Etiket: Seyhun Binzet

  • Kadıköy’de Bir James Bond

    Kadıköy’de Bir James Bond

    İngiliz Kemal, Türk tarihinin en ilginç figürlerinden birisi. Yakın zamana kadar onu bizzat tanıyan biriyle konuşma şansımız olmamıştı. Oysa kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, kendisini tanımış, uzun sohbetler etmiş. Biz de geçenlerde onun hakkında yazdığı yazıyı müsaadesiyle sitemize taşıdık. Gerçekten de Kadıköy’de yaşamış bir James Bond var! Keyifle okuyacaksınız…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kadıköy'de Bir James Bond

    Kadıköy’de Gerçek Bir James Bond Yaşamıştı

    “Benim adım Bond , James Bond” duyacağımıza benim adım Kemal, İngiliz Kemal duysak daha iyi olmaz mıydı?

    İstanbul Yelken’in kuruluş senelerinin en unutulmaz siması Ahmet Esat Tomruk’tan söz edeceğim, anlaşılmıştır.

    Muazzam bir denizci, inanılmaz bir “bin bir” surattı. Çok ismi vardı, resimlerinde devamlı yüzü karalanır, tanınması istenmezdi. İngiliz Kemal adını az çok duymuşsunuzdur ama kullandığı diğer kimlikler çok bilinmez: Amerikalı gazeteci Harry Willy, Traplusgarplı İtalyan Mehmet, Fransız Bolşevik Lui bunlardan bazıları.

    Ben bile “Esat ağabey” lafını sevmem, “Kemal ağabey” demeyi tercih ederdim.

    Çocukken büyükbabam kulüpte beni masalarına çağırdı, “Bak seni ünlü İngiliz Kemalle tanıştırayım” dedi. Ben heyecanlandım, ”Sinemada filmleri oynayan ünlü casusumuz siz misiniz?” dedim. Dedem “Evet ta kendisi ama bizim mi yoksa karşı tarafın casusu mu belli değil” demiş, bütün masadakiler gülmüştü.

    Kadıköy'de Bir James Bond

    Gelelim Kemal ağabeyin inanılmaz hayat hikayesine…

    Galatasaray Lisesi’nde talebe iken okuldan kaçıyor ve limandaki bir İngiliz gemisine gizlice saklanıyor. Yolda fark ediyorlar ama hiç çocuğu olmayan kaptan, bu çocuğu çok sevip sahip çıkıyor ve ailesine götürüyor. Tam bir İngiliz gibi yaşıyor. Üvey babası kaptan, onu kendi mezun olduğu Royal Navy Akademisi’ne kayıt ettirip, kaptan olmasını sağlıyor.

    Ünlü okulundan aldığı bir kaptan şapkası vardı; kulüpteki diğer kaptanlara hep yukarıdan bakıp, “Var mı aranızda Royal Navy’den kaptan olan?” derdi. Sevgili Orhan Akra ağabeyimiz bir keresinde Kemal ağabeyin şapkasını başına takarak etraftakileri gösterip, “Bunlar da güya kaptan ama hepsinin şapkaları b.ktan” diye herkesi güldürmüştü.

    Royal Navy’de okurken okulda kavga çıkıyor ve iri yarı bir İngiliz Kemal ağabeye meydan okuyup birkaç yumruk da atıyor. Kemal ağabey, birden muazzam bir yumruk çıkarıp adamı nakavt ediyor. Hemen elinden tutup müdürün odasına götürüyorlar, “Tamam okuldan atıldım artık” diye beklerken, müdür onu tebrik ediyor; “İnanılmaz bir şey yaptın, tek yumrukta devirdiğin çocuk gençler boks şampiyonuydu” diyor ve onu boks takımına yazıyor. Londra şampiyonlukları var bu senelerden.

    İşgal sırasında İngiliz kuvvetlerinin boks şampiyonunu da devirip halka moral verdiğini söylerlerdi.

    Kadıköy'de Bir James Bond

    Kemal ağabey iki şeyi sevmezdi, Arap Lawrence’la karşılaştırılmayı ve Çerkez Ethem’e milliyetçi denmesini.

    “Ben casusum, Lawrence sadece tren sabotajcısı! Basit bir terörist, casus filan değil!”

    “İzmir işgal altında iken Amerikalı bir gazeteci olarak Yunan karargahından her türlü bilgiyi Ankara’ya yollarken, Yunan tarafına geçen Çerkez Ethem kimliğimi söyledi ve zindana atıldım.”

    Ben casusluğunu bilemem ama gerçekten çok iyi bir kaptandı. Tek elle İzbarco düğümü atabilen nadir denizcilerdendi. Teknesinde hiç motor yoktu. Belvü’nün önünde Tonozu vardı ona hep yelkenle gelip yanaşırdı. Harun ağabey gibi o da “Yelkenlilere motor takıldı, mertlik bozuldu” diyen nesildendi. Yelkenleri önceden indirir ve poyrazı arkadan alıp şamandırasına gider, sakince bağlardı.

    Yanında İngiliz bayan bir arkadaşı vardı, tekneyi beraberce kullanırlardı. Son olarak Kemal ağabeyi tanımlamak isterseniz, usta bir denizci, muazzam bir kumarbaz, çok çapkın bir adam , şampiyon bir boksör ve büyük bir vatansever diyebilirsiniz. Şimdi anladınız mı “Kadıköy’de neden gerçek bir James Bond yaşamıştı” dediğimi?

    Seyhun Binzet

    Kadıköy'de Bir James Bond
  • Büyük Sporcu Sait Bey

    Büyük Sporcu Sait Bey

    Kıymetli büyüğümüz ve başarılı yelkenci Seyhun Binzet, Fenerbahçe’nin ilk yıllarının efsane futbolcusu Sait Selahattin Cihanoğlu’nu yakından tanıma mutluluğuna erişmiş. Fenerbahçe’nin o yıllarını ve büyük sporcu Sait Bey ile müthiş bir hatırasını anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Sporcu Sait Bey

    Fenerbahçe’nin Kuruluşu

    Moda’da bugün Cimcoz apartmanın olduğu yerde eskiden Longchene villası vardı. Sevgili Müfit Ekdal ağabeyimizden bu villada Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikimiz olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun askeri ataşesinin oturduğunu ve önünde Avusturya bayrağının bulunduğunu öğrendik.

    Bu yeşil binada sonra Kadıköylü banker Tubini ailesi oturdu ve bu aileden Fransız uyruklu Nomiko, çocukları için Moda’ya 7 tane villa yaptırdı. Bu 7 villadan biri, Devriye sokak 48 numarada ve adı da Villa Mathieu’dü.

    Bu villayı sonradan Hareket Ordusu kumandanlarından Ferit Şevki Paşa satın aldı.

    Şevki Paşa’nın oğlu Ayetullah Bey Saint Joseph Lisesi’nde okuyordu. Sınıf arkadaşı Ziya Songülen, Hint asıllı yelkenci Asaf Beşpınar ve Galip Kulaksızoğlu ile beraber Edebiyat hocaları Bahriyeli Enver (Yetiker) ile bir futbol kulübü kurmaya karar verdiler. Bu takımla ilgili bilgileri Sait Selahattin Cihanoğlu ağabeyimizin yazdığı ve Saint Joseph senelerinden can dostu olan büyük babam Eczacı Sadullah Binzet’e imzalayıp verdiği kitaptan okudum.

    Büyük Sporcu Sait Bey

    Sait Selahattin Bey Yazıyor

    Bu değerli hatıra kitabında Sait Selahattin Cihanoğlu şöyle yazıyordu:

    “Enver hoca bizi her Cumartesi toplar ve Fenerbahçe’ye götürür orada iki takıma ayırıp, bir takıma Fenerbahçe diğerine Saint Joseph derdi. Devir Abdülhamid devri olduğu için kulüp ismi bile vermekten hep korkulurdu. Takımda biz 4-5 Müslüman öğrenciydik. Diğerleri hep gayrimüslim arkadaşlarımızdı. Enver hoca ise ısrarla Türk Müslüman öğrencilerden bir takım istiyordu.”.

    Devamlı eksikliğini hissettiğim Demir Serezli kardeşimle “Belki de bu Enver hoca devrin yükselen Pantürkizm hareketini Saint Joseph’te başlatmak için görevli gönderilmişti ama elimizde bunu söyleyecek belge yok” demiştik. Tek bildiğimiz diğer Kadıköy kulüplerinde olan sporculara “Sen Müslüman ve Türk’sün. Yerin Fenerbahçe olmalı” diye yaptığı yazışmalar.

    Bu kulüp 1907’de Fenerbahçe adıyla kuruldu ve ilk toplantılarını Ayetullah beyin evinde yapıldı. Kulübün kurulduğu yer ve ilk lokali işte bu Villa Mathieu’ydü. 1911 senesine kadar da sporcu formalarının yıkanmasına kadar her türlü faaliyet buradan yönetildi. Fenerbahçe’nin ilk İstanbul Ligi Şampiyonluğu 1911-1912 sezonunda işte bu binada kurulan takımla yaşandı.

    Bu ilk şampiyonlukta birçok Saint Joseph’li Fenerbahçeli yıldızlaştı Ziya Songülen, Ayetullah Bey, Hasan Bey, Sait Selahattin Cihanoğlu ve Galip Kulaksızoğlu. Hepsi de Enver beyin seçtiği Müslüman Türk talebelerdi.

    Büyük Sporcu

    Bu anlattığım insanlar hep devrin anlatımıyla komple sporcuydu. Hepsi iyi bir avcı, iyi bir yelkenci, iyi bir tenisçi ve iyi bir futbolcuydu. Ben aralarından büyük babamın arkadaşı olan ve sonraları İstanbul Yelken Ajanlığı yapmış Sait Selahattin ağabeyimi çok yakından tanıdım. Kendisini hem Saint Joseph’ten hem de yelken sporundan çok değerli bir büyüğüm olarak görürdüm. O da bana ya “küçük Sadullah” ya da “Saint Joseph’li arkadaşım” derdi.

    Kendisi ile olan bir hatıramı da anlatmak isterim.

    1964 veya 1965 senesiydi. Sait ağabey, Yelken Ajanıydı. Biz sevgili Ragıp Kotan kardeşimle beraber devrin en küçük yelken sınıfı olan 12 Kadem Dinghy sınıfında İstanbul şampiyonu olduk. Fenerbahçeli iki Fransız yelkenci kardeş, Gabriel ve Nikolas da ikinci geldiler. Bu çocuklar Belvü’nün yanındaki, Sabancı’nın restore ettiği kırmızı evde otururlardı. Dedem onlara “Bay Cocteau’nun torunları” derdi. Onlar bizden 2-3 yaş küçüktüler ve çok ufak tefektiler. Sait ağabey bize büyük övgü yaparak kupalarımızı verdi, sonra ikinci gelen ekip diye bizlerin yarısı kadar olan iki Fenerbahçeli Fransız anons edilip sahneye geldi. Büyük spor adamı onları görünce bir sinirlendi! Ve herkesin içinde “Siz bunlarla yarışmaya utanmıyor musunuz? Her sporda, her sporcu dengiyle yarışır” dedi.

    Seyhun Binzet

    Büyük Sporcu Sait Bey
  • Saint Joseph Lisesi’nin Kaybolan Sporları

    Saint Joseph Lisesi’nin Kaybolan Sporları

    Seyhun Binzet ağabeyimizin Bellek-Kadıköy‘de yayınlanan muhteşem yazısını, aynı muhteşemlikte resimleriyle birlikte buraya taşıdık. Müsaadesinden ötürü minnettarız. Huzurlarınızda, Saint Joseph Lisesi’nin kaybolan sporları.

    Bir Not: 30 Nisan 1915 tarihli İkdam gazetesinde aşağıdaki haber yayınlanmıştı.

    Bugün Kadıköyü’nde Union Kulüb’de Fenerbahçe Spor Kulübü menfaatine icrası mukarrer bulunan müsabakalar bervech-i âtidir:
    Futbol – Fenerbahçe ile Midilli kruvazörü efradı meyanında,
    Futbol – Fenerbahçe ile Galatasaray üçüncü timleri arsında,
    Hokey – İdman Yurdu ile Galatasaray üçüncü timler arasında,
    Kalkan Topu – Fenerbahçe’den müfrez iki takım arasında,
    Eşas – Fenerbahçe’den müfrez iki takım arasında.

    Buradaki “Kalkan Topu” ve “Eşas” hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. Artık öğrendik. Müthiş bilgiler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Üç Nesil

    Kalamış koyunda Moda Burnu ile Kurbağalıdere arasında bulunan Fransız kolejinin adı Saint Joseph veya Türkçe olarak Aziz Yusuf’tur. Kalamışlı bir aile olarak biz üç nesil, ben, babam ve büyükbabam bu okulda okuduk.

    Sıkı ve bunaltıcı bir eğitim sistemi vardır ama eğitim ve kültürün yanında spora çok önem veren bir okuldur. Sırf “spor aktiviteleri kesintisiz yapılsın” diye dersler iki iki birleştirilip, teneffüsler uzun bırakılmıştır.

    Biz talebeyken Raket, Kalkan (Buklier), Voleybol ve Basketbol oynardık. Bunların saatleri vardı ve oynamak mecburi idi. Bu disiplinli spor kültürü ülkemize birçok milli sporcu kazandırmıştır.

    Ben daha gerilere 1920 senelerine kadar indim ve o senelerin talebeleri neler oynardı diye baktım ve bunlarla ilgili görüntüler çıkardım.

    Kayıp Sporlar

    Buklier Fransızca kalkan demektir iki ekip halinde oynanır, vurucular ve kendilerini kalkanla savunanlar vardır. Kalkanlar yere değdiği halde vurulmuş sayılırsınız. Küçük bez parçalarından sarma toplarla oynanır. Vurulunca kalkanınızı yerine asar ve vurucu olursunuz. Bir ekip komple vurulunca oyun biter.

    Saint Joseph Lisesi’nin Kaybolan Sporları

    Echasse bir cins futboldur ama ayaklar tahta bacaklar takılır ve top bu tahta ayaklarla oynanır. Tahta ayaklar sayesinde yere 40 cm yukarıdan basan kişiler tarafından oynanır. Çok tehlikeli bir oyundur ve çok sakatlanma olduğu için vazgeçilmiştir.

    Saint Joseph Lisesi’nin Kaybolan Sporları

    Cage ball büyük 60 cm’lik şişme bir topla oynanan voleybol veya eller yere değerek ayakla oynanan bir futboldur. Ayakla oynanan tipine oyuncular yerde yengeçler gibi elleri ile sırt üstü sürünür gibi yürüdükleri için Crabball (yengeç topu) de denir.

    Saint Joseph Lisesi’nin Kaybolan Sporları

    Bilardo… Kapalı alanda masaları bulunur ve sadece büyük sınıflar oynayabilirlerdi. İki beyaz ve bir kırmızı toplu klasik oyun oynanırdı.

    Saint Joseph Lisesi’nin Kaybolan Sporları

    Eskrim bilhassa Ekim devriminden sonra Türkiye’ye gelen Rus subaylarından Fransızca bilenlerden okula gelen beden eğitimi hocaları önderliğinde başlamıştı ve bir aristokrat sporu olarak çok ilgi görürdü.

    Saint Joseph Lisesi’nin Kaybolan Sporları

    Raket beyzbola benzeyen aynı raketle ve tenis topuyla oynanan bir spordur. Bir ekip servis yapanın attığı topa raketle vurur ve top öbür tarafından getirilene kadar ilerdeki bir istasyona ulaşılmaya çalışılır. İyi atış yapıp gidip gelir ve arada vurulmazsanız, iyi puan alırsınız.

    Sizlere babamların senesinden buklier resmi paylaştım, Bu resimde arkada sağda duran gözlüklü babam Sadun Binzet en önde kalkanı ile vurucuyu kızdıran da ünlü fotoğrafçı Gökşin Sipahioğlu’dur. Sınıftaki takma adı adı da uzun boyundan dolayı leylek anlamına gelen “Cigogne”dur. 1930’ların sonu olmalı bu resmin tarihi.

    Ayrıca yine arşivimden Echasse, Cage ball, bilardo ve eskrim resimleri paylaştım, bu resimlerin tarihide 1920’lerin başları olmalı.

    Raket sporu da benim senemden 1960‘ların başında yaptığımız yaptığımız bir turnuvadandır. Bugün bu sporların çoğu unutuldu ve hiçbir sporcusu belki Saint Joseph’te kalmadı ama sizlere okulumun böyle bir devri olduğunu hatırlatmak istedim.

    Seyhun Binzet

  • Zekai Tüker Efsanesi

    Zekai Tüker Efsanesi

    Uzun yıllar önce Burhan Felek Spor Salonu’nda tribünlere bir pankart asıldı. Fenerbahçe Spor Kulübü bünyesinde yapılan dokuz spor branşını anlatan çizimlerin altında kocaman harflerle “Dünyanın En Büyük Spor Kulübü” yazıyordu. Bu tabir camia tarafından derhal benimsendi ve uzun yıllar boyunca hemen her amatör branş başarısından sonra kullanılır oldu. Elan da kullanılıyor.

    Günümüzde söz konusu (futbol dışı) branşların ne kadar amatör olduğu tartışılır. Fakat bundan yıllar önce Türkiye’de bu sporlar pür amatördü.

    Bir parantez açalım…

    Ülkemizde spor tarihi yazımı, genellikle sporcuların şahsi gayretiyle oluşturulan arşivlere bağlıdır. Buna ek olarak birkaç idealist basın mensubu da ilgili oldukları spor dallarının kayıtlarını tutar. Rahmetli Neriman Tekil’in atletizme dair çalışmaları gibi… Bunun dışında Türkiye’de kulüplerin ve hatta federasyonların kendi tarihlerine sahip çıkma hasleti, ne yazık ki yetersiz bir çaba ve neticesi hayal kırıklığı olan bir süreçten ibarettir.

    Yukarıda bahsettiğimiz pür amatör sporcular, formasını giydikleri kulüplerin efsanevi tarihlerini yazdılar ama kulüpler onları pek hatırlamadı. Geçen sene bugün kaybettiğimiz Zekai Tüker de bu sporculardan biriydi.

    Bu sitede naçizane tarihini yazmaya çalıştığımız Fenerbahçe için hayalimiz, Zekai ağabeyin ve onun gibilerin kapısına dayanıp “Siz anlatın, biz dinleyelim. Bizim için, tarihimiz için, geleceğimiz için bu çok önemli” diyen bir kulüp olmasıydı. Bugüne kadar olmadı. Bundan sonra olur mu? Biraz zaman ister ama bal gibi olur!

    Kadıköy’de su sporları konusunda müthiş bir entelijansiya var. Yapılması gereken şey bunu harekete geçirmek ve kapı kapı dolaşıp görenleri, bilenleri, duyanları konuşturarak kayıt altına almak. Bunu ilçe belediyesi mi yapar, anakent belediyesi mi yapar bilinmez. Kimse yapmazsa, “hevesli” spor tarihçileri yapacak.

    Zira “Dünyanın en büyük spor kulübü” tabirini sahiplenip de hiçbir şey yapmamak lüksü (!) nüfusu bir-iki on milyon ile sayılan, 114 yıllık bir camiaya yakışmıyor.

    Zekai Tüker’in “tarihî kıymeti” yaşarken bilinmedi. Mamafih asırlık hikayesini ve başarılarını tarihe bihakkın yazacak olanlar burada. Ruhu şâd olsun, nur içinde yatsın.

  • Kalamış

    Kalamış

    Sermet Muhtar Alus‘un Kadıköy semtlerini anlattığı yazılarda sırada Kalamış var… Keyifle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kalamış

    İstanbul’u fethimizin 500üncü yıldönümüne kadar, yani 7 sene içinde, Fenerbahçe önünden Haydarpaşa açıklarına bir dalgakıran uzatılacağı; gerisine vinçler, antrepolar, gümrük daireleri yapılacağı, hülasa modern İstanbul limanının burada kurulacağı rivayetlerinin ortalığa yayılması üzerine Akşam’ın “Akşamdan Akşama” sütununda “Kalamış’a ve Moda’ya elveda” diye nefis bir fıkra çıktı. Dört gün de “Aslı yok, fakat” başlığıyla enfes bir “Hafta konuşması” onu takip etti.

    Bu mevzu hakkında daha âlâ, daha tesirli yazı yazılamaz. Münasebet düştüğü için, şimdi ben burada Kalamış koyundan, eski günlerinden bahsedeceğim:

    Lügat kitabı Kalamış kelimesini “Deniz kenarında bulunan sazlık, kamışlık” diye tarif ediyor. Fransızcadaki “la jonchaie” veya “la jonchere”, Almancadaki “das Binsengebüseh”, tam karşılığıdır. Her şeyde bilgiçlik taslayan bazı ukala dümbelekleri kelimenin kokulu yağı çıkarılan kalemis’ten türediğini iddia ederler, sebep olarak da etraftaki çayır çimenlerin, çiçeklerin latif rayihalarını ileri sürerlerdi.

    Yazın Fenerbahçe civarında oturan ecnebi kırmaları, Stanboul, Levant Herald gazetelerindeki vapur tarifelerinden belledikleri Kalamış adını güya beceremez, daha doğrusu dilimizi hor gördükleri için, bile bile bozarlardı. Beyoğlu’nda doğma büyüme tatlı su frenkleri içinde bile Bavyera şehri Münich’te olduğu gibi -nihayetindeki (ch)i (k) telaffuz ederek Kalamick diyenlere; Alman ve Avusturya Yahudileri arasında da -Zürich misali- (ch)i (h) okuyarak Kalamih şekline sokanlara az rastlamadık.


    Vaktiyle Kurbağalıdere vadisinin verimli toprakları boydan boya incir ağaçları, bağ kütükleri, geniş bostanlarla dolu imiş. Emsalsiz incirler, çavuş üzümleri, turfanda sebzeler yetiştirirmiş. Vadinin deniz kıyısı da sazlık ve kamışlıkmış.

    İstanbulun fethinden önce Kalamış koy’una Eutropios denildiğini; Moda’nın olduğu yerde Finikelilerin büyük bir ticaret merkezi ve mal depoları bulunduğunu tarihler kaydetmektedir. Fenerbahçe yarımadasına, Hera’nın mabedi bulunuşu dolayısiyle Herion denirmiş. Grek mitolojisine göre Heria, kadın tanrılardan biridir. Kardeşi, bütün tanrıların babası ve hakimi Zeus’un karısıdır.

    Şark İmparatoru I. Justinianus (527-565) Fenerbahçe’de, fener kulesinin bulunduğu noktaya yazlık saray, yakınına hamamlar, küçük kiliseler yaptırmış. Aktrislikten imparatoriçeliğe yükselen mahut Theodora yazı ekseriya o sarayda geçirirmiş.

    Kanuni Sultan Süleyman da etrafın fevkalade manzarasından hoşlanarak burada Mimar Sinan’a bir kasır kurdurmuş. Kasır, I. Mahmut zamanına kadar (1730 – 1754) mamur halde iken, artık kimsenin semtine uğramaması üzerine, müştemilâtından iki havuzla iki çemen sofa kalarak nihayet onlar da ortadan yok olmuş.


    Yaz akşamları, hele cuma ve pazarları Kalamış koy’u sandallar, yelkenlilerle dolardı. Fenerbahçe’ye taşınan taşınana, açıklarında dolaşan dolaşana. Hıdrellez, 1 Mayıs, Gül Bayramı gibi mesirenin halkla mahşer kesildiği günlerde kafile kafile büyük kayıklar, alamanalar, salapuryalar. İçlerinde Kadıköyü’nün, Üsküdar’ın, İstanbul’un esnaf, omuzdaş, bıçkın takımları. Tıpkı Kâğıthane’ye gidişvari zurnalar, kıraneteler, sazlar, utlar, heyheyler; kalkıp şıkır şıkır oynıyanlar. Yarımadanın şimal tarafındaki uzun taş iskeleye rampa ederek inerler; ağaçların altına küme küme toplanırlar. Gelsin çakıntı, tura, oruspu bohçası, uzun eşek, birdir bir oyunları.

    Şimdi tatsız kaçacaksa da acıklı bir vakayı anlatmadan geçemiyeceğim:

    Tanıdıklardan Etyemezli bir ebe hanım vardı. Vasıf ismindeki oğlu da Harbiye mektebinde talebe. Bir Hıdrellez günü, üç arkadaşiyle beraber, Fenerbahçe âlemi yapmağa niyetleniyorlar. Narlıkapıdan bir sandala binip kayıkçıyı almıyorlar. Dördü de çakı gibi delikanlı; kürek çekmekte, yüzmekte hepsi usta. Hafif lodos esiyorsa da aldıran kim? İsabet, püfür püfür giderler.

    Açılıyorlar denize. Lodos arttıkça artmada. Yelkeni indirerek küreklere yapışıp boca, saatlerce çalkanıyorlar. Moda burnunu aşar aşmaz sandal alabura oluveriyor. Dalgalar öyle azgın ki yüzme müzme para eder gibi değil. Zavallıların üçü denizin dibini boylayıp, biri de su yüzünde, yarı baygın halde çırpınırken tren istasyonunun aşağısındaki kulübemsi kahveden balıkçılar farkına varıyor; kayığa atlayıp kurtarıyorlar.

    Evlâtcığının acısı yüreğine işliyen biçare ebe hanım o günden sonra ölünceye kadar deniz, sandal görmeğe tahammül edemez, mahalle aralarından öteye ayak atamaz olmuştu.

    Küçük Modaya, Şifaya, Bakla tarlasına, Kızıltoprağın deniz tarafına rağbetin baş sebebi, güzelim Kalamış koy’unun oralardan tabak gibi görülmesiydi. Fenerbahçe kulesinden de kuş bakışı seyrine varanlar çoktu. Joanne’in Fransızca, Meyer’in Almanca İstanbul rehberlerinde methü senasını okuyan yabancı seyyahlardan haylisi oraya seğirtirlerdi. Karadeniz uşağı, kır traşları uzamış, hâlâ Tersanede nefer iki bekçiye çeyrek toka edilerek kuleye çıkılır. Harikulâde panoramaya doyabilirsen doy!..

    Fenerbahçe piyasalarını hiç kaçırmıyan beyler, hanımlar fazla toza bulandılar mı, bunları süpürmek; yahut acıkıp mideleri kazınmağa başladı mı, Sebastiano otelinin yanındaki bakkaldan aldıkları Graviyera peyniriyle francala yemek için tenha taraflara, şimdiki mendireğin karşı cihetine arabalarını çekiyorlar, koy’a bir kerecik olsun göz kaydırmak hatırlarına gelmeden; üstü başı süpürür, safra bastırırlardı.

    Ressam Civanyan’m çinko üzerine yapılmışlarını iki çeyreğe, muşambalı büyüklerini iki mecidiyeye sattığı yağlı boya resimlerinin yarısı Fenerbahçeye, Kalamış koy’una, Moda burnuna aitti. O devrin (Güzel sanatlar akademisi) demek olan Sanayi-i nefise mektebinde muallim Varnia’ya, Beyoğlunun sayılı ressamlarından İtalyalı Denango’ya kaç kere rastlamışımdır. Fener kulesinin, bir sakız ağacının veya selvinin altına şövalelerini diker, çala fırça çalışırlardı.

    İstanbulun kayık yarışları üç yerde olurdu. Modada, Büyükderede, Beykozda. En hoşu, tadı çıkarılanı Moda vapur iskelesi hizasından Kalamış koy’una doğru yapılanı idi.

    Ötekilerde olduğu gibi kayıklarda, yandan çarklı vapurlarda, kıyılarda balık istifliği, havasızlıktan bunalmak, güneşten pişmek yok. (Moda Palas) otelinin önündeki ağaçların serin gölgelerine yerleş, kahveyi, Kayışdağı suyunu, dondurmayı yahut buz gibi birayı masaya getirt; devrini alıp yarışı, can kurtaran sandalcılarının marifetlerini, yağlı direkten cumburlop olanları temaşa et.

    Haziran ayı girdi mi Kalamış’ta, vapur iskelesinin sağına; biri erkekler biri kadınlar için. 100 – 150 adım aralı, salaş İki deniz hamamı çatılırdı. Sahibi Samatyalı, kibar kuyumcular kılıklı bir Ermeni, Haydarpaşa ve Fenerbahçedekileri de işleten o. Modada deniz hamamı arama.

    Kalamıştaki Vasil’in gazinosu meşhurdu. Erbaplar,

    — Düz rakısına, mastikasına uyar yok; halis kayıp düzü, Sakız mahsulü. Mezelerinin lezzeti, temizliği de caba. Öyle hıyar turşusu, çiroz salatası, batlıcan kızartması, tarator nerede görülmüş? derlerdi.

    Oranın bas müşterisi, Ahmet Rasim merhumdu. Akşamlığı, daire dönüşü. vapurdan çıkan beylerin ehlikeyifleri mutlaka gazinoya uğrarlardı.

    Anadolu iskelelerine işleyen 17 numaralı Şahin, Kızıltoprak, Feneryolu, Göztepe, Erenköy’de sayfiyeleri olan ekâbir ve rical ile tıklım tıklım. Trene binmemenin, arabayı iskelede bekletmenin, bu vapura rağbetin sebebi şu: Deniz havası almak, Kalamış koyunun letafetinden tatmak; ipincecik fistanlarla, göğüs ve kollar çıplak, sere serpe kıyafetteki madamlara, matmazellere ceşmiçerez…

    Sermet Muhtar Alus / Kalamış

  • 3 Mayıs

    3 Mayıs

    Fenerbahçe’nin kuruluşunun Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen dönem içerisinde özel bir anlamı vardır. Bu anlam, bir avuç gencin, yaşadıkları topraklarda yabancıların hakimiyetinde oynanan futbol oyununa, adeta isyan ederek, dahil olmalarında gizlidir.

    Nurizade Ziya, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Asaf adlı gençler, semtleri Kadıköy’ün en büyük okulu Saint Joseph Lisesi’nin Türkçe öğretmeni Enver Bey ile bir araya gelerek bu isyanı başlatanlardır.

    Çoğunlukla yabancıların yaşadığı Kadıköy’de, yine yabancı çocukların çoğunlukta olduğu bir okulda görev yapan bir Türk öğretmenin sözleriyle filizlenen “bağımsızlık” ve “eşitlik” gibi duygular; Fenerbahçe burnundaki çayırlarda yaptığı antrenmanlarla kendini göstermiş ve Fener’e ışık olmuştur.

    1907 yılının bahar aylarında Fenerbahçe Spor Kulübü’nü meydana getiren gençlerin taşıdığı duygular, kuruluş yıllarında çekilen zorluklara rağmen zayıflamamış; ülkemizin (Mustafa Kemal Paşa tarafından yakılan) bağımsızlık ateşinin etrafında pervane olmuştur.

    Fenerbahçe Spor Kulübü, “kendisine ebedi muvaffakiyetler” dileyen Mustafa Kemal Paşa’nın kulübü ziyaret günü olan 3 Mayıs’ı,  “Kuruluş Günü” olarak kutlamaktadır. İşte bugün 114 yaşına gelen Fenerbahçemizin içinde tarih yatan mazisinden satır başları….

    23 Temmuz 1908’de tekrar ilan edilen Meşrutiyet sonrasında Türkiye toprakları adeta cemiyetler ve kulüplerle dolup taşmıştı.

    Fenerbahçe’nin ismi 1908 yılı başlarından itibaren günlük gazetelerde maç haberleri görülmeye başlanmış, bugüne kadar tespit edilen ilk fotoğrafı ise, 1908’in Aralık ayında Musavver Muhit adlı dergide yayınlanmıştı.

    Bu sırada Padişaha ait olan Papazın Çayırı’nın bir bölümü Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Songülen’in de aralarında bulunduğu girişimciler tarafından kiralanarak “Union Club” kurulmuş, günümüzün Fenerbahçe Stadyumu’nun bir anlamda temeli atılmıştı.

    Bu tarihten kısa bir süre sonra Ayetullah Bey dışında kalan kurucular türlü nedenlerle kulüpten ayrıldılar. O zaman yüzbaşı olan Mustafa Kemal Bey Fransa’da, Picardie manevralarında iken, Fenerbahçe tarihinin ilk buhranını geçiriyordu.

    Sahaya çıkaracak sporcu bulamadığı için Üsküdar Pazaryolu Kulübü ile birleşen Fenerbahçe’nin, yapılan ilk toplantıda bağımsızlığının tehlikeye düşmesi üzerine ayağa kalkan Ayetullah Bey’in kulübü bu badireden nasıl kurtardığını, o gün o toplantıda bulunan Nasuhi Baydar’dan dinleyelim:

    Fenerbahçe’nin o zamanki reisi Ayetullah Bey’di. …. Hukukçuların tumturaklı nazariyeleri karşısında bunalıp…. ayağa kalktı. Ve Fenerbahçe’nin idare heyeti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız hükmünü tebliğ etti (bildirdi). “Bizimle birleştiniz, isim değişikliği bahis mevzuu (söz konusu) olamaz!”
    Pazaryolluların Reisi, bir hukukçu cevap verdi :
    – “Hayır sizinle birleşemedik, iki kulüp birleşti. İsim bahse konulmalıdır”
    Sonra bir teklif ile geldi:
    – “Nizamnamenin diğer maddelerine kat’i şekli (son şekli) verelim, yeni idare heyetini de seçtikten sonra isme avdet ederiz (geliriz)”

    Ayetullah, birdenbire, köpürdü:
    – “Nizamnameyi bitirelim, idare heyetini de ekseriyetinizle kuralım, sonra bu idare heyeti, bu ekseriyet Fenerbahçe’nin kuyusunu kazsın, arkadaşlarımızdan dilediğini alıkoyup üst tarafını kapı dışarı etsin. Nerede bu bolluk! Biz Fenerbahçe’yi yalnız futbol oynamak için değil, bundan çok daha yüksek maksatlarla kurmuş ve bugüne kadar yaşatmış olanlardanız. Yolumuzda yürümek isterseniz elbirliğine hazır olduğumuzu söyler, aksi takdirde sizlere (gazinonun kapısını göstererek) buyurun, deriz”
    Pazaryolluların Reisi, bu sert muamele karşısında, sordu :
    – “Siz kim oluyorsunuz da pişmiş aşa su katıyorsunuz?”
    “Fransız kralı XIV. Louis, La loi, c’est moi! dermiş. Ben de Fenerbahçe benimdir diyorum.”

    Fenerbahçe, bu tehlikeli dönemeçten iki sene sonra, 1912’de ilk şampiyonluğunu yaşadı.

    Mekteb-i Sultani’den ve Galatasaray takımından ayrılan Hasan Kamil Sporel ile birlikte daha da güçlenen Fenerbahçe’de; Elkatipzade Mustafa Bey, İstanbul çayırlarından topladığı futbolcularla Türkiye’nin ilk altyapı takımlarını oluşturarak, futbol tarihine ve Fenerbahçe’nin sonraki 20 yılına adeta tek başına damgasını vurdu.

    Nasuhi Baydar, bu büyük Fenerbahçeliyi şöyle anlatacaktı:

    “Gündüz mağazaya, gece eve gitmeyip Fenerbahçe’nin istikbal ve hali ile meşgul olduğu günler birbirini takip etti. Mustafa artık kulüpte yatıyor, kulüpte yiyor, yalnız kulübün işleriyle alakalanıyordu. Fenerbahçe’ye maddi veya manevi yardımda bulunabilecek kim varsa, Mustafa bunların hepsiyle dost oluyordu Filan yerde bir sandal, falan yerde iki kale filesi, şu gümrük ambarında birkaç çift spor kundurası, burada bir az tahsisat, hepsini Mustafa öğreniyor, Fenerbahçe’ye temin etmenin yolunu buluyordu. Ve böylece, Fenerbahçe varlıklı bir müessese olurken Mustafa da kendi varlığını kaybetti, babasının mirasını bile… Fenerbahçe Mustafa’ya neler borçlu değildir? Bunun muhasebesini değme mütehassıs tutamaz. Fakat, Mustafa bütün alacaklarını bir iki gole, bir şampiyonluğa çoktan helal etmiştir.”

    Ertesi sene 1913 tarihli tüzüğünü yazan Fenerbahçe, Cemiyetler Kanunu’na göre tescil edilen kulüpler arasına katıldı.

    Nafia Nazırı Mehmet Hulusi Bey’in ve Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geçen Doktor Hamit Hüsnü Kayacan’ın, sırayla Başkan oldukları 1913-1915 yılları arasında Fenerbahçe başarıdan başarıya koşarken, kulüp tarihini asıl damga vuran isim ise Galip Kulaksızoğlu oldu.

    Seneler boyunca kulübe yeni gelen bütün genç sporcuları Atatürk’ün Fenerbahçe hatıra defterine yazdığı yazının karşısına götürüp onlara bu yazıyı okuyan, bütün çağdaşlarının deyimiyle “en büyük Türk sporcusu” Galip, Fenerbahçe’nin kuruluşundan itibaren bütün branşlarda spor yaptı. Genel kaptanlık, başkanlık, hatta stadyum müdürlüğü bile yaptı. Ölene kadar kulübüne hizmet etti, kulübü için yaşadı.

    1914 yılı, artık bir spor kulübü olan Fenerbahçe için alabildiğine hareketli geçti.

    O sene ilk Galatasaray galibiyeti alındı.

    1932’deki yangın felaketine kadar evimiz olacak ve birbirinden meşhur konukları ağırlayan Kuşdili Lokali açıldı.

    İkinci İstanbul Ligi şampiyonluğu kazanıldı ve Fenerbahçe ilk yurt dışı seyahatine, Rusya’ya gitti.

    Fakat 1914 yılı bitmeden dünya kelimenin tam anlamıyla birbirine girdi.

    Cumhuriyet döneminde bakanlık görevi de yapacak olan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kadıköy sorumlusu Sabri Toprak, savaş yıllarında kulübün başkanlığını yürüttü ve kulüp üyelerinin cepheden cepheye koştuğu seferberlik zamanlarında kulübe muazzam hizmetlerde bulundu. Sabri Toprak, aynı zamanda Fenerbahçe tarihinin en kıymetli misafirini kulübe getiren isim olacaktı.

    Savaş sona ermeden kısa bir süre önce, 3 Mayıs 1918 tarihinde, o dönem adı İttihat Spor Sahası olarak bilinen Kadıköy Fenerbahçe Stadı’nda bir İdman Bayramı yapılacaktı.

    Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa, bir önceki geceyi, Fenerbahçe Başkanı olan, arkadaşı Sabri Bey’in evinde misafir olarak geçirdi.

    Öğlen saatlerinde de Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Kuşdili’ndeki lokalini ziyarete geldi ve burada saatlerce kaldı.

    Son dönemde yapılan araştırmalarda ortaya çıkan gazete haberleri, Mustafa Kemal Paşa’nın sadece Fenerbahçe kulübü’ne değil, aynı zamanda Fenerbahçe Stadyumu’na da geldiğini böylece kanıtlamış oldu.

    Yalnızca 1 sene sonra millî mücadeleyi başlatmak için Anadolu’ya geçecek olan Atatürk, önce kulüp hatıra defterini imzaladı.

    Günün sonunda Elkatipzade Mustafa Bey’in idaresindeki futaya binip Sabri Bey’in Moda’daki evine geri dönmeden önce iskeleden kendisini uğurlayanlara dönerek “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler dilerim” dedi.

    O gün orada olanlardan biri de Münir Nurettin Selçuk’tu. Seneler sonra bir röportajında o günü anlattı :

    19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarına İstanbul’da destek verenler içinde Fenerbahçe Spor Kulübü de bulunuyordu.

    Mütareke ve işgal yıllarında esir şehrin moral kaynağı olan takım, Türk halkını Fenerbahçe’ye aşık etmişti.

    Sabri Toprak uzun bir süre, diğer vatanseverlerle birlikte Malta’da sürgündü. Geri döner dönmez, Anadolu’ya geçti.

    1921 senesinde Londra’ya giden Türkiye Büyük Millet Meclisi heyetinde, Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Bey bulunuyor, kulübün 1 numaralı üyesi Enver Yetiker, İstanbul gümrüğünde Milli Mücadele için çalışıyor, bir diğer kurucumuz Necip Okaner ise deniz subayı olarak çarpışıyordu.

    Fenerbahçeliler sadece sahada değil, Milli Mücadele’nin her cephesinde savaşıyorlardı.

    Teceddüt Fırkası - Malta Sürgünleri > Bilimdili.com

    1922 Türkiye için zaferin yılı oldu.

    Anadolu’da Milli Mücadele’yi kazanan Türk ordusu, aynı yılın Ekim ayında, başlarında Refet Paşa olduğu halde İstanbul’a giriyor, onları karşılayanlar arasında Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı heyeti de bulunuyordu.

    Refet Paşa birkaç gün sonra, önce Fenerbahçe Stadyumu’na, sonra da kulübün Kuşdili’ndeki lokaline ziyarete gelecek, orada 4 sene önce Mustafa Kemal Paşa’nın imzaladığı deftere “En büyük günü beraber geçirdiğim Fenerbahçelilere” yazacaktı.

    1923’de Fenerbahçe, artık onlarca şubesi olan çok büyük bir spor kulübü olarak, üçüncü tüzüğünü kaleme aldı.

    Cumhuriyet’in ilanından sonra, Fenerbahçe Atatürk’ün “Yeni Devlet, Yeni Toplum” idealine sıkı sıkı sarılacak, Atatürk’ün gösterdiği yolda, bütün inkılapları canı gönülden destekleyecekti.

    Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1925 yılında Bursa’da bir Fenerbahçe maçını izledi. Dönemin resmi gazetesi sayılan Hakimiyet-i Milliye’de yer alan habere göre Mustafa Kemal Paşa; Fenerbahçe ile Bursa ve Ankara karmasının karşı karşıya geldiği ve 1-1 sonuçlanan maçı, kendisi için özel olarak hazırlanan tribünde izlemişti.

    1926 Şubat ayında, Fenerbahçe Stadı’nda ilk Türkiye Kadınlar Atletizm müsabakaları yapılacak. Fenerbahçeli Mübeccel Argun da şampiyonlar arasında yerini alacaktı.

    1929 yılında, Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendislerinden Sabiha Rıfat Ecebilge Gürayman, Fenerbahçe’nin şampiyon erkek voleybol takımında forma giydi.

    “Daha selametle, daha dürüst olarak yürüyebileceğimiz bir yol vardır: “Büyük Türk kadınını meclisimizde müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hayatta erkeğin arkadaşı, muavin ve destekleyicisi yapmak yoludur” diyen Atatürk’ün aydınlık toplum ideali, Fenerbahçe’nin ışık saçan feneri oldu.

    1927 senesi, hem Fenerbahçe hem de İstanbul’un tarihi için önemli bir senedir.

    Cumhuriyetin ilanından sonra ilk kez İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayanlar arasında Fenerbahçe Spor Kulübü de vardır.

    Fenerbahçeli denizcilerin Moda açıklarına gelen Mustafa Kemal Paşa’ya kayıklarıyla yaptıkları karşılama dönem basınınca “emsalsiz” olarak nitelenmiştir. Bu karşılamadan sonra teknesi kıyıya yanaşan Mustafa Kemal Paşa, yanındakilerden bir dürbün istemiş ve bir süre Fenerbahçe kıyılarını seyrettikten sonra “Şurası ne güzel bir yerdir” demiştir.

    1927’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından günler boyunca okunan “Nutuk” adlı eserin, seneler sonra Fenerbahçe Başkanlığı da yapacak olan, Fenerbahçeli futbolcu Bedii Yazıcı tarafından günümüz Türkçesine uyarlanması, Fenerbahçe ile Atatürk’ü tekrar bir araya getiren önemli bir olaydır.

    1931 ve 1932 yıllarında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal imzalı iki kararname ile Fenerbahçe Stadyumu önce 10 yıllığına Fenerbahçe’ye kiralandı, sonrasında ise Fenerbahçe’nin mülkü oldu.

    1932’nin 5 Haziran gecesini 6 Haziran sabahına bağlayan saatlerde, Fenerbahçe tarihinin en büyük felaketlerinden biri yaşandı.

    18 sene boyunca Fenerbahçe’nin bütün hatıralarına ev sahipliği yapan Kuşdili Lokali feci bir yangın neticesinde yok oldu. Türkiye’nin dört bir yanından taraftarların, gazetelerin bağış kampanyaları aracılığıyla yardıma koştuğu Fenerbahçe’ye en büyük bağış Mustafa Kemal Atatürk’ten geldi.

    1933 yılında Fenerbahçe, yurtta büyük yankı uyandıran, ilk Türkiye Şampiyonluğu’nu kazandı.

    Fenerbahçe Atatürk’ün sağlığında biri 1935, diğeri 1937 yıllarında olmak üzere iki ulusal şampiyonluk daha kazanacak, 28 şampiyonlukla bugüne kadar en çok Türkiye şampiyonu olan takım unvanını koruyacaktı.

    1934 senesinde, büyük bir törenle Fenerbahçe Stadyumu’na Atatürk’ün bir büstü konuldu.

    Fenerbahçeli sporcular, Atatürk’ün Fenerbahçeli çocukları, yüzleri Gazi büstüne dönük olarak şu şekilde ant içtiler:

    “Büyük Atatürk, Senin açtığın yolda, senin göstereceğin hedefe yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu ve mertliği ile senin peşinden geleceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz.…

    Bundan sonra, uzun seneler boyunca ve 1938’de sonra gitgide artan bir özlemle, bütün kuruluş yıl dönümleri o büstün önünde kutlanacaktı.

    1935’de kurucuları arasında Celal Bayar’ın ve Fenerbahçe tarihinin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel’in de bulunduğu Moda Deniz Kulübü kuruldu.

    Atatürk, çok sevdiği Kadıköy’e ve Fenerbahçe’ye her sene bir kez geliyordu. Fakat 17 Mayıs 1936’da Mustafa Kemal Atatürk Kadıköy ve Fenerbahçe semtlerine adeta bir güneş gibi doğdu.

    Bu ziyaretin bir fotoğrafı bugün Fenerbahçe Stadı’nı süslüyor. O mutlu günün diğer resimleri ise Suna ve İnan Kıraç Vakfı – İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinde ortaya çıktı.

    Saint-Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni iken Fenerbahçe Spor Kulübü’nün temellerini atan Enver Yetiker, 1937 yılında İstiklal Madalyası aldı. Fenerbahçe’yi beraber kurduğu Nurizade Ziya Songülen, bir sene önce, 1936’da hayata veda etmişti… 1938’in Şubat ayında ise Sabri Toprak vefat etti…

    Birkaç ay sonra, Türkiye en büyük kaybını yaşayacaktı…

    10 Kasım 1938’de, sabah 09:05’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hayata gözlerini yumdu. Hatırası sonsuza dek Türk halkının ve “takdirlerine ve tebriklerine mazhar olan” Fenerbahçe camiasının kalbinde yaşayacak.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Mevduat

    Mevduat

    Bu yazımızda Salt Arşivi’nde bulduğumuz 4 belge ile karşınızdayız. Bu belgeler; Fenerbahçe’nin kurucularından Enver Bey, Necip Bey ve Ziya Bey’in Osmanlı Bankası’na ait mevduat cüzdanlarının görselleri.

    Bu görsellerin, geçtiğimiz hafta yayınladığımız kuruluş günlerine ilişkin makalelerde öne sürdüğümüz tezleri destekleyen önemli birer “belge” olarak Fenerbahçe Tarihi’nde yerlerini alacaklarına şüphemiz yok. Onun da ötesinde, belgelerin Fenerbahçe kurucularının izlerine ulaşmamız açısında da çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

    Bir diğer kurucu Ayetullah Bey’in yine aynı bankaya ait mevduat cüzdanının görseli daha önce yayınlanmıştı. Bu dört belgenin gün yüzüne çıkmasıyla Fenerbahçe’nin kurucularından dördünün adı ilk kez aynı tip bir evrak üzerinde yan yana gelmiş olacak.

    Enver Hoca ile ilgili olan belgenin “görev” satırının karşısında kaydedilenler ise uzun zamandır kanıtlamaya çalıştığımız bir bilginin gerçekliğini ortaya koyacak.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Mevduat
    Osmanlı Bankası kuruluş senedi

    Osmanlı Bankası

    Belgeleri incelemeye başlamadan önce ait oldukları bankanın tarihini kısaca hatırlatmak istedik.

    Osmanlı Bankası’nın kuruluşu ile son bulan süreç 1856 Islahat Fermanı ile başlamıştı. Bu fermanın ilan edilmesi ve yenileşme hareketlerinin tekrar hız kazanması ile banka kurulması yönünde projeler üretildi.

    Yarı sömürge haline gelen devletin ekonomik sisteminin en önemli aktörleri olan yabancı sermaye sahipleri ve bankerlerin banka kurmaya yönelik talepleri bürokrasinin direnmesi ile sonuçsuz kalmıştı. Devlet her ne kadar ekonomik olarak dışa bağımlı hale gelse de bürokrasi kadroları yabancı sermayenin “Devlet Bankası” kurmasına karşı çıkıyorlardı.

    Bir devlet bankasının kurulamamasının diğer sebebi de İngiliz ve Fransız sermayesini banka projeleri için çatışan çıkarları ve eşit şekilde temsil edecek bir ortaklık üzerinde anlaşamamış olmalarıydı. 1856’dan 1863’e kadar devam eden bu süreç başta belirttiğimiz gibi Osmanlı Bankası’nın kurulmasıyla sona erdi. Aralarında anlaşmaya varan İngiliz ve Fransız sermayesinin ortaklığı ile Osmanlı Bankası bir devlet bankası olarak kurulmuş oldu.

    “Professeur de Turc au College St. Joseph”

    (St.Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmeni)

    Fenerbahçe’nin kuruluşunda rolü üzerinde yapılan tartışmalara yer verdikten sonra kendi tezimizi iki ayrı araştırma yazısı ile yayınladığımız Enver Hoca’nın Osmanlı Bankası’na ait mevduat cüzdanı da bulduğumuz belgeler arasında.

    Belgenin incelemesini yaparak başlayalım.

    Osmanlı Bankası’ndan Enver Yetiker’e ait 06.08.1907 tarihli mevduat belgesi (Salt Online arşivinden)

    6/8/1907 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim: Enver Bey, Mehmed, Abdurrahman oğlu

    Görevi: St.Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmeni

    Adres: Kadıköy

    Damga üzerindeki imza örneği: M.Enver

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Temmuz 1906

    Enver Hoca’nın “Mevduat”ı

    Fenerbahçe tarih yazımında Enver Hoca üzerinde yapılan tartışmalarda iki tarafın görüşlerini “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca” yazımızda detayları ile sunmuştuk. Bunlardan Enver Hoca’nın kuruluştaki rolüne önem atfetmeyen görüşün, bir diğer kurucu Necip Okaner’in mektubuna dayanarak öne sürdüğü argümanlar bizi fazlasıyla şüpheye düşürmüştü.

    Enver Hoca’ya ait hiçbir resmi belgede Saint Joseph Lisesinde öğretmenlik yaptığına dair bir kayıt bulamamıştık. O dönem öğrencisi olan kişilerin aktardıkları ve genel tarih yazımı, öğretmenlik yaptığını ortaya koyuyor olsa da, bu bilgiyi belgelendirmenin kendi tezimizi daha sağlamlaştıracağına inanıyorduk.

    Bu doğrultuda (sayın Seyhun Binzet sayesinde) Enver Hoca’nın öğretmenlik yaptığı yıllarda okulda çekilmiş fotoğraflarına ulaşıp, ilerleyen yaşlarda çekilmiş fotoğrafları ile karşılaştırma yaparak, ispat yoluna gitmiştik. Yukarıda gördüğünüz belge ile birlikte (belki de o çabamızın karşılığı olarak) Enver Hoca’nın Saint Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmenliği yaptığı belgelenmiş oldu.

    İlerleyen satırlarda diğer kuruculara ait mevduat cüzdanlarını incelerken de dikkatinizi çekeceği üzere Enver Hoca’ya ait olan belge 1907 tarihiyle diğerlerine nazaran daha önce açılmış bir banka hesabına ait. Bu hesap açıldığında Fenerbahçe’nin kuruluşunun üzerinden 3 ay bile geçmemiş. Belgede “isim” satırının karşısında babasının adını yazması da gayet önemli. Hatırlanacağı üzere kendisine ait Sicill-i Ahval defterinden babasının adının “Abdurrahman” olduğunu öğrenmiştik.

    Şüphesiz belgenin en önemli noktası “görev” satırının karşısındaki “Saint Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmeni” ibaresi. “Adres” satırının karşısında “Kadıköy” yazıyor olması çalıştığı okulun bulunduğu yere atıf olabileceği gibi, 1937 yılında kendisine ait İstiklal Madalyası belgesinde, adres olarak Kızıltoprakın verilmesi, yaşadığı yerin de Kadıköy sınırları içerisinde olduğuna dair olasılığı kuvvetlendirmektedir.


    Nurizade Ziya Bey, Çeçeyan Han No.5

    Nurizade Ziya Bey’in mevduat cüzdanın incelemesini yaptıktan sonra, belgenin dikkat çeken noktalarına değineceğiz.

    Osmanlı Bankası’ndan Nurizade Ziya Songülen’e ait 18.04.1910 tarihli mevduat belgesi (Salt Online arşivinden)

    18/4/1910 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim: Ziya Bey, Nurizade

    Görevi: Ticaret

    Adres: Çeçenyan Han, No.5, Galata

    Damga üzerindeki imza örneği: N.Ziya Mehmed

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Temmuz 1907

    Hem Memur Hem Tüccar

    Belgenin bize sunduğu en önemli bilgi, Nurizade Ziya Bey’in banka hesabını açtığı 1910 yılında ticaret ile uğraşması.

    Kendisi hakkında yayınladığımız “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey” araştırmasında da görüleceği üzere o tarihlerde Duyun-ı Umumiye idaresinde memur olarak çalışıyor. Ancak Osmanlı’da memurların ticaret yapmasına kanuni bir engel olmadığı için aynı zamanda ticaret ile uğraştığı da bu belge ile beraber ortaya çıkıyor. Devlet arşivlerinde bulduğumuz 1918 tarihli evrakta Nurizade Ziya Bey’in kendisini “Duyun-ı Umumiye müfettişi” olarak tanıtmasından memuriyet ile ticareti bir arada yürüttüğü sonucunu çıkarıyoruz.

    Nurizade Ziya Bey’in ticaretin hangi koluyla ilgilendiğini bulmak için büyük bir şansımız olduğunu düşünüyoruz. O da “adres” satırının karşısında yazan Çeçenyan Hanın günümüzde halen ayakta olması. 1890 yılında inşa edilen bu bina, kuruluş yıllarına ait yaptığımız araştırmaların sonraki duraklarından biri olacak.


    Ahmed Necib Bey

    Fenerbahçe’nin asker kökenli kurucusu olan Necip Okaner’in arşivde bulduğumuz mevduat cüzdanları, kendisi için tarih yazımında verilen bilgilerle bire bir örtüşüyor. Bilindiği üzere Necip Bey, Meşrutiyetin ilanı ile birlikte Fenerbahçe ile ilişkisini kesip donanmadaki mühendislik eğitimine geri dönmüş ve 1911-1913 yılları arasında İngiltere’de eğitim almıştı. Yurda döndükten sonra aldığı rütbelere, mevduat cüzdanlarını inceledikten sonra  değineceğiz.

    28/4/1914 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim Soyisim: Ahmed Necib Bey, Mahmud Hüdai oğlu

    Meslek: Osmanlı Donanmasında Üsteğmen

    İkamet: Osmanlı Bankası, Galata

    İmza: Ahmed Necib

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Kasım 1913

    8/3/1917 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim Soyisim: Ahmed Necib Bey, Hüdai oğlu

    Meslek: Bahriye Yüzbaşı

    İkamet: Osmanlı Bankası, Menkul Kıymetler Servisi, Galata (yazışma adresi)

    İmza: Ahmed Necib (mühür içi imzası)

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Kasım 1913

    Belgelerden Necip Bey’in 1915’te yüzbaşı rütbesi aldığını anlıyoruz. Bu rütbeyi taşırken, Çanakkale Savaşı’na katıldığını biliyoruz. Savaşın ardından 1916 yılında Almanya’ya giden Necip Bey, burada aldığı eğitimden sonra yurda dönmüştü.

    Bu bilgiler ışığında yukarıda yer verdiğimiz ilk belge Çanakkale Savaşı öncesine, ikincisi ise Almanya’da eğitim alıp yurda dönmesinden sonrasına denk gelmektedir. Sürdürdüğü askeri görevler dolayısıyla iki belgede de ikamet adresi olarak, “yazışma adresi” notu ile, Osmanlı Bankası’nın Galata Şubesi’ni göstermiştir.


    Ayetullah Bey

    Ayetullah Bey’i Osmanlı Bankası özelinde diğer kuruculardan ayıran en önemli nokta, bu bankada çalışıyor olması. Bankanın personel dosyalarında kendisine ait olan kısmın, Asr-ı Fener Kitabında yayınlanmasıyla doğrulanan bu bilgiden sonra Ayetullah Bey’in daha önce yayınlanmış olan mevduat cüzdanının görselinde yer alan bilgilerin deşifre ederek yazımızı sonlandırıyoruz.

    Osmanlı Bankası’ndan Ayetullah Bey’e ait 23.12.1916 tarihli mevduat belgesi (Salt Online arşivinden)

    23/12/1916 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim Soyisim : Ayetullah Bey , Şevki oğlu

    Meslek: Osmanlı Bankası

    İkamet: Galata

    İmza: Ayetullah

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Kasım 1913

    Bankanın bir memuru olarak Ayetullah Bey, adresi olarak çalıştığı şubeyi göstermiş. Bunun dışında belgede karşımıza çıkan iki detay var.

    İlki, geçtiğimiz haftalarda Fenerbahçe tarihinde fotoğraflarını ilk kez yayınladığımız Şevki Paşa’nın isminin Ayetullah Bey’in isminin yanında babasının adı olarak kaydedilmiş olması.

    İkincisi ise harf devriminden yaklaşık 8 sene önce, gayet belirgin bir şekilde Latin harfleri ile imza atması.

    Barış Kenaroğlu

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır. Fenerbahçe’nin kuruluşu farklı bir bakış açısıyla değerlendirilip, yeniden yazılması gereken tarihi meseleleri de içerisinde barındırır. Kulübün kurumsal tarih tezi kapsamında kabul ettiği olgulardan birçoğunun bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin sebepleri, döneme ilişkin kaynakların yetersiz olması ve az sayıdaki araştırmacının resmi tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır. Fenerbahçe’yi kuran ve kuruluşunda pay sahibi olan kişilerin hayat hikayeleri ve kuruluştan sonra geçen yıllardaki faaliyetleri; ‘Fenerbahçe’nin Kuruluşu’nu özel kılan ana unsurlardır. Bu unsurlar, dönem için kalıplaşmış yargıların değişmesi ya da bazı ender durumlarda da desteklenmesi için yeniden yazdığım Fenerbahçe’nin kuruluş tarihinin ana dayanaklarından birisi olacaktır.”

    Bir süredir üzerinde çalıştığımız “Fenerbahçe’nin Kuruluşu” adlı kapsamlı araştırmanın giriş kısmı bu satırlarla başlıyor. Detayları önümüzdeki aylarda araştırma yayınlandığında gün yüzüne çıkacak olan birçok “mesele” var bu dönem ile ilgili. Bugün, Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesinin en önemli meselesini bu yazının konusu olarak sunmak istiyoruz: “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca”

    Kadıköy, Saint Joseph ve Fenerbahçe

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol, Saint Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin kuruluşu, 1864 yılından beri Moda’da faaliyet gösteren bu okulun varlığı ile yakından ilgilidir.

    Moda ve Kadıköy, İstanbul’un “Küçük Britanya” diye anılan, yabancı nüfusun çoğunlukta olduğu bir semtlerinin başında gelmekteydi. Kadıköy bu demografik yapısı nedeniyle başkent genelinde hüküm süren Padişah Abdülhamit kaynaklı baskıdan etkilenmemekte; semtte, şehrin geri kalanına göre “Liberal” bir yaşam tarzı hüküm sürmekteydi. Gittikçe zayıflayan devlet mekanizmasının varlığını sürdürebilmesi için yabancı devletlerle kurduğu ilişkilerde “denge” politikasını benimseyen Padişah, genellikle onları kızdırmamak için kendi topraklarında yaşayan yabancıların özgürlüklerine dokunmuyordu.

    Futbol, İstanbul’da, bu koşulların bir araya gelmesiyle Kadıköy’de doğdu. Bu doğumun hangi yıla denk geldiği tartışmalı olsa da İstanbul’da yabancılara yönelik yayın yapan Levant Herald Gazetesi’nin 1 Aralık 1906 tarihli sayısında yer alan şu ifadelerin tartışmayı bitirecek nitelikte olduğu düşünülebilir. “Futbol, çok uzun yıllardır İstanbul’da oynanmasına rağmen, 1895-1897 yılları arasında şehri ziyaret eden İngiliz Kraliyet gemilerinin mürettebatıyla yapılan maçlarla başarılı bir şekilde hayatımıza giriş yapmıştır.”

    Gazetenin değerlendirmesine göre artık Kadıköy’ün genç nesli futboldan başka bir şey düşünmemekte, havanın güneşli ya da yağmurlu olmasını önemsemeyen 5000’e yakın kişi önemli maçları seyretmek için toplanmaktaydı.

    Futbol Sıkı Takip Altında

    Yabancıların özgürce futbol oynadıkları Kadıköy’de Türklerin bu spora ilgi duymamaları düşünülemez. Ancak ülkede yaşayan yabancılara ve Müslüman olmayan vatandaşlara karşı izlenen hoşgörülü politikadan, Türkler faydalanamıyor, Black Stockings örneğinde olduğu gibi en ufak girişim bile cezalandırılıyordu. Özetle, bu dönemde futbol “sıkı takip altındaydı.”

    Türklerin özendikleri yabancılar gibi futbol oynamaya başlamasında iki büyük etken vardır. Bunlar, 1839’da başlayan Tanzimat dönemi ile eğitimde modernleşme kapsamında açılan okullar ve 1902 yılından sonra ülkede siyasi iklimin değişmesidir.

    1854’te Beyoğlu’nda ilk açtığı binasından 1864 yılında Moda’ya geçen ve 1870’de bugünkü yerine geçen Saint Joseph Lisesi ve 1868’de açılan Mekteb-i Sultani, Fransız eğitim sistemine göre dizayn edilmişti.  Arnavutköy’de 1863 yılında açılan Robert Kolej ise Amerikan eğitim sisteminin İstanbul’daki temsilcisi konumundaydı. Bu üç okulun yapısı birbirinden farklı olsa da Türk futbolunun doğuşunda rolleri büyüktür.

    Müslüman olmayan öğrencilerden kurulu Robert Kolej’in futbol takımı İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı. Kolejin öğretmenlerinden Reşat Danyal, Black Stockings’i kuran kadroda yer almış ve kısa ömürlü bu kulübün başkanlığını yapmıştı.

    Osmanlı Devlet mekanizmasına memur yetiştirmek üzere kurulan Mekteb-i Sultani 1905 yılında bünyesinden Galatasaray Futbol Takımı’nı çıkarmış ve bu takım ilk Türk takımı olarak İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı.

    Okullar Hafiye Baskısından Kurtuluyor

    Peki Türk gençleri daha birkaç sene önce peşlerindeki hafiyelerin baskısından top oynamaya korkarken nasıl oldu da takım kuracak kadar cesaret buldular?

    Bu sorunun yanıtı gelişen siyasi olaylarda gizlidir. Devlet, bu yıllarda doğuda çıkan ve hızla yayılan vergi isyanları, Balkanlar’daki kaynaşmalar, Ermeni ayaklanmaları, yurtdışına kaçan Jön Türkler’in faaliyetleri ile uğraşıyordu. Bozulan ekonomiyi de hesaba katarsak, Türklerin futbol oynaması bu sayılanların yanında dikkate alınacak bir tehlike değildi. Ki zaten Mekteb-i Sultani, Osmanlı seçkinlerinin çocuklarını devlete memur olarak yetiştiren bir okuldu. Bu sebeple başlayan sportif faaliyetlere engel olunmaması okulun öğrencilerine bürokrasinin tanıdığı bir ayrıcalıktı. Moda’da eğitim veren Saint Joseph ise, tıpkı Robert Kolej gibi yabancı misyonu tarafından kurulmuş, bu özelliği ile Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olmadan eğitim veriyordu.

    Kurthan Fişek’in Türkiye Spor Tarihi adlı kitabındaki analizi bu dönemde okulları ile kurulan futbol takımları arasındaki ilişkiyi net bir şekilde açıklamaktadır: “Takımların büyük bölümünün mektepli oluşu, her türlü örgütlenme ve kalabalıklaşmanın yasak olduğu bu dönemde, okul duvarları arkasında ve spor yapılmasının sağladığı güvenceyle açıklanabilir.”

    Her üç okulun öğrenci sayılarını incelediğimizde Müslüman öğrenci sayısının en fazla olduğu okul Mekteb-i Sultani’ydi. Saint Joseph’in Türk futbolunun başlamasına en büyük etkisi Fenerbahçe’nin kuruluşundaki payından birkaç yıl önce Mekteb-i Sultani’nin futbol topu ile tanışmasıyla ortaya çıktı.  Saint Josephli bir öğretmenin Fransa’dan getirdiği futbol topu, bir öğrenci aracılığıyla Mekteb-i Sultani’ye gelmişti. Bu olaydan yıllar sonra Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen, 1904 yılında Kadıköy’de izlediği maçtan sonra bir takım oluşturmaya karar verdi. Galatasaray ve Robert Kolej gibi okul takımlarının da içinde olduğu İstanbul Futbol Ligi’nin karşılaşmaları bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde oynanıyordu.

    Yabancıların tekelinden çıksa da hakimiyetlerinde oynanan ve çoğu kez de üstünlükleriyle biten lig maçlarının izleyicileri arasında Kadıköylü Türk gençleri de vardı. Bu gençlerin 1907 yılına gelindiğinde Fenerbahçe’yi kuran kadroyu oluşturduklarını açıklıkla söyleyebiliriz. Peki Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Hoca bu kadronun neresinde yer alıyordu? Enver Hoca bugün neden Fenerbahçe Tarihi’nin bir meselesi olarak değerlendiriliyor?

    Enver Yetiker’in Hayatı

    Basit bir internet aramasında karşımıza çıkan biyografisinin ötesinde bir hayat hikayesi var Enver Yetiker’in. Bu hikaye ile beraber kendisi hakkında daha önce sorulmamış soruları sorup, yanıtlarını bulmaya çalışacağız. Hayatının Fenerbahçe ile kesişen döneminden öncesini aktarmadan önce bir teşekkür ile başlamak istiyorum. Barış Eymen’in saatlerce yaptığı arşiv taramalarından bulduğu vesika olmasaydı, Enver Hoca ile ilgili soruları asla soramayacağımızı bilmenizi isterim. Binlerce sayfalık “Sicill-i Ahval” defterlerinden birinde bulduğu Enver Hoca’nın sicil kaydını transkripte ederken duyduğum heyecanı, umarım satırlarıma da yansıtabilirim.

    Devlet memurlarının resmi faaliyetlerinin kaydının tutulduğu Sicill-i Ahval Defteri’ne göre; Enver Efendi, 1869 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Ayasofya Dersiamlarından Adilcevazlı Abdurrahman Hulusi Efendi’dir. Dersiamlık, zamanın medreselerine özel bir sınavla alınan ve dini ve sosyal alanlarda ders verebilen özel statülü müderrislere verilen isimdi. Bu mesleğin önemi devletin istihdam ettiği dersiamların tüm ülke sınırları içerisinde toplamda 120 kişi olmasıyla açıklanabilir.

    Enver Efendi orta ve lise eğitimini tamamladıktan sonra, Mülkiye Mektebi’ne girdi. Cumhuriyet döneminde Ankara’ya taşınan Mekteb-i Mülkiye, o yıllarda İstanbul’da eğitim veriyordu.  1892 yılında 23 yaşındayken okulu bitiren Enver Efendi, ‘gümrük memuru’ olarak göreve başladı. Kayıtlara göre, Arapça ve Fransızca biliyordu. 1907 yılının Ağustos ayında ‘istatistik kalemi müdür yardımcılığı’na yükseldi. 1909 yılına kadar bu görevde kaldı. Bu tarihte ‘müfettiş yardımcısı’ oldu ve Bulgaristan sınırına atandı. Enver Efendi’nin sicili kayıtları 1912 yılına kadar geliyor ve gümrük müfettişi olarak yürüttüğü kariyerinin aşamalarını ortaya koyuyor.

    Saint Joseph Lisesi’nde Bir Türkçe Öğretmeni

    Görüldüğü üzere Enver Efendi’nin sicilinde öğretmenlik yaptığı ile ilgili bir kayıt yok. Biz ise Enver Hoca’nın 1904 yılından itibaren  Saint Joseph Lisesi’nde öğretmenlik yaptığını, özel arşivlerde ulaştığımız fotoğraflarından biliyoruz. Peki Saint Joseph ile devletin ilişkileri nasıldı? Bahsedildiği gibi Saint Joseph, Fransa merkezli bir misyon okuluydu. Arşivleri incelediğimizde okul ile ilgili bazı vesikalara rastladık. Zaptiye ve Maarif Bakanlıkları memurlarının hazırladıkları raporların yer aldığı bu vesikalarda, okulda okutulan bazı kitapların İslam dinine hakaret ettiği iddiaları yer alırken, Müslüman ailelerin çocuklarını bu okula göndermesinin engellenmesi istenmekteydi. Bu bilgiler ışığında Enver Hoca’nın hayatının buraya kadar kısmı ile ilgili sormamız gereken bir soru var:

    “Bir devlet memuru olan Enver Efendi, devletin alenen karşısında durduğu bir okulda nasıl öğretmenlik yapabilmektedir ve bu görev sicil kayıtlarında neden yer almamaktadır?”

    Bu soruya yanıt verebilmek için önce Enver Hoca’nın öğretmenlik günlerine dönmemiz gerekiyor. Enver Hoca’nın iki öğrencisinin anlattıkları hem o günlerde Saint Joseph’in yapısı hem de öğretmenleri ile ilgili değerli bilgiler veriyor.

    Öğrencileri Anlatıyor

    Bu öğrencilerden ilki Said Selahattin Cihanoğlu. 1971 yılında “Sporculuk ve Avcılık Hatıralarım” adıyla yayınladığı anılarında o günleri şöyle anlatıyor: “1905 senesinde Kadıköy’ünde Sen Jozef Fransız Mektebi’nde talebe idim. O devirde mektepte Bulgar, Romen, Yunanlı hatta Rusya’dan gelen talebeler vardı. Mekteb-i Sultani’de olduğu gibi talebeler arasında yapılan spor müsabakalarında daima bu ecnebi talebeler birincilik alırlardı. O zamanlar ecnebi talebelerden birincilik koparmak bir mesele idi, buna hep hasret içinde idik.”

    Cihanoğlu’nun anlattıklarından anlıyoruz ki, okulda zaten azınlıkta olan Türk öğrenciler, sportif yarışlarda yabancı arkadaşlarının gerisindeler ve bu durum onları bir hayli rahatsız ediyor. Yüzyılın başından itibaren özellikle Balkanlarda yükselen milliyetçilik akımının, başkent topraklarında da yaygınlaşmaya başladığını, Jön Türkler’in de etkisiyle özellikle genç kuşakta bir uyanış olduğunu da değerlendirmeye almalıyız. Öğrencileri futbol topu ile tanışmış hatta bunu karşı kıyıdaki Mekteb-i Sultani ile de tanıştırmış olsa da bu dönemde Saint Joseph’ten belirli bir düzen içerisinde çıkmış bir futbol takımına rastlamıyoruz.

    Futbolun doğduğu toprakların merkezinde oldukları düşünülürse öğrencilerin bu spora ilgili oldukları yönünde fikir yürütebiliriz. Nitekim bu yolla giden araştırmacılar, Moda’daki bir başka Fransız okulu olan Faure Mektebi’nin Rum oyunculardan oluşan futbol takımını, Saint Joseph futbol takımı ile karıştırmışlar, hatta Mekteb-i Sultani öğrencilerinin futbol takımının ilk maçlarını Saint Joseph ile yaptığını ileri sürmüşlerdir.

    Bugün Faure Mektebi’nin varlığı ve Galatasaray’ın ilk futbol maçını bu okulun takımı ile yaptığı ortaya çıkmasına rağmen, birçok kaynakta ve Fenerbahçe resmi internet sitesinde bu yanlış bilgi yer almaktadır. Saint Josephli Türk öğrencilerin yabancı arkadaşlarına özenerek ve onların gerisinde kaldıkları için rahatsızlık hissederek geçirdikleri günlerde karşılarına Enver Hoca çıkmıştır.

    Bir diğer öğrencisi Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca’yı şöyle tarif ediyor: “Ufak tefek, elmacık kemikleri çıkık, kılığı itinasız, ilk bakışta dikkati çekmeyen bir adamdı. Fakat kara gözlerini gözlerinize diktiği ve söz söylemek için etlice dudaklarını oynattığı anda şahsiyetinin sihrine kapılırdınız. Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık rastlamadığımız insanlardan olduğu için, çok beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal prensiplere intikal eden bir zekası vardı. Her şeyin ‘Niçin’ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden öğrenebileceğimizi düşünürdük”

    Belgeler

    Okuldaki Türk öğrencilerin psikolojisini ve Enver Hoca’nın karakteri hakkındaki izlenimlerini gördükten sonra sorduğumuz soruların yanıtlarına geçebiliriz. Bu soruların ortaya çıkma nedeninin Enver Hoca’nın sicil kaydında Saint Joseph’de öğretmen olarak yaptığı görevin yazılı olmaması olduğu söylenmişti. Dikkat çeken bu bilginin üzerine okul hakkında resmi makamlarca yazılan raporların içeriği de eklenince Enver Hoca’nın öğretmenliği hakkında aydınlatılması gereken bir şüphe oluşmuş oldu. Bu şüpheyi girmek için Saint Joseph Lisesi arşiv kayıtlarına bakma yönündeki çabamız sonuçsuz kaldı. Nihayetinde Salt Arşivi’nde karşımıza çıkan bir belge Enver Hoca’nın Saint Joseph’de öğretmenlik yaptığını kanıtlamamızı sağladı. Bu belge, Osmanlı Bankası’na ait bir mevduat cüzdanıydı ve Enver Hoca’nın karşısında “Saint Joseph Koleji Türkçe Öğretmeni” yazıyordu. Bu aşamada devam eden arşiv taramasında karşımıza çıkan bir vesika, oluşan soruların yanıtlarına ulaşmamızı sağladı.

    Vesika 1897 yılına aitti ve Gümrük Nezareti’nden Hariciye Nezareti’ne yazılmış bir raporu konu ediyordu. Raporda, Saint Joseph Lisesi’ne Fransa’dan gelen kitapların içeriklerinin kontrol edilmesi sırasında okul tarafından gönderilen görevli ile çıkan tartışma detaylı şekilde anlatılıyordu.

    Bu rapor Gümrük Nezareti’nin okul ile olan ilişkisini ortaya çıkarması anlamında büyük öneme sahip. Çünkü rapor yazıldıktan birkaç yıl sonra bir gümrük memuru olan Enver Efendi’nin okulda öğretmenliğe başlamasının sebebi bu raporda gizli. Gerek bu bilgiler gerekse o dönemin öğrencilerinin aktardıkları birleşince Enver Efendi’nin Enver Hoca olarak okula girmesinin bir görevlendirme sonucu gerçekleştiği anlaşılıyor.

    Devlet Tarafından Görevlendirilen Bir Memur

    Okulu dışardan kontrol etmenin zorluğuna karşın devlet otoritesinin, içeriye bir kişi sokarak olan biteni öğrenmek istemesi sorunun yanıtıdır. Abdülhamit döneminde istihbarat faaliyetlerine verilen önemi de göz önünde bulundurduğumuzda ortaya attığımız tez böylece bir temele oturmuş oluyordu. Enver Hoca, devlet tarafından görevlendirilen bir memur olarak Saint Joseph’e girmişti. Nitekim Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi adlı eserinin 1987 yılındaki genişletilmiş baskısında yer verdiği Enver Hoca’nın şu ifadeleri de tezimizi destekleyecek nitelikteydi. “Rolüm, istibdat içinde kıvranan gençlere hürriyet sevgisi aşılamaktı. Futbol toplantıları bu iş için en uygun zamanlardı.”

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol Saint Joseph’de öğretmen olmasıyla başladı. Kulübün tarih yazımında farklı dönemlerde değişik şekillerde değerlendirilen bu rol, günümüze kadar hep tartışıldı.

    Enver Hoca kendi deyimiyle “baskıcı düzen içerisinde ezilen” Türk gençlerine hürriyet düşüncesini aşılamak için futbolu seçmişti. Abdülhamit’in bir memuru olarak görevlendirildiği okulda “Hürriyet” fikrini benimsetmeye çalışması ilk bakışta bir tezat olarak görülebilir. Ancak mezun olduğu Mülkiye’nin Jön Türk fikirlerinin yaygınlaştığı bir okul olması bu durumu biraz da olsa açıklığa kavuşturmaktadır.

    Enver Hoca’nın 1913 yılında dönemin İttihatçı Maliye Bakanı Cavit Bey döneminde İngiliz Crawford isimli bir gümrük uzmanına hazırlatılan sınavı kazanarak müfettiş olan üç kişiden biri olduğu da düşünülürse fikren Abdülhamit ideolojisinden uzak olduğu ortaya çıkmaktadır.

    Kendisini baskı altında hisseden öğrencilerinden Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca ile bir derste yaşadığı diyaloğu şöyle aktarıyor. “Bir gün derste arkadaşlardan biri: ‘Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başlarını kesenler bunları birbirine atarak oynamışlar; top oyunu da böylece ortaya çıkmış. Bunun için, top oynamak günahmış, doğru mu?’ dedi. Yaman bir psikolog olan, bize daima ölçülü olmamızı tavsiye eden, her fikrini bir ayetle, bir atasözü ile, bir kısa hikaye ile benimsetme yolunu tutmuş olan Enver Bey’in o günkü hiddeti görülecek şeydi: ‘Oyun çocuklarla gençlerin başlıca haklarındandır; çocuklarına oyunu yasak edip onların hareket ve faaliyetini haylazlık ve terbiyesizlik sayan milletler ölüme mahkumdur. Medeni dünyanın gençleri top oynuyorlarsa siz de top oynayın, bunun aksi gerilik ve bedeviliktir’”

    Enver Hoca’nın futbol hakkında sorulan soruya verdiği yanıttan, öğrencileri arasında futbolun popüler olduğu, top oynamak istense de sosyal ve dini baskılardan oynanamadığı anlaşılıyor. Şüphesiz Saint Josephli Türk gençleri lig maçlarını takip ediyorlardı. Kurulan takımlardan da haberdardılar.

    Enver Hoca Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nerede?

    Bu paragraf ile birlikte Enver Yetiker’in Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolü üzerine yapılan tartışmaları ve karşıt görüşleri değerlendireceğiz. Öncelikle belirtmek gerekir ki Enver Hoca’yı Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu sayanlar Saint Josephli Türk öğrencileri. Yaptığım alıntılarda da görüldüğü üzere Nasuhi Esat Baydar ve Sait Selahattin Cihanoğlu bu görüşü anılarında aktarıyorlar.

    Karşı tarafta ise kulübün bir diğer kurucusu Necip Okaner’in yazdığı mektup aracılığı ile bu görüşe karşı çıkışı var.

    Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor

    Nasuhi Esat Baydar’ın İdman Dergisi’nde 1913’te yazdığı yazıda belirttiği görüşü ile Necip Okaner’in 1952 yılında yazdığı mektup arasında geçen 39 yılda Enver Yetiker’in kuruluştaki rolü kaynaklardaki farklılıklardan da görüleceği üzere hep tartışmalı kalmış.

    İlk görüşü destekler ifadeleri aktararak başlayalım. Kuruluşun 6.yılında, Nasuhi Esat şunları söylüyor: “1907 yılında Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Bey, eski öğrencilerinden beş altı futbolcu genci bir araya toplayarak bir kulüp kurmak arzusunda bulunduğunu bildirmişti. Bu fikre bütün arkadaşları katılmış ve akşamları Moda çayırında idman yapmaya başlamışlardı. Altı kişilik futbol takımı olmazsa da Enver Bey ve arkadaşları oluşturdukları kadroya bir isim vermeyi unutmamışlar, o zaman hiçbir siyasi fikre mal edilmemesi için Fenerbahçe ismini bulmuşlardı. Fenerbahçe o zamandan itibaren idmanlarına hız verdi, böylece dört beş ay içinde üye sayısı yirmiye ulaştı. Biraz sonra Enver Bey ‘Fahri Başkanlık’ makamından çekildi. Kulübün yönetimi, girişken ve faal olan Nurizade Ziya Bey’e verildi.”  

    Nasuhi Esat Baydar, 1913 yılında anlattığı kuruluş hikayesini 1944 yılında Öz Fenerbahçe Dergisi’ne verdiği röportajda detaylandırıp, son cümlesiyle de bir anlamda tamamlıyor: “Enver Bey güvendiği birkaç talebesine, “Fenerbahçe” adıyla kurulmakta olan futbol kulübüne girmelerini tavsiye etti. Fenerbahçe’ye gidip egzersiz yapmak üzere, Moda İskelesi’nde buluşmaya davet etti. Orada kulüp idare heyeti ile tanıştık. Nurizade Ziya, Hasan, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Hintli Asaf Beyler, bize oranla yaşlı başlı adamlardı. Fenerbahçe’de, fenerin önündeki genişlikte, Enver Bey’i bulduk. İngiltere’den yeni getirilmiş olan sarı ve beyaz yollu kulüp formalarımızı Ziya Bey dağıttı. İki takım halinde karşı karşıya dizildiğimiz zaman Enver Bey ortada yer aldı. Ve bize, futbolun toplumsal faydalarından, takım ruhundan, birbirine yardımın her dinde esas olduğundan, yakın zamanlarda yardımlaşma ihtiyacını şiddetle hissedeceğimizden bahsederek topa ilk vuruşu yaptı. Fenerbahçe Kulübü, memlekette yeni bir devir başlamak üzere iken, gençlerin birbirini tutmaları, sevmeleri, kuvvetlenip neşelenmeleri amacıyla Hoca Enver Bey tarafından kurulmuştur.”

    Sait Selahattin Cihanoğlu Anlatıyor

    Said Selahattin Cihanoğlu ise Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolünü şöyle anlatıyor: “Türkçe hocamız Enver Bey isminde çok sevdiğimiz ve kendisine büyük bir hürmetle bağlandığımız bir kişi vardı. Enver Bey her cumartesi günleri, öğleden sonra bizi Fenerbahçe’ye futbol oynamaya götürürdü. İki takım yapardı. Birinin ismi Fenerbahçe, diğeri de Sen Jozef olurdu. o devirde Abdülhamit korkusuyla kulüp ismini vermeye kimse cesaret edemezdi. Türk öğrenciler arasına yabancı ve yerli gayrimüslim öğrencileri doldururdu. Yıllar böylece pek çabuk geçmişti. 1907’de Nurizade Ziya Bey, Ayetullah, Bahriyeli Enver (Yazarın Notu: Necip Okaner’in ön adı Enver’di) ve Hakkı Beyler Fenerbahçe Kulübü’nü kurma girişiminde bulundular. Enver Hoca kulübün isminin Fenerbahçe olması konusunda ısrar ediyordu. Özel bir yaratılışta ve Avrupai zihniyette bir kişi olan Ziya Bey Reis oldu. Çok mükemmel İngilizce bilen Ziya Bey Moda’daki İngilizlerle derhal temasa geçerek kulübü geliştirdi.”

    Rüştü Dağlaroğlu Anlatıyor

    İki öğrencisinin aktardığı bilgilerin benzerini 1949 yılında Enver Yetiker ile yaptığı röportajdan sonra Öz Fenerbahçe Dergisi’nde yazdığı uzun yazıda dile getiren Rüştü Dağlaroğlu ise, onun kulübü kuran bir numaralı üye olduğunu ilan etmişti. Yazıda dikkat çeken iki konu vardı. Birincisi Enver Hoca’nın kulübün renkleri olarak kırmızı-beyaz’ı seçmeyi düşünse de bu renklerden “milliyet”i temsil ettiği için vazgeçerek Fenerbahçe çayırındaki papatyalardan esinlenerek sarı-beyaz’da karar kıldığıydı. İkinci konu ise kulübün idare heyeti seçilirken Nurizade Ziya Bey’in başkan olduğu, Enver Hoca’nın resmi bir görev almadığıydı. Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu olduğunu öne süren bu görüşleri 4 madde ile özetleyebiliriz:

    – Saint Joseph’de öğretmenlik yaparken bir futbol kulübü kurma fikri Enver Hoca’ya aitti.

    – Enver Hoca, öğrencileri arasından birçok kişiyi kulübe kazandırmıştı.

    – Kulübün adı ve renkleri Enver Hoca tarafından belirlenmişti.

    – Enver Hoca, kulübün ilk idare heyetinde görev almamış,  sadece Fahri Başkanlık görevini yürütmüştür.

    Karşıt Görüşler ve 1 Numara Kim Sorusu

    Bu görüşlere karşı Necip Okaner’in 1952 yılında Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektuptaki ifadeleri koyabiliriz. Okaner mektubunda “Enver Bey’in kulüpte hiçbir zaman resmî olarak görev almadığını, kulübün kuruluşu ile bir alakası olmadığını” belirtmiştir.

    Bu görüşü paylaşanlardan biri de 2007’de yayınlanan Asr-ı Fener’in yayın kuruludur. Kitapta Enver Hoca’nın kurucu olduğunu söyleyen Nasuhi Esat’ın bu iddiasının diğer tanıklarca doğrulanmadığı, Nasuhi Esat’ın bu iddiayı ortaya atmasının sebebi olarak da kendisini Fenerbahçe’ye kazandıran kişinin Enver Hoca olması yazmaktadır. Kitaba göre Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişi Nurizade Ziya Bey’dir. Rüştü Dağlaroğlu’nun 1949 yılında benimsediği görüşünden vazgeçtiği de kitapta yer alan bir diğer ifadedir.

    Gerçekte Dağlaroğlu, 1949 yılındaki düşüncelerinden Necip Okaner’in 1952 yılında kendisine yazdığı mektuptan hemen sonra vazgeçmemiştir. Bunun en büyük kanıtı Enver Yetiker’in 1955 yılında ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı veda yazısıdır. Bu yazı “Fenerbahçe Kulübü büyük ve muhterem kurucusu ve 1 numaralı üyesini kaybetmiş bulunuyor” diye sonlanmaktadır.

    Fenerbahçe’nin tarihini 1957 yılında kitaplaştıran Dağlaroğlu’nun görüşünü Enver Yetiker’in ölümünden sonra değiştirdiği kesindir. Kapsamlı eserinde Enver Yetiker için “Öğrencilerinin Fenerbahçe’yi kurmasına içten yardımcı olmuş ve kulübün ilk üyeleri arasında yerini almıştır.” ifadesini kullanması görüşünü değiştirdiği tarihi belirlememizi sağlamıştır.

    Kitabını 1987 yılında, o yıla kadar genişleterek yeniden yayınlayan Dağlaroğlu, Bu kez Enver Yetiker’i kurucular sıralamasında 4.sıraya yerleştirmiştir. Yazılanlar ışığında Enver Hoca’nın kurucu olmadığını ileri sürenlerin görüşleri üç maddede özetlenebilir:

    – Enver Hoca’nın kurucu olduğu iddiası öğrencisi Nasuhi Esat Baydar’a aittir ve diğer tanıklarca desteklenmemektedir.

    – Enver Hoca, Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırarak kulübe katkı sağlamıştır.

    – Fenerbahçe’yi  iki arkadaşı ile beraber kuran Nurizade Ziya Bey, Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişidir.

    Kulübün Enver Yetiker’e Bakışı

    Peki Fenerbahçe Spor Kulübü kurumsal olarak Enver Yetiker’e nasıl bakmaktadır? Bu sorunun yanıtı için bakmamız gereken ilk yer şüphesiz kulübün tüzükleri. Fenerbahçe’nin ilk tüzüğü 1913 yılında yazılmış ve içerisinde kurucuların isimlerine yer verilmemiş. 1923’te yazılan ikinci tüzükte ise kurucular kıdemlerine göre şu sırayla yer almıştır:

    1. Nurizade Ziya (Songülen)
    2. Enver Bey (Yetiker)
    3. Galip Bey (Kulaksızoğlu)
    4. Nasuhi Esat Bey (Baydar)
    5. Haccarzade Tevfik Bey (Taşçı)

    Şimdi de 2016 yılında kabul edilen kulübün son tüzüğünün 2.maddesinde yer verilen kurucuları sıralayalım:

    1. Ziya Songülen
    2. Ayetullah Bey
    3. Necip Okaner
    4. Asaf Beşpınar 
    5. Enver Yetiker

    İlk tüzük ile son tüzükte yer alan kurucular listesi arasındaki fark dikkat çekici durumdadır. 1923’te 2.sırada yer verilen Enver Bey, 2016’da 5.sırada kendine yer bulmuş gözüküyor. İki listenin de ortak tarafları Nurizade Ziya Songülen’in kurucular listesinde ilk sırada olması ve sırası değişse de Enver Hoca’nın her iki listede de yer almasıdır.

    Şüphesiz kurucular listelerindeki tutarsızlıklar, yıllara göre silinen ve eklenen isimler bambaşka bir araştırmanın konusu. Asıl konumuza dönecek olursak, Enver Yetiker’in kulüple 1949 yılına kadar kaynaklarda yer alan hiçbir teması olmamıştır. Bu tarihte ise Fenerbahçe Stadı’nın açılışında, açılışı yapan kişilerden biri olarak fotoğraf karelerine girmiştir. Enver Hoca’nın 1955’teki ölümünün ardından kulübün gazetelere verdiği ölüm ilanında kendisinden “Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi” diye bahsedilmiştir. Yüksek olasılıkla Rüştü Dağlaroğlu tarafından kaleme alınan bu ilan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kurumsal olarak Enver Yetiker’i son kez anmasıdır.

    Günümüzde resmi internet sitesinde yer alan tarihçede Enver Yetiker’den şu şekilde bahsedilmektedir: “Kulübün ismi, başkanı, amblemi ve formaları seçilmiş, mesele sadece formaları giyerek bu ismi tescil ettirecek 11 Türk gencinin bir araya getirilmesine kalmıştı. Bu konuda da en mühim rolü St. Joseph Mektebi Türkçe Öğretmeni Enver (Yetiker) Bey üstleniyordu.” Bu ifadeden, Fenerbahçe kurumsal tarih tezinin, önceki sayfalarda sözü edilen ikinci görüşe paralel olduğu; Enver Hoca’nın kulüp kuruluşundaki katkısının, takıma oyuncu bulmaktan öteye geçmediği anlaşılmaktadır.

    İstiklal Madalyalı Kurucu

    Enver Hoca’nın hayatının Fenerbahçe ile kesişmeyen yıllarında yaşadıklarını sıralayarak meselenin çözümleme bölümüne geçelim. Enver Bey, 1909 yılında müfettiş yardımcısı olarak Bulgaristan sınırına atandı. 1913 yılında girdiği sınavı kazanarak müfettiş oldu ve sırasıyla Trabzon ve İzmir’de görev aldı. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı yılda görev yeri Sirkeci, görevi ise gümrük müdürlüğü idi. Anadolu’ya silah kaçırılmasında aktif görev alması sebebiyle 1938 yılında İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ölene kadar Kızıltoprak İstasyon Caddesi’nde yaşadı.

    Enver Hoca için yapılan tartışmalar ve yıllar içerisinde değişen değerlendirmeler böylece sona eriyor. Çalışmanın sonuç kısmında değerlendirmelerimizi aktaracağız.

    Sonuç

    Öncelikle  iki zıt görüşün düşüncelerinin tek ortak noktası Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırmasıdır. İki yıl önce kurulan ve Galatasaray adını alan Mekteb-i Sultani futbol takımında top oynamaya başlayan Galip (Kulaksızoğlu) onun son sınıftaki öğrencilerindendi. Galip’in Galatasaray’dan ayrılarak yeni kurulan Fenerbahçe’ye gelmesinde Enver Hoca’nın payı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu kuvvetli varsayımın yanında alt sınıflardaki öğrencileri Galip ile temas ettirerek Fenerbahçe için idman yapmalarını sağladığı dönemin iki tanığı tarafından teyit edilmiş bir gerçektir. Galip’in ortaokulu Mekteb-i Sultani’de okuduktan sonra liseye Saint Joseph’de başlaması ve kısa süre Galatasaray’da top oynadıktan sonra Fenerbahçe’ye katılmasını “Fenerbahçe’yi Galatasaraylılar kurdu” şeklinde değerlendirmelere karşı Enver Hoca’nın kişiliği ve Saint Joseph’deki faaliyetleri, öne sürülecek kuvvetli bir olarak argüman olarak elimizdedir.

    Enver Hoca’nın Büyük Rolü

    Enver Hoca’nın gerçek kuruculardan olmadığını öne sürenlerin en etkili söylemi olan Nasuhi Esat Baydar’dan başka tanık olmadığı görüşü de Sait Selahattin Cihanoğlu’nun aktardıklarıyla çürümektedir. Kulübün adı, renkleri gibi daha detaylı araştırma ve farklı kaynaklardan onay gerektiren konular üzerinde olmasa da, takım oluşturma aşamasında Enver Hoca’nın katkısı konusunda şüphe yoktur. Özellikle Sait Selahattin’in ilerleyen yaşına rağmen berrak bir zihne sahip olduğu bilgisi, Enver Hoca’nın rolü hakkında yaptığımız değerlendirmelere dayanak olmuştur.

    Mektup

    Her iki tanığın da Saint Josephli olması sübjektif değerlendirme yaptıkları şüphesini doğursa da, son tüzükte adları sıralanan 5 kurucudan sadece Necip Okaner’in Saint Joseph ile ilgisi yoktur. (Okaner’in 1952’de Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektup düşünüldüğünde bu ayrıntı daha da önemli hale gelmektedir. Bugün Dağlaroğlu Ailesi’nde bulunan mektubun deşifre edilmesi konunun açıklığa kavuşması için önemlidir) Dolayısıyla Fenerbahçe’nin, kurulduğu semtin bu en büyük okulu ile inkar edilemez bir bağı vardır. Kulübün kuruluşundan kısa bir süre geçtikten sonra başlayan Meşrutiyet dönemi ve devamında İttihat ve Terakki rejiminin de etkisiyle zayıflatılmaya çalışılan bu bağ şüphesiz okulun Fransız misyonunu temsil etmesinden kaynaklanmaktadır.

    Fenerbahçe Tarihinin En Önemli Noktası

    Meşrutiyet devrinin temellerini atan Jön Türkler’in başat aktörlerinden Mizancı Murat’ın yakın geçmişte verdiği tarih derslerinin etkisinin sürdüğü bir ortamda Mülkiye’den mezun olan Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Müslüman Türk öğrenci ile bir kulübün altyapısını oluşturması Fenerbahçe Tarihi’nde öne çıkarılması gereken en önemli noktadır.

    Enver Hoca’nın bir Türkçe öğretmeni iken beden eğitimine verdiği önem, birlik beraberlik ve yardımlaşma üzerine yaptığı vurgular ve modernist bakış açısı dönemin ruhunu yansıttığı gibi; kulübün fikri altyapısının oluşmasına da etki etmiştir.

    1923 Tüzüğünde sıralanan kurucular listesi şüphesiz hatalıdır. Ancak ilk iki sırada yer alan Nurizade Ziya Bey ve Enver Bey isimleri bu hatalı sıralamanın içerisinde doğru yerleştirilmiş iki isimdir. Kulübün maddi ihtiyaçları, 1903 yılında Saint Joseph’den mezun olduktan sonra eğitimini İngiltere’de tamamlayıp yurda dönen Ziya Bey tarafından sağlanmış, Enver Hoca ise kulübe insan kaynağı bulmuş, öğrencilerini kulübe yönlendirmiştir. Ziya Bey’in gerek maddi gücü gerekse popüler bir kişi olması bu görev dağılımında etkili olmuştur. Kulübün kuruluşunda yer alan bu iki isim, tıpkı diğer kurucu Necip Okaner gibi kuruluştan 1 yıl sonra kulüp yönetiminden ayrılarak bir daha aktif  görev almamışlardır. Bu ayrılışlar ve kulübün girdiği bunalım, tamamlanacak olan çalışmamızın içerisinde detaylarıyla analiz edilecek konu başlıklarından biridir.

    Barış Kenaroğlu


    Fotoğraflar

  • Süresiz İzin

    Süresiz İzin

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet’in yazdığı, Semai Şatıroğlu yazısını hatırlarsınız. Fenerbahçe’nin bu renkli ismi, bu defa bir başka müthiş Fenerbahçelinin, Hasan Pulur’un yazısında karşımıza çıktı. Hasan Pulur’un on yıllarca yazdığı “Olaylar ve İnsanlar” köşesinde yayınlanan bu süresiz izin hikayesini keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

    Ama önce Sibel Kurt’un Haziran 2010’da Fenerbahçe resmî dergisi için Hasan Pulur ile yaptığı röportajdan bir bölümü aktaralım.

    Sibel Kurt : Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Hasan Bey?

    Hasan Pulur : Babam Kurtuluş Savaşı’na katılan subaylardandı. Kurtuluş Savaşı’nda ordu askerlerinin Fenerbahçeli olmasında en büyük etken; İstanbul’da İngiliz işgalci takımını Fenerbahçe Spor Kulübü’nün futbol takımı yeniyor ve yendikçe de bu haberler Anadolu’ya gidiyordu. “Fenerbahçe İngilizleri yendi, muhtelif karmayı yendi.” diye ordu içinde yayılıyordu.  Orduysa yabancılara karşı savaşta bir zafer kazanmış gibi heyecan duyuyordu. Böylece subayların da çoğu o yıllardan beri Fenerbahçeli oldu. Halen de Fenerbahçelilikleri devam ediyor zaten. İşte ben de babam gibi Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe ile büyüdük. Öyle ya da böyle 60 yıldır Fenerbahçeliyim.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Süresiz İzin

    Spor Servisimizin Şefi Namık Sevik’in teyzesi Feride Umaç geçenlerde öldü. Cenaze işlerini Namık Sevik’in “yar-ü vefakarı” Kadıköy’ün ve Fenerbahçe’nin önemli kişisi “Hırsız Semai” yürütüyordu.

    Cenaze işleri deyip geçmemeli! Gayet de mühim iştir!

    Defin ruhsatı alacaksın, Belediye’ye koşacaksın, mezar bulacaksın, yıkatacaksın, namazını kıldıracaksın, toprağa vereceksin ve de mezar kapandıktan sonra yolunu kesen ıskatçılara para dağıtacaksın!

    Eeeee, Allah kem gözlerden saklasın “Hırsız Semai” de tam bu işler için biçilmiş kaftandır.

    Sevik’in teyzesi hastahanede ölmüştü. Önce hastahanenin hesabını kapatmak gerekti.

    Ölüm belgesi dolduruldu ve “Hırsız Semai”nin tabiriyle üzerine “nal gibi” VEFAT mührü basıldı.

    “Hırsız Semai” belgeyi alıp vezneye indi. Parayı ödeyecekti. Kağıdı vezneye uzattı. Veznedar galiba çok dalgın olacaktı ki kocaman “VEFAT” damgasını görmedi ve sordu :

    • Hastanız taburcu mu edildi?

    “Hırsız Semai” veznedare göz kırptı :

    • Hayır süresiz izine çıktı!

    Hasan Pulur / Milliyet Gazetesi – Olaylar ve İnsanlar – 12.03.1967

  • Asaf Beşpınar’ın Ölüm Yıl Dönümü

    Asaf Beşpınar’ın Ölüm Yıl Dönümü

    Fenerbahçe’nin tüzükte ismi geçen kurucularından rahmetli Asaf Beşpınar’ın ölüm yıl dönümü yakın zamana kadar 20 Mayıs olarak biliniyordu. Fakat önce Heybeliada’daki aile kabristanı, sonrasında ise bir gazete kupürü sayesinde bu tarihin hatalı olduğunu öğrendik. Şimdi de kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet’ten gelen bir belgeyi paylaşacağız. Mayıs 1946 tarihli Av ve Deniz mecmuasında Asaf Beşpınar’ın vefat haberi var. Gerçi 1946 yılında 26 Mayıs Pazartesi gününe denk gelmiyor ama yine de biz kabristanda da yazılı olduğu için 27’sini değil, bugünü esas almak durumundayız. Sizi yazıyla başbaşa bırakalım… Asaf Bey nur içinde yatsın…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Asaf Beşpınar

    Mecmuamızın ilk sayısından beri kıymetli yazıları ve sanatının bütün inceliklerini belirten planları ile bize paha biçilmez yardımlarda bulunan ve memleketimizin değerli deniz inşaiye mütehassıslarından Asaf Beşpınar, kısa bir hastalığı müteakip 26 Mayıs 1946 Pazartesi günü vefat etmiş bulunmaktadır. Bu acı haberi okuyucularımıza bildirirken büyük bir teessür duymakta ve yurt denizcilerinin, uzun zaman onun yokluğunu hissedeceklerini düşünerek bu teessürümüz bir kat daha artmaktadır.

    Asaf Beşpınar’la, vefatından iki gün evvel telefonla görüşmüştüm. Aziz arkadaşımız bu sayımıza konacak planları hazırlayarak gönderdiğini fakat, rahatsızlığından bunlara ait yazıyı yetiştiremediğini bildiriyor ve bu hususta okuyucularına tarafından itizar etmemi istiyordu. Ne kadar elimdir ki, onun elinden çıkmış son planı mecmuaya koyarken itizarı yerine ölümünü haber vermek gibi elim bir mecburiyet karşısında bulunuyorum.

    Asaf Beşpınar’ın dergimizin bundan evvelki sayısında çıkan son makalesi şöyle nihayetleniyordu.

    “Moda’da yapılmakta olan yegane 25 metre murabbai yarış tip kotra bitmek üzeredir. Anlaşılan bu sene yine bu tekne de yalnız kalacak veya diğer (A) klası küçüklerle hendikepli yarışacaktır. 30 senedir bizim spor ve denizcilik yıldızımızın ne kadar sathî olduğunu öğrenmemiş olsaydım bu neticeden memleket namına müteessir olurdum. Bereket versin ki artık hülya devrini çoktan geçirdim ve yolumuz olduğu halde bu kadar aheste beste gitmemize artık isyan değil hayret bile etmiyorum”

    Son Yolculuğa Kendi Yaptığı Motor ile Gitti

    İnsana öyle geliyor ki, aziz denizci, hayatının sonuna irişdiğini hissettiği halde bu kadar aheste beste gitmemiş de, bütün bir ömür boyunca bitmez tükenmez didinmelerden ve mücadelelerden sonra memlekette tahayyül ettiği denizciliği temine muvaffak olamamaktan mütevellit duyduğu vasiyetname ve hayatta kalanlara inkisarı anlatmak istiyor. Bu adeta bir onun duyduğu acıların son bir ifadesi idi.

    Mecmuamızın ilk sayısından beri hiçbir nüshasını yazısız ve plansız bırakmamıştı. O, bunları hiçbir menfaat mukabili olmaksızın, sırf mesleğine karşı olan aşkının kuvvetiyle ve yurdumuzda tahayyül ettiği yüksek bilgi ve kabiliyette denizcilerin yetişmesine faydası olur ümidiyle yazıyordu.

    Ne kadar hazindir ki, tabutunu Heybeliada’daki aile makberesine götürmek üzere gelen motorun, tamamen bir tesadüf eseri olarak, onun bundan çok zaman evvel yaptığı (Arı) motoru olduğunu gözlerimiz yaşararak gördük.

    Asaf Beşpınar, son deniz gezintisini, kendi yaptığı bir motorla, dostlarının ve sevgili oğlunun refakatında, güzel bir havada Heybeliada’ya doğru yapıyor ve ölümü bile bir denizcilik hareketine vesile oluyordu.

    Ölümüyle yurdumuzda, doldurulmaz bir boşluk bırakan Asaf Beşpınar’ın kederli ailesine ve bütün memleket denizcilerine taziyetlerimizi sunar ve merhuma cenabı hakdan rahmet ve mağferet dileriz.

    Turhan Tamerler / Asaf Beşpınar’ın Ölüm Yıl Dönümü

    Asaf Beşpınar'ın Ölüm Yıl Dönümü