Etiket: Spor Alemi Dergisi

  • Şehit İsmail Zeki Bey

    Şehit İsmail Zeki Bey

    Şehit Cevat Hüsnü Bey‘den sonra, yine merhum Rüştü Dağlaroğlu’nun “Fenerbahçeli Şehitler” listesinden bir ismin daha izini bulduk: Şehit İsmail Zeki Bey!

    9 Eylül 1923 tarihinde, İzmir’in kurtuluşunun birinci yıl dönümünde elim bir kaza neticesinde hayatını kaybeden İsmail Zeki Bey’in vefatı ve cenazesi, 11 Eylül 1923 tarihli Türk Sesi gazetesinde anlatılmış.

    Spor Alemi’nde yer alan (ve Vecihi Hürkuş’un çektiği) cenaze fotoğrafları da gün yüzüne çıkıyor.

    Hemen aşağıdaki portreler ise Türkiye İdman Mecmuası’ndan…

    Şehidimiz nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şehit İsmail Zeki Bey
    Şehid Zeki Bey’in büyük kabristanı! (Aşağıdaki haberde sözü geçen uçak pervanesi de net bir şekilde görülüyor)
    Şehit İsmail Zeki Bey
    9 Eylül İzmir Kurtuluş Bayramını tesid ederken düşerek şehid olan Tayyareci Mülazım-ı Evvel Zeki Bey’in cenazesi hastane kapısı önünde. (Foto: Vecihi)
    Şehit İsmail Zeki Bey
    9 Eylül İzmir Kurtuluş Bayramı’nın elim hatırası: Şehid Tayyareci İsmail Zeki Bey’in cenazesi hastaneden çıkarılırken. (Foto: Vecihi)

    Şehit İsmail Zeki Bey

    Tayyare Kazası – Elim Bir Ziya’

    Dokuz Eylül yevm-i mesudu münasebetiyle icra edilen tezahürata iştirak eden tayyarelerimizden Seydiköy Tayyare Mektebi muallimi sivil pilot Harputlu İsmail Zeki Bey’in taht-ı idaresinde bulunan bir kişilik “Sadık” isminde Newport harp tayyaresi manevra esnasında muvazenesini kaybederek Tepecik şarkına nazır bir bina duvarına çarparak hurdahaş olmuş ve Zeki Bey parça parça bir halde tayyare enkazı arasında feci bir surette vefat eylemiştir.

    Pek mesud bir günde aziz bir Türk gencinin; kalp ve ruhunun taşkın heyecanını semalarda dalgalandırırken nagehani üfûlü İzmir halkını pek meyus ve muzdarip eylemiştir.

    Merhum ve mağfurun cenaze merasimi teessür-i umumi arasında ihtifalat-ı azime ile Kadirî dergahında ihzâr kılınan makbere-i mahsusuna defnolunmuştur. Şehrimizde misafir bulunan muhterem heyet-i mebusanımız ve vali Aziz beyefendi, kumandan paşalar hazerâtı, zabitânı, tayyare ve sunûf-ı muhtelifeye mensup belediye erkânı zabitan ve asakîr ve sair pek çok halk vardı.

    Süvariler, polisler, jandarmalar dedegân molla efendiler de iştirak etmişlerdi.

    Tabut, başlar fevkinde el üstünde taşınıyordu. Sukût eden tayyarenin pervanesi kırmızı beyaz kurdelalara sarılmış olduğu halde sevgili tayyarecilerimiz tarafından nakledilmekte idi. Kafile önünde muhtelif çelenkler görünüyordu. Aile-i kederdîdesine ve arkadaşlarını kaybeden tayyarecilerimize samimiyetle taziyet dileriz.

    Mevlâ rahmet eyleye.

    Şehit İsmail Zeki Bey
    Şehit İsmail Zeki Bey

    Not: En üstteki kabristan görseli, sayın Abdülkadir Hazman tarafından kaleme alınan “İzmir’in Kartalları” yazısından temin edilmiştir. Kendisine teşekkürlerimizle…

  • Zavallı Saim Bey

    Zavallı Saim Bey

    Ne arıyorduk, ne bulduk… Spor Alemi dergisinin sayfaları arasında gezinirken aşağıdaki habere rastladık. 1920’lerin başında, gencecik yaşında kaybettiğimiz bir Fenerbahçeli; derginin deyişiyle zavallı Saim Bey… Belki de çoktan unutulan bir ismi, resmiyle birlikte hatırlayalım ve “Saygıyla Anıyoruz” sayfamıza ekleyelim istedik. Nur içinde yatsın…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Zayi Ettiğimiz İdmancılarımızdan

    Zavallı Saim Bey

    Fenerbahçe kulübünden Saim Bey, Adana’da son geçirmekte olduğu hastalıktan kurtulamayarak vefat etmiştir.

    Bu genç daha pek küçük iken Fenerbahçe kulübüne intisap etmiş ve az zamanda takımının en iyi oyuncuları meyanına dahil olmuş ve hatta birinci timde bile sininin küçüklüğüne rağmen epeyce zaman oynatılmıştır. Bilahare Adana’ya gitmiş ve orada da Türkgücü takımının oyuncuları arasına dahil olmuş fakat bu zavallı gencimize ecel müsaade etmeyerek pek genç yaşında dünyasından ayırmıştır.

    Gerek ailesine ve gerek kulüp arkadaşlarına mecmuamız beyan-ı taziyet eder.

    Spor Alemi | 3 Kanunusani 338

  • Fotoğrafçı Ferit İbrahim

    Fotoğrafçı Ferit İbrahim

    Türk sporunun efsane dergileri İdman ve Spor Alemi’nde bol bol fotoğrafına denk geldiğimiz Fotoğrafçı Ferit İbrahim Bey ile ilgili teferruatlı bir Taha Toros yazısı. Keyifle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fotoğrafçı Ferit İbrahim

    Batıdan bize gelen fotoğrafın öyküsü, hayli değişik.

    “Gâvur icadı” dışlaması ile bu mesleğe Müslümanların pek yaklaşamaması yüzünden, ilk dönemlerde, üç ayaklı sehpa, gayrimüslimlerin elinde kaldı. Hatta objektifin karşısına çıkmakta bile Müslüman kökenliler, gayrimüslimlere göre azınlıktaydılar.

    Ne zamandan beri, fotoğrafın Türkiye’ye gelişiyle ilgili bir tarihçe hazırlamayı kurardım. Hatta geçtiğimiz yıllarda, bunun başlığını bile şöyle tasarlıyordum: Fotoğrafçılık Tarihimize Giriş

    Fotoğrafın Türkiye’ye nasıl girdiğini, daha sonra Abdullah Frerler ailesine nasıl geçtiğini yansıtarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun eski vilayet merkezlerindeki ilk fotoğrafçıları -tespit edebildiğim kadarıyla- eserlerinden de örnekler vererek, kitaplaştıracağım.

    Ne var ki, diğer kültür, sanat ve tarih konularındaki araştırmalarımız, son yıllarda, çok ağır bastı. Bu sebeple konu ikinci, hatta üçüncü plana itildi.

    Bu alanda araştırma yapan ve yayınlarını sergileyenleri gördükçe, önemli bir boşluğun doldurulma gayretlerine, seviniyorum. Örnek olarak, titiz bir çalışma ürünü olan, Engin Çizgen’in Photography in The Ottoman Empire adlı kitabı bunlar arasında bulunuyor. Her ne kadar kitapta ilk taşra fotoğrafhanelerinin tamamı yer almış olmasa bile, bu kadarıyla da konunun yansıtılması yeterlidir. Bu bakımdan Çizgen’in eseri dört başı mamur denilebilecek niteliktedir.

    Fotoğrafçılık sanatı bugün, televizyon gibi, renkliliği, değişikliği ile dünyayı sarmış durumdadır. Ülkemiz, bu ilerlemede milletlerarası şöhretlere de sahiptir. Türkiye’yi batıda, batı ve doğuyu Türkiye’de bütün yönleriyle yansıtan üstün nitelikli fotoğraf sanatçılarımız var. Objektifte çağın gerisinde değiliz.

    Sözü uzatmadan, “Türk Fotoğrafçılık Tarihine Giriş” adlı notlarım arasından seçtiğim Ferit İbrahim’i tanıtarak, hatırasını canlandırmaya çalışacağım.

    Ferit İbrahim’i şu açıdan seçmiş bulunuyorum. O, ülkemizde ilk Türk fotoğrafhanesini açanlar arasında yer alması, Meşrutiyet yıllarının ilk Türk fotomuhabiri olması ve ilk sinema operatörlüğünü üstlenmesiyle, fotoğrafçılık tarihimizin unutulmaz bir simgesi ve simasıdır.

    Bundan önceki fotoğrafhanelerin hepsi gayrimüslimlerin elindeydi. Fotoğrafçılık mesleği âdeta, onlara tahsis edilmişti. Bu inanışı ilk kıran Kandiyeli Bahaeddin, ardından Ferit İbrahim oldu. Ferit İbrahim, Beyoğlu’nda ilk fotoğrafhane açan Türk’tür.

    Ferit İbrahim’den Önceki Fotoğraf Dostları

    19. asrın sonlarına doğru, fotoğraf makinelerini kullanan, evlerinde karanlık odalar kuran hayli kişiler olduğu gibi, fotoğrafçılık yapmayıp da kalemleriyle bu mesleğin tanıtılmasına ve geliştirilmesine hizmet etmiş bazı aydın kişiler vardır. Mehmet Arif, Kadri, Aziz Hüdai bunlar arasındadır. Bu türden yayınlara Ali Sami Bey de katılmıştır. Ancak Ali Sami Bey, uzunca bir dönemin ünlü fotoğrafçısı olarak tanınmıştır.

    Ali Sami Bey, sarayın fotoğrafçısıydı. Sultan Abdülhamid’in hem yaveri, hem fotoğrafçısıydı. Binbaşılık rütbesinden albaylığa kadar sarayda çalıştı. Dönemin tüm meşhurlarının fotoğraflarını çekti. Bahriye Nezaretinin, Darülacezenin fotoğrafçılığını, Harbiye mektebinin fotoğraf hocalığını yaptı. Meşrutiyet sonrası rütbesi Binbaşılığa indirildi. Ali Sami Beyin gazeteciliği de vardır. Balıkesir’de “Adalet” adında bir gazete yayınlamıştır. Millî Mücadelenin sonunda İzmir’de Divan-ı Harb’e verilmiştir.

    Yukarıda kendisinden bahsettiğimiz Ali Sami’den başka Yıldız Sarayında fotoğrafçı olarak bir Türk daha vardır. Aynı zamanda ressam olan Ahmet Rıfat Bey, mühendisti. Albay rütbesiyle bu görevde bulunduğunu eski kaynaklardan öğreniyoruz. Ahmet Rıfat Bey, 1890 yıllarında bu görevdeydi.

    Yıldız Sarayı’nın müdavimlerinden ve gayrimüslimlerden ressam bir fotoğrafçıya da eski kayıtlarda rastlıyoruz. Bordi adında, muhtemelen, bir levantendir. 1894 yılının Mayıs ve Haziran aylarında, Yıldız Sarayı ziyaretçileri arasında bulunuyor. Ama bugün elimizde ne bir fotoğrafı, ne de biyografisi vardır.

    Eski Devlet Adamlarında Fotoğraf Tutkusu

    Sultan Hamit döneminin kültür ve sanata eğilimli sadrazamlarından olan Cevat Paşa (1850-1900) -öyle sanıyorum ki- devlet adamları içerisinde, fotoğrafçılık tutkusu önde gelen bir kişidir. Cevat Paşa’nın güzel sanatlara ve tarihimize büyük ölçüde hizmeti dokunmuştur. Vilayet binasının arkasındaki eski arşiv, onun eseri olduğu gibi, bugünkü arkeoloji müzesinin geçmişteki gelişmesinde de büyük himmeti olmuştur. Hatta bu müzenin kütüphanesindeki değerli kitaplık ve bunların içerisinde bulunan kitaplar ile dergilerin çoğu Cevat Paşa’nın armağanıdır. O, Yıldız’daki Çini fabrikasının da kurucusu sayılır. Geniş sanat ve tarih kültürü ile yaşamış olan Cevat Paşa’nın bu alanda yayınlanmış eserleri de bulunmaktadır.

    Cevat Paşa’nın Nişantaşı’ndaki konağında fotoğraf atölyesini gören ve İstanbul’u bütün yönleri ile geçmişte, yansıtmış bulunan merhum yazarımız Sermet Muhtar Bey, onun büyük laboratuvarında ve atölyesinde bulunan 15 çeşit fotoğraf makinesinden söz eder. Bütün raflarda bulunan aletleri ve fotoğrafların banyosunda kullanılan şişeler dolusu ilaçları agrandisman fotoğrafların duvardaki asılı görüntülerini, tatlı üslubu ile anlatır.

    Bu devlet adamından başka, Nâfia Nâzırlığı’na kadar yükselmiş İstanbul Şehreminliği’ni (Belediye Başkanlığını) yapmış ve bugünkü duruma göre, Teknik Üniversite Rektörlüğüne denk sayılabilecek olan Mühendis Mektebi müdürlüğünde bulunmuş olan Yusuf Râzi Bey’de, çeşitli fotoğraf makinaları kullanan, evinde karanlık odası bulunan, Avrupa’nın büyük dergilerinin foto muhabirliğini yapan ilkler arasındadır. Yusuf Râzi Bey’in eskimiş bazı negatif camları ile Sabah Juvalye’nin pörsümüş camları, vaktiyle, iki sandık içerisinde, benim arşivime intikal etmişse de zaman aşımı yüzünden, hiçbirinin kullanılmasında, müspet sonuç alınamamıştır. Ancak Yusuf Râzi Bey’in rahmetli kızı Leylâ Hanım bana, babasının çekmiş olduğu İstanbul’a ait bazı manzaraları hediye etmiştir.

    Bu arada ünlü edebiyatçımız Recaizade Mahmut Ekrem Bey’in de ressamlığı ve fotoğrafçılığı bilinmektedir. Mahmut Ekrem Bey’de evinde küçük bir fotoğraf laboratuvarı kurmuştur.

    Hariciye nezareti müdürlerinden Neyir Bey ile Nuri Bey’de fotoğraf makinesi kullanan ilk diplomatlarımızdandır. Çocukluğundan beri fırçası ile birlikte fotoğraf makinesini kullanan ve 95 yaşına kadar kültür ve sanat çalışmaları içerisinde ömrünü sürdürmüş bulunan Celal Esat Bey de bu mesleğin aşıkları arasında yer alır. Ne var ki, bu konuda, küçük bir broşür hazırlamakla yetinmiştir.

    Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında içişleri Bakanlığı yapan Mehmet Cemil (Uybadın) de, yakın tarihimizde, fotoğrafçılığını ölümüne kadar sürdürmüş olan bir devlet adamıdır. Ama fotoğrafçılığı meslek olarak üstlenip 1908 Meşrutiyetinin hür havası ve heyecanı ile yaşamış bulunan ve kamuya yönelik fotoğrafhaneler açan Türkler arasında Bahattin Rami Bey ile Ferit İbrahim Özgürar ilkler arasında bulunmaktadır. Ferit İbrahim Bey 71 yıllık ömrünün 53 yılını fotoğrafçılığa harcayan tek Türk sanatkârı olarak fotoğrafçılık tarihimizde bir rekor kırmıştır.

    Ferit İbrahim’den Önce Bir Fotoğrafçı Aile

    Osmanlı imparatorluğu döneminde Türk fotoğrafhaneleri Selanik, İzmir gibi büyük şehirlerde açıldı.

    İstanbul’da Ferit İbrahim’den önce, Girit’ten gelen ve oradaki “Kandiye” fotoğrafhanesini kuran bir fotoğrafçı aile bulunuyor. Girit’te fotoğrafçılık yaptığı sırada da “Bahattin Baritaki” olan Bahattin Bey, önce İzmir’de fotoğrafçılığa başladı. Daha sonra “Resne Fotoğrafhanesi” aynı aileden Hamza Rüstem Bey’e devrederek İstanbul’a geldi, ilk fotoğrafhanesini “Bahattin Rahmizade” adı altında, Cağaloğlu yokuşunda 59 numarada açtı. Birkaç yıl sonra atölyesini, Bâb-ı Âli caddesinde 15 numaraya nakletti. Burada “Rahmizade Bahattin” olarak mesleğini sürdürdü. Soyadı kanunundan sonra “Bahattin Nezir”e dönüşen bu ad, fotoğrafçılık tarihimizin önemli temel taşlarından biridir.

    Bu aileden yetişenler, yıllarca Türkiye’nin değişik yerlerinde mesleklerini sürdürdüler. Son yıllarda mesleğinden emekli olan ve ailenin en kıdemlilerinden bulunan Necati Bey, babasından kalan ve yıllarca yönettiği Kandiye Fotoğrafhanesi’ni, oğlu Şükrü Bey’e devretmiştir.

    İlk Kadın Fotoğrafçılarımız

    İlk kadın şairlerimiz (1934), ilk kadın ressamlarımız (1988) gibi, edebiyat ve sanat ağırlıklı kitaplarımı ve yıllar öncesi televizyondaki “Mesleklerinde ilk Kadınlarla” ilgili metni benim hazırladığımı bilenler -rastladıkça- “İlk kadın fotoğrafçılarımız var mıdır?” diye sormaktadır.

    Tespitlerimize göre -Saltanat döneminin son yıllarına doğru- “Türk hanımlar fotoğrafhanesi” sahibi Naciye Hanımı, ilk kadın fotoğrafçımız olarak kabul edebiliriz.

    Kadınların, erkekler tarafından fotoğraflarının çekilmesini hoş görmeyenlerin çoğunlukta olduğu bir dönemde buna bir alternatif sağlayan Naciye Hanım’ın zekâsını takdir etmeliyiz.

    Diğer bir kadın fotoğrafçımız Adviye Hanım’dır. Kandiye şehrinden İzmir’e, oradan İstanbul’a, bir kolu da Bodrum, Fethiye, hatta İzmit ve Adapazarı’na kadar yayılan ünlü bir fotoğrafçı aileye mensup olan Adviye Hanım da ilk kadın fotoğrafçılarımız arasında yer almaktadır. Ancak, bunlardan önceliğin hangisinde olduğunu, henüz belirlemiş değiliz.

    Ferit İbrahim’in Kısa Biyografisi

    Ferit İbrahim Bey, asker kökenli tarihî bir ailenin soyundan geliyor. Babası Ayaşlı Miralay (Albay) İbrahim Bey’dir. Bu İbrahim Bey, Arnavutluktaki “Bar” kalesinin fâtihi ve kumandanı olarak, askerlik tarihimizde yer almış bir gazi.

    Ferit İbrahim’in annesi Asiye Hanım, İstanbul’un tanınmış bir ailesine mensup. Ferit İbrahim, 1882 yılında, Üsküdar’da doğdu. Babası İbrahim Bey’in Şam askerî ve mülkî kaymakamı iken erken ölümü üzerine, küçük yaşta yetim kaldı.

    Üsküdar idadisini bitirdikten sonra bir müddet Mülkiye’ye devam etti. Sonra hukuk eğitimi gördü. Hatta hukuktan doktora tezi hazırladı.

    Ferit İbrahim’in ilk resmî görevi Şuraı Devlet (Danıştay) âzâ mülazimliği (Üye yardımcılığıdır. Ne var ki fırçaya olan tutkusu, fotoğrafa olan sevgisi, musikiye olan aşkı onu devlet kapısından kopardı. Gönlünde taht kuran, güzel sanatların çekiciliği çocuk yaşta annesinin armağanı ile hayatının yönünü değiştirdi.

    Fotoğrafçılığa İlk Adım

    Ferit İbrahim’in fotoğraf sanatına yönelişine annesi Asiye Hanım etken oldu. Babasız olarak onu büyüten bu aydın kadın, oğlunun okuldaki başarısını satın aldığı bir fotoğraf makinası ile ödüllendirdi. Ferit İbrahim bu aletle 16 yaşında iken, 1898 yılında, düşlediği bir ortama karıştı.

    Bu sihirli mesleğin modern akışını yakından izlemek, bilgilerini güçlendirmek amacı ile yabancı ülkelerden dergiler ve kitaplar getirtti. Fotoğrafçılıkta çağa ayak uydurmaya çalıştı. Batı anlamında fotoğraflar çekti. Çektiği fotoğraflar Meşrutiyet döneminin ünlü kültür dergilerinde Şehbal, Resimli Kitap, Yeni Gazete de yayınlandı. Hatta bazı fotoğrafları Avrupa dergilerinde yer aldı. Bu açıdan, ülkemizde, ilk Türk foto muhabiri olarak tanındı.

    Meşrutiyet yıllarının ilk Türk fotoğrafçısı, sinema operatörü ve foto muhabirliği ile siyaset ve kültür çevrelerinde ün yapan Ferit İbrahim, önemli bir boşluğu doldurmak ve yanlış bir inanışı kökünden kazımak için bir Türk olarak, mesleğini atölye açmak suretiyle sürdürmek istedi. Bu amaçla evindeki atölyesini, şehrin göbeğindeki bir semte taşıyıp, herkese açık, bir fotoğrafhane kurdu.

    Trablusgarp ve Balkan savaşları sona ererken Ferit İbrahim Bey, Sirkeci’de Büyük Postane karşısında, ilk fotoğrafhanesini açtı. Yalnız Ferit İbrahim’den evvel Cağaloğlu yokuşunda 59 Numarada Bahattin Rahmizade’nin fotoğrafhanesi mevcuttu. Onun atölyesinde çalışanların çoğu azınlıklardan oluşuyordu. Ama bu fotoğrafhane, İstanbul semtinin -Girit’in Kandiye şehrinden gelen- bir Türk ailesinin kuruluşu idi.

    Ferit İbrahim Bey’den sonradır ki, İstanbul semtinde birer ikişer Türk fotoğrafhaneleri açıldı. Bunların en fazla tanınanı 1. Dünya savaşının son yıllarında “Ahmet Necati Fotoğrafhanesi” idi.

    Ferit İbrahim Bey yukarıda sözünü ettiğimiz, Büyük Postane karşısındaki fotoğrafhanesini -Galiçya savaşına katılmak üzere ve orada ordu fotoğrafçılığı yapmak için bulunduğu dönemde- kapattı. 1919 senesinde, tüm fotoğrafhanelerin gayrimüslimler elinde bulunduğu, Beyoğlu’na nakletti. Aslında Ferit İbrahim, Beyoğlu’nda ilk Türk fotoğrafhanesini açmakla kendisine iyi bir isim yapmış oldu. Beyoğlu’ndaki ilk fotoğrafhanesi, bugünkü “Olgunlaşma”nın bulunduğu bina idi. Sonradan atölyesini, caddenin karşı tarafındaki, Lâle sinemasının üstüne nakletti.

    Bu arada Ferit İbrahim Bey, Beyoğlu’ndaki atölyesini -bir müddet için- kapalı tuttu; çünkü 1925 yılında Ankara’ya çağrılmış ve Çankaya’nın fotoğrafçısı olmuştur. Ankara’da geçirdiği bir yılı aşan hizmeti sonunda, tekrar Beyoğlu’na döndü ve fotoğrafhanesini yönetmeye başladı.

    Lale sineması sitesinde yıllarca sürdürdüğü fotoğrafçılığını, yaşlılığının verdiği yorgunlukla, Kadıköy semtinde sürdürdü. Ferit İbrahim, Kadıköy’deki atölyesini sürdürdüğü sırada vefat etti. Yarım asırlık arşivi, özellikle Atatürk’ün yanında bulunduğu günlerde ürettiği yüzlerce negatif ve tarihî camlar, büyük bir öksüzlük içerisinde, geçmişle ilişkilerini kestiler.

    4. ve son eşi, Rum asıllı Fifi bunları tasfiye ederek Türkiye’den ayrıldı ve Yunanistan’a gitti.

    Ferit İbrahim Bey’in Kurduğu Fotoğraf Kulübü

    Ferit İbrahim Bey, toplumcu bir adamdır. Fotoğrafçılığın Türkiye’de gelişmesini sağlamak için, bazı arkadaşları ile ve 1908 Meşrutiyetinin ülkeye getirdiği taptaze bir hava içinde, bir dernek kurulmasına ön ayak oldu.

    Şark gazetesinin 4 Eylül 1908 tarihli sayısında yayınlanan bir davetle, 9 Eylül 1908 günü Sirkeci’deki istasyon birahanesinde bir toplantı yapıldı. Türkiye’de ilk defa bir Fotoğraf kulübü kuruldu.

    Bu kulüp, Osmanlı ülkesinde kurulan, ikinci fotoğrafçılar derneğidir. Bunun ilki, 1895 yılında Selanik’te kurulmuş olan, fotoğrafçılık ve ressamlığın ülkede gelişmesini sağlamak amacı ile kurulan ilk dernektir.

    Ferit İbrahim’in Ressamlığı

    Fotoğrafçılıkla, ressamlık geçmişte âdeta akraba sayılırdı. Fotoğrafçılıkla uğraşanlardan bazıları resim de yaparlardı. Ferit İbrahim’in bu türden kişiler arasında, belirli bir yeri, başarılı bir fırçası vardı.

    Ferit İbrahim, ünlü ressam Hoca Ali Rıza Bey’den resim dersi almış, yağlıboya ve suluboya tablolar yapmıştır. Ne yazık ki, bunlar muhafaza edilememiş ve bugün izleri tamamen yitirilmiştir.

    Ferit İbrahim’in Müzisyenliği

    Ferit İbrahim’in musiki ile güçlü bir dostluğu vardı. 1908-1910 yıllarında nağmelerle canlı günler yaşayan Üsküdar’da Zöhre-i Musiki Cemiyetini o kurmuştur. Ayrıca Kadıköy’de açılan Şark Musiki Cemiyetinin kurucuları arasında yer almıştır.

    Ferit İbrahim’in Sinema Operatörlüğü

    Ferit İbrahim Sinema Operatörlüğüne, mütareke yıllarında başladı. Cumhuriyet’in ilanı ile bu mesleği de fotoğrafçılığına ek bir meslek haline getirdi. Atatürk’ün ilk yurt gezilerinde bazı filmler gerçekleştirdi.

    Ferit İbrahim’in Savaş Fotoğrafçılığı

    1914 yılında, Birinci Dünya Savaşı başlayınca, Türkiye, zorunlu olarak Almanya’nın yanında yer almıştı. Bu büyük savaş ülkemizin çevresini sarmıştı. Bu yıllarda Ferit İbrahim, Sirkeci’deki fotoğrafhanesini bırakarak, Galiçya cephesine gitti. Ordunun fotoğrafçılığını üstlendi. Ne yazık ki, elimizde, Ferit İbrahim’in o yıllardaki objektifinin ürünleri bulunmuyor.

    Ferit İbrahim, Çankaya’da

    Atatürk’ün Selanik’ten ve Harbi- ye’den yakın arkadaşı olan Cemil Bey (Uybadın), Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Parlamentoya girdi, içişleri Bakanlığı ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği gibi önemli hizmetlerde bulunmuş ve Atatürk ile daima beraber olmuştur.

    Bu Cemil Bey’in, Güzel Sanatlara, resme, hata ve fotoğrafa karşı büyük tutkusu vardı. Hele onun fotoğrafçılığı, normal bir hobinin çok ilerisinde, çekici bir aşka dayanıyordu. Doğanın, hayvanların, çocukların fotoğraflarını çeker, kendi evinde yaptırdığı karanlık odada banyolarını ve baskılarını yapardı.

    Cemil Uybadın, ünlü fotoğrafçımız Ferit İbrahim Bey ile çağdaştılar. Fotoğraf, resim ve musiki konularında da, kalpleri beraber atardı. Cemil Bey, İçişleri Bakanlığı sırasında sinema dokümantasyonu yaptırmak amacı ile Fransa’dan Ankara’ya bir uzman bile getirtmişti. Öte yandan Çankaya için, bir uzman fotoğrafçıya ihtiyaç bulunduğunu savunuyordu. Bu görüşle Atatürk’e, Meşrutiyet ilanından önce bu mesleğe başlamış bulunan, Ferit İbrahim Bey’i önerdi, işte Ferit İbrahim, bu amaçla Ankara’ya davet edildi. Çankaya, Ferit İbrahim gibi, deneyimli bir Türk Fotoğrafçısına kavuşuyordu.

    Ferit İbrahim, bir yıldan fazla Çankaya’nın fotoğrafçısı oldu. Objektifi ile Atatürk’ün seyahatlerine katıldı ve onun muhtelif pozlarını tespit etti. Hatta Atatürk, Çankaya’da Ferit İbrahim’in çektiği, kendi fotoğraflarından yedisini takdir cümleleri ile Ferit İbrahim için imzaladı.

    Ferit İbrahim Bey, Çankaya’dan ayrılıp Beyoğlu’nda ikinci kere açtığı fotoğrafhanesinin duvarlarını Atatürk’ün imzalı fotoğraflarıyla süsledi.

    Baba Mesleğini Sürdüren Oğlu Naim Gören

    Naim Gören (1904-1977) Ferit İbrahim Bey’in ilk çocuğudur. Ferit İbrahim, Ankara’daki çalışmaları sırasında, oğlu Naim’i yanına getirtti. Naim Bey, Ulus semtindeki ünlü Karpiç lokantasının sırasında fotoğraf malzemeleri satan ve amatör fotoğrafçıların filmlerini banyo eden ve baskılarını yapan bir mağaza açtı. Kendisini çok sevdirdi. Yakışıklılığı kadar, kibarlığı ve sosyete özelliği ile Naim Gören, kısa zamanda bütün Ankaralıların yakından tanıdığı, sevdiği bir fotoğrafçı oldu. Fotoğrafı kadar doğayı da seven Naim Bey Küçükesat semtinde bahçe içerisinde bir ev yaptı. Burada, doğa ile kucak kucağa, yaşamını sürdürdü.

    O yıllarda Küçükesat, bağlar ve bahçeler içerisinde, seyrek evlerden oluşan tenha bir yerdi. Naim Bey’in evi, Belediye otobüslerinin her gün iki veya üç defa uğradığı bu semtin son durağındaydı. Onun için Ankara Belediyesi, bu ünlü fotoğrafçının adını Naim Bey durağı olarak) bu istasyona verdi. Naim Gören, hayatının son yıllarında, Ankara’daki işini İstanbul’a nakletmişti. Burada 17 Ağustos 1977 günü öldü. Zincirlikuyu mezarlığına gömüldü.

    Naim Bey, baba mesleğini -aynı zamanda gazeteci olarak- tıpkı babası gibi 53 yıl sürdürdü.

    Ferit İbrahim’in Soyadı

    Ferit İbrahim Bey, soyadı kanunu üzerine, alacağı adın fotoğrafçılığı ile ilişkili olmasını arzuladı. Oğlu fotoğrafçı Naim Bey ile aynı espride bir soyadı seçmede birleşemediler. Ama her ikisinin aldıkları soyadlarında, mesleklerinin -az da olsa- esintileri bulunuyor. Baba Ferit İbrahim Bey “Özgürar”ı, Oğul Naim Bey “Gören”i kendileri için soyadı olarak seçtiler.

    Ferit İbrahim Bey’in 4 Evliliği

    Ferit İbrahim, 4 kez evlendi, ilk eşi Naciye Hanım, Askerî Tıbbiye hocalarından Binbaşı Doktor, Münir Bey’in kızı idi. Naciye Hanım’dan, fotoğraf sanatçımız Naim Gören ile kızı Müzehher Adoran doğdular.

    Ferit İbrahim Bey’in 2. eşi Rabia Hanım’dan çocuğu olmadı.

    3. eşinden Semha Özden doğdu. Onda da baba mesleğinin bir esintisi olarak fotoğraf tutkusu vardı.

    Ferit İbrahim Bey’in, çocuklarından, torunları da oldu. Bunlardan, Naim Bey’in tek çocuğu olan Yıldız Kanada’ya yerleşmiş bulunuyor.

    Ferit İbrahim Bey’in 4. eşi Fifi adında bir Rum kızıdır. Fifi, Ferit İbrahim’in atölyesinde sekreterlik ve banyo üzerinde yardımcılık yapıyordu. Aralarında büyük yaş farkı bulunmasına rağmen evlendiler. Ferit İbrahim Bey’in Fifi’den çocuğu olmadı.

    Ferit İbrahim Bey, 1953 yılının Ocak ayında vefat etti. Karacaahmet mezarlığına gömüldü. Son eşi Fifi, onun kıymetli arşivini elden çıkartarak, Yunanistan’a gitti ve oraya yerleşti.

    Bu suretle, meşrutiyet döneminin ilk Türk fotomuhabirinin ve Beyoğlu’nda açılan, ilk Türk fotoğrafhanesinin değerli arşivi darmadağın oldu.

    Taha Toros

  • Elbet Bir Gün Buluşacağız

    Elbet Bir Gün Buluşacağız

    Çay kokusu Prost’u çocukluğuna götürürdü. O nefis rayihânın, ünlü yazarı zaman yolculuğu için kışkırtmasına ve çocukluk anılarını alevlendirecek aromada olacağına şaşırmamak lazım. Kos helva çıtırtısı da Oktay Akbal’ı alır, çok gerilere, tıfıl günlerine taşırdı.

    Peki ya, sambanın tınısı..?

    O kıvrak Latin Amerika dans ve müziği, yaşı altmışlara dayanan Fenerbahçelileri ilk gençliklerine götürdüğü gibi, Sarı-Lacivert sevdalılarını nasıl da uzun bir hatıra yürüyüşüne çıkartırdı değil mi?

    Çocukluk dönemimin ‘hatıra yürüyüşlerinin’ ilki, belki de en sevimlisi Türkiye Ligi’nin 1974-75 sezonu olmuştu benim için. Hayat filmine dair anımsadığım ilk sahneler, -ki o kesitler içinde muhakkak Fenerbahçe vardır- bahsettiğim yıllara tarihlenir. 1975 yılı, Fenerbahçe- Didi evliliğinde yüzüklerin atıldığı yıl oldu. Ama Didi Fenerbahçe tarihine kalıcı izler bırakarak ayrıldı Türkiye’den ve hiç unutulmadı…

    (Tribünlerinden inmiş, tartan pisti aşmış, taç çizgisi kenarına kadar dayanmış bir sevgi patlaması vardı o akşam. O güne kadar görülmemiş bir seyirci topluluğunun huzurunda oynanan Fenerbahçe-Santos maçının öncesinde Pele ve arkadaşlarının şaşkınlığına bakın hele! Bu futbol konserine İstanbullu sporseverlerin gösterdiği teveccüh, devrin en büyük ‘yeşil saha figürünü’ ziyadesiyle memnun etti. Doğan Babacan ise Türkiye’nin popüler hakemi olarak bu maçın direksiyonuna oturmayı çoktan hak etmişti.)

    Elbet Bir Gün Buluşacağız

    Pele’li Santos’u Türkiye’ye getiren Lübnanlı organizatör Zacour, Fenerbahçe’nin futbol kaderini etkileyeceğinin farkında değildi o unutulmaz Santos akşamında.

    1972 yazının yapış yapış bir İstanbul gecesinde Zacour, yeni bir antrenör arayan Başkan Faruk Ilgaz’ın kulağına:

    “Mr. Ilgaz.. Her başkanın hayalini süsleyecek büyük bir antrenörü size getirebilirim” teklifini fısıldadı. Olmaz denilen olacak ve Brezilya milli takımın ünlü oyuncusu Siyah İnci Didi Dereağzı’na inecekti.

    Didi bir futbol cambazıydı ama sihirbaz değildi. Sistemine inancı hep tam oldu ve Türkiye’de kaldığı üç yıl içinde Fenerbahçe’yi iki defa lig şampiyonu yapacak, Cumhurbaşkanlığı Kupası da dahil olmak üzere, sayısız kupayı Fenerbahçenin müzesine getirecekti.

    Brezilyalı Hoca duygusaldı. Hatta bir ara, ülkesinde bile görmediği teveccüh, sevgi karşısında Türk vatandaşı olmayı bile düşünmüştü. Fenerbahçe camiası antrenörlerini her davette, her nikahta baş tacı etmekte cimri davranmayacaktı; ta ki peri masalının sonlandığı Benfica deplasmanına kadar…

    Didi oyuncularına olması gerektiği gibi yaklaştı. Gençlere güvendi. Egosu göbekli, havalı oyuncularını ‘yere indirmeyi’ bildi. İşine burnunu sokan yöneticilere dersini vermekten çekinmedi. Ne ki Semih Bayülken, Didi’den yediği zılgıtı hiç unutmayacak, ‘Şambaba Semih’ Brezilyalı hoca gidene kadar rahat durmayacaktı. Benfica maçında alınan ağır yenilginin tek sorumlusunun Didi gösterilmesi ‘Şambaba’yı rahatlatacaktı. Ünlü isim apar-topar görevinden uzaklaştırıldı. Didi uçağa bindiğinde yanında iki kızı Hebilia ve Rebecca ile eşi Guiomar vardı. Bir galibiyet sonrası eğlenmek için gittikleri kulüpte, eşinin yanında Didi’yi şapır/şupur öpen Gönül Yazar’ın ruju çoktan silinip gitmişti. İçinden Fenerbahçe geçen anıları ise hep taze kalacaktı büyük futbol adamının.

    Elbet Bir Gün Buluşacağız

    Didi uçağın penceresinden iyice küçülmeye başlayan Kadıköy’ü seyrederken, İstanbul’da geçirdiği üç sene gözlerinin önünden akıp gitti. “Sanırım 74-75 şampiyonluğunu unutamayacağım” diye geçirdi içinden ve zihni onu sezonun ilk düdüğüne götürdü:

    Bu görüntü, bir Trabzonspor atağında Zafer Göncüler’in topu uzaklaştırma anı ve o anın paydaşları Yılmaz, Ersoy, Selahattin ve Alparslan’ın savunma içinde büyüdükleri bir fotoğraf değildir sadece. Bu görüntü, Sarı Lacivert formanın, hangi sahaya çıkarsa çıksın, gördüğü ilginin tablosudur. Bu tablo, dallarını seyirci basmış insanağacının üzerindekileri, 1907’den beri izlenen takımın yeni meraklılarını resmetmesi açısından önemlidir. Didi, takımına olan teveccühün çığ gibi büyüdüğünü Trabzon deplasmanında iyice hissedecekti. Sarı Lacivertlilerin 70’li yıllarda artan popülaritesinde Didi’nin emeği yadsınamazdı. Didi’nin dönüş yolu boyunca ağzının kenarında oturan tebessüm, Ender’in golüyle gelen galibiyetten çok, takımının Türkiye’nin her yerinde gördüğü sıcak ilginin yansımasıydı.

    Elbet Bir Gün Buluşacağız

    Trabzonspor: 0 Fenerbahçe: 1

    Ligin ikinci yarısında, ateş gibi futboluyla karları eritecek Fenerbahçe için sezonun ilk bölümü tatsız geçmişti. Bazı yıldız oyuncularla~düzenli yaşam, Didi ~ yönetim, oyuncular~ galibiyet ilişkilerinde sorunlar başlamış ve ikinci yarının ilk günlerine kadar bu kaos sürmüştü.

    Cemil’in askerlik problemi ise tüm bu olumsuzlukların üstüne tuz biber oldu. Birliğinden lig maçlarında oynamak için izin kağıdıyla ayrıldığı günlerde ünlü yıldız firari sayılmış ve terhis olduktan sonra bu mesele uzunca süre Cemil’in peşini bırakmamıştı. İstanbul’daki Adana Demir maçı sonrası inzibatlar soyunma odasının kapısına dayanmış, Cemil ise odanın penceresinden kaçarak paçayı kurtarabilmişti.

    Ligin son perdesinde tüm hünerlerini gösteren Fenerbahçenin çimende koşturan aktörlerinin fizik kondüsyonunun yüksekliği, otoritelerce Necdet Niş’e bağlanmıştı. Didi’nin yurt dışında ya da izinli olduğu günlerde Antrenör Necdet Niş oyuncuları ‘tatlı kondüsyon huzuru’ almaya Kalamış sahillerine kumuna götürmesi, futbolcuları çamurlu/karlı, ağır zeminlere hazır hale getirmişti.

    ‘Otoritelerce’ fizik güçteki sınıf atlayışında, Didi’nin hiç payı yoktu! Antrenör öğütme makinesi non-stop çalışıyordu yine. Üç sezondur kadroyu fizik kondüsyon olarak eksiksiz hazırlıyan Didi’nin emekleri görmezden gelinmiş, takımın şaha kalkması Niş’in karnesine pekiyi şeklide not edilmişti.

    Türkiye, şubat ayı başlarında soğuk hava dalgasının etkisine girdi. Batıdan doğuya kadar bütün statlar karla kaplanınca maçlar ertelendi. Diz boyu yağan karın, Fenerbahçe’nin rakiplerinin umutlarının üzerine serilen beyaz bir örtü olacağı birkaç ay sonra herkes tarafından görülecekti.

    (Cemil, Hasan Tahsin kupası eline en çok yakışan oyuncuydu. Altay’ı tek başına yenerken, Beşiktaş’ı arkadaşlarına bıraktı. Cemil mutluluk, İzmir Belediye Başkanı Alyanak da şıklığının sarhoşluğu içerisinde. )

    Elbet Bir Gün Buluşacağız

    Güzide Çelebi

    Kar tanelerinin İstanbul caddelerine usul usul indiği o günlerde, zarif bir ruh gökyüzüne doğru yükseldi. Bu ruhun eşi Sait Çelebi, yıllar önce dünya değiştiren önemli bir Fenerbahçeliydi.

    Anadoluhisarı’ndaki yalısında sıcak yatağında uyuyacağına Kuşdili lokalinin minderlerinde gözlerini dinlendirmeyi tercih eden, Fenerbahçe’nin ilk İstanbul Şampiyonluğu’nda Union Club stadında aşık olduğu renklerin amigoluğunu yapan, “Spor Alemi” dergisinin patronu, dönemin en ünlü maç spikeri ve Sarı Lacivert renkler için Tıbbiyeyi bırakacak kadar kalbî Fenerbahçeli olan Sait Çelebi’nin biricik eşiydi Güzide Hanım.

    Çelebizade Saidin göz pınarından, hayatında ilk ve son kez dökülen tek damlanın şahidi Güzide Hanım da dünya değiştirmişti işte, hayat akıyordu. Güzide Hanım, eşinin meftun olduğu renklerin Galatasaray’ı İnönü Stadı’nda dize getirişini göremeyecekti.

    Halı gibi zeminlerde samba yapan Fenerbahçe, ayakta durulması zor sahalarda nasıl oynanacağını öğrenmişti. Buz dansı sporcularını kıskandıran figürlerini binlerce jüri üyesi önünde sergileyen futbolcular, Galatasaray maçı öncesi kendilerini liderlik kürsüsünde bulmuşlardı. Ertelenen maçlarda rakiplerini silip süpüren Fenerbahçe, Galatasaray’ın 4 puan gerisinde girdiği ikinci yarıda ezeli rakibiyle yapacağı maç öncesinde iki puanlık farkı yakalamıştı.

    Maç günü yaklaşıyordu ama ortada büyük bir sorun vardı: Sivri kalemiyle bilinen Deniz Som;

    “Stadın elektrik tertibatında sorun olduğu ve giderilmezse her an bir facia yaşanabileceği” yazmıştı. Haber, gündeme bomba gibi düşüyordu. Cumhuriyet gazetesi, İnönü’de inceleme yapılıp, rapor kamuoyuyla paylaşılana kadar olayı sıcak tuttu. Maçın ilk düdüğüne bir gün kala müfettişlerin raporu açıklandı:

    “Maçın oynanmasında sakınca yoktur”

    Takipçisinden iki puan önde koşan Fenerbahçe, bu avantajın verdiği güvenle oyunu ilk yarıda forse etmeyip, rakibinin üzerine gitmedi. İkinci yarıda roller değişti. Son yılların klasiği haline gelen Fenerbahçe-Yasin maçlarının bir benzeri yaşanıyor, Galatasaray kalecisi iyi toplar çıkarıyor derken, Yasin’in direncini defans arkasına sızan Aydın kırıyordu. 87. dakikada atılan gol, Bolu’dan gelen forvetin, ‘attım mı puan gelir’ mottosunun bir tekrarıydı adeta.

    Didi’yi, Adanaspor’a içerde iki puan kaybetmekten çok, maç sonundaki olay üzecekti. Ligin sonu yaklaşmış, lideri takip eden Galatasaray’la puan farkı erimiş, fileleri bulamayan Sarı Lacivertli futbolcular, başları önde çıkış tünelinin yolunu tutuyorlardı.

    Çilekeş seyircinin sezon başından beri en çok şikayet ettiği konulardan biri de, çubuklu formanın sırtındaki beyaz numaraların tribünden seçilememesiydi. Osman Arpacıoğlu’nun formasındaki 9 numara, golsüz geçen bir günde, bu sıkıntıyı pekiştirircesine tünel girişinde adeta eriyecek, görünmez olacaktı.

    20 yaşındaki Osman ise kendi halinde diyemeyeceğimiz bir taraftar profiliydi. Osman Tekin, santrafor Osman’ın rakip kaleye atamadığı golü hakeme atmak istedi. Mağlubiyeti hazmedemeyen yanını doyurmak için sahaya atladı ve bayrak sopasını hakem Muzaffer Sarvan’ın kafasına indirdi. Maçın son düdüğünü galiz küfürler arasında öttüren Sarvan son darbeyi böyle yemişti. Yan hakem Sarvan’ı iki mütecavizin elinden aldı. Osman Tekin ve ‘dava arkadaşını’ yalnız bırakmayan Yücel Kızılkaya Beşiktaş karakolunda iki saat misafir olduktan sonra serbest bırakıldılar.

    Gerilimli olması öngörülen müsabakalar için “bu maç karakolda biter” deyimi maalesef gerçekleşmişti.

    Spor kamuoyu 16/9 tansiyonlu ligin sonunun nasıl geleceğini, şampiyonun Fenerbahçe mi yoksa Galatasaray mı olacağını merak ederken, Türkiye de bir yandan “Kaçak” dizisine kilitlenmişti. Dizi, karısını öldürmekten idama mahkum olan, iki yıl ‘adaletten’ fellik fellik kaçan Dr. Kimble’ın gerçek katilin peşine amansızca düşmesi hikayesiydi. Kaçak dizisinin doksan dakikalık son bölümü için tv karşısına geçen izleyiciler, “katil kim?..”sorusunun cevabını öğrenmek için hazırdılar. Televizyonu olmayanlar komşularına, kahvehanelere ve pastanelere hücum ettiler. Kaçak dizisi, oyuncu kadrosu, konuyu ele alışı ve içeriğiyle sıradan bir diziydi ama TV’nin ilk gözağrılarından biri olması nedeniyle çok ilgi görmüştü. Dizinin finalinde ise neredeyse Türkiye’de hayat durmuştu:

    Katil kimdi acaba?..

    Richard Kimble

    Spor ve muhabbetseverler ise telvesi az kahveyle ligin falına bakmaya çalışıyordu:

    Şampiyon kim olacaktı acaba?..

    Fenerbahçe, final gibi bir maç arefesindeydi. Dundee United fatihi Bursaspor ligin kuvvetli takımlarındandı. Üstelik maç da Uludağ’ın eteklerindeydi. Fenerbahçeliler yeniden sevinmek için sadece 1 hafta bekleceklerdi. Osman Arpacıoğlu Adana maçında sırtında silikleşen 9 numarayı daha görünür kılmak için Bursa deplasmanınında fırçayı eline aldı. Mahşeri kalabalığın önünde oynanan maçın 17. dakikasında seyirciler nefaset dolu bir gol izlediler. Cemil’in sola bıraktığı topu penaltı noktası civarına ortalayan Aydın’ın ikramının önüne ‘asist’ yazdırmak isteyen Osman’ın volesi, üst direğin içine vurup filelere gitti ve Fenerbahçe ‘deplasman kralı’ titrini Bursa ovasından Türkiye’ye yeniden duyurdu. Bu maçın en ilginç olayı, Fenerbahçe rakip sahaya yerleşmişken kalesinde ısınma hareketleri yapan Yavuz’un maçın henüz başında kendi kendini sakatlayıp, yerini Adil’e bırakmasıydı. Takımın hareketli, yerinde duramayan, rakibe nefes aldırmayan, yaratıcılığı az, dönerek oynayıp kısa pas yapan orta sahası, deplasmanda üzerine gelen takımları bezdirirdi. İkinci bölgede kapılan toplarla kalkılan kontraataklarda da orta saha oyuncuları Cemil, Ender ve Aydın’ı gol pozisyonuna sokuyordu. Bahsi geçen gollerden birinin kurbanı da o sezon Kupa Galipleri kupasında iki tur atlayan Bursaspor olmuştu. Şampiyon artık gün sayıyordu, en önemli viraj dönülmüş, kupanın tek kulpundan yine tutulmuştu. Bundan sonrası daha kolaydı artık. Kupa yeniden Kadıköy’e geliyordu…

    Didi ve ailesini taşıyan uçağın tekerlekleri piste değdiğinde Brezilyalı hoca irkildi. Dereağzı’nda geçirdiği üç yılı tekrar tekrar hatırlamıştı yol boyunca. Türkçede öğrendiği ilk kelime olan Fenerbahçenin yanına unutulmaz bir eserin güftesini de ekliyordu şimdi Didi:

    Elbet bir gün buluşacağız…

    Ali Can Küçükcan | Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • İzmir Şerefine

    İzmir Şerefine

    Spor Alemi dergisinin 21 Eylül 1922 tarihli sayısında, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün düzenlediği bir balonun haberi var. İzmir’in kurtuluşuna tesadüf eden o güzel akşamda Fenerbahçe kendisine en çok yakışanı yapmış ve İzmir şerefine bu müthiş milli bayramı kutlamış. Aslında her 9 Eylül’de bunu tekrar etsek, ne güzel olur…

    Fenerbahçe Tarihi çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçelilerin Büyük Müsameresi

    Fenerbahçe Kulübü son kazandığı zaferlerden sonra 9 Eylül akşamı İzmir’in istirdadına müsadif olduğundan Fenerbahçe’deki (Belvü) bahçesinde muazzam bir tesid bayramı yapmıştır. Etrafta yüzlerce renkler ile patlayan, ziya saçan fişekler, mehtaplar arasında birkaç spor numarası da programına ithal edilmişti.

    Bahçe pek kalabalık olmakla beraber intizam çok gözetiliyordu. Programdaki numaralardan birincisi Sıtkı Bey tarafından yapılan boks idmanları oldu. Bilahare Hikmet Bey de arkadaşına refakat etti. Bundan sonra üç çift ciddi amatör boş maçı icra edildi. İlk olarak Ziya Bey ile Feyzi Bey arasında üç raundluk maç başladı. İkinci devrede Ziya Bey müsabakayı terk ettiğinden Feyzi Bey galip addedildi. Çevik harekatı, seri görüşleriyle Feyzi Bey’i takdir etmemek kabil değildir.

    İkinci maç Raşit Bey ile Kemal Bey arasında dört raund yapıldı. Bunda da tarafeyn pek ziyade gayret gösterdiğinden berabere neticelendi.

    Son maç Selami Efendi ile Aleksandr arasında dört raund olup bunda da Selami Bey hasmı kadr-i maharet gösterdiyse de müptediliği mağlubiyetine sebep oldu. Bu maçlarda muvaffakiyet gösteren idman evi boksörleri hazirun tarafından pek çok alkışlanmıştır.

    Bu programa Fenerbahçe kulübünden Feyzi ve Hayri Beylerin eskrim maçları da ilave edilmiştir. Bundan sonra İzmir şerefine Darüleytam talebesinin zeybek raksı, milli oyunlarımızdan laz, kürt, çerkes dansları yapılarak müsamereye nısf-ül-leylden sonra nihayet verildi.

  • Sonsuz Tahrifat

    Sonsuz Tahrifat

    Reddiye mahlaslı konuk yazarımız, “Türkiye Futbol Tarihi”ni konu alan kitaplarda yer alan bilinçli yanlışlara, karartmalara ve maddi hatalara dikkat çekmeye devam ediyor. Peşrevi fazla uzatmadan sözü kendisine bırakıyoruz. Bu sonsuz tahrifat çabası inanılır bir şey değil!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    (Fotoğraf Yazısı : 336-337 mevsimi Cuma Ligi futbol şampiyonu Fenerbahçe Kulübü)


    İkinci Fasıl

    Sayın Mehmet Yüce’nin enteresan bir tarzı var:

    Arşiv taramalarında gördüğü (?) haberleri kitaplarında yayınlarken, bunları sık sık kırpıyor.

    Hatırlayacaksınız; İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından yayınlanan “Esir Şehirde Spor” isimli kitap da bu furyadan nasibini almıştı.

    Söz konusu kitabın 205-206. sayfalarında; Spor Alemi dergisinin Mayıs 1921 tarihli nüshasındaki baş makalenin bir kısmını kırpmış ve orada yazılanları İstanbul Türk İdman Birliği lig heyetinin bildirisi gibi yansıtmıştı. Yani beyefendi bu metni “ligde şampiyon tayin edilmemesine karar verilen” resmî bir duyuru gibi göstermişti.

    Fakat bu doğru değildi.

    Aynı tahrifatın (yine aynı konuyla ilgili) dahası da var.

    “Peki bunun Fenerbahçe ile ne alakası var?” diyeceksiniz. İlk bakışta haklısınız.

    Fakat Sayın Mehmet Yüce’nin (kulüpçülük gayretiyle olacak) “Nasılsa kimse okumaz!” dediği Osmanlıca metinlerde Fenerbahçe’nin şampiyonluklarını sansürleyecek kadar ince (!) çalıştığını unutmayalım.

    Kendisine, muhtemelen artık iyice idrak ettiği, kötü bir haberimiz var :
    O metinleri biz de okuyoruz. Ve sorumluluğumuz bütün bir spor tarihi yazımına özen göstermek olduğu için gerçekleri aramaya devam edeceğiz.

    Neyse efendim… Buyurun, ikinci fasıla…

    Kırkyama

    Sayın Mehmet Yüce’nin kırkyama tarih anlayışıyla “resmî bildiri” diyerek okuru yanılttığı bölümden hemen önce şöyle bir kısım var:

    “Kulüplerden sonra birliklere bir göz atarsak görürüz ki; daha ilk devre-i müsabakasını bile ikmal etmeden içinden iki kulübün infisah ederek eksilmesi sebebiyle gayrı-tam bir şekil alan Pazar Ligi, futbol mevsimi bittiği halde hatta bu noksan şekliyle ancak ilk devre-i müsabakayı ikmal ederek devre-i diğere daha başlamadığı için, şampiyon tayinine artık imkan görememiş;…”

    Bundan sonra, yazarın “kendince” resmî duyuru dediği ama aslında yalnızca bir dergi baş yazısının parçası olan kısım geliyor. Tabii biz tarihe olan saygımızı hep ön planda tutarak, bunu da yayınlayacağız. Şöyle ki:

    “Cuma günleri müsabaka yapan Türk İdman Birliği’ne gelince bu birliğe mensup kulüpler arasında nizamname ve tatbikatı mesailinden tahaddüs eden ihtilafat yüzünden dört beş oyunun tekrarı gibi artık gayrikabili icra mecburiyetler karşısında bulunulduğu için orada da bu sene şampiyon tayin edilmemesine karar verilmiştir.”

    Aslında makale burada bitse, sayın Mehmet Yüce işi kotaracak ve “resmî bildiri” ısrarına devam edecek ama… Gelin görün ki öyle olmuyor. Spor Alemi yazarı, metni kaleme almaya devam ediyor.

    İmza Kimin?

    “Şu halde, yapılan bunca aleyhdarane propaganda ve kıyl ü kâllere rağmen dürüst, muntazam ve ciddi yegane birliğin hala İstanbul Futbol Birliği olduğuna bundan beliğ delil ister mi?..

    Mahaza ümid ederiz ki; bu ayrı ve esassız birlikler yerine, gelecek mevsim idman ittifakının muayyen ve muntazam müsabakaları kaim olarak  her memleketteki tabiilik bizim spor hayatına da nizam-bahş olur.”

    Sayın Mehmet Yüce’nin makalenin altında yer alan (Spor Alemi) imzasını görmemiş olması mümkün mü? Kim bilir? Ama her halükarda “Gördüyse, neden resmî bildiri diyor? Görmediyse resmî bildiri olduğunu nereden çıkarıyor?” gibi sorular akla geliyor.

    Daha Başka Sorular

    Sayın Mehmet Yüce’ye bundan önce de “Neden Fenerbahçe tarihine dair bilgileri sansürlediğini” sorduk ama yanıt alamadık. Olsun, biz hem kendisine, hem de kitaplarını yayınlayanlara suallerimizi yöneltmeyi sürdüreceğiz.

    Bu konu özelinde sorularımız ise şu şekilde:

    • Neden metnin bir kısmını İstanbul Türk İdman Birliği’nin resmî duyurusu olarak gösterdiniz de ondan hemen önceki bölümü bu şekilde belirtmediniz? Yazının bir kısmı duyuru da Pazar Birliği lig heyetine dair yazılan diğer kısmı haiku mu?
    • Makalenin belli bir paragrafının başlangıcını bu şekilde “ayıklarken”, sonuna da aynı işlemi uygulamışsınız. Neden?

    Daha doğrusu, iki soruyu tek potada eritecek olursak; Metinleri tahrif ederken ölçünüz tam olarak nedir?

    Aslında soruların yanıtı belli… Aynı paragrafın bir bölümü işine geldiği için resmî duyuru , diğer kısmı işine gelmediği için resmî duyuru değil. Afiyet olsun.

    Saygılarımla,
    Reddiye


    Okura Not : “Esir Şehirde Spor”un 192. sayfasında : “…İttihatspor, şampiyonluk yolundaki en büyük rakibi Rum Pera kulübünü 1-0 mağlup ederek 1920-21 sezonu İstanbul Pazar Ligi şampiyonu olmayı başardı” yazıyor. Buradaki bilgi yanlış. İtthatspor şampiyonluğunu, 8 Mayıs’ta oynadığı ve 2-2 biten Beşiktaş maçıyla ilan etmiştir. Hoş, sevgili okur; neresi doğru ki?

  • Reddiye

    Reddiye

    “Reddiye” mahlasını kullanan konuk yazarımız, bu sayfada “Türkiye Futbol Tarihi”ni konu alan kitaplarda yer alan bilinçli yanlışlara, karartmalara ve maddi hatalara dikkat çekecek.

    Uzun soluklu bir çalışma olacak gibi gözüküyor. Kendisine doğruları gün yüzüne çıkartma yolunda şimdiden sonsuz başarılar diliyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bildiri mi?

    Sayın Mehmet Yüce’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanan “Esir Şehirde Spor” isimli kitabında ciddi hatalar var. Bunlardan ilk ele alacağımız örnek, 1920-1921 sezonuna dair…

    Yazar, aşağıdaki metni yazarak, dönemin meşhur dergisi “Spor Âlemi”nin 1921 Mayıs tarihli nüshasına referans veriyor:

    Ancak oynanan maçlar üzerine kulüpler tarafından yapılan itirazlar fazlalaşınca işin içinden çıkamayan lig heyeti, Türk İdman Birliği Ligi’ni 1920-1921 sezonu için iptal ettiğini açıklayan bir bildiri yayınladı.

    Mehmet Yüce – Esir Şehirde Spor (syf. 205)

    Oysa (buradaki Spor Âlemi – Mayıs 1921 bağlantısından ulaşabileceğiniz) dergide ve beyefendinin alıntıladığı yazıda “Bend-i Mahsus” ibaresi ile “Spor Âlemi” imzası net olarak gözüküyor.

    Yani, o metin bir bildiri değil, yalnızca derginin baş makalesi…

    Haber mi?

    Yazar, dergideki baş makaleyi, “lig heyetinin bildirisi” olarak gösterdikten sadece bir sayfa sonra İkdam (*) gazetesinde başka bir habere rastladığını söylüyor ve bunun üzerine bir önceki bildiriyi (!) “haber” klasmasına geri transfer ederek şöyle diyor:

    Bu çelişkili haberlerin hangisinin doğru olduğunu bilmek pek mümkün görünmüyor? Türk İdman Birliği 1920-1921 sezonunda oynanan müsabakaların tamamına ulaşılamadığı için bu konuda bir yorum yapmak doğru olmaz.

    Mehmet Yüce – Esir Şehirde Spor (syf. 206)

    Cevapsız Kalan Sorular

    Arkadaşlarımız birkaç gün evvel “Neden?” başlıklı bir yazı kaleme almışlar ve sayın Mehmet Yüce’ye “Osmanlı Melekleri” isimli kitabında “üç sene İstanbul şampiyonluğunu ihraz eden Fenerbahçe” tabirini gazete metninden ne sebeple çıkarttığını sormuşlardı. Fakat cevap alamadılar…

    Şimdi ben de saygıdeğer yazara bir-iki başka soru yöneltmek istiyorum.

    1. Neden bir dergi makalesini kırparak, ona “resmî bildiri” diyorsunuz?
    2. Bu (aslında bildiri olmayan) metnin 1920-1921 Türk İdman Birliği Ligi’nin iptal kararı olduğunu neye dayanarak yazıyorsunuz?
    3. Dergideki baş makalenin önce “lig heyetinin bildirisi” olarak gösterdiğiniz “kırpılmış” bölümünü, hemen bir sonraki sayfada “haber” sınıfına alma ihtiyacını neden hissediyorsunuz?

    En önemlisi… Neden tarihi tahrif ediyorsunuz?

    Saygılarımla,
    Reddiye


    (*) İkdam gazetesinin ilgili nüshasına “buradan” ulaşmanız mümkün. Mehmet Bey, herhalde sehven olacak, kitapta iki yazmış ama bahse konu haber de gazetenin üçüncü sayfasında.

  • Türkiye’nin İlk Spor Birliği

    Türkiye’nin İlk Spor Birliği

    Yukarıdaki resim ve aşağıdaki transkripsiyon, 15 Ağustos 1338 (1922) tarihli Spor Alemi’nden… Dönemin meşhur mecmuası, Türkiye’nin ilk spor birliği olan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakının kurucu ekibini ve Türkiye tarihinin en büyük spor adamlarından biri olan Selim Sırrı Tarcan’ın mektubunu yayınlıyor.

    Cumhuriyetle beraber yeni statüsüne kavuşmasından yaklaşık bir sene önce bu habere konu olan T.İ.C.İ. ekibinde çok meşhur simalar var. Başkan mı kim? Tabii ki Galatasaray kurucusu Ali Sami Yen beyefendi!

    “1959 öncesini inkar, cumhuriyeti inkardır” demeye devam ediyoruz. Bununla birlikte, bahsi geçen şampiyonlukları görmezden gelmenin, aynı zamanda mirasçısı olduğumuz imparatorluğu ve devlet geleneğini reddetmek anlamına geldiği de çok açık!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türklerin İlk Spor İttifakı (Federasyon) Tesis Etti

    Federasyon hakkında muallim Selim Sırrı beyefendiden mecmuamızın sahibi Sait Tevfik beye gönderilen mektup:

    “Azizim Sait Bey / 8 Ağustos 922
    Sizin ve arkadaşlarınızın mütemadi gayretleriyle vücud bulan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’na kesret-i meşguliyetim hasebiyle fiilen arz-ı hizmet edemeyişime müteessifim. Evvelce arz ettiğim veçhile sporun herhangi bir şubesiyle iştigal eden kulüplerin birleşip gelişerek aralarında bir ittihat tesis etmesi pek hayırlıdır.
    İttifakın haricinde kalan futbol kulüplerinin size iltihakı şimdilik en muvafık bir hareket olur itikadındayım. Memlekette tenis, boks, güreş gibi sporlar da taammüm ettikçe ayrı ayrı kulüpler teşkili zaruridir. Bilahare onların da aralarında federe olduklarını görmek şayan-ı arzudur.
    Sizler gibi mütevazı, halûk ve samimi gençlerin mesaisini takdir eder ve icab ederse sizlere müzaheret etmeyi kendim için bir vazife bilirim.
    İhtiramat-ı faikamın kabulünü rica ederim.
    Selim Sırrı”

    Üstteki Resim; Federasyonumuza intihab olunan spor mütehassısları : Rana, Ahmet İhsan, Cevad Rüştü, Asaf Rüştü Bey’ler. Doktor Hikmet, İskender ve Ali Rıza Seyfi Beylerin resimleri elde edilemediğinden maatteessüf tab edilememiştir.

    Sağdaki Resim; Federasyonumuzun ilk reisi ve reis-i sanileri, sıra ile : Reis-i Sani Seyfi, Reis Ali Sami, Reis-i Sani Burhaneddin Bey’ler.

    Ortadaki Resim; Yeni teşkil eden federasyonumuza muaveneti vaat buyuran Beynelmilel Olimpiyat Cemiyeti Türkiye murahhası Selim Sırrı Beyefendi

    Soldaki Resim; Federasyonumuzun faal azaları : Katib-i Umumi Fethi, Muhasip Nuri, Müfettiş-i Umumi Nasuhi Bey’ler.

    Alttaki Resim; Federasyonumuzun yeni heyet-i idare azaları : Tayyip Servet, Server, Cemal Fars, Cevdet, Ziya, Hamdi, Orhan Bey’ler


    Not: Sitemizde yayınlanan bütün “1959 Öncesi Şampiyonluklar” konulu yazılara buradan ulaşabilirsiniz.

  • Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması

    Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması

    Bugün, Türkiye’de futbol teşkilatlanması üzerine yaptığım yayınların sonuncusu olarak; Türkiye’ye futbolun gelişi ve gelişmesini, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın (TİCİ) Osmanlı dönemindeki kuruluşu sırasında yaşanan hukuki tartışmaları ve bu teşkilatın yeni Türkiye ile ilk temasını konu edineceğim. Huzurlarınızda “Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması”

    Barış Kenaroğlu


    1890 : “Kuşdili Çayırında Futbol Oynandığı…”

    Türkiye’de futbol İzmir ve İstanbul’da 1870’lerden sonra oynanmaya başladı. Önemli bir liman kenti olan İzmir ve devletin başkenti İstanbul’da futbola yabancılar öncülük ettiler. Abdülhamit döneminde Türkler için sakıncalı olan bu spor, yabancılar içinse serbestti. Osmanlı arşivinde futbol ile ilgili en eski belge 1890 ile tarihlenmekte; içeriğinde ise “Kadıköy’ünde Moda’da oturan Mösyö Whittal ve oğullarının himayesinde Kuşdili Çayırı’nda futbol oynandığı” Zaptiye Nazırı tarafından Yıldız Sarayı’na bildirilmekteydi.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    İlk Spor Tarihçimiz Ethem Nejat

    Dönem üzerinde yaptığımız araştırmalarda, 4 Mart 1908 Tarihli Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde yer alan bir yazının altında imzasına rastladığımız Ethem Nejat’ı “İlk Türk Spor Tarihçisi” olarak kaydediyor ve futbolun kısa sürede gösterdiği gelişmeyi anlattığı detaylı yazısının bir kısmını sizlerle buluşturuyoruz. 

     “Memalik’i Şahanede (Osmanlı Ülkesinde) futbol oyununa ilk evvela Dersaadet (İstanbul) ve bahusus (özellikle) Moda’da sakin İngilizler başlamışlar ve Kadıköy, Beykoz çayırları futbol mevkileri olarak ortaya çıkmıştır. Birkaç sene sonra merak diğerlerine de sirayet etmiş, birinci teşkil eden kulüp Moda kulübü olup bilahare sırasıyla Kadıköy, Elpis, Pera, Robert Kolej, Strugglers, asoşiyeysın futbol kulüpleri vücud buldu (kuruldu) ve bir lig tarafından cümlesi idare edildi. Dersaadet Futbol Ligi her sene muntazam program dahilinde oyunlar tertib eder, bütün kulüpler eyyam-ı muayyenesinde (belirli günlerde) maçlar yaparlar, bundan başka Dersaadet kulüplerinin İzmir oyuncuları ile her sene müsabakaları olup bunlar ya Dersaadet’te veya İzmir’de yapılır ki bu münavebeye (dönüşümlü olarak) tabidir.”

    Ethem Nejat’ın sözünü ettiği kulüplerden Pera’nın Galatasaray olduğunu, Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinden önce basında bu kulübün başka isimlerle yer aldığını belirtelim. Fenerbahçe ise yeni kurulmuş bir takım olarak o yıl lige katılacak güçte değildi. 1907’in yaz başından, 1908’in ilkbaharına kadar geçen süre bir anlamda Fenerbahçe’nin futbola hazırlık günlerini temsil etmektedir. Daha önce yayınladığımız Fenerbahçe’nin Belgelenen İlk Maçları yazısında bu süre zarfında yapılan maçların detayına ulaşabilirsiniz.

    4 Mart 1908 tarihli Tercüman-ı Hakikat gazetesi

    Sürgündeki Kurucu James La Fontaine

    Ethem Nejat’ın bahsettiği İstanbul Futbol Ligi, Türkiye’de futbolun ilk organize yapısı olma özelliğini taşır. Union Club’ın başındaki James La Fontaine’in idaresinde oynanan bu ligi; İstanbul Futbol Kulüpleri Ligi, Cuma Ligi, Pazar Ligi gibi ligler izlemiştir. Bu noktada James La Fontaine’e bir parantez açmak istiyoruz. Türkiye’de Futbolun kurucusu olan J.L.Fontaine, İngiliz bir tüccar aileye mensuptu. Aile dedesi zamanında İzmir’e yerleşmiş ve kendisi de İzmir’de doğmuştu. İzmir’de spor kulüplerinin kuruluşuna ön ayak olduktan sonra 1899’da İstanbul’a gelmiş ve yerleştiği Moda’da Türk futbolunun temelini atmıştı. Ancak J.L.Fontaine’in kaderi de Osmanlı’nın peşi sıra savaşlara girmesi ve  İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesi ile değişti. Futbolu yönetenlerin başında gelen J.L.Fontaine, 1900-1913 yılları arasında İttihat ve Terakki’nin futbolu, genel olarak sporu, paramiliter bir yapılanma aracı olarak görmeye başlaması ile sahneden çekildi. Şurası kesindir ki, La Fontaine, 1910 yılına kadar İstanbul futbolunu idare eden kişiydi.

    J.L.Fontaine, bazı kaynaklara göre (Asr-ı Fener) Dünya Savaşı başlayınca vatandaşı olduğu İngiltere tarafında savaşa katılmış ve tıpkı ailesinin başka üyeleri gibi casuslukla suçlanmıştı. J.L.Fontaine, yukarıdaki kaynağın verdiği bilgiyi doğrularcasına ilk kez 1915’te tutuklandı. Malta’da sürgünde olan İttihat ve Terakki’nin önemli isimlerinden Eyüp Sabri Bey’in serbest bırakılması karşılığında serbest bırakıldı. İkinci tutuklanması ise 1917 yılında gerçekleşti.  Bugün Kırşehir sınırlarında olan Mucur’a sürgün edilerek yaklaşık bir yıl burada kaldı. O tarihten sonra ise aşağıda yer alan Osmanlı Arşivi belgesinden anladığımız üzere İzmir’e nakledildi. 1932 Yılındaki ölümüne kadar da orada yaşadı.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    “Mucur’a gönderilen İngiltere Vatandaşı Mösyö La Fontaine daha sonra İzmir’e nakil edilmiştir.”


    Futbol Kurumsallaşıyor

    Futbol 1800’lü yılların sonunda İngiltere’nin Türkiye’ye en büyük ihraç ürünü olarak değerlendirilebilir. İngiltere bir anlamda, İzmir ve İstanbul’da yaşayan yabancıların futbola başlattığı ilgiyi, İstanbul’a gönderdiği kraliyet gemilerinin mürettebatının kurduğu takımların İstanbul Ligi’nde boy göstermesinin ardından sürekli hale getirmek istemiştir. Bu süreklilik; Tanzimat-Meşrutiyet yıllarında Osmanlı toplumunda başlayan Batıcı fikirlerin de etkisiyle, Türk takımlarının yeşil sahalarda boy göstermesine neden olmuştur. Türkler, o dönem “Association/Asosişeysın” diye isimlendirilen modern futbol oyununu (Yazının başında yer verdiğimiz İlk Spor Tarihçimiz Ethem Nejat’ın modern futbol kurallarını anlattığı yazısını önümüzdeki günlerde yayınlayacağız) gemilerin İngiliz mürettebatından öğrendikleri gibi; Türk futbol adamları, “Futbol Yönetimi” üzerine ilk deneyimlerini de İngilizlerin idaresindeki lig yönetimlerine katılarak kazanmışlardır.

    Türk futbolunun kurumsallaşmasının ilk adımı Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinin ardından çıkan 1909 yılında çıkan Cemiyetler Kanunu’dur. Cemiyetler kanunu uyarınca spor kulüpleri 1910-1913 yılları arasında kendilerini devlete tescil ettirmişler, dolayısıyla tüzük sahibi birer dernek olarak belirli kurallar çerçevesince yönetilmeye başlamışlardı. Kulüplerin bu yapıya kavuşması spor müsabakalarının da belirli kurallar altında yapılması gerekliliğini doğurmuştur. Her ne kadar 1904’ten itibaren İstanbul’daki futbol ligleri nizamnamelere sahip olsalar da; bu nizamnamelerde kulüplerin katılımı ve yönetimde söz sahibi olmaları gibi konularda yetersizlikler mevcuttu ve dolayısıyla zaman zaman eşitsiz uygulamalar ortaya çıkmaktaydı. Aslında bu durum futbolun kurumsallaşmasına giden süreci hızlandırdı. Keza yukarıda sözünü ettiğimiz İstanbul, İstanbul Futbol Kulüpleri, Cuma, Pazar Ligleri, kulüplerin aralarındaki anlaşmazlıklardan dolayı oluşturulmuş liglerdi. İstanbul’un futbol kulüpleri, kendi aralarında ve lig yönetimleriyle dönem dönem yaşadıkları anlaşmazlıklar sonucunda, yeni organizasyonlar kurmuşlar; bu da futbolda yönetsel bölünmeye ve göreceli bir karışıklığa neden olmuştu.

    Osmanlı’nın politik olarak İngiltere ile karşı saflarda yer alması, dolayısıyla futbol yönetiminde söz sahibi olan başta James La Fontaine gibi kişilerin çeşitli yollarla İstanbul’dan uzaklaşması da Türk futbolunun kurumsallaşmasını hızlandırmıştır. Bu dönemde ülkeyi yöneten İttihat ve Terakki’nin savaş yıllarında başta Altınordu ve Fenerbahçe olmak üzere spor kulüplerine yakın ilgisi de futbolda kurumsallaşmayı hızlandıran bir diğer etkendir.

    Türk kulüplerinin yöneticileri, sözü edilen şartlar altında, futbolun giderek artan öneminin, kurumsallaşmayı gerektirdiğinin farkına varmışlardır. İstanbul’un işgal altındayken işgal kuvvetlerinin takımları ile yapılan maçlar da halkın uzun zamandır bu spora artan ilgisini iyiden iyiye ortaya koymuştu. Artık bir olgu haline gelen futbol, diğer spor dalları ile beraber, teşkilatlanmalıydı.

    Fenerbahçe’nin İlk Galatasaray Galibiyeti… Maçın Hakemi James La Fontaine!

    Geçici Heyet

    Türk kulüplerinin yöneticileri işgal yıllarında futbolu kurumsallaştırmak için en büyük adımı “İdman İttihadı Heyet-i Muvakkatesi”ni kurarak attılar. Bu oluşum, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın (TİCİ) öncülü durumundaydı. Ali Sami Bey, Nasuhi Baydar, Burhaneddin Bey gibi isimlerin yer aldığı heyet, adı üzerinde geçici bir yapıya sahipti. Heyet, Yusuf Ziya Bey’in (Öniş) İsviçre’den getirdiği spor yönetmeliğini temel alarak bir tüzük hazırlamıştı. Futbolun Batılı düşünce tarzı ile olan kuvvetli bağı bir kez daha kendini göstermişti.  1920 ve 1921 Yıllarında görev yapan geçici heyet, 1922’nin ilk günlerinde Dahiliye Nezareti’ne başvurarak resmen bir cemiyet olmak isteğini bildirdi. Kaynaklarda Mayıs 1922’de TİCİ’nin resmen kurulduğu yazıyor olsa da, arada geçen 5 aylık süreçte neler olduğuna dair bugüne kadar bilgimiz yoktu. Devlet Arşivlerinde karşımıza çıkan belgeden, TİCİ için bu sürecin zorlu geçtiği, cemiyetin kuruluş tartışmalarının devletin üst yargı kurumu olan, dönemin Danıştay’ı, Şura-yı Devlet’te tartışıldığı ortaya çıktı.


    T.İ.C.İ. Osmanlı Danıştay’ının Gündeminde

    Belgede, “Altınordu İdman Yurdu, Anadolu İdman Kulübü, İdman Yurdu, Beylerbeyi Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Türk Gücü, Darülşafaka Mezunin Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Süleymaniye Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Galatasaray Terbiye-i Bedeniyye Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü, Kumkapı Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Nişantaşı Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Vefa İdman Yurdu, Hilal Spor Kulübü, namlarındaki cemiyetlerin ittihat ve iştirakiyle (birleşerek katılımı ile) “Türkiye İdman Cemiyetleri ittifakı” ünvanıyla bir cemiyet teşkil olduğuna bahisle, müsaade-i resmiyenin itası (resmi iznin verilmesi) cemiyet-i mezkure tarafından istida olunmuş (sözü edilen cemiyet tarafından talep edilmiş)” deniliyor ve bunun Mülkiye ve Maarif Komisyonları’nda tartışıldığı söyleniyordu. Komisyonlar, 1909 tarihli yürürlükte olan Cemiyetler Kanunu’na göre; cemiyetlerin yalnızca özel kişiler tarafından kurulabileceğini öngördüğünden, tüzel kişilik olan derneklerin birleşip bir dernek kurmasına izin verilemeyeceği yönünde görüş bildirmişlerdi. Konu, Şura-yı Devlet Genel Kurulu’na geldi. Genel kurul, Cemiyetler Kanunu’nun özel kişilere atıf yaptığını ısrarla tekrarladı. “Cemiyetler azasının yirmi yaşından gün alması ve bir cinayetle mahkum veya hukuk-ı medeniyeden mahrum bulunmaması şarttır” hükmünü dernek kurmak isteyen bir derneğe uyarlamanın imkansızlığını söylerken, yabancı ülkelerin ve özellikle Fransa’nın Cemiyetler Kanunu’nda derneklerin birleşip dernek kurabildiğine dair bir hükmün olduğunu da şerh koydu. Bu kararlar ile Dahiliye Nezareti’ne geri gönderilen TİCİ’nin kuruluş talebi, tam 5 ay sonra kabul edildi. Cumhuriyet’in ilanından önce kurulan bu teşkilat, yeni rejimin gereklerini yerine getirerek sporun birçok dalında örgütlenmesini sağlamakla birlikte, ilerleyen yıllarda Türkiye’nin uluslararası spor teşkilatlarına kabul edilmesine de önemli ölçüde etki etti.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    İlk Temas

    TİCİ’nin sancılı geçen kuruluş süreci, Anadolu’da devam eden Kurtuluş Savaşı’nın son günlerine rastlamaktadır. Savaşın 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanması ile imzalanan Mudanya Mütarekesi’nden sonra 19 Ekim 1922’de İstanbul’a gelen Refet Paşa (Bele); TİCİ Heyeti’nin, yakın gelecekte kurulacak yeni devleti temsilen, ilk temas ettiği kişi oldu. Refet Paşa, 1 Kasım’da Saltanatın kaldırılacağının öngörülmesi üzerine İstanbul’a gönderilmiş ve bir anlamda İstanbul’u teslim alma görevini yerine getirmişti. Detaylarını Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti adlı yazımızda okuyabileceğiniz bu ziyaret, TİCİ heyeti için bir fırsata dönüştü. Spor kulübü yöneticileri hem işgalin yakında sona erecek olmasından dolayı sevinçli, hem de yeni oluşturdukları kurumsal yapının yeni düzende olması gerektiği gibi yer almasını sağlama konusunda umutluydular.  TİCİ Heyeti bu motivasyonla Refet Paşa’yı karşılayanlar arasında yer aldı. Bu karşılamadan iki gün sonra da 21 Ekim 1922’de kendisine “hoş geldiniz” ziyaretinde bulundular. Başkanı Galatasaray’dan Ali Sami Bey olan, üyeleri arasında Fenerbahçe’den Hasan Kamil Bey (Sporel)’in de bulunduğu TİCİ heyetinin, Refet Paşa ile bu  ilk görüşmesinin detaylarını Spor Alemi Dergisi’nden öğreniyoruz. Refet Paşa’nın heyete hitaben “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu” belirtmesi, işgal yıllarında işgal kuvvetlerine karşı birçok spor dalında verilen mücadelenin önemini ortaya koymuştur. Refet Paşa’nın“İşgal yıllarında yabancılarla yapılan spor müsabakaları, milli mücadelenin esaslarını ortaya koymuş ve büyük zorluklarla yapılan bu mücadeleler sonrasında alınan galibiyetler, işgal altındaki İstanbul’da milli coşkunun özlemini çeken insanlara bir sevinç kaynağı olmuştur” ifadesi ile pekiştirdiği bu önem, TİCİ’nin yeni devlet düzeninde kabul göreceğine dair ilk ipucu olarak değerlendirilebilir. Bunun üzerine Heyet Başkanı Ali Sami Bey’in verdiği karşılık ise, sporun gelişmesi için destek istemek olmuştur:

    “Fakat bu teşkilatı takdir etmek kafi değildir (yeterli değildir) tatbikinde de (uygulamada da) istical (acele) etmeliyiz. Onun için mücadele-i milliyenin idmancılar saflarında açtığı şerefli boşluklara rağmen en büyük harbimiz esnasında bu işin esasatını vaz ettik (esaslarını ortaya koyduk) ve bütün mahrumiyetlere (eksikliklere) rağmen teşkil ettiğimiz (oluşturduğumuz) takımlarla İstanbul’da ecanibin (yabancıların) en kuvvetli idmancılarını mağlup ederek milli coşkunluğun mütehassiri olan (özlemini çeken) ahalimize (halkımıza) bazı sürur (sevinç) dakikaları geçirebildik”

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti
    İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinden.

    Süreklilik

    Osmanlı’da Futbol konusu, tarihin sürekliliği için verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Futbol, bu topraklarda siyasal ve sosyal gelişimlere dayalı bir olgu olarak, yukarıda yaptığımız değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere, Cumhuriyet öncesinde ortaya çıkmıştır. İngiltere’nin emperyal hedefleri için bir araç olarak kullandığı futbol oyunu, Osmanlı Türkleri tarafından hemen benimsenmiştir. Batı kültürünün bir ürünü olan bu oyunu geliştirmek, geliştirdikten sonra kurumsallaştırmak için yine Batı’nın uygulamaları örnek alınmıştır. Bu anlamda futbol oyunu, Osmanlı Modernleşmesi’nin bir ürünüdür. 1908 Jön Türk Devrimi’nin bu ürünü sahiplenmesi, bu yargıya dayanak olarak gösterilebilir. Anadolu’da verilen Kurtuluş Savaşı esnasında İstanbul’da işgal kuvvetleri askerlerinin oluşturduğu takımlarla maçlar yapan kulüpler, yeni devlet tarafından da kabul edilmiştir. Savaşın muzaffer komutanlarına göre işgal altında verilen sportif mücadeleler, Milli Mücadele’nin bir parçası olarak görülmüştür. Spor kulüplerinin kurumsallaşarak, üst bir teşkilat olan TİCİ’yi kurmaları ise, Cumhuriyet Devrimi’nin amaçları ile bire bir örtüşmektedir. Tanzimat’tan sonra modernleşmeye başlayan meşruti monarşik kurumların sonuncusu TİCİ’dir. Bu özelliği, TİCİ’nin, Cumhuriyet yönetimi tarafından sahiplenilmesini/himaye edilmesini sağlamıştır. 

    Barış Kenaroğlu

  • Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti

    Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti

    Anadolu’dan doğan kurtuluş mücadelesinin 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanmasından sonra imzalanan Mütareke gereğince Refet Paşa 19 Ekim 1922’de Mudanya’dan İstanbul’a geldi. Başkent, 16 Mart 1920 tarihinden beri işgal altındaydı. Ancak kazanılan zaferin ardından Türk’ün İstanbul’da ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. Bu ayak seslerini Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adına temsil eden Refet Paşa, İstanbul’da çok önemli temaslarda bulundu. O önemli temaslardan biri de 3 Kasım 1922 tarihinde futbol takımının maçını izledikten sonra Fenerbahçe Kulübü’nü ziyareti idi. Bu yazımda Fenerbahçe Tarihi’nde ilk kez yayınlanan iki belge ve Spor Âlemi Dergisi’nin ziyaret gününe ait izlenimlerine yer vereceğim.


    Mudanya’dan İstanbul’a

    Refet Paşa, İstanbul’da coşku ile karşılandı. Anadolu’da Kurtuluş Savaşı veren milletin İstanbul’daki mensupları işgal altında geçirdikleri yılların yakında sona ereceğinin sevinci içerisindeydiler. Toplumun her kesiminde yaşanan bu sevinci paylaşanlar arasında şüphesiz spor kulüplerinin yöneticileri de vardı. Temmuz ayında bir araya gelerek kurdukları ülkenin ilk spor örgütü olan “Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı” (TİCİ) olarak Refet Paşa’yı karşılamakla kalmamış, gelişinden 2 gün sonra, 21 Ekim 1922’de kendisine “hoş geldiniz” ziyaretinde bulunmuşlardı. Başkanı Galatasaray’dan Ali Sami Bey (Yen) olan, üyeleri arasında Fenerbahçe’den Hasan Kamil Bey (Sporel)’in de bulunduğu TİCİ heyetinin, Refet Paşa ile bu  ilk görüşmesinin detaylarını Spor Alemi Dergisi’nden öğreniyoruz.

    Refet Paşa’nın heyete hitaben “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu” belirtmesi, işgal yıllarında işgal kuvvetlerine karşı bir çok spor dalında verilen mücadelenin önemini ortaya koyuyor. Bu konuya yazımızın sonunda tekrar değineceğiz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Hazretleri Sporcularımız Arasında

    Refet Paşa Hazretleri Cumartesi günü Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Heyeti ile Spor Alemi Mecmuası Müdürünü kabul buyurmuşlardır.

    21 Ekim Cumartesi günü öğleden sonra Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Reisi Ali Sami Bey’in başkanlığında bir heyet Refet Paşa Hazretlerini ziyaret ederek kendisine İstanbul’daki idmancılar adına hoş geldiniz dileklerini iletmişlerdir.

    Heyet; Ali Sami, Burhaneddin, Fethi, Nuri, Hikmet, Hasan Kamil, Saib, Hamdi Beyler ile fahri üyelerden Abidin Daver ve Spor Alemi dergisi adına Sait Beylerden oluşuyordu.

    Refet Paşa’nın İdmancılarımıza Hitabesi:

    Refet Paşa, dergimiz için resimlerinin çekilmesine izin verdikten sonra, fevkalade bir samimiyet ile kabul ettiği heyet üyelerinin ayrı ayrı ellerini sıkarak kısa bir konuşma yapmışlardır:

    “Milletlerin yalnız dimağları değil bedenlerini de terbiye ve takviye etmek zorunda olduklarını, çünkü sağlam bir dimağın sağlam bir bedende bulunduğu gerçeğinin bütün milletlerce bilindiğini ve İstanbul’daki Türk gençlerinin idmancılık alemindeki başarılarını işiterek daima memnuniyet hissettiğini, yalnız vatanı kurtarmayı amaçlayan milli mücadelenin emrettiği görevleri yerine getirirken idmancılarımızın çalışmalarını yakından takip edemediği için çok üzgün olduğunu” belirtmiş ve “Gençlik her sahada olduğu gibi idmancılık sahasında da çalışmalı, yükselmelidir. Çalışmalarınızı takdir ve tebrik, bütün İstanbul idmancılarına selam ve teşekkür ederim. Sizlerin ellerini sıktığım zaman gelecekten çokça ümitli oluyor ve haklı bir gurur hissediyorum” demiştir.

    Refet Paşa, heyete hitaben İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu söyledikten sonra “Fikri teşebbüsü kaybetmiş milletler en büyük felaketlere ve izmihlale uğramaya mahkumdurlar. Teşebbüslerinize ve bana karşı gösterdiğiniz muhabbete teşekkür ederim. İdmancı arkadaşlarınızın her birini ayrı ayrı öpüp takdir edemediğim için çok üzgünüm. Bütün sporcu arkadaşlarınızı benim adıma selamlar ve benim tarafımdan hepsini ayrı ayrı öpersiniz” demiştir.

    26 Ekim 1922 – Spor Âlemi Dergisi
    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    “Gençler! Saltanat Sizindir!”

    Refet Paşa’nın 26 Ekim’de TİCİ Heyeti ile yaptığı görüşmeden sonra Türk Devrim Tarihi’nin en önemli olaylarından biri gerçekleşti. 1 Kasım 1922’de TBMM, Osmanlı Saltanatını kaldıran kararı kabul etti. Refet Paşa’nın, TBMM’nin bu kararını ertesi gün Dolmabahçe Sarayı’na giderek Padişah Vahdettin’e iletmesiyle Türk vatanının hakimiyeti resmen Türk Milletine geçmiş oluyordu.

    Refet Paşa bu önemli görevi yerine getirdikten sonraki ilk ziyaretini Fenerbahçe Kulübü’ne yaptı. 3 Kasım 1922’de gerçekleşen bu ziyaretin detaylarını 9 Kasım 1922 tarihli Spor Alemi Dergisi’nde bulduk. Refet Paşa’nın “Gençler! Saltanat sizindir” diyerek bitirdiği konuşmanın en can alıcı cümlesinin “Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür” olduğuna inanıyoruz.

    Fenerbahçe’nin İlk Başkanı Refet Paşa ile Beraber

    Refet Paşa’nın bugünün Fenerbahçe, o günün İttihat Spor Stadı’nda yaptığı konuşma esnasında çekilmiş fotoğrafı ilk kez “bu detay eşliğinde” yayınlanıyor. Zira fotoğrafın Fenerbahçe Tarihi için en önemli noktası,  kuruculardan biri olan Nurizade Ziya Bey’in de fotoğrafta yer alması… Kendisinin bugüne dek yayınlanmış fotoğraflarının sayısının azlığı düşünüldüğünde, belgenin tarihimizdeki önemi bir kat daha artmış oluyor. Bu vesileyle Suna ve İnan Kıraç Vakfı arşivinden çıkan bu değerli fotoğrafı bizlerle paylaşan İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ne, çalışanlarına ve özellikle Furkan Sevim Beyefendi’ye şükranlarımızı sunuyoruz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Hazretleri Kadıköy İttihat Kulübü’nde

    3 Kasım Cuma günü bütün idmancılar için bir bayram günüydü. Daha sabahtan yüzlerce genç vapurlarla Kadıköy İskelesine akmaya başladı. Müsabakaların yapılacağı İttihat Kulübü rengarenk bayraklar ile donanmış ve sahanın bir tarafından kapıya kadar halılar döşenmişti. Binanın içi de aynı güzellikte döşenmişti. Kuşdilindeki Fenerbahçe Kulübü ise beyaz-kırmızı, sarı-lacivert bukleler ile süslenmişti. Refet Paşa Moda yoluyla Fenerbahçe’ye ve oradan da Altınordu Kulübü’ne gidecekti. Bunun için saat 1’de Fenerbahçe gençleri Moda’ya doğru akına başladılar. Fakat bütün bu hazırlıkları Refet Paşa’nın kıraat olunan mevlitde hazır bulunması erteletmişti. Kadıköy İskelesine Nil İstimbotu ile geldiği sırada Kızılay ve İdmancı heyetleri arasında karadan Fenerbahçe’ye getirildi. Fakat zamanın az olmasından dolayı ziyaretin yapılacak müsabakalardan sonra yapılmasına karar verilerek İttihat Kulübü sahasına geçildi.

    Kulübün kapısı adeta insan kitlesinden örülmüştü. Nihayet kahraman askerlerimiz dar bir yol açabildilerse de safların arasından sızan kalabalık ile yollar yine bozuldu. Kapıdan göründüğü sırada kulübün her tarafından “yaşa” “var ol” ve alkış sesleri yükseldi. Bu alkış bütün idmancıların kalbinden gelen samimi bir sesti. Refet Paşa, karşılıklı olarak sıra olmuş Altınordu – Fenerbahçe gençleri arasından binaya giriş yaptı. Her iki takım paşanın geçişi sırasında üç defa “çok yaşa” diye bağırarak istikbal eylediler. Balkonda hususi hazırlanmış yere oturduğunda sahaya toplanan binlerce idmancılar paşaya bakmakla meşguldüler. Paşa Hazretleri alkışlar arasında ayağa kalkarak bir konuşma yaptılar.

    “Gençler! Burada, Türk Milletinin, kuvvetli Türk Milletinin en sağlam gençlerini selamlamakla bahtiyarım. Bugün sizin aranızda kuvvetli Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür. Fakat bu iş efendiler, düne kadar tam değildi. Büyük Millet Meclisi dün verdiği kararla bu muazzam işi tamamladı. Bu sabah gazeteleri eline alanlar öğrendiler ki Türkiye’de ancak bir saltanat vardır. Ve o saltanat da sizindir. O saltanat milletindir. Vay ona dokunmak isteyen baykuşlara, yarasalara, gece kuşlarına! Vay ona dokunmak isteyecek şaha, padişaha, vezire, paşaya! Bu padişahlık ey ulu milletim, yalnız ve yalnız size aittir. Ve gençler! Saltanat sizindir.”

    9 Kasım 1922 – Spor Alemi Dergisi
    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Fenerbahçe Kulübü’nde

    Paşa’nın Saltanatın kardırılmasının verdiği coşkuyla yaptığı bu konuşmanın ardından Fenerbahçe – Altınordu futbol takımları arasında bir maç oynandı. Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre 0-0 biten maçın ardından. Refet Paşa, 1932 yangınında yok olan Kuşdili binamızı ziyaret etti. Paşa’nın Fenerbahçe Kulüp merkezinde yaşadıklarını, kulübün o dönem bir orkestrası olduğu gibi detaylarla beraber Spor Âlemi Dergisi’nden öğreniyoruz.

    Konuşmanın ardından Fenerbahçe – Altınordu müsabakası başladı. Ve Paşa Hazretleri bu heyecanlı müsabakayı merakla takip buyurdular. Maç sonunda verilen çay ziyafetinden sonra Paşa Hazretleri binlerce halk arasında Fenerbahçe Kulübü’ne geliyordu. Meraklı kalabalık ve kulüp üyeleri bahçeden kapıya kadar iki sıra dizilmişlerdi. Paşa büyük tezahürat arasında binaya ayak bastığı sırada kulüp orkestrası tarafından istiklal marşı çalınmaya başlanmıştı. Marşın beraberce söylenmesinden sonra eskrim yapıldı ve paşaya kulüp gezdirilerek üst kata çay içmeye çıkıldı. Burada kulübün idare heyeti ve idmancıları ayrı ayrı paşaya taksim edildiler. Nihayet tekrar salona geçildi. Orkestra burada bazı parçalar çaldıktan sonra üyelerin “yaşa”ları arasında Paşa, kulüpten ayrıldı.

    9 Kasım 1922 – Spor Alemi Dergisi

    Refet Paşa’dan “En Büyük Günü Beraber Geçirdiği” Fenerbahçe’ye

    Bu çalışmada Fenerbahçe Tarihi’ne kazandırdığımız bir diğer belge de Refet Paşa’nın, kulübü ziyareti sırasında kendisine sunulan Kulüp Hatıra Defteri’ne yazdıkları. Refet Paşa İlk kez transkripte edilen satırlarında şunları demekteydi:

    “En büyük günü beraber geçirdiğim Fenerbahçe’ye… 3 Kasım 1922 Refet Paşa”


    Ali Sami Yen’in Anısına Saygıyla

    Refet Paşa’nın İstanbul’a gelişinden iki gün sonra kendisi ile görüşen TİCİ Heyetinin Başkanı, Galatasaray’ın kurucusu, Ali Sami Bey’in hatırasını saygıyla anmak istedik. Ali Sami Bey’in, Spor Alemi Dergisi’nde yer verilen ifadelerini içeren metin, şüphesiz erken dönem futbol araştırmaları yapan tarih meraklıları için önemli bir kaynak niteliğindedir. Bu önemli metnin hem transkripte edilmiş halini hem de orijinalini yayınlamadaki amacımız, yazarını saygıyla anmanın yanı sıra, tarihi istedikleri tarafa eğip bükme işinde mazhar olanlara da bir ders vermektir.

    “Fakat bu teşkilatı takdir etmek kafi değildir (yeterli değildir)  tatbikinde de (uygulamada da) istical (acele) etmeliyiz. Onun için mücadele-i milliyenin idmancılar saflarında açtığı şerefli boşluklara rağmen en büyük harbimiz esnasında bu işin esasatını vaz ettik (esaslarını ortaya koyduk) ve bütün mahrumiyetlere (eksikliklere) rağmen teşkil ettiğimiz (oluşturduğumuz) takımlarla İstanbul’da ecanibin (yabancıların) en kuvvetli idmancılarını mağlup ederek milli coşkunluğun mütehassiri olan (özlemini çeken) ahalimize (halkımıza) bazı sürur (sevinç) dakikaları geçirebildik”

    Ali Sami Bey, Refet Paşa’ya yaptığı konuşmada şöyle diyor:

    “İşgal yıllarında yabancılarla yapılan spor müsabakaları,  milli mücadelenin esaslarını ortaya koymuş ve büyük zorluklarla yapılan bu mücadeleler sonrasında alınan galibiyetler, işgal altındaki İstanbul’da milli coşkunun özlemini çeken insanlara bir sevinç kaynağı olmuştur”

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa’nın (Ali Sami Bey’in kendisine yaptığı açıklamadan bir hafta sonra o günün İttihat Spor, günümüzün Fenerbahçe Stadı’nda) sporcularla buluştuğu gün yaptığı konuşmada yer alan  “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnunum” ve “Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür” ifadeleri şüphesiz Ali Sami Bey’in sözlerini daha da anlamlı kılıyor. Kendisini tekrar saygıyla anarken; verdiğimiz tarih dersini pekiştirecek birkaç soruyla yazımızı sonlandırıyoruz.

    Sorular

    Soru 1 – “Fenerbahçe yabancılarla maç yaparak onların işgal ettikleri ülkedeki varlıklarını meşrulaştırmalarına yardım etti” yargısı hangi tarihi kaynaklara dayanmaktadır? Dönemin spor örgütünün lideri ile ülkeyi kurtaran iradenin temsilcisinin ifadeleri yukarıda görüleceği üzere gayet açık iken lütfen tarihi kanıtlarınızı yayınlayınız. Yok eğer bu yargı size ait ise,  yapılan maçların skorunu bile bilmeden yaptığınız yayınlarınız da ortadayken bu yargınıza nasıl güveneceğiz?

    Soru  2 – Tez statüsünde olan Akademik bir çalışmaya danışman olan ya da onay veren öğretim görevlilerinin altına imza attıkları metnin içerisindeki bariz hataları (maç skoru gibi) görmemeleri çalışmanın konusuna ilişkin bilgisizliklerinden mi yoksa dikkatsizliklerinden mi kaynaklanmaktadır?

    Soru 3 – Bir kurumun tarihi, bir araştırmacıya yazdırılırken, o araştırmacının o kurumun tarihi hakkındaki görüşleri dikkate alınmalı mıdır? Mesela “Fenerbahçe yabancılarla maç yaparak onların işgal ettikleri ülkedeki varlıklarını meşrulaştırmalarına yardım etti” yargısına sahip bir araştırmacıya Fenerbahçe Tarihi yazdırılabilir mi?

    Soru 4 – İstanbul’un işgal yıllarında  yabancılarla yapılan maçların istatistiklerinin yer aldığı tabloda “Fenerbahçe” ve Galatasaray” isimlerini yer değiştirdiğini varsayalım. Ali Sami Bey yukarıda yer alan konuşmasından farklı bir konuşma yapar mıydı?

    Soru 5 – Fotoğraf üzerinden tarihçilik yaparken daha doğrusu yapmaya çalışılırken, fotoğrafın yer aldığı sayfaların devamında neler yazdığının günün birinde ortaya çıkacak olması akıllara gelmemekte midir? 

    Soru 6 – Refet Paşa, Saltanatın kaldırıldığını Padişaha bildirmesinin ertesi günü, onun tabiriyle “EN BÜYÜK GÜNÜ” beraber geçirdiği Fenerbahçe Kulübü’nün fahri başkanının kim olduğunu bilmeyecek bilgi düzeyinde bir komutan mıdır? Eğer öyleyse onu bu göreve atayan Mustafa Kemal Paşa’nın bilgi düzeyi hakkında neler düşünülmektedir?