Yine Spor Âlemi, yine okuması meşakkatli bir yazı… Fakat yine çok güzel… “Gençlerde artık eski kulüp aşkı yok!” cümlesini 1922 yılından bir dergide okuyacağımız aklımızın ucundan bile geçmezdi ama görüyoruz ki o zamanlarda bile bu tespit bir klasikmiş… İlk Türk takımının 1901’de kurulduğunu düşünecek olursak, 21 senede “Nerede o eski ramazanlar?” noktasına gelmek… Keyifli okumalar…
Bir gencin, kulübüne ait hüsnü izhar ederken tesadüfen sarf eylediği iki çift lakırdısı bize bu bendi hediye etti. O genç demişti ki:
– Gençlerde artık eski kulüp aşkı yok!
Kulüp Aşkı Nedir?
İdman ittifakları, hamiler, prensler, ianeler, cemiyetler, müsamereler elhâsıl her türlü muavenet ve teşvik vasıtaları daha bizim memlekette doğmamış iken kulüpler doğdu… O zamandan bugüne kadar kulüp ismi altındaki mecmualarda ruhî ve maddî birtakım avâmil-i hayatiye ikâ’-ı tesir ediyordu.
Bunlar arasında en kuvvetli ve en eskisi kulüp aşkıdır. İşte bu aşk iledir ki, ilk kulüpler doğdu, yaşadı ve büyüyerek bugünkü spor beyyinâtının temel taşlarını teşkil ettiler…
Kulüp aşkının ilk eseri kulüplerdir.
Kulüp Aşkı Nedir?
Bunu ifade için âsârına bakmalıdır? Ona eşkâl-i muayyene vermek kabil değildir…
Memlekette spor evvela şahsí merak şeklinde teessüs etmiş idi… Sonraları ecnebilerden görerek bizde de kulüp teşkiline teşebbüs edildi.
324 İnkılabı bu arzunun bütün bütün tebarüzüne sebep oldu. İlk kulüpler işte kulüp aşkı denilen amilin neticeleridir.
Bugün -maalesef- pek ziyade duçar-ı zaaf olduğunu gördüğümüz kulüp aşkı, sporun her yerde avâmil-i terakkisindendir. Bir Fransız gazetesi her gün neşrettiği durüb-i emsal arasında şöyle diyordu.
“Arkadaşlık ve söz dinlemek bir kulübün kuvvetini teşkil eder.”
İzah etmek istediğimiz kulüp aşkı işte budur. Hakiki kulüpçü, bizdeki horoz dövüştürenlere mahsus hırs şeklinde olmayarak, kulübünü her şeyden fazla sever ve onun zaferini, her şeye tercih eder. On sene evvel spor bizde daha çok iptidai, daha basit hâlde idi. Fakat kulüp aşkı, cemiyetperverlik daha kavi, daha saf idi. O zaman kulübü için her fedakârlığı göze aldıran pek çok gençlere tesadüf ederdik… Bir futbol maçında bacağı kırılan ve ayıldıktan sonra oyunun neticesini soran gençlere, böyle gençleri sırtında saatlerce taşıyan kulüp kardeşlerine tesadüf ederdik. O zamanlar sporun yegâne zevki bu hissi izhara vesile teşkil etmesinde idi.
Gençlik, cemiyet-i muhîtanın kendisinden kıskandığı muhabbet ve samimiyet hararetini ancak kulüp aşkında bulurdu. Herkes birbirine muhip ve umum kulübe karşı âşık idi.
Kulüp aşkı, bir genci parasından, malından, her türlü hevasâtından mâlâyaniyâtından ayıracak kadar kuvvetli idi. O zaman kulüplerde nizamname, reis, kaptan emirleri değil yalnız kulübe karşı olan rabıta amil-i intizam idi. O zaman fakir ve gani her genç kendi ihtiyâcâtını kendi temine çalışır, mecmualar o gibilere bugünkü gibi muavenetlerde bulunmazdı. O zaman bir maça yetişmek için noksan vesait yüzünden saatlerce yayan yürüyenler, üç hafta izinsizliklere, hatta ikmale kalmak gibi ifratlara, kapılanlar olurdu…
Ne kadar teessüf edilse, acınsa yeridir ki; gençlerin şu saf muhabbetlerini kulüp müdirânı hiç de takdir edemeyerek bu mühim unsur terakki ve inzibatı ihlal eylediler…
Bu hatanın fail-i mübaşir ve müsebbipleri el’ân spor hayatında birer amil oldukları ve her gün yeni bir suübet-i idariyeye maruz kalarak hatalarının cezalarını belki de çektikleri hâlde bundan, bí-günah olanlar, hele memleketin sporu gibi her şeye rağmen idame ve terakkisi elzem olan gaye müteessir olmaktadır…
Evveli bir kulüp mağlup olduğu zaman onun azâsı iade-i itibar için tezyid-i gayret ederler ve bu suretle bu kulüplerin bir oyunu behemehâl diğerinden daha iyi olur, terakki elle tutulacak dereceye gelirdi… Hâlen öyle midir? Buna ahval cevap veriyor:
Her mağlubiyet, kulüplerden bir çürük taşın sökülmesine, bir sağlam taşın çürümesine sebep olmaktadır…
Kulüp azâsının eski şiddet-i irtibatları şimdi birer hatıra-i tarihiyeden başka bir şey olmamakla beraber, mesela futbolda bugün bir takım teşkili bir mesele-i fenniye olmaktan ziyade idari bir hadise telakki olunmakta ve bir takımın teşkilinden dolayı muğber olarak çıkacak, her kulüpte birçok hasta ve muhakemesiz azâya tesadüf edilmektedir…
Bu yolun oldukça eskisi hele o aşkın ebedî mümini olduğumuz için pekiyi biliriz: Eski kulüp azâsı için kulüp şerefine diğer-gamlık her zaman tesadüf edilen bir mesele-i adiye idi… Kulüp aşkının bugünkü bî-vefasızlığına inkılabıdır ki, spor âlemimizdeki zaaf-ı idareyi tevlit etmiş. İstiska-i ahlakiye sebep olmuş ve nihayet kulüpten kulübe gezen ücretli muhacirînin tazyik-i sıkletiyle kulüplerde sporun terakkisine esaslı bir mânia teşkil etmiştir. Her şeyden, fenden, nizamnameden, paradan puldan ziyade kulüplerde bugün, bu eski ve tarihî aşkı ihya etmek, bizim spor hayat-i cem’iyesinde ilk rükn-i terakki olacaktır. Çünkü insanlar cemaatle yaşar bir mahlûk ise onun bu tabii hasletini sporda tatbike tevessüldür ki bütün kuvâ-yı maddiye ve maneviyesini saha-i tatbike vaz’ için birinci şartı teşkil eder.
16 Kasım 1922 Perşembe gecesi İstanbul’u esir alan kötü hava şartları; üzerinden 101 yıl geçmesine rağmen günümüze ışık tutacak nitelikte. Yine bir Fenerbahçe – Galatasaray münasebeti ve yine bir “tarih tekerrürden ibarettir” hikayesi..
Mehmet Ali Oral’ın 1954 tarihli Türkiye Futbol Tarihi isimli eserinde geçen hatıra tüm Fenerbahçelileri Galatasaray ile ilgili konularda iki kere düşünmeye sevk ediyor:
“17 Kasım 1922 Cuma sabahı hava şartları o kadar elverişsiz görünüyordu ki Fenerbahçeliler maçın başka bir güne bırakılması için Galatasaray kulübüne telefonla müracaat etmişler ve Galatasaray da bu öneriyi kabul etmişti. Fakat nedense Galatasaray kararını değiştirmiş ve habersizce Kadıköy’ün yolunu tutmuştu. Ancak semt itibariyle bundan haberdar edilen Fenerbahçeliler zamanında sahaya yetişmişler ve hakemin düdüğüne “Lebbeyk” (Arapça geldik anlamında) diyerek meydana çıkmışlardır. Maç esnasında o kadar yağmur yağıyordu ki Hakem Fethi Tahsin Bey elinde şemsiye ile oyunu idare etmek zorunda kalmıştı. Fenerbahçe Galip ve Zeki’nin golleriyle Galatasaray’ı 3-0 yenmiş, maçtan sonra Fenerbahçeliler kendilerine kurnazlık yapmak isteyen rakiplerini Kuşdili lokaline sıcak duş almaya ve çay içmeye davet etmişlerse de Galatasaray’dan yalnızca Ömer Besim ve Nihat daveti kabul etmiş, bu durum da Fenerbahçelileri üzmüştür. Hatta Galatasaray Genel Kaptanı Yusuf Ziya Öniş, Fenerbahçe’nin davetini kabul eden oyunculara küsmüş ve uzun süre konuşmamıştır.”
Fenerbahçe’nin davetini kabul eden Ömer Besim o günü 7 Mart 1955 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şu cümlelerle anlatmıştır:
“Kara kış günlerinde kar-yağmur İstanbul’u alt üst etmişti. Fenerbahçe’nin meşhur kaptanı merhum Galip bize telefon ederek Kadıköy sahasının çok berbat bir halde olduğunu, maçın yapılmasına imkan olmadığını bildirdi. Takım kaptanımız Necip Şahin: “Anamız bizi bugün için doğurdu” diye cevap verdi ve biz büyük dalgalar arasında Kadıköy’e gittik”
Kısacık bir haber ama resmen yıldızlar geçidi… Spor Âlemi mecmuasının 16 Kasım 1922 tarihli nüshasında yayınlanan metin; Papazın Çayırı, Union Club, İttihat Spor Kulübü ve Fenerbahçe Stadyumu isimleriyle günümüze kadar gelen spor sahasının tarihini yazacaklar için önemli bir not…
Not:Yukarıdaki karikatürün konuyla ilgisi yok ama derginin aynı sayısında yer aldığı için kaybolmasın istedik. Altında “Fener’in Şakşukası” yazıyor. “Kim bu Şakşuka?” diyeceksiniz. Sizi Nasuhi Baydar’ın bir yazısına götürelim ve hatırlayalım:
“(Elkatipzade) Mustafa, geze dolaşa, Fenerbahçe’ye nice sol açıklar, kaleciler bulmuş, bunlardan takımlar kurmuş, hepimizin beğendiğimiz meşhurları meydana çıkarmıştır. Kendi kardeşim Alaeddin’e (Alâ’ya) varıncaya kadar…
Mustafa, Tunuslu bir fes taciri olan Yusuf Elkâtip Bey’in çok müreffeh oğlu idi.
Saint-Joseph Koleji’nde talebe iken Fener’e ilk girenlerdendi.
Kulüp arkadaşlarını sık sık evine çağırır, çaylar içirir, bol biberli, bol salçalı yemekler ikram ederdi. Bu yemeklerden pek lezzetli birinin adı olan “şakşuka” aramızda tekrarlana tekrarlana, Mustafa’nın lakabı olmuştu : Şakşuka aşağı, Şakşuka yukarı…”
İttihat Spor Çayırı
İttihat Spor Kulübü geçen haftadan itibaren harp esnasında Hazine-i Hassa’dan akdeylediği mukavele ile taht-ı icarında bulunduran Basri Bey’in vekili Emin Bey’in idaresine geçmiş ve yeni faaliyetlerine başlamıştır. Ali Sami, Cevdet, Tevfik Haccar Beylerden mürekkep bir heyet-i idare ve kulübün imarı için de Fenerbahçe Kulübü’nden Galip Bey’in fikrinden istifade edeceklerini kemal-i memnuniyetle istihbar ettik. Memleketimizde şimdiye kadar ihmal edilen saha meselesi inşallah bundan sonra muntazam bir şekil alacaktır.
Türk spor tarihinin en müthiş dergisi unvanını 100 yıldır kimselere kaptırmayan Spor Âlemi’nin dördüncü yılı vesilesiyle (büyük ihtimalle Burhan Felek tarafından) kaleme alınan başyazısı, ağır bir üslubu olmakla birlikte, en başından beri savunduğumuz “Tarihî Devamlılık” konusunda çok önemli bir tespit içeriyor.
Tarih 5 Eylül 1922… Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı ve Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi kurulmuş. İlki isim değiştirerek bugüne kadar geldi; ikincisi ismini aynen koruyarak bugün de yaşıyor. İşte “Tarihî Devamlılık”.
Bu nüshamızla üçüncü hayat-ı neşriyemizin sahife-i endişesini çevirip dördüncü yıla giriyoruz.
Her yılbaşı nüshasında ufak bir muvazene-i mazi ve bir tahmin-i istikbal yapmak artık bu sene üçe baliğ olunca bir itiyat halini aldı. Mülkümüz gibi mucizeler memleketinde bir şeyi evvelden vaat etmek, ne kadar güç olduğunu bilmekle beraber şimdiye kadar her devr-i seneví nüshalarında yazdığımız tarz-ı hizmeti az çok tatbike -lehülhamd- muvaffak olduk. İlk sene-i devriyemizde dediğimiz gibi vakıa:
“Efkâr-ı kâriîn güneşi çok bir bahar gibidir ki; onun şems-âbâd olması ne kadar güzelse bulutlu oluşu da o kadar şayan-ı arzudur.”
Fi’l-hâl spor ve onun müteallikâtı sebebiyle kârilerin meyil ve emellerini bilmek bir gazetecinin vazifesidir. Fakat bu meyil ve emellerin hulûs ve safveti şartıyla… Spor Âlemi bu son sene-i neşrinde çirkin bir hiss-i rekabet sevkiyle oldukça ağır ithamlara maruz kaldı. Bunları def’ ve ref’ için turuk-ı kânuniyeye müracaat mecburiyetinde bile bulundu. Ancak şayan-ı şükrandır ki; ne bu hadise-i nahoş bir sporcu eseri ne de sebep bir spor meselesi idi. Geldi, geçti, demekle iktifa etsek de bunu çekememezliğe, istirkâba atfetmeden de geçemeyeceğiz.
Evvelce de dediğimiz gibi adab-ı münazara ve münakaşayı bir tarafa bırakıp karşısındaki her türlü mikyas-ı vicdanî haricinde iftiralarda bulunanlara bir müsteskî-i ahlakî olarak bakmayı en münasip bir hareket telakki eyledik.
Şu kadar var ki; bütün bu meselelerle sebat-ı sa’yimizin sarsılacağını tahmin edenlere karşı daha büyük bir azim ile işe sarıldık. Son senemiz, münderecatı, resimleri itibariyle yalnız Türkiye’nin değil cihanın spor hadisatı hakkında bir tarihçe teşkil eder. Alelhusus adedini her gün artırmaya çalıştığımız memalik-i garbiye muhabirlerimizle âlem-i medeniyetin spor hadisatını en seri ve hakiki tarzda kârilerimize arz eylemeyi mesai programımıza ithal eyledik. Spor Âlemi son senelerdeki âmâlinden Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın tamamen ve kâmilen teşekkülünü görmekle ne kadar mübahî ve müftehir ise Türk sporunu himaye için memleketin ayan ve eşrafından mürekkep olarak teşekkül eden ve şehzadelerimizin mazhar-ı himayesi olan Millî Olimpiyat Cemiyeti’nin teessüsünü de daha muzâaf bir şükranla karşılar.
Spor Âlemi bugüne kadar artık muhterem kârilerce kesb-i vuzuh eden meslek ve tarz-ı neşrine zamîmeten sporun artık bir şekl-i ilmî alması mecburiyeti dolayısıyla her nüshasında bir spor şubesinin amelî ve ilmî tatbik ve idaresine dair Avrupa mütehassıslarının efkâr ve kanaatini resimleriyle nakledecek ve bununla “sporcunun şahsî kıymeti”ni artırmak gayesini hedef-i tahrir ittihaz eyleyecektir.
Kıymetli gazeteci Alican Özcan‘ın Fenerbahçe-Galatasaray maçı öncesinde attığı 1922 tarihli derbiyi anlatan tweeti görünce kaynaklara gidelim dedik ve aşağıdaki güzel maç yazısını bulduk. Kadıköy’e yağan yağmurlar, çamur deryasında bir derbi maçına vesile olmuş… Keyifli okumalar…
17 Teşrinisani Cuma günü lig maçlarının beşinci haftası idi.
Birkaç günden beri yağan yağmurun tesiriyle yerler çamur deryası içinde bocalanıyordu. Bugün fazla olarak yağmura bir de rüzgar tefrik edilmiş…
Daha sabahtan bu bulaşık havada Kadıköyü’ne hareket ettiğimiz zaman vapurda bizlerle beraber yalnız Galatasaraylılar bulunuyordu. Fakat herkes gibi biz de oyunun tehirini ümit ediyorduk.
İskeleden yollar ayrıldı. Biraz sonra İttihat Kulübü’nde Altınordu-Hilal, Galatasaray-Fenerbahçe ikinci takımları maçları tehir edildi. Bundan sonra Altınordu-Hilal birinci takımları da başka haftaya bırakıldı. Şimdi saha yalnız arkası kesilmeyen yağmura bırakılmıştı. Kulübün telefonları mütemadiyen çıngıraklarını öttürüyor. İttihat Kulübü Müdürü cevap olarak “Zannetmiyorum… Belki… Fakat ihtimali yok” diyerek kapatıyor. Ve daima oyun soruluyordu.
Saat bir buçuk! Elân karar yok Fenerbahçe’nin yolladığı murahhasa Galatasaray ancak iki buçukta cevap verebileceğini söyledi… Dakikalar pek süratle geçti. Tam iki buçuk! Fenerbahçe Kulübü’nün kapısından giren Galatasaraylı, oyunun muhakkak yapılacağını bildirdi.
Soğuk ve yağmur kulübün camlarını kamçılarken bir müddet imtina edildiyse de nihayet Fenerbahçe de oyuna muvafakat etti… Yarım saat sonra sahanın çamur deryası içinde yüzmeye gelen formalılar müsabakaya başlamak üzere idiler. Bunların ortasında dalyanlardaki balıkçı kıyafetinde muşambalar içine sarılmış bir sivil görülüyordu ki bu da hakemliğe tayin olunan Hilal Kulübü Reisi Fethi Bey idi.
Müsait bir havada binlerce temaşakarın merakla takip edeceği maçta bugün sağ tribünün sağ yamacına sığınmış bir avuç meraklıdan başka kimse yoktu.
Galatasaray takımı müdafilerinde ve muhacimlerinde esaslı tebeddülat yaparak sahaya gelmişlerdi:
Nüzhet, Edip, Mehmet, Ali, Nihat, Ömer Besim, Ali, Rüştü, Suat, Fazıl, Muslih Beyler.
Fenerbahçe ise yalnız solaçıklarını değiştirmişti:
İlk düdük çalınca küskün bir vaziyette müsabakayı seyretmek için birkaç kat paltolar içine saklanmış temaşakarlardan pek fazla bağrışmalar, teşyi’ avazeleri çıktı. Bu patırtı herhâlde büyük maçlarda yapılanlar kadar değilse de yine çayırda bir hareket husule getiriyordu.
İlk akınlar Galatasaray tarafından yapıldı. Fenerbahçe rüzgârın ve yağmurun aleyhine düştüğünden müdafaaya ehemmiyet vermişti. Birkaç tehlikeli hareket kaleci tarafından kurtarıldıktan sonra herkes Fenerbahçelilerin yağmurlu havada oynayamayacağından mağlubiyetin kat’ olduğunu söylüyordu. Filhakika ilk anlar pek tehlikeli oldu. Fakat biraz sonra Fenerbahçeliler de muannit yağmura karşı topu ilerilere sevke başladılar.
Müsabaka görülecek bir hâlde idi. Kafa vurmak için yerden ayaklarını kesen oyuncunun avdeti mutlak bir sukût ile neticeleniyor hasmından top almak isteyenler ufak bir manevradan sonra kendini tutamıyor, topu sürmek için hâhişle koşanlar önünde biriken su birikintilerine terk ederek yalnız kendi koşuyor. Ümit edilen oyuncuların şutları bile yapışkan çamurun arasında kuvvetini gaip ederek tevakkuf ediyordu. İşte bütün oyuncular bu vaziyette âdeta acemi patinajcılar gibi mütemadiyen düşüp kalkıp topa dokunabiliyorlardı.
Formaların renkleri değişmiş, koşanlar arasında ancak istikamete göre takımlar anlaşılabiliyordu. Başlangıçtan bir çeyrek sonra Fenerbahçe’nin sağdan bir akınında Galatasaray müdafii Mehmet Bey’in (müşkül vaziyeti dolayısıyla) kaleciye verdiği pası kuvvetli şut gibi giderek kalenin sol zaviyesinde Galatasaray’a ilk gol oldu. Bunun akabindeki akında da Galip Bey ikinci sayıyı yaptı. Bundan sonra tarafeyn yine fazla çalıştıysa da soğuk, yağmur, çamur arasında muvaffakiyet temin edilemiyordu.
Birinci parti nihayetlendi. Renkleri uçmuş olan oyuncuların formaları değiştirildikten sonra hemen ikinci partiye başlanıldı. Fakat bu sefer oyuncuların formaları sarı, kırmızı, lacivert -sarı yerine düz beyaz, düz lacivert olmuştu.
Galatasaray ilk partinin nihayetlerinde Mehmet Bey’in soğuktan dışarı çıkması dolayısıyla on kişi ile oyuna başladı. Müsabaka biraz daha devam etti. Fenerbahçe Zeki Bey tarafından da üçüncü sayıyı da ilave eyledi.
Galatasaray rüzgârın aleyhine düştüklerinden daima müdafaada bulunuyorlardı. Bir müddet daha devam olundu. Artık müsabıklar mukavemet edemiyorlardı. Galatasaray’dan Rüştü, Fener’den Galip, Alâeddin, Fahir Beyler birer birer sahadan çekilmeye başladılar; oyuna Fener’in sekiz, Galatasaray’ın dokuz idmancısı ile biraz daha devam edildiyse de vaktinden evvel tarafeyn kaptanlarının muvafakatiyle hakem tarafından nihayetlendirildi.
Müsabakadan sonra Fenerbahçe ve Galatasaray takımları kendilerinde her vakit görülen lüzumsuz taassuplarını bırakarak kardeşcesine kulübe geldiler ve orada duşlarını yapıp giyindikten sonra yine pek samimî olarak birbirlerinden ayrıldılar…
Ümit ederiz memleketimizin iki kıymetli kulübünün taassupları o günkü yağmurun şiddeti arasında erimiştir. Ve bundan sonra daima samimiyet temadi edecektir.
Müsabaka esnasında tarafeyn kalecileri gayet iyi oynadılar. Yağmurlu havada muvaffakiyet gösterenlerden Galatasaray’dan Edip, Fener’den Cafer Beyleri zikredeceğiz. Çünkü bu oyuncular kuru havadaki oyunlarından daha güzel oynadılar.
Süleymaniye: Kaleci Nedim; Müdafi Orhan, Ahmet; Muavin Hikmet, Nuri, Arif; Muhacim Saim, Burhan, Rıza, Saadet, Kemal Beylerden müteşekkil idi. Hakem Galatasaray’dan Sedat Bey idi.
Fenerbahçe Galip Bey’den ve Süleymaniye dahi sol açık Zeki Bey’den mahrum bulunuyorlardı.
Oyunun ilk dakikasında Fenerbahçe ilk golü yaptı. Buna fena halde müteessir olan Süleymaniyeliler Fener’in kalesine şiddetli muhacimatta bulundular. Mahaza muhacim hattı lazım gelen faaliyeti ibraz edemiyor ve sol açık Zeki Bey’in gaybubeti pek güzel hissediliyordu. Fenerliler dahi Süleymaniye kalesine yaklaşmak için ibraz-ı faaliyet ediyor. Bütün muhacim hattı Süleymaniye merkez muavini Nuri Bey’in karşısında tevekkuf etmeye mecbur oluyordu. Arif Bey Ahmet Bey’in yerine geçerek muavin vazifesini refikine terk eyledi. Bu suretle Süleymaniye müdafaa hututu layığı veçhile tanzim edilmiş bulunuyordu. Fenerbahçe’nin Süleymaniye kalesine tevci eylediği şiddetli havaleler kaleci Nedim Bey tarafından üstadane bir tarzda iade ediliyordu.
İkinci kısımda Süleymaniyeliler tesavün husule getirmek pek ziyade ibraz-ı faaliyet eylemişlerse de talih kendilerine yardım etmemişti. Oyunun en heyecanlı anında hakem tarafından aleyhlerine verilmiş olan bir (ceza vuruşu) kendilerini pek ziyade münkesir eyledi. Fener’in yapmış olduğu bu sayıyı Zeki Bey’in yapmış olduğu iki gol takip ederek sıfıra karşı dört gol ile Fenerbahçe ibraz-ı muzafferiyet eyledi.
Fenerbahçe’den bilhassa muavin hattı temayüz eylemiştir. Bu hat bu kulübün en kuvvetli bir rüknünü teşkil ediyor. İsmet Bey’in baş oyunu şayan-ı takdirdir. Muhacim hattında Zeki Bey her zaman olduğu gibi refiklerinden bir derece yüksek olduğunu bir defa daha ispat eyledi. Arkadaşları kendisine yardım etmedikleri halde her an karşısındaki kaleciye tehlikeli dakikalar geçirtmiştir.
Süleymaniye’den kaleci Nedim Bey büyük bir soğukkanlılıkla tevali eden muhacimatı tevkif eyledi. Müdafilerden Arif Bey bu mevkiye geçtikten sonra Fenerbahçe muhacimlerini pek ziyade hırpalamış ve uzun vuruşlarıyla kalesinin önünden topu uzaklaştırmıştır. Muavin hattında her zaman olduğu gibi Osman Nuri Bey müdafaa hututunun ruhunu teşkil ediyordu. Osman Nuri Bey her tarafa yetişmiş ve her surette temayüz eylemiştir. Mahaza yorgunluk neticesi olarak oyunun sonlarına doğru yapmış olduğu bazı havalelerde kafi derecede intizam yoktu. Muhacim hattı münferit oynamış olduğu için Süleymaniye’nin bu kadar sayı ile mağlup olmasına sebebiyet vermiştir.
Galatasaray takımı, Fenerbahçe ve Altınordu’dan aldığı takviyelerle bir yurtdışı seyahatine çıktıktan sonra memlekete dönüşte Fenerbahçe’yi 5-1 yeniyor. Spor Alemi yazarı (muhtemelen Fenerbahçeli Çelebizade Sait Tevfik) bu yenilgiyi Fenerbahçelilerin kibirli hallerine bağlayarak neticenin “Yüksek Gururun Zararları”ndan olduğunu belirtmiş. Kibir bu rekabetin tarihsel sürecinde Fenerbahçe’nin tarafında olan bir duygu olmamakla beraber, bu basiret bağlanmasının sonrası, yine Spor Alemi yazarının tahmin ettiği gibi olmuş ve Fenerbahçe sonraki beş maçı, hiç gol yemeden ve çoğu farklı olmak üzere kazanmış.
4 Kasım 1921 : Fenerbahçe 1 – 5 Galatasaray
30 Haziran 1922 : Fenerbahçe 3 – 0 Galatasaray
17 Kasım 1922 : Fenerbahçe 3 – 0 Galatasaray
9 Mart 1923 : Fenerbahçe 4 – 0 Galatasaray
15 Haziran 1923 : Fenerbahçe 1 – 0 Galatasaray (Yarıda kaldı)
4 Teşrinisani Cuma günü Avrupa’dan avdet eden Galatasaray ile Fenerbahçelilerin futbol müsabakası vardı. Fenerliler hasmına nazaran kuvvetçe daha daha faik bulunuyorlardı. Fakat bu tefevvuk yüksek gururlarına kurban ederek fazlaca bir sayı ile mağlup oldular.
Sahaya çıkıldığı zaman Fenerliler mütemadi hücumlar ile hasım kalesinde ziyade çalıştılarsa da hakimiyetlerine güvendiklerinden kaçırılan fırsatlara ehemmiyet vermiyorlar ve birbirini takip eden penaltıların neticelenmemesi bile hiç mesabesinde addediliyordu. Bu sıralarda muavin Ethem Bey’in de sakatlanarak oyundan çıkması takımı on kişiye tenzil eylediği halde ne muhacimenin yerini geriye ve ne de müdafilerden birini ileriye yollayarak bu boşluğu doldurmadılar ve iki muavin ile oyunu devam ettirdiler. Galatasaray ise az kuvvetini iyi istimal etti ve bilhassa sayıların tevalisi de maneviyatı yükselterek pek iyi bir muvaffakiyet ile oyunu nihayetlendirdiler. Yalnız Galatasaraylılar da bundan sonra bu gurura kapılırlar ise aynı akıbete uğrayacaklarına hiç şüphe yoktur.
İşgal yıllarında İstanbul’da yapılan maçları en iyi anlatan tabir bu olsa gerek: Yükseklere çıkan fesler!
Çelebizade Sait Tevfik, Spor Alemi dergisinin 15 Temmuz 1920 tarihli sayısında Türk karması ve Fransızlar arasında yapılan maçı anlatmış. İstanbul’un en gözde kulüpleri olan Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Altınordu, Nişantaşı ve Süleymaniye’nin birbirinden meşhur futbolcuları bir olup Taksim Stadı’nda Fransızları yeniyorlar.
27 Haziran Pazar günü Taksim’de yapılan büyük maç pek heyecanlı olarak cereyan etti.
Türkler takımı bazı yerlerinde çürük yapmışlardı. Halbuki böyle milli maçlarda çıkacak timler daima iyice tetkik edilmelidir. Çünkü bu oyunların neticesi daima müessir olur.
Birinci partide kemal-i sükunetle oyun devam ediyordu. Sol kornerden atılan top Bekir Bey’in kafasıyla kaleye ithal edildi. Bundan sonra oyun ziyade heyecanlandı. Türklerin pek ziyade emek sarf ederek getirdiği toplar Fransız müdafaasının gayreti önünde hep neticesiz olarak kalıyordu. Bu parti biraz karışıkça cereyan etti.
İkincide Fransızlar oyuna hakim bir vaziyette başladılar ve kale önünde verilen bir frikikten attıkları golü tozlar arasında kümelenmiş kitlenin aynı nakaratıyla ortalığı inletircesine ilan olundu. Bundan sonra Fransızların her vuruşuna etraftan yükselen sadaların teşyileri ilave ediliyordu. Beş yüzden fazla Türk bu halden çok müteessir olarak bir sayı da kendi taraflarından yapılmasını bekliyorlardı. Ve ilk sükunetli dakikalarını şimdi pek geride bırakarak asabiyet içinde kıvranıyorlardı. Bu asabiyet çok sürmedi. Bekir Bey tarafından ikinci sayı yapıldı, ortalık inledi. Yükseklere çıkan fesler tozlar arasına yuvarlandı. Fakat bu galeyanı yine Bekir Bey’in üçüncü ve Hüsnü Bey’in dördüncü hatta Rüştü Bey’in beşinci sayıları hasım taraftarlarını birdenbire susturmaya sebep oldu.
Oyunun ikinci partisi Kadıköyü’nde pek ehemmiyetli zannedilen maçlardan daha güzel cereyan etmişti.
15 Temmuz 1920 | Spor Alemi Dergisi (Çelebizade Said Tevfik)
Türk’ün varoluş savaşının, Millî Mücadelesinin zaferle sonlanmasının yüzüncü yılını kutladığımız bu günlerde; o mücadelenin sporcu kahramanlarından birinin hikayesi ile karşınızdayız. Fenerbahçe’nin ilk şampiyonluğunda başkanlık makamında olan, Türk Milli futbol takımının oyuncusu, İstanbul Teknik Üniversiteli Mühendis Emirzade Arif Bey’in memleketi hüzne boğan bir sonla biten hikayesini arşiv belgelerine dayanarak yazdık…
1911 – 1918 yılları arasında Fenerbahçe forması ile 128 kez sahaya çıkan Arif Bey[i], dönemin birçok ünlü futbolcusu gibi Türk futboluna “altyapı” kurumunu armağan eden, memleketimizin ilk scout’ı[ii] Elkatipzade Mustafa Bey tarafından keşfedilmiş, 1911 yılı itibariyle Fenerbahçe için ter dökmeye başlamıştı.
Elkatipzade Mustafa Bey’in, Fatih’in Şehremini semti Hastane Çayırı’nda futbol oynarken keşfettiği Arif Bey, takım arkadaşlarından Bedri Gürsoy’un anlatımına göre, “Zayıf, uzun boylu, küçük yüzlü idi. Kendisine mahsus ciddi, hatta biraz da içli ve mahzun bakışları vardı. Aile ve spor terbiyesi fevkalade idi. Mert bir arkadaş, samimi bir dosttu. Maçlarda fırtına gibi sert oyununa rağmen kasten bir kimseyi incitmezdi. O yılmadan, kesilmeden, büyük bir fedakarlıkla, canla başla, çırpına didişe, kan ter içinde oyun oynar. Koşar, ileri gider, geri gider, sıçrar, şut çeker, demarke olur. Degajman yapar. Çalım yapar. Dripling yapar. Kafa vurur. Omuz vurur. Lakin oyun oynardı.”[iii]
Arif Bey, Mühendis Mekteb-i Alisi, günümüz Türkçesi ile Yüksek Mühendis Mektebi öğrencisi iken Fenerbahçe’ye katılmıştı. Dağlaroğlu’nun aktardığına göre aynı yıl okuduğu okulda kurulan voleybol takımının da oyuncuları arasında yer alıyordu. Arif Bey, futbol oynadığı 8 yılın ardından ülkenin en iyi defans oyuncularından biri olarak kabul edilmektedir. Bu özelliği ile hem Fenerbahçe’nin hem de bugün Türk Futbol Milli Takımı olarak kabul ettiğimiz İstanbul Karmasının oyuncularından biridir.
Arif Bey, Fenerbahçe tarihinin en ikonik maçlarında sahada yer almıştır. Fenerbahçe’nin ilk şampiyonluğunu yaşadığı 1911-1912 sezonunda hem takımın bir oyuncusu hem de kulübün Reis-i Evvel’i, yani başkanı olarak görev yapmıştır. Sporcu Arif Bey’in kısa süren futbol hayatının önemli olaylarını kronolojik olarak sıralamak gerekirse aşağıdaki liste yapılabilir:
Balkan savaşı dolayısıyla uzun süre İstanbul limanında demirli kalan İngiliz savaş gemisinin mürettebatı ile Fenerbahçe, Galatasaray ve İttihatspor oyuncularından oluşan İstanbul karmasının yani Türk Milli Futbol Takımı arasında 30 Mart 1913’te oynanan ve Türkiye’nin 2-0 galip geldiği maçın kadrosunda yer aldı.
4 Ocak 1914 Fenerbahçe’nin Galatasaray’a karşı 4-2’lik skorla ilk kez galip geldiği maçın kadrosunda yer aldı.
Fenerbahçe Spor Kulübü hatıra defterinde “11 Mayıs Pazar: Maliye Nazırı Cavid Bey himayelerinde “Çiçek Bayramı” Fenerbahçe, İstanbul İngiliz Muhtelitini 3-1 yenmiştir.” notuyla yer alan, Fenerbahçe’nin İngiliz Karmasına karşı oynadığı kadroda yer adı.
Fenerbahçe’nin 1914 yılında Rusya’ya yaptığı ilk yurtdışı seyahatinde kafilenin bir üyesiydi.
Adeta bir milli takım oyuncusu olduğunu kanıtlarcasına 2 Nisan 1915’te Altınordu takımı sahaya eksik çıkmasın diye sözü geçen takımın formasını giydi.
5 Mart 1915’te Fenerbahçe’nin Galatasaray’a karşı 4-0’lık skorla ikinci kez galip geldiği maçın kadrosunda yer aldı.
Mühendis Arif Bey
Arif Bey, okul hayatı ile sporu bir arada yürüten, Osmanlı’nın ilk okullarından olan ve kökleri 1795’te açılan Mühendishane-i Berr-i Humayun’a dayanan Mühendislik okulunda bir öğrenciydi. O dönem için gayet saygın bir konumda olan Arif Bey’in sadece kişiliği ve futboluyla değil bu konumu itibariyle de öne çıktığını söyleyebiliriz. Keza 1911’de katıldığı Fenerbahçe’de kısa sürede “Başkan” sıfatını kazanması bu önermemizi desteklemektedir.
Arif Bey’in okulu, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin öncülü olan Yüksek Mühendislik Mektebi, bugün halen üniversite ambleminde kullanılan “arı” figürünü armasında taşıyordu. Arif Bey’in 1913’te mezun olduğu bu okulun öğrencileri, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele döneminde gönüllü olarak orduya katılacak ve okul 1915 ile 1921 yılları arasında mezun vermeyecektir.
Arif Bey, mezun olduktan hemen sonra “Askeri Mühendis” sıfatıyla göreve başladı. Dönemin imar faaliyetlerinin demiryolu inşaatı üzerine yoğunlaşmasından dolayı hayatının son 6 yılı demiryolu şantiyelerinde geçti. Devlet arşivlerinde yer alan belgeden edindiğimiz bilgiye göre askerlik görevini Birinci Dünya Savaşı’nda yedek subay olarak yaptı. Bu görevi de Uzunköprü–Keşan demiryolu inşaatında yerine getirdi.
Arif Bey’in “Mühendis” sıfatıyla yaptığı görevler, şehit edilmesinden sonra hakkında yazılan yazılarda yer bulmuş, 6 Kasım 1919 tarihli Spor Alemi dergisi kendisinden “Balkan Harbinin ve Cihan Harbinin bütün senelerinde mühendis olmakla beraber pek uzak yerlere koştu, çalıştı. Hatta harpten sonra bile gazetelerin sütunlarını dolduran eşkıya taarruzlarına kulak asmadı hizmet etmeye gitti.” diye bahsetmiştir. Dağlaroğlu’nun anlatımında da Arif Bey’in görevi boyunca bazı Fenerbahçe maçları için İstanbul’a gelip, akabinde görev yerine geri döndüğü yazılıdır.
Arif Bey’in son görevi Bağdat Demiryolu projesi dahilinde yer alan Ulukışla-Niğde-Kayseri hattının inşaatının keşfidir. Arif Bey’in Türk demiryolları tarihinin en önemli iki projesi olan Rumeli Demiryolları ve Bağdat Demiryolu projelerinin ikisinde birden çalıştığını kaydetmeliyiz. Bu noktada Bağdat Demiryolu projesinin son dönem Osmanlı tarihi açısından önemine vurgu yapmanın yararlı olacağını düşünüyoruz.
Yapımı 1903’ten 1940’a kadar süren ve iki dünya savaşına da tanıklık eden Bağdat Demiryolu, Sultan Abdülhamid döneminin imar faaliyetleri çerçevesinde değerlendirilmekten öte, batılı devletlerin Ortadoğu planlarını uygulamaya sokmak için kullandıkları bir araç olarak da düşünülmelidir. Sultan Abdülhamid diplomasisi, bu demiryolunun yapım imtiyazını Osmanlı topraklarında “gözü olmayan” Almanya’ya vermiştir.
Alman İmparatoru II.Wilhelm’in 1898’de gerçekleştirdiği İstanbul ziyareti bu projenin temelinin atıldığı olaydır.[iv] Almanya, yeni başlayacak yüzyılda, muhtemelen bir mücadele alanına dönüşecek olan Ortadoğu’ya ulaşmak için böyle bir demiryolu hattının varlığına ihtiyaç duyarken, Osmanlı Devleti ise Anadolu ile İstanbul bağlantısını gerçekleştirmek istiyordu. Bu isteğin nedenlerinden en önemlisi Anadolu ile askeri bağlantının kurulması, diğeri ise Anadolu’nun tarım ürünlerinin İstanbul’a daha hızlı ve düzenli şekilde taşınabilmesiydi. Bağdat Demiryolu’nun güzergâhının, Anadolu demiryolunun devamı olarak Konya’dan Adana’ya, oradan da Halep ve Musul üzerinden Bağdat’a kadar uzanması planlanmaktaydı. Bu hat daha sonra Bağdat’tan Basra körfezindeki kadar uzatılacaktı.
İşte Mühendis Arif Bey; bu demiryolu hattının Niğde–Kayseri bağlantısını tamamlamak üzere görevlendirilen heyet ile birlikte 1919 yılının Haziran ayında bölgeye geldi. Hicri takvimler ramazan ayını gösteriyordu.
Şehit Arif Bey
Sporcu ve Mühendis Arif Bey’i bugün Şehit Arif Bey olarak anmamızı neden olan olay 15 Haziran 1919 Pazar günü gerçekleşti. Ulukışla – Niğde – Kayseri demiryolu hattının güzergahında keşif yapmak için Ereğli’den Bor’a hareket eden teknik heyet Ereğli’nin Tahtaköprü mevkiinde saldırıya uğradı. Mühendis Arif Bey, göğsüne isabet eden mermi ile hayata gözlerini yumarken, iki jandarma da yaralandı. Olay derhal şifreli bir telgrafla dahiliye nezaretine haber verildi.
Telgrafın ardından 18 Haziran 1919’da Konya Valiliği, dahiliye nezaretine olayın detaylarını anlatan bir dilekçe göndererek saldırganların 5 kişi olduğunu ve kimliklerinin tespit edildiğini bildirdi. Buna göre zanlılar; Çayhan Köyü’nden Karaahmed oğlu Hüseyin, Haydar oğlu Süleyman, Süleyman oğlu Haydar, Jandarma firarisi Talat ve bu dört kişiye yataklık yapan Adil adlı kişilerdi.
Konya Valiliği, bu kişilerin cezalandırılmalarının hızlandırılması için savcılığa tebliğ ettiğini de dilekçesine ekliyordu. 7 Temmuz 1919’da bu defa Niğde Mutasarrıflığı ismi tespit edilen 5 kişiden 4’ünün tutuklandığını ve Ereğli’ye sevk edildiğini Dahiliye Nezareti’ne haber verdi. Olayın yarattığı infial ile bölgede artan huzursuzluğun kontrol altına alındığı ve asayişin berkemal olduğu da dilekçeye ekleniyordu.
Konya Vilayeti ve Niğde Mutasarrıflığının bu tarihten sonra Dahiliye Nezareti ile yazışmalarından anlaşıldığı üzere, ilk başta tespit edilen zanlılardan bazıları serbest kalmış; 20 Temmuz 1919 ve 6 Ocak 1920 arasında süren haber trafiğinden Arif Bey’i şehit eden katillerin Ulukışlalı İsmail ve iki arkadaşı, Hacı Yahya ve Çayhan Köyü’nden[v] Kara Mustafa olduğu anlaşılmıştır. Soruşturmanın derinleşmesi zanlıların bazılarının suçsuz bulunması ve yeni isimlerin katil olarak tutuklanması, bölgedeki eşkıyalık faaliyetlerinin varlığına işaret etmektedir. Nitekim katillerden Ulukışlalı İsmail için arşiv belgelerinde “önceden beri haydutluğu ile bilinen” notunun düşülmesi önemlidir.
Arif Bey’in şehit olduğu haberi İstanbul’da duyulduğunda spor camiası büyük bir matem havasına girmiştir. Yaptığımız basın taramalarında Arif Bey’in cenaze törenine ilişkin bir bilgiye şimdilik rastlayamadık. Ancak Fenerbahçe’nin Kuşdili’ndeki kulüp binasında yapılan anma ve dini tören onun sadece Fenerbahçe’nin değil, Türk futbolunun da kıymetli bir değeri olduğunu ve ne kadar sevildiğini kanıtlamıştır. Spor Alemi Dergisi’nin 6 Kasım 1919 tarihli sayısında bu anma töreninin detaylarına yer verilmiş, sadece arkadaşlarının değil İstanbul’un tüm sporcularının onun için bir araya geldiğini kayda geçirilmiştir.
Arif Bey’in şehadetinin spor camiasındaki yankıları sürerken, bağlı olarak çalıştığı Nafia Nezareti, yani Bayındırlık Bakanlığı’nın Maliye Bakanlığı ile yaptığı yazışmalar hem ailesinin acısını hem de Osmanlı’nın son döneminde devletin içinde bulunduğu durumu ortaya koymuştur. Arif Bey, arkasında anne ve babası ile birlikte küçük kız kardeşini bırakmış, acılı ailenin mevcut durumu ve gelecekleri devletin iki bakanlığı arasında yazışmalara konu olmuştur.
Yazışmalar Arif Bey’in 15 Haziran’da şehit olmasından kısa bir süre sonra, 8 Temmuz 1919’da başlamıştır. Nafia Nazırı Ahmet Ferit Bey, Maliye Nazırı Mehmet Tevfik Bey’e yazdığı dilekçede: “kendisine verilen her vazifeyi hakkıyla yerine getirmiş, Cihan harbinde yedek subay olarak görev yapmış mühendis Arif Bey’in ailesine taziye niteliğinde bir maaş bağlanmasını ya da bir kereye mahsus olmak üzere tüm ihtiyaçlarının giderecek bir meblağ ödenmesini” istemiştir.
Ahmet Ferit Bey’e cevap 20 Eylül 1919’da verilmiş; Mehmet Tevfik Bey, “Arif Bey’in ailesine maaş bağlanmasına ilişkin Duyun-ı Umumiye idaresi ile görüştüğünü ve kendilerinin bu maaşın bağlanması için alınacak bakanlar kurulu kararının Meclis-i Mebusan tarafından onaylanmasını şart koştuğunu, aksi takdirde bu maaş için hazinenin mevcut durumunun uygun olmadığını” yazmıştır.
İlkinde istediğini alamayan Ahmet Ferit Bey, ikinci dilekçesini 16 Kasım 1919’da göndermiş, bu dilekçede “Arif Bey’in ailesinin tek dayanağı olduğunu, görev esnasında şehit olduğunu yineledikten sonra; bu aileye yardımda bulunulmaması halinde şu anda görev yapan memurların fedakârlık hislerinin yok olacağını, kendilerinin de şehit olması durumunda ailelerinin mağdur olacağına dair bir hisse kapılacaklarını” dile getirmiştir.
Ahmet Ferit Bey’in bu tespiti ve Arif Bey’in ailesi için gösterdiği çaba şüphesiz tarihi değer taşımaktadır. Ahmet Ferit Bey, ilerleyen yıllarda TBMM’de I. ve II.dönem milletvekilliği yapacak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk içişleri bakanı görevini yürütecektir. “Tek” soyadını alacak Ahmet Ferit Bey aynı zamanda Türk Ocağı’nın kurucularından biri olacaktır. Ahmet Ferit Bey’in ikinci dilekçesinde yer alan önemli bir nokta da “Arif Bey’in ailesine hazinenin ‘öngörülemeyen masraflar’ için ayırdığı bütçeden (Mesarif-i Gayr-i Melhuz) maaş bağlanabileceği” yönündeki önerisini Maliye Bakanına iletmesidir.
Dönemin Damat Ferit Hükümeti’nin iki bakanı arasında gerçekleşen Şehit Arif Bey ailesinin maaş mücadelesi Mehmet Tevfik Bey’in 19 Kasım 1919 tarihli cevabı ile sonlanmıştır. Mehmet Tevfik Bey, mevkidaşının ısrarlı tutumu karşısında aileye bir meblağ ödenmesini kabul etmiş, ancak bunun için ailenin İstanbul’a gelmesini şart koşmuştur.
Mehmet Tevfik Bey, Osmanlı bürokrasisinin her kademesinde görev yapmış bir devlet adamıdır. 18 yaşında Yıldız Sarayı’nda ilk devlet görevine başlamış, Kudüs Mutasarrıfılığının ardından Selanik Valiliğine ve ardından Yemen Valiliğe atanmıştır. Mehmet Tevfik Bey, daha sonraki yıllarda Sevr Antlaşması’nın müzakerelerine katılacak, son devlet görevi ise Saltanatın kaldırılmasına kadar sürecek olan Şura-ı Devlet reisliği olacaktır. Mehmet Tevfik Bey’in son cevabında “aileye hazinenin ‘öngörülemeyen masraflar’ için ayırdığı bütçeden maaş bağlanmasının mümkün olmadığı” belirtmesi ancak buna rağmen bir ödeme yapılacağına dair şartlı kabulünü kayıt altına alması önemlidir.
“TUNÇTAN BİR ABİDE”
Türk Sporu, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında yüzlerce şehit vermiştir. Bugün ülkemizin her tarafındaki sahalarda, salonlarda spor yapılabiliyorsa; her kulüpten, her okuldan, her semtten sporcular, canından vazgeçen o kahramanlar sayesindedir.
Fenerbahçe özelinde ise sancılı kuruluş yıllarının hemen ardından takıma ilk şampiyonluğu sahada formasıyla, başkanlık koltuğunda ise elinde kalemiyle kazandıran Şehit Arif Bey’in çok ayrı bir yeri vardır. Devlet arşivlerinde yer alan belgelerde, bu yazı aracılığı ile gün yüzüne çıkan detaylar, Millî Mücadele ateşinin yakıldığı günlerde Osmanlı Devleti’nin durumunu gözler önüne sermiş, bir şehidin arkasında bıraktığı acılı ailenin “perişan olmaması” için Türk milliyetçiliğinin önemli ismi, büyük devlet adamı Ahmet Ferit Tek’in çabasını Fenerbahçe Tarihi’ne kazımıştır.
Fenerbahçe’nin Şehit Başkanı Arif Bey’in ailesinin “Emirzade” olarak anıldığı malumdur. En büyük arzumuz, yayın hayatına başladığından beri yayınladığı araştırma yazıları sonrasında Fenerbahçe Tarihi’ne mal olmuş sayısız ismin ailesinin iletişime geçtiği sitemize, Şehit Arif Bey’in yakınlarının da ulaşmasıdır.
Bedri Gürsoy’un da dediği gibi “Şurası muhakkaktır ki Türk futbol tarihinde Arif’in kudretli hatırası pırıl pırıl parlayan tunçtan yapılmış bir abide halinde ebediyen yaşayacaktır.”
Arif Bey’in İçinde Bulunduğu Fotoğraflar
Kaynaklar ve Notlar
[i] Dr.Rüştü Dağlaroğlu, Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi (1907-1957), İstanbul, 1957
[iv] Dr. Altan ALPEREN, Bağdat Demiryolu: Siyasal Sonuçları Olan Bir Türk-Alman Demiryolu Projesi, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum / Education And Society In The 21st Century Cilt / Volume 7, Sayı / Issue 19, Bahar / Spring 2018
[v] Çayhan günümüzde Konya’nın Ereğli İlçesine bağlı bir kasabadır ve Niğde – Mersin sınırında yer almaktadır.
Rahmetli Rüştü Dağlaroğlu’nun kitabında, Fenerbahçeli şehitler listesinde ismi geçen İsmail Zeki Bey’in şehadetine dair detayları geçtiğimiz gün sitemizde yayınlamıştık. Milli mücadelenin meşhur pilotlarından biri olan ve İzmir’in kurtuluşunun 1. yıl dönümü törenlerinde bir kaza sonucu şehit düşen İsmail Zeki Bey’in yüz yılın maçında sahada olduğu anlaşıldı. Kahramanlığı su götürmez bir şehidin var Fenerbahçe! Ve bu şehit yüz yılın maçında oynamış.
Aşağıda göreceğiniz; 20 Ağustos 1922 tarihinde Akşam gazetesinde yayınlanan maç haberi, Spor Alemi’nin 31 Ağustos 1922 tarihli haberiyle bir araya geldiğinde Fenerbahçelileri ve Fenerbahçe Spor Kulübü’nü çok sevindirecek bu bilgi meydana çıktı.
Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından 28 Temmuz 2022 tarihinde düzenlenen “Yüzyılın Maçından Yüzyılın Zaferine” panelinin üzerinden bir ay geçmeden ortaya çıkan bu değerli bilgi, bizi müstakbel yeni bilgiler için de çok ümitlendiriyor… Şehitlerimizin ruhları şâd olsun…
“İstanbul’da büyük şerefler kazanan Türk İdmancılarının muvaffakiyetleri ve gösterdikleri kabiliyetler nakabil-i inkardır. Spor hayatı son zamanlarda Türkiye’de o kadar taammüm etti ki, hemen her mahallenin müsait mevkilerinde çocuklarla gençlerin top oynamaları yalnız İstanbul’da değil, Anadolu’nun ücra köşelerinde bile mevcuttur. Kazalarda bile idman yurtları tesis etmiş ve herkes kendi kabiliyeti ile mütenasip bir sporda hazır-ı vücud etmiştir. Ankara’da seyrettiğim takımların birinci ve ikinci timleri pek güzeldi. Bilhassa spor hayatı son zamanlarda orduda taammüm etmiş ve maçlara zabitan büyük bir hevesle iştirak ederek yalnız harbde değil sporda da büyük muvaffakiyetler göstermiştir. Bu cümleden olmak üzere burada Cuma günü kolordu zabitanı ile garp cephesi zabitanı arasında müsabaka vuku buldu. Akşehir’in münasip bir mahalinde izhar edilen çadırlara daha bir saat evvel fevc fevc erkan ve ümerayı askeriye ile ahali-i beldeden bir çok züvvar gelerek izhar edilen mevkilere dolmuştu. Spora yalnız ahali ve meraklılar değil, ordunun en ileri gelen ümerasının da alaka göstermektedir. Ezcümle bu maçta Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ile İsmet, Nureddin, Yakup Şevki ve erkanı harbiye umumiye reisi Fevzi Paşa ile Garp Cephesi Erkanı Harbiye Reisi Asım ve daha birçok erkan ümera ve zabıtanı hazır bulunmuşlardır. Tam saat altıda her iki taraf muntazam ve temiz formaları ile meydana geldiler. Referin ilk düdüğünde müthiş bir çarpışma başladı. Her iki taraf da güzel şutlar çekiyor ve muntazam paslar veriyor.
Bilhassa sıkı şut çekmekte cidden muvaffak olanlar var. Oyun muntazam bir surette devam etti. bu esnada Akşehir üzerinde süzülen tayyarelerle çadırlar arasındaki mevkide güzel havalar terennüm eden müzika maça bir harikuladelik veriyordu. Her iki taraf sıkı çarpıştıktan berabere kaldılar.”
Akşam 20 Ağustos 1922
Cephede Spor
“Çolak Kemal Beyefendi’nin takımıyla Kazım Paşa’nın takımı arasında yapılan iki müsabakanın birincisinde bire karşı iki sayı ile Kemal Beyefendi’nin takımı galip, ikincisinde berabere kalmışlardır. Cephe karargahında müteşekkil futbol takımıyla Kemal Beyefendi’nin (Kemalettin Sami) takımı arasında icra edilen maça Mustafa Kemal Paşa hazretleri, Fevzi, İsmet, Yakup Şevki, Nureddin, Fahrettin Paşa’lar hazeratı ile Kemal Beyefendi ve pek çok büyük rütbeli ümera ve zabitan gelmişler müsabakaya da atlayıcı İzzet Bey hakem intihap edilmişti. İlk dakikadan itibaren Kemal Bey’in takımı daima topu cephenin kalesi önünde dolaştırmaya başlamışsa da kalecinin mahareti sayı yapılmasına mani oluyordu. Cephe takımında Anadolu kulübünden Ferid, Tayyareci Zeki, Hüsnü ve Vehbi Beyler çok fedakarane çalışmışlarsa da nihayette müsabaka berabere neticelenmiştir.”