Melih Ilgaz: 1928 yılında İstanbul’da Kadıköyü’nde dünyaya gelmiştir. Futbola Darüşşafaka Lisesi’nde başlamıştır. Bilahare Fener genç takımına giren Melih, liseyi bitirdikten sonra Vefalı Galip’in tavassutiyle Vefa’ya girmiş ve birinci takımda oynamaya başlamıştır. Melih vatani vazifesini müteakip eski kulübü Fenerbahçe’ye girmiş ve halen sarı-lacivert forma altında oynamaktadır. Üç defa milli olmuş. Yeni açtığı muayenehanesinde dişçilik yapmaktadır.
Kamil Ekin: 1924 yılında İstanbul’da Bakırköy’de doğmuştur. Futbola burada başlamıştır. İlk kulübü semtin takımı olan Barutgücü’dür. Bilahare Kasımpaşa’ya girmiş. Bir sene bu takımda oynadıktan sonra askere gitmiş ve orada da Donanmagücü takımında yer almıştır. Askerden dönüşte Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Üç defa milli olan Kamil evlidir.
Haluk Eralp: 1931 senesinde İstanbul’da Erenköy’de doğmuştur. Futbola Erenköyü’nde başlayan Haluk, 1946’da Fenerbahçe’ye girmiş ve genç takımdan yetişmiştir Bir ara Hilal’e giren Haluk geçen sene tekrar sarı – lacivertli yuvaya dönmüştür. Geçen sezondan beri de birinci takım kadrosunda bulunmaktadır. Galatasaraylı K Bülent’in ağabeysi olan Haluk bekar olup bir ticarethanede çalışmaktadır.
Fehmi Özişler: 1952’de Emniyet takımından Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Amatör takımda çok güzel oyunlar çıkaran Fehmi, Beşiktaş’a karşı ilk defa profesyonel takımda yer almıştır. Bekardır.
Orhan Çakmak: 1926’da Trabzon’da doğmuştur. Futbola sanat enstitüsü’nde başlamıştır. İlk kulübü Trabzon İdman Yurdu’dur. Bilâhare Zonguldak’a giderek Kömürspor’a girmiş ve ertesi sene de Ankaragücü’ne intisap etmiştir. 1951 yılı transferinde Fenerbahçe’ye girmiştir. Sezon başında sakatlanması yüzünden takımda devamlı surette oynayamamıştır. Bekardır.
Nedim Günar: 1932 yılında Bandırma’da doğmuştur. Futbola doğduğu memlekette başlamış, 1946’da İstanbul’a gelmiş ve Fenerbahçe’nin genç takımına intisap etmiştir. Nedim bu kadroda yetişmiş ve bir müddet kaptanlığını da yaptıktan sonra birinci takıma terfi etmiştir- Eski solaçık Vefalı Kazım’ın kardeşi olan Nedim istikbalde bize çok şeyler vadetmektedir.
Müzdat Yetkiner: 1922 yılında Kadıköyü’nün Acıbadem semtinde dünyaya gelen Müzdat, futbola Kuşdili’nde başlamış ve bilahare Fenerbahçe’nin genç takımında oynamıştır. Müzdat on seneden beri kaleci de dahil olmak üzere takımının her yerinde muvaffakiyetli oyunlar çıkarmış ve halen çıkarmaktadır. 1946 lig maçlarında santrfor oynayan Müzdat 38 gol atarak gol kralı olduğu gibi rekortmeni de olmuştur. 9 defa milli olan Müzdat evli olup bir çocuk babasıdır ve halen Tekel’de tütün eksperliği yapmaktadır.
Selahattin Ünlü: 1929’da Adana’da dünyaya gelen Selâhattin futbola Adana’da başlamış ve henüz 16 yaşında iken Adana Demirspor takımında oynamıştır. 1949’da İzmir’e giderek bir müddet İzmir Demirsporu’nda oynamıştır. Bilahare vatani vazifesine giden Salâhattin futbola Ankaragücü’nde devam etmiş, bu arada Ordu karmasına seçilmiş ve ordular arası maçlara iştirak etmiştir. 1951 yılı transferinde Fenerbahce’ye intisap etmiştir. Atina’da Türk -Yunan mili maçında kalemizi müdafaa eden bu genç ve enerjik kalecimiz bekârdır.
Fahir Ülgür: 1930 yılında İstanbul’da, Büyükada’da doğmuştur. Futbola Fenerbahçe genç takımında başlamıştır. Bir ara Hilal kulübüne geçmiş, oradan Tavşanlı’ya giderek Linyitspor takımında da üç mevsim oynamıştır. Fenerbahçe birinci takımında ilk maçını 1948’de Karagümrük’e karşı oynamıştır. Tahsilini Büyükada İlkokulu, Kadıköy orta ve İl Ticaret lisesinde yapmıştır. Bekârdır.
Feridun Buğeker: 1933 yılında İstanbul’da doğmuştur. Futbola küçük bir yaşta başlamıştır. Hususi bir teşekkül olan Birlikspor’da parladıktan sonra Beyoğluspor’a girmiş ve burada iki sezon oynamıştır 1952 transferinde çok sevdiği Fenerbahce’ye girmiş ve derhal birinci takımda oynamağa başlamıştır. Deniz Sanat Okulu’ndan mezun olan Feridun halen Fabrika ve Havuzlarda makine modelcisidir. Bekârdır.
Fikret Kırcan: 1920 yılında İstanbul’da doğmuştur. Futbola Feneryolu’nda başlamıştır. 1934’de Fenerbahçe’ye girerek, merhum Galib’in meşhur genç takımından yetişmiştir. 1939-40 sezonundan beri birinci takım kadrosunda muvaffakiyetli maçlar çıkarmaktadır. Bu arada. 5 defa da milli formayı giymek şerefine erişmiştir. Futbol sahalarında “Küçük” lakabıyla anılır. Fenerbahçe’nin kaptanlığını yapan Fikret bekâr olup, sigortacılık yapmaktadır.
Lazslo Szekely: 1910 yılında Macaristan’ın Budapeşte şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Macar Ayan Meclisi azasıydı. Futbola çok genç bir yaşta başlamış, henüz 15 yaşında iken Navigarad şehrindeki “N. A. C.” takımının birinci kadrosunda yer almıştır. Bu takımda 4 sene oynadıktan sonra Macaristan’a dönmüş ve vatani vazifesini yapmıştır. 1941 de terhis olan Szekely. M T. K. (Hungaria)ya girmiş ve beş sene bu meşhur takımda oynamıştır. Bu arada Fenerbahçe’ye karşı da M.T.K. kadrosunda yer almıştır. 1946 yılında futbolu bırakmıştır. Antrenörlük hayatında; M.T.K. Viyana Hakova, İtalyan Verona ve İsrail milli takımlarını çalıştırmıştır. Macar milli takımında 6 defa yer alan Szekely, iki sene içinde genç bir kadroyu şampiyonluğa eriştirerek antrenörlükteki değerini de bir kere daha ispat etmiştir. Evli ve 2 çocuk babasıdır.
Akgün Kaçmaz: 1933 yılında Ankara’da doğmuştur. İlk tahsilini Ankara’da yapan Akgün, futbola 1949 yılında üçüncü küme kulüplerinden Doğanspor’da başlamış, 1950’de Hacettepe’ye geçmiştir. Burada da bir mevsim oynadıktan sonra çok sevdiği Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Halen Ticaret Lisesi’nde talebedir.
Mehmet Ali Has: 1925’te İstanbul’da Şişli’de doğmuştur. Futbola Beykoz çayırında başlamıştır. 1944’ta Beykoz kulübüne intisap eden M. Ali burada parladıktan sonra 1947’de Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Bugüne kadar 10 defa milli formayı giymek şerefine nail olan M. Ali bekâr olup vatani vazifesini yapmakta ve halen Ordu muhtelitine seçilmiş bulunmaktadır.
Abdullah Matay: 1928 yılında Eskişehir’de doğmuştur. Tahsilini Eskişehir’de yapan Abdullah futbola 1942 yılında Eskişehir Tayyare Fabrikasında başlamıştır. Bu takımda parladıktan sonra Demirspor’a intisap etmiş ve bir müddet bu takımda oynamıştır. Bilahare Ankara’ya giderek 1947 yılı transfer ayında Ankaragücü’ne girmiştir. Dört mevsim Ankara’nın sarı – lâcivert renkleri altında oynadıktan sonra 1951’de çok sevdiği Fenerbahçe’ye girmiştir.
Niko Knezeviç: 1931 yılında İstanbul’da, Bostancı’da doğmuştur. Aslen Yugoslavyalı bir ailenin çocuğudur. Futbola Bostancı’da başlamıştır. İlk kulübü Taksim’dir. 1949-50 sezonunda çok sevdiği Fenerbahçe’ye geçmiştir. Tahsilini Bostancı İlkokulu, Kadıköy Orta ve Haydarpaşa Liselerinde ikmal etmiştir. Bekârdır.
Burhan Sargın: 1929’da Ankara’da doğmuştur. Futbola, pek küçük yaşta Ankara’da başlamıştır. 1946’da Hacettepe kulübüne giren Burhan, dört yıl müddetle bu takımda yer almış ve bu arada Ankara’nın gol kralı olmuştur. Nihayet 1951’de Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. Bu arada iki defa ay-yıldızlı formayı giymiştir. Burhan bekârdır.
Bir aylık bir fasıladan sonra… Başlangıç kolaya gelsin diye değil; her yazıya aynı girişi yazmak istiyoruz. Zira gerçekten çok büyük iş… Kıymetli büyüğümüz Mustafa Oduncu, Fenerbahçe tarihi için çok önemli bir iş yapıyor ve yurt dışı müzayede sitelerinden Fenerbahçe ile ilgili malzemeleri topluyor. Bu mesaiyi büyüten ve daha anlamlı bir hale getiren şey ise aldıklarını paylaşmaktan bir an bile imtina etmemesi. “Bunda ne var?” demeyin; kimlerin, neler sakladığını bilseniz, inanamazsınız. Halbuki Fenerbahçe tarihini bilmek herkesin hakkı. Daha doğrusu “Dünyanın en büyük sivil toplum kuruluşu” lafının hakkını vermek istiyorsak, tutulması gereken yol bu… Mustafa ağabey, Fenerbahçe Müzesi’ne bağışladığı maç broşürlerini halka açmak ve kolay ulaşılabilir hale getirmek adına bizlerle paylaştı. Huzurlarınızda “Tarihi Maç Broşürleri VII : 7 Ekim 1953 | Luton Town – Fenerbahçe” maçı broşürü…Bir yandan, bu gibi belgelere bakıp da adamların yetmiş sene önce geldiği bazı noktalara bizim hâlâ gelemediğimizi görmek de çok üzücü. Keyifli okumalar.
13 Mart 1955 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-0 kazandığı maçtan sonra, müsabakanın yıldızları Lefter Küçükandonyadis ve Selahattin Ünlü o kadar çok tebrik edilmişler ki “Duşa hacet kalmadı” şakası yapılmış. Huzurlarınızda Necmi Tanyolaç’ın “Maçtan Notlar”ı… Keyifli okumalar…
Mithatpaşa Stadı’nda, seyirci ve alaka rekorunu gölgede bırakan dünkü Fenerbahçe-Galatasaray maçı, sportmence bir mücadele halinde geçti. Sarı-Lacivert ve Sarı-Kırmızılı ocağın çocukları 90 dakika müddetle ter döktükleri sahadan öpüşerek ayrıldılar. Tarihi maç, büyük heyecan öyle samimi ev sıcak bir “veda” jestiyle sona ermişti ki…
Mağlup Galatasaraylılar, sahayı başları önlerinde terk ederlerken, muzaffer Fenerbahçeliler, gökleri tırmalayan bir “tezahürat uğultusu” altında kaybolmak üzere olan prestijlerinin beratını tekrar ele geçiriyorlardı.
Galatasaray, Hakem ve Fenerbahçe Odaları!
Mithatpaşa Stadı’nın seferberlik sığınaklarını andıran soyunma odaları koridorunda sevinçle, kederin hudutları çizilmişti. Sıra ile dizilmiş odaların kapıları üzerinde Galatasaray – Hakem – Fenerbahçe isimleri yazılıydı, Galatasaraylıların soyunma odasındaki matem âdeta duvarları delmiş de, koridora fırlamıştı. Kapının aralığından başımızı uzatacak olduk. Asık ve üzgün çehreli şahıs mütehakkim bir eda ile “Yasak” dedi, “Giremezsiniz”. Bu kesin sözlerin ve mana ifade ettiğin anlayıp, çaresiz oradan ayrıldık. Mağluba, sual sorulmaz, derler. Doğrudur…
Dellow’un Sözleri
Maçın muvaffak hakemi Mr. Dellow, Britanya’lılara has soğukkanlılıkla şöyle konuştu:
“Sahanın anormal şartlarına ve ağırlığına rağmen, oyunun muazzam bir süratle cereyan etmesi, şayanı hay ret ve tebriktir. İyi bir futbol mücadelesi oldu, Tarafların enerji ve iman, maça kalite kazandırdı.”
Fenerbahçeliler arasında
Fenerbahçelilerin soyunma odası açık şehir, ilan edilmişti. Her gelen, geçen bir kere oraya giriyor ve tebriklerini arz ediyordu. İdareciler, futbolular, mütemadiyen öpüşüp, kucaklaşıyorlardı. Günün kahramanlarından Lefter ve Selâhattin, o kadar çok öpülmüşler ki “Duşa hacet kalmadı” diye şakalaştılar. Bir aralık Lefter, bir hayranı tarafından boydan – boya havaya kaldırıldı. Fenerbahçe kaptanı ”Kardeşim bu kaçıncı tebrik?” deyince, muhatap taraftar “Vallahi heyecanımdan kime sarıldığımı unuttum” cevabını verdi.
Mihailoviç’in büyük ideali tahakkuk etti
Anterenör Mihailoviç dedi ki:
“Fenerbahçe, beklenen oyunu çıkardı. Bütün futbolcular vazifelerini ifada kusur etmediler. Müdafaa ve hücumda, verilen talimata göre hareket edip, neticeyi lehlerine çevirdiler. Benim, bu kulübe antrenör olduğum günden beri, müdafaa ettiğim, bir tez vardı, Naci’yi santrhaf oynatmak. Melih, fiziki teşekkülatı ve ağır futbol stili ile santrhaf mevkiinde muvaffak olamıyordu. Bu hususu, aylarca ikaz ettim. İdareciler, nihayet arzumu yerine getirdiler. Fenerbahçe’nin santrhaf mevkii, ideal adamını Naci’nin şahsında bulmuştur, Başlıca arzularımdan biri Naci’yi santrhaf olarak görmekti. Artık memleketime müsterih dönebilirim.
Sarı-lacivertliler, soyunma odasında, idarecileri tarafından bir gazinoya dâvet edilirlerken, acı haber duyuldu. Bir cinayet olmuştu. Mesut galibiyetin sevinci bir anda kedere saplandı.
Galatasaray ve Fenerbahçeliler, stadın arka kapılarından selâmetlendiler. Stadın önünde toplanan, beş bine yakın meraklının bir taşkınlık yapması ihtimali, böyle bir tedbire lüzum gördürmüştü.
Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Canavar Burhan röportajı ile karşınızda… Burhan Sargın, Fenerbahçe’nin yaşayan en eski futbolcusu fakat şu anki durumu hakkında ne yazık ki bilgi sahibi değiliz. Belki kulübümüz biliyordur, inşallah iyidir.
Sizi röportajla baş başa bırakalım… Keyifli okumalar…
Yıl 1951… Şimdi gözlerinizi kapatın ve bir futbolcumuzun yaşlı malzemeci Mustafa Efendi’ye yardım etmek adına; her gece uyuduğu tahta tribünlerin altından kalkıp, Şükrü Saracoğlu Stadı’nı sabahın erken saatlerinde suladığını hayal edin. Ve aynı futbolcumuzun dört sene içinde 112 gol atarak Fenerbahçemize verdiği emekleri düşünün… O futbolcumuz nam-ı diğer; Canavar Burhan…
Spor hayatınız nasıl başladı Burhan Bey?
1929 Ankara doğumluyum.
Önce Kurtuluş Ortaokulu’nu bitirerek, liseyi son sınıfa kadar Atatürk Lisesi’nde ve son seneyi de Maarif Koleji’nde okudum. Bir yandan okul takımının maçlarında oynuyor bir yandan da Hacettepe Kulübü’nde futbol oynuyordum. Maarif Koleji 13 golle Ankara şampiyonu oldu, 12 golü ben atmıştım. Hacettepe Kulübü’nü de birinci lige çıkarmıştım.
Ankara’da 34 takım vardı. 1946-47 sezonunda Ankara Futbol Ligi’nde ilk maçıma çıktım. Hacettepe’yi 1949-1950 yıllarında Ankara şampiyonu yaptık.
Sonra bir ara Ankara’da sıtma salgını vardı. Bu hastalık beni de bir süre yatağa düşürdü, oynayamadım. İyileştikten kısa bir süre sonra ağabeyim beni trenle İstanbul’a götürdü. Hem hava alacağız hem de mal satın alacağız. Ankara Garı’nda milli hakemlerimizden Cezmi Başar’a rastladık.
Başar, benim çok maçımı yönetmişti. Ağabeyim aynı zamanda Hacettepe Kulübü’nün başkanıydı. Cezmi Başar bizi garda görünce; hemen Beşiktaş Kulübü’nü aramış ve benim İstanbul’a geleceğimi bildirip beni idarecilere tavsiye etmiş. Vardığımızda Haydarpaşa Garı’nda Beşiktaşlı yöneticiler bizi bekliyorlardı. Beşiktaş’ın idarecileri “Bizde oyna” diye çok ısrar ettiler. Ağabeyimin de isteğiyle çok kısa bir süre için oynadım. Sadri Usuoğlu da çok ısrar etmişti. Orada Beyoğluspor’la bir hazırlık maçı yapmıştık. Yaz sezonuydu. 4-0 biten bir maçta 2 golü ben atmıştım. Fakat alışamadım çok soğuk geldi bana, Ankara’yı özledim ve hemen tekrar geri döndüm.
Ve Fenerbahçe’ye gelişiniz…
O zamanlar Fenerbahçe’de efsane bir takım vardı. Süper bir takım: Küçük Halil, Cihat, Lefter, Murat, Küçük Fikret, Erol, Suphi, Halit, Samim, Selahattin, Ahmet.
Bu futbolcuların bazıları idarecilerle sorunlar yaşıyor. Futbolcular Ahmet ağabeyin kahvesinde oturuyorlar, kazan kaldırıyorlar, antrenmanlara çıkmıyorlar. Futbolcularla yönetim arasında itilaf doğunca; o dönemin Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Osman Kavrakoğlu da Karadenizli yönü ağır basıp, kızıyor ve bu futbolculara bir mektup göndererek kulüple ilişkilerinin kesildiğini açıklıyor.
Sonra Ankara Hacettepe Kulübü Başkanı ağabeyim Celal Sargın’ı arayıp, Fenerbahçe’ye takviye için futbolcular istiyor. Hacettepe’den ben ve Akgün; Ankaragücü’nden Abdullah ve Orhan; Karagücü’nden de Selahattin 5 kişi Fenerbahçe’ye geliyoruz.
Fenerbahçe’ye geldiğimizde stadın altında yatmaya başladık. Tahta tribünler vardı. Şükrü Saracoğlu Stadı’nda benim de çok emeğim vardır. Her sabah stadı ben sulardım. Malzemeci Mustafa Efendi yaşlıydı yardım ederdim ona. Atlet Osman Coşgül de bizimle kalanlar arasındaydı. Hepimiz oralarda uyurduk. 200 lira da maaşımız vardı.
İlk geldiğimde sezon çok kötü geçmişti. Kendimize Fenerbahçe’nin ikinci cumhuriyeti derdim. Fikret Kırcan, Donanma Kamil, Müzdat Yetkiner ağabey vardı. Taraftarlar o sezon çok hor gördüler bizi. Yollarda yürüyemezdik, yüzümüze tükürenler, hakaret edenler, dövmeye kalkanlar bile oldu. Şaşırmıştık!
Stadımızda şu an sunulan olanakları gördüğünüzde neler hissediyorsunuz?
Fenerbahçe’nin temelini atanlardan biriyim. Geçmişe baktığımda; çamurlu toprak sahaları görüyorum. Yıkanmak için kullanılan duşlar, sıcak su bulamayışımız, renkleri solan formalar, parasızlık ve tüm o şartlarda iyi oynamaya çalışan futbolcular.
Şimdiye baktığımda ise bir Fenerbahçeli oyuncu olarak gurur duyuyorum. Fenerbahçemiz artık bir dünya kulübü. UEFA finaline ev sahipliği yapacak aynı zamanda Türkiye’yi de dünyaya duyuran bir takım. En büyük isteğim o finali bu statta bizim oynamamız. Ne kadar gıpta edildiğimizi hepimiz görüyoruz. Sadece merakla daha neler yapabileceğimizi takip ediyorum. Başta Başkanımız Aziz Yıldırım ve yöneticilerimizi tebrik ediyorum. Son 10 senede çağ atladık desem; haksız sayılmam herhalde. Her şey ortada.
Peki, hep stadın altındaki tahta tribünlerde mi kaldınız?
Bir süre de Moda’daki Mano Palas’a geçtik. Sonra da Kadıköy İskelesi’ne yakın bir yerde çatı katında ev tutmuştuk. Erken yatar erken kalkardım. Her gün 5 kilo portakalı sıkıp içtiğimi hatırlıyorum. Bursa’dan da şeftalilerimiz gelirdi. Kalori onlardaydı.
Fenerbahçe’ye kötü bir sezonda geldiniz ama sonra tarihe geçtiniz. Sizlere “Küçük Şeytanlar” denmeye başlandı. Namağlup şampiyon olduğumuz yılı anlatır mısınız?
1952-53 sezonuydu.
Niyazi Tamakan, Niko Knezeviç, Abdullah Matay, Fahir Ülgür, Muammer Tokgöz, Fikret Kırcan, Kamil Ekin, Akgün Kaçmaz, Nedim Günar, Orhan Çakmak, Haluk Eralp, Melih Ilgaz, Selahattin Ünlü, Müzdat Yetkiner, Fehmi Özişler, Mehmet Ali Has, Feridun Bugeker ve ben.
“Küçük Şeytanlar” denmişti gençlerden oluşan bu takıma. Gerçekten bizden beklenmeyen büyük bir başarı göstererek sezonu namağlup ve İstanbul şampiyonu olarak kapadık. 18 maç oynamıştık. 14’ünü kazandık. 4 tanesinde de berabere kaldık. 44 gol attık. 32 puanla şampiyonduk. Beşiktaş 29 puanla 2’nci, Galatasaray 23 puanla 3’üncü olmuştu.
1952’de Arjantin’den ilk defa bir takım Türkiye’ye geliyor. Club Atletico Lanus. Bu takım Arjantin Devlet Başkanı Peron’un eşi tarafından gönderilen “Eva Peron” Kupası’nı da yanında getiriyor. Diğer adıyla “Evita” Türkiye’de de sevilen bir kişiydi. Elim bir hastalığa yakalandığında halkımız üzülmüş, iyileşmesi adına Şişli Camii’nde dualar okutulmuştu. Bu sevgi Eva Peron’u duygulandırıp Lanus takımıyla bu kupayı göndermişti. Bu kupa son maçın galibine verilecekti. Lanus takımı Beşiktaş ve Galatasaray’dan sonra son maçı tekrar Fenerbahçe ile oynadı. O maçı anlatır mısınız?
Eva Peron Kupası bizler için ne kadar değerliyse; Arjantinliler için de daha çok değerliydi. O kupayı mutlaka almak istiyorlardı.
27 Ocak 1952; yer İnönü Stadı…
Biz Küçük Şeytanlar yine sahadaydık… İlk golü Abdullah, ikinci golü ben, üçüncü golü Fahir atmıştı. Sonuç 3-2 bitti. Kupa bizimdi.
Arjantinliler çok sert bir maç çıkardı. Çok tekme yedik ama maçı bırakmadık. Kupa Fenerbahçe taraftarınındı. Şimdi müzemizi süslüyor.
Sonra bir süre Feshane’de Adalet Kulübü’ne gittiniz…
Bir Galatasaray maçında sakatlandım Dr. Reşat Dermanver vardı. O zamanda Ayazağa’da askerdim. Sakatlanınca tedavi olmam gerekti. Sabah tedavi için Dr. Reşat’a öğleden sonra da Yorgo’ya giderdim. Beş kere tedaviye gitmiştim, kulübe de ibraz etmiştim. Yönetimden bana ödenmemesi emri çıkınca o an çok sinirlendim ve ayrıldım.
Muhittin Bulgurlu vardı. O da benim akrabamdı, Ahmet Erol’da menajerdi. O arada Gündüz Kılıç Galatasaray’a çağırdı. “Kasamızda 17.500 TL var. 2.500 TL de Rafet verecek, gel burada oyna” dedi.
Adalet Kulübü’nde oynarken Galatasaraylı kaleci Turgay Şeren antrenmana geldi. “Hadi beraber kulübe gidelim, seni Metin Oktay’la oynatmak istiyorlar” dedi. Gündüz Kılıç hakkımda çok iyi yazılar yazardı.
Ben de Turgay’a “Sana Fenerbahçe’den teklif gelse Fenerbahçe’ye gider misin” diye sordum.
“Düşünürüm” dedi.
“O halde sen Galatasaray’da kal ben de Fenerbahçe’de”dedim.
İki sene kaldığım Adalet Kulübü’nden tekrar Fenerbahçe’ye geçtim. Toplam 4 sene Fenerbahçe’de futbol hayatım sürmüştü. Dönüşümde çok az bir süre oynayıp jübilemi Fenerbahçe’de yaptım. Gelmeme kaleci Şükrü Ersoy önayak olmuştu. Belki biraz daha oynayabilirdim lakin sakatlık geçirmem ve tedavi dönemleri nedeniyle futbolu birkaç sene erken bıraktım. 7 kez de Fenerbahçe yönetiminde görev aldım.
Fenerbahçemizde toplam kaç maçta oynadınız, kaç gol attınız?
Toplam 4 sene içinde 172 maç, 112 golüm var.
Milli takım formamızı kaç kez giydiniz?
8 defa milli oldum, 8 gol attım.
Türk futbolunda övünçle söz edeceğimiz bir de 1954 yılı var? Türk milli takımımız İspanya gibi dev bir takımı eleyerek dünya kupası finallerine katıldı.
İspanya’da İspanyollara karşı 4-1yenildik. Ama 2’nci maçı burada oynadık, 1-0 yendik. Çok güzel bir goldü. 16’ncı dakikada ben attım. O golü ben bile göremedim tekrarı yok.
Averaj sistemi olmadığından iş 3. maça kaldı. Çarşamba İtalya’ya tarafsız sahaya gittik.
İspanya önce 1-0 galipti. Beraberlik sonrası durum 2-1 oldu. Ben gol attım 2-2 oldu. Bu sonuçta kurayı kazandığımızdan dünya kupasına biz gittik.
İlk maçımızı Federal Almanya’ya karşı oynadık, 4-1 yenildik. Almanya’ya 4-1 yenilmiştik ama ilk golü biz atmıştık.
En zor gruba düşmüştük. Sonunda Almanya-Macaristan final oynadı.1954 Dünya Kupası’nda bir maçta 3 gol atan tek kişi ben oldum. .
1955 yılında tesadüftür ki çok yetenekli futbolcular askeri hizmetlerini yapıyorlardı. Ordu futbol takımı sizlerle Ordu Takımı’nı güçlendirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri ilk defa ordulararası Dünya Futbol Şampiyonluğu’nu kazandı. Seyirci kapasitesiyle en kalabalık CISM maçıydı. Biraz o günlere dönebilir miyiz?
Kafile başkanımız Kurmay Albay Nuri Gücüyener’di. O takımdaki tek Fenerbahçeli oyuncu bendim.
Hollanda’yı, Mısır’ı yendik. İtalya ile final oynayacağız. O takım fazla hatırlanmaz bence müthiş bir takımdı.
İlk gol 20.dakikada Sabahattin’den gelmişti. Sonra durum 1-1 oldu. Sonra İtalya durumu 2-1 yaptı. Artık işimizin bittiği düşünüldü. 71. dakikada bir gol attım. Beraberliği yakalamıştık. Durum 2-2 oldu. Daha iki dakika geçmedi ki 73. dakikada üçüncü golü atmıştım. Efsane İtalya’yı Roma’da 3-2 yendik.
Gollerin dakikalarına bakın; nasıl bir maç olduğunu anlarsınız. Böylece en sevdiğim stat Roma stadıdır. Olimpiyat Stadı’nı 70.000 kişi doldurmuştu. Bu şampiyonluk Türk futboluna gelen ilk ordular arası dünya şampiyonluğudur.
Sonra İslam Orduları Dünya Şampiyonası oldu, orada da dünya şampiyonu olduk. Bu şampiyonlukla ilgili ne yazık ki hiç resme sahip değildim. TSK arşivinde belki bulunabilir.
Uğur getirdiğine inandığınız şeyler var mıydı? Oyuncu arkadaşlarınızla uyumunuz nasıldı?
Allah’a dua eder çıkardık. İnanç tamdı. Takım ruhu vardı. Öyle bir kardeşlik havasındaydık ki şakalaşırdık. Büyüğümüz Fikret ağabey vardı; haddimizi bilirdik. Hava atmazdık. Antrenör bana yanında kimi oynatayım diye sorardı. Asla isim verdiğimi hatırlamam.
8 Mart Kadınlar Günü’nü erken kutladığımız Burhan Sargın Bey’in eşi Evnur Hanım anlatmaya başlıyor…
Fenerbahçe’de oynayan tüm oyuncuların her zaman büyük bir itibarı vardır.
Nişanlıyken bir yemeğe gittiğimizde ve Burhan Bey hesabı istediğinde “Hesap ödendi” derlerdi.
Bir vapurla Kadıköy’den Karaköy’e geçsem “Eşiniz karşıya geçti” diye Burhan Bey’e iletirlerdi.
Süreyya Operası’nda tanıştık, 1956 yılında evlendik. İki kızımız var. Aslı ve Nazlı.
Nazlı’dan bir de 21 yaşında torunumuz var. Aslı ve Nazlı beraber çalışıyorlar. Saat ve giyim ithali yapıyorlar. Nişantaşı ve Kanyon’da yerleri var.
(Evnur Hanım’ın dedesi Suat Avni Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı gemiyi tahsis eden generaldi. Suat Avni Paşa sonra sürülmüş tabii.
Canavar Burhan lakabı nereden geldi Burhan Bey?
Haydarpaşa Lisesi Müdür Muavini Ferhat Bey vardı. Ben böyle atak futbol oynayınca o ismi takmış bana. Sonrasında tribünlere taşındı.
Okuyucularımız için bir mesajınızı alabilir miyiz? Derbi maçlarda Beşiktaş’a çok gol attım. Yedek subayken maçlara geliyordum. Yüzbaşım Beşiktaşlıydı. Bana çok kızardı. Herşey bir tarafa, Fenerbahçe bir tarafa… Fenerbahçe’nin taraftarı hiçbir takımda yok. Ne kadar övünsek azdır. Aziz Yıldırım öyle bir stat yaptı ki tabir-i caizse; “Her şeyi ilk Fenerbahçe yapar diğer kulüpler ne görürse onu yapar” demek istiyorum. Şimdi Fenerbahçe’nin yaptıklarına kimse yetişemiyor. Bunda da en büyük katkı her zaman 12 numaranın. Hepinizi çok seviyorum.
5 Haziran 1953 tarihinde Yugoslavya ile 2-2 berabere kaldığımız millî maçtan önce Nejat Altay futbolcuları anlatan bir yazı yazmış. 1953 yılında millî takım kadrosunda Fenerbahçelilerin çokluğu göz çarpıyor. Bu Türk futbolunda kadim bir gelenektir… Keyifli okumalar.
1929 İstanbul doğumlu. Küçük yaşta futbola başlamış. 16 yaşında Fenerbahçe’ye intisap ederek genç takımda oynamıştır. Bilahare Vefa’ya geçen Şükrü halen vatani vazifesini yapmakta ve Karagücü’nde oynamaktadır. Bir defa (A), bir defa (B) millî takımında yer almıştır.
Form düşüklüğü gösterdiğinden kampa çağrılmayan Turgay’dan sonra son senelerin yetiştirdiği en iyi kalecidir. Blokajları emniyetlidir. Topu iyi takip eder. Fedakarca plonjonlariyle takımını mutlak gollerden kurtarmaktadır.
Erdoğan Akın
1930 İzmir doğumlu. Futbola forvet olarak başlamış, esas mevkini bilahare 1949’da Göztepe kulübünde iken bulmuştur.
952’de Adalet’e geçmiştir. İki defa (A), iki defa (B) millî takımlarında oynamıştır.
Gayet çevik ve iyi top takip eder. Kaleci Şükrü’nün yedeği idi. Ancak son dakikada ayağındaki arızası nüksettiğinden yerine Selahattin çağrılmış bulunmaktadır.
1924’te İstanbul’da doğmuştur. Meşin topa forvet olarak başlamıştır. Fenerbahçe takımının hemen her tarafında oynamıştır. 12 defa millî.
Futbolu tam olarak hazmetmiştir. Her iki ayağına hakimdir. Mükemmel bir (WM) oyuncusu. Ayağındaki arızası bizim için büyük talihsizliktir. Yerine Ankaralı Rıdvan çağırılmıştır.
1930’da Silistre’de doğmuştur. Futbola Eskişehir Demirspor’da başlamıştır. Vatanî vazifesi dolayısıyla Ankara’ya gitmiştir. Halen Havagücü’nde tescillidir. 3 defa millî olmuştur.
Havadan hakimiyeti ve rakip takımın oyununu bozuşu başlıca meziyetidir. Sol ayağı daha kuvvetlidir. Takımında orta haf oynamaktadır.
Gökçen Dinçer (Yedek Bek)
1935 İstanbul doğumlu. Futbola Çengelköyü’nde başlamıştır. Bir sezon Beylerbeyi’nde oynadıktan sonra 952’de Adalet’e geçmiştir. 4 defa genç, 1 defa B millîdir.
Genç yaşına rağmen futbolda gösterdiği yüksek kabiliyeti dolayısıyle millî kadroya alınmıştır. Kulübünde orta haf oynamakta, millî takımda bek yedeği.
Mustafa Ertan (Sağ Haf)
1928’de Bursa’da doğmuş ve futbola orada başlamıştır. Bilahare Adana Millî Mensucat takımında yer almış, askerliğe Ankara’ya gelmiştir. Halen Karagücü’nün kaptanlığını ifa etmektedir. 8 defa millî formayı giymiştir.
Millî takımın en teknik oyuncularıdan. Müstakar oyunu ile Ay-Yıldızlı formada hakkı olan yerini almıştır ve uzun zaman da muhafaza edeceği umulmaktadır.
Ali İhsan Karayiğit (Sol Haf)
1927’de Manisa’da doğmuştur. Futbola olan yüksek kabiliyetini hemen belli etmiş ve Beşiktaş’a geçtiği günden beri orta haf mevkiinin rakipsiz adamı olmuştur. 13 defa (A), 1 defa (B) millî takımda oynamıştır.
Ayağına hakimiyeti, akın kesme ve hücum hattını beslemesiyle Beşiktaş’ın ve millî takımın en esaslı unsuru. Havadan üstünlüğünü ve bilgili oyununu da zikretmek icap eder.
Rober Eryol (Sol Haf)
1930’da Mersin’de doğmuştur. Futbola İstanbul’da Talimhane’de başlamıştır. 1947’de Galatasaray’a girmiş, genç, (B) ve (A) takımlarında oynamış ve üç sezondur devamlı olarak birinci kadroda yer almaktadır. Bir defa (A), iki defa (B) millî takım formasını giymiştir.
İleri geri çalışması, forvet hattını layıkiyle desteklemesi, maç esnasında aklını ve dikkatini sadece topa ve oyuna hasretmesi başlıca meziyetleridir.
1935 Ankara doğumlu. Futbola Doğanspor’da başlamış, bir mevsim sonra Hacettepe’ye, oradan da Fenerbahçe’ye geçmiştir. Dört defa genç, bir defa (B) millîsi.
Müthiş enerjik, topu ayağından bırakmak istemez. İlerde daha “teknikleşeceği” muhakkak. Millî takımın haf yedeği.
1920’de İstanbul’da doğmuştur. Feneryolu’nda futbola başlamış, 1933’de Fenerbahçe’ye girmiş ve günden beri Sar-Lacivert takımda oynamaktadır. 7 defa millî formayı giymiştir.
Türk futbolunun yetiştirdiği nadir kıymetlerden biridir. Millî takım ve Fenerbahçe kaptanı. Ayağını aklıyla idare etmesi en büyük hususiyetlerinden. Top sürüşleri, ortaları ve isabetli frikikleriyle karşı taraf için en tehlikeli oyuncudur.
1927’de İstanbul’da doğmuş ve meşin topa Beykoz çayırında başlamıştır. Beş sene Beykoz birinci takımında oynadıktan sonra 1948’de Fenerbahçe’ye geçmiştir. 13 defa millî. 11 defa (A), iki defa genç millî takımda yer almıştır.
Top olan hakimiyeti… Fizik yapısı futbola elverişlidir. Fazla dripling yaptığı ve ayağında top tuttuğu zamanlar takımına zararlı olmaktadır. Sağ iç oynayacaktır.
Garbis İstanbulluoğlu (Santrfor)
1927’de İstanbul’da Kumkapı’da doğmuştur. Futbola Kadırga’da başlamış, gayri federe kulüplerde yer aldıktan sonra Taksim’e geçmiş, vatanî vazifesini müteakip 1949’da Taksim’den Vefa’ya girmiştir. 3 defa millî olmuştur.
Fevkalade cevval, son senelerin en iyi santrforlarından. Her iki ayağına ve kafasına hakim. 90 dakika rakip müdafaayı karıştırabilecek enerjiye sahip. Topla fazla oynamadığı zamanlar daha randımanı olduğu muhakkak.
1929 Ankara doğumlu. İlk kulübü Hacettepe. 947den 951’e kadar Hacettepe’de oynamış, bilahare Fenerbahçe’ye intisap etmiştir. 3 defa millî olmuştur.
Top sürüşleri fevkalade. Son derece fırsatçı. Gayet girgin ve kıvrak oyun tarzı var. Bir ismi de “Ankara Canavarı” geçen yılın Ankara gol kralı ve bu senenin İstanbul ikincisi.
İsmet Yamanoğlu (Sol Açık)
1925’de İzmir’de doğmuş ve futbola orada başlamıştır. 944’de Beşiktaş’a, 947’de Elektriğe geçmiş, bir sezon sonra da Vefa’ya intisap etmiştir. 8 defa (A), bir defa da (B) millî takımında yer almıştır.
Gayet sıkı sol şutlara malik. Top söküş ve pas tevziatı ile for hattını işletmektedir. Futbolda ciddi çalışması hakkı olduğu yeri kendine verdirmiştir.
Ali Erener (Yedek Sağ Açık)
1930’da İzmir’de doğmuştur. 945’de Karşıyaka birinci takımında yer almış, 950’de Vefa’ya girmiştir. Millî takımın sağ açık yedeği.
Feridun Bugeker (Yedek Santrfor)
1933 İstanbul doğumlu. Küçük yaşta meşin topun peşinde koşmaya başlamış, mahallî kulüplerde oynadıktan sonra 949’da Beyoğluspor’a girmiş ve derhal birinci takımda yer almıştır. 952’de Fenerbahçe’ye geçmiştir. Aynı zamanda atletizmle de meşgul olur. 100 metreyi 11.3 ve 200 metreyi de 24 saniyede katetmektedir. Bir defa (A), bir defa (B) millî takımında oynamıştır. Bu maçta santrfor yedeği.
Garbis Baklaoğlu (Sol Açık Yedeği)
1930 İstanbul doğumlu. Futbola Şişli’de başlamıştır. İlk tescilli kulübü Taksim’dir. Fenerbahçe ve Galatasaray’da oynadıktan sonra 952’de Vefa’ya geçmiştir. Bir defa (B) millîsi. Bu maçın sol açık yedeği.
Nejat Altay | 5 Haziran 1953 – Milliyet Gazetesi (1953 Yılında Millî Takım)
Başlangıç kolaya gelsin diye değil; her yazıya aynı girişi yazmak istiyoruz. Zira gerçekten çok büyük iş… Kıymetli büyüğümüz Mustafa Oduncu, Fenerbahçe tarihi için çok önemli bir iş yapıyor ve yurt dışı müzayede sitelerinden Fenerbahçe ile ilgili malzemeleri topluyor. Bu mesaiyi büyüten ve daha anlamlı bir hale getiren şey ise aldıklarını paylaşmaktan bir an bile imtina etmemesi. “Bunda ne var?” demeyin; kimlerin, neler sakladığını bilseniz, inanamazsınız. Halbuki Fenerbahçe tarihini bilmek herkesin hakkı. Daha doğrusu “Dünyanın en büyük sivil toplum kuruluşu” lafının hakkını vermek istiyorsak, tutulması gereken yol bu… Mustafa ağabey, Fenerbahçe Müzesi’ne bağışladığı maç broşürlerini halka açmak ve kolay ulaşılabilir hale getirmek adına bizlerle paylaştı. Huzurlarınızda “Tarihi Maç Broşürleri IV : 6 Ekim 1953 | Hull City – Fenerbahçe” maçının broşürü…
Bir yandan, bu gibi belgelere bakıp da adamların yetmiş sene önce geldiği bazı noktalara bizim hâlâ gelemediğimizi görmek de çok üzücü. Keyifli okumalar.
Aralık 1993 tarihli Birleşik Grup Aylık Bülteni’nde Fenerbahçe’nin efsane isimlerinden Osman Kavrakoğlu ile çok güzel bir röportaj yapılmış. Camianın bütününe, gruplara ve yönetimlere dair bazı tespitleri olağanüstü… Keyifle okuyacaksınız.
Bu ayki konuğumuz Osman Kavrakoğlu. Fenerbahçe Kulübü’ne sayısız hizmetler vermiş ve çeşitli görevlerde bulunmuş Kavrakoğlu ile evinde görüştük. Biz sorduk o cevapladı:
Sayın Kavrakoğlu bizlere biraz kendinizden bahseder misiniz?
Efendim, 1915’de Rize’de doğdum. Rize 1. Dünya Harbi’nde Rusya tarafından işgal edilince ailece İstanbul’a göç ettik ve Kadıköy’e yerleştik.
Kadıköy Ortaokulu benim ilk ve orta öğrenimimi yaptığım yerdir… Sonra İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum.
Kısa bir müddet avukatlık yaptıktan sonra politikaya atıldım ve Rize beni mebus seçti. 10 sene de Adnan Menderes döneminde mebusluk yaptım.
Demokratların üyesiyken 1950 yılında reisimiz Şükrü Saraçoğlu idi. Sonra Şükrü Bey “Ben rahatsızlandım” deyip ayrıldı ve ben kendisinden sonra reis oldum. Uzun seneler yaklaşık 6 dönem bu reisliğim sürdü. En sonunda rahmetli Adnan Bey “Artık Devlet idaresine daha yaklaşmam lazım, Fenerbahçe’yi gençlere bırakalım!” dedi. Ben de başkanlıktan ayrıldım. Fakat dünyada ailemden sonra en çok Fenerbahçe ve Demokrat Parti’ye gönül vermişimdir. Tabiidir ki Fenerbahçe daha da eskidir ve halen de ayaktadır. Ailemizin bayram günleri Fenerbahçe’nin zafer günleridir.
Aslında Fenerbahçe çocukluğumuzdan beri ruhumuza işlemiş; Fenerbahçe sevgisi ailenin içinde bir ikinci aile olmuştur ve biz bu ailenin bir ferdiyiz. Zaman zaman üzüntülü günlerimiz oldu kulüpte. İdarecilerin, teknik işlerin ve özellikle futbolun dışında kalması şarttır. O dönemde teknik sorumluluk da idarecilerin üzerindeydi. Kaptanlık ve Reisliği bir arada yaptık gibi olduk. Zaman zaman zorlandık.
Bir ara büyük bir inkılap yaptık. Yepyeni bir kadro kurduk. Taraftarlar o zaman bu kadroya “küçük şeytanlar” adını koydu ve o “küçük şeytanlar” mükemmel şampiyon oldular, büyük neticeler aldılar. Hepsi milli oldular. Şimdi rahat günlerimiz. Aslında kar kış giderim bütün maçlara. Fakat gece maçları bana biraz zor geliyor. Tek zevkimiz Fenerbahçe’yi daha iyi görmek. Onun zaferleri bizim bayram günlerimiz oluyor.
Osman Kavrakoğlu
Başkanlık döneminizde Fenerbahçe için neler yaptınız?
Bizim en büyük hizmetimiz stadyumun arsasının tapusunu Fenerbahçe’ye çıkartmamızdır. Maalesef daha sonra burası iyi bir parayla Beden Terbiyesine satıldı. Biz o tarihte hapisteydik, stad da elden çıktı. Bugün o stad elimizde olsaydı trilyonlar ederdi.
Şimdi geçmişte olanlardan dolayı suçlama yapmayalım. O günün şartları içerisinde böyle olmuştur.
Ayrıca Fenerbahçe içerisinde ciddi muhasebe sistemini ilk ben kurdum. Fenerbahçe tarihinde ayrıca ilk banka hesabı ve kulüp adına 3-5 kuruş banka hesabı bizim dönemimizde oldu. Daha iyi murakabe kurduk. Bizim yetişmemizde açık şeffaf bir idare anlayışı vardı ve uzun seneler devam etti bu.
Fenerbahçe için kim bir şey yaparsa Allah razı olsun” derim. Seyircimizin muvaffakiyete ihtiyacı vardır. Temkinli davranmak gerekir. Transfer hataları yapıyorlar. Kulüp güzel bir kulüptü, büyük sempatizanı vardır. Yanlış oyuncular alınıyor. Benim aldığım futbolcular hep milli yıldız olmuştur. Kaleci Selahattin’i aldım. Turgay en büyüktü o zaman ve Selahattin onun yerine milli takıma girdi. Burhan -canavar adını koymuşlardı- santrfordu, milli takımda oynadı. Solaçık Abdullah Akgün öyle, Ahmet Erol öyle, bunlarla hatırladıkça övünürüz.
Reislikten ayrıldıktan sonra da Fenerbahçe’yi bırakmadım. Bana Yassıada’dan döndükten sonra da reislik teklif ettiler. Ben de “Ben artık Fenerbahçe’ye taraftar olurum” dedim ve sporu yönetecekler gençler olmalı” dedim. Birçok kongreye riyaset ettim. Sonra Yüksek Divan Kurulu Başkanı seçtiler ve bu görevde yaşlanıp hastalık geçirinceye kadar kaldım.
Fenerbahçe’den müspet bir intiba ile ayrılmak da önemlidir ve ben bunu sağladım. Fenerbahçe’nin tüm idarecileri taraftarları hepsi benim kardeşimdir. Tereddütsüz hepsini severim ve hepsi muvaffak olsun isterim… Bize ne zaman gelirlerse aklımızın elverdiğince yol göstermeye çalıştık, yardımcı olmaya çalıştık. Bu hem bizim tabiatımızın icabı, hem de zevkimiz oldu. Tabii insan için unutulmamak çok önemli. Hele bizim gibi 80’e yaklaşmış insanlar için hatırlanmak fevkalade bir olaydır.
Kongreye yaklaştığımız bu günlerde biraz gruplar ve grupçuluk üzerine neler söyleyeceksiniz Sayın Kavrakoğlu?
Aslında gruplar olmalı ama düşmanlık derecesine varan bir rekabet zararlıdır. Kongreye kadar gelirler ve kongreden sonra gelecek kongreye kadar herkesin kazananın arkasında olması gerekir. Türkiye’nin siyasi alanında da bu kötü bir gelenektir. Bir parti iktidara geliyor ve ertesi gün muhalefet başlıyor! Böyle 4 sene muhalefet olmaz. Seçim kampanyasında olur muhalefet, kritikler yapılır fakat seviyeli olmalıdır. Kulüpte böyle devamlı muhalefete karşıyım. Zaman zaman oyuncular bile ayartılmak istenmiştir. Grupların muhalefeti seçimden sonraya bırakılmalıdır.
Aslında grup çalışmalarına girmek bizlerin konumundaki kişilere uygun değildir. Grup toplantılarının hiçbirine katılmam. Gönlüm hepsiyle birliktedir ve gönlüm ister ki hepsi el ele versin ve Fenerbahçe’yi iyi idare etsin.
Aslında bu grup işini ben başlattım 1948’de. O zaman müessesan heyeti vardı. Biz bir harekete başladık. Bu heyetin faydalı tarafları da vardı, zararlı tarafları da var. Tabii eğitimliye yaklaşmıyorlar. Adeta bir ekol, adeta bir aristokrasi!… Mücadele ettik o zaman ben gençtim tabii, yeni yeni politikaya da hevesleniyordum. 1950’de ben seçimleri kazandım ve ondan sonra Fenerbahçe’de ben hiç seçim kaybetmedim!…
Beşiktaş’ın, Galatasaray’ın kendi mülkleri var, bugün Galatasaray Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde oynuyor. Fenerbahçe nasıl çalışmalar yapmalı?
Fenerbahçe bunların hepsinden öndeydi. Her alanda üstündük. Maalesef bu kongre rekabetleri Fenerbahçe’yi zaman zaman zafiyete düşürdü.
Her şeyden evvel birlik beraberlik diye devamlı söylenen sözler gelenekte laftadır. Hedefte birlik beraberlik gerekir. Bu yılda gayret gösterilmelidir. Kıskançlıklarla, yolları tıkamakla bu işler olmaz. Barış içinde olunmalı ve ileriye çabuk adımlar atılmalıdır.
Geçmiş yönetim çeşitli projeler geliştirmiş, ama hepsi askıda kalmış. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Casino hakkındaki görüşleriniz neler?
Kulüpler menfaat sağlamak açısından çeşitli çarelere başvuruyorlar… Büyük kulüp de kumarhane açmıştır. Aslında orası bir sosyal kulüptür ve buna rağmen orada açılan kumarhaneyi biz benimsememişizdir. Kaldı ki Fenerbahçe’deki kumarhaneyi hiç hazmedemeyiz.
Türkiye’de şöyle bir anormallik vardır. Dünyanın en önemli kumar merkezi Las Vegas’tır. Ondan sonra en çok sayıda kumarhaneye sahip şehir İstanbul olmuştur. Bu gücümüze gidiyor. Biz millet olarak haddimizi bilmiyoruz. Herkes mutlaka takatinin üstünde bir gayretle caka satma peşindedir ve bunun için de kolay kazanma yollarından biri olarak düşündükleri kumarı seçmektedirler. Aslında kumar kolay para kazanma değil tam tersi kolay para kaybetme yoludur. Bu bakımdan ben bunu Fenerbahçe’ye münasip görmedim. Zannederim ki zamanla arkadaşlar bunu tasfiye ederler.
Bir politikacı olarak, kulübün politize edilmesi hakkında eleştiriler var. Bu eleştirilere yaklaşımınız nasıl?
Şimdi bakın ben bunu size anlatayım. Ben de politikacıydım. Ama ilk önce Fenerbahçeli sonra politikacı oldum. Ben Fenerbahçeli olduğum için politikacı olmadım ya da politikada muvaffak olduğum için Fenerbahçeli olmadım. Politika kulüplere karıştırılmamalıdır. Bunlar milletin malıdır.
Fenerbahçe’nin üyesi istediği her partiye rey verir ama Fenerbahçeliler onları bir arada tutan ortak noktadır, Benim devrimde Türkiye’nin en ünlü futbolcusu Zeki Sporel idi. Zeki Sporel’i ben Fenerbahçe’deki itibarıma değil, partideki itibarıma güvenerek Rize’ye gönderdim ve İstanbul’un yıldızı üstat Zeki Sporel’i Rize’den mebus yaptım. Yani bizler siyasi gücümüzü Fenerbahçe’den almayıp hatta Fenerbahçelileri siyasi güçten koruduğumuzu gösterir.
Bu bakımdan politika ile kulüp katiyen karışmamalı ve her siyasi de objektif olarak muvaffak kulüplere yardımcı olmalıdır. Nitekim Başbakanımız Galatasaray’a yardımcı olmuştur ve iyi de olmuştur.
Osman Kavrakoğlu
Tanju ve Rıdvan hakkındaki görüşleriniz?
Kulüpler ve yöneticiler zaruret olmadıkça hiçbir oyuncuya karşı olmazlar.
Tanju Samsun’dan yetişmiş, Galatasaray’a gelmiş, ekolünde çok muvaffak olmuş mamafih Fenerbahçe Tanju’dan istediği randımanı alamamıştır.
Rıdvan’a gelince talihsiz çocuk 10-12 kere ameliyat oldu ve efkar-ı umumiyeye mal olmuş bir sporcu olduğu için normal futbolcu statüsünden çıkıp “idareci futbolcu” oldu. İdareye karıştı! Tanrı büyük bir kabiliyeti zayıf bir bünyeye vermiş maalesef!
Biçimli bir şekilde bu işe son verip, bir jübile ile Fenerbahçeli olarak bu işi noktalamalıdır. Tanju’ya bir şey demem ama Rıdvan eski futbolcu-yönetici olarak aramızda kalmalıdır.
Transfer politikası için istikrarsız diyorlar. Bu konuda tecrübeli bir kişi olarak neler söyleyeceksiniz?
Kavun karpuza ihtiyacınız var diyelim! Gidersiniz eğer satın alan işi biliyorsa iyisini, bilmiyorsa keleğini alır gelir. Yani usta bir göz ve seçici gereklidir. Kusurlu bulmuyorum da tecrübesiz buluyorum. Oyuncu seçmek hakikaten usta işidir ve bu işin piyasada çok simsarları vardır ve kulüpleri aldatırlar.
Batıda öyle şeyler var ki; örneğin Federasyon, “Ancak milli futbolcu transferi yapılabilir” kaidesi koyunca, gittiler bir sürü içi geçmiş futbolcuyu 1-2 kere milli takımlarında 10-12 dakika oynatarak getirip bize sattılar. İşte Fenerbahçe tüm bunların üzerine çıkabilecek tecrübeli idarecileri de yetiştirmelidir. Onun için grupları usta idareci yetiştirmek yarışına sokmak gerekir. Ben gruptayım bu benim grubumda değil diye usta gözleri, yetenekli idarecileri düşürüp yerine sırf kendi grubunda diye başka fakat usta olmayan birini getirmek son derece yanlıştır. Fenerbahçe bu nedenle kaybediyor.
Bu sene de transferi beğenmiyorum. Mesela Hotiç’te iş yoktu! Ayrıca Wagenhaus’u da hoca tutuyor ama performansı düşük. Nielsen ile Uche daha iyi gibiler, inşallah iyi olur. İdarecilerin hepsi Fenerbahçe sevgisi ile dolular ama bunun üzerine bu konuda da bir usta göz ve tecrübe gereklidir.
Fenerbahçe başkanı ne gibi niteliklere sahip olmalıdır?
Şimdi bu iş çok büyüdü ve yükseldi. Bizim zamanımızda biz bu işi parasız yapardık. Bizim sermayemizin en büyük kısmı Fenerbahçe’nin şöhretinden geliyordu. Buna bizler kendi şahsi nüfus ve kabiliyetimizi ekleyerek bir şeyler yaptık.
Bugün yalnız Fenerbahçe’nin itibarı ve idarecinin şahsı dirayeti kâfi gelmiyor. Maddi kudret de şarttır. Bu nedenle öteden beri ben kulübün şirket haline getirilmesini istedim; Bir kooperatif şirketi olabilir, kar kasdi olmadan kongre üyeleri arasında hisse senedi satılabilir bir sermayemiz doğar.
Kongreleri de sağdan soldan otomobille toplanan üyeler değil, aksiyonel gelir teşkil getirdikleri delegeler, idarenin daha iyi ve güzel yürümesi için akılların ve menfaatlerini de birleştirerek kullanırlar oylarını. Bu büyük mali portreye ihtiyaç gösteren dönemde yöneticilerin mali imkânlar içinde olmalarında da fayda var, bu nedenle diğer üyelerin bu adamlar kulüpten yemek için buradalar fikri egale edilmiş olur. Tabiidir ki sadece bu yeterli değildir. Başkanın sosyal hayattaki nüfus ve itibarı ve saygınlığı da bir o kadar önemlidir.
Ayrıca idarecilik genelde çok bir zorlaştı. Bizim devrimizde taraftar ve sporcu rengi ve formasına ve kulübüne daha bir bağlıydı. Bugün şartlar çok değişti hayat da maddileşti. Bizim zamanımızda yapılan fedakârlıkları artık çocuklardan bekleyemeyiz. Günün şartlarına uymak durumundayız.
Fenerbahçe yönetimine ve taraftarlarına mesajınız var mı?
Takımımızı taraftarlarımız desteklesinler, kongreye kadar yönetime yardımcı olsunlar. Seçim zamanı kongreden önce nasıl partiler programlarını hazırlıyorsa, gruplar da o şekilde programlarını hazırlasınlar, hazırlık toplantılarında kongre üyelerine anlatmaktadırlar. Kim daha ikna edici ve üretici ise yönetime adilane o gelmelidir.
Dergimizi nasıl buldunuz?
Vallahi gayet güzel! Baskısı iyi, içeriği iyi. Eh mesajlarımızı da iletiyorsunuz. Pek memnun edici. Muvaffakiyetler diliyorum.
Fenerbahçelilerin çoğunu üzen adeta kangren bir hale gelen 5 yıllık bekleme süresini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuda ben çok gayret ettim ama maalesef muvaffak olamadım. Mutaassıp bir grup ısrarla bu 5 seneyi devam ettirdiler. Yanlış bir şey. Fenerbahçe sevilen bir teşekküldür. Takım en iyi durumda olmasa dahi, kulüp hala en iyi durumdadır. Kapıları açmak, yok taraftar üye, yok o üye, yok delege üye; Bunları kaldırmak lazımdır. Kapıları açıp üye kabulünde hiç endişe yoktur. Bilakis fayda vardır!
Mutaassıp gruplar aman kimse girmesin, idare elimizden gitmesin diye bu 5. maddeyi değiştirmediler. Gerek Dernekler Kanununa, gerek tüzüğümüze uygun olan şartlar ile herkes Fenerbahçe’ye üye kaydedilebilmelidir. Yok, tesislerden faydalanma vb. gibi bir sürü saçmalıklara son verilmelidir. Ne demek efendim Fenerbahçe üyesi tesislerinden tabiidir ki faydalanır. Bunları bir takım tasniflerle ayırarak üyeler arasında fark ve sınıf gözetmenin hiçbir âlemi yoktur… Neden korkuluyor? Bu gereksizdir. Bunlar abestir!
Bilhassa demokrasiye tam koştuğumuz bir devrede, Fenerbahçe gibi tüm Türkiye’ye mal olmuş bir müesseseye yok 5 sene bekleyeceksin, yok o yok bu gibi antidemokratik şartlar yakışmaz. Ayrıca Fenerbahçe’ye üye olan kişi mükellefiyet altına girmektedir. Bu mükellefiyete girmeye gönüllü olan kişiyi nasıl kapıdan dışarı bırakıyorsun zorluyorsun? Açalım kongreyi!
Aslında tahdit etmek, üyeliği kanıksama da getiriyor. Hep aynı adamlar, aynı kafalar. Hem dedikodulara hem de verimliliğin azalmasına neden oluyor. Ben o zamanlar dediğim gibi bu maddenin kaldırılması için çok gayret sarf ettim. Madem milyonlarca taraftarımız var diye iftihar ediyoruz, neden isteyenlere imkân vermiyoruz? Sonra üyeliklerde son derece çirkinlikler de var. Ölenlerin yerine başkaları yazılmış, benim büyük kulüpten arkadaşlarım var. Makbuzlarını aldım kendilerinden bir de baktım ki onların yerine başkaları çıktı kayıtlardan!
Birleşik Grup 5 yıllık süre ile ilgili detaylı çalışmalar yaptı. Son toplantımız da ise konuya Prof. Burcuoğlu güzel bir yorum getirdi. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Grupçular var, ben bunlarla çok uğraştım. Divan Başkanlığı sırasında ben açalım kapıları her gelen bizdendir dedim. Varsın kongremiz kalabalık olsun, daha iyi rekabet iyi olur, çalışmalar iyi olur, daha iyi adamlar gelir. Bu konuya kendimi adamış biriyim. Bu işe varım. Eğer Birleşik Grup bunu başarırsa çok büyük ve önemli bir iş yapılmış olur.
Unutamadığınız bir hatıranızı anlatabilir misiniz?
Pek çok hatıramız var. Birini anlatayım; Ankara’da işlerimizin çokluğu nedeniyle biz Galatasaray maçına gidemedik. Kupanın final maçıydı bu, çift maç oynanırdı o zaman. Fenerbahçe 1-0 kaybetti. Basın ve Galatasaraylılar bu olayı şişirdiler! Aman efendim ağları deldik vb. gibi. Hiçbir şut ağları delemez! Bir kere bu prensip.
Ben çok üzüldüm tabii. Biz çok kuvvetliydik o zaman Galatasaray’ı rahat yenebilirdik. Hayret ettim bu olaya. Bir hafta sonraki maça geldim. Çocuklara maç öncesi son antrenmanlarında lüzumsuz yenildiğimizi, söyledikten sonra; Ben şimdi sizi 11 kardeş olarak sahaya çıkarıyorum. Öyle bir birlik kuracak, öyle bir kollektivite göstereceksiniz ki hakiki kabiliyetiniz ortaya çıksın! Bunu da ayrıca bir beyanatla “Biz Galatasaray’ı yeneriz!” diye belirttim. Hakikaten maça gittik.
Rahmetli Profesör Kazım Gürkan’a rastladık orada, “Yahu Osman aşırı bir beyanat verdin, bu Galatasaray-Fenerbahçe maçıdır” dedi. Ben de çocukları üstünlüklerini hissettirmek ve mücadeleye sevk etmek açısından bu faydalıdır, ayrıca biz kuvvetliyiz dedim. Nitekim harikulade bir maçla Galatasaray’ı 4-0 yendik! Böylece de “O ağları delen 1-O’lık mağlubiyetin cevabını verdik!”
Sıcak sohbetinize ve konukseverliğinize tüm Fenerbahçeliler adına teşekkür ederiz.
Avrupa’da kulüpler arası futbol turnuvaları başlamadan evvel uluslararası temasların ne kadar kısıtlı olduğunu, araştırdığımız bütün kaynaklarda gözlemliyoruz. Bu sebeple ülkemize gelen tüm takımlar, dostluk maçı oynasalar bile büyük bir hevesle takip edilmiş, maçlar zaman zaman tansiyonun yükseldiği anlara sahne olmuş. İletişimin kısıtlı olduğu o günün dünyasında yabancı takımların ülkeye getirdiği oyuncular ve oynadıkları futbol, dışarıda olan biten hakkında öğretici oluyordu. Aynısını yurt dışını ziyaret eden takımlarımız için de söyleyebiliriz. Bu ziyaretle hem futbol bilgisi alışverişinde önemli yer tutuyor, hem de dünyanın içinde bulunduğu politik durumda da rol oynuyordu.
İşte böyle bir dönemde, Fenerbahçe’nin Sovyetler Birliği’ne Haziran 1956’da yaptığı seyahat ve orada oynadığı Dinamo Moskova ve Zenit Petersburg maçları da tarihimizde önemli bir yer tutuyor. Özellikle Dinamo Moskova maçı, Fenerbahçe’nin tespit edebildiğimiz ilk maç özetini de bize sunduğu için daha farklı bir konumda. Bu uzun seyahatte takımın yanında yer alan usta gazeteci Halit Kıvanç’ın seyahatin hemen ardından Milliyet gazetesinde 11 bölümde yayınladığı notlarını buraya da taşımak istedik. Keyifli okumalar!
Halit KIVANÇ – Yayınlanma Tarihi: 19 Haziran – 29 Haziran 1956 (Milliyet Gazetesi)
Sarı-Lacivertlileri Viyana’da Sarı Lacivertli Bayraklar Karşıladı
Dört motörlü uçağın dört motörü de çalıştığı anda içindeki 29 yolcu “Nihayet!” dediler. Fenerbahçe futbol takımı nihayet Rusya’ya doğru yola çıkmıştı.
Rusya’ya gitmekte olan bir kafile için, uzun zamandır bir esrar ülkesi vasfını taşıyan bu memleketi görmek meraka değerdi. Fakat uçaktaki yolcular şu anda gidecekleri memleketten, görecekleri gariplikten ziyade yuvarlayacakları meşin topu düşünüyorlardı.
Seyahat Sovyet Elçisinin bir ziyafetteki teklifinden doğmuştu. Ruslar Fenerbahçe’yi davet arzusunu izhar etmişler, bir müddet sonra kabule mazhar olan bu teklif üzerine hazırlığa başlanmıştı. Fenerbahçe, bir yandan lig maçlarına devam ederken öte yandan da çok mesuliyetli bir seyahatin heyecanını hissediyordu. İşte her şey hazırlanmış ve hatta Ruslar maç günlerini bile bildirmişken, seyahatin tehiri haberi gazetelerde yer aldı. Sarı-Lacivertliler, temmuz başında gideceklerini söylüyorlardı. Ancak Sovyetlerin cevabı, tehiri imkansız hale koyuverdi: Moskova ve Leningrad sokaklarına maçların afişleri asılmıştı.
4 Haziran Pazartesi sabahı İstanbul’dan kalkacak uçak Fenerbahçe’yi Viyana’ya götürecek, orada bekleyen bir Rus uçağı da yolun mütebaki kısmını tamamlayacaktı. Fakat 3 Haziran günü Beşiktaş’la zorlu bir maç yapan Sarı-Lacivertli takım için hemen seyahate çıkmak güçleşmişti. Zira uçakta kafilenin tamamını alacak yer yoktu. Seyahatin Sofya’ya kadar trenle yapılması teklifi ileri sürülüyordu. Fenerbahçeliler “Olamaz” dediler ve 5 Haziran günü hususi bir uçakla hareket edebileceklerini bildirdiler. İşte bugün öğleden sonra Yeşilköy’den havalanan hususi uçak, Fenerbahçelileri Rusya’ya doğru yola çıkarıyordu.
İdman Sahası Gibi Bir Uçak
Uçak 40 kişilikti. Fakat kafilenin 29 kişiden ibaret olması karşısında hava şirketi öndeki 10 koltuğu kaldırmış ve sanki sporculara bir idman sahası açmıştı. Nitekim bulutların üstüne çıkıldıktan az sonra sol açık Niyazi, sakat iki takım arkadaşı Şükrü ile Gürkan’ı öndeki bu açıklığa oturtarak tedaviye başladı. Diğer futbolcular da battaniyeleri yere koyup istirahati tercih ettiler. Üçü, dördü ise vakti iskambil kağıtları ile öldürmeye çalıştılar.
Uçağın en heyecanlı yolcusu, hava seyahatinden en fazla müteessir olan Mehmet Ali idi. M. Ali mütemadiyen pencereden bakarak uçağı lodosa tutulmuş Kadıköy vapuru gibi sallayan karanlık fırtına bulutlarının gelip gelmediğini kontrol ediyordu.
Fenerbahçelilerin seyahatteki iyi talihi havadan başlamıştı. 5 saatlik yolculukta uçak, asfaltta koşan bir lüks otomobilden farksız ilerliyordu. Havaalanında haplar yutanlar dahi Viyana’ya gelindiği zaman sanki daha birkaç saat uçacak canlılıkta idiler.
Konuşmalar tek mevzu etrafında toplanıyordu: Rusya’daki maçlar! Rakipler hakkında herkes kendi bildiğini, duyduğunu naklediyor, neticeler üzerinde tahminler yürütülüyordu. Arada Rus futbolunun kuvvetli olduğu, Rusya’ya giden yabancı takımların hep mağlup olduğu tezi ileri sürülünce, bir ses diğerlerini susturuyordu: “Allah’ın izniyle çocuklar, biz elimizden geleni yapalım, bütün varlığımızla oynayalım. Vatana güler yüzle döneriz.”
Viyana’da Fenerbahçelileri Rusya’nın bu şehirdeki temsilcilerinden biri karşıladı. Ve hemen ardından da kafilenin iki grup halinde bir gün sonra hareket edeceğini bildirdi. Gece Baden’de geçirilecekti.
Baden, Viyana yakınında bir banyo şehri idi. Şirin, tertemiz bir kasaba. Fenerbahçeliler Baden’e geldiklerinde hepsi sevinç içinde bağırdılar: “Bakın çocuklar, bakın!”
Hakikaten kalacakları otelin kapısında olsun, onun etrafındaki diğer binalarda olsun, Sarı-Lacivertli bayraklar dalgalanıyordu. Bu, Viyanalıların Fenerbahçe’ye karşı bir jesti idi galiba. Fakat çok geçmeden mesele anlaşıldı: Baden’i de içine alan Aşağı Avusturya bölgesinin resmi bayrağının renkleri Sarı Lacivertti.
Bu benzerlik, Fenerbahçelileri olduğu kadar Badenlileri de memnun etmişti.
Fenerbahçeliler Rus Uçağında
Sarı-Lacivertlilerin Baden’deki ikameti ertesi günü yani 6 Haziran Çarşamba öğleye kadar sürdü. Viyana’daki Sovyet temsilcisi Moskova ile temastan sonra kafilenin birinci grubunun saat 14’te hareket edeceğini bildirmişti. Bu suretle kafile başkanı Ertuğrul Akça, antrenör Fikret Arıcan ile onsekiz futbolcudan ve bir de bu satırların muharririnden mürekkep 21 kişilik grup hususi surette Moskova’dan gönderilen Rus uçağına yerleşti. Sekiz idareci ise yarım saat sonra kalkacak uçağa kaldılar.
Hava yolculuğu yapanlar bilir, uçakların kalkışında ve inişinde pilot mahalline giden kapının üzerinde ışıklı yazıyla: “Sigara içmeyiniz! Kemerleri bağlayınız!” ibareleri okunur ve bunların yanmasıyla da yolcular kemerlerini bağlar, eğer içiyorlarsa sigaralarını söndürürler. Kemeri bağlamayan yahut sigarasını ağzında unutan olursa hemen güzel hostes gelip zarif bir tebessümle ihtar eder. Laf aramızda, bazı yolcular sırf şirin hosteslerin böyle latif tebessümlerine muhatap olmak için kasten kemerlerini bağlamaz, beklerler. Fakat Fenerbahçelileri Viyana’dan Moskova’ya götürecek Rus uçağına binen kafilemiz uzun uzun beklediği halde ne böyle ışıklı yazılar göründü, ne de hostes gelip “Lütfen kemerinizi!” ihtarında bulundu. Hoş, çocukların çoğu bağlayacak kemeler bulamamışlardı ya. Bazı koltuklardaki kemerler kopuk, bazısında da hiç yoktu. Hostes ise hiç de tebessümü arzulanacak güzellikte değildi. Belki de bundan dolayı olacak, kendisini yedi saatlik yol boyunca yedi defa göstermedi bile…
Rusya’daki İlk Yemek Votka ve Havyar
Uçak Viyana’dan havalandığı anda futbolcuların haleti ruhiyesi değişmiş, İstanbul’dan Viyana’ya kadar şarkı ve neşe ile gelen sporcular şimdi derse girmiş talebe gibi sessiz sedasız oturuyorlardı. Mamafih çok geçmeden gençlik ateşi, her düşünceyi mağlup etti ve nükteler başladı: “Dikkat et! Konuşma! Koltuğun altında ses makinesi vardır. Konuştuklarını tele alır.”
Viyana’dan kalkıştan bir saat sonra artık meşhur ismiyle “Demir Perde”de idik. Prag havaalanına inildiği anda çocuklar merakla etrafı tetkike koyuldular. Fakat transit yolculara ayrılan salondan başka bir şey göremeyerek meraklarını yenemeden ve ancak içtikleri birer maden suyu ile hararetlerini yenerek tekrar uçağa bindiler.
Bu defa hedef Vilno idi. Çift motörlü uçak Prag’dan kalktıktan üç buçuk saat sonra Rusya’nın hudut şehri Vilno’ya geldi. Prag – Vilno arasında Rus hostesin bisküvi ile çay ikramı da nüktelere fırsat verdi:
“Yahu çocuklar, bu bisküvi Avusturya mamulatı.”
“ Yavaş! Tepsinin içindeki mikrofonu unutuyorsun!”
Mimarisinden, eski devirden kaldığı anlaşılan Vilno havaalanı binasında akşam yemeği verildiği sırada sofraya ilk gelenlerden biri, Rusların meşhur votkası oldu. Ancak “votka” sözünü duyan Fenerbahçeli futbolcular bir ağızdan aynı şeyi istediler: “Aman, maden suyu!”
Etleri tereddütle yiyen kafile en fazla rağbeti havyara gösterdi ve yemeği müteakip de tekrar kemersiz uçaktaki yerini aldı. İki buçuk saatlik ve evvelkiler gibi sakin havada yapılacak bir uçuştan sonra Fenerbahçeliler artık Moskova’ya ayak basmış olacaklardı.
Ve Moskova
Rus uçağı Rus başşehrine indiği sırada saatlerimiz on biri gösteriyordu. Halbuki duvardaki saate göre vakit gece yarısını bir saat geçmiş olmalıydı. Bu anda Fenerbahçeli futbolculardan biri “şimdi İstanbul’da saat 12’dir” deyince iş büsbütün karıştı. Hakikaten şehirler arasındaki mevcut saat farkları, kafilenin vaktini şaşırtmıştı. Viyana’da saat 11 iken İstanbul’da 12, Moskova’da ise 1 idi. Ve işte Fenerbahçe kafilesi bu saatte Moskova’ya vasıl olmuş bulunuyordu.
Uçağın kapısından inen Fenerbahçeliler esasen uykusuzluktan ve yol yorgunluğundan ufalmış gözlerini büsbütün kapamak zorunda kaldılar. Zira keskin bir projektör ışığı gözleri almaktaydı. Fotoğrafçılara ve sinema operatörlerine flaş vazifesi görmesi için uçağa doğru meydan binasından projektör tutulmuştu.
Bir yanda fotoğraf ve sinema makineleri çalışırken öte yandan da Sovyet Spor teşkilatı erkanı ellerinde çiçeklerle “Hoş geldiniz” diyorlardı. Çiçekler adam başına bir tane düşecek miktardaydı. Rus karşılayıcıların içinde Türkçe’yi kendilerine has şive ile konuşan tercümanlar, mihmandarlar hemen ön plana çıktılar. Fakat az sonra Moskova Radyosu’nun spikerleri onları da geride bırakacaktı.
Herkesin merak ettiği bir diyara ayak basan sporcular sık sık gözlerini etrafta dolaştırıyor ve ilk intibalarını tesbite çalışıyorlardı. Fakat bu ilk intiba, karşılıklı protokol kaideleri içinde teati edilen nutuklardan ve karşılama seremonisinden ileri geçmedi ve geçemezdi de.
Moskova Radyosu için Fenerbahçe’nin Rusya’ya gelişi büyük nimetti. Bundan azami istifadeye karar verdikleri, daha Moskova’ya adım atıldığı anda belli oldu. Ve bundan sonra Moskova Radyosu’nun spikerleri, seyyar mikrofon elde Fenerbahçelileri her yerde takip ettiler. Fakat sporcular sadece spor yapmak gayesiyle geldikleri Rusya’da müşahedelerini radyo ile nakletmektense, kendi kafalarında saklamayı tercih ettiler. Bir spor teşekkülüne yakışan en doğru hareket tarzı da buydu.
Gün ve Gece Birbirine Karışıyor
Saat biri geçmişti. Artık hava aydınlanıyordu. Sanki gece olmamıştı. İşte bu, Fenerbahçelilerin Rusya’daki ilk mühim intibası oldu. Fakat üç gün sonra Leningrad’a gittikleri zaman Moskova’dan daha fazla şaşıracaklardı. Çünkü kuzeye çıkıldıkça gecelerin gündüzlere eklenmesi daha hızlanacak ve hava ancak bir saat kadar karardıktan sonra yeniden gündüz başlayacaktı.
Çocuklar çiçekler elde önce Rus karşılayıcıların nutkunu dinlediler. Ardından Fenerbahçe kafilesi başkanı Ertuğrul Akça şu cevabı verdi: “Sovyet Rusya Spor Nezaretinin vaki davetine icabet eden Fenerbahçeli arkadaşlarım görmüş oldukları hüsnü kabulden dolayı teşekkürlerini bildirirler. Dünya futbol klasmanında Rusya’nın yeri, şimdiye kadar bu vadide almış olduğunuz neticelerden anlaşılmaktadır. Kuvvetli bir futbolunuz olduğunu işittik ve okuduk. Sisteminiz ve oyun tarzını hakkında evvelden bir tahminde bulunmak imkanına malik değiliz. Burada göreceğiniz Fenerbahçe takımı bu sezon İstanbul profesyonel liginde çetin maçlar yapmış ve bir hayli yorgun vaziyettedir. Bu bakımdan teknik imkanlarımız bugün için gayri müsait olduğu halde sizlere verilmiş olan sözümüzün tutulmasını ön plana alarak memleketinize gelmiş bulunuyoruz.
Otelde
Otel Moskova… Büyük bir otel… Rusların bilhassa yabancıları misafir ettikleri mahal… Bittabi Rusya’da kısa zaman kalacak yabancıların iyi bir intiba temin etmeleri için de gerekli konforla teçhiz edilmiş.
Uzun uçak yolculuğundan sonra yataklarına giren Fenerbahçeliler ne oteli, ne de Moskova’nın gece manzarasını görecek halde değildiler. Fakat 7 Haziran Perşembe sabahı kahvaltıya inildiği zaman, gözler otelden dışarı kaymaya başladı.
Mihmandarlar sporculara “Moskova’yı nasıl buldukları”nı soruyorlardı. Fenerbahçeli oyuncular ise şehirden çok ertesi gün oynayacakları stadı merak ediyorlardı. Nihayet bu merak az sonra zail oldu. Otelin önünden hareket eden otobüs, sarı-lacivertlileri Dinamo Stadı’na götürdü.
Dinamo Stadı Moskova’nın halen en büyük stadıydı ama Rusya’nın en büyük stadyumu değildi. Bu sıfatı Fenerbahçe maçında 120 bin seyirci alan Leningrad’ın Kirof Stadı taşımaktaydı. Dinamo Stadı ise en fazla 80 bin kadar seyirciyi istiab edebiliyordu.
Sarı-lacivertliler sahada normal antrenmanlarına başladıkları sırada bir yanda da üç Rus kız atleti çalışıyorlardı. Saha kenarında ise oyuncularımızın topa vuruşlarını, idman şekillerini merakla seyreden Dinamo idareci ve futbolcuları fark ediliyordu. Bu arada Rusların milli takım kalecisi, aynı zamanda Dinamo’nun kaptan ve kalecisi Yashin’e yaklaştım ve ertesi günkü maç hakkında ne düşündüğünü sordum. Tercümanın naklettiğine göre Yashin “Türkler’in beynelmilel sahada Macar galibiyeti gibi mühim bir netice almaları sebebiyle ihmal edilmez rakipler olduğunu” ifade etmiş ve “maçın centilmence geçmesi” temennisinde bulunmuştu. Yashin bilhassa arkadaşlarının attıkları şutları uçarak bloke eden kaleci Selahattin’in çalışmasını dikkatle takip etti.
Milli Marşlar Çalınacak
Antrenmanı bitiren sporcular otele yollandılar amma idarecilerin işi yeni başlıyordu Staddaki kulüp odasında oturularak Rus idarecileriyle müzakereye başlandı. Ruslar maçın seremonisinin önceden tespitini ve harfiyen tatbikini istiyorlardı. Takımlar beraber çıkacak, başkanlar nutuk verecek, oyuncular çiçek teati edecek, milli marşlara çalınacak, maçta muayyen adette oyuncu değişecekti.
Fenerbahçe İstanbul’un, Dinamo da Moskova’nın bir kulübüydü. Ve oynadıkları müsabaka bir milli maç değildi ki milli marşlar çalınsın.
Sovyet idarecileri bu hususta uzun uzun ısrar ettiler, her gelen ecnebi takımın maçında milli marş çalındığını belirttiler ve açıkçası bir emrivaki yaptılar. Mamafih emrivakiler bununla bitmeyecekti. İstanbul’da iken ayın 12’sinde diye bilinen Leningrad maçının da 13’ünde yapılacağı söylenecek ve asılan afişler gösterilecekti.
Ceketler çıktı, kravatlar gevşetildi ve uzun konuşmalardan sonra toplantı tamamlandı. Moskova Radyosu gene kapıdaydı ve gene Fenerbahçelilerden itibalarını rica ediyordu.
Maçı İlan Eden Afişler
Antrenman ve idarecilerin toplantısı bitip de staddan çıktığımız zaman, önümüzden başlayan ve sonu görünmeyen bir insan kuyruğu ile karşılaştık.
“-İşte, dediler, yarınki maç için bilet alan halk.”
Öte yanda da afişler göze çarpıyordu. Fakat dikkate şayandı ki, Fenerbahçe – Dinamo maçından önce milli marşların çalınması emrivakisi gibi afişlerde de karşılaşma aynen şöyle ilan ediliyordu.
Evet, Sovyetler müsabakayı ön planda “Türk – Rus” maçı olarak ilan ediyorlardı. Amma bu ilana Leningrad’daki maçtan sonra çok üzülecekler, kafileye Rusya hatırası olarak verilecek albüme Fenerbahçe’nin galip geldiği maçın fotoğraflarını koymayacak kadar keder duyacaklardı.
Fenerbahçe Moskova’ya ayak basmıştı amma buradaki elçiliğimiz gelişimizi geç haber almıştı. Bu sebeple öğleden sonra sefarete gidildi. Moskova büyükelçimiz Kemal Kavur’un Fenerbahçeli futbolculara hitabı dikkate değerdi:
“- Çocuklar mağlubiyet de galibiyet kadar şereflidir. Yeter ki memleketimizi en güzel şekilde temsil edecek gibi hareket edin, yeter ki sahada sportmence bir oyun gösterin!”
Sarı-Lacivertli çocuklar bu sözleri esasen harfiyen tatbik etmektelerdi ve seyahatin sonuna kadar da tatbik edecekler, hem güzel oynayacak hem de disiplinli, efendice hareketleriyle Rusya’dan parlak bir zaferin yanında en temiz intibayı bırakıp döneceklerdi.
Hakem Uğursuz mu Geliyor?
Maçtan evvelki gece takım sanki Rusya’da değil de, İstanbul’da Moda’da yahut Yeşilköy’de kampta idi. Çocuklar mümkün mertebe yapacakları maçın ehemmiyetini unutmaya çalışıyor, heyecanlarını gidermeye gayret ediyorlardı. Bu arada muzip tanınanların arkadaşlarına yaptıkları şakalar da havayı ferahlatıyordu. Nihayet hepsi uykuyu tercih ettiler. Sovyet mihmandarlarımız ise “kafilenin tiyatroya gitmek isteyip istemediğini” sormaktaydılar. Futbol varken, hem de maç akşamı tiyatronun perdesi bile gözlerin önünde canlanamadı.
Ve nihayet 8 Haziran Cuma… Bu tarih futbolumuz için bir imtihan günü idi. Fenerbahçe Rusya’nın başşehrinde, en kuvvetli takımlarından biri olan Dinamo ile boy ölçüşecekti. Saha, seyirci, hatta iki yan hakemi dahi Rus takımının avantajlarıydı. Moskova’yı soğuk bulacaklarını uman oyuncuların akşamüstü dahi serinlemeyen sert bir kara iklimi ile karşılaşmaları ve mütemadiyen ter dökmeleri de, keza aleyhimize kaydedilecek puanlardandı.
Bu arada maçlarımız idare edecek hakem Karni ile tanıştık. Saçları hafif dökük, sempatik bir adam olan Karni, Finlandiya’nın beynelmilel hakemlerindendi. İsveç’te 3-1 mağlup olduğumuz milli karşılaşmayı ve 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda Macaristan’a 7-1 yenildiğimiz amatör milli maçı idare eden hakemdi.
Çocuklar bu neticeyi hatırlayarak: “Bu hakem bize pek uğur getirmiyor” diye hayıflandılar. Dinamo’ya 3-1 mağlubiyetten sonra ise aynı söz, daha kuvvetli olarak ağızlarda dolaştı. Fakat Leningrad’da yalnız çetin bir Rus takımını değil, Fin hakemine dair batıl inanışı da yeneceklerdi.
Hakem Karni Rusya’ya daha önce gelmiş değildi. Doğrudan doğruya Fenerbahçe’nin maçları için getirilmişti. Fakat Rus futbolunu görmüştü, tanıyordu. Sert oynamalarına rağmen, Ruslar’ın teknik, sürat ve deplasman bakımından tehlikeli olduklarını ifade etmekteydi.
Fenerbahçe Sahaya Çıkıyor
Dinamo Stadı tıklım tıklım dolu idi. Bize verilen rakamlara göre, staddaa toplanan halkın yekunu yetmiş bini çok aşıyor, hatta seksen bine yaklaşıyordu. Tribünlerin üzerinde Rus bayraklarının yanında Türk bayrağı da dalgalanıyor, keza Dinamo’nun renkleri olun mavi-beyazlı bayrakların yanında Sarı-Lacivertli Fenerbahçe bayrakları asılı bulunuyordu. Stadda Rusça parçaların yanında Moskova radyosunda bulunan Türkçe şarkılar da çalınmakta, herkes merakla maçın başlama saatini beklemekteydi.
Fenerbahçe’nin soyunma odasında heyecan son haddini bulmuştu. Yirmi yıl evvel Rusya’ya futbolcu olarak gelmiş bulunan Büyük Fikret’le Niyazi Sel, şimdi antrenör ve futbol şubesi kaptanı sıfatıyla oyuncularına talimat veriyorlar, menajer Ahmet Erol da çocukların moralini takviye ediyordu. Savunma odasındaki hava hakikaten samimi idi. Yedek olarak soyunan oyuncular, hatta hiç soyunmayan Küçük Fikret, Akgün ve Gürkan da oynayacak arkadaşlarının maneviyatını yükseltici şekilde konuşuyorlardı.
Fenerbahçelilerin soyunma odasının yanındaki odada ise hakemler hazırlanıyordu. Fin hakemi Karni ile Rus yan hakemler spor kıyafetlerini giydiler ve çıkış tüneline doğru yürüdüler. Daha önce sahanın ortasına bando gelmiş, yerini almıştı.
Hazırlanan program gereğince iki takım yan yana, antrenörleri ve menajerleri önde olduğu halde sahaya çıkmaya başladıkları zaman tribünlerden büyük bir alkış tufanı yükseldi. Bunu önce Rus seyircilerinin takımlarını teşci etmeleri şeklinde tefsir ettik ve tabii karşıladık. Demek ki seyircisinden de kuvvet alacak çetin bir rakiple oynuyorduk. Fakat maç başladıktan sonra ve hele ilk devrenin ortalarında pek haksız bir penaltıdan ilk golü yediğimiz zaman, halkın iyi oynayanı da aynı derecede alkışladığına şahit olduk. Seyircilerin iyi hareket yapan Fenerbahçelileri alkışlamaları bütün maç boyunca devam etti, hele fevkalade bir oyun gösteren kaleci Selahattin’i takdir eden nidaları, bilhassa dikkati çekti.
Sarı Lacivertliler Halka Çiçek Atıyor
İki takım da ortaya geldikten sonra karşılıklı dizildiler. Dinamolular Fenerbahçelilere çiçek verdi. Milli marşlar çalındı ve Dinamo başkanı ile Fenerbahçe kafilesi başkanı Ertuğrul Akça kısa bir hitabede bulundular. Bundan sonra iki takım da birer kale önüne çekilerek eşofman yapmaya başladı.
On dakika geçmişti. Yine bir gün önce tespit edilen protokola göre, takımlar sahadan çekildiler ve bu defa hakemin düdüğü üzerine tekrar sahaya çıktılar. Şimdi Sarı-Lacivertlilerin ellerinde çiçekler vardı. Ortaya gelip de halkı selamlamalarını takiben Fenerbahçeli futbolcular stadın her yanına dağıldılar ve ellerindeki çiçekleri tribünlere attılar. Sarı-Lacivertliler bu seremonide halka atmak üzere beraberlerinde sigara da getirmişlerdi. Lakin Sovyet spor idarecileri çiçek atılmasını kafi görmüş, halka sigara atılmasını arzulamamışlardı.
Fin hakemi Karni başlama düdüğünü çaldığı anda Fenerbahçe onbiri şu tertiple dizilmişti: Selahattin – Avni, Basri – Nedim, Naci, Necdet – Kasaboğlu, M. Ali, Şeref, Ergun, Niyazi. Yedek olarak soyunanlar da Şükrü, Can, Hüsamettin ve K. Nedim idi. Şükrü’nün sakatlığı geçmiş değildi. Bununla beraber genç kaleci herhangi bir kötü ihtimali düşünmüş ve icabında Fenerbahçe kalesini korumak üzere yedek olarak soyunmuştu. Bir yandan tedavisi devam eden Şükrü, maç sırasında da ekseriya kale arkasında takım ve mevki arkadaşı Selahattin’i alkışladı, onun maneviyatını yükseltti.
Geçenlerde Facebook grubumuzun takipçilerinden İhsan Pekcan beyefendi, Fenerbahçe’nin tarihte forma giyen bütün kalecilerinin bir listesini sormuş. Hazırda yoktu ama kıymetli büyüğümüz Cem Ertuğrul’un 2007 basımı kitabından bu bilgiyi derledik. Haliyle 2007 sonrası yok ama onun haricinde kalan liste aşağıda… İzzet İsrael Benyakar ağabeyimizin uyarısıyla bunların “resmî” maçlar olduğunu da belirtelim. “Fenerbahçe futbol takımı en şanlı yıllarını, muhteşem kalecileri sayesinde yaşadı” desek, yeridir. İşte Fenerbahçe’nin kalecileri…