaşan, spor muhitinin yegâne meşgalesini teşkil eden büyük ve tarihi günlerden: 13 Temmuz Cuma.

    Bugün Galatasaraylılar Çekoslovakların meşhur Slavya takımıyla çarpışacak. Eski Taksim Kışlası’nın büyük kapısı önünde toplanan sporcular, bir an evvel biletlerini tedarik edip kendini içeri atabilmek üzere gişelere yapılan tehacüm, gruplar halinde toplanmış meraklıların hararetli mübahase ve münakaşaları günlerden beri dillere destan olan Slavya oyuncularının kabiliyet ve maharetleri hakkındaki türlü türlü anlatışlar ahalinin sabırsızlığını tezyid ediyordu.

    Futbol sahasının etrafını şimdiye kadar henüz şahidi olamadığımız bir kalabalık kuşatmış. Gözler saatlere ve kapıya matuf, herkes bekliyor… Birden başlar kımıldandı. Ahali arasında bir hareket görüldü ve alkışlar içinde oyuncular sahaya dâhil oldular. Merasim-i mahsuseyi müteakip Hamdi Bey’in hakemliğiyle oyuna altıya çeyrek kala başlanıldı.

    İlk dakikalarda Çekoslovakların oyunu ahali üzerinde inkisar-ı hayale uğratıcı bir tesir yaptı. Bu kadar gürültü ile mevzubahis edilen Slavya takımının hakikaten bunlar olup olmadığını herkes yekdiğerine sormaya başlamıştı. Galatasaraylılar topu hasım kalesi önünde tutmaya muvaffak oluyordu. Necip Bey bu aralık kaleye pek yakın bir mesafeden şutlarını dışarı atmak suretiyle iki gol kaçırmıştı. Fakat oyunun bu şekli çok devam edemedi. Bir çeyrek saat süren bir müphemiyetten sonra Çeklerin oyunu inkişaf etmeye ve Galatasaray takımında da yavaş yavaş yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı. Slavya oyuncuları kısa ve mütevali paslar yapıyor, top mütemadiyen ayaktan ayağa gidip geliyordu. Bu oyuncuların harekâtında biraz bataet meşhud olmakla beraber o kadar muntazam pas yapıyorlardı ki dünyanın en mukavim müdafaa oyuncuları –alışmamış oldukları takdirde- bu şekildeki bir tabiyeye uzun müddet dayanamazdı. Galatasaray takımı da böyle bir vaziyete maruz kaldı. Bu aralık Slavyalılar ilk gollerini kale direği kenarından Galatasaray kalesine ithale muvaffak oldular. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi ve biraz sonra da bir üçüncüsü takip etmişti. İkinci partide bu miktara dört sayı daha ilave ettiler. Müsabaka bu suretle sıfıra karşı yedi sayı ile Çekoslovakların galibiyetiyle neticelendi.

    Her İki Takımın Oyununu Biraz Tahlil Edelim

    Galatasaray: Heyet-i umumiyesi itibariyle azimperver ve gayretli oynadı. Fakat oyuncular arasında teşrik-i mesai yok denilebilecek derecede azdı. Müdafaa imkân dâhilinde çalıştığı halde muhacimler muvaffak olamadılar. Hasım kalesine doğru yapılan birkaç münferit teşebbüs hüsn-i netice veremedi. Bu hatta kendisinden en fazla iş beklenen Arif Bey çekingen oynamasından dolayı muvaffak olamadı. Biraz daha itina ile Galatasaray bugünkü müsabakada rakibine hiç olmazsa bir gol yapabilirdi. Yalnız takımına ithal ettiği Hüsnü Bey çok çalışmıştı.                

    Gelelim Slavya takımına: Bu takım hakkında kati bir fikir dermeyan etmezden evvel bugünkü oyunlarını esas olarak kabul edersek o da Slavya takımının muvaffakiyetinin başlıca amilini paslarının mükemmeliyetinde aramalıdır.  Bununla beraber oyunları biraz batî görünüyordu. Münferit akın yapıyorlar fakat pas tevziatında o derece muvaffak oluyorlar ki koştukları gözükmediği halde topu hasım oyuncuları arasından dolaştıra dolaştıra kale önüne geliyorlar. O zaman netice-i katiyeyi hasıl edecek olan şutlarını kaleye atıyorlardı.

    Akşam saat dokuzda Galatasaray mektebinde Galatasaray kulübü tarafından seksen kişilik büyük bir ziyafet çekilmiştir.

    Ziyafette Vali Haydar, mebuslarımızdan Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyefendiler ile Çekoslovak sefareti mümessili ve birçok ekâbir ve kulüp rüesası hazır bulunuyordu. (Yemek Listesi) Kıymalı Mekteb-i Sultani Böreği, Koyun Rostosu, Patlıcan Karnıyarığı, Galatasaray Pilavı, Kırmızı-Sarı Tatlı, Dondurma, Alaturka Kahve idi.

    Yemeğin hitamında Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey misafirlere kulüp namına beyan-ı hoşamedi ettikten sonra seyahat hakkında fazla teshilat gösteren Çekoslovak mümessiline de teşekkür etmiştir. Nutka mümessil tarafından bizzat cevap verilerek bu gibi mesut günleri gördükten memnuniyetini alenen tebrik ederek alkışlandı.

    Vali Haydar Beyefendi, Ercüment Ekrem Bey, Çekoslovak Federasyonu Reisi ve Slavya takımının reisi ve kaptanları tarafından da birer nutuk verilmiştir. En nihayet Hamdullah Suphi Bey’in sporcular için pek canlı olan nutku fazla alkışlandı. Hamdullah Bey nutkunda Türk sporcularının 1924 Olimpiyatı’na gitmesi ve memleketimizde spor kulüplerinin himayesini ve kendi ve arkadaşları namına muavenette elinden gelen kuvveti sarf edeceğini söylemiştir. Bilahare Ekrem ve Afif Beyler tarafından pek fazla alkışlanarak mektebin müzesinde istirahati müteakip saat on ikide müsamere nihayetlendirilmiştir.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    14 Temmuz Cumartesi                

    Misafirlerimiz bugün de boğazın serin havasını teneffüs ederek güzel bir gezinti yapmışlar ve akşamı saat 8,30’da Çekoslovak mümessilliği tarafından Novotni’de muhteşem bir ziyafette bulunmuşlardır.

    Salon Türk ve Çekoslovak bayraklarıyla donatılmıştı. Ziyafette Vali Haydar Beyefendi, Çekoslovak sefareti mümessili ve memleketimizdeki Çekoslovaklar, sporcularımız hazır bulunuyordu. Ziyafetin son dakikalarında Refet Paşa da heyete iştirak etmiş ve Selahattin Adil Paşa namına da bir yaver hazır bulunmuştur.

    (Yemek Listesi) Slavya Çorbası, Mayonezli Levrek Balığı Fileto (Tezyin edilmiş), Elmalı Strudel, Piyaz, Dondurma, Meyve, Kahve.

    Yemeğe orkestra tarafından Türk milli marşı ve Çekoslovak milli marşının çalınmasıyla başlanıldı. Taamın nihayetinde İstanbul’daki Çekoslovak cemiyeti reisi tarafından bir nutuk irad edilmiş ve buna Vali Haydar Bey cevap vermiştir. Bilahare mümessil, kulübün reisi de ayrı ayrı nutuklar vermişler ve kulübün reisi tarafından Vali Haydar Bey ile Tanin başmuharriri Hüseyin Cahit Beylere Slavya’nın rozetleri hazirunun alkışları arasında takılmıştır.

    Nutukların hitamında Çekoslovak cemiyeti reisinin kızı milli elbise ile milli şarkılar okumuş ve etraftan pek samimi tezahürat arasında şarkısını nihayetlendirebilmiştir.

    Müsamere saat on ikide nihayetlendirilmiştir.

    Slavya Kulübü Reisi ile Muharririmiz Selahaddin Bey’in Yaptığı Mülakatta Slavya Takımının Son Maçları Hakkında Elde Edilen Fazla Tafsilat                

    Slavyalılar bu turnesinde oyunlarına 1 Temmuz’da Romanya’nın Cluj şehrinde başlamışlardır. Bu müsabakaya çıkan Çekoslovak muhtelit takımı olup Slavya’dan Ştapal, Çapek, Kojel, Zayfert oynamış ve altıya karşı sekiz ile Çekoslovaklar galip gelmişlerdir. (5) Temmuz’da bu takım Prag’a avdetinde Kosice muhtelit takım ile çarpışmışlarsa da bunda da sıfıra karşı on ile kazanmışlardır… Ertesi gün Slavya Prag, Slavya Kosice’ye karşı oynayarak sıfıra karşı altı ile tekrar galip gelmişlerdir.

    8 Temmuz’da Slavya, Ongarişe kulübüne karşı çıkmış, bunda da sıfıra karşı iki ile galip gelmiştir. Takım 8 Temmuz akşamı hareket etmiş, Bükreş-Konstanna tarikiyle 12 Temmuz’da şehrimize muvasalat etmişlerdir.

    Slavya’nın Meşhur Oyuncusu Mazar’ın Başına Gelenler                

    Sparta’nın sabık sol açığı ve dünyanın en iyi oyuncularından olan meşhur (Mazar) bu son seyahate iştirak edememiştir. Buna sebep de geçen sene Noel’de İsviçre’de yapılan bir maçtan avdette Karlsruhe’de yapılan aktarma esnasında elindeki fotoğraf makinesini birinci trende unuttuğundan tekrar trene dönmüş fakat avdette tren hareket ettiği esnada atladığından sukût neticesinde ağır surette yaralanarak hastaneye yatırılmıştır. Hâlihazırda (Kaledenor)da tedavi ediliyor.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    15 Temmuz Pazar                

    Sabah Kohut’ta antrenör tarafından oyuncular istirahat ettirildi ve yevmi idmanları yaptırıldı.

    Slavya 7 – 0 Altınordu                

    Program mucibince Altınordu-Slavya maçı Temmuz’un on beşinci Pazar günü yapılacaktı. Galatasaray maçında sahayı kuşatan binlerce seyirci bugün yine gelmişler, sabırsızlıkla oyuna intizar ediyorlardı. Takımlar beşi otuz beş geçe sahaya çıktılar. Hakem Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’di. Kaleler intihap edildi ve altıya yirmi kala oyuna başlandı. Slavya takımı bugün büsbütün başka bir şekilde oyun oynuyordu, iki gün evvel gördüğümüz üç dört metrelik kısa paslar, bize ağır görünen hareketler kalmamıştı. Bilakis paslar uzun, akınlar seri ve mühlik, vuruşlar sıkı idi. Altınordu’ya müsabaka başladıktan yedi dakika sonra ilk gol yapıldı. Nedim Bey bugün biraz asabi görünüyordu. Altınordu müdafaasında Feyzi Bey oldukça muvaffak oluyordu. Diğer oyuncuların da ellerinden geldiği kadar gayretli oynamalarına rağmen Çekoslovak oyuncularının akınlarını tevkif etmek müşküldü. Bu suretle ilk haftaymda Slavya lehine dört gol kaydedilmişti.

    İkinci haftaymda üç gol daha yaptıklarından müsabaka sıfıra karşı yedi ile neticelendi. Seyircilerimiz müsabakaları mümkün mertebe sükûnetle temaşaya atf-ı ehemmiyet etmelidir.

    Üçüncü golden evvel yapılan “hendbol”ü oyunu uzaktan takip etmekte olduğu bir sırada hakem göremedi. Emrivaki olan bir şeyi ahalinin itirazları arasında beşinci gol olarak kabul etmesi halka pek ziyade tesir etmişti. Çünkü herkes bu yapılan sayının (ofsayd) olduğunu görmüş ve daha pek evvelden bağırmaya başlamıştı.

    16 Temmuz Pazartesi                

    Sabah ufak bir gezintiden sonra Moda deniz hamamında deniz banyosu yapılıp saat üç buçukta Fenerbahçelilerin ziyafetine geldiler. Fenerliler misafirleri şerefine kulüplerini rengârenk bayraklar ile donatmışlar ve ziyafette Reis-i Fahri Şehzade Ömer Faruk Efendi hazretleriyle kulübün hamilerinden Cafer Paşa, damat Abdülmecid Bey ve damat Abdülraif Beyefendiler hazır bulunuyordu. Otomobiller ile kulübe getirilen misafirler aza tarafından karşılandıktan sonra kütüphane, hatıralar, mükâfatlar gösterilip kulübün hazırlanmış olan üç futası mavi, sarı formalı kürekçiler idaresinde bahçedeki iskeleden ikişer ikişer misafirlerini alarak ufak bir tenezzüh yaptıktan sonra Otel Belvü’ye getirdiler ve orada hazırlanan çay ziyafetinde hazır bulundular.

    Ziyafete kulüp müessesanı ile Çekoslovak mümessili de gelmişti. Çayın nihayetinde Şehzade Ömer Faruk Efendi kulübü namına gayet selis bir Almanca ile bir nutuk irad etmiş ve buna Slavyalıların reisi tarafından verilen cevapta kendisinin kulübünün aza-ı hamiyesi meyanına ithal edildiğini söyleyerek alkış arasında alamet-i mahsusası olan rozeti şehzademizin göğsüne talik etmiştir. Bundan sonra mümessil, Çekoslovak Federasyonu Reisi tarafından birer nutuk irad edilmiş ve bilahare verilen nutuklar İhsan Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.

    Ziyafetin hitamında tekrar futalar ile misafirler Moda iskelesine getirilmiş ve “Yaşa” nidaları arasında vapur teşyi edilmiştir.

    17 Temmuz Salı                

    Sabahleyin şehrimizin münasip mahallelerinde yapılan gezintiden sonra üçüncü maça başlandı.

    Fenerbahçe 1 – 10 Slavya                

    Galatasaray ve Altınordu kulüplerinin mağlubiyetinden sonra bütün enzar İstanbul’da yerli ve ecnebi takımları mağlup eden Fenerbahçe’ye dikilmişti. Meraklılar bugün Fenerbahçe’den galibiyet değilse de muvaffakiyetli bir müsabaka bekliyor ve yabancıların hiç olmazsa bir gol yemeden buradan uzaklaşmamasını arzu ediyordu.

    Saat beş buçuğa doğru stadyum gişeleri önündeki izdiham gayrikabil-i tasvir bir hal almıştı. Muhacimin kitlelerini bir hal-i intizama almak üzere jandarmaların muavenetine ihtiyaç görülmüşken ahali bilet almak üzere birbirini çiğniyordu. Hiç şüphesiz Türk toprağında bugünkü kadar mühim bir müsabaka daha henüz icra olunmamış ve hiçbir maçta bu kadar çok temaşakar görülmemişti. Saat altıya çeyrek kala ahalinin alkışları arasında oyuncular sahaya çıktılar. Slavya takımının ısrarı üzerine hakem olarak bu heyetin kendi aralarından bir zat intihap edilmişti.

    Hakem, vazifesini –bir iki “hendbol” istisna edilirse- pek güzel ifa etti. Bununla beraber her ne de olsa zairlerden hakem intihabı usule muhaliftir.

    Altıya sekiz kala oyuna başlandı. Beş dakika devam eden kararsız vaziyetten sonra Çekoslovak oyuncuları nagehani bir gol yaptılar. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi takip etti. Bununla beraber Fenerliler de boş durmuyor, ekseriyetle hasım kalesi yakınlarında tutunmaya muvaffak oluyorlardı. Fakat hasım müdafaası mükemmel vaziyet almış, akınları ve pasları kesiyor ve topu kendi muhacimlerine yetiştiriyordu. Yüksek kabiliyetli ve mücerreb beş muhacim karşısında fedakarane sarf-ı mesai eyleyen Fenerbahçe müdafaası mekik dokurcasına pas yaparak ilerleyen hasım oyuncularını tevkifte güçlük çekiyordu. Atletik idmanlarda esasen sağ bacağı zedelenen Fener merkez muhacimi kasıklarına yemiş olduğu şiddetli bir darbenin tesiriyle oyuna devam edemeyecek bir hale gelmişken azmini toplayıp vazifesine devam etti. Bir aralık Fener muhacimleri tarafından yapılan bir akında tevkif edildikten sonra top yine Fener kalesi önlerinde dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Fahir Bey’in topu ayağından kaleye doğru atmasından üçüncü gol de oldu. Bundan sonra bir dördüncü gol de oldu ki bu doğrudan doğruya her iki müdafiin pek ileride bulunmasından vakti zamanında ilerleyen rakip oyuncuya yetişilememesinden ileri gelmiştir. Topu ayağından uzaklaştırmadan süren muhacim karşısında Şekip Bey kaleden çıkmak imkânını görememiş ve bu suretle gol olmuştur. Beşinci gol ceza sahası dâhilinde Kadri Bey’in topa eliyle dokunması üzerine verilen bir “penaltı”dan yapıldıktan bir müddet sonra muayyen vakit hulul etmekle oyuna fasıla verilmiştir.

    İkinci haftayma başlandığı zaman Sabih ve Alaaddin Beyler yerlerini değiştirmişlerdi. Top iyi vaziyetlerde pek çok defalar ortalandı ise de fakat muhacimler ekseriya dağınık bir halde bulunduklarından bu güzel fırsatlar kaçtı. Herhangi bir cenahtan top sürülürken beş muhacimin birden ilerlemesi mümkün olamıyordu. Bu suretle top kale önlerine geldiği zaman bir tarafın bir veya iki oyuncusuna mukabil hasım muavin ve müdafaa hattını karşısında buluyor ve hücum bittabi müsmir olamıyordu. Yedinci golden sonra Alaaddin Bey sağdan topu sürerek karşısındakileri geçti ve topu yakından kaleye havale etti. Kaleci bunu iade etmek üzere iken top kale önünde husule gelen ufak bir kargaşalığı müteakip Zeki ve Ömer Beylerin de inzimam ve muavenetleriyle içeri atıldı.

    Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan “Gol” kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Pek pahalıya mal olmakla beraber şeref kurtulmuştu. Fakat Çekler üç gol daha yapmaya muvaffak oldular ve neticede bire karşı on gol ile Slavya takımı maçı kazandı. Fenerbahçe’nin bugünkü müsabakasına biraz da talihsizlik karışmıştı.

    18 Temmuz Çarşamba                

    Bugün de muhtelit takımımızın oyunu vardı.

    Muhtelit Takım 3 – 7 Slavya                

    Epeyce münakaşadan sonra icrası taht-ı karara alınan dördüncü bir maç Temmuz’un on sekizinci Çarşamba günü icra olundu, bir gün evveline nispetle saha o kadar kalabalık değildi. Evvelki üç maçın büyük farklarla aleyhimize neticelenmesi sporcuların ümidini kırmış olmakla beraber yine herkes müsabakaların neticesini merakla bekliyordu. Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray kulüplerinden bir muhtelit takım şu suretle teşkil edilmişti.

    Nedim – Cafer, Tevfik – Feyzi, Nihat, İbrahim – Bedri, Sabih, Zeki, Alaaddin, Emin

    Bu takımın esaslı azasından İsmet ve Hasan Kamil Beyler bir gün evvelki müsabakada fazla hırpalandıkları cihetle bugünkü maça iştirak edemediler. Hakem olarak yine Fenerbahçe-Slavya maçını idare eden zat intihap edilmişti. Oyuna başlandı. Çekler muntazam paslarla ilerlemeye başlayarak yedinci dakikada ilk gollerini yaptılar. Fakat oyunun tarz-ı cereyanı da yavaş yavaş değişmeye başladı. Muhacim hattımız rakip kalesini tehdit ediyordu. Ve daima Çekoslovak takımı kaptanı ve Slavya sol beki Ratsa en ümitbahş dakikalarda topu uzaklaştırıyordu. Oyun adeta mütevazin bir şekil almıştı. Hasım müdafaası bugün çok çalışmaya mecbur oluyordu. Evvelki maçlarda iki müdafinin göstermekte olduğu lakaydane hareketlerden bugün eser görülmüyordu. Slavya aleyhine verilen bir ceza vuruşunu Zeki Bey sıkı bir şutla kaleye tevcih etti ve top kalecinin elinden sıyrılmak suretiyle kornere gitti. Biraz sonra Slavya takımı bir sayı daha kazanmaya muvaffak oluyor. Fakat bizim takımdaki gayret de semeresini vermekte gecikmiyordu. Zeki Bey, Alaaddin’in güzel bir pasından istifade ederek direğin kenarından topu hasım kalesine ithal etti ve etraftan Bravo’lar, Yaşa’lar yükselmeye başladı. Slavyalılar bir üçüncü sayı kazandılar ve haftaym oldu. İkinci partiye başlandı. Mütekabil akınlarına devam edip gidiyor. Çekler birçok “hendbol” yapıyorlar. Avrupa’da nam kazanmış bir takımın mükerrer defalar ve kasten topa el ile vurması her halde çok çirkin bir şey. Tevfik Bey’in yanlış bir hareketi bir ceza vuruşuna meydan veriyor ve Çekler bu suretle dördüncü sayılarını yapıyorlar.                

    Biraz sonra beşinci defa olarak top muhtelit takımın kalesine girdi. Bizimkiler güzel bir akın yaptılar ve bu esnada hasım aleyhine bir korner oldu. Kornerden gelen topu Zeki Bey sıkı bir şutla adeta kaleye tıkadı. Ümit etmedikleri bu neticeden Slavya oyuncuları şaşalamaya başladılar. Bununla beraber oyunlarındaki ahenk hiçbir veçhile bozulmadı. Yine muntazam paslarla ilerleyerek iki gol daha yapmaya muvaffak oldular. Fakat Bedri Bey’in hücumuyla Alaaddin Bey de güzel bir gol yaptı. Bu son müsabaka da üçe karşı yedi ile Slavya takımının galibiyetiyle neticelendi ise de Çeklerin yapmış oldukları gollerden biri “ofsayd” idi.

    Bilaistisna bütün oyuncularımız muvaffak oldular. Ferdi kabiliyetler nispetinde futbolda esas ve amil-i muvaffakiyet olan teşrik-i mesaide de günden güne terakki edersek böyle takımlarla boy ölçüşebileceğimize kani olmalıyız. Elverir ki bihakkın çalışalım ve sporun her şubesinde olduğu gibi futbolda da en mühim noktanın vücuda ve sıhhate itina olduğunu unutmayalım.

    Akşamleyin gündüzki zaferin tesiratı arasında otomobillerle Galatasaray mektebinden hareket ile Fatih Daire-i Belediyesi’ndeki şehremanetinin ziyafetine gidilmiş ve binanın kapısında oyuncular pek ziyade alkışlanmıştır. Ziyafette Refet Paşa hazretleri, Vali Beyefendi, Slavya ile çarpışa oyuncular ve misafirlerimiz hazır bulunuyordu.

    (Yemek Listesi) Çorba, Börek, Havyarlı Levrek, Kuzu Fırını, Piliçli Pilav, Kayısı Tatlısı, Meyve, Dondurma, Ayran, Kahve

    Yemeğin hitamında verilen nutuklar arasında Refet Paşa’nın sözleri pek ziyade alkışlanmış ve nutkunu şu cümleler ile nihayetlendirmiştir. “Hayır, sizin maneviyatınız kırık değildi. Son maçlarınızda bulundum. Çok kahramanca çarpıştınız. Yalnız onlar bizden fazla idi ve hem çok fazla idi. Siz oyunlarını hemen kaptınız, çalıştınız ve bugün misafirlerimiz şehrimizden daha uzaklaşmadan ettiğimiz istifadeyi kendilerine de gösterdik. Birinci günü yedi tane yedik. İkinci günü yedi tane yedik. Üçüncü günü on tane yedik, fakat bir tane yaptık. Dördüncü günü yedi tane yedik, fakat üç tane yaptık. İhtimal bir daha oynar isek berabere kalacağız. Fakat misafirlerimiz şunu hatırlamalıdırlar ki kendilerine teşekkür etmekle beraber bu yapılan sayıları behemehâl gelecek seneye kadar çalışıp kendilerine ödeyeceğiz ve bu çalışmaya da her Türk muavenet edecektir.”

    Nutkun hitamında herkes kemal-i memnuniyetle yanındaki misafirlere tercüme ile meşguldü ve nihayet saat 12’de tramvaylar ile bu son ziyafet de terk edildi.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Ziyafet Esnasında Elde Edilen Bazı Notlar                

    Yanımızda bulunan bir oyuncuya son turnede on dört gün zarfında dokuz oyun nasıl yapıldığını sorduğumuz zaman cevabında demişti ki: “Biz spor yapmak için dolaşıyoruz. Bunun için hayatımız muntazamdır. Ertesi günü müsabaka icra edilecekse sabahleyin saat altıda yarı belimize kadar soğuk su duşu yaparak sekize kadar yatakta istirahat ve sekizden sonra tekrar ufak bir gezinti, on ikide yemeğimizi yedikten sonra yatarız. Oyun zamanı antrenörümüz yataktan kaldırır ve maça gideriz. Bu vaziyette bir gün evvelki yorgunluktan vücudumuzda hiçbir eser görülmez…”

    19 Temmuz Perşembe                

    Öğleyin Kohut’ta verilen ziyafetten sonra, misafirlerimiz (Graç) vapuruyla saat dörtte şehrimizden hareket etmişlerdir. Şehir namına Ercüment Ekrem Bey, Galatasaray namına Reis Ziya, Fenerbahçe namına Fuat Hüsnü, Saib Beyler, mecmuamızdan Sait Tevfik, Türk İdman Mecmuası’ndan Tahir Beyler ve birçok sporcular da teşyie iştirak etmişlerdi. Saat dörtte hareket eden vapura misafirlerimiz saat ikide gelmişler ve kalan iki saatlik müddet zarfında milli şarkılar söylenmiş ve her iki taraf da birbirlerini alkışlamışlardır.

    Misafirlerimiz hareket ederken yadigâr olmak üzere teşyie gelenlerini feslerini istemişler ve bu talep de idmancılarımız tarafından kabul edilerek kendilerine verilmiş ve fessiz avdet edilmiştir.

    Takımlarımız Hakkında (Sokas)tan Öğrendiklerimiz

    • Galatasaray’ı nasıl buldunuz?
    • Pek nazik…
    • Altınordu’yu?
    • Mukavim ve şiddetli…
    • Fenerbahçe’yi?
    • Çok mahir…
    • Muhtelit takımı?
    • Fevkalade… Bu maçta oynayan orta muhacim ve orta muavin, bizim takıma şimdiden iştirak edebilirler.

    Slavya’nın Antrenörü “Muallim” Mister Con Madden ile Spor Âlemi namına Bahriye Binbaşısı Fuat Hüsnü Beyefendi’nin Mülakatı

    “Slavya” futbol timinin dimağı, muvaffakiyetlerinin amili Mister Madden orta boylu, çakır gözlü, vasat çapta bir zat, İngilizlere has sükûtilik bunda da nümayan. Az söyler, çok dinler. Söz söylerken muhatabının fikrini mühim nukata imale için lüzum gördüğü kelimelere ve cümlelere kuvvet verir, ifadesini kısa fakat manidar cümlelerle telhis etmeyi sever, futbolun inceliklerini ve (Association)ın ne demek olduğunu onun lisanından işitecek olursanız bizi rub’ asırdan beri kendisine bazice edinen bu oyunun serairini anlarsınız. Slavya’nın ikinci müsabakasında seyircilerin teşvik ve tergib feryatları kulaklarımda medid uğultular peyda ederken söylediklerini not ediyordum:

    • “Ne zaman, on bir kişi bir olursa o zaman ‘Association Futbol’ olur.” dedi.

    Sonra sustu. Oyunun seyrini takibe koyuldu. Biraz kurcaladım:

    • “Bizim futbolumuzu nasıl buldunuz?” dedim.

    Bir müddet cevap vermedi. Gözleri çayıra merkûz, oyunu takipte berdevam. Sonra:

    • “İyi” dedi. “Oyuncular futbolu anlamışlar. Fakat ‘vahdet’ yok. ‘Sükûnet ve itidal’ yok. Seyirciler de öyle. Bağırma çağırma oyuncularda asabiyet tevlid eder. Muhakeme kalmaz, oyun çorbaya döner.”

    Altınordu aleyhine ilk gol yapıldı. Mister Madden’ın gözleri parladı.

    • “Ha, şöyle!” dedi.

    Tekrar sükût! İkinci bir gol daha! Mister Madden’ın neşesi zail oldu!

    • “Bugün ‘Çapek’ çok fena, çok!” dedi. “Öyle fena ‘şut’lar çekiyor ki”

    Anladım, muhakkak ve malum galibiyetin onun ruhuna bir tesiri yok. O yalnız bir fotoğraf makinesi gibi dest-i terbiyesine mevdu şakirdanın vaziyetlerini, hatalarını bir nida-ı takdir ve asabiyet ile meşgul. Yüzünde beliren küçük bir tebessüm, bazı kere kaşlarında husule gelen çatkınlık kendi talebelerinin hareketlerinde görülen muvaffakiyet veya hataların inikâsından başka bir şey değil. Bu mizaç-ı sükûtiliği kırmak, bir girizgâh bulmak, bir zemin-i mükâleme aramak için kafa patlattım. Birdenbire hatırıma geldi:

    • “Mister Madden” dedim. “Siz gençliğinizde kim bili ne kadar mühim oyunlarda bulundunuz.”

    Büyük sportmenin can alacak noktasını bulmuştum. Artık çenesi açıldı. Slavya kulübü üçüncü golünü yaparken:

    • “Evet” dedi, “Ben İskoçum. Bizde futbol çok ileridir. Glasgowluyum, ‘Celtic’ profesyonel kulübünde senelerce oynadım ve üç sene de ‘Maçanter Nasyonel’de sentr, insayd, autsayd, rayt forvard oynadım. Bu herkese müyesser olmamıştır… Bir İskoç timinde üç sene bir mevki kazanmak çok büyük bir şeydir. Şimdi kırk sekiz buçuk yaşındayım, on sekiz buçuk senedir Slavya kulübüyle beraberim. Onlara ders veriyorum. İdman yaptırıyorum. Aynı zamanda cerrahlık vazifesini de görüyorum. İncik, çıkık ve burkulmaların tedavisinde ihtisasım vardır. İngiltere’deyken bunları bir cerrah arkadaşımdan tahsil etmiştim.
    • “Slavya kulübünde işe başladıktan ne kadar zaman sonra bir muvaffakiyet elde edebildiniz? Yani oyuncuları ne kadar müddet zarfında ıslah edebildiniz?”
    • “Bir buçuk sene sonra, zaten ilk zamanlar teşkil-i mümanaat ve müşkülatı iktihamla geçti. Hiç kimse fenni futbola itimat etmiyor ve bu oyunun kendine has bir ‘teknik’i olabileceğine inanmıyordu… Bilalüzum maksatsız ve gayesiz topa vurarak saatlerce futbol oynamakla bu oyunu öğrenebileceklerine iman ediyorlardı. Fakat zamanla ve gösterdiğim bir-iki basit tatbikat ile işe akılları ermeye başladı. Şimdi hepsi buna mutidir. İdmanlarını, mümareselerini ve hatta yevmi harekâtlarını bile ben tanzim ederim.”
    • “Bizim sizin gibi bir muallimimiz olsa acaba ne kadar müddet zarfında futbolu öğrenebiliriz?”
    • “Bir sene bile sürmez. Zira ferden tekâmül etmiş oyuncularınız var. Yalnız muntazam idman usulü dairesinde mümarese lazım. Bunlar yapıldı mı, fenni futbol kendiliğinden husule gelir.”

    Mülakatı burada kesmeye mecbur oldum. Oyunun seyri ve biraz da sertliği bizim sportmeni benden ziyade alakadar ediyordu. Şimdi ben de Mister Madden’ın on sekiz senelik sa’yinin meşkûr netayicini seyre ve yapılan golleri tadada başlamıştım.

    F. Hüsnü

  • Müessisler Toplantısı

    Müessisler Toplantısı

    Fenerbahçe Spor Kulübü, Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin “fahrî” başkanlığından sonra, yani 1924 yılından itibaren, Şükrü Saracoğlu’nun başkan seçildiği 1934 Ekim ayına kadar, 10 sene boyunca üç kişiden oluşan bir yönetim kurulu ve müessesan (kurucular) heyeti tarafından idare edildi. “Müessisler Toplantısı” olarak nitelendirilen görüşme duyurularına gazetelerde sık sık tesadüf etsek de orada konuşulanlara dair detaylı bilginin olduğu haberler çok az. Bunlardan birine rastlayınca siteye alalım istedik.

    Bu toplantıdan sonra bir yönetim değişikliği ve Taksim Stadyumu idaresi ile kavgamız yazılmış.

    Hemen altında da iki ay sonra yayınlanan bir haberde meselenin halli…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Müessisleri

    Fenerbahçe müessisleri dün kulüp merkezinde bir içtima akdetmişler ve kulübün ehemmiyetli bazı işlerini görüşmüşlerdir. Muvaffak, Hayri, Reşat Beylerden mürekkep olan idare heyeti istifa etmiş, yapılan yeni intihabatta idare heyetinin şu şekilde olması müttefikan tasvip edilmiştir: Muvaffak, Hacı Bekir zade Ali Muhiddin ve Selahattin Manço Beyler.

    Muvaffak Bey gene idare heyetinde vazife almamak için çok ısrar etmiş, fakat arkadaşlarının ısrarı karşısında kabule mecbur olmuştur.

    Müessisler badema Taksim Stadyumu’nda maç yapmamaya karar vermişlerdir. Bu şekilde bir karar ittihazına sebep olarak Fenerbahçe kulübünün ve kulüp erkanının stadyum müdürlerinden biri tarafından tahkir edilmesi gösterilmektedir.

    Fenerbahçe badema bütün maçlarını Kadıköyü’nde yapacaktır.

    1 Eylül 1929 – İkdam Gazetesi (Müessisler Toplantısı)


    Stadyumdaki Maçlar

    Fenerbahçe kulübü, bundan bir müddet evvel yaptığı bir müessesan içtimaında badema Taksim stadyumunda maç yapmamaya karar vermişti. Bu karar kulüp erkanından birinin stadyum müdiranından diğer bir zat tarafından istiskal edilmesi üzerine ittihaz olunmuştur.

    Stadyum idaresinin nazikane bir tarziye ile vaziyeti tavzih etmesi ve ismi geçen müdürün müesseseden ayrılması üzerine mesele kalmamış ve Fenerbahçeliler kararlarından feragat etmişlerdir.

    Binaenaleyh bu hafta Taksim Stadyumu’nda lig maçlarının başlamasına hiçbir mani kalmamış demektir.

    5 Kasım 1929 – İkdam Gazetesi

  • Türk Futbolunun Dönüm Noktası

    Türk Futbolunun Dönüm Noktası

    Yaklaşık 10 gün sonra Fenerbahçe ile karşılacak olan Slavia Prag’ın 1923, 1925 ve 1927 yıllarında yaptığı İstanbul seyahatleri, Türk futbolunun dönüm noktası oldu. Milliyet gazetesinden Celal Umut Eren‘in, yazarımız ve Spor Tarihi Araştırmaları Derneği Başkanı (Spor Tarihçisi) Barış Kenaroğlu ile yaptığı (ve 6 Şubat 2022 tarihinde gazetede yayınlanan) röportajın tam metnini sitemizde yayınlayalım istedik.

    Aşağıdaki muhteşem fotoğrafın tarihe armağan edilmesinde büyük emeği olan Suna ve İnan Kıraç Vakfıİstanbul Araştırmaları Enstitüsü‘ne bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz.

    Ve her zaman olduğu gibi, bu çalışmada da yol göstericimiz olan sevgili Hocamız Prof. Dr. Vahdettin Engin‘e de sonsuz minnetlerimizle…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türk Futbolunun Dönüm Noktası
    17 Temmuz 1923 tarihinde oynanan maçta Fenerbahçe ve Slavia Prag takımları bir arada. (Suna ve İnan Kıraç Vakfı)

    UEFA Konferans Ligi’nde eşleşen Fenerbahçe ile Slavia Prag arasında tarihi bir süreç var aslında. 1923, 1925 ve 1927 yıllarında 3 maç yapılmıştı. Bu tarihsel süreci okurlarımıza anlatır mısınız?

    Türk takımları yabancı temaslara alışık sayılır. 1910’lu yıllarda, Galatasaray’ın ve Fenerbahçe’nin yurtdışı seyahatleri var. Dünya Savaşı’ndan sonra ise işgal ordusu takımlarıyla maçlar başlıyor. O zaman için gelişi ise çok büyük bir olay. Özellikle 1923 yılındaki ilk seyahat Türk spor çevresinde muazzam ses getiriyor. Dönem futbolcularının hatıralarında “Slavia maçları bizim için birer dönüm noktasıydı” cümlesine sıkça rastlıyoruz. Slavia maçlarının futbolcularımız tarafından “dönüm noktası” olarak kabul edilmesinin esas sebebi Milli takımımızın tarihi ile yakından ilgili. 1922’de Türk sporunun ilk kurumsal bir yapısı olarak kurulan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (TİCİ) çatısı altında faaliyete başlayan Türkiye Futbol Federasyonu, ilk icraatı olarak FIFA’ya üye oluyor ve 1924 Paris Olimpiyatlarına futbol takımını göndermek için çalışmalara başlıyor. Dönemin yöneticilerinin akıllarına gelen ilk soru, Türk futbolunun uluslararası arenada başarılı olup olamayacağı oluyor. Slavia işte bu soruya cevap bulmak için davet ediliyor.

    Bu tarihsel süreçte 16 Temmuz 1923 tarihinde yapılan karşılaşmanın büyük önemi var. 10-1’lik tarihi bir yenilgi var ama Türk takımlarının şeref golü de var… Çünkü daha önce Altınordu ve Galatasaray’ın da 7-0’lık yenilgileri vardı. Bu maçı bizlere anlatır mısınız?

    Tabii ilk iki maç 7-0 bitince kamuoyunda “Biz bu takımı yenemeyiz” fikri oluşmuş. Fenerbahçe’den ise galibiyet değilse bile, en azından bir gol bekleniyor. Nitekim sarı-lacivertliler de bu temenniyi boşa çıkarmıyor. Dönemin gazeteleri bu maça dair halkın hissiyatını çok güzel ifade etmiş : “Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan ‘Gol’ kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Fenerbahçe İstanbul futbolculuğunun şerefini kurtarmıştı. Stadyum inledi. Fesler havalarda uçtu.” cümlelerinde hepsi hemfikir.

    Türk Futbolunun Dönüm Noktası
    Üstte: Slavia-Galatasaray maçında. Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’in maçtan evvel misafirlere nutku. Ortada: Fenerbahçe-Slavia maçında. Erkân-ı hükümet ve şehzadegân. Altta: Slavia’ya çıkan Altınordu takımı. (Spor Alemi)

    Türk futbolseverleri üzen aslında biraz kıran bir olay yaşanıyor maç öncesinde. Fenerbahçe’nin davetlisi olarak Kalamış’taki eski Belvü Gazinosu’na gelen Slavia Prag kalecisi Hana kibirli bir şekilde bir bahis ortaya koyuyor; Altınordu ve Galatasaray’dan gol yemediğini anımsatıp Fenerbahçe’ye de kalesini kapayacağını iddia ediyor.

    Slavialılar İstanbul’a ayak bastıkları andan itibaren çok güzel ağırlanıyorlar. Galatasaray Lisesi’nde ve Fatih Belediye binasında Slavia onuruna ziyafetler veriliyor. Fenerbahçe’nin Belvü’deki çay daveti ise yine çok keyifli. Kulüpten teknelerle gidiliyor Belvü’ye. Şüphesiz orada bazı latifeler, iddialaşmalar olmuştur. Bununla beraber, Fenerbahçeli ve Slavialı futbolcuların birbirleriyle çektirdikleri hayli neşeli fotoğraflar da var. Hatta Slavialılar hatıra olsun diye resimler alınırken bizimkilerin feslerini giymişler. İstanbul’dan ayrılırken de “Sizden hatıra kalsın” diyerek, uğurlamaya gelenlerden feslerini istiyorlar. Bizimkiler de hediye ediyor.

    Bildiğimiz kadarıyla dönemin güçlü milli takımlarından Çekoslavakya’nın ilk 11’inden 7 futbolcu Slavia Prag’da oynuyordu ve bu nedenle Türk basını da bu maça çok önem veriyordu. O tarihte Türk basınındaki bakış ve heyecan nasıldı maça dair?

    Dönem basınında Slavia’nın Türkiye’ye gelmeden önce Romanya Milli takımını 6-0 yendiği haberleri veriliyor. Aslına bakarsanız o maçı oynayan Çekoslovak Milli takımı. Biraz önce değindiğim gibi Slavia’nın davet edilme sebebi Türk milli takımını oluşturacak futbolcuların güçlü bir ekip karşısında neler yapabileceğini görmek. Spor basınının bu maçlara verdiği önemin altında yatan sebep de bu. Nitekim 26 Ekim 1923’te Milli takımın ilk resmi maçında Romanya karşısına çıkan kadronun Slavia ile maç yapmış 3 takımımızın oyuncularından oluştuğunu görüyoruz. O dönem Türkiye’de çok kuvvetli bir spor basını geleneği var. Fakat Slavia’nın bambaşka bir heyecan getirdiği inkâr edilemez. “Spor Âlemi” ve “Türkiye İdman Mecmuası” gibi dergilerle birlikte, Yusuf Ziya Öniş, Nasuhi Baydar ve Burhan Felek gibi isimler sayesinde bu seyahate dair müthiş bir haber akışı meydana gelmiş. Özellikle Slavia’nın geliş ve gidiş günlerinden sonra kaleme alınan bazı yazılarda şahane tespitler ve özeleştiriler var. Slavia’nın pas oyununu ve takım içi yardımlaşmasını öve öve bitirememiş spor yazarlarımız mesela.

    Türk Futbolunun Dönüm Noktası
    Slavialı misafirlerin “Milliyet” için attıkları imzalar. (1927)

    10-1’lik tarihi bir yenilgi var ve bu skor Fenerbahçe’nin kulüp tarihindeki en farklı yenilgisi… Ama Taksim Stadı’nda Ömer Tanyeri’nin attığı şeref golü de var. Bu maçı Fenerbahçe tarihinde nereye koyuyorsunuz? Bir yanda üzüntü var ama bir yanda da şeref golünün getirdiği bir teselli var.

    Gol teselliden de öte, büyük bir sevince yol açmış. Seyircilerin maçtan sonra Alaaddin’i omuzlara alıp stadyum kapısına kadar götürdükleri düşünülecek olursa, goldeki aslan payı onun gibi gözüküyor. Fakat Fenerbahçe tarihini kendinden sonraki nesillere armağan eden Dr. Rüştü Dağlaroğlu “Ömer Tanyeri attı” diyorsa, doğrudur. Zira bunu bizzat kendilerinden dinleyip, öğrenmiştir. Ömer Bey’in (ki lakabı Beleş) “Doğru zamanda, doğru yerde olmak” ile özetlenebilecek gol sezişi düşünüldüğünde hiç de sürpriz değil. Bu arada İstanbul Karması ile Slavya’ya atılan üç golün de sahibi Fenerbahçeliler; Zeki Rıza Sporel ve Alaaddin Baydar!

    1923’teki Fenerbahçe takımı esasında rekorların ve başarıların takımı. 1922-1923 sezonunda 58 gol atıp gol yemeyen namağlup bir takım var. Fenerbahçe’nin o tarihi kadrosunu okurlarımıza tanıtır mısınız?

    Tek kelimeyle “inanılmaz” bir ekip! Şekip Kulaksızoğlu, Hasan Kamil Sporel, Cafer Çağatay, Kadri Göktulga, İsmet Uluğ, Fahir Yeniçay, Sabih Arca, Bedri Gürsoy, Zeki Rıza Sporel, Alaaddin Baydar ve Ömer Tanyeri! Fenerbahçe ve Türk spor tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Elkatipzade Mustafa Bey’in kurduğu altyapı takımlarında yetişen bu sporcular için bizim kullandığımız bir tabir var: “Esir Şehrin Moral Kaynağı”. Fenerbahçe’nin işgal kuvvetlerine karşı kazandığı her maç, büyük bir sevinçle karşılanıyor. O yılları anlatan hatıralarda sahaya girip gol atan oyuncuya sarılmaya koşan seyircilerden bile bahsediliyor.

    Türk Futbolunun Dönüm Noktası
    1925 yılındaki maçtan önce Fenerbahçe ve Slavia takımları. (Gol Spor)

    1922-23 sezonundaki yenilgisiz ve gol yemeden şampiyon olan kadronun fahri başkanı Şehzade Ömer Faruk. Şehzade Ömer Faruk, Fenerbahçe tarihinde önemli bir yere sahip. Şehzade Ömer Faruk dönemi nasıl geçmişti Fenerbahçe’de?

    Şüphesiz Ömer Faruk Efendi’nin günümüz başkanlarından farklı bir statüsü vardı. Aktif olarak yönetmese de kulübü 1920-1924 yılları arasında Fahri başkan olarak himaye etmiş. Şehzade’nin Millî Mücadele’ye olan olumlu bakış açısı göz önüne alındığında bu ilişki daha da değer kazanıyor. Ömer Faruk Efendi’nin kulübü birkaç kez ziyaret ettiğini, anı defterini imzaladığını biliyoruz. Özetle Şehzade, işgal güçleriyle sahada mücadele veren kulübünü yalnız bırakmamış. Slavia ile 1923’te yapılan maçtan önce verilen davette Fenerbahçe’yi temsil etmiş. Bu bilgiler ışığında Ömer Faruk Efendi’nin Fenerbahçe tarihinin zenginliklerinden biri olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum. 

    Şimdi takvimlerimizi 5 Haziran 1927’deki tarihi galibiyete çevirelim isterseniz. Slavia Prag bir kez daha İstanbul’da ama bu kez bambaşka bir sonuç var. 1-0’lık tarihi galibiyet büyük ses getiriyor o günlerde…

    3 Haziran 1927’de Galatasaray Taksim Stadı’nda Slavia ile karşılaşırken, Fenerbahçeliler de Ali Naci Karacan’ın bizzat Almanya’ya gidip getirdiği, Bekir’i karşılamak üzere Sirkeci garına gitmişler. Gazeteler “Milli takımın eşsiz futbolcusu Bekir geldi” haberini birinci sayfadan duyurmuşlar. Bekir de kendisinden bekleneni yapmış ve Fenerbahçe’ye maçı kazandırmış. Gazetelerde maçtan sonra Fenerbahçe’ye, Türkiye’nin dört bir yanından, iki yüzü aşkın tebrik ve takdir telgrafı geldiği haberlerine rastlıyoruz. Slavialılar ise, ilk ziyaretlerinin aksine, herhalde mağlubiyetin moral bozukluğundan olacak, o akşam Fenerbahçelilerin verdiği ziyafete gelmemişler.

    Türk Futbolunun Dönüm Noktası
    Bu neticeyi iftiharla alkışlayarak sporcularımızı bihakkın tebrik edebiliriz. Fenerbahçe:1 – Slavia:0 (Milliyet)

    Dediğiniz gibi, bu tarihi galibiyeti getiren Bekir Refet Teker namı diğer Bombacı Bekir’in kafa golü oldu. Bombacı Bekir’in Fenerbahçe tarihinde özel bir yeri var. Futbolseverlere ve Fenerbahçelilere Bombacı Bekir’i anlatır mısınız?

    Fenerbahçe altyapısından, Elkatipzade Mustafa Bey mucizesinin eseri Bekir… Profesyonel anlamda yurtdışına transfer olan ilk Türk futbolcusu… Bugünden o günlere dönüp baktığımızda Bekir’in Karlsruhe’ye transferini, altyapıdan oyuncu yetiştirip ihraç etme hayalinin başlangıcı olarak kabul edebiliriz. Sevecen Tunç’un yakında yayınlanacak olan kitabında Bekir hakkında çok güzel bir bölüm olacağını öğrendik. Bunu da Bekir’in adının yaşatılması adına sevindirici bir haber olarak görüyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasının da bulunduğu kulüp hatıra defterindeki son yazının Bekir tarafından yazılmış olması Fenerbahçe tarihi için güzel bir tesadüf kanımca. 4 Aralık 1951 tarihinde şöyle demiş büyük Fenerbahçeli: “Uzun senelerden sonra kulübümü ziyaretimde idareci ve sporcularının fevkalade gayretlerini müşahede ettim. Bu faaliyetlerin semerelerini pek yakın zamanda toplayacaklarından hiç şüphem yoktur.”

    Prof. Dr. Vahdettin Engin

    Spor Tarihi Araştırmaları Derneği çalışmalarına başladı. Kasım 2021’den bu yana sosyal medyada da çalışmalarınızı paylaşıyorsunuz. Son olarak dernek çalışmalarını ve projelerinizi bizlerle paylaşır mısınız?

    Öncelikle bize yer verdiğiniz için Derneğimiz adına çok teşekkür ederim. Fenerbahçe Tarihi üzerine uzun zamandır çalışmalar yapan bir ekibiz. Fenerbahçe tarihine yaptığımız katkıların gördüğü ilgi üzerine kurumsal bir yapı oluşturmaya karar verdik. Bu konudaki en büyük desteği de sevgili Hocamız Prof. Dr. Vahdettin Engin’den gördüğümüzü belirtmek isterim. Spor tarihi üzerinden, belgeye dayanmayan söylemlerle toplumu ayrıştıranların karşısında konumlandırıyoruz kendimizi. Spor tarihi, üzerinde bilimsel çalışmaların az olduğu bir alan. Bu alanda akademik olarak çalışma yapmak isteyen kişilere destek vermek, özel arşiv ve koleksiyonların kamuoyunun hizmetine sunulmasına yardımcı olmak istiyoruz. Hangi renkte olursa olsun, gerçeğin peşinde ve hizmetindeyiz.

    Barış Kenaroğlu Celal Umut Eren (Milliyet – 6 Şubat 2022)

  • Şehzade Ömer Faruk Efendi

    Şehzade Ömer Faruk Efendi

    Son Halife ve son Veliaht Abdülmecid Efendi’nin oğlu… Fenerbahçe onursal başkanlığını 1920-1924 yılları arasında yürütmüş Osmanlı Hanedan üyesi… Bugünkü yazımın konusu yukarıdaki sıfatların sahibi Şehzade Ömer Faruk Efendi olacak. Günümüzde, Fenerbahçe Başkanlığı yapmış olması sebebiyle “Milli Mücadele” karşıtı olarak yaftalanan bir Osmanlı şehzadesinin hayatından kesitler aktaracağım. Ülkesinden uzak geçirdiği yıllarda “Cânım Fenerbahçe” diyen Ömer Faruk Efendi hakkındaki görüşleri değerlendireceğim.

    Bir Fenerbahçeli’nin İstanbul’da başlayıp, Kahire’de sona eren hayatından önemli satır başları…

    Barış KENAROĞLU


    Ömer Faruk Efendi’nin hikayesini aktarmaya babası Abdülmecid Efendi ile başlamanın, yazının sonunda yer vereceğim sonuç değerlendirmesi için fazlaca önem taşıdığı düşüncesindeyim. Kendisi hakkında Profesör Dr.Ali Satan’ın “Son Halife Abdülmecid Efendi” isimli biyografik eserinin, yazı boyunca aktaracağım bilgiler için ana kaynak olduğunu öncelikle belirtmek isterim. Bunun yanında Gazeteci-Yazar Murat Bardakçı’nın Ömer Faruk Efendi ile ilgili yıllar içerisinde yayınladığı makalelerden de yararlanılmıştır.

    Baba Abdülmecid Efendi

    Sultan Abdülaziz’in oğlu olan Abdülmecid Efendi Osmanlı hanedanı içerisinde sanatçı yönüyle olduğu kadar, Milli Mücadele’ye bakış açısı ve kuzeni Son Padişah Vahdettin ile ilişkileriyle de öne çıkmaktadır. Abdülmecid Efendi, dönemin birçok yerli ve yabancı yayınını takip eden, geniş bir kütüphaneye sahip hanedan üyesiydi. Abdülmecid Efendi “Batı müziğinin popüler dans türlerinde eserler vermiş”, hatta “Elegie” adlı eseri İtalya’da yayınlanmıştır. 

    Abdülmecid Efendi’nin ressamlığı ise üzerinde durulması gereken en önemli özelliğidir. Bugün bile sanat çevreleri tarafından “profesyonel bir ressam” olarak nitelenen Abdülmecid Efendi’nin tabloları uzun yıllardır sergilenmektedir. Bu tabloların içerisinde en dikkat çekici olanı “Tarih/Nasihat” ismini verdiği tablosudur. 1912 Yılında tamamladığı tabloda, Edirne’nin Bulgaristan tarafından işgal edilmesinin ardından bir Balkan haritası üzerinde oğlu Ömer Faruk Efendi ve kızı ile birlikte kendisini resmetmiştir. Dönemin birçok sanatçısı, edebiyatçısı ile yakın dostluklar kuran Abdülmecid Efendi aynı zamanda 1908 yılında kurulan “Osmanlı Ressamlar Cemiyeti”nin de başkanlığını yapmıştır. Ömer Faruk Efendi’nin babası, Veliaht Abdülmecid Efendi ile ilgili Profesör Dr. Ali Satan’ın aşağıdaki yorumu yazının son bölümü için bir yol gösterici niteliğindedir:

    “Dindar, gelenekle barışık ve aynı zamanda batıya da açık bir insan… Doğu-Batı, gelenek-modernite ikilemleri karşısında kompleks taşımayan bir Türk aydını. Onun “Doğuyu ve Batıyı kendinde birleştirmiş” olduğunu görüyoruz ki bu, bizim ikisinden hangisi olmamız gerektiğine dair sorumuza verilmiş tarihi cevap gibidir”

    “Boykotçu Şehzade”

    Döneme ait kaynaklarda Ömer Faruk Efendi’nin sık sık babası ile birlikte zaman geçirdiğine;  gerek resmi kabullerde gerekse kütüphanesindeki çalışma saatlerinde onun yanında olduğuna ilişkin bilgiler yer almaktadır.

    Baba-Oğul arasındaki ilişkinin yakınlığını, Ömer Faruk Efendi’nin okul yıllarında yaşanan bir olayın daha açıkça ortaya koyacağı düşüncesindeyim. Ömer Faruk Efendi’nin öğrenim hayatını sürdürdüğü Mekteb-i Sultani’nin müdürü Tevfik Fikret, 1910 yılında dönemin Eğitim Bakanlığı ile ters düşmüş ve bunun üzerine görevden alınmıştı. Öğrencileri bu gelişme üzerine Tevfik Fikret’e olan bağlılıklarını okulu boykot ederek göstermişlerdi.

    Murat Bardakçı’nın ulaştığı dönem gazetelerinde çıkan haberlere göre bu öğrenciler arasında Ömer Faruk Efendi de vardı. Boykotçu öğrenciler olarak tepkilerini bugünün İstiklal Caddesi’nde düzenledikleri yürüyüş ile göstermişler, müdürlerinin yeniden okula dönmesini istemişlerdir. Oğlunun yaptığı protesto baba Abdülmecid Efendi’nin de ilgisini çekmişti. Abdülmecid Efendi devletin yüksek kademesine yazdığı mektuplarda “Tevfik Fikret’in başarılı icraatlarına dikkat çekmiş, onun yokluğunda okulu önemli tehlikelerin beklediğini söylemiş”, kısacası görevden alınan müdürün ve boykotçu öğrencilerin tarafını tutmuştu.

    Bu aşamada boykottan bir sene öncesine dönüp Devlet Arşivlerinde karşıma çıkan bir belgeye yer vermek istiyorum. Belgede dönemin Sadrazamı Hüseyin Hilmi Paşa, lise öğrenimi için Mekteb-i Sultani’ye başlamasına karar verilen Şehzade Ömer Faruk Efendi için okulun müdürü Tevfik Fikret’e bir mektup  göndererek, şehzade için gereken özenin gösterilmesini ister. Bu mektuba Tevfik Fikret’in cevabı ise “başka ne gibi takayyüdat (dikkatli davranma, özen gösterme)” lazım geldiğini tırnak içinde sormak şeklinde olur. Baba Abdülmecid Efendi‘nin, öğrencilerinin kim olduğuna bakmadan onlara eşit muamele eden okul müdürü Tevfik Fikret’e yaklaşımı bu belge ile birlikte daha değer kazanmaktadır.

    Asker

    Ömer Faruk Efendi, Tevfik Fikret krizine rağmen Mekteb-i Sultani’yi bitirir. Şehzade, üniversite eğitimine Avrupa’da devam etme kararı alır. Ali Satan’a göre bu kararı almasında Mekteb-i Sultani’deki hocaları Tevfik Fikret ve Salih Keramet Nigar’ın yönlendirmelerinin etkisi vardır.

    Ömer Faruk Efendi önce Viyana’daki Theresianum Askeri Okulu‘nda, daha sonra da Berlin’deki Potsdam Askeri Okulu’nda eğitim alır. Bu eğitimlerin ardından  ülkesine dönen Ömer Faruk Efendi, 1914 yılında Harbiye Mektebi‘nden de mezun olur. Osmanlı Devleti’nin Almanya ile yakınlaşma politikası sürdürdüğü bu dönemde Ömer Faruk Efendi’nin Alman ekolü ile eğitim alması doğal karşılanması gereken bir durumdur.

    Dönem basınında Şehzade’nin üniversite eğitimi için yurtdışına gitmesinden bahsedilmiş, kendisi “Avrupa’ya eğitime gönderilen ilk şehzade” olarak tanıtılmıştır. Ömer Faruk Efendi yurtdışında geçirdiği yıllar sonunda Almanca’ya anadil seviyesinde hakim olmuş, İngilizce ve Fransızcayı da konuşmaya başlamıştı. 

    Ömer Faruk Efendi, I.Dünya Savaşı’nın başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Alman İmparatorluğu ile ittifak yapmasının ardından aktif olarak cephede savaşa katıldı. Almanya – Fransa sınırında gerçekleşen Verdun Muharebesi’nde müttefik Alman ordusu safında savaştı.

    Osmanlı Şehzadesi Ömer Faruk Efendi’nin Almanya ile bu yakın ilişkileri 15 Aralık 1917’de başlayan ve 4 Ocak 1918’de sona eren Veliaht Vahdettin’in Alman İmparatoru II.Willhem’i resmi ziyaretinde yer almasını da sağladı. Padişah Mehmet Reşat’ın yaşlılığından dolayı Vahdettin Efendi’yi gönderdiği ziyarette Mustafa Kemal Bey de Veliahtın Yaveri olarak yer almıştı. Bu ziyaret, aynı zamanda Ömer Faruk Efendi ile Mustafa Kemal’in ilk karşılaşmalarıydı.

    Padişah Damadı

    Ömer Faruk Efendi’nin Osmanlı Hanedanının şehzadesi olarak sürdürdüğü hayatında babası Abdülmecid Efendi’nin önemli rol oynadığını yazının başında belirtmiştim. Abdülmecid Efendi ile Veliaht Vahdettin’in ilişkilerine kısaca değinmek bu rolü açıklamak için önemlidir.

    1916 Yılında Padişahlık makamında Mehmet Reşat otururken, Veliaht sıfatını taşıyan Yusuf İzzettin Efendi’nin intihar etmesi ile kimin veliaht olacağı konusu gündeme gelmişti. Teamüller gereği Vahdettin veliaht olacaktı ancak iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi, fikirlerini bildikleri şehzade yerine, kendilerine yakın gördükleri Abdülmecid Efendi’yi veliaht yapmak istiyordu. Çünkü Padişah Mehmet Reşat yaşlıydı ve sağlığı iyi değildi. Veliaht olacak kişi yüksek ihtimalle yakında padişah olacaktı. Bu doğrultuda veliaht olması teklifi Dahiliye Nazırı Talat Paşa tarafından Abdülmecid Efendi’ye iletilse de, şehzade tarafından “yüzyıllardır süren geleneği bozmak istemediği” gerekçesi ile reddedildi. Nitekim Veliaht olan Vahdeddin, Sultan Reşat’ın 4 Temmuz 1918’de ölümü üzerine Padişah, Abdülmecid Efendi de Veliaht oldu.

    Ali Satan’ın tespitine göre Milli Mücadele başlayana kadar Padişah Vahdettin ile kuzeni Veliaht Abdülmecid arasında bir fikir ayrılığı yoktu. Anadolu’da başlayan Milli Mücadele, ikiliyi bir daha bir araya getirmeyecek şekilde ayırdı. Bu küskünlüğün tek istinası ise Veliaht Abdülmecid’in oğlu Ömer Faruk Efendi’nin, Padişah Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’a aşık olmasıyla ortaya çıkmıştır. Hanedanın güzel üyesi Sabiha Sultan ile evlenmek için  o dönem Mustafa Kemal Paşa da girişimde bulunmuştur. Murat Bardakçı’nın aktardığına göre Sabiha Sultan, sonraki yıllarda yakın dostlarına Mustafa Kemal Paşa’nın evlenme isteğinden bahsederken olayı doğrulayacak, hatta “Kendilerini bir defa görmüş ve hoşlanmıştım. Gayet yakışıklı idi. Ateş gibi gözleri vardı, alev alev yanıyorlardı. Ama evlenemezdim, zira Faruk’u (Ömer Faruk Efendi) seviyordum” diyecekti. Sabiha Sultan, bu evliliği istememesinin bir diğer nedeni olarak da Enver Paşa’nın hanedan üyesi Naciye Sultan ile evliliğini göstermiştir: ” (Mustafa Kemal) Benimle konuşmuş değildir ama ben çekindim ve istemedim. Zira, önümde hiç de iyi örnek olmayan Enver Paşa ile Naciye Sultan’ın hayatı vardı. Sonra, tanınmış bir kumandanla aile hayatı kurabileceğime inancım yoktu.”

    Milli Mücadele

    Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin Milli Mücadele ile ilişkisi 25 Nisan 1921 tarihinde orduya katılmak için İnebolu’ya gidişi ve akabinde Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul görülmeyerek, İstanbul’a geri gönderilmesi şeklinde özetlenebilir. Bu bölümde Ömer Faruk Efendi’nin bu girişimine yol açan olayları sıralamakta yarar görüyorum.

    Veliaht Abdülmecid Efendi’nin Padişah Vahdettin ile Milli Mücadele’nin başlamasıyla beraber fikir ayrılığının başladığından söz etmiştim. Abdülmecid’in, Padişah ile arasındaki temel sorun, Sadrazam Damat Ferit’ti. Abdülmecid, Vahdettin’in Damat Ferit’e olan güvenini doğru bulmuyordu. Bu doğrultuda Padişah’a ilk muhtırasını 18 Ocak 1919’da verdi. “Anadolu’daki milliyetçilerle hükümet arasındaki mücadelenin sona erdirilmesini, Anadolu’ya şehzadelerden birinin başkanlığında bir heyetin gönderilip tarafların yakınlaştırılması gerektiğini” yazdı. Anadolu’da kurulan cemiyetlerin isteklerinin incelenerek faydalı olanlarının kabul edilmesi ve yerine getirilmesini istedi.

    Bu söylem, İngilizler ve Fransızlar tarafından Abdülmecid’in Milli harekete ilgi gösterdiği şeklinde nitelendi.

    Abdülmecid bu dönemde kendisi ile görüşen İngiliz yüksek komiserliği tercümanı Ryan’a şunları söylemiştir: “Halk, halkı Türk olan topraklarda Türk yönetimi istemektedir. İzmir faciası, Rumların cinayetleri ortadadır. Halk Mustafa Kemal ve arkadaşlarına itibar ediyorsa, bunun sebebi arzularına İstanbul Hükümetince itibar olunmamasıdır” Prof.Dr.Sina Akşin, Abdülmecid Efendi’nin bu teklif ve söylemlerini partiler üstü meşruti bir yöneliş olarak değerlendirmektedir. Akşin’e göre Veliaht, Padişaha karşı apayrı bir ideolojinin sözcüsüydü ve Anadolu’daki milli hareket ile “ülküdaş”tı.

    Davet

    Veliaht Abdülmecid bu eylem ve söylemlerinden dolayı Mustafa Kemal Paşa tarafından 1920’nin yaz aylarında Anadolu’ya davet edildi. TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa, Veliahtı Anadolu’ya davet eden bir mektup yazdı. Cevaben “Anadolu’ya geçmeyi ve bu mücadeleye katılmayı çok isterdim. Fakat bu karar ve hareketimin ailevi vaziyetimizle yani hanedan vaziyetinde nasıl bir değişiklik göstereceğini, bunun millet ve memlekete faydalı olup olmayacağını açıklıkla anlayıncaya kadar beklemenin daha doğru olduğunu düşünmekteyim” diyerek, daveti reddetti. Resimli Tarih Mecmuası’nın 1952 yılında yayınlanan 29.sayısında Mehmet Ataker’e ilk ve tek röportajını veren Ömer Faruk Efendi, babasının bu daveti reddetmesinin temel sebebinin “ikilik” çıkarmak istememesi olduğunu söylemiştir.

    Abdülmecid Efendi’nin Mustafa Kemal Paşa’nın iç isyanlar dolayısıyla sıkışık durumda olduğu bir zamanda davetini reddetmesi, TBMM ile hanedan arasında var olan soğukluğun artmasına neden olmuştur. Diğer yandan Veliahtın Anadolu’ya geçerek milli hareketin başına geçme ihtimali İtilaf Devletleri’nin uzun zamandan beri korktukları bir konuydu. Bu doğrultuda İstanbul işgal edildikten sonra Veliaht Abdülmecid Efendi’nin sarayı İngilizler tarafından kuşatılarak, yazışma notlarına ve belgelerine el konuldu. Abdülmecid’in Mustafa Kemal’in davetini kabul etmemesinde İngiliz faktörü de göz önünde tutulmalıdır. Abdülmecid, İngilizler tarafından ev hapsinde tutulurken Mustafa Kemal Paşa’ya şu mesajı gönderdi:

    “Vaziyeti görüyorsunuz, bu şartlar altında benim ayrılmam maddeten de mümkün gözükmüyor. Mustafa Kemal Paşa’ya hürmetlerimi ve muvaffakiyet temennilerimi söyleyin. Beni mazur görsün.”

    İngilizlerin göz hapsinde tutulan Abdülmecid Efendi 16 Eylül 1920’de, 9 ay önce dünür olduğu Padişah’a bir mektup yazdı:

    “Yüce şahsınızı elinde ihtiras oyuncağı yapan Ferit’in (Damat Ferit) yalanına dolanına nasıl inanıyorsunuz? Ferit beni bilmez ve anlamaktan acizdir. Bütün önemli hususları kişisel amaçlarına tabi kılan Ferid’in hıyanetkar idaresine bir son veriniz”

    Bu mektuptan sonra Veliaht ile Padişahın arası düzelmemek üzere bozuldu. Vahdettin ülkeyi terk ettikten sonra onun hakkında “hain” sıfatını kullanan tek hanedan mensubu Abdülmecid Efendi’ydi.

    Ömer Faruk Efendi İnebolu’da

    Babası Veliaht Abdülmecid, başkent İstanbul’da İngilizlerin göz hapsindeyken Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi, 25-26 Nisan 1921’de gizlice İnebolu’ya gitti. Bu esnada Türk ordusu I.ve II. İnönü Savaşlarını kazanmış, Milli Mücadele zafere doğru ilk adımlarını atmıştı. Şehre adım atar atmaz, Ankara’ya “vazife-i vataniyyem ve askeriyemi görmek üzere” geldiğini bildirdi. Anılarını 1957 yılında yazan ve Ömer Faruk Efendi’yi İnebolu’da karşılayan polis memurlarından biri olan Ali Rıza Öge, şehzadenin ziyareti ile ilgili şu ifadeleri paylaşmıştır:

    “ ‘Şehzadem, millet sizi bekliyor, buyrun’ deyip onu karaya çıkarmışlar. Vapur hareket edinceye kadar Ankara’dan cevap gelmeyince İnebolu’da kaldı. Bir otelde yer bularak korumalar eşliğinde bir geceyi geçirdi. Gece yarısına doğru Ankara’dan gelen telgraf emriyle ilk gidecek vapurla İstanbul’a iadesi bildirilmişti. Biz de kendisini İstanbul’a iade ettik” Ömer Faruk Efendi’nin ve İnebolu’da görevli memurların beklediği Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafında şunlar yazılıydı:

    “Telgrafınızı büyük bir memnuniyetle aldık. Yüksek zatınızın Anadolu’yu şereflendirmeleri tarihteki üzücü örneklerinden de görüldüğü üzere saltanat mensupları arasında bazı fena anlamalara yer verebileceği ve birlik halinde bulunan milli kamuoyunu yeniden karışıklığa düşürmek suretiyle fevkalade mahzurlara sebep olabileceği için vatan ve milletin bütün saltanat hanedanı mensuplarının hizmetinden istifade edecekleri zamanın gelmesini bekleyerek şimdilik İstanbul’da kalmaya devam etmenizi yaradılışınızın verdiği vatan sevgisinin gereği görüldüğü saygı ile arz olunur”

    Anadolu’ya geçmesi uygun bulunmayan Ömer Faruk Efendi, o gün neler hissettiğini yıllar sonra verdiği tek röportajında şöyle anlatıyordu: “O zaman 23 yaşındaydım. Tecrübesizdim. İstanbul’a döndüğüm takdirde, İngilizler tarafından yakalanacak, hapsedilecek ya da Malta’ya sürülecek belki de öldürülecektim. Sarayın bana karşı takınacağı hareket, Vahdettin’in intikam almaya kalkması… birer birer gözümün önüne geliyordu.” Ömer Faruk Efendi, Gazeteci Mehmet Ataker’e Ankara’nın kendisini kabul etmemesinin nedenini şöyle açıklıyordu: “Birkaç ay sonra Millet Meclisi’nde benim için sorulan bir soruya şöyle cevap verilmişti: ‘İngilizler veya saray tarafından gönderilmiş olması ihtimaline karşı kendisini iade etmek mecburiyetinde kaldık’”

    Ömer Faruk Efendi’nin sözünü ettiği cevabı TBMM’nin 24 Aralık 1921 tarihinde toplanan gizli oturumunda Mustafa Kemal Paşa tarafından verilmişti. Mustafa Kemal Paşa, milletvekillerine Şehzade’nin gelişi ile ilgili şu açıklamayı yapmıştı:

    “Efendim, bunların mahdumu Ömer Faruk Efen­di İnebolu’ya gelmişti; ben kendisini iade ettim. Onun gelişi babasının (Abdülmecid Efendi) ve yahut kayınpederinin (Padişah Vahdettin) onayıyla olup olmadığını bilmiyorum. Şahsen Ömer Faruk Efendi’yi tanırım. Ba­na bazı mektuplar yazmıştı ve kendisiyle yakından te­masta bulunan bazı arkadaşlarla da sözlü haber gön­dermişti. Bana yazdığı şeylerde diyor ki: “Ben oraya geliyorum. Ben oraya gelir gelmez, benim şartlarımı şimdiden tespit ediniz. Ben buradan bir takım in­sanlar getireceğim ve benimle beraber kalacaklardır” Doğrudan doğruya amacı, halife ve pa­dişah olmak.. Bunun mümkün olamayacağını kendi­sine söylemişler. Bunu kafasına koymuş. Halbuki Ömer Faruk Efendi’yi buraya getirmek Halife veya Padişah yapmak söz konusu değildi. Belki de bir çok kargaşaya sebep olacaktı. ‘En iyi vazifenizi İstan­bul’da görürsünüz’ demiştim.

    Yalnız ona demişler ki, ‘gider gitmez emri vaki yaparsın ve millet her şeyi unutur, büyük gösterilerle sizi Padişah ilan eder’ ve o da buna güvenerek benim onayımı almaksızın gelmiştir ve hakikaten İnebolu’ ya çıktığı zaman, beklendiği üzere ve derhal İstanbul’a da ha­ber vermiştir. Yani açıkça Padişahın ya da babası­nın izni ile gelmiştir.”

    Ömer Faruk Efendi’nin İnebolu’ya gelişinin en önemli tanığı, Milli Mücadele’ye katıldıktan sonra Batı Cephesi Kurmay Başkanlığı görevini yürütecek, Cumhuriyet’in ilanından sonra ise Genelkurmay İkinci Başkanlığı yapacak olan, aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye’den sınıf arkadaşı Orgeneral Asım Gündüz’dür. O dönem Harp Akademisinde ders veren, Ömer Faruk Efendi’nin öğretmeni de olan Miralay Asım Bey:

    “Ömer Faruk Efendi bana gelerek, ‘Hocam, ben Anadolu’ya gitmek istiyorum. Eğer Mustafa Kemal Paşa, babam gelmedi diye kızdı ise ben vardım. İster babamın yerine beni kabul etsin isterse Milli Mücadelede bir er olarak kullansın. Gideceğim. Kararımı verdim’ demişti. Tam bu sıralarda Mustafa Kemal Paşa’dan haber aldım. Paşa beni Ankara’ya çağırıyordu. Ömer Faruk Efendi, tekrar evime gelerek Anadolu’ya geçmek konusunda ısrar etti. Arkadaşlarla görüştük. ‘Mustafa Kemal Abdülmecit’i istiyordu. O gidemedi bari oğlunu götürelim. Bu, herhalde yanlış bir hareket olmaz’ diyerek onu da götürmeye karar verdim. Şehzadenin seyahat ettiğimiz gemide tutulduğu bölmenin şartları dolayısıyla yarı baygın halde kıyıya çıkartılması, kimliğinin açığa çıkmasına sebep oldu. Yolculuk sonrasında tedaviye ihtiyacı vardı. Gemiden çıkartıldıktan sonra İnebolu’da gelenin kim olduğu haberi yayılınca halk rıhtıma yığıldı. Davullar zurnalar serhat türküleri gökleri inletmeye başladı. Her tarafta silahlar patlıyordu. Ankara’nın asıl manevi endişesi İnebolu’da genç şehzadeye karşı gösterilen büyük tezahüratın Milli Mücadelenin gayesi üzerinde meydana getireceği şüphelerde toplanmıştı. Ömer Faruk Efendi’ye yapılan tezahüratı kimse beklemiyordu.”

    Asım Gündüz’e göre Ömer Faruk Efendi’nin geri gönderilmesinin bir diğer nedeni de şuydu:

    “Daha sonra öğrendiğime göre Ankara’nın dostu olan bir yabancı, hanedana mensup bir kişinin Milli Mücadele safhında olmasının bilhassa İngilizler tarafından istismar edileceğini, Anadolu’nun müdafaasına karşı nispeten tarafsız davranan İtalyan ve Fransızları da aleyhimize sevk edeceğini ihtar etmiş. Bu ihtimali mümkün ve akla yakın görmüştüm.”

    Fenerbahçe Başkanı

    Ömer Faruk Efendi’nin Fenerbahçe’ye 1920 yılında 21 yaşındayken başkan oldu. Başkanlığı, Osmanlı hanedan üyelerinin yurtdışına çıkarıldığı 1924 yılının Mart ayına kadar devam etti. Başkanlığı süresince kulübe, şimdiye dek tespit edebildiğimiz sadece bir ziyaret gerçekleştirdi. 26 Aralık 1920’deki bu ziyaret dönemin Spor Alemi dergisinde geniş yer buldu. Ziyaret sonrasında kulüp hatıra defterini imzalayan Şehzade’yi kulüpte karşılayanlar arasında ilerleyen yıllarda Fenerbahçe’ye başkanlık da yapacak olan genç bir sporcu, Yavuz İsmet (Uluğ) de vardı.

    Ömer Faruk Efendi’nin Fenerbahçe ile ikinci ve son teması ise yıllar sonra gerçekleşecek ve Fenerbahçe Tarihinde derin bir iz bırakacaktır. Spor Alemi Şehzade’nin ziyaretini şu satırlarla aktarmıştı:

    “26 Aralık Pazar günü, Fenerbahçe Kulübü fahri başkanlığını kabul buyuran Şehzade Ömer Faruk Efendi Hazretleri kendi yurtlarını (kulüplerini) ziyaret etmişlerdir. Öğleden sonra saat ikide Kadıköy gençlerinden bir kısmı orta salonda sevgili reislerini karşılamak için hazırdılar. Fahri Başkanın yanında yine kulüp üyelerinden Damat Mecit Bey ile Damat Selami Bey ve yaverleri Binbaşı Faik Bey Efendiler bulunuyordu.  Önce kulüp ziyaret edildi ve kütüphane, kayıkhane, jimnastik, tenis alanları gösterilerek efendi hazretlerine spor sahasındaki kulübün faaliyeti hakkında bir fikir verilmek istenildi, sonrasında kulüp üyelerinden bir kısmı tanıtıldı. Bu arada kulüpte tenis şubesinde çok yüksek bir faaliyet gösteren Damat Mısırlı Muhsin Yeğen Bey de bulunuyordu. Saat üçte havanın elverişsizliği dolayısıyla yalnız salonda bazı sporlar yapılabildi. İlk numarayı azadan Said ve Fevzi Beylerin eskrimi ve ikinciyi de muallimleri meşhur şampiyon Miralay Grodotski ile Mösyö Nikolay’ın egzersizi oldu. Bundan sonra memleketimizin en kıymetli amatörlerinden İsmet (Yavuz İsmet Uluğ) ve Ziya Beylerin boksu, ve Binbaşı Mazhar Beyefendinin idare ettiği Alman jimnastiği ile program sonlandırıldı. Bu sırada kulübün en değerli bir parçası olmakla beraber musiki yönüyle de gurur kaynağı bir amatörü olan Ekrem Bey’in keman ile çaldığı birkaç parça musikide de kulübün bir yerinin bulunduğunu hissettiriyordu.”

    Ziyareti esnasında Kulüp anı defterine bıraktığı iz, bugün hala Fenerbahçe Müzesi’nde sergilenmektedir. O satırlarda Fenerbahçe Başkanı Ömer Faruk Efendi, şu satırlarla kulübünü onurlandırmıştır: “Kulübün tealisini (gelişmesini) görmek medar-ı iftiharım (gurur kaynağım) olacaktır”  

    Ömer Faruk Efendi’nin Fahri Başkanı olduğu Fenerbahçe, bu dönemde sadece yabancılarla maç yapmakla kalmadı, devletin düzenlediği bağış kampanyalarında aktif rol aldı. Bunlardan bir tanesi de Fenerbahçe – İttihatspor arasında oynanacak şampiyonluk maçının hasılatının Göçmenler Müdürlüğü’ne bağışlanmasıydı. 17 Ağustos 1921 günü oynanan maça Fenerbahçe,  Şekip, Galip, Hasan Kamil, Fahir, İsmet, Ethem, Ömer, Boldin, Zeki Rıza, Alaeddin ve Sabih 11’i ile çıktı. Akşam gazetesinin haberine göre maçta “her taraftan gelip stadı dolduran binlerce kişilik büyük bir kalabalık” vardı. Maçı 3-2’lik skorla kazanan Fenerbahçe, şampiyon olmuş ve Göçmen Müdürlüğü yüklüce bir gelir elde etmişti.

    Halife’nin Oğlu

    Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra, 1 Kasım 1922’de Saltanat yönetimine son veren TBMM, Osmanlı Hanedanın elindeki dünyadaki bütün Müslümanların liderliği anlamını taşıyan “Hilafet” makamına Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin babası Abdülmecid Efendi’yi getirdi. Anadolu’daki Milli Mücadele’ye çeşitli sebeplerle katılmamış/katılamamış olsa da İstanbul’da Fahri Başkanı olduğu Kızılay Cemiyeti aracılığı ile Anadolu’ya yardım ettiği kayıtlara geçen, Milli Mücadele’nin kutlama, miting, yardım gibi organizasyonlarına hem kendisi hem de oğlu adına bağış yapan Abdülmecid Efendi’nin halife olarak seçilmesinde bu tavrının önemli etkisi vardır. Ömer Faruk Efendi’nin halifenin oğlu olarak İstanbul’da yaşadığı 2 yılı aşkın zaman boyunca, Fenerbahçe, İstanbul’u terk etmeye hazırlanan İşgal kuvvetleri takımlarına karşı üstünlüğünü korudu.

    “Canım Fenerbahçe”

    Ömer Faruk Efendi, Hilafetin kaldırılmasının hemen ardından diğer hanedan üyeleri ile beraber yurtdışına gönderildi. 1924 Yılından, 1969 yılına kadar 45 sene sürgün hayatı sürdü. İsviçre ve Fransa’da yaşadıktan sonra Kahire’de hayatını kaybetti ve oraya defnedildi. Mezarı yıllar sonra, Türk hükümetinin “sessizce nakledilmesi şartıyla” verdiği özel bir izinle Türkiye’ye getirildi ve Cağaloğlu’ndaki Sultan Mahmud Türbesi’ne nakledildi.

    Ömer Faruk Efendi’nin, Fenerbahçe Tarihinin en özel hatıralarından biri olan, “Canım Fenerbahçe” seslenişi Murat Bardakçı’nın 16 Ocak 2006 yılında Hürriyet Gazetesi’nde yayınladığı bir mektupla gün yüzüne çıkmıştır. Bardakçı, Ömer Faruk Efendi’nin Kahire’den 20 Temmuz 1966’da İstanbul’da yaşayan dostu ünlü Tarihçi İsmail Hami Danişmend’e gönderdiği mektubun Fenerbahçe ile ilgili kısımlarını köşesine taşıdı. Bu mektupta Ömer Faruk Efendi, yıllar önce başkanlığını yaptığı Fenerbahçe Kulübü’nün o zamanki başkanı Faruk Ilgaz’dan bir mektup aldığını söylüyor, kulübün kendisini hatırlamasından duyduğu memnuniyeti anlatıyor ve gözyaşlarını tutamadığını yazıyordu.

    “Geçen gün postacı geldi ve büyükçe bir zarf uzattı. Üstünde canım Fenerbahçe Spor Kulübü’nü görünce şaşırdım. Mektubu okuyunca büsbütün hayretlere düştüm. Kulübün yeni müdürü, eski başkanlarının resmini istiyor! Salonlarını süslemek için! Kırk küsur senedir böyle bir ilgi görmediğimden şaşırdım ve duygulandım. Gözlerimden yaşlar boşandı. Yeni ve eski birer fotoğrafımı, kulüp üyeleriyle çıkmış olan bir eski resmimi ve göstermiş oldukları ilgi dolayısıyla teşekkürlerimi yazdım ve gönderdim. Yeni reisin ismi de Faruk olduğundan, adaşlık sebebiyle bir sempati doğmuş olacak! Bana gönderdikleri kulübün ismi, işareti ve arkasına yazdıkları beni çok mütehassis etti: ’Kulüp erkanı, eski reislerine saygılarını sunarlar.’ Şimdi resim çerçevelenmiş halde yanımda duruyor…Ömer Faruk”

    Sorular

    Ömer Faruk Efendi nasıl bir kişiliğe sahipti?

    Ömer Faruk Efendi’nin kişiliğinde şüphesiz Babasının etkisi büyüktür. “Doğu-Batı, gelenek-modernite ikilemleri karşısında kompleks taşımayan bir Türk aydını” olan Abdülmecid Efendi’nin oğlu ve şehzade ünvanıyla, Avrupa’da eğitim gören ilk hanedan üyesi olmuş, birden fazla yabancı dil öğrenmiştir. Özetle, Ömer Faruk Efendi, Osmanlı Modernleşmesinin hanedan içerisindeki en önemli temsilcisi sayılabilir.

    Ömer Faruk Efendi Milli Mücadele’ye karşı mıydı?

    Ömer Faruk Efendi’nin Milli Mücadele’ye karşı olduğunu söylemek elimizdeki belgelere ve kaynaklara göre imkansızdır. Anadolu’ya geçişi ile ilgili, kendisi ve Mustafa Kemal Paşa farklı sebepler ortaya koymuş olsa da, bu durum Ömer Faruk Efendi’nin ülkenin kurtuluşunu istemediği anlamına gelmemektedir. Babasının Sadrazam Damat Ferit’e ve Padişah Vahdettin’in Milli Mücadeleye olan tavrına getirdiği ağır eleştiriler göz önüne alındığında, iki tarafın ülkenin kurtuluşu için farklı yöntemler öngörmesi ihtimal dahilinde olsa da; bu, onun Milli Mücadeleye karşı olduğu göstermemektedir. Kendisini Anadolu’ya getiren Asım Gündüz’ün sonraki günlerde Milli Mücadele’nin önemli komutanlarından biri olacak olması ve Cumhuriyet’in ilanından sonra Genelkurmay 2. Başkanlığı yapması, bu değerlendirmeyi destekler niteliktedir.

    Mustafa Kemal Paşa’ya göre Milli Mücadele’nin yöntemi neydi?

    Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele yıllarında söylemleri farklı bakış açılarıyla değerlendirilmektedir. Bu söylemlerin ve Paşa’nın eylemlerinin tek hedefi şüphesiz ülkenin bağımsızlığını kazanmasıydı. Yakın çevresine Milli Mücadele’nin ilk günlerinde “Cumhuriyet” fikrini hayata geçireceğini paylaşmış olsa da, 620 yıldır bir hanedanın yönetimi altında yaşayan halka bu fikrini açmamıştır. Bağımsızlığın kazanılması için deha seviyesinde bir iç politika yürütmüş, kendi deyimiyle “uygulamayı evrelere ayırarak, hedefe varmıştır.” Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’un giriş kısmında yer alan ifadeleri yaptığım bu değerlendirmenin temel dayanağıdır:

    “Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına teca­vüz edenler kimler olursa olsun, onlara bütün millet­çe silahlı olarak karşı koymak ve onlarla mücadele eylemek gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gereklerini ve zorunluluklarını ilk günden ortaya koymak ve ifade etmek, elbette isabetli olamazdı. Tatbikatı birtakım safhalara ayır­mak ve vakalardan ve hadiselerden istifade ederek milletin hissiyat ve fi­kirlerini hazırlamak ve kademe kademe yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak lazım geliyordu. Nitekim öyle olmuştur.”

    Tarihi nasıl okumalıyız? Olaylara nasıl bakmalıyız?

    Şüphesiz tarihi olayların, farklı düşüncelere sahip, dünyaya başka pencerelerden bakan insanlar tarafından çeşitli şekillerde yorumlanması doğal karşılanmalıdır. Bu farklı değerlendirmeler ancak  tek bir şartla tarih yazımını değerli kılar. O da: “geçmişte yaşanmış olayları, meydana geldikleri dönemin şartlarına göre değerlendirerek” Anadolu topraklarında kurtuluş mücadelesi verilirken, iç isyanların bu mücadeleyi tehlikeye sokmaya başladığı günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın Veliaht Abdülmecid Efendi’yi Anadolu’ya davet etmesi onu “Saltanat yanlısı” yapmayacağı gibi, Osmanlı Şehzadesinin “Campidoglio” gemisinin gizli bir bölmesinde Anadolu’ya geçişi de onu “Milli Mücadele karşıtı” yapmaz.

    Ömer Faruk Efendi’nin Fenerbahçe Başkanlığı ne ifade etmektedir?

    Ömer Faruk Efendi, Fenerbahçe’nin fahri yani bugünkü anlamıyla onursal başkanlığını yürütmüş isimlerden biridir.  Kısaca Fahri Başkanlık, yönetsel değil simgesel bir makamdır. Her ne kadar bu makam “simgesel” olsa da, Fenerbahçe’nin, buhranlı geçen kuruluş günlerinin ardından, ilk önce İttihat ve Terakki’nin sonrasında da hanedanın dikkatini çekmesi, kulübün sportif olduğu kadar sosyal bir olgu da olduğunu göstermektedir. Nitekim Fenerbahçe faktörü Cumhuriyet’in ilanından sonra da ülkeyi yönetenler tarafından  dikkate alınmaya devam etmiştir. Fenerbahçe, Ömer Faruk Efendi’nin başkanlığı döneminde işgal yıllarının esir İstanbul’una moral kaynağı olmuş, bu dönemde yaşanan gerek maddi gerekse manevi sıkıntılara rağmen, Türk insanının kalbinde yer etmeye Ömer Faruk Efendi kulübün başkanıyken başlamıştır.

    Barış KENAROĞLU / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Rüştü Dağlaroğlu Röportajı

    Rüştü Dağlaroğlu Röportajı

    1994 senesinde Birleşik Vakıf’ın bir dergisinde Dr. Rüştü Dağlaroğlu röportajı yayınlanmış. Bildiğimiz kadarıyla, şimdiye kadar bu kıymetli Fenerbahçeli ile gerçekleştirilen ve kayıt altına alınan tek sohbet bu. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Beş Senelik Bekleme Süresi

    Kitabınızda kongrelerde yanlış seçim taktiği dolayısıyla yönetim kadrolarına ehil olmayan kişiler geldi diyorsunuz. Bu seçim usulünde bir yanlışlık olduğu herkesçe malum. Acaba buna ilave olarak Birleşik Grup’un çok önemle ve ısrarla üzerinde durduğu yeni insanların ve beyinlerin Fenerbahçe’ye hizmet vermesini engelleyen beş sene bekleme süresinin ivedilikle iptali konusuna ne diyorsunuz?

    Ekmek elden gidecek diye bu beş seneyi kaldırmıyorlar.

    Biliyorsunuz biz İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Bucuoğlu’nu bu konuda konuşmacı olarak davet ettik ve Kasım 1993 bültenimizde tüzüğün bu maddesinin ne kadar antidemokratik ve ilgili hiçbir yasa ile uyum sağlamadığı konusunda uzman kişilerin görüşlerini aktardık. Demokratik bir koşul değildir, kaldırılması gereklidir. Bir de üstelik yaptırımları vardır. Birleşik Grup bu konu üzerinde çok önemli çalışmalar yapmaktadır.

    Ben bu çalışmaları bilmiyordum. Çok güzel, bravo. Ben de bunun kaldırılmasına öteden beri taraftarım. Zaten Fenerbahçe bir halk kulübüdür. Prensip olarak bunu kabul etmek gereklidir. Çünkü bakın bizle mukayese edebileceğimiz iki kulüp var. Beşiktaş ve Galatasaray. Bunların menbaına bakınız; Beşiktaş’ın Saray’dı, Galatasaray’ın da Galatasaray Mektebi Sultanisiydi. Fenerbahçe’nin de halktır ve halka açılmalıdır. Bu beş senein kaldırılma nedeni ekmek elden gidecek diye, o kongrelere hakim olamayız korkularıdır.

    Bakın ben şimdi sizden Birleşik Grup’un bu konudaki çalışmalarını duydum, pek memnun oldum.

    Şimdi efendim, kulübe üye kaydederken tabiidir ki bazı vasıfları aramak gereklidir. Açıkçası sizden bunu duymak beni çok memnun etti.

    Tarih Saptırılıyor

    Sizden bir şeyler öğrenmek bizim için çok önemli. Bu konuda en detaylı bilgileri siz verebilirsiniz.

    Kulüp maalesef çok uzun yıllar yarını düşünmeyen kişilerin eline kaldı. Bakın ben gidemedim ama arkadaşların söylemesi ile muttali oldum konuya. Bu, Atatürk’ün Beşiktaşlı olduğu ile ilgili Ateş Hattı’nda bir Fenerbahçeli spor yazarına “Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye sormuşlar. O da “Diyebiliriz” demiş!…

    Ben de dışarıdaydım. Kulüp beni davet etti. İki arkadaş daha çağırmışlar, bizlerden bilgi aldılar. Konu ile ilgili cevap hazırladık. Fakat hâlâ neşredilmedi. TRT nedense bidayetten beri Fenerbahçe’ye muarız. Yahut bu intibayı veren davranışlar içinde. Sporla ilgililer içinde birkaçının Fenerbahçe’ye karşı olmalarından herhalde. Bu çok kötü bir şey. Tarafsızlık gerekir.

    Çok gaflar yapılıyor. Kanallar çoğalınca! Evvelki akşam Slavya Prag maçı dolayısıyla Ümit Aktan, biliyorsunuz hasta bir Galatasaraylı olduğunu. Dün akşam da Slavya’nın Türkiye’ye gelişini dün gibi hatırlıyorum. Belki de diyorum ben, bunu benim kadar hatırlayan bir sol açık Bedri vardır. İşte tafsilat veriyorlar: 1923’de ilk gelişinde Fenerbahçe’ye 10 gol attı, Galatasaray’dan 4 gol yedi vs. 4 defa geldi 2’şer defa yenildi! Yanlış bu! 3 defa geldi. Bir tek mağlubiyeti var, o da Fenerbahçe’ye karşı, Bekir’in attığı golle! 4-0 Galatasaray galip gelmiş! İmkanı mı vardı o zaman? Merkezi Avrupa Şampiyonu bir takıma 4 gol atabilmenin. Aslında şimdi bunlar mevzumuzun dışında.

    Slavya Maçları

    Rica ederiz efendim, sizinle sohbet ediyoruz. Biz mutluyuz sizin anlattıklarınızdan.

    Şimdi hiç unutmam. Fenerbahçe’den önce Galatasaray’la Altay epey gol yediler Çeklerden. Artık İstanbul’daki halkla o kadar iddialı konuşuyorlar ki Çekler o zaman “Biz Türkiye’den gol yemeden gideriz” diyorlar! Şimdi Fenerbahçe maçı Salı günü, maçtan önce bunlara çay veriliyor. Bizim kulübün Fahri Başkanı o zaman Şehzade Ömer Faruk Efendi. Allah rahmet eylesin.

    Orada elit bir davetli grubu var. Ben de futbolcularla birlikteyim. Anya çıkardı portföyünü, “Bunda az çok bir şeyler var” dedi. O zaman bize tercüme ettiler Fransızca’dan. “Bunu, bize gol atacak Türk futbolcusuna vereceğim” dedi. Hakikaten ertesi gün bizimkiler gol attılar! Ömer attı. 10 gol yedik ama bakın ne oldu biz gol atınca! Bu Fenerbahçe’nin tarihinde en ağır mağlubiyettir. Bunu hatırınızda tutmanızı rica edeceğim. Fakat böyle bir netice bugün ne olurdu? Fenerbahçe’yi üzüntüye gark ederdi! Hayır, sadece Fenerbahçe’yi değil, herkesi sevince boğdu! Çünkü Fenerbahçe böyle bir takıma gol attı. Namus kurtuldu. Ve omuzlarda taşındı. Böylesine bir iddiaya karşı. Tarihteki bakın 90 senede Fenerbahçe’nin en ağır mağlubiyetinde, namusumuzu kurtaran Fenerbahçe omuzlarda taşındı! Yine namusumuzu kurtarırsa Fenerbahçe kurtarıyor!

    Nasıl Fenerbahçeli Oldum?

    Şimdi Rüştü Bey, nasıl Fenerbahçeli oldunuz, nasıl bu tarihçeyi yazdınız? Nasıl doneleri topladınız? Bu çok önemli ve detaylı kitabı yazmaya nasıl adım attınız?

    Bakınız, ben Fenerbahçe’nin mütareke yıllarında İngiliz takımlarını yenmesi sevinçleri arasında Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe’nin en büyük şansı şu; Fenerbahçe’nin en kuvvetli olduğu devrini Türk milletinin en gamlı, en kederli bir devrinde yaşamış olmasıdır. Ve o devirde de karşısında en amansız hasımlar vardı. Düşünün, o 1. Dünya Savaşı’nı. Kaç cephede İngilizler karşımızda. Bir veya birkaç evladını veya yakınını şehit vermemiş tek bir aile gösteremezdiniz. Bunun için onlara karşı büyük bir kin vardı. Bu haleti ruhiye ile gazetelerde okuyorsunuz. “Fenerbahçe İngilizleri yendi” Kim o İngilizler? Benim kardeşimi, amcamın oğlunu öldürenler! Bir çok Türk genci gibi ben de bu duygularla Fenerbahçeli oldum. Kulübe kaydın 1921. 1921’de yaşım küçüktü. Hüviyetimi ancak 1924’de alabildim.

    Şimdi bu kitabı nasıl yazdım. Ben Fenerbahçeli olurken bu maçları büyüklere sorarak, gazetelerden okuyarak not defterime kayıt ederek işe başladım. Beni esasen harekete geçiren sebep de bir Fenerbahçe kongresidir. Ben İsviçre’deydim o yıllarda. Doktora yapıyordum. Bu kongrede Fenerbahçe tarihinin yayılmasına karar veriliyor. Fakat hiçbir harekette bulunmuyorlar! Ben bunu duydum. İstanbul’a geldiğimde bizim santrfor ve sol iç oynayan ve aynı zamanda gazetecilik yapan bir spor dergisi çıkaran Sedat ve birkaç gazeteci bana “Yahu bize arasıra yazı yazar mısın” diyorlardı. Ben de işte işgal yıllarında çoğuna şahit olduğum maçları yazınca, büyük alaka gördüm. Aman beni göklere çıkardılar ve bu şekilde yazmaya tahrik ettiler.

    Şimdi bakınız bazı şeyler çok değişiyor. Eskiden Fenerbahçe Kulübü’nün bir kongre kararının yerine getirilmemesi çok büyük bir ayıptı, adeta suçtu. Şimdi ben komiteyi hep suçluyordum ve madem ki onlar yapmadılar bari ben elimden geldiği kadar bu işi yapayım dedim ve 1957’deki ilk yayını hazırladım. Şimdi size bir şey göstereceğim, bakalım ne diyeceksiniz? Bu işin alfabesi, yahut başlangıcı.

    Atatürk ve Fenerbahçe

    Eski kırmızı bir defter! Okuyucularımıza kapağındaki yazıyı okuyorum : “1918-1926 yılları arası Fenerbahçe maçları” ve eski Türkçe yazılmış bir defter. 80 senelik bir defter. Yani siz bunu yaklaşık 10 yaşında yazmaya başlamışsınız. İçinde skorlar cetveller de var. Çok ilginç, tarihçenin ilk menşei bu demek ki.

    Şimdi biraz önce size Atatürk ile ilgili bir şeyden bahsettim. Ergun Hiçyılmaz biliyorsunuz Fenerbahçelidir. Kendisine “Ateş Hattı” programından bir sual tevcih ediyorlar. “Efendim Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye. O da sanki sarhoşmuş gibi “Diyebiliriz” diyor!…

    Eğer Beşiktaş Kulübü böyle bir şey söylese idi, ben buna derhal müdahale ederdim. Ama bu bir şahıs. Beşiktaş saygıdeğer bir kulüptür. Böyle bir iddiada bulunmaz! Bizimle röportaj istediler. Bize şöyle dediler “Biz soracağız siz cevap vereceksiniz!” Bizi niye tahdit ediyorsunuz? dedik. Bu soruların dışına çıkmayacaksınız. “Efendim Atatürk tarafsız kişiliğini korumak için kulüplerin hepsine teveccühte bulunmuştur” falan denildi. Derken, ben hazırlıklı gitmiştim, Atatürk’ün Fenerbahçe’ye müteallik davranışlarını not almıştım. Mesela bizim stada büstünün konulması; Türkiye hudutları dahilinde Atatürk’ün bizzat büstünün konuşmasına müsaade ettiği tek staddır. Şimdi bakın bu kadar önemli bir olay o yıllarda normal bir olay imiş.

    Bakın kulübe gelen telgrafı görüyorum ve kulübün 26. sene-i devriyesinde geliyor bu telgraf ve ben not almışım. O gün program yapılıyor. Daha önce Atatürk’e müracaat ediliyor. “Kulübümüzün 26. sene-i devriyesi 1 Haziran’dır. O gün aynı zamanda stadımıza Muhterem Reis-i Cumhurumuz, ulu zatlarının bir büstünü koymak istiyoruz. Müsaade buyurulur mu?” diye bir yazı gönderiliyor yaklaşık bir ay önceden; “Memnuniyetle” diye bir cevap alınıyor. Büst hazırlanıyor. Bir hafta evvel de Atatürk ve İsmet Paşa davet ediliyor. Bakınız bu 26. sene-i devriyede programda neler var:

    Program

    1. Gazi Büstü’nün açılış töreni.
    2. Bir ecnebi futbol maçı
    3. Zeki Sporel’in futbola vdası
    4. Yunanlı atletin katıldığı müsabaka
    5. 120 Fenerbahçeli sporcunun geçit töreni

    Atatürk’ten bu 26. sene-i devriye davetine gelen cevabı okuyorum.

    “Fenerbahçelilerin gösterdikleri temiz duygulara teşekkürler ederim efendim”
    Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal

    Ben bunu okurken ağlıyorum! İsmet Paşa’dan gelen cevap :

    “Ulu Gazi’nin heykeliyle süslenen stadınızın kulübümüzün şerefli muvaffakiyetlerine sahne olmasını dilerim”
    Başveki

    Bunlar çerçevelenecek şeyler. Ben bunu yaptıracağım ama bundan on binlerce yaptırıp dağıtmak isterdim. Herkes bu yazıları görsün efendim. Duymak başka görmek başka!

    Projeler, Gruplar ve Gelecek

    Bakınız geçen dönemde Fenerbahçe Hastanesi, Fenerbahçe Koleji gibi projeler hazırlanmış, devletten teşvikleri alınmış. Bunların bir bitiş tarihi var ve Birleşik Grup mevcut yönetime bu projelerin yapılması konusunda yardım teklif etmiş. Nitekim geçen haftalarda kulübe bir mektupla bu projeleri uygulamalarını şayet düşünmüyorlarsa, grup olarak bu göreve talip olduklarını ve müsaade istediklerini bildirdiler. Henüz cevap alınmadı zannederim. Bugün bunlar gerçekten iyi para ve alt yapı sağlayacak projeler.

    Fenerbahçe Kulübü’ne hizmet için idare heyetinde olmak gerekli değildir. Dışarıdan çalışmaya imkan verilmelidir. Duyduğuma memnun oldum.

    Kadıköy Grubu ile Birleşik Grup Derneği’nin birleşmesine ne diyorsunuz?

    Bakın ben gruplara karşıyım. Birleşip birleşmediklerini bilmem.

    Birleşik Grup bunu birleşme olarak düşünmüyor. Ancak tüm gruplar feshedilerek bir araya gelirlerse bu birleşme gerçek birleşme olur. Buna varız diyorlar.

    Evet. Esas olan bu. Çok güzel bir görüş. Fenerbahçe’nin yükselmesi için birleşme ama gerçek birleşme olmalıdır.

    Siz bilmezsiniz. Grupçuluk benim için doğdu. Onun için bu konuda konuşmak istemiyorum. Fenerbahçe Kulübü gül gibi idare ediliyordu ve 20-30 sene öncesinden 60 bin kişilik stada sahip olacaktı. Bu grupçuluk başladı ve her şey elden çıktı. Bu konuda konuşursam çok kişiyi kırarım!

    Ama Fenerbahçe Kulübü’nün idare heyeti seçilmiş insana, görevi devam ettiği müddetçe saygı duyarım. Bilhassa Başkan’a. En sevmediğim dahi olsa saygı gösteririm, yardım ederim. Ama zararı hususları tenkit ederim daha sonra.

    1907 Grubu

    Demek ki Fenerbahçe’ye layık iyi yönetimler için beş sene bekleme süresini aşıp, kapıları delege sayısını yükseltmek ve grupları birleştirmek gerekli diyorsunuz. Bu beş sene süreyi kaldırma çalışmalarımıza destek veriyorsunuz.

    Ben bunu bizzat yaşadığım için fevkalade destekliyorum. Çok sevdiğim saydığım Fenerbahçe sempatizanları maalesef bundan dolayı kulüpten uzaklaştılar. Hizmet veremediler. Ben taraftarım ve desteklerim bunu. Mesela bir 1907’ler Grubu var. Biri bendeniz, biri de Bedri Gürsoy. Orada o kadar kıymetli gençler var ki hepsi gerçek Fenerbahçeli. Daha bizim bilmediğimiz ne Fenerbahçe potansiyeli varmış. Bunlara karşı bigane durmak büyük bir gaflet hatta ihanet açıklaması.

    Yaklaşımları güzel ve çağdaş arkadaşlar, çok çok dikkate alınması ve benimsenmesi gerekli bir Fenerbahçeli grup.

    Amatör Şubeler

    Efendim siz yönetim kadrolarında uzun yıllar görev yapmışsınız, eski kürekçisiniz, Fenerbahçe’nin amatör şubelere yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?

    Yerden göğe kadar haklısınız. Ben bu acıyı 40 sene evvel tattım. Ve bu acıyı sildim. Bakın size o kadar cesurane konuşuyorum. Galatasaray Atletizm Şubesi bizi silip süpürürken “Bunları yeneceğiz” dedim ve yendik! Kararlı olunca Türk Atletizmine hükümran olduk. Şunu da söyleyeyim size ben bu şubelere önem verdiğim için en sevdiğim bir Fenerbahçelinin bana sempatisini kaybettim. Zeki Sporel beni çok severdi ama “Eh yeter artık” demiştir. Bakın 1907’liler Allah razı olsun Basketbol şubesine katkıları çok büyük.

    Rakip kulüplerle mücadele için, dağılmamak gerekli, gücünüzü mutlaka memleketteki en popüler spor futbola teklif edeceksiniz ama amatör şubeleri de Fenerbahçe’nin şanına layık bir şekle getirmek için çalışacaksınız.

    Bizim bir radyo kurduğumuzu biliyor musunuz?

    Duydum ama detaylı bilmiyorum.

    Deneme yayınlarında olan bu radyoyu, seçimlerden sonra kulübe devretmeyi düşünüyor Birleşik Grup. Sayın Dağlaroğlu, siz Fenerbahçe tarihinin yazarı olarak, Fenerbahçe’nin dünü ve bugünü arasındaki yapısal ve kültürel bağı en detaylı bilen kişilerden birisiniz. Bu açıdan bakıldığında Fenerbahçe’nin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?

    Öncelikle gerçek anlamda grupların samimi olarak, ancak kendi gruplarını lağvederek bir araya gelmeleri gereklidir. Bütün heveslerini, heyecanlarını kulübe teksif ederlerse bu düzelir. İhya olunur. Bu arada görüştüğümüz gibi bu beş sene bekleme süresinin de kalkması ve tüm Fenerbahçelilere görev yapabilme imkanı tanınmalıdır. Fenerbahçemiz fevkaladedir. Bugün Galatasaray’ın son beş senede gösterdiği atılım ve başarı dolayısıyla küçük çocukların artık Galatasaraylı olma hevesinden bahsediliyor. Bakınız, Fenerbahçe’nin güzel bir başarısı tekrar hakiki durumu ve halkımızın Fenerbahçe’ye sevgisini gösterir.

    Takımdan umutlu musunuz?

    Biraz sabırlı olmak gereklidir. Fenerbahçe geçen sene yıkılmadı. Senelerdir bozukluklar var. Çabucak netice beklemek yanlıştır.

    Rıdvan için ne düşünüyorsunuz?

    Vallahi, hocamızın kararı böyle, uyacağız.

    En Unutamadığım Anı

    Anılarınız çoktur. Bunlar arasında sizi en çok etkileyen anınızı okurlarımıza aktarır mısınız?

    Beni en çok onurlandıran bir tanesini aktarayım; 1951 senesinde Türk atletizm tarihinde yurt dışına çıkan ilk kulüp takımı olarak Fenerbahçe Yunanistan’a gitti. Kadroda 16 enternasyonel atlet vardı. Nisan ayı Türk atletleri için iyi bir ay değildir. Hazırlık dönemidir. Yaz ayları bizim için önemlidir. Bu bakımdan Yunan atletleri bizden avantajlı idiler. Buna rağmen bu bir fırsattı ve ertelenemezdi. Yunan Milli Bayramında oluyordu bu karşılaşma. Ben de kulübün Genel Sekreteriyim ve organizasyonu da ben yapmıştım. Karşı taraftaki kulüplerin başkanları da ahbaplarım. Onlar bizi davet ettiler. Bir de Karabakis diye Yunanistan’ın o dönemler en büyük spor mağazasına sahip organizatör bir arkadaş var.

    Müsabakalar 60.000 kişinin önünde 12 gün devam etti ve Fenerbahçe’nin puantaj durumu şöyleydi : 66 puanla Fenerbahçe birinci, 39 puanla Panathinaikos (Yunanistan’ın en eski kulübü) ikinci. Büyük bir sevinç yaşadık. Seyirciler arasında birçok da yabancı misyon var. Bizim büyükelçimiz de orada. Mükafat tevzi var ve biz 10 kupa kazanmıştık. Bizi kokteyle davet ettiler. Daha evvel de Panathinaikos futbol kulübü bize ziyafet verdi ve kulübün reisi Atletizm Federasyonu Başkanı zat bizi gayet kibar ve sportmence tebrik etti ve “Bizi Milli bayramımızda yenen takım Fenerbahçe olduğu için üzülmüyorum. Ayrıca altını çizen başka bir şey söyleyeceğim size. Ben yalnız Panathinaikos taraftarı değilim. Ben yalnız Yunan Atletizm Federasyonu Başkanı değilim. Fenerbahçe’nin sarı-lacivertli formasını üç sene sırtında taşımış bir futbolcu ağabeyinizim!” dedi. Meğerse 1915-1916 yıllarında Robert Kolej öğrencisi iken Fenerbahçe’de futbol oynamış. Bunları unutmak mümkün mü? Bakınız kokteylde de Ruşen Eşref Ünaydın Allah rahmet eylesin, “Atatürk’ün ruhunu da şad ettiniz sadece başarı kazanmadınız” dedi.

    Yani Atamız boşuna Fenerbahçeli olmamış. Çok teşekkür ederiz, sayın Dağlaroğlu.

    Rüştü Dağlaroğlu’nun 28 Mayıs 1926 tarihinde, henüz 18 yaşında iken, Fenerbahçe Spor Kulübü Hatıra Defteri’ne yazdığı yazı: “Ne mutlu Fenerbahçeliyim diyene!…”

  • Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi

    Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi

    İstanbul işgal edildiğinde bir taraftan Anadolu’da milli mücadele sürüyor, diğer yanda İstanbul’daki milli unsurlar da canla başla Anadolu’ya yardıma çalışıyorlardı. İşte tam da bu dönemde Şehzade Ömer Faruk Efendi, Fenerbahçe’ye Başkan oldu. Aşağıdaki transkripsiyon, dönemin Spor Alemi mecmuasından… Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi ve yanındakilerin Kuşdili Lokali‘ni, kulübü ziyareti anlatılıyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şehzade Ömer Faruk Efendi Fenerbahçe Kulübü’nde

    26 Kanunuevvel Pazar günü, Fenerbahçe Kulübü Reis-i Fahri’liğini kabul buyuran şehzade civancennet devletli necabetli Ömer Faruk Efendi Hazretleri kendi yurtlarını ziyaret etmişlerdir. Öğleden sonra saat ikide Kadıköy gençlerinden bir kısmı orta salonda sevgili reislerine muntazırdılar, ufak bir intizar devresini ziyaretçilerin teşrifleri takip etti. Reis-i Fahri’nin nezd-i âlilerinde yine aynı kulüp azasından Damat Mecit Bey ile Damat Selami Bey ve yaverleri Binbaşı Faik Bey Efendiler bulunuyordu.

    Evvela kulüp ziyaret edildi ve kütüphane, kayıkhane, jimnastik, tenis mahalleri gösterilerek efendi hazretlerine spor sahasındaki yurdun faaliyeti hakkında bir fikir verilmek istenildi, bilahare kulüp azalarından bir kısmı takdim edildi. Bu meyanda yurtta tenis şubesinde çok yüksek bir faaliyet gösteren Damat Mısırlı Muhsin Yeğen Bey de bulunuyordu. Saat üçte havanın adem-i müsaidesi dolayısıyla yalnız salonda bazı sporlar yapılabildi.

    İlk numarayı azadan Said ve Fevzi Beylerin eskrimi ve ikinciyi de muallimleri meşhur şampiyon Miralay Grodotski ile Mösyö Nikolay’ın egzersizi oldu. Bundan sonra memleketimizin en kıymetli amatörlerinden İsmet (Yavuz İsmet Uluğ) ve Ziya Beylerin boksu, ve Binbaşı Mazhar Beyefendinin idare ettiği Alman jimnastiği ile program nihayetlendirildi. Bu sırada kulübün en kıymettar bir uzvu olmakla beraber musiki nokta-i nazarından da medar-ı iftihar bir amatörü olan Ekrem Bey’in keman ile çaldığı birkaç parça musikide de kulübün bir mevkii bulunduğunu hissettiriyordu. Bilahare Reis-i Fahri ve misafirler hususi odaya alınarak kulüp hakkında bazı malumat verildi.

    Ve defter-i mahsusa fikirleri kayıt olunarak aza için pek şerefli bu güzel günden ayrılındı. Ziyaretçiler kapıdan çıkarken bahçe ortasında küme halindeki genç idmancılar sevgili reislerini son “Yaşa!”lar ile teşyi ediyorlardı.

    Fotoğraflar

    Sağda : Kulübün iki eskrimcisi Said ve Fevzi Beyler

    Orta Üstte : Şehzade Ömer Faruk Efendi Hazretleri’nin Fenerbahçe’yi ziyareti; sağında Damat Mecit Bey, solunda Damat Selami ve Muhsin Yeğen Beyler, arkada kulüp heyet-i idaresi.

    Orta Altta : Faruk Efendi Hazretleri kulüp amatörleri arasında (sağda muallim Mazhar Bey, solunda meşhur eskrimci Grodotski)

    Solda : Kulübün iki mühim tenisçisi; Tevfik ve Damat Muhsin Yeğen Beyler

    Spor Alemi / Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi