Etiket: Şükrü Naili Gökberk

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VIII

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VIII

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VIII”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    NE UCUZ, NE UCUZ! [1]

    Dünkü gazetelerin birinde “İzmir”den gelmiş bir haber vardı. Bu havadisi kısmen alıyorum: “İzmir’in banyo ihtiyacatı artık izale edilmiş demektir. Hilaliahmer Çeşme’de 14.000 lira sarfıyla İstanbul’da olduğu gibi gayet asri ve muntazam bir banyo yeri yapmaya muvaffak oldu.

    İzmir bir banyoya, hatta İstanbul’dakinden daha iyi bir banyoya kavuşmuştur. Fakat İzmir’den banyoya azimet avdet otomobil 40 lira, orada bir gecelik otel 5 lira, yemek içmek mesarifi de en aşağı 10 lira, mayo ve saire kirasından başka kamaranın bir saati bir lira… Velhasıl 100 lirayı cebe koymadan buraya gidilmeyeceği apaşikar… Bu hale nazaran banyonun yalnız zenginler ve Çeşme için açıldığına kaniyim.”

    Bu satırları okuduktan sonra, evvela, İstanbul’un gayet asri ve muntazam banyo yerinin nerede olduğunu düşündüm, düşündüm, bir türlü bulamadım. Anlaşılan bu haberi yazan arkadaş ya İstanbul’u yahut da asri deniz banyolarını görmemiş!

    İstanbul’un deniz banyoları asri değil kurunu vustaidir.

    Çeşme’deki banyolara gelince, geçenlerde İzmir’de bulunduğumuz askeri otelin sahibi aynı zamanda Çeşme’nin en güzel otelini de idare ediyordu. Bana Çeşme’ye gitmemi tavsiye etti. Otomobilden başka nakil vasıtası yoktu. Otomobiller ise 45-50 lira istiyorlardı. Onun içindir ki Çeşme’ye ancak otomobil sahipleri veya Tayyare piyangosunun büyük ikramiyesi çıkanlar gidebilirdi; tabii ben gidemedim.

    Baksanıza bir banyo, 100 liraya patlıyormuş! Adeta bazı Amerikalı delişmen milyarderlerin yaptıkları şampanya banyoları kadar ucuz!

    İzmir’in gayretli valisi, Çeşme’ye vapur işletmek imkânını bulamadıkça bu asri banyolara ancak milyonerler gidebilir; hem de her milyoner değil, hovarda milyonerler!

    SON MAÇIN TENKİTLERİNE DAİR [2]

    Galatasaray-EnnadiilEhli müsabakasının hakemi Burhanettin Bey bazı tenkidata maruz kalmıştı. Bunun üzerine evvelki gün bir yazı yazmış, bu yazısından kendini müdafaa için biraz çapraşık ve dolaşık bir yol tutmuş, kendi hataları hakkındaki yazılar, hep Galatasaray kalemlerinden çıkmış addediyor. Burhanettin Bey’i tenkit edenlerden biri de benim ve Galatasaraylı değilim.

    Abidin Daver Bey’in Galatasaraylı olması “Cumhuriyet” gazetesinde çıkan her yazının onun tarafından yazılmış veya yazdırılmış olmasını mı icap ettirir?

    Gerek Burhanettin Bey’in hakemliğini tenkit eden yazılar, gerek Fenerli oyuncular hakkındaki mütalaalar benimdir. Abidin Daver Bey, bana şöyle yaz diye bir tek kelime söylememiş, yazısında kendini müdafaa için biraz dürü sıfatıyla, son maçın gazetede çıkan “Olimpiyat mağlubiyetinin acısını çıkardık” şeklindeki dört kelimenin serlevhasını telefonla yazdırmıştır.

    Ondan öteki bütün mütalaat, yanlış doğru, benim fikrimdir. Ben, icap ettiği zaman Galatasaray’ı da defaatle tenkit ettim. Abidin Daver Bey sesini bile çıkarmadı. Esasen, elinde kalemi olduğuna göre, canı istediğini de yazmasına mani yoktur.

    Burhanettin Bey ihtiyarı zahmet buyurup sorsaydı o yazıların hepsini benim yazdığımı öğrenirdi. Galatasaray ve Galatasaray rüesası hakkında yazdıklarına cevap vermek benim salahiyetim dâhilinde değildir.

    BEYKOZ KAYIK YARIŞLARI ÇOK RAĞBET GÖRDÜ [3]

    Denizcilik heyeti tarafından tertip ve gazetemiz tarafından himaye edilen Beykoz deniz yarışları dün muntazam bir surette yapılmıştır.

    Müsabakalar hakkındaki tafsilatı yarınki nüshamızda yazacağız. Bugün yalnız müsabaların neticelerini bildiriyoruz:

    • İki çifte hanımlar: Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
    • Tek çifte müptedilerde Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
    • İki çifte müptedilerde Beykoz birinci, Galatasaray ikinci, Ortaköy üçüncü.
    • Üç çifte müptedilerde Beykoz birinci, Galatasaray ikinci, Ortaköy üçüncü
    • Tek çifte hanımlar müsabakasında Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
    • Üç çifte kıdemlilerde Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
    • Tek çifte kıdemlilerde Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
    • İki çifte dirseklide Beykoz birinci, Galatasaray ikinci.
    • İki çifte kıdemlilerde Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.
    • Üç çifte hanımlar koşusunda Beykoz birinci, Galatasaray ikinci gelmiştir.

    Bu müsabakalardan sonra yapılan 100 ve 800 yarda yüzme yarışlarında ve 4×50 bayrak yarışlarını Galatasaraylılar kazanmıştır.

    Yarışların hitamından sonra geçit resmi yapılmış, bu suretle yarışlara hitam verilmiştir.

    Müsabakaların heyeti umumiyesinde Galatasaray 57 puanla birinci, Beykoz 47 puanla ikinci gelmiş, Ortaköy 3 puan almış, Altınordu, Fenerbahçe, Beylerbeyi, Üsküdar kulüpleri de yarışlara iştirak etmemişlerdir.

    ÇENE YARIŞI [4]

    Cuma günü İstanbul’da at yarışı, deniz yarışı ve bu arada bir de çene yarışı yapıldı. Bu çene yarışı Beykoz’daki deniz yarışlarının perde aralarında ve hakem dubası ittihaz edilen bir Alman devri âlem seyyahının kotrasında yapılıyordu. Yarışa iştirak edenler, bir tarafta herhangi bir yarışı kaybedenler, diğer tarafta o yarışı kazananlar ve nihayet aziz dostumuz Şeref Bey idi.

    Denizdeki yarışı kazanamayanların bir itiraz hamlesiyle başlayan bu çene yarışlarının hepsini bihakkın Şeref Bey kazandı. Ez canü dil tebrik ederiz.

    Beykoz deniz yarışlarında Beykoz denizcilerini çok takdir ettim. Sadi ve güzide karikatürcümüz Cem Beylerin himmetleriyle bu denizciler, Cuma günü büyük bir varlık gösterdiler. “Cem”in kerimelerinden mürekkep üç çifte hanımlar takımı, Galatasaraylı rakiplerini geçmek için bir erkek kuvvetiyle kürek çektiler. Böyle erkek gibi kürek çekmelerine rağmen hanımlıklarını da unutmamışlar, sarı süslerle işlenmiş siyah kadife cepkenleriyle Boğaziçi’nin devri ihtişamını canlandıran güzel ve süslü bir kürek takımı teşkil etmişlerdi. Başta zarif hanımları olmak üzere çalışan Beykozluları tebrik ederim.

    GAZİMİZ YARIN GELİYOR [5]

    Ankara, 4 (Telefonla) – Reisicumhur hazretlerinin yarın akşam (bugün) seyahate çıkacakları tahakkuk etti. Gazi Hazretleri Salı günü öğleden evvel Haydarpaşa’ya vasıl olacaklar ve oradan yatla Dolmabahçe’ye gideceklerdir.

    Müşarünileyhe mahsus vagon Ankara istasyonuna gelmiştir.

    Gazi Hazretlerinin İstanbul’da bir müddet istirahatten sonra civar vilayata seyahat buyurmaları muhtemeldir.

    İstikbal Programı: Reisicumhur hazretlerinin şehrimizi şereflendireceklerine, 24 saat kaldı. Büyük halaskar, yarın tam saat 11’de hususi trenle Haydarpaşa’ya muvasalat buyuracaklardır. Gazi hazretlerinin istikballerine ait hazırlıklar ikmal edilmiştir. İstikbal programı, hazırlanmış ve Vali Bey ile Kolordu kumandanı Şükrü Naili Paşa, Merkez Kumandanı, Şehremini muavini ve Polis müdüründen mürekkep teşrifat komisyonunca dün bir daha tetkik edilerek kesbi katiyet etmiştir. Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından Cevdet Kerim Bey teşrifata memur edilmiştir.

    Bu akşam İzmit’e bahren bir istikbal heyeti gidiyor: Programa nazaran ve teşrifat talimatnamesi mucibince, bu akşam saat 18’de Vali Muhittin Bey ile Kolordu kumandanı Şükrü Naili ve Cumhuriyet Halk Fırkası müfettişi Hakkı Şinasi Paşa’lardan mürekkep istikbal heyeti, Seyrisefain idaresinin tahsis edeceği vapurla İzmit’e gideceklerdir. Seyrisefain Umum müdürü Sadullah Bey de bu vapurla İzmit’e gidecektir. Büyük Millet Meclisi reisi Kazım ve Başvekil İsmet Paşa’lar hazretlerinin de aynı vapurla büyük Gazi’yi istikbal için İzmit’e teşrifleri kuvvetle muhtemeldir. İstikbal heyeti, İzmit’te Gazi Hazretlerinin bulundukları trene rakip olacaklardır.

    Haydarpaşa’da yapılacak istikbal merasimi: Hususi tren saat tam 11’de Haydarpaşa istasyonuna vasıl olacaktır. İstanbul mebusları, Vilayet, Emanet ve diğer devair erkânı Haydarpaşa istasyonunda Gazi hazretlerini istikbal edeceklerdir. İstikbal merasiminde bulunacak zevata, dün şehremanetince davetiyeler gönderilmiştir. Bu davetiyelerde, meduvinin, Gazi hazretlerini istikbal için gazetelerle ilan edilecek gün ve saatte Haydarpaşa’da bulunmaları temenni edilmektedir.

    Haydarpaşa’dan Dolmabahçe sarayına: Ayrıca bir heyet de Dolmabahçe sarayının rıhtımında Gazi hazretlerini istikbal edecektir. Reisicumhur hazretleri Haydarpaşa’dan yatla Dolmabahçe’yi teşrif ederken limandaki vapurlar düdük çalarak kendilerini selamlayacaklardır. Dolmabahçe sarayında resmikabul yapılıp yapılmaması Gazi hazretlerinin arzularına tabidir.

    Cumhuriyet Halk Fırkasında dünkü içtima: Dün Cumhuriyet Halk Fırkası müfettişi Hakkı Şinasi Paşa’nın nezdinde, fırkanın kaza reisleri toplanarak, Reisicumhur hazretlerinin istikballerine ait tertibat etrafında görüşmüşlerdir.Bütün mebuslar, Cumhuriyet Halk Fırkası müfettişliğinde toplanacaklar ve istikbal merasiminde nerelerde bulunacaklarını tespit edeceklerdir.

    Gazi Hazretlerine kimler refakat ediyor? Reisicumhur hazretlerinin refakatlerinde Kâtibi Umumileri Tevfik, Kılıç Ali, Recep Zühtü, Nuri Bey’lerin bulundukları anlaşılmıştır. Cumhuriyet Halk Fırkası Kâtibi Umumisi Saffet Bey’in de Gazi hazretlerine refakat etmeleri muhtemeldir.Reisicumhur hazretlerinin şehrimizde bulunacakları müddet için Cumhuriyet Halk Fırkası kâtibi umumilik bürosunun da İstanbul’a nakli ihtimali vardır.Gazi hazretleri teşrifleri münasebetiyle neşrin sarfı masraf ihtiyar etmemesi arzusunu izhar buyurmuşlardır. Bu itibarla şehrin muhtelif mahallerinde müteaddit taklar inşası arzusu etrafında henüz kati bir karar verilmemiştir.

    Muhafız kıtaatı ve Riyaseticumhur orkestrası da geldiler: Riyaseticumhur muhafız taburundan piyade ve süvari bir kısım asker ve Riyaseticumhur orkestrası, dün şehrimize gelmişlerdir. Muhafız kıtaatı, başlarında çelik miğferler olduğu halde, araba vapuru ile İstanbul’a geçerek Dolmabahçe’ye gitmişlerdir. Muhafız taburu kumandanı İsmail Hakkı Bey’in de bugün şehrimize gelmesi beklenmektedir.

    Son hazırlıklar da ikmal edildi: Milli saraylar idaresi tarafından Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında yapılan istihzarat da ikmal edilmiştir.Ayrıca Üçüncü Kolordu ve Merkez Kumandanlığı da istikbal hazırlıklarında bulunmaktadırlar.

    Söğütlü ve Ertuğrul bugün Haliç’ten Çıkacaklar: Söğütlü ve Ertuğrul yatları bugün Haliç’ten çıkacaklardır. Liman idaresi de Gazi hazretlerinin denizden istikballeri için lazım gelen tertibatı almıştır. Bu tertibat geçen sene yapılan tertibatın aynıdır. Gazi hazretlerinin teşriflerinde limanda intizamın temini için vapurlar ve vesait münasip yerlerde ahzı mevki edeceklerdir.

    FENERBAHÇE – RUMLAR [6]

    Altay takımıyla yapılacak maça hazırlanan Fenerbahçe takımı Rum muhteliti ile bir maç yapmış ve eksik bir kadro ile sahaya çıkmasına rağmen 6-3 galip gelmişlerdir.

    DENİZ YARIŞLARINDA [7]

    Sporcularımızın hususiyetini bilen bir arkadaş anlattı: “Beykoz kayık yarışlarında hakem heyetinin bulunduğu teknedeyim; hakem beylerden ekserisini teknenin hafif sallantısı rahatsız etti, hepsinde renk limon gibiydi. Yalnız bir tanesi (ki Bahriyeli idi) diğerleriyle alay ediyor ve muttasıl gülerek ‘Nasıl? Futbol hakemliğine benziyor mu?’ diyordu.

    Derken bu zatta da mide bulantısı alaimi görülmez mi? Dayanamadım, sordum ‘Lakin Beyim, haydi berikiler suyu bardakta gören takımındadır, ya siz?’

    Geğirerek cevap verdi: ‘Azizim, ben denizin üstüne değil, altına alışığım, tahtelbahirciyim’ dedi.

    Sonradan haber aldım, biçare çocukların hakemlik edeceğiz diye bozdukları mideleri hala düzelmemiş.

    DÜN, GELİRKEN… [8]

    Daha tan yeri ağarırken, İzmit tepeleri, uzaktan gelen köylülerle dolmaya başladı. Sabahın ilk ışıkları içinde, bunlar, her sınıf halkın vücuda getirdiği kalabalık, renkli, çok canlı bir tablo gibi idi. Ufuk üzerine böyle irtisam etmişlerdi. Gözleri, sabit bakışlarla, ta ileride kaybolan demir yollarına takılmış, kulakları seste, setlere sıralanmış, ağaçlara tırmanmış, bekliyorlardı. Üç sene evvel İstanbul’a gelmek üzere İzmit’ten geçeceği günü nasıl bekliyorlar idiyse, aynı heyecan ile yene onu bekliyorlardı.

    Yediyi birkaç dakika geçe, bir düdük sesi duyuldu.

    Yukarıki tepeleri dolduran kadın ve erkek kalabalığının, rüzgâra tutulmuş güzel bir tarla gibi, bir an, dalgalandığını gördüm. Koyu yeşil defnelerle süslenmiş bir lokomotif, arkasında birçok vagonlar ve en geride Reisicumhurun bulundukları salon geliyordu. Salonun perdeleri inikti ve terasasında kimse yoktu. İşte bu esnada halkın ani ve müşterek haletiruhiyesini gösteren çok sessiz, fakat çok şayanı dikkat bir hadise oldu. Fecirden beri onu bekleyen yüzlerce insan, tren istasyonda durup, perdeleri inik pencerelerden Reisicumhur hazretlerinin henüz uyanmamış olduklarını anlayınca, en küçük bir gürültü yapmaktan ihtiraz eder gibi, sessiz durdu.

    Bu hal bana o kesif insan saflarının koparmaya hazırlandığı alkış tufanından daha güzel, daha büyük göründü. Kimse, uyanmasın ve rahatsız olmasın diye, ani, müşterek bir sevki tabii ile ses çıkarmamaya dikkat ediyordu.

    Reisicumhur hazretleri Derince’de uyandılar. İzmit’ten itibaren, yolun iki tarafı, istasyonlara uzak noktalarda bile, köylülerle dolu idi. Onu görmeden, fakat trenin her halde içinde ve bir tarafında olduğunu bilerek, candan kopan sayhalarla bağırıyorlar, ellerini çırpıyorlardı. Yüksek bir şanü şerefin ve hudutsuz bir “prestige”in her zaman ve mekânda akseden bu ulvi tecellileri kadar feyyaz bir manevi kudret menbaı daha tasavvur olunamaz.

    Pencerenin kenarında bu tezahürleri görüp gözleri yaşaran bir arkadaş, ben sormadan, aynı zamanda bu umumi muhabbetin sırlarından ve kaynaklarından birini de anlatan şu hadiseyi nakletti:

    “Dün akşam Ahimesut’ta Gazi, trenden inerek köylülere ihtiyaçlarını sordu. Köylü ile öyle alakadar ki hepsinin gözlerinde hürmet, merbutiyet, Türk’ün nefsini kendisinin iyiliğine vakfetmiş insanlara karşı duyduğu bütün şükran ve minnet hisleri parlıyordu.”

    “Polatlı’da çiftçilerin ihtiyaçlarının ikmal edilmesini emrettiler. Eskişehir’de temyiz azası ile halkla görüştüler ve herkesi coşturan, vecize ile dolu, çok güzel bir hitabe irat ettiler.”

    Bu iki küçük fıkra halkın onu niçin bu kadar sevdiğinin sayısız sebeplerinden yalnız birini nakletmektedir.

    Reisicumhur hazretleri Eskişehir’den Tuzla’ya kadar istasyonlarda inmediler. Tuzla’da, arkalarında açık renk bir yazlık elbise, gümüşü benekli, güzel bir boyunbağı takmışlar, saçları güneşin ışıkları gibi pırıl pırıl, sıhhatli, mütebessim, mültefit bir çehre ile istasyona indiler. Her biri bir dağ parçası gibi duran askerin önünden geçerek “Merhaba askerler, nasılsınız, iyi misiniz?” iltifatında bulundular.

    Hepsinin bağrından kopan bir ses “Var ol!” diye bağırarak halkın en büyük ve umumi temennisine tercüman oluyordu.

    Gazi hazretleri, askeri teftişten sonra, orada bulunan küçük mektep çocuklarından birinin önünde durdu ve çocuğa ismini sordu. “Mustafa” olduğunu öğrenince “Benim ismim!” iltifatında bulundu.

    Çocuğu severken, bir anda, küçüğün sevinçten adeta yüzü değişiyor gibi oldu.

    Tren Tuzla’dan hareket ettikten biraz sonra salonu teşrif buyurdular ve Tuzla’da kendilerini karşılayan Vali Muhiddin Bey, Şükrü Naili Paşa ve Hakkı Şinasi Paşa ile Moskova sefirimiz Hüseyin Ragıp Bey’i salonlarına kabul buyurdular. Vali Muhiddin Bey, şehir halkının tazimlerini ve meserretini arz etti. Reisicumhur hazretleri teşekkür ettiler ve heyete hitaben, gülerek dediler ki: “Nihayet bizi İstanbul’a getirdiniz!”

    Ve müteakiben, lütfen bana tevcihi hitap ederek, İkdam için şevk ve kuvvet menbaı ve edebi bir fahrolan yüksek iltifatlarını diriğ buyurmadılar.

    Tren Pendik’te durunca, İsmet Paşa hazretleri, Kazım Paşa hazretleri, Reisicumhur hazretlerini istikbal ettiler.

    Gazi hazretleri kendileriyle müsafaha etti ve irat edilen bir hoş amedi nutkunu dinledikten sonra İsmet ve Kazım Paşalar ile beraber Başvekil Paşa’nın otomobiline binerek İsmet Paşa’nın köşküne gittiler ve orada yirmi dakika kadar kalarak bir kahve içtikten sonra avdet ettiler. Köşkün kapısından otomobille çıkarken Paris sefiri Fethi Bey’in geldiğini görünce, Reisicumhur hazretleri otomobillerini durdurtarak kendilerinin hatırlarını sordular ve müteakiben istasyonu teşrif buyurdular.

    Pendik istasyonunda İsmet Paşa hazretlerine ellerine uzattılar: “Siz kalıyorsunuz?” dediler. Başvekil Paşa hazretleri refakat edeceklerini söyleyince beraber vagon salonu teşrif buyurdular.

    Pendik’ten itibaren Haydarpaşa’ya kadar, halkın tezahürü görülecek şeydi. Alkışlayan, onu görünce sevinçten haykıran ve bir daha görmek için trenle beraber koşan kadınlar… Keskin “Yaşa!” sesleri trenin gürültüsünü bastıran mektep çocukları ve köşklerin pencerelerinden mendil yerine perdeleri sallayan insanlar…

    Reisicumhur hazretleri işte bu candan ve coşkun tezahürler arasında İstanbul’u teşrif etti ve hiçbir resmi tertip yapılmamış olmasına rağmen, halk heyecanına yine serbest cereyan vermişti. Kendilerini kurtaran büyük insana, dünyanın en büyük insanına karşı gösterilen bu coşkun alaka, halkın ona karşı hasretinin, yoluna yüzünü ve gözünü sürmek suretiyle gösterdiği candan bir delildir.

    Geçen sene İzmir vapuru boğazdan geçerken gözleri yaş ve kalpleri ıstırap içinde kalan halkın yüzü, dün hakikaten gülüyordu. Onunla aynı havayı teneffüs etmek, onun daima şuracıkta, yanı başımızda olduğunu bilmek… Bu halk için bundan büyük saadet olur mu?

    GAZİ’NİN HİTABESİ [9]

    (…) “Türk milletinin içtimai nizamını ihlale müteveccih didinmeler boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen üfsit, sefil, vatansız ve milliyetsiz sebükmaazların hezeyanlarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara müsamaha edecek bir heyet değildir. O şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler ezilmeye, kahredilmeye mahkûmdur. Bunda köylü, amele ve bilhassa kahraman ordumuz candan beraberdir. Buna da kimsenin şüphesi olmasın.” cümlelerini hazirunun ehemmiyetle nazarı dikkatlerine çarptırıyordu.

    Gazi Hazretleri hitabesinin sonunda temyiz heyetine teveccühle: “Hâkim efendiler” dedi, “Siz kanun adamlarısınız. Ellerinize milletin, vatanın her türlü hak ve menfaatlerini vikaye eden kanunlar tevdi edilmiştir. İşaret ettiğim noktaları işittiniz. Türk milletinin büyük haklarını müdafaa ederken bu noktalar ehemmiyetle hatırda tutulmalıdır.”

    GAZİ MEVSİMİ [10]

    Seneleri, dünyanın bütün takvimleri dört mevsime ayırırlar. Fakat bana öyle geliyor ki İstanbullular, son üç senedir yılda bir beşinci mevsim, bir Gazi mevsimi idrak ediyorlar.

    Tabiatın kanunları insan ömrüne nazaran ebedidir. Bir fert değil, hatta nesiller bile o kanunlar arasında bir ayrılık sezemezler. Gazi mevsimi derken ben, büsbütün başka bir hisse tercüman oluyorum. Şurası muhakkak ki İstanbul havasına onun nefesleri karışınca memlekette başka türlü bir varlık doluyor.

    Kızgın bir güneşin yaladığı topraklarla denizden yükselen buğular, göklerin maviliğini bulandırır, havada kırlangıçlar bile uçuşamazken, bakın bütün şehir ayakta ve sokaklarda. O daha gelmemişken ortalık ne ıssız, yollar ne tenha idi. Yaprakları kavrulup buruşmuş ağaçlı caddedeki bu insan mahşeri, onun Marmara kıyılarına ayak basmasıyla hâsıl oldu.

    Güneş, sanki dünkü cehennem penceresi değildir, yakmıyor; yahut Gazi’nin gelişi insanları alevden haşlanan pervanelere döndürdü. İçlerindeki vuslat zevki tutuşan kanatlarındaki acıyı duyurmuyor. Gönüllerinde onu görmenin sevdasını taşıyanlara, bu aşkları bir nevi kloroform tesiri yapıyor.

    Sıcağı duymuyor, yorgunluk hissetmiyoruz. Kendimizden geçmiş gibi bir haldeyiz.

    Evet, evet İstanbul bir başka mevsime, bahara benzeyen, fakat feyz ve heyecanda bütün baharları geride bırakan yeni bir mevsime erdi. Buna Gazi mevsimi dersek yeridir.

    TÜRK FUTBOLU İNHİTATA MAHKÛMDUR [11]

    Türk futbolu inhitata mahkûmdur, diyorum.

    • “Neden?” diyeceksiniz. İşte bu sualinizin cevabı:

    Türk milli takımı Mısır milli takımına olimpiyatlarda 1-7 mağlup olmuştu. İki hafta zarfında, bugün Mısırlıların çıkarabileceği en kuvvetli muhtelit takım olduğu, son günlerde aldığımız hususi malumatla tahakkuk eden “Ennadiyülehli”yi 1-2 mağlup ettikten sonra Türk futbolunun inhitata mahkûm olduğunu söylemek hayli kuvvetli bir iddia gibi görünür. Evet, Mısır takımıyla aldığımız neticenin iyi olmasına rağmen Türk futbolu inhitata mahkûmdur.

    Çünkü futbolun terakki edebilmesi için antrenörlere malik olmak veya ecnebi takımlarıyla maç yapmak lazımdır. Hâlbuki bir tek antrenörümüz olmadığı gibi bundan sonra Avrupa’dan takım getirtmek imkânı da kalmamıştır.

    Son zamanlarda İstanbul’a iki takım geldi: Avusturya ve Mısır takımları… Bu takımları Galatasaray ve Fenerbahçe kulüpleri stadyum idaresi getirtti. Neticede Avusturya maçlarında kulüpler ve stadyum idaresi yüzer lira zarar ettiler. Mısır maçlarında ise ancak yüzer liralık bir temettü elde edebildiler. Hâlbuki Mısır takımı yalnız 1.500 dolara gelmişti. Avrupa’dan bundan daha ucuz bir takım getirtmenin katiyen imkân ve ihtimali yoktur.

    Futbol maçları hasılatının bu kadar az olmasının sebebi nedir?

    1. İktisadi buhrandan mütevellit parasızlık,
    2. Belediyeye verilen rüsumun ağırlığı,
    3. Anaforcuların çokluğu.

    Bu sebeplerden birincisiyle meşgul olacak değiliz. Çünkü onu zamanla hasıl olacak refah halledecektir.

    Fakat ikincisi ile üçüncüsüne bir çare bulunabilir.

    Evvela ikincisinden bahsedelim. Başta zabıta olmak üzere, herkes, bedava maç seyretmek ve ettirmek emelinden vazgeçmelidir. Filhakika büyük maç günleri yüzlerce sivil zabıta memuru vesikasını hamil efendi, stadyumu doldurmaktadır ki bunun da haddi olsa gerektir.

    İkinci ve en mühim sebebe gelince: Gariptir ki Türkiye’de en çok sporcu yetiştiren, en çok spor yapan şehir İstanbul olduğu halde İstanbul sporu Emanet ve Vilayet’ten hiçbir muavenet görmez.

    Ankara’da futbol maçları hasılatından hiçbir resim alınmaz, İzmir’de yüzde 5 alınır, İstanbul’da yüzde 22…

    İstanbul’da ne Şehremaneti, ne de Muhasebei Hususiye, spora katiyen on paralık yardım etmezler, buna mukabil en kuvvetli kulüplerimizi bile kapılarını kapamaya, spordan vazgeçmeye mecbur edecek derecede ağır resimler alırlar. Hele yüzde on Darülaceze resmi İstanbul sporunu acze mahkûm eden en büyük amildir.

    İstanbul kulüpleri, kendileri için değil Darülaceze için çalışırlar. Galatasaray’ın son zamanlarda üç oyuncusu sakatlandı. Bunların tedavisi için kulüp avuç dolusu para verdi. Bugün, bu büyük ve binlerce azaya sahip kulüp (Fener de Beşiktaş da diğerleri de aynı vaziyettedirler) parasızlıktan ne yapacağını şaşırmış bir haldedir. Çünkü bir müsamere verse yüzde ellisini, bir maç yapsa yüzde yirmisini rüsum olarak vermeye mecburdur. Müsamerenin de maçın da mesarifi çıktıktan sonra kalacak para “Sıfıra sıfır, elde var hiç”ten ibaret olacaktır.

    Sporcu amatör gençler, kulüplerinin ve sporun terakkisi için uğraşsınlar, çalışsınlar, kan teri döksünler, sakatlansınlar, ondan sonra kendilerine ve kulüplerine kalan azim bir yorgunluk ve bir sürü borç olsun! Bu reva mı?

    İstanbul Şehremaneti ve İdarei Hususiyesi, neden Ankara ve İzmir gibi sporcu himaye etmezler? Sporu himaye etmek şöyle dursun, spor kulüplerinin yegâne medarı hayatı olan maç hasılatından, neden sağmal inek gibi, birçok para alırlar? Bunun sebebi İstanbul’un, Ankara ve İzmir gibi sporun faydasını kavramamış ve sporculara yarım etmek lüzumunu anlamamış olmasıdır.

    Türkiye sporunun kalbi İstanbul’dur. Memleketin her tarafındaki spor teşkilatını hep İstanbul’dan giden gençler yapmışlardır. Buna mukabil İstanbul spor kulüplerinin defterlerine bakınız, on paralık bir yardım göremezsiniz.

    Galatasaray’ın bir antrenörü vardı. Parasızlıktan yol verdi. Teşkilatın antrenörü de yoktur. Son tecrübelerden sonra Galatasaray-Fenerbahçe ve stadyum idaresi de ecnebi takımı getirtmekten vazgeçmişlerdir.

    Çünkü zarar yüzde yüz muhakkaktır. Darülaceze istifade etsin diye esasen parasız kulüplerin, üste bir de mali zarar girmelerini ve oyuncularını sakatlanmaya maruz bırakmalarını elbette istemeyiz.

    Antrenör olmadıkça ve oyuncularımız ecnebi takımlarla temas etmedikçe İstanbul futbolunun ve onu örnek ittihaz eden Türk futbolunun inhitatı muhakkaktır. Bu vaziyetin devamı takdirinde ise gençlerimiz ecnebi takımlara mağlup oldukça onlara kızmaya hiç hakkımız yoktur.

    SADİ VE KADRİ BEYLER İSTİFA ETTİLER Mİ? [12]

    Fenerbahçe kulübünün iki kıymetli oyuncusu olan Sadi ve Kadri Beylerin futbolu terk ettikleri için Fenerbahçe kulübünden çekildikleri hakkında bir rivayet deveran ettiğinden dünkü nüshamızda bahsetmiştik. Fenerbahçe erkanı tarafından verilen malumata göre bu rivayetin aslı yoktur. Bu iki kıymetli oyuncunun yarınki maçta Altay’a karşı oynayacakları temin edilmektedir.

    GARABET Mİ İSTERSİNİZ? [13]

    İstanbul Futbol Heyeti’nin çok garip bir kararını haber aldık. Futbol Heyeti iki hafta evvel yaptığı son maçta Süleymaniye takımını 2-1 mağlup ederek birinci kümeye terfi eden İstanbulspor takımının hükmen mağlubiyetine karar vermiştir. Bu karar üzerine İstanbulspor birinci kümeye geçemeyecek, Süleymaniye takımı da bermutat birinci kümedeki mevkiini muhafaza edecektir.

    Futbol Heyeti bu kararını, İstanbulspor’un son maçta Süleymaniye’ye karşı gayrinizami bir oyuncu oynattığını bahane ittihaz ederek vermiştir.

    Hâlbuki bu karar tamamen haksız olup nizamnameye de muvafık değildir. Yaptığımız tahkikata ve İstanbul mıntıkasından aldığımız malumata göre bu gayri nizami oyuncu oynatmak meselesinin iç yüzü şudur:

    İstanbulspor’un birinci takım oyuncularından Mithat Bey bundan bir müddet evvel Ankara’ya gitmiş ve orada bir kulüpte oynamak istemiştir. Fakat buradaki kulübüne vermiş olduğu istifaname kabul edilmemiş, kulübü ile alakası kesilmemiştir.

    Bu vaziyet karşısında Mithat Bey Ankara’da oynayamamış, hiçbir resmi maça girmemiştir.

    Esasen istifası kabul edilmemiş, eski kulübü ile olan alakası kesilmemiş olan bu oyuncu, Süleymaniye-İstanbulspor terfi müsabakasının üçüncü karşılaşmasında İstanbulspor’da oynamıştır. İstanbulspor bu oyuncusu bu maçta oynatacağını da Futbol Heyeti’ne de ayrıca haber vermiştir.

    İşte bu vaziyet karşısında tamamen nizamnameye muhalif olarak Futbol Heyeti’nce hükmen mağlubiyet ve 30 lira nakti ceza kararı verilmiştir.

    Futbol Heyeti bundan başka Fenerbahçe kulübüne de 30 lira nakti ceza kesmiştir.

    Bunun sebebi de Mısırlılarla yapılan müsabakada Vefa’dan Şekip ve Beylerbeyi’nden Hadi Beylerin oynatılmasıdır. Hâlbuki alakadarlar tarafından bize verilen malumata göre Futbol Heyeti Reisi Orhan Bey bu iki oyuncunun Mısır maçlarında oynatılmasına evvelce muvafakat etmiştir.

    Gerek İstanbulspor, gerek Fenerbahçe kulüpleri bu kararlar hakkında mıntıka merkezine itiraz etmişlerdir.

    İZMİR ŞAMPİYONU GELDİ [14]

    İzmir şampiyonu Altay takımına mensup futbolcular dün saat on altıda “İsmet Paşa” vapuruyla şehrimize gelmişlerdir.

    Vapur açıkta demirlediği için istikbale pek az kimseler iştirak edebilmişlerdir. Bu meyanda Futbol Heyeti Müttehidesi reisi Muvaffak, İstanbul mıntıkasından Şeref Beylerle, Galatasaray ve Fenerbahçe futbol kaptanları Adil ve Zeki Beyler ve bazı sporcular bulunmakta idi.

    Altaylılar on altı kişiden mürekkap olup Hamit ve atlet Sait Beyler idareci olarak başlarında bulunmaktadırlar. Nuri Bey de yarın arkadaşlarına iltihak edecektir.

    İzmirli futbolcular meyanında İstanbul’un tanıdığı Vahap ve Feyzi (Baron) Beyler de vardır.

    Altay takımı evvelce de yazdığımız gibi şehrimize Galatasaray ve Fenerbahçe ile birer maç yapacaktır. Yarın yapılacak olan ilk maç Galatasarayladır.

    MİLYONERE EĞLENCE [15]

    Bir Amerikalı milyoner dünyanın bütün eğlencelerini görmüş ve bıkmış. Hiçbir şey kendisini oyalamıyormuş. Şimdi onu hakikaten eğlendirecek olana tam bir milyon dolar veriyormuş. Adresini bilsem bu milyonere İstanbul’da sporculuk oynayanları gelip seyretmesini tavsiye ederdim. Bu cidden tuhaf bir manzara arz etmektedir.

    GALATASARAY-FENERBAHÇE HEYETİ TERTİBİYESİNDEN [16]

    Misafirlerimiz İzmir şampiyonu Altay takımının birinci müsabakası 9 Ağustos Cuma günü İstanbul şampiyonu Galatasaray takımıyla icra edilecek ve oyuna saat 5.30’da başlanacaktır. Hakem Mister Allen’dır. İkinci müsabaka Pazar günü aynı saatte Fenerbahçe iledir.

    DENİZ YARIŞLARI [17]

    Malul Gaziler Cemiyeti tarafından deniz yarışları tertip edilecektir. Malul gaziler yarışları himayeleri altına almalarını Gazi hazretlerinden rica edeceklerdir.

    Diğer taraftan Malul Gaziler Cemiyeti Moda deniz yarışları için hazırlıklara başlamışlardır. Yarışlar bu ay içinde olacaktır. Henüz günü tayin edilmemiştir.

    Malul Gaziler Cemiyeti yarışlar için ayrı bir tertip heyeti teşkil etmiştir. Bu heyete mıntıka denizcilik heyetiyle bahriye kumandanlığı da iştirak edeceklerdir. Yarışlara harp sefinelerinin ve tahlisiye sandallarının iştiraki de temin edilecektir.

    GALATASARAY ALTAY’I 1-0 MAĞLUP ETTİ [18]

    Şehrimizde bulunmakta olan İzmir şampiyonu Altay takımı ilk maçını dün Taksim Stadyumu’nda Galatasaray’la yaptı.

    Saha, ecnebi takımlar maçında olduğu kadar kalabalık bir manzara göstermemekle beraber tenha da değildi. Muayyen saatten biraz geç olmak üzere, sahaya ilk defa Altay çıktı. İzmir şampiyonunu karşılayan alkışlar henüz durmamıştı ki Galatasaray da gözüktü.

    Hakem M.Allen’ın düdüğü iki rakibi karşılaştırdığı zaman takımlar şöyle idi:

    Galatasaray: Rasim, Burhan, Vahi, Suphi, Nihat, İbrahim, Muslih, Şadli, Necdet, Latif, Rebii.

    Altay: Cemil, Hilmi, Nazmi, Rasim, Vehbi, B.Feyzi, Cafer, İ.Hakkı, Vahap, Donnik, Vefik.

    Birinci devre her iki takımın bocalamaları arasında geçti. Altaylılar sahaya acemi olmaktan mütevellit bir anlaşamamazlık içinde üst üste fırsatlar kaçırılıyor. Galatasaraylılar anlaşılamaz bir haleti ruhiye içinde şuursuz bir oyun oynuyorlardı.

    Birinci devre bu vaziyet içinde ve Altay’ın hâkim oyunu da bir mecra takip ederek nihayetlendi.

    İkinci devre başladığı zaman her iki takımın canlı bir oyun oynamaya başladığı görüldü. Bu faaliyetlerin ilk semeresi Galatasaray’ın beşinci dakikada kaydettiği gol oldı.

    Fakat bu sayıdan sona atalet yine başladı ve her iki taraf sert, hatalı oynamaya başladılar. Bilhassa Galatasaray defansı, kendi hattı dâhiline giren İzmirli oyuncuları tehlikesiz bir hale getirmek için her çareye başvurmayı mubah görüyordu.

    Oyun bu tatsız şekilde devam ederken zuhur eden tuhaf bir hadise oldu. Her nedense takım kaptanı tarafından sahadan çıkarılan Burhan yine sahaya girdi ve kaptanının arzusuna rağmen oynamak istedi.

    Oyun bittabi durdu ve ancak hariçten vaki olan müdahalelerle Burhan çıkabildi ve oyun devama başladı.

    Tekmeye, hataya maruz kalan Altaylılar neticeyi değiştiremediler ve oyun Galatasaray’ın lehinr bitti.

    İzmir takımının dünkü oyununun kıymeti hakkında verilecek bir hükme esas olarak kabul etmek doğru değildi. Mamafih Altay ilk devrede Galatasaray’dan iyi oynamıştı.

    Galatasaray’a gelince: İstanbul şampiyonu dün zevksiz bir oyun oynadı ve teknik faikıyetini tespit edemediği için işi faule ve tekmeye döktü. Galatasaray için söylenecek tek bir söz vardır. Şampiyon olmak kâfi değildir. Misafire hürmet etmesini de bilmelidir.

    BÜYÜK GAZİMİZİN HALKA HİTABESİ [19]

    İstanbul, 10 (A.A.) – Paris büyükelçisi Ali Fethi Beyefendi, Büyükdere’de ikamet ettiği yalıda dün akşam Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal hazretleri şerefine bir ziyafet vermiştir.

    Rıhtım üzerinde büyük misafirin teşrifini bekleyen halk, Gazi hazretlerini fevkalade alkışlarla karşılamış ve yalının önünde saatlerce şen ve müştak beklemiştir.

    Yemek esnasında muzıka Cumhuriyet marşını çalınca halk Gazi hazretlerini pek çok alkışladı. Bu samimi tezahürata teşekkür etmek üzere balkona çıkan Reisicumhur hazretleri Büyükderelilerle hasbıhalde bulunmuş, gayet kıymetli sözleri arasında şunları söylemiştir:

    “Benim için zahmet ediyorsunuz. Bundan mahcup oluyorum. Beni görmek demek, behemehâl yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız, hissediyorsanız bu, kâfidir. Ankara’dan buraya gelmeden evvel işittim ki hakkımda ‘Hastadır, eli ayağı tutmuyor, şiüme mahkûmdur’ demişler. (Ahali ‘Düşmanlarınız kahrolsun’ diye bağırdı.)

    İşte karşınızdayım. Sıhhattayım. Elim ayağım tutuyor. Kendi gözlerinizle görüyorsunuz ki sapasağlamım, kuvvetim yerindedir. Sizlere eskiden beri olan muhabbetim yerindedir. (Varolun sadaları, alkışlar)

    Siz bu akşam benim karşımda milletin bir kitlesi, bir timsalisiniz. Size hitap ederken bütün millete sesimi işittireceğime kaniyim. İşitiniz ve işittiriniz: Sizin menfaatiniz için sıhhatini, ömrünü vakıf ve hasreden adam sıhhattedir. Ve sizin için çalışacaktır. O sizin için yaşıyor. (Çok yaşa sesleri, sürekli alkışlar)

    Benim kuvvetim, benim size olan muhabbetim ve sizin bana olan muhabbetinizdir. Bu millet, bu memleket, yeni rejimi üzerinde dünyanın en makbul bir mevcudiyeti olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim. (Çok yaşayın, varolun sadaları)”

    GALATASARAY’DA BİR İSTİFA [20]

    Galatasaray kulübünün iki seneden beri ikinci reisi ve umumi futbol kaptanı bulunan Abidin Daver Bey bu vazifelerinin ikisinden de istifa etmiştir. Haber aldığımıza göre Muhasebeci Mütevelli Mehmet Bey de bir iki güne kadar istifa edecektir.

    BUGÜNKÜ MAÇ: FENERBAHÇE – ALTAY [21]

    İzmir şampiyonu Altay takımı ikinci maçını bugün Taksim Stadyumu’nda Fenerbahçe takımı ile yapacaktır. İzmirlilerin yapacakları bu ikinci maç, birkaç noktadan ilk müsabakaya nazaran daha mükemmel olmaya namzettir. İlk müsabaka, Galatasaray’ın çok berbat oynaması ve bu fena oyunu telafi etmek için lüzumsuz sertlikler yapması yüzünden zevksiz bir halde cereyan etmişti.

    Misafir sporcuları çok rencide eden bu vaziyet, oyunun umumi ahengini de ihlal ederek seyircileri bizar eden bir şekil almıştı. Altay’ın bugün yapacağı maç, hiç şüphesiz böyle bir akıbete namzet olmaya müstait değildir.

    Altay-Fenerbahçe maçının çok samimi bir cereyan takip edeceğini, Fenerlilerin bu vadideki şöhretlerine istinat ederek, tahmin etmekle hata etmediğimize kaniyiz.

    Maçın neticesi hakkında bir mütalaa dermeyan etmek lazım gelirse Fenerbahçe’nin galibiyet ihtimalinin daha kuvvetli olduğu söylenebilir. Mamafih, oyunun takip ettiği cereyan dolayısıyla, Galatasaray maçında ciddi bir varlık gösteremeyen Altaylıların Fenerbahçe’ye karşı çok güzel bir oyun oynaması da mümkündür.

    Altaylıların, yapacakları bu son maça çok ehemmiyet verdikleri söylenmektedir. Fenerlilerin Eylül zarfında İzmir’e yapacakları seyahat bugünkü maça kıymet vermektedir.

    DÜN İZMİRLİLER SAHAYI TERK ETTİLER [22]

    İzmir şampiyonu, Altay takımı, ikinci maçını, dün, Taksim Stadyumu’nda Fenerbahçe ile yaptı. Günün Cuma olmamasına rağmen stadyum oldukça kalabalık bir manzara arz ediyordu. Sahada ilk maçı Galatasaray’la bir Rum takımı yaptı.

    Tamamen küçük oyunculardan terekküp eden Galatasaray takımı, hakim ve faik bir oyunla Rumları 2-1 yendi.

    İkinci numarayı büyük müsabaka teşkil ediyordu. Tam muayyen saatte sahaya evvela Altay takımı çıktı. Misafirlerimize ibzal edilen alkışlar, iki dakika fasıla ile onu takip eden Fenerbahçelilerden de esirgenmedi.

    Ahmet Muvaffak Bey’le Altay seyahat kafilesi reisi Hamit Bey arasında teati edilen nutuklardan, bayrak takdimi rasimesinden, fotoğraflar alındıktan sonra iki takım karşılıklı vaziyet aldılar. Hakem Mister Allen’dı. Yan hakemleri vazifesini biri İzmirli ve biri de İstanbullu iki zat deruhte etmişlerdi.

    Fenerbahçe takımı sahaya şu şekilde çıkmışlardı:

    Osman, Kadri, Füruzan, Nihat, Sadi, Reşat, Ala, Muzaffer, Zeki, Fikret, Niyazi.

    Kaleci Fehmi’nin hasta, Rıza’nın da Bursa’da olması dolayısıyla Beşiktaşlı Osman kaleye ikame edilmişti. Altaylılar, Galatasaray’a karşı oynattıkları oyunculardan mürekkep bir kadro ile sahaya çıkmışlardı.

    Yalnız Galatasaray’a karşı sol iç oynayan İtalyan ortaya getirilmiş, Vahap sağ iç mevkine, Galatasaray’a karşı sağ iç oynayan İsmail Hakkı da sol iç yerine konulmuş bulunuyordu. Altay hücum hattının dünkü daha mütecanis manzarası, bu tadilatın muvafık olduğuna delil addedilebilir.

    Hakem Mister Allen’in bir düdüğü ile oyun başladığı zaman Fenerbahçeliler çok kuvvetli bir rüzgâra karşı oynamak mecburiyetinde kalmışlardı. Altay, bu vaziyetten istifade için hemen hücuma geçmek istedi. Fakat ilk akını müdafaaya inmeden kesen Fenerliler, muntazam paslarla Altay kalesine doğru inmeye başladılar. Ayaktan ayağa, görerek, bilerek verilen paslar, bir çeyrek saat kadar İzmir şampiyonunun kalesi etrafına bir muhasara çemberi çevirmişti.

    Altay müdafaası, bu çemberin zaman zaman darlaşarak tehditkâr bir şekil alan tesirini neticesiz bırakmak için kudretinin fevkinde bir gayretle çalışıyor, kendi nısıf sahasına inerek defansa yardım eden hücum hattının da yardımıyla Fener hücumlarının neticesiz kalmasını ancak temin edebiliyordu.

    Fener’in bu mutlak hâkimiyeti 15 dakika kadar devam etti. Sonra Altaylılar birden hücuma geçtiler ve Fener kalesi, tehlikeli hücumların ziyaretine maruz kaldı. Bilhassa Vahap, rakip için çok tehlikeli eşapelerle Fener müdafaa oyuncularının arasından sık sık sıyrılıyor, İzmirlilerin candan bekledikleri sayıyı yapacak vaziyetler alıyordu. Fener defansı yıldırım gibi inen Altay hücum hattının önünde, en sert vuruşları bile beş metreden çeviren sert bir rüzgârla mücadeleye mecbur bir halde kalmış bulunuyorlardı.

    Fener muavin hattı, canla başla oynayan Sadi müstesna, bugün çok garip bir vaziyette bulunuyordu. Sağ muavin, topu kontrolden aciz bir halde, sol muavin ufak pas yapmak merakıyla adeta rakip oyuncularla birlikte oynuyor, defans rüzgara karşı, çetin rakibe karşı nefes nefese uğraşıyordu.

    Bu vaziyete seyirci kalan muhacimler, sanki bu candan çalışma ile hiç alakadar değillermiş gibi, geriden topu çıkarmaktan sarfı nazar, hasım muavinlerini marke etmek zahmetini bile ihtiyar etmiyorlardı.

    Beş dakika devam eden bu hal Vahap’ın sıkışık bir vaziyette sola verdiği topun, Osman’ın müdahalesine rağmen, İsmail Hakkı’nın güzel bir vuruşu ile Fener kalesine girmesiyle neticelendi.

    Bu ilk gol çok alkışlandı. Aradan henüz 3-4 dakika geçmişti ki Fener’in sağ muavininin ceza sahası dâhilinde topa elle dokunması Fener aleyhine bir penaltı verilmesini mucip olmuştu.

    Güzel bir vuruş, bu cezanın gole tahviline kâfi geldi.

    Fenerbahçe, faik oyununa rağmen, defansının yalnız bırakılması yüzünden mağlup vaziyete düşüyordu.

    Bunu anlamaya başlayan Fenerliler gayretlerini arttırdılar ve Altay kalesi yine sıkışmaya başladı.

    Fakat Altay, defansa çekilmek suretiyle sayı yapılmasına mani oldu. İlk devre bittiği zaman Fenerbahçe 2-0 mağlup vaziyette idi.

    Şiddetli bir rüzgâr altında müdafaa yapmak zaruretinde kalan Fener’in, iki sayı kaybetmesine rağmen, ikinci devrede vaziyeti kurtaracağı tahmin ediliyordu.

    Fenerbahçe’nin faik oyun sistemine rağmen iki sayı kaydetmesi, Altay’ın da aynı vaziyette çalışmaya mecbur kalacağı cihetle, büyük bir mana ifade edemezdi.

    Filhakika devrenin başında Fenerlilerin tesis ettikleri hâkimiyet, Altay’ın kendi nısıf sahasından mahdut defalar çıkabilmesini intaç eden bir katiyetle, oyunun ta sonuna kadar devam etti.

    Oyunun yeknesak şeklinden bahsetmeyeceğim. Auta giden şutlar, birbirini takip eden kornerler, Altaylıların vakit geçirmek için topu mütemadiyen taca atmaları gibi hareketler içinde geçen bu devre, on bir oyuncusunu da kalesinin etrafına toplayan Altaylıların müdafaaları altında geçti.

    Fenerliler, bu karışık ve kalabalık muhit içinde bir türlü müspet bir iş yapamıyorlar, ayaklarına dolaşan rakipler arasından bir türlü sıyrılamıyorlardı.

    Devrenin 26ncı dakikasında, Zeki, güzel bir sol vuruşla 35 adımdan güzel bir gol yaptı. Bu golle beraber Fener’in tazyiki de arttı.

    Altay’ın müdafaa kesilmeye, Fener muhacimlerinin muhakkak bir sayının yolunda ilerledikleri görülmekte idi. Altay, üst üste kornerler yapıyor, kaleci bacağının bütün kudretiyle yaptığı degajmanlarında en yakın taç hattının yetişilemeyecek noktasını nişanlıyordu.

    Fenerbahçelilerin azami nispette darlaştırdıkları muhasara çemberinin tazyiki altında Altay müdafaasını, hatta o müdafaa ile beraber çalışan bütün takımı bunalttıkları bir anda idi ki yekdiğerini takip eden kornerlerin biri golle nihayetlendi.

    Artık müsavat teessüs etmişti. Bu müsavatı Fenerbahçe lehine ihlal edileceğini tahmin etmek müşkül değildi. Çünkü Altay tamamen yorulmuş, harap olmuştu.

    Bu sırada Altaylıların bu sayıya itiraz ettikleri görüldü. Hâlbuki bu gol, hakemin pek haklı olarak ısrar ettiği veçhile mükemmel bir sayı idi.

    Topu tutan kaleci, nizamında yapılan bir hamle ile topla beraber kaleye sokulmuştu.

    İzmirliler, çok garip bir zihniyetle golü kabul etmediler.

    Hakem de Fener kaptanının tavsiyesine rağmen hükmünü tağyir etmedi. Altaylılar da sahadan çekildiler.

    İzmir şampiyonunun bu hareketini sportmence bulmadığımızı saklamayacağız.

    Hakem, hükümleri, bilhassa sahada münakaşa edilemeyecek bir adamdır ve herhangi bir sebep sahayı terk etmek garabetindeki çirkinliği izah ve tevil edemez. İstanbul sporcuları İzmirli arkadaşlarının bu hareketini beklenmedik bir hadise olarak telakki ettiler.

    Hakem M. Allen diyor ki: “Kaleci top elinde iken, hafif bir şarjla kaleye girmiştir. Bu güzel bir goldür. İngiliz futbol kavaidi bunu böyle kabul etmiştir.”

    ŞEHİTLERE BORCUMUZ! [23]

    Onlar öldüler; onlar ateş sağanakları ve top yıldırımları altında can verdiler. Onlar, bizi yaşatmak için yaşamaktan oldular.

    Onlar ölürken, yalnız ölümlerinin heder olmamasından ve hain ihtirasların dört yol ağzında kâin bulunan aziz Türk vatanının yaşamasından başka bir emel ve arzu beslemediler. Onların, büyük şehitlerimizin fedakârlıkları ve arzuları önünde hürmetle eğilelim.

    Onların mezarları başında, vazifemizi (bu mübarek ölülerden artakalmış olmamızın bize hicabını hissettirmeyecek olan vazifemizi) düşünelim. Fakat bunun için, her şeyden evvel, onları ziyaret borcumuzu bilelim ve ödeyelim!

    İstanbul ile Çanakkale arası Avusturalya ile Çanakkale arası kadar uzun değildir. Biz şehitliklerimize karşı İngilizlerin ve Avusturalyalıların ölülerine karşı duydukları hürmet ve minnet hislerinden başka hislerle mütehassıs olabilir miyiz?

    Asil Türk! Senin kahraman şehitlerini ziyaretinde yalnız bir şükran hissinin ifadesi mündemiç değildir; onların fedakârlık hislerini senin de taşıdığın ve evladına da taşıtacağın iddiası mündemiçtir! Şehitlerini ziyaret et!

    FUTBOL SEYRETMENİN ADABI [24]

    Birçok şeyin adabını bilmediğimiz gibi futbol maçı seyretmenin adabını da bilmiyoruz. Tabii bunu herkes için söylemiyorum; fakat bilmeyenlerimiz her halde bilenlerimizden çok fazladır.

    Maç seyrederken oyunculara, hakeme hakaret etmeyi mübah addedenler, maalesef pek çoktur. Bir tarafı sevmek, onun galibiyetini istemek, öteki tarafa hakaret etmek hak ve salahiyetini kimseye veremez.

    Mısır maçlarında misafirlere karşı, tek tük, o müstekreh “Voyvo!” narasını atacak kadar spor seyretmenin adabından gafil olanlar, Pazar günkü maçta İzmirli oyunculara “Yuha!” çekecek kadar işi azıttılar. Bu arada sağ tribündeki seyirciler arasında bir de dövüş oldu. Polisler derhal yetişmeselerdi mucibi teessüf bir vaka olacaktı. Bazı İzmirliler:

    “Seyircilerden bir kısmının Fener maçında, Altaylılara karşı hasmane ve hatta hakaretamiz bağrışmalarına çok müteessir olduk. Başta Fenerbahçe olmak üzere İzmir’e gelen İstanbul takımlarına İzmir halkı hiçbir zaman böyle muamele etmemiştir!” diye şikâyet ettirecek kadar müteessir eden harekât, futbol maçı seyretmenin adabını bilmediğimize yeni bir delildir.

    Bir hakikat olarak şunu hatırdan çıkarmamak lazımdır ki sahada futbol oynayanlar amatör efendilerdir ve onlara kimsenin hakaret etmeye hakkı yoktur.

    “Çühüş!”ler, “Yuha!”lar ve ağıza alınmaz küfürlerle futbol maçı seyredilemez. Hepimiz gibi efendi olan futbolcuları, taraftarı olmadığımız takımda oynuyorlar diye tahkire salahiyetimiz yoktur.

    Eski bir tabir ile onlar babamızın uşağı değildirler ve öyle bir zamandayız ki babamızın uşağına bile hakaret etmek hakkına malik değiliz; nerede kaldı ki bizim gibi efendi olan amatör gençlere ağız dolusu küfür edebilelim!

    Futbol seyrine gitmeden evvel futbol seyretmenin adabını öğrenelim! Çünkü çok ayıp oluyor!

    ALTAY KAPTANI NE DİYOR? [25]

    Hakemin de verdiği bu karar hakkında oyundan sonra kendisiyle görüşen muharririmize Altay takımı kaptanı Vahap Bey demiştir ki:

    “Oyunu yarıda bırakıp sahadan çekildiğimize çok müteessiriz. Fakat buna mecbur olduk. Çünkü göz göre göre büyük bir haksızlığa tahammül edemezdik. Hakem Fenerlilerin bir sürü faullerine ses çıkarmıyor, Fener taraftarları da bunları alkışlıyordu. Hakemin bu taraftarlara kapılıp bizi yendirmek istediğini hissediyorduk. En sonunda bariz faulü gol addetmesi bizi haksızlığı protesto etmek için sahadan çekilmeye mecbur etti. Yalnız kendi şerefimizi değil, İzmir’in de şerefini düşünmek mecburiyetindeydik. Esasen yan hakemleri de bunun gol olmadığı iddiasındadırlar.

    Hakem o kadar müteredditti ki bir aralık gidip Fenerli Sadi Bey’e golü doğru atıp atmadığını sormak gafletinde bulundu.

    Oyuna gelince hepimiz canla başla çalıştık, fakat Fener’in çok faullü oyununa karşı daha iyi oynayamazdık. Ekserimizin her tarafı tekmeden yara bere içindedir. Ben kendi hesabıma hiçbir maçta bu kadar hırpalandığımı hatırlamıyorum.

    KENDİSİNİ DENİZE ATTI [26]

    Mükemmelen Yüzerek Sarayburnu’na Çıktı

    Dün akşam Haydarpaşa’da ve Kadıköyü’ne gitmek üzere köprüden 8.5’da hareket eden seyrisefain vapurunda tuhaf bir intihar hadisesi olmuştur.

    Vapur Selimiye açıklarına geldiği zaman, vapurun ikinci mevkiinde ve kadınların oturduğu kenar kısmında bulunan bir şahsı meçhul saçlarını düzelttikten sonra şapkasını iskemlenin üstüne bırakarak kendisini birdenbire denize atmıştır.

    Bunu gören kadınlar feryada başlamışlardır. Nihayet vaka anlaşılmış, vapur durmuş, etraf araştırılmış ise de evvela denizde kimseye tesadüf edilememiş, bilahare projektörle yapılan taharriyat neticesinde bir gölgenin şayanı hayret bir suretle yüze yüze Sarayburnu parkına doğru gittiği görülmüştür.

    Bu adam pek mükemmel bir surette yüzerek parkın iskelesine yaklaşmış ve oradan uzatılan sırığa sarılarak karaya çıkmıştır.

    Vapurun kaptanı bu adamı almak üzere sandal göndermiş ise de o karaya çıktıktan sonra bir daha arkasına bakmayarak yürüyüp gitmiştir.

    Bu intihar nümayişini yapan zatın vapurda bulunan şapkasının içine bir kâğıt bıraktığı ve bunda Topçu atış mektebi hesap memuru Mehmet Cemil adresi yazılı olduğu görülmüştür.

    REİSLİK! [27]

    Ne hikmettir bilmem herkeste “Reislik” denilen baş olmaya dair bir hırs vardır. Haydi, banka veya anonim şirket meclisi idare reisliği gibi maddi menfaat getirenleri özlemeyi tabii ve makul bulalım. Lakin bedava, beleş reisliklere olan rağbet ötekilere olandan fazla. Bu ikinci kısmın taliplerine sordunuz mu size derhal içlerini çekerek:

    “Ne yaparsın kardeş, hamiyet!” diyor.

    Son günlerde İstanbul’un spor teşkilatı reisliği için de böyle hamiyetli bir sporcu çıkmış canı gönülden uğraşıyor. Her neye mal olursa olsun İstanbul sporcularının başına çıkarak hizmet etmek istiyor. Allah yardımcısı olsun! Kimin? O daha belli değil!

    Bu münasebetle bir Bektaşi hikâyesi yazacağım, bunu bana nüktedan bir mebusumuz anlatmıştı:

    Bir zat Eyüp’te dua ediyormuş. Tesadüfen geçen bir Bektaşi dervişi bunu görmüş ve duacının:

    “Aman yarabbi, bana şu reisliği ihsan et” diye duya ettiğini işitmiş. Hemen yanına sokulup sormuş:

    • Affedersiniz. Beyefendi, ne dua ediyorsunuz?
    • Size ne?
    • Yok, bir şey için değil, sizin menfaatiniz namına soruyorum.
    • Bizim mahkemeye Reisliğimi dua ediyordum.
    • Aman azizim, ne reisliği istediğinizi tasrih ediniz, ucuza dayanamaz, sizi tulumbacı reisi yapar, müddeti ömrünüzde koşmaktan ananız ağlar…

    İSİMLERİMİZ [28]

    Telefon rehberinde 25 İsmail Hakkı Bey ismine tesadüf edilir ki bunlardan yalnız sekizi bir aile ismi taşıyor. Hangi İsmail Hakkı Bey? Sarı çizmeli Mehmet Ağa… Hâlbuki medeni kanun aile isminin kullanılmasını amirdir. Ticaret âlemine giriyoruz, yeni yeni firmalar teşekkül ediyor. Eğer isimler ihya edilmezse şahsi ahvalde, sicillerde, eskisi gibi, hukuki zıya’a uğratacak yolsuzluklar teselsül eder gider.

    Medeni kanun isim üzerindeki hakkı tanıyor ve ismi himaye ediyor. Madde 25: “İsmi ihtilafa mahal veren kimse, hâkimden hakkının tanınmasını talep edebilir.”

    Madde 153: “Karı, kocasının aile ismini taşır.”

    Pek ala, kanuni ahkâm mevcut, lakin bunun tatbikatı yok.

    İsmi Bekir olan biri bil’iltizam hacca gitse kendisine bihakkın Hacı Bekir denecek; bu adamın bir şekerci dükkânı açmak sarih hakkıdır. Oldu bir şekerci Hacı Bekir! Fakat bu, o bildiğiniz meşhur Hacı Bekir değil. Kanunen buna ne yapılabilir? Memleketimizde sanayi biraz ilerler ilerlemez bu isim karışıklığının bin bir mahzurunu göreceğiz. Evet! Kanunun imali lazım. Romanya’da bu hal vaki olmuştu ve hükümet, bir emirle altı ay içinde aile isimlerinin tescil edilmesini kaide ittihaz etti. Kezalik, Ermeniler, ruhani reislerinin bir işareti üzerine derhal “yan” hecesinin ilavesiyle kendilerine isimler uydurdular.

    Aile ismi olmamak demokrasinin tefritidir. Bu kadar demokratlık da fazladır, karışıklığı mucip oluyor.

    Sicillere hâkim olan adliyedir. Adliye vekâletinin lütuf ve himmetinden bu cihetin tanzimini bekleriz. Dünyada aile ismi usulünü kabul etmeyen tek bir millet kalmamıştır.

    Bir tarihte, Bolu vilayetinde, Köstebek isminde bir köyde konaklamıştım. Orada herkesin ismi Abdi Bey… Bu muhtelif ve mütenevvi Abdi Beylerden biri ile bir tacir bir münasebete girişse ve sonunda iş bir protesto veya davaya müncer olsa müddea aleyhin hangi Abdi Bey olduğunu tayin etmek külfetli bir mesele olacak.

    Bütün müesseselerimizi tazeleştiriyor, garplılaştırıyoruz. Teceddüt programının en başında bu da münderiçtir. Elbise veya serpuşun beynelmilellerini almakla Garp âlemine girdik. Eskilikten her gün bir adım uzaklaşıyoruz. Elli senelik maziden bizde ne kaldı? Bir aile isminin fıkdanı, bir de Cuma tatili.

    Eğer rivayet doğru ise Çin’in bazı mıntıkalarında, çocuklara doğduklarında isim verilmez, kendileri birinci, ikinci, üçüncü… diye yadolunurlarmış. Mektep nümerosu gibi bir şey.

    Aile ismi kullanmayacaksak, bari muhtelif Ali Rızalara, Mehmet Alilere, İsmail Hakkılara, Musa Kazımlara, Hasan Hüsnülere birer numara verelim.

    ALTAYLILAR İZMİR’DE NASIL KARŞILANDILAR? [29]

    Şehrimizde iki müsabaka yaptıktan sonra İzmir’e giden Altaylılar, İzmir’de büyük bir zaferden dönen bir ordu gibi heyecanla karşılanmıştır.

    İstanbul’da Galatasaray’a 1-0 mağlup olan, Fenerbahçe ile iki ikiye berabere iken sahayı terk eden Altaylıların sureti istikbalini Anadolu gazetesi şu suretle tasvir etmektedir:

    Anadolu refikimiz şu serlevha ile söze başlıyor:

    “İstanbul’daki maçları alaka ile takip etmiş olan İzmirliler, kıymetli gençlerimizi bir zafer dönüşü heyecanıyla karşıladılar.”

    “İstanbul’da Galatasaray ve Fenerbahçe takımları ile yaptıkları iki maçla İzmir’in spordaki yüksek mevcudiyetini efkârı umumiyeye bildiren, iki İstanbul kulübünün heyeti idarelerindeki mühim zevatın istifasına sebep olan Altaylılar; dün Adnan vapuruyla şehrimize avdet etmişlerdir.

    Altaylılar; İstanbul futbolcularına karşı aldıkları mühim neticeere layık bir şekilde, parlak ve çok samimi bir surette istikbal edilmiştir.

    İlk yaptığı maçta Galatasaraylıların teknik oyununa galebe çalarak onlara acz içinde tekme oyunu oynatan, Fenerbahçelileri de el ile yaptıkları bir golü gol saydırabilmek için hakemi dövmek teşebbüsünü izhar edecek derecede hırpalayan Altay dün zaferden döndü.

    Öğle vakti İzmir sporcuları Altaylıları parlak bir surette karşılamak için Körfez şirketini Alsancak vapuruna ve römorkörlere binmişler kaleye doğru açılmışlardı.

    Sporcular; polis motoruna binmişler ve Körfez vapuruyla kendilerini istikbale gelen arkadaşları ile birlikte Konak vapur iskelesine çıkmışlardır.

    Orada pek çok halk İzmir sporculuğunun kudretini yükselten bu fedakâr ve samimi gençleri istikbal etmiştir.

    Askeri muzıka önde olduğu halde çarşıdan geçilerek Beyler Sokağı’nda Cumhuriyet Halk Fırkası binasına gidilmiştir.

    Bu esnada çarşıda bütün halk Altaylıları alkışlarla karşılamıştır.

    Fırka binasında bütün gençlere meşhur şerbetçi Kadri Usta’nın şerbetinden ikram edilmiştir.

    Samimi hasbihaller yapılmış ve bilahare herkes memnun bir halde ayrılmıştır.

    Fırka erkânı, sporcularımızı takdir ve tebrik etmişlerdir.

    Gazetemiz de kıymetli sporcularımıza beyanı hoşamedi eder.”

    FUTBOL SÖNÜYOR? [30]

    Türkiye’de en sevilen, en rağbet edilen, en fazla teammüm eden spor hiç şüphesiz futboldur. Futbol, son seneler içinde memleketin her tarafına dağılmış, spor cereyanlarının girdiği her noktaya nüfuz etmiştir.

    10-15 senelik bir maziden başlayan bu cereyan bir zaman azami kuvvetini kazanmıştı. Öyle ki memlekette vücudu hissedilen canlı varlığın bizi birkaç sene içinde Avrupa futbolculuğu seviyesine yükselteceğini iddia ediyorduk.

    Fakat vakayiin tarzı inkışafı, hata ettiğimizi bize ispat etti ve anladık ki futbolculuğumuzun atisi hakkında vuku bulan tahminler pek balapervazane imiş!

    Vaziyeti kavramaj için İstanbul futbolculuğunu tetkik etmek kifayet eder.

    Son seneler içinde Türk futbolculuğunun birkaç futbol yıldızı yetiştirmekte olduğu iddia ediliyordu. Galatasaray’dan Kemal Faruki, Necdet, Şadli, İbrahim; Fenerbahçe’den Şahap, Fikret, Muzaffer, Reşat hep bu birdenbire parlayan ve kısa bir fasıladan sonra sönmeye başlayan yıldızlardandır.

    Bu oyuncuların parlamak ve sönmek sebeplerini tahlil edersek futbolculuğumuzun neden karanlık bir atiye doğru ilerlediğini anlarız.

    Herhangi bir futbolcunun birdenbire takdirle karşılanması onun manevi hasletlerini kaybetmesine sebep olmaktadır.

    Hâlbuki biz takdirlerimizi maalesef ibzal etmek istidadındayız. Takdirle karşılanan zayıf ruhlu sporcu şöyle düşünüyo:

    “Ben artık futbolu tamamen kavradım. Bundan sonra çalışmaua ne lüzum var!”

    Artık bu genç futbolcu idmana gitmiyor, kaptanı ile münakaşalar yapıyor, onu zaman ararsanız muhayyel şöhreti etrafında toplanan birkaç dalkavukla beraber muayyen gazinolardan birinde bulursunuz.

    Bu vaziyet gösteriyor ki şimdiki neslin spor terbiyesi bozuktur ve bundan sonra bir Zeki, bir Bekir, bir Ala, bir Nihat, bir Leblebi yetiştiremeyeceğiz.

    TURİNG KLÜP [31]

    Turing klüp heyeti umumiye içtimaından sonra birer otomobil ve spor şubesi tesis etmiştir.

    Otomobil şubesinin reisliğine Nadir spor şubesi riyasetine de yüzbaşı Rüştü Beyler intihap edilmişlerdir.

    Kulübün otomobil şubesi İstanbul’da bütün otomobil sahiplerinin ihtiyaç ve dertleriyle alakadar olacak, bozuk otomobil yollarını tespit ederek ait olduğu makama bildirecek, yollara işaretler koyacak, yol haritaları tanzim edecektir.

    Spor şubesi spor kulüplerinin de yardımıyla ecnebi memleketlerden getirtilecek takımların seyahatları ve burada ikametleri esnasında ihtiyaçlarını temin edecek ve suhulet gösterecektir.

    Bu şubeler yakında faaliyete başlayacaktır.

    DÜNKÜ SPOR FAALİYETLERİ [32]

    Beykoz’da Fenerbahçeliler Beykoz futbolcularıyla dostane bir maç yapmışlardır.

    YOĞURTÇU’DA YARALANAN ALTINORDULU GENÇ [33]

    Niyazi, Mustafa ve Hayrullah isminde üç kişi Yoğurtçu çayırına gelmişler, derenin karşı sahiline geçmek istemişler ve kenarda duran Altınordu kulübünün bir sandalını görmüşlerdir. İçindeki sporcu Orhan Bey’e kendilerini karşıya geçirmesini söylemişler. Orhan Bey sandalın kulüp sandalı olduğunu söylemişse de küfrederek ısrar etmişler ve nihayet iş kavgaya müncer olunca bıçaklarını çekmişlerdir.

    Bu sırada oraya gezmeye gelmiş olanlardan bir kısmı da kavgaya karışmıştır. Neticede Orhan Bey yaralanmıştır.

    Bu vaka üzerine polisler yetişmiş mütecavizleri ve kavgaya iştirak edenleri yakalamışlardır. Orhan Bey’in yarası boynundan ve oldukça derindir.

    DENİZ SPORLARINA YABANCIYIZ [34]

    İstanbul üç tarafından denizle çevrilmiş bir sahil şehri olmasına rağmen İstanbulluların deniz sporları ile alakası maalesef kabil olduğu kadar asgari derecededir. Birçok şehir gençleri vardır ki yelken kullanmaktan sarfınazar yüzmesini, kürek çekmesini bilmez, sahilden aylarca mesafede yetişen bedeviler kadar, belki onlardan fazla denizden korkar.

    İstanbulluların bu garip hususiyetlerini sırf onların deniz sporlarına karşı duydukları alakasızlığa vermek çok hatalı olur. Bazı harici tesirler vardır ki görülen bu lakaydinin teessüsünde belli başlı amiller vaziyetindedirler. Meseleyi tetkike deniz sporlarının en başında olan yüzmeden başlayalım.

    Yüzmek alelade bir spor olmaktan ziyade sıhhat noktasından elzem bir harekettir. Mamafih yüzmenin yalnız sıhhi faydası için yapıldığı iddia edilemez. Aynı zamanda çok zevkli bir spor olmasıdır ki “Yüzme” spor şubelerinin en eğlendiricisidir. Bahusus tenis gibi hatta futbol ve daha birkaç nevi spor gibi külfetli vesaite muhtaç olmaması dolayısıyla herkes tarafından kolaylıkla tatbik olunabilir.

    Yüzücülerin, daha doğrusu yüzme öğrenmeye başlayanların muhtaç oldukları bir şey vardır:

    Plaj, yahut deniz hamamları…

    Hâlbuki İstanbul, maalesef bunlara malik değildir.

    İstanbullu, öğrenmek vesaitine malik olmadığı için yüzme bilmez ve onu tayibe hakkımız yoktur. Şehrin Anadolu yakasında, ta Kavaklar’dan Kadıköyü’ne kadar devam eden sahada maalesef bir tek deniz hamamı yoktur. Halbuki bu mıntıka dâhilinde plaj, yahut deniz hamamı olmaya elverişli yerler ihtiyaca belegan mabelağ takabül eder.

    Florya, Altınkum, Caddebostanı ve emsali plajlar bir spor mahalli olmaktan ziyade bir eğlence mahallidir.

    Deniz sporlarına karşı incizap duyuyorsunuz, denize girmek fikrinde misiniz? Fakat her tarafı denizle örtülen bu sahil şehrinde buna imkan bulamıyoruz.

    Bundan daha acı ne olabilir?

    Şehirde deniz hamamları yapmak çok karlı sayılan bir iştir. Fakat vaziyetin hakiki iç yüzü böyle değildir.

    Mesela denizin kumsal bir kenarında bir banyo mahalli yapmak ve bunu hem halkın istifadesine, hem de kendi istifadesine açmak isteyen adam namütenahi müşkülatla karşılaşır: maliye ayrı vergi ister, emanet ayrı aidat ister, ruhsatiye alınır, banyonun mutlaka “Asri” olması kaydı konulur ve zavallı adam bu işten mutlaka vazgeçmek zaruretinde kalır.

    Diğer taraftan, vuku bulan facialar dolayısıyla açıkta denize girmek (haklı bir kararla) menedilmiştir.

    Şu vaziyet karşısında zavallı İstanbulluya bu zevkten mahrumiyet bir emri mukadderdir ve bu sıcaklarda pişmeye mahkumdur.

    Buna kuruni vustai bir işkence derler.

    BİR SPOR MECMUASI [35]

    Dün matbu bir mektup aldım. Bir spor mecmuasının intişardan evvel etrafa gönderdiği bu mektupta, Türkiye’de spor hareketlerimizin geçirmekte olduğu umumi muvaffakiyetsizilik ve spor teşkilatımızda görülen zaaf ve teşettüt sporla iştigal eden bütün gençliği ve sporu himaye edenleri müteessir edecek bir hal almıştır. Bu hallere nihayet vermek için… de bu mecmua intişar ediyor. Ben her spor neşriyatını takdirle karşılarım. Lakin bu hal beni bir hakikat söylemekten menedemez: Bizim spor işleri, sporcuların ve spor nizamlarının bozukluğundan dolayı karışmamıştır. Bugünk buhranın sebepleri bir mecmua neşriyle düzelecek kadar sathi değildir. Ne kadar istedim ki bu işler iki üç makale ile düzelsin, lakin maalesef “Kazın Ayağı” öyle değil.

    FENERBAHÇE MÜESSİSAN HEYETİ [36]

    Fenerbahçe katibi umumiliğinden:

    Kulüp müessisan heyeti 23 Ağustos Cuma günü saat 10’da içtima edeceğinden azayi muhteremenin teşrifleri rica olunur.

    TRABZON’DA DENİZ [37]

    Okudum ve titredim. Trabzon’da belediye halkın denize girmesini menetmiş. Sebebi de denizin pisliği imiş. Tasavvur edin! Koca bir şehrin bütün sahili ayak sokulamayacak kadar pis.

    Burada bir sual varit oluyor. Tabii, deniz bu hale bir gece içinde gelmedi. Pislik diz boyunu geçmeden evvel Belediye nerede idi?

    Size bir tezat levhası. Almanya’nın deniz ve nehir olan ve olmayan bütün şehirlerinde Belediyeler suyu daima değişen büyük ve umumi yüzme havuzları yapar. Bizde de denizin pisliğinden dolayı halk oraya girmekten meneder. Aradaki fark büyük değildir.

    TELEVİZYON [38]

    Geçen gece fennin son terakkilerinden bahsediyorduk. Ben televizyonun pek büyük bir keşif olduğunu söyleyerek dedim ki:

    “Ne iyi olacak, şimdiye kadar telefonla uzak mesafelerden yalnızca konuşmak mümkün oluyordu. Televizyon konuşanların birbirlerini görmelerini de temin edecek.”

    Bir hanım sözümü kesti ve itiraz etti:

    “Ben bu keşiften pek memnun olmayacağım. Çünkü benim telefonum yatak odama pek yakındır; zil çalınca giyimli, giyimsiz koşarım. Şimdi telefona televizyon da ilave edildi, artık giyinip de koşmak yahut hep giyimli oturup beklemek lazım gelecek; bana bakmayın.”

    BEYKOZ’DA [39]

    Kendi muhitlerinde kesif bir faaliyet ve varlık gösteren Beykozlular bu hafta da kendi sahalarında bazı maçlar izhar etmişlerdir.

    Beykozlular malum olduğu veçhile, her hafta kendi sahalarında maç yapmaktadırlar. Hatta geçen hafta Fenerbahçe’nin birinci ve ikinci takımlarıyla karşılaşmışlar ve çok iyi neticeler almışlardı.

    Birinci takımlar maçı 2-2 berabere bitmiş, ikinci takımlar müsabakasını Fenerliler 3-5 kazanmışlardır.

    Beykozlular bu hafta, Süleymaniye birinci ve Hilal ikinci takımlarını Beykoz’a davet etmişlerdir. Bu maçlar çok enteresan olacaktır.

    KEDİ ETİ YEMELİ! [40]

    Beyoğlu taraflarının köpek amatörleri pekiyi tanır, bir Baytar Santur Bey vardır. Bir iki gün evvel intişar eden bir mülakatta bu zat bize kedi eti yemesini tavsiye ediyor. Muallim köpeklerle fazla temas ettiği için olmalı ki bir kedi düşmanlığı hissi taşımaya başlamış. Bu fikri vaktiyle Ruslar pek güzel tatbik etmişler ve İstanbul’da kedi bırakmamışlardı. Lakin sığır eti yiyecebilecek kudreti maliye kesbedince bu nimetten vazgeçtiler.

    Muhterem Doktro şimdi ayni cereyanı açarsa İstanbul’da farelerin burnumuzu yemesi ihtimali kuvvetlenir.

    Fizyoloji ulemasından biri insanın etini veya gıdasını yediği hayvanın huylarını aldığını iddia ediyor. Eğer bu iddia doğru ise Baytar Bey’in tavsiyesini tutup kedi eti yiyenleri Mart ayında alt katlarda aramalıyız.

    NİÇİN YAPILMIYOR? [41]

    Bir iki haftadan beri Taksim stadyumunda futbol maçları yapılmaz oldu… Doğrusu da aranılırsa bunda biraz isabet vardır. Memleketimizde, her yerde olduğu gibi bir mevsime tabi bulunmayan futbolun bu bunaltıcı sıcaklarda bahsini bile etmek bir külfet, bizzat futbolcular için de bir zarar oluyor. Buram buram ter dökülen bu sıcaklarda ve dört tarafı deniz biz şehirde başka sporlar yapmak imkânı varken hala meşin top peşinden koşmak biraz garip oluyor. (…)

    DENİZ YARIŞLARI [42]

    Muntazam ve Mükemmel Bir Surette Cereyan Etti

    Heybeliada, Bahriye Birliği tarafından tertip edilen deniz yarışları, sivil kulüplerin de iştirakiyle dün parlak bir surette yapıldı.

    Başta Meclis reisimiz Kazım ve Başvekil İsmet Paşalar olduğu halde, İstanbul’un kibar ve tanınmış ailelerinden müteşekkil kesif bir kalabalık Deniz Lisesi’nin davetlilere tahsis ettiği mahalden başka adanın rıhtımını ve yarışı seyre müsait her tarafını doldurmuş bulunuyordu.

    Deniz Lisesi müdürlüğü, tertip edilen yarışın mümkün mertebe muntazam ve mükemmel olmasını teminen icap eden her türlü tedbirleri almış, yarış sahasından, seyircilere tahsis edilen mahallere kadar her yerde ve aami muvaffakiyetle intizamı temine fırsat bulmuştu. Görülen intizam, sarf edilen mesainin heba olmadığını ispat ediyordu.

    Yarışlara tam saat onda başlanmıştı. İlk yarışlar tamamen yüzme müsabakalarına tahsis edilmişti.

    Muntazam vücutlu gençlerin, beden kabiliyetlerini fenni şeraite tevfik ederek çalışmalarını gösteren bu müsabakalar çok zevkli oldu. Sert, seri kulaçlarla, rakibi bir tek hamle geçebilmek için gayretinin azamisini sarfeden genç yüzücülerin çetin mücadelesi hariçten heyecanla seyrediliyordu.

    Bazen hafifi bir çığlık, final yaklaşırken rakibine mağlup olmak ihtimali kuvvetlenen bir gencin ya annesinin ya kızkardeşinin asabiyetten titreyen dudakları arasından fırlıyor ve bu hafif nida, yetişen tarafın kopardığı daha hâkim galebe ve teşvik avazının içinde sönüyor, kaybolup gidiyordu.

    Heyecan, merak içinde takip edilen bu yarışların cereyanında, hariçten seyredenler üzerinde yaptığı tesir, şimdiye kadar görmeye alıştığımız yarışların bıraktığı intibaa nazaran çok daha başkaydı. Gürültü, patırtı, adi coşkunluklardan bayağı feveranlardan uzak bir şekilde akıp giden bu müsabakalar, seyircilerin bu nezahata yabancı kalmayan haleti ruhiyeleri içinde, samimi bir mecra takip ederek nihayetine yaklaştığı, herkes bu pek tatlı geçen günün nihayetine yaklaşmadan mütevellit bir azap hissi duyuyordu.

    Sırasıyla 100, 50, 400 metre yüzme yarışları yapıldı. Sivil kulüplerle Bahriyeliler ayrı ayrı karşılaşıyorlar ve her yarış intizam, heyecan itibariyle birbirinden daha zevkli oluyordu.

    Dalma müsabakaları da çok heyecanlı oldu. Geniş omuzlu, sağlam ciğerli gençler dakikalarda suyun altında kalıyor, uzun mesafeleri bir karabatak sabrı içinde, hariçten seyredenlerin bile başını döndüren bir fedakârlıkla katediyorlardı.

    Öğleye doğru, yüzme yarışları artık hitama ermişti.

    Bu yarışlarda Gedikli mektebinden Fahri, Deniz Lisesi’nden Yaşar ve Mithat, Beylerbeyi kulübünden Cemil Beyler ciddi bir varlık gösterdiler.

    Öğleden sonra yarışlara yine devam edildi. Yarışların bu kısmı da aynı dikkat ve heyecanla takip olunuyordu.

    Bahusus Heybeli’ye gelen vapurların taşıdığı yolcular seyircilerin kesafetini arttırmış, adeta iğne atılsa yere düşmeyecek bir vaziyet hâsıl olmuştu.

    Kulüplere mahsus futa yarışları, her zaman olduğu gibi, çok heyecanlı oldu. Neticede bir ve iki çiftelerde Galatasaray birinciliği aldı, Beykoz ikinci oldu.

    Bahriye’ye ait vesait arasındaki yarışlar da çok mükemmel oldu.

    Akşama doğru bütün müsabakalar bitmişti, tevzii mükâfat yapıldı ve güneş gurup ederken herkes İstanbul’un yolunu tuttu.

    BESİM GELDİ [43]

    Besim’in geldiğini dün son dakikada öğrendik. İşte geç vakit kendisini gören bir muharririmize bizzat anlattıkları:

    “Evvela şunu söyleyeyim ki hadisatı herhangi bir ademi muvaffakiyeti tevil veya kapatmak için nakletmiyorum. Maksadım vakayı beni sevenlere anlatmaktır. Macaristan şampiyonasına 14 atlet, hep birlikte, aynı pistte koşmak şartıyla başladık. Hâlbuki nizamname bu kalabalık şekilde koşuyu men eder ve koşucuların adedi dokuzu geçince tasfiye müsabakalarını zaruri olarak kabul eder. Bu kalabalık içinde koşu başlar başlamaz derakap bir grup tarafından muhasara edildim. Bittabii, bütün müsabakalarda olduğu veçhile harekâtımı işkal için ‘bloke’ edildiğime intikal etmekte gecikmedim. Bütün mesaime rağmen muhasara çemberinden kurtulamayınca protesto mahiyetinde pisti terk ettim.

    Vaziyet budur. Ben ne başkalarını itham, ne de muvaffakiyetsizliğimi tevil etmiyorum. Eğer bu hadise olmasaydı yarışı kazanacağımı yahut derece alacağımı da iddia etmem.”

    ZAFERLERİN ZAFERİ [44]

    26 Ağustos sabahı, Afyon ufuklarında şafak sökerken dağları inletmeye başlayan Türk topları halaskar bir zaferi müjdeleyen bayram topları olmuştur.

    Filhakika 26 Ağustos, düşman ordusunu beş gün içinde mağlup ve perişan eden, iki hafta içinde de kâmilen imha eyleyen büyük taarruzumuzun başladığı büyük gündür.

    Gazi 337 senesi Ağustos’unda Başkumandan olduğu zaman Büyük Millet Meclisi kürsüsüne çıkmış ve:

    “Memleketimizi çiğnemek üzere memleketimize giren Yunan ordusunu harimi ismetimizde boğacağız” demişti.

    Hakikaten bir sene sonra 26 Ağustos 338’de taarruz başladı ve iki haftada Yunan ordusu harimi ismetimizde tamamen boğuldu. Gazi Hazretleri bu taarruzu o zaman meclis kürsüsünden anlatırken demişlerdi ki:

    “En karanlık ve en bedbaht günlerimizde meclisimizin sarp ve yalçın kaya gibi azmü imanı, talihin bu parlak inkişafına erişmek için lazım gelen imkânı daima mahfuz tuttu. Milli mesailde şaşmaz bir aklıselim ile daima doğruyu ve daima iyiyi keşf ve temyiz eden meclisimizin bu neticelere ermekten dolayı duyduğu saadet kadar istihkak kesbedilmiş ne tasavvur olunabilir. Milletin mukadderatını doğrudan doğruya deruhte eden yas yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azmü iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakta ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu meserretle dolu olarak pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil eyledikleri hürriyet ve istiklal fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum.”

    Yedi sene evvel bugün başlayan büyük taarruz hür ve müstakil Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini kurmuştur.

    Bu temelin harcı şehitlerimizin kanı ve gazilerimizin alın teri ile karışmıştır.

    Türkiye’yi kurtaran son zaferin başlangıç gününün yıl dönümünde bütün mukaddes şehitlerimizi ve başta Gazilerin Gazisi olmak üzere yüce bütün gazilerimizi şükran ve minnetle selamlarız.

    YÜZME MÜSABAKALARIMIZ MUVAFFAKİYETLE YAPILDI [45]

    Dün yüzme müsabakamızı yaptık. Dün Moda ile Fenerbahçe arası ve Fener koyu biri sabah, biri akşam olmak üzere büyük bir alaka ile karşılanan pür heyecan iki spor hareketine sahne oldu. Ve yüzme, bu en temiz, en asil spor dün çok canlı bir gün yaşadı.

    Gerek erkek yüzücülere mahsus yarış, gerek hanımlar arasındaki müsabaka muvaffakiyetle başladı, muvaffakiyetle devam etti, muvaffakiyetle bitti.

    Yalnız sabahleyin erkek yüzücülerin müsabakada Moda ile Fenerbahçe arasını dolduran sandalların yarış hattını daraltmaları, hatta bazı saygısızların bu hattın içine kadar girerek yüzücülerin hareketlerini müşkülleştirecek vaziyetler almaları da olmasaydı; müsabakamız büsbütün üzüntüsüz geçmiş olacaktı.

    Bütün bunlar, her iki müsabakamızın safahatını, yarış esnasında yüzücülerin birbirlerine karşı olan vaziyetlerini, bu husustaki tenkit ve mütalaamızı, çay ziyafetimiz, derece alan yüzücüler için hazırladığımız kupa ve madalyaların merasimle verilişini, bütün tafsilatı yarına bırakarak bugünlük yalnız müsabakaları neticesini kayıtla iktifa ediyoruz.

    Erkekler arasındaki müsabakamıza 33 yüzücü iştirak etti. Bunların kısmı azamı Moda ile Fenerbahçe arasındaki mesafeyi ikmale muvaffak oldu ve neticede Temis 22 dakika 50 saniyede birinci, Galatasaraylı Hüseyin Suat 23 dakika 2 saniyede ikinci, Galatasaraylı Fazıl 23 dakika 11 saniyede üçüncü geldiler.

    Hanımlar arasındaki müsabakamızı Fenerbahçe’nin gerisindeki kayada 500 metrelik bir saha üzerinde yaptık. Dört kadın iştirak etmişti. Rahatsız olduğu halde müsabakaya giren Melek Hanım biraz sonra yarışı terk etmek mecburiyetinde kaldı. Bu suretle müsabaka üç kadın arasında oldu. Matmazel Lizbet 9 dakika 5 saniyede birinci geldi.

    İki sene evvel Cumhuriyet yarışında rakiplerini büyük bir farkla geride bırakan kıymetli yüzücümüz İsmet Hanım suların sevkiyle pek açığa düşmesine ve bu suretle geniş bir kavis çizmek mecburiyetinde kalmasına rağmen 9 dakika 15 saniyede hedefe vasıl oldu.

    Meveddet Şavki Hanım 10 dakika 45 saniyede üçüncü oldu.

    Pek büyük bir heyecan ve alaka ile takip edilen bu müsabakaların şayanı dikkat safahatını da yarın bütün diğer tafsilatla beraber bu sütunlarda yazacağız.

    GAZİ HAZRETLERİNİN TENEZZÜHLERİ [46]

    Reisicumhur hazretleri 26 Ağustos 929 Pazartesi günü Dolmabahçe’de bürolarında meşgul olmuşlar ve istirahat buyurmuşlardır.

    Akşam yemeğini müteakip mevcut davetlilere hitaben: “Arkadaşlar bugün 26 Ağustos’tur. Böyle atıl vakit geçirmeye gelmez, hareket lazımdır. Kalkınız bakalım.” buyurdular.

    Müşarünileyh hazretleri refakatlerinde dâhiliye ve maliye vekilleri olduğu halde saat 23’te Dolmabahçe’den hareketle Tokatlıyan otelini teşrif etmişler ve otelde bulunan Darülfünun Emini Doktor Neşet Ömer Bey’i de refakatlerine almışlardır.

    Otelin gazinosunda kendilerine hizmet edenler meyanında harpte Suriye’de Cemal Paşa merhumun sofracılığını yapmış ve bu vesile ile Gazi Hazretlerine de hizmet etmiş olan metrdoteli derhal tanımış ve iltifat etmişlerdir.

    Gazi Hazretleri bir müddet istirahatten sonra mufarakat buyuracakları sırada otelin yemek salonuna girdiler ve bu vesile ile mütareke zamanındaki bir sözlerini hatırlayarak o zaman buna muharıp olan metrdotele o sözleri aynen söylemesini emrettiler.

    Bahsin mevzuu olan vaziyet şudur: Yıldırım orduları grubu kumandanlığının mütarekeyi müteakip lağvı dolayısıyla İstanbul’u teşrif buyuran Gazi Hazretleri vatanın halasına çare aradığı ve ileride yapacağına karar verdiği sıralarda bir gün, bir arkadaşını Tokaylıyan’a yemeğe davet etmişler, bu metrdotel, hizmetlerine şitap etmiş. Paşa hazretleri metrdoteli görünce taltif etmek istemişler ve halihatır sormuşlar.

    Metrdotel hikâyeye başlarken dedi ki:

    “Paşam, efendimiz işte bu masada oturuyordunuz. Yanınızda bir de uzunca boylu, esmer bir misafir bey vardı.”

    Bunun üzerine Gazi hazretleri kendilerinin de pekiyi hatırladıkları o masaya gittiler ve o zaman oturdukları yere oturdular. Metrdotel devamla:

    “Bendenize ‘Çocuk nasılsın, iyi misin?’ buyurdunuz. Bendeniz de ‘Paşa hazretleri, Cemal Paşa memleketten gitti, bendeniz de tekrar buraya garsonluğuma döndüm’ dedim. Bunun üzerine buyurdunuz ki:

    “Merak etme, onlar gittiler, amma bu gelenlerin hepsi de az zamanda buradan gideceklerdir.”

    Gazi Hazretleri bu hatırayı dinledikten sonra, yemek salonundan çıkmak üzere iken kendilerine arzı tazimat eden ve umumi harpte ihtiyat zabitliği yapmış oldukları anlaşılan iki ecnebi beyefendiye iltifat buyurdular. Bu manzara, o ekmel insanın ruhundan taşan ali cenaplığa, demokratlığa müstesna bir numune idi.

    Gazi Hazretleri Tokatlıyan’ı, kapıya tehacüm eden binlerce müştaklarının yürekten gelen çok şiddetli ve sürekli alkışları arasında terk ettiler. Ve bir müddet çok sevdiği halkın arasında yürüdükten sonra otomobillerine binerek Taksim Bahçesi’ni teşrif ettiler. Bahçedeki numaraların son kısımlarını temaşa buyurdular ve numaraların hitamından evvel çok kalabalık seyircilerin şiddetli alkışları arasında bahçeyi terk ile Tarabya’daki Tokatlıyan otelini saat birde teşrif ettiler.

    Müşarünileyh hazretleri hafif bir supeyı müteakip ifade buyurdukları gibi “Mevkiinin güzelliğini ve havasının letafetini bizzat tecrübe etmek ve tatmak üzere” geceyi Tarabya otelinde geçirmişler ve ertesi günü öğle yemeğini yemek üzere motorla saraya avdet buyurmuşlardır.

    MUVAFFAK BEY VAZİYETİ ANLATIYOR [47]

    İstanbulspor’un, maruz kaldığı haksızlık üzerine Futbol Federasyonuna müracaat ederek şikâyet ettiğini, bunun üzerine meselenin Futbol Federasyonunda tetkik ve hatanın tespitine mani olmak isteyen Orhan ve Abdullah Beylerin istifa ettiklerini dün yazmıştık. Orhan ve Abdullah Beylerin bu istifası nisabı içtimaın bulunmaması ve bu suretle federasyonun toplanamaması gayesine müteveccih bulunuyordu.

    Futbol Federasyonunun içtima edememesi mağdur vaziyette bulunan İstanbulspor’un vaziyeti tashih edememesiyle neticelenecek ve bu suretle Orhan Bey mesai sahasında yükseltemediği takımını birinci kümede ipka edebilecekti. Sporda entrika ve siyasete vazıh bir misak teşkil eden bu şekli hareketin mağduriyeti göz önünde duran bir takımın hukuku aleyhine ne dereceye kadar muvaffak olabileceğini anlamak için Futbol Federasyonu reisi Muvaffak Bey’le görüştük. Muvaffak Bey diyor ki:

    “Orhan ve Abdullah Beylerin istifalarından teessürle haberdar oldum. Bu istifanın hangi gayeye matuf olduğunu bilmiyorum. Mamafih eğer denildiği gibi bu istifalarla Federasyona içtimalarına mani olunmak isteniyorsa bu hareket gayeye vusul noktasından muvaffak olmuş bir hareket sayılmaz. Çünkü geride yine ekseriyet vardır.

    Federasyon içtimalarında üç kişinin bulunması karar ittihazı için kâfidir. Hâlbuki biz şimdi tam üç kişiyiz. Ben, Şerafettin ve Burhan Beyler.

    Burhan Bey denildiği gibi istifa etmiş değildir. Bu istifanın vaki ve makbul olması için bir takım eşkâl ve şerait vardır ki Burhan Bey’in bahsedilen istifası bu nizam merhalelerinin hiçbirinden geçmemiştir. Bu itibarla Burhan Bey halen Futbol Federasyonunun azasıdır.

    İstanbulspor hadisesini, buna müteferri evrakı mıntıkadan istemek suretiyle tetkik edeceğiz. Eğer yapılmış bir haksızlık varsa salahiyetimizi istimal ederek buna mani olacağımız muhakkaktır.”

    Muvaffak Bey’in sözleri matlup seraheti haizdir. İstanbulsporlular, davalarının adil ve bitaraf ellerde tetkik olunduğundan ve haklarının teslim edileceğinden emin olabilirler.

    DOĞRU DEĞİL [48]

    Fenerbahçe Yunanistan’a Gitmeyecek

    İzmir’de çıkan Yeni Asır refikimiz Atina gazetelerine atfen, Fenerbahçe birinci futbol takımının Yunan takımlarıyla karşılaşmak üzere Atina’ya gideceğini yazmaktadır.

    Bu malumata göre, Fenerbahçe Yunan Futbol Federasyonu delaletiyle Atina’daki (Enosis Konstantinopl) takımına müracaat etmiş. Atina ve Selanik’te beş maç yapmak üzere mutabık kalmıştır. Atina’da çıkan Proiya gazetesi bu münasebetle Fenerbahçe’den sitayişle bahsetmekte ve takımımızın ecnebi takımlarla hemen her yaptığı müsabakada muvaffak olduğunu kaydetmektedir.

    Hâlbuki İstanbul’da Fenerbahçe’nin Yunanistan’a gideceğine dair hiçbir malumat mevcut değildir.

    Böyle bir ziyaret zaten mevzubahis olamazdı. Bu bilgimizi teyit için bir defa da Fenerbahçe takımının kaptan Zeki ve kâtibi umumisi Muvaffak Beylere müracaat ettik. Gerek Zeki Bey, gerek Muvaffak Bey böyle bir ziyaretten haberdar olmadığını ve kati surette tekzip edebileceğimizi söylemişlerdir.

    TÜRK VATANININ KURTULDUĞU GÜN [49]

    Türk ordusunu sevk eden Başkumandan, düşmanı yedi sene evvel bugün imha etti. Gazi Mustafa Kemal diyor ki: Geçirdiğimiz buhranlı günlerin şerefli kahramanlarını hep beraber takdis edelim. Onlar arasında muharebe meydanlarında düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi yangınlarda, ateşlerde yakılmış bedbaht çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır.

    Onlar arasında namuslarına tecavüz edilmiş, ebediyen ağlamaya mahkûm kızlar da vardır.

    Onlar arasında yurtlarını kaybetmiş aileler, evlatlarını gömmüş analar vardır ve gene onlar arasında muharebedeki vazifei namusunu şerefiyle ifa ederek bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır.

    Onlardan canı şehadeti nuşetmiş olanların ruhlarına Fatiha’lar ithaf edelim.

    Bu hareketi yapan bir ordunun babaları ve analarından ibaret olan milletimiz bütün cihana karşı en yüksek mevkii hürmeti ve mevkii izzeti kazanmıştır.

    Milletimiz biperva iftihar edebilir ve ben böyle bir milletin aciz bir ferdi olmakla en büyük saadeti hissediyorum. Bu muharebe meydanlarında emsalsiz kahramanlıklar ve şehamet göstermiş olan zabitlerimizin, neferlerimizin ve kumandanlarımızın her biri ayrı bir menkıbe, bir destan teşkil eden harekâtını kemali tebcille ve hürmetle yadediyorum. Bu şehamet meydanlarında rahmeti rahmana kavuşan şühedamızın muazzez ervahına hep beraber Fatiha’lar ithaf edelim.

    Şehamet meydanında ölenlerin analarına ve babalarına taziyeler değil, tebrikler gönderelim.

    BEBEK DENİZ YARIŞLARI [50]

    Hangi kulübün birinci geldiği bugün anlaşılacaktır

    Tayyare Cemiyeti tarafından tertip edilen ikinci teşvik yarışları dün Bebek koyunda icra edildi. Dün yapılan yarışlara, heyeti umumiyesi itibariyle “muvaffak olmuş bir yarış” denemez. Tertip heyetinin saha intizamını temin edecek tedabire müracaat etmemiş ve yarış sahası, hatta yarışların icrası anında bile yol kesen, manialar ihdas eden bir sürü sandallarla, motorlarla dolmuştu. Bu motor ve sandalların yarışçılara çıkardıkları nihayetsiz müşkülat dün yalnız müsabakalara iştira edenleri değil, hatta kenardan seyredenleri bile sinirlendiriyordu. Bu vaziyet birçok haksızlıkları tevlit etti ki bundan mütevellit taksir vazifesini imkansızlıklar ve çaresizlikler içinde ifaya çalışan hakem heyetine ait değildir.

    Yarışlara Galatasaray, Beykoz, Ortaköy, Altınordu ve Beylerbeyi iştirak etmişti.

    Bu kulüpler arasında Galatasaray’ın kazanmaya en müsait vaziyette olduğu muhakkaktı. Galatasaraylılar şimdiye kadar yapılan bütün deniz yarışlarını kazanmak suretiyle bir tefevvuk göstermişlerdi. Buna ilaveten yarışların Galatasaray kürekçileri için tamamen kendi muhitleri sayılan Bebek’te yapılması kıymeti inkar edilemeyecek bir avantaj teşkil ediyordu. Bütün bu sebepleri hesaba ithal ederek Galatasaray’ın yeni bir zafer daha kazanacağını tahmin edenler ekseriyetteydi.

    Yarışlar intizamsızlığı büsbütün arttıran çırfıntılı ve sert bir hava içinde cereyan etti.

    Bir çifte müptediler – Beykoz birinci, Beylerbeyi ikinci, Altınordu üçüncü.

    Üç çifte küçükler – Galatasaray birinci, Altınordu ikinci.

    İki çifte dirsekli – Galatasaray birinci, Altınordu ikinci, Beykoz üçüncü.

    Tek çifte hanımlar – Beykoz birinci, Galatasaray ikinci

    İki çifte müptedi – Beykoz birinci, Altınordu ikinci, Galatasaray üçüncü

    Tek çifte kıdemli – Galatasaray birinci, Beykoz ikinci.

    İki çifte kıdemli – Beykoz birinci, Galatasaray ikinci, Altınordu üçüncü.

    Üç çifte müptedi – Beykoz birinci, Beylerbeyi ikinci geldi. Fakat hakem heyeti Beykoz’la Beylerbeyi’ni diskalifiye etti ve Ortaköy birinci oldu. Vakit gecikmiş ve hava kararmıştı. Yarışı yapan futalar artık gözle takip edilemiyordu. Hakem heyeti puanların tasnif ve birinci olan kulübün intihabını bugüne terk etti.


    [1] 1 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [2] 2 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Ali İhsan)

    [3] 3 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [4] 4 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [5] 5 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [6] 6 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [7] 6 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [8] 7 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi (Ali Naci)

    [9] 7 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [10] 7 Ağustos 1929 – Vakit Gazetesi (Seyyah)

    [11] 8 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [12] 8 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [13] 8 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [14] 8 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi

    [15] 8 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [16] 9 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [17] 9 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [18] 10 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [19] 11 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [20] 11 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [21] 11 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [22] 12 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [23] 13 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [24] 13 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [25]

    [26] 13 Ağustos 1929 – Son Saat Gazetesi

    [27] 14 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [28] 15 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi (C.N.)

    [29] 16 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [30] 16 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [31] 16 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi

    [32] 17 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [33] 18 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [34] 19 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [35] 20 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [36] 21 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [37] 21 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [38] 21 Ağustos 1929 – Vakit Gazetesi (Topluiğne)

    [39] 22 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [40] 22 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [41] 23 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi

    [42] 24 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 25 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [44] 26 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [45] 27 Ağustos 1929 – Vakit Gazetesi

    [46] 28 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [47] 29 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi

    [48] 29 Ağustos 1929 – Vakit Gazetesi

    [49] 30 Ağustos 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [50] 31 Ağustos 1929 – Milliyet Gazetesi

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VI

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VI

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VI”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    FUTBOL MAÇLARI [1]

    Dün bir taraftan tenis maçları yapılırken diğer taraftan da stadyumda hararetli futbol maçları yapıldı.

    İlk maçı Askeri Sanayi-Kuleli takımları yapacaklardı. Fakat Kuleli takımı gelmediğinden mağlup sayıldı.

    İkinci maç Altınordu-Hilal arasında yapıldı. İlk devreyi 2-0 galip vaziyette bitiren Hilal, ikinci devrede vaziyetini idame edemedi ve 3-1 mağlup oldu.

    Üsküdar-İstanbulspor maçı, çok eksik bir kadro ile sahaya çıkan Üsküdar’ın 8-0 mağlubiyetiyle bitti.

    Son ve en mühim maç Fenerbahçe-Vefa arasında oynandı. İstanbulspor’dan Kemal Bey’in hakemliğiyle tarafeyn karşılaştıkları zaman takımların teşekkülatı şöyle idi.

    Vefa: Hüsam, Demir, Halil, İhsan, Şekip, Naci, Hakkı, Hayri, Sami, Osman, Muhteşem.

    Buna mukabil Fenerbahçe Kadri, Sadi, Sabih, Cevat ve Zeki’den mahrum bir halde ve tamamen küçüklerden müteşekkil bir takımla sahaya çıkmışlardı: Rıza, Füruzan, Nejat, Reşat, Fikret, Nihat, Niyazi, Fahri, Muzaffer, Ala, Sait.

    Oyun her iki tarafın bariz tefevvuku altına girmeksizin cereyan etti. Fenerli küçükler kuvvetli rakiplerine karşı canla başla çalışmak suretiyle mukabele ediyorlardı. İlk devre birer sayı yapan tarafeynin müsavatı ile bitti. İkinci devrede Fenerliler bir sayı daha yaparak maçı 2-1 galibiyetle bitirdiler.

    FENERBAHÇE KULÜBÜNÜN ATLETİZM BAYRAMI [2]

    Fenerbahçe Kulübü önümüzdeki Cuma günü Kadıköy sahasında büyük bir atletizm bayramı yapacaktır.

    Kolordu kumandanı Şükrü Naili Paşa, bu atletizm bayramını himayelerine almışlardır. Bu bayrama Fenerbahçe kulübüne mensup bütün atletler iştirak edeceklerdir.

    Müsabakalara sabah saat dokuz buçukta başlanacaktır. Spor sahası herkese açık olacaktır.

    Şimdiye kadar bütün mesaisini yalnız futbol ve tenise hasreden bu güzide kulübün atletizm sahasında da faaliyete geçmesi çok şayanı takdirdir.

    Fenerbahçelilerin futbol sahasında olduğu gibi atletizm sahasında da muvaffakiyetler kazanmasını temenni ederiz.

    YEŞİL GÜN! [3]

    İçkinin pek öyle canu dilden düşmanı olmadığım halde her sene “Yeşil Hilal” gününe muntazaman iştirak edenler arasındayım.

    Bu sene de davet aldım, içimde gitmek için kuvvetli bir istek vardı. Fakat kader müsaade etmedi; vapur kaçtı, ben geciktim. Hulasa gidemedim. Gitseydim, bedavadan bol bol hava alır (cemiyet onu menetmediği için) dansederdim.

    Gidemedim ve bu gezintiyi ancak gazetelerde okuyabildim.

    Bir gazeteden öğrendiğime göre Yeşil Hilalciler bu gezintide limonata ve şıra da içmişler.

    Öyleyse, okuyucum, bekle gelecek yılı. İş yürüyor. Gelecek sene gezintisinde hafif tertip şaraba falan başlanacak demektir.

    GARİP GARİP OYUNLAR! [4]

    Dünkü akşam gazetelerinde “Siyahilerin bayramı” serlevhası altında şu satırlar okundu.

    “Şehrimizde ne kadar zenci varsa kırlara çıkmışlar, her cins ottan demet yapmışlar ve otları aralarına alıp babaları tutuncaya kadar (meyanga) yapmışlar, garip garip oyunlar oynamışlardır.”

    Bu garip garip oyunlar sözü üzerinde durdum. Çünkü o garip garip oyunlar bütün balolarda oynanan Çarleston, Blakboton, Fokstrot gibi asri dansların öz anasıdır ve onlardan başka bir şey değildir… Aradaki fark parke döşemeli salon yerine yeşil otlu kırlarda ve mükellef tuvaletlerle smokinler, fraklar yerine derme çatma elbiselerle oynanmasındadır.

    Onları ot kokusu babalandırıyorsa bizi de şampanya veya viskiler vecde getiriyor… İşte o kadar!

    YATLA DÜNYAYI DEVİR! [5]

    Alman zenginlerinden Blange isminde bir sporcu, 10 metre boyunda 4 metre genişliğinde ufak bir tenezzüh yatıyla limanımıza gelmiştir.

    Seyyah İstanbul’dan evvel Hollanda, Belçika, Fransa, İtalya, Mısır, Trablusgarp, Beyrut ve İzmir’e uğramıştır. Elyevm Galatasaray kulübü denizcilerinin misafiri olan M.Blange, Galatasaray denizcileriyle Marmara’da küçük bir seyahati müteakip Hindistan ve Amerika’ya gidecek, oradan Almanya’ya dönecektir. Bu suretle M.Blange bir devri alem seyahati yapmış olacaktır.

    TEŞKİLAT KAYITSIZLIĞI DENİZCİLİĞİMİZİ MAHVEDİYOR [6]

    Denizcilik, bilhassa bir deniz memleketi olan Türkiye’de, en ziyade inkişafa mazhar olması lazım gelen sporlardan biridir. Fakat alakadar teşkilatın cereyanı idare edememesi, daha doğrusu işin ehli olmaması, bu sporla uğraşan, onu heves ve merakla takip eden gençleri inkisara uğratmakta, soğutmaktadır.

    Teşkilatın alakasızlığının bizzat sporcular üzerinde hüsule getirdiği menfi tesirleri anlamak için onları bizzat dinlemek kâfidir.

    Galatasaray’ın kıymetli denizcilerinden Vamık Bey’den aldığımız bir mektup, hakiki derdi teşrih etmek noktasından karilerimize bir fikir verebilir. Vamık Bey diyor ki:

    “Denizcilerin artık bilfiil deniz üzerinde çalıştıkları mevsimdeyiz. Aşağı yukarı her kulübün denizcilik şubesi kendine göre bir faaliyet programı tatbike başladı. Bazı kulüpler yeni fıtalar yaptırdı, bazıları yaptırıyorlar, bazıları da yaptıracaklar. Beykoz kulübü de artık bu sınıf üzerinden fıta yaptırmayarak parasını ancak klasik merakibe hasredecek.

    Demek ki kulüpler kendi kendilerine çalışıyorlar.

    Fakat neye, ne için?

    İşte asıl dert burada!

    Futbol maçları başlamadan bir hayli evvel ilan ediliyor, antrenörler ekiplerini mukannen bir tarih için ihzar ediyorlar. Fakat bu hususta daha dikkatli olması lazım gelen denizcilik teşkilatı bu noktayı ihmal ediyor. Ve yarış tarihlerinin ancak bir hafta evvel meydana çıkması yüzünden biz sahaya bazen idmansız, bazen de sürantrene olarak çıkıyoruz.

    Hâlbuki bir denizcinin yarış tarihini evvelden bilmesi ve idmanlarını ona göre tanzim etmesi muvaffakiyetin en esaslı şeraitinden biridir. Aksi takdirde her şey (daima olduğu gibi) tesadüfe tabi kalır.

    Bu intizamsızlıkların en belli başlı amili yarışların Malul Gaziler Cemiyeti tarafından tertip edilmesidir. Şayanı hürmet bir müesseseye gençliğin yardımı çok makuldür. Bunun için bu cemiyet menfaatine verilecek herhangi bir yarışa bütün kulüpler müfterihane iştirak ederler.

    Fakat mıntıka birinciliği müsabakaları daima menfaat düşüneceklerinden ufak bir teşkilatla idare olunmalı ve sırf gençliğin bu yarışlardan beklediği sportif gaye göz önünde bulunmalıdır.

    Hâlbuki vaziyet böyle değildir ve fenni imkânları tetkike bile lüzum görmeyen bir heyet, bilet satamadığı için, yarış tarihini istediği gibi tanzim, istediği gibi tehir ve talik ederek vaziyeti karıştırıyor ve alakadar teşkilat bilmem ki neden her şeye “Eyvallah!” demek mevkiinde bulunuyor.

    Geçen sene ilk yarış pek ani olmuştu. İkinci yarış (mıntıka birincilikleri) tehire uğraya uğraya Malul Gaziler menfaatine, üçüncü yarışta Tayyare Cemiyeti menfaatine yapıldı.

    Bu seneki yarış tarihleri (idmancıların faaliyete geçmelerinden itibaren epeyce bir zaman geçtiği halde) henüz malum değildi. Bildiğimiz yegâne yarış, 13 Ağustos’ta Tayyare Cemiyeti tarafından Bebek’te yaptırılacak yarışlardır. Bundan başka kaç yarış yapılacak ve nerede olacaktır? Mıntıka birincilikleri hangi tarihte olacaktır? Kürek yarışlarına bu kadar müsait olan Beykoz’da bu sene de yarış olmayacak mıdır? Geçen sene bir türlü yaptırılamayan yüzme yarışları bu sene de ihmal edilecek midir?

    İşte bir sürü sual ki buna cevap verebilene aşk olsun!

    Oksfort ve Kembriç gibi 40 bu kadar senedir yarış edenler her sene aynı gün ve saatte, aynı mahalde yarışlarını yapıyorlar, soğuk, sıcak, kar, yağmur, hiçbir şey buna mani olmuyor.

    Bizim (eğer varsa) Denizcilik Federasyonumuz, yahut mıntıka heyetimiz o sene yapılacak yarışların tarihini neden daha ilkbaharda ilan edemiyor? Acaba buna lüzum mu yoktur, yoksa mani mi vardır?

    Bizim zihniyetimize nazaran deniz yarışları için lazım gelen şeyler şunlardır:

    1. Mutantan reklamlar
    2. Süslü Gemiler
    3. Bandolar
    4. Heyeti tertibiyeye mensup beyleri yarış sahasında vızır vızır dolaştıracak bedava motorlar.

    Bunlar oldu mu yarış için icap eden her şey tamam demektir. Geride:

    1. İntizamsızlık yüzünden seyredenler spordan iğreneceklermiş.
    2. Bir günde belki 10 yarışa iştirak eden bir kulübün idare adamları bilahare günlerce yataktan çıkamayacak kadar yorulacaklarmış.
    3. Sıhhi spor kaideleri ikmal edilecekmiş.
    4. Zavallı amatör gençler denizin ortasında, güneşin harareti altında akşama kadar aç karnına, hatta defi hacet çarelerini bulamadan bir salapurya içinde kavrulacaklarmış.
    5. Bir sürü hay ve huy içinde yarışı seyredenlerin aklında tahlisiye idaresinin devirme hareketinden başka hiçbir şey kalmayacakmış!

    Bütün bunların düşünülmesine ne lüzum var?

    Hâlbuki gerek yarış sahasının intizamı, gerek idmancıların istirahati düşünülmelidir. Mesela bütün yarışlar aynı günde değil muhtelif tarihlerde icra olunmalıdır. Yoksa memleket denizciliğinin ilerlemesini beklemek mumla kazan kaynatmak demektir.”

    FENERBAHÇE TENİS TURNUVASI YARIN BAŞLIYOR [7]

    İlk maçlarda İstanbul takımı intikam müsabakasında da İzmir galip geldikten sonra İstanbul-İzmir karşılaşması iki tarafı da tatmin eden neticelerle bitti. Şimdi yeni bir turnuva başlıyor.

    Fenerbahçeliler Kadıköy’de bir tenis turnuvası tertip etmişlerdir. Bu turnuvaya şehrimizin bütün tenisçileri iştirak edeceklerdir.

    Maçlara yarın sabah saat 10.30’da başlanacak ve tasfiye müsabakalarından sonra final Pazar günü oynanacaktır.

    İSTANBUL’UN EN SERİN YERİ [8]

    İki dost baş başa verdik ve biribirimize sorduk: “Nereye gidelim?”

    İstanbul’un bütün yazlık gezinti yerlerinden acı hatıralarımız vardı. İçimiz yüksek, serin, yeşillikli bir yer istiyordu. Boğazımız menba sularının hasretiyle yanıyordu. İkimizin de aklına birden Çamlıca tepesi geldi.

    Çamlıca… Ağaçları serin rüzgârlarla sallanan Çamlıca… Her çeşmesinden billur gibi berrak ve buz gibi soğuk bir suyun şarıl şarıl aktığı Çamlıca…

    • Yemek götürelim mi?
    • Ne zahmet! Bu sıcak havada orası mahşer gibi kalabalık olacak. Tramvay o tarafları medenileştirdi. Hiç orada yiyecek bulunmaz mı?

    Gittik ve tramvaylı Çamlıca’da aç kaldık. Bir tabak haşlanmış fasulye için camekânları yalnız rakı şişeleriyle dolu bakkal dükkânlarını beyhude dolaştık. Nihayet kireçlenmiş bir ciğerle kanaat ettik. İçtiğimiz su meşhur Çamlıca suyu, eski rakı şişelerine doldurulmuş tortulu ve ılık bir mayiden başka bir şey değildi. Mide bulandırmaya ve istifra ettirmeye yarar bir hastane suyu! Şairane tepenin her tarafından insanlar üzerine güneşli bir hüzün akıyordu.

    Hayalimiz, şimdi karşıda, güneşli manzarası titrek bir resim gibi yayılan İstanbul’dan imdat istemeye koyuldu. İçinden kaçtığımız İstanbul, bitkin çöl yolcularını bin bir vaatle çağıran serap yeşilliği ve maviliği cazibesiyle kırda hava ve serinlik bulmaya gidenlere gülüyordu. Döndk. Tramvay hep bizim gibi, aldatıcı tepede günün geçirmeye gelmiş, fakat iki saat içinde susuzluktan takatsiz kalarak ümidi kırılmış, şehre can atanların keskin ter kokusu ve şikâyetleriyle dolu idi.

    Köprü bizi şerbetçi dükkânlarının buzlu ve renkli sürahileriyle karşıladı. Köprünün bu kadar neşeli bir yer olduğunu o gün anladım. Fakat yangından çıkmış gibi biz hala Çamlıca güneşinin ateşiyle yanıyorduk. Bir dostun tavsiyesiyle ancak tünel dehlizinde sekiz defa inip çıktıktan sonra biraz serinledik ve kendimize geldik.

    Yaz sıcağından bunalanlara haber verelim. Kır isimlerine ve kendi hayallerine hiç aldanmasınlar. İstanbul’un en serin yeri şu karanlık tünel dehlizidir.

    ÇIPLAK NEDİR? [9]

    Sabah rüfekamızdan birisi, çoktan beri devam eden bir anketle meşguldür, bu anket soruyor: “Çıplak nedir?”

    Ve bütün kalburüstüne gelen mütefekkirler, bunu tarife çalışıyorlar. Düşünüyorum, vakıa henüz “Çıplak nedir?” suailinin kestirme cevabını veren olmadı, lakin günün birinde birisi bu iyiliği yapsa da “Çıplak nedir?” anlatsa acaba ne olacak? Bu tuhaf şeyin mahiyetini anlamakta bu derece ısrar eden kimdir?

    DİLENCİLER [10]

    Dün, Beyoğlu’nda Galatasaraylı Nihad’ın spor levazımı mağazasında yarım saat kadar oturdum. Bu yarım saat zarfında bitip tükenmek bilmez bir dilenci kafilesi, adeta bir zincir gibi mağazaya uğrayıp durdu. Koşu şampiyonumuz Besim bunlara kuruş yetiştirmekten, adeta bir 800 metre yarışı yapmış kadar yoruldu.

    Kadın, erkek, çocuk, sakat, alil, sağlam, genç, orta yaşlı, ihtiyar, bir sürü dilenci birbirinin peşi sıra kapının önünde arzı endam ediyorlardı.

    • Allah versin!
    • Bozuk para yok!

    Mukabelesiyle gidenleri enderdi. Ekserisi kuruşu alamayınca gitmek şöyle dursun, dükkânın ortasına kadar girerek bir mala bakan müşteriyi, çeşitlerini, gösteren mağaza sahibini izaç edecek kadar sırnaşıklıkta ileri gidiyorlardı.

    Sordum ve öğrendim ki bu dilenciler, gerek Beyoğlu’nda gerek İstanbul tarafında bütün mağazaları, dükkânları haraca kesmişler… Hepsinin ayrı ayrı günleri, saatleri vardır. Günlerinde ve saatlerinde muntazaman gelirler, musallat olurlar. Her mağaza ve dükkândan gündeliklerini alır, giderler.

    • Para vermemek suretiyle bunların ayağını kesmek kabil değil mi? Kabahat mağaza ve dükkân sahiplerinde! Para vere vere alıştırmışsınız!
    • Hele kuruşu vermeyin de bakın! Bazıları, öyle bir zamanda musallat olurlar ki ya müşteri bizar olur kaçar yahut da siz hesabı yanlış yaparsınız ve mutlaka bir zarara uğrarsınız. İşe bakın!

    Besim beyaz tebessümüyle bunları anlatırken kapının önünde kaval gibi bir herif peyda olmuş ve yavaş yavaş ta mağazanın ortasına kadar ilerlemiş, orada dikilerek anut ve musır bir arsızlıkla kuruşu bekliyordu.

    Besim kuruşu uzattı,

    • Al da git, dedi, kuruşu vermesem herif lakırdımı şaşırtacak, ne söylediğimi, ne söyleyeceğimi bilmeyeceğim!

    Dilenci çıktı, ben de arkasından çıktım, herif bitişik dükkândan haraç almakla meşguldü. Oradan da gündeliği kıvırdı, öteki dükkâna yanaştı…

    Arkasından beşer, onar adım fasıla ile diğer meslektaşları takip ediyordu.

    İstanbul’da dilencilerin toplandığını biz yazıyorsak, siz sakın inanmayın emi muhterem kariler!

    VEKÂLETİN BİR TEZKERESİ [11]

    Aldığımız malumata göre Dâhiliye Vekâleti, geçenlerde Galatasaray takımıyla Fenerbahçe arasındaki hadiseden dolayı Vilayet’e bir tezkere göndererek hadiseyi teessüfle karşıladığını bildirmiş ve tekerrürünün önüne geçileceğini ümit ettiğini bildirmiştir. Bunun için badema maç yapılırken stadyumda kâfi zabıta memuru bulundurulması polis müdüriyetine yazılmıştır.

    FUTBOL MAÇLARI [12]

    Harbiye-Galatasaray maçı, dün yazdığımız gibi, icra edilmemiştir. İstanbul şampiyonasının nasıl halledileceği hakkında mıntıkaca bir karar verilecektir.

    Dün Taksim Stadyumu’nda ikinci gruba mensup futbol takımları arasındaki lig maçları son iki müsabaka ile intaç edilmiş ve İstanbulspor takımı Altınordu’yu da yenerek ikinci kümenin şampiyonu olmuştur.

    FENERBAHÇE ATLETİZM MÜSABAKASI [13]

    Fenerbahçe kulübü dünden itibaren bilfiil atletizm hayatına atılmıştır. Şimdiye kadar yalnız futbol sahasında çalışan ve sporun diğer şubelerinde faaliyet göstermeyen bu kulübün bu hareketi umumi spor hayatımız için büyük bir kazançtır. Fenerbahçe kulübü atletizm sahasına ayak atarken büyük bir idman bayramı ile işe başlamıştır. Kulübün atletizm sahasında çalışacak olan gençleri dün bu bayrama iştirak ederek ilk müsabakalara başlamışlardır. Dün İttihat spor sahasında yapılan bu bayrama 45 atlet iştirak etmiştir. Yapılan muhtelif müsabakalarda elde edilen rekorlar şimdilik şayanı dikkat olmamakla beraber ati için çok ümit verecek mahiyettedir. Fenerliler, atletizm şampiyonluğunu da haiz bulunan Galatasaray kulübüne futboldan sonra atletizmde de rakip olmaya muvaffak olurlarsa memleket sporu namına hakikaten hizmet etmiş olurlar.

    GAZİ’NİN EN BÜYÜK ESERİ NEDİR? [14]

    Hüseyin Rahmi Bey’in Cevabı

    Gazi’nin en büyük eseri nedir? Bu sualinizin heybeti önünde sarsıldım. Acaba Gazi Hazretleri’nin hangi eserleri küçüktür ki içinden büyüğünü seçebilmek için bir mikyas tanzimine kadir olabilelim? O, dünyayı mephut eden bir harp kazandı. Bu zaferin halesiyle dünyanın bütün ufuklarından parladığı zaman bu mucizeden gözleri kamaşan yarü ağyar:

    Acaba bu bir insan mı? Hayır, dediler, bu beşer fevkinde bir hilkattir. Harp bir gaye değil, bir vasıtadır. Tarih birçok harp dâhileri sayar. Onların yaratmış olduğu mucizelerin önünde hayretle düşünürüz. Fakat kazanılan menfaatler ekseriya zevale mahkûmdur. Gazi’nin ise lazeval asıl himmetü kudreti harpten sonradır.

    Bu ikinci mucize birinciye tefevvuk eder. Bu da taassup ejderiyle olan gazası ve büyük zaferidir. Kafes arkasında peçe altında boğulan kadın bu hilafı tabiat mahbesten yüzünü kurtardı, tabiatın bütün mahlûklarına has olan açık havada teneffüs hakkına erdi.

    Kadın loşluklarda yaşar bir köstebek, anonim bir varlıktı. Frenkler ona muamma diyorlardı. O pek az mahrem nazarlara açılabilen kara örtülü bir Beytullahtı. Ona bakmak büyük günahtı. Kadının bu mahbesten itlakından sonra bizde sosyete bir mana almaya başladı. Hayat uyandı. Gazi Hazretleri’nin taassubu tepelemekteki kudretlerini en büyük görüyorum. Niçin? Çünkü bu ejder hala kanlarını, canlarını emdirmekte devam eden Afrika ve Asya Müslümanlarının altında inledikleri ecnebi boyunduruklarını görerek ibret almak, Gazi Hazretleri’nin bu eserindeki büyüklüğü takdir için kâfidir.

    Büyük hürmetlerimin kabulünü rica ederim efendim. (Hüseyin Rahmi)

    TENİS TURNUVASI DÜN HİTAM BULDU [15]

    Fenerbahçe kulübünün tenis turnuvası dün hitam bulmuş ve finalde kalmış olan Sedat Bey’le Şirinyan Efendi arasında yapılan maç pek hararetli cereyan ederek Sedat Bey, Şirinyan’ı 4 maçta mağlup etmiştir. Bu suretle Sedat Bey, memleketin birçok güzide tenisçilerinin iştirak ettiği bu güzel turnuvada, birinciliği kazanmış bulunuyor. Bu muvaffakiyetten dolayı kıymettar sporcuyu tebrik ederiz.

    Dabl maçlarına gelince: Suat-Sedat çifti, Sait-Şudvar çiftini yine dört sette mağlup ederek turnuvanın dabl birinciliğini almışlardır. Bunlara kulüp tarafından altın madalyalar verilmiştir.

    GARİP BİR SES [16]

    Bahsetmek istediğimiz şey Yunan başvekil M.Venizelos’un sesidir. Selanik’te Fransızca olarak intişar eden bir gazeteye göre Venizelos radyo ajansına beyanatta bulunmuş; Türkiye’nin Yunanistan’la bahri teshilat yarışı yaptığından şikayet etmiş; Yunan hükümeti tarafından bahri teshilatın tahdidi hakkında vuku bulan müteaddit müracaatlara yeni harp gemileri sipariş etmekle cevap verildiğini söylemiş; işler bu şekilde devam ederse yakın bir istikbalde iki memleket arasında harp çıkmasına intizar etmek lazım gelirmiş.

    Venizelos’a atfen bir Yunan gazetesinin neşrettiği bu sözlerin ne dereceye kadar vakıa mutabık olduğunu kestirmek bizim için mümkün değildir; bununla beraber daha evvel Yunanlılar tarafından bir iki defa Türkiye ile bahrî tahdidi teshilat yapılması hakkında bazı teklifler vuku bulduğu matbuat sütunlarında bahsi geçmiş bir mevzu olduğundan bu rivayet üzerinde biraz tevakkuf etmek muvafıktır.

    Türkiye ile Yunanistan arasında bahri bir tadidi teshilat meselesi görüşülebilir. Fakat zannediyoruz ki bu meselenin görüşülmesine başlamazdan evvel halli icap eden meseleler vardır. Bu meseleler de her iki memleketi bugün işgal etmekte olan mübadele işleridir. Aksi takdirde Yunanlılar tarafından vuku bulacak herhangi bir tahdidi teshilat teklifinin ciddiyetine inanılamaz.

    Kaldı ki Yunanlılar mübadele ihtilafına ait müzakerelerde sui niyetlerini son günlerde pek sarih olarak göstermişlerdir. İki memleket arasında bir uzlaşma zemini bulmak için bitaraf devletler murahhasları tarafından yapılan teklifleri esas itibariyle iptida kabul ettikleri halde Türklerce bila tereddüt kabul edilen bu tekliflerin asılları Atina’ya varınca reddetmişlerdir!

    Şu vaziyete nazaran Yunanlılar tarafından Türkiye’ye karşı bahri tahdidi teshilat yapılması şeklinde vuku bulacak bir teklifin maksat ve manası ne olabilir? Bu maksat ve manayı mesela Yavuz’un tamirine mani olmaktan başka bir fikre hamletmek mümkün müdür?

    Sözlerimizde vazıh olmak için bir kere daha tekrar edelim: Türkiye Cumhuriyeti daima sulhun muhafazasına matuf bir siyaset takip ettiği için bu gayeyi temin edecek her türlü teklifleri memnuniyetle telakki eder. Ancak bu teklifler de memleketimizin müdafaası için elzem olan vesaitin teşekkülüne mani bir niyeti bulunmamak lazımdır.

    Venizelos’un yeni bir harp ile Türkiye’yi tehdit etmesine gelince, buna karşı verilecek cevabımız da açıktır: Yunanistan, Türkiye’nin denizlerde bir gemisi değil, tek bir kayığı bulunmadığı ve bütün İngiliz donanmasının bilakis kendisine yardımcı olduğu bir zamanda Anadolu macerasına girişmiştir. Fakat öyle iken gene neticede mağlup ve muzmahil olmuştur. Eğer Yunanlılar ve onların başında bulunan Venizelos Anadolu maceralarını unutmuşlarsa ve Şark’ta yeni bir harp çıkarmanın mesuliyetini üzerlerine alırlarsa her vakit eski tecrübelerini tekrar edebilirler.

    İHTİYAÇ BİR SENE BEKLEMEZ! [17]

    İstiklal harbinde birinci derecede malul kalmış bir gaziden bir mektup aldık. İki ayağını vatan ve millet uğurunda feda etmiş olan bu gazi, tütün satışından yüzde iki derecesinde bir para yani ayda 30-35 lira alıyormuş. 1 Haziran’dan itibaren satılan tütünlerin yüzde ikisi Tütün İnhisar İdaresi tarafından her ay Ziraat Bankası’na maluller namına yatırılacak ve her sene nihayetinde bu müterakim para malullerin derecesine göre taksim edilerek toptan verilecekmiş.

    Bu karar, lehde göründüğü halde bir kısım malullerin aleyhindedir. Çünkü bir sene müddetle her ay aldıkları 30-35 liradan mahrum kalacak ve sene nihayetinde hisselerini alacaklar.

    Bu malul gazinin verdiği izahat ve tafsilattan anlıyoruz ki bir kısım malul gazilerin bu parayı seneden seneye değil aydan aya alması daha doğru olacaktır. Çünkü günlük ihtiyaçları bütün bir sene bekletmek imkânı yoktur.

    Onun için bu parayı arzu edenlere aydan aya vermek imkânı bulunmalıdır, diyoruz. Doğru değil mi?

    KADIKÖY VAPURUNDA MEVLANA AYİNİ YAPAN MECZUP [18]

    Evvelki akşam Köprü’den Kadıköyü’ne 7.30 postasını yapan “Kadıköy” vapurunun lüks mevkiinde tuhaf bir hadise olmuştur.

    Lüks mevkide oturan çıplak başlı, şişmanca vücutlu ve kabadayı tavırlı, oldukça temiz, fakat eski saray aşçıbaşıları gibi giyinmiş bir zat, halkın arasında birdenbire ayağa kalkmış ve “Herkes iktisadi buhran var diyor. Halbuki akli burhan var!” diye beliğ bir nutuk iradına başlamış, bundan sonra kamarada bulunan matmazellere ve hanımlara ısrar ile güller takdimine kalkışmış, kendisinin zengin bir adam olduğunu söylemiş, nihayet “Yüksel ki yerin bu yer değildir. Dünyaya geliş hüner değildir.” mısralarını okuyarak mevkiin ortasında, elindeki bastonu çevire çevire Mevlevi ayini yaparak fırıl fırıl dönmüş ve bunun da bir nevi dans olduğunu söylemiştir.

    Nutuk ve ayinini bitirerek herkesi hürmetle selamlayıp Kadıköyü’ne çıkan bu zatın Bostancı cihetindeki köşklerden birinin korucusu olduğu söylenmiştir.

    BİR TELEFON GÖRÜŞMESİ [19]

    • Alo, kimsiniz?
    • Bendeniz Nurettin, zatıâliniz?
    • Hikmet Feridun… Buyurun…
    • Bugünkü Vakit’te bir fıkra var, sonunda benim ismim de geçiyor, bundan maksadınız nedir, buna ne lüzum vardı, bir şey anlayamadık… İlk…

    Birdenbire şaşırdım. O kadar ki suçlu, kabahatli bir adam gibi:

    • Aman efendim, bir kabahattir ettim. Ben yaptım, siz yapmayın! Diyecektim.

    Lakin yorgun zihnimi biraz topladım. Ortada hiçbir şey yoktu. Ve bana telefon eden delikanlıya yazılarımı murakabe altında bulundurması için hiçbir ricada bulunmuş değildim. Dedim ki:

    • Mana mı çıkarmadınız? O halde ya çok manalıdır. Yahut da manasız.

    Ben sütunumun üzerine “Gelişigüzel” diye başlık koydum. Bunun altında, gelişigüzel yazar, dururum. Anlayan anlar, anlamayan veyahut anlayamayan anlamaz.

    Muhavere bir iki sözden sonra bitti…

    Bugüne gelinceye kadar İstanbul’da bir hususi neşriyat zabıtası teşekkül ettiğinden haberdar değildim. Eğer bu genç bundan böyle her manasını anlamadığı yazının hesabını muharririnden telefonla soracaksa şirket yaşadı ve onun anlamadığı yazılar gazetelere konmamak icap ederse gazeteler yandı demektir.

    KEMALETTİN SAMİ PAŞA’NIN TEBERRUU [20]

    Berlin sefirimiz Kemalettin Sami Paşa’nın Ankara’dan İstanbul’a gelirken Eskişehir’e ve Bursa’ya uğradığını yazmıştık. Kemalettin Sami Paşa Eskişehir’de bulunduğu pek kısa müddet zarfında ora spor mıntıkasını ziyaret etmiş ve teşkilata iki yüz lira teberru etmiştir.

    GALATASARAY RESMEN İSTANBUL ŞAMPİYONU OLDU [21]

    Galatasaray, kendi kümesine mensup beş birinci sınıf takımla ikişer maç yaptıktan sonra (28) puanla birinciliği almıştı. Ancak resmen İstanbul şampiyonu olmak için askeri küme birincisi olan Harbiye ile iki maç yapması icap ediyordu. Bu son iki maçın tarihlerini tespit için evvelki akşam içtima eden Futbol Heyeti, Harbiye’nin oyuncularından bir kısmının meslek mekteplerine, diğer bir kısmının da kıtaata iltihakı dolayısıyla bu maçları yapamayacağını öğrendiğinden Galatasaray’ın resmen şampiyonluğunun ilanına karar vermiş, keyfiyeti de Galatasaray kulübüne bildirmiştir.

    Bu suretle Galatasaray 1928-1929 İstanbul futbol şampiyonu olmaktadır. Bila inkıta beş senedir futbol şampiyonluğunu ihraz eden bu kulüp malumdur ki senelerden beri aynı zamanda şehrimiz Atletizm ve Denizcilik şampiyonluğunu da nefsinde cem etmektedir. Sarıkırmızılılara bundan böyle de muvaffakiyetler temenni ve daima çalışmalarını tavsiye eyleriz.

    Futbol Heyeti bundan başka Galatasaray’ın (İzmir’e gittiği takdirde) avdetinde, İstanbul’da muhtelitiyle bir maç yapmasını ve hasılattan bir kısmının Galatasaray-Fenerbahçe maçında yaralanan oyuncuların tedavisi masrafına tahsis edilmesini kararlaştırmıştır.

    Futbol Heyetinin verdiği kararlar meyanında üçüncü küme birincisinin müsabaka yapmadan ikinci kümeye terfiiyle bu küme takımlarının altıya iblağı; ikinci küme birincisi İstanbulspor ile birinci küme sonuncusu Süleymaniye arasında 28 Haziran ve 5 Temmuz tarihlerinde iki terfi müsabakası yapılması vardır. (…)

    ADİL’İN MEZARINDA [22]

    Dün; geçen sene bir futbol maçında kazaen maruz kaldığı bir tekme ile vefat eden Beşiktaş kulübünden Adil’in devri senevii irtihaline müsadifti. Bu münasebetle Beşiktaşlılar arkadaşlarının hatırasını taziz için ihtifal yapmışlar ve birden Adil’in mezarını ziyaret etmişler, samimi hitabeleriyle futbol şehidinin hatırasını yadetmişler, mezarına çelenkler koymuşlardır.

    GALATASARAY BOKS ŞAMPİYONLUĞUNU DA KAZANDI [23]

    İstanbul mıntıkası boks birincilik müsabakalarının evvelki gün yapıldığını yazmıştık. Bu müsabakalar neticesinde Galatasaraylı boksörler her siklette birinciliği almışlardır. Sinek siklette Yaka, horoz siklette Nuri, tüy siklette Necmi, hafif siklette Melih, yarı orta siklette Mithat, orta siklette Selman, ağır siklette Hayri Beyler kendi sıkletlerinin şampiyonu olmuşlardır.

    Bu neticeden sonra Galatasaray kulübü, futbol, atletizm, denizcilik şampiyonluklarından sonra İstanbul boks şampiyonluğunu da ihzar etmiştir.

    YAZMAK İLLETİ [24]

    Eskiden beri biliriz: Memleketimizde, kari adedi azdır. Gerçi, Arap harflerinin, bu azlıkta mühim bir amil olduğu şüphe götürmez. Fakat itiraf edelim ki bizim de okumaktan zevk almadığımız muhakkak!

    Babıali caddesindeki muharrir adedinin, memleket hudutları içindeki kari adedinden daha az olduğunu kim iddia edebilir?

    Umuyorduk ki harf inkılabı tedrisat müşkülatını azalttıkça ve millet mektepleri, bir kapısından giren tabur tabur ümmileri öbür kapısından okuryazar efendiler halinde hayata çıkardıkça, bu muvazenesiz muvazene bozulacaktır.

    Filhakika bozuldu. Bozuldu ama ne şayanı hayret bir bozuluş!

    Gazetelerde çıkan bir beyanattan öğreniyoruz ki harf inkılabından sonra, posta muamelatı yüzde kırk atmıştır.

    Fakat gene pekiyi biliyoruz ki gazete satışları yüzde altmış eksildi.

    Demek ki posta memurlarının mektup damgalamaktan kollarını, gazetelerinse rağbetsizlikten kanatlarını düşüren bu hayırlı tebeddül de, maalesef, şimdilik okuyanın aleyhine ve yazanın lehine olmuş.

    Alfabeyi söken her vatandaşın, karanlık içinde geçen uzun cehalet senelerinden intikam almak için derhal kitaba, gazeteye sarılacağına kaleme sarılması bir fali hayır olmasa gerek!

    Bu gidişle, beş on sene sonra, sakinleri yalnız muharrirlerden mürekkep acayip bir diyarda kalmayacağımızı kim temin eder?

    Harf inkılabının, okuyandan ziyade yazanı çoğaltması, bir hakikati işaret ediyor:

    Meğer bizde yazmak merakı, okumak merakından çok fazla imiş!

    BU SICAKTA FUTBOL OYNAMAK HATADIR [25]

    Artık çok sıcak havaların hüküm sürdüğü bir mevsimin içindeyiz. Hararetin gölgede bile 24-26’yı bulduğu şu günlerde güneşte dolaşanların bunalmaması kabil değildir. Fakat buna rağmen, gezilmeyecek kadar sıcak havalarda hala futbol oynuyoruz. Sporun her şeyden evvel sıhhatli bir vücuda sahip olmak için yapıldığı düşünülürse insanı ölümle neticelenebilecek akıbetlere sevk etmesi muhtemel olan bu hatanın büyüklüğü anlaşılır.

    Bundan 3-4 sene evvel, İstanbul mıntıkası Futbol Heyeti, çok musip bir kararla 15 Haziran’la 15 Ağustos arasındaki üç aylık fasılada futbol oynanmasını menetmişti. Futbolun tamamen bir kış sporu olduğuna ve böyle ezici bir idmanın yazın bu çok sıcak günlerinde tatbik edilmesi sıhhat namına hakiki bir suikast teşkil ettiğine nazaran bu kararın isabeti münakaşa edilemezdi. Bahusus sıhhat endişesine kendi programında yer vermeyecek kadar mantıksız hareket eden sporcuların bizim memlekette ekseriyette oldukları düşünülür ki bu şekilde bir vesayetin elzemiyeti takdir edilir.

    Mıntıka Futbol Heyeti, her nedense bu memnuiyeti bir daha tatbike lüzum görmedi. Hâlbuki bir sene muvaffakiyetle tatbik edildiği için tatbik kabiliyeti müspet neticeli bir tecrübe imtihanı veren bu kararın her sene tatbik edilmesi, güneş altında saatlerce didinmeden hasta olan birçok gençlerin hem sıhhat, hem de hayatlarını kurtaracaktı.

    Mıntıka Futbol Heyeti, idmancıların hayatını ne kadar az düşündüğünü bu havalarda hala üçüncü küme maçlarını, hem de tam öğle vakitleri yaptırmakla israf ediyor. Hâlbuki aynı heyet, lig maçlarını, havaların müsaadesizliğini bahane ederek, hasılat yapamamak endişesi ile geçen kış tatil etmişti. Kasasına girecek birkaç liranın eksik veya fazla olmasında bu derece hassas olan mıntıka heyetinin, gençlerin sıhhati mevzubahs olurken bu kadar müsamahakâr oluşu acaba ne ile izah edilebilir? Yoksa yazın bu öldürücü sıcaklarında futbol oynamak, çamurlu bir sahada koşmaktan daha mı az tehlikelidir?

    GÜLCEMAL [26]

    Gülcemal, bütün Türkiye sahilleri halkının en sevgili vapurudur; bilhassa Karadeniz kıyılarında, Gülcemal gül yüzlü bir peri gibi karşılanır. Şanlı sancağımızın altında dört direği, iki bacası ve narin teknesiyle Gülcamel, herkesin mahbubudur. Onu adeta tehassürle bekler, muhabbetle seyrederler.

    Dün İzmir’den gelen birini karşılamak üzere Gülcemal’e gittiğim zaman, bütün bir memleket sahil çocuklarının sevgilisini yakından ve iyice gördüm.

    Geçenelrde “bivei bakir”, “fertutu müsahhar” diye alay ettiğim gemiyi Seyrisefain Umumi Müdürü Sadullah Bey cidden güzel bir nevcivan haline getirmiş. 55 senelik yorgun ve yıpranmış ihtiyarın 20 yaşında zinde ve teravetli bir genç halinde nasıl gençleştiğini görmek isterseniz, benim gibi Gülcemal’i geziniz. Üst güvertede yapılan salonlu, banyolu, teraslı hususi lüks kamaralar, gemiye bir transatlantik hali vermiş… Gemide yapılan diğer muvaffakiyetli tadilattan burada uzun uzadıya bahsetmek doğru olmaz.

    Esasen ben bu satırları geçenlerde Gülcemal’in tamiri münasebetiyle yazdığım tehzilkar satırları tashih için yazıyorum.

    Gülcemal şimdi, sahil halkımızın muhabbetine layık bir gemi olmuş! Bunu takdirle söylemeyi bir vazife, bir borç addediyorum.

    SAKALLI, BIYIKLI BEBEK [27]

    Dört Yaşındaki Trabzonlu Mehmet Bey’in Yakında Düğünü Var

    Mehmed’i Tenasüli Faaliyeti Heyeti Sıhhiyeca Tespit Edilmiştir.

    Günün kahramanını merak ediyorsanız yerden göğe kadar haklısınız. Çünkü o henüz 4 yaşında olduğu halde bıyığı terleyen ve sakalı çıkan bir miniminidir.

    Mehmet ismini taşıyan bu küçük kahraman Trabzon’un Of kazasının Baltacı deresinde Süleyman ağanın oğludur. Çamaşırlarında görülen bazı lekeler, vücudunun muhtelif nahiyesinde çıkan kıllar nazarı dikkati celb etmiş, imam ve müftü, gusül lazım gelip gelmediğini tayin edememiş, nihayet çocuk Trabzon’a götürülmüştür.

    Oradaki muayenesinde, tenasüli faaliyeti tespit edilen Mehmet İstanbul’a getirilmiş ve Gülhane hastanesinde bilmuayene çocuğun tam erkek olduğunu teeyyüt etmiştir.

    Mehmet, şimdi evlenmek, evlendikten sonra da Amerika’ya giderek zengin olmak istemektedir. Tıp edebiyatında şimdiye kadar hiç tesadüf edilmeyen bu hilkat garibesi çocuk evleninceye kadar gençlik ateşleriyle kıvranacak fakat mahkeme evlenmesine müsaade ettiğinden bu hali çok devam etmeyecektir.

    SPOR HAYATIMIZ [28]

    Tayyare Cemiyeti’nin fikirlerini neşretmek üzere Türk Hava Mecmuası’nın yerine çıkmaya başlayan “Havacılık ve Spor” isimli mecmuada kıymetli ve genç Maarif Vekilimiz Cemal Hüsnü Bey’in spor hakkında şu fikirleri intişar etti:

    “Kuvvetli bir dimağın sağlam bir vücuda malik olması ne kadar arzu edilirse sağlam bir vücudun da kuvvetli bir dimağa sahip bulunması daha fazla bir hakla talep olunur. Güçlü ve çevik bir nesil yetiştirmek hakkındaki gayretimiz, bu neslin, ilim ve irfan yolundaki çetin mücadeleyi daha kolaylıkla ve daha çok muvaffakiyetle başarabileceği kanaatinden kuvvet almaktadır. En heyecanlı anlarda nefse hâkim olmak, derhal karar vermek, mesuliyetin bütün şerefli ağırlığını vakarla karşılamak, tesanüdün kuvvetini şiddetle hissetmek doğru veya yanlış münferit hareketlerin umuma şamil neticelerini ölçmek, intizam ve inzibatın kıymetini bihakkın takdir etmek, en zayıf bulunulabilecek zamanlarda nazik ve nezih olmak gibi dimağımızın şuurlu hareketlerini adelemiz kadar takviye ettiği içindir ki spor bugünkü gençliğin serbest ve cana yakın tabii bir mektebi olmuştur. Binaenaleyh spor başlı başına bir gaye değil fakat bizi gayemize daha emniyetle ulaştıran bir vasıtadır.

    Spor ile kuvvet, inzibat ve nefse hâkimiyeti elde edecek yeni neslimizin bütün bu kazançları manevi tekemmüllerine, fikri yükselişlerine hasretmeleriyledir ki Büyük Gazi’nin gençliğe bıraktığı kıymetli ve kutsi emanetler bihakkın muhafaza edilebilir.”

    Maarif Vekilimizin bu fikirlerine iştirak etmeyecek hiçbir sporcu yoktur. Cumhuriyet idaresi, spora her zaman büyük bir ehemmiyet atfetmiş ve spora bu ehemmiyeti verirken de hep Maarif Vekili Cemal Hüsnü Bey gibi düşünmüştür. Namını daima hürmetle yadedeceğimiz Necati Bey merhum ve Başvekil İsmet Paşa hazretleri, senelerden beri Türkiye’de sporun inkişafı için pek çok çalıştılar. İsmet Paşa hükümeti, İdman Cemiyetleri İttifakı’na her sene tahsisat verdiği gibi, Türk sporcularının 1924 ve 1928 Olimpiyatları’na iştiraklerini de temin etti. Türk sporculuğu bu muavenet ve himmetlerin daima medyunu şükranıdır. Yalnız bu sene Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’na verilen tahsisat kesildi. Bu Cumhuriyet idaresinin, İsmet Paşa hükümetinin sporla, sporcu gençlikle alakasını kestiğine, onunla meşgul olmak istemediğine delalet etmez. Bu hareketin manası başkadır. İsmet Paşa hükümeti bu suretle teşkilattaki idaresizlik ve tezelzüle karşı, pek haklı olarak infialini izhar etmek istemiştir.

    Filhakika hükümetin bütün yardımlarına rağmen teşkilat istenilen ve beklenilen şekilde çalışmamıştır. Bugün teşkilatın muhtelif kısımlarının reisleri ve azası arasında birçok boşluklar vardır. Şimdi hükümet tahsisatı kesince, esasen o para ile mevcudiyetlerini idame edebilen heyeti müttehidenin bazıları büsbütün infisah edecektir. Sonra ne olacak? Türkiye İdman Cemiyeti teşekkül etmeden evvelki müzebzep, vaziyet avdet edebilecektir.

    Spor sahasında gençliğe rehber olmak isteyen ve onu doğru yola sevketmek hem arzusu, hem de vazifesi olan hükümet tabii, eski karışıklığın, başsızlığın, teşkilatsızlığın avdetini istemez. Şu halde teşkilatın infisahına meydan vermemeli, kongreyi toplayarak teşkilatın başına daha kudretli kimseler getirilmelidir.

    Henüz pek genç olan idman hayatımızı anarşiye uğratmamak için hükümetin, hami ve terbiyetkar eli idmancılığımızın üstünden eksik olmamalıdır. Sporu ve gençliği seven İsmet Paşa hazretlerinden spor hayatımıza yeni bir cereyan, hayırlı bir inkişaf vermesini rica ediyoruz.

    SELİM SIRRI BEY [29]

    Terbiyei Bedeniye Umumi Müfettişi Selim Sırrı Bey şark vilayetlerimizde umumi bir teftiş ifa etmek üzere bugün Ankara vapuru ile Trabzon’a müteveccihen hareket edecektir. Selim Sırrı Bey ilk merhale olarak vasıl olacağı Trabzon’da bir iki gün kaldıktan sonra Erzurum’a gidecektir. Selim Sırrı Bey’in teftiş seyahati bir buçuk ay kadar devam edecektir.

    EDEBİYAT TARİHİ [30]

    Arapçasız, acemcesiz bir nesil yetişiyor. Ne sanayii edebiyeden haberi var, ne vezni aruzdan! Bu nesil, fennin, san’atın kapılarını açmak için yalnız Türk alfabesini öğrensin, kâfi… Hele yarının edebi nesline gıpta ediyorum. Bu nesin için, tarihi edebiyat Ahmet Haşim’le Orhan Seyfi’den başlayacak! Veysi ve Nergisi yerine Haşim’i, Yakub’u, Falih Rıfkı’yı okuyacaklar, Yunus Emre, Âşık Paşa yerine de Orhan Seyfi’yi, Faruk Nafiz’i…

    Yalnız Fuzulilerin, Nedimlerin değil, Fikretlerin, Halit Ziyaların bile Orhon kitabeleri gibi ancak müsteşriklerin halledebilecekleri birer muamma olması yakındır, en çok yirmi sene! Harf inkılabı, mey ve hey hey edebiyatını bir hamlede asarı atika müzesine nakletti.

    BİR SPORCUNUN ÖLÜMÜ [31]

    Fenerbahçe’nin emektar sporcularından Hikmet Bey’in, uzun bir hastalıktan sonra irtihal ettiğini dün teesüfle haber aldık. Merhum samimi ve temiz spor aşkıyla, bu vadidedi feragat ve fedakârlıklarıyla tanınmıştı. Fenerbahçe’nin küçük takımları mazhar oldukları inkişafın büyük bir kısmını bu vadide menfaatsiz ve yorulmaz bir gayret sarfeden merhuma medyundur. Fenerbahçelilere ve merhumun ailesine arzı taziyet ederiz.

    ELVEDA’! [32]

    Hala genç nesle mensup olduğunu iddia eden bencileyin kırka yakın, bir arkadaş Latin harflerinin kabulü üzerine artık Nedim, Fuzuli hatta Fikret gibi eslaf ederlerinin birer antika haline gireceğini ve onlar yerine genç ve yeni şairlerin geçeceğini şayanı hayret bir zevkle yazıyor. Bir şair için Fuzuli, Nedim ve Fikret unutulacaktır diye sevinmek bir dalalettir fakat o bize gerekmez. Ancak işin garibi, bu eskilerin yerine geçeceği zannedilen ve Türk edebiyat tarihinin Nuhları olacağı mülahaza olunanların, ancak Latin harflerinin ianesiyle bu makamı işgal edebileceklerinin yazılmasıdır ki şayanı dikkattir. Demek yeni harfler olmasa bu zevat edebiyat tarihimiz de bir varlık teşkil edemeyeceklerdi.

    ATLETİZM [33]

    Kadıköyü’nde Ünyon kulüp sahasında Pera kulübü tarafından tertip edilen atletik müsabakalar, müttefik ve gayri müttefik yüze yakın atletin iştirakiyle yapıldı.

    Müsabakalar ikinci ve üçüncü seri atletler arasında yapılıyordu. Bu itibarla neticeler parlak olmasa bile iştirak eden atletlerin adedi, maçların cereyanındaki intizam yarınki sporcu neslin bugün pek ihmal edilen atletizme layık olduğu ehemmiyeti verdiğini anlatıyordu.

    Müsabakalar takdir ve teşvik nidaları arasında sonuna kadar heyecanla takip edildi. Neticede umumi tasnife nazaran iştirak eden kulüpler şöyle derece aldılar:

    Pera birinci, iyi hazırlanmadığı halde az bir farkla Fenerbahçe ikinci, Sporting üçüncü, Moda dördüncü.

    İSTANBUL CUMA GÜNLERİ NASIL EĞLENİYOR? [34]

    Kalamış, Fenerbahçe Sahillerinde Banyolar

    Bir haftadan beri, buram buram ter döküp burcu burcu kokuyoruz.

    Dün birisi ile konuşurken yanımızdan şişmanca bir adam geçti. Herif, sanki seyyar ıtriyat mağazası idi. Allah süründürmesin, öyle sürünmüş ki adeta burnumuzu tıkamaya mecbur olduk. Arkadaşım dayanamadı:

    • Yahu, bu ne koku?
    • Ne yapsın, dedim, görmüyor musun, kan ter içinde zavallı… Kendi hoş kokusunu (!) gizlemek için kiralık koku almış.

    Ya bu sıcak günlerde ne kadar dondurma yendiğine dikkat ediyor musunuz?

    Vakit, öğle. Bir dondurmacı dükkanındayım. Yanımda kırmızı suratlı, beş on sene sonra mutlaka tıkanıp ölmeye namzet, iyi yarı (iri de söz mü) adeta aygır misali bir zat var.

    Arka arkaya üç vişneli, iki karışık dondurma yedikten sonra, altıncı bardağı ısmarlarken arkadaşı kolundan çekti:

    • Hiş… Ne yapıyorsun be? Çatlarsın!

    Güldü:

    • Zati sıcaktan çatlıyorum. Bari bırak da dondurmadan çatlayayım!

    Seyyar şerbetçilerin bini bir paraya:

    • Haydi buuuu…z!… Otuz iki dişe trampet çaldırıyor.

    İhtiyar bir adam yaklaştı, bir bardak şerbeti, bir hamlede yuvarladıktan sonra dişsiz ağzını açarak:

    • Evladım, dedi, ya böyle benim gibi ağzında diş kalmayan biri olursa? Trampeti kime çaldıracaksın?
    • Az bekle, dedi, neredeyse karnında çalmaya başlar.

    İtişe kakışa iskelenin demir parmaklığı önüne yığıldık. Vapur, çoktan gelmiş, yolcularını çıkarmış, fakat biz hala bekliyoruz. Yoldular arasında mırıltılar başladı:

    • Nedir bu rezalet canım. Şu kapıyı açsalar kıyamet mi kopar?
    • Keenne, insan değiliz de mezbaha kapısında bekleşen öküzleriz.

    Bir ses:

    • Çüşş… Öküz sensin. Söylediği lafa bak be.

    Memur çok geçmeden yetişti:

    • Birbirimizin üstüne binmeyelim! Azıcık sabırlı olalım, daha bir buçuk dakika var.

    Etraftan sesler:

    • Bir buçuk dakika varmış. Sanki şu kapıyı açsalar kıyamet kopar.
    • Dakikaların ne kadar da kıymetini biliriz.

    Hele neyse parmaklık aralandı. Ve yüz kadar yolcu bu daracık geçitten birbirlerini omuzlayıp dürterek deli gibi seyirttiler. Kendimi arka güverte kısmında bir sıra minderinde bulunca:

    • Oh, dedim, dünya varmış.

    Şimdi rahatça etrafımdakileri seyredebilirim. Onlar da bari seyre değer bir şey olsalar neyse… Durmadan fıstık yiyip kabuklarını avucunda biriktiren altmışlık bir Beni İsrail acuzesi, suratı çilli, boynu sargılı yine aynı fasileden bir kadın ve lüfer avcılığından bahseden iki eski İstanbul tipi, durmadan anlatıyor:

    • Efendim lüfer balıkların en kurnazıdır. Bu muhakkak. Bir tarihte Sarıyer’deyim, gece sabaha karşı sandalla dolaşıyorum. Malum a serde gençlik var o zamanlar. Yeni mahalle önünde dalyanlar vardı bilmem hatırlar mısınız?

    Ve muhavere böyle devam ediyor:

    • Haydi, Kadıköy, Kadıköy!

    Vapurdan daima geç çıkmayı adet etmişimdir. Bu defa da öyle yaptım. İskeleye en sonra ayak atan yolcu olmak şerefini muhafaza ettim. Fakat bir de bakayım ki meydanda bir tane otobüs kalmamış. Niyetim (söz aramızda) ucuz olsun diye Kalamış’a kadar otobüsle gitmekti. Kendi kendime:

    • Bu işte de yaya kaldın mı tatar ağası, diye söylenmeye başladım.

    Söylenmek para eder mi? Behemehâl bir vasıta bulmak lazım. O sırada üzeri tenteli tek beygirli bir muhacir arabası çıkagelmez mi?

    Hemen yaklaştım ve iki laf bir pazarlık, atladım.

    Kalamış sahilleri, Moda’dan itibaren binlerce insanla dolmuştu. Öyle ki adeta bana yer kalmayacak diye korktum. Aman Kalamış’tan Fenerbahçe’ni görünüşü. Acaba dünyanın hangi yerinde bu kadar müstesna güzellikler bir araya toplanmıştır? İskelenin önünde çepçevre sahili kapatmış her renkte tenteli ince, oynak, sevimli birçok sandal… Ara sıra bir müşteri yaklaşarak eliyle bir işaret yapıyor ve nereye gideceğini söylemeden sandala kuruluyor. Fener yarım adası da günün bu saatinde adeta uykuda. Uyanık olan yalnız Kalamış tarafı. Burada iskeleden başlayıp deniz hamamları kısmında nihayet bulan bir sahil parçası var ki fıkırdak bir kadın kadar caziptir.

    Karpuz kabuğu düşmeden denize girilmezmiş. Şimdi bu masala kimse kulak asmıyor. Denizin üstü (sade üstü değil) batıp çıkanları da hesaba dâhil edersek altı ve üstü kumralından esmerine, balıketinden şişmanına kadar her renkte, her biçimde Âdem’in oğulları ve Havva’nın kızlarıyla dolu. Kumsal üzerinde serpilip yorgunluk atanlar da başka!

    Dalgalarla boğuşmaktan bitap düşenler sahile döner dönmez yaslanacak bir kadın başı buluyorlar. Hayattaki çetin mücadeleleri bize unutturan da bu sevdalı başlar değil midir?

    İskelenin önünde bir sandala da ben atladım:

    • Çek, dedim, Fenerbahçe’ye…

    Yosun yeşilliğinde suyun üstünden kayarak ilerliyoruz. Uzaktan deniz üstünde çırpınanların sesleri geliyor.

    Fener’in arkasında bir sığlığa yanaştık. Vay… Burada da banyo meraklıları varmış. Fakat bunlar sade banyoya meraklı değil.

    Denizin içinde sevişmeyi tercih edenler, hep buraya toplanmışlar.

    Anadan doğma bir erkek beni görünce iri bir göl kurbağası gibi cumburlop… Kendini suya attı.

    Hemen oracıktan dönmek nazikâne bir hareket olacaktı, ben de öyle yaptım. Üstat Ekrem merhuma koca bir roman yazdıran Fenerbahçe mesiresi, şimdi ihtiyar birkaç ağaç arasında güneşe karşı “Araba Sevdası” kahramanı Bihruz Bey’in neslini ve o neslin kadın şemsiyeleri içine mektup atmayı en büyük muvaffakiyet sayan zavallı erkeklerini düşünüyor gibi idi.

    ANKET!!! [35]

    Evvela dünyanın hangi memleketinde icat edildiğini bilmiyorum ama şu “anket” ismi altında gazetecilerin okuyucularına açtıkları sorgu sual herhalde bizim memleketin mahsulü değildir. Fakat mübarek şeyi kendimize o kadar malettik ki bir müddet sonra ismine de bir kulp takarak büsbütün yerli şekline sokmamız pek muhtemeldir. Anket, bana kalırsa gazetelere yazacak bir şey bulunmadığı zaman ortaya atılan bir çaredir ki bazı ikraz ve istikraz müesseseleri nasıl halktan aldığı parayı halka faizle ödünç veriyorsa gazeteci de kariden aldığı fikri yine karie vermektedir.

    Bu usul “Kâhtı efkâr” olduğu zamanlar cidden iyi netice verebilen bir çaredir. Yalnız itiraf etmeliyiz ki bizim gazeteler (pek ender istisnasıyla) karilere soracakları suali katiyen iyi intihap edememektedirler.

    Efendim! Bir suali ellerine doluyorlar, önlerine gelene onu soruyor. İşte “edebiyat anketi”, işte “çıplak nedir”…

    Bu suallere verilen cevaplar arasında “enteresan” olanları yok değildir ama iş uzayınca halk bıkar ve okumaz.

    Onun için ben bütün aklımı ve mantığımı toplayarak bir anket sistemi tertip ettim. Vakıa bu suretle hareket etmekle pek makbul bir şey yaptığıma kail değilim, lakin eski bir itiyat beni hala akılla harekete icbar etmektedir.

    Benim anket için düşündüğüm sistem şudur. Muayyen ve maruf zevata kendi hususiyetleriyle kabili telif yahut gayri kabili telif ayrı ayrı sualler sormak.

    Her gün bir zatın verdiği cevap neşredilir ve halk hep aynı sualin daima tekerrür etmesi muhtemel olan cevaplarından bıkmış olmaz. Mesela:

    İzzet Melih Bey’e üç sual:

    • Sarımsak sever misiniz ve ne zamanlar yemesini tercih edersiniz?
    • Yaş mefhumu hakkındaki fikriniz?
    • Çok terler misiniz?

    Bu üç sualin pek orijinal olacağını zannederim.

    Nizamettin Nazif’e sorulacak şeyler:

    • Bir nutuk neye mal olur?
    • Bakır Köyüne hiç gittiniz mi!
    • Kimden hoşlanırsınız?

    Peyami’ye sormalı:

    • Gece lambasız rahatlık yerine gitmeye korkmaz mısınız?
    • İki kere iki ne eder?
    • Bir oğlunuz olsa ismini Haşim koyar mısınız?

    Abidin Daver Bey’e:

    • Hiç kürek çektiniz mi?
    • Kürei arzın büyük denizleri hangisidir?
    • Erkek güzel müsabakasına neden iştirak etmediniz?

    Halit Ziya Beyefendi’ye:

    • Hayatınızda hiç küfür ettiniz mi?
    • İnsan kaç yaşına kadar genç sayılır?
    • Bizde kaç nesli edebi sağdır?

    Halil Nihat Bey’e:

    • Şu anda nazım yapsanız bir hicviye mi yoksa bir methiye mi yazarsınız?
    • Şirket vapurlarından köprüye çıkarken kaç defa başınızı güvertenin kenarına çarptınız?
    • Kemençeyi mi viyolonseli mi seversiniz?

    Ali Naci Bey’e:

    • Senenin hangi aylarında Fenerlisiniz hangi aylarında değilsiniz?
    • İkdam’ın baskısı ne zaman “Taymis”i geçecek?
    • Stadyum ne kelime olur?

    Abdullah Cevdet Bey’e:

    • El açıklığı nasıl tedavi olunmalıdır?
    • Ne zaman doktor, ne zaman edip, ne zaman iktisatçı ve ne zaman iratçısınız?
    • Hayatta para sarf etmekten elim ne tanırsınız?

    Etem İzzet’e:

    • Evde tavan süpürgesine ihtiyaç hisseder misiniz?
    • Uykuda horlar mısınız?
    • Heyecansız yazı yazabilir misiniz?

    Celal Nuri Bey’e:

    • Bilmediğiniz lisanlar nedir?
    • Bir kayık mı yoksa bir gazete mi daha hazin batar?
    • Amali erbaadan hangisini sevmezsiniz?

    Selami İzzet’e:

    • Frenkçe eserlerin Türkiye’ye ithali men edilirse ne yaparsınız?
    • Hüseyin Rahmi Bey’le aynı yataklı vagonda bir kompartımana düşseniz ne yaparsınız?
    • Ayaklarınız terler mi?

    İşte numunelerini yazdım. Akıllı bir gazeteci bu sistemi tatbike başlarsa derhal faydasını görür. Şu şartla ki bütün bu zevat cevap vermek lütfunda bulunsunlar.

    KARİ MEKTUBU [36]

    Kızıltoprak

    Şehrimizin güzel sayfiye yerlerinden biri olan Kızıltoprak, Islamur, Fenerbahçe, Kalamış civarı bu sene geçen senekinden daha fazla olarak bir “otomobil ve otobüs” afetinden muztariptir. Kadıköyü’nü muayyen ve dar güzergâhta Fenerbahçe’ye rapteden bu otobüs ve otomobiller, canavarca bir sürat ile seyrüsefer ve teferrüç mahallini tedhiş etmektedir. Binlerce köşkün sahiplerinin huzurunu ihlal eden bu mantıksız sürat müsabakaları birçok kazalara sebebiyet vermektedir. Kadıköy dairei belediyesinin nazarı dikkatini celbederiz.

    SÜLEYMANİYE-İSTANBULSPOR [37]

    Bu hafta Taksim Stadyumu’nda Süleymaniye ile İstanbulspor arasında bir terfi müsabakası yapılacaktır. Birinci küme sonuncusu ile ikinci küme şampiyonu arasında böyle bir karşılaşmanın icrası ve galip gelen takımın birinci kümede kalması esas itibariyle kabul edilmiştir. Malum olduğu veçhile Süleymaniye birinci kümede sonuncu kalmış, İstanbulspor da ikinci kümede şampiyon olmuştu. Bu iki takım iki defa karşılaşacaklardır.

    İZMİR’DEKİ MAÇ [38]

    İstanbul şampiyonu Galatasaray ilk maçını 21 Cuma günü İzmir şampiyonu Altay takımı ile yaptı. Bazı kimseler bu maçın neticesi Türkiye şampiyonluğunu meydana çıkaracak zehabına düşmüşlerdi. İşte şimdi bütün İzmir halkı bu neticeye bir an evvel varılması için sabırsızlanıyordu.

    Stadyum ikiden itibaren dolmaya başladı. Saat 5.15’de alkışlar arasında sahaya çıkıldı. Evvela tribünün önüne dizilen Galatasaray takımı hep birden (Güzel İzmir’in kibar halkı) şerefine üç kerre bağırdılar. Müteakiben karşı tarafı da selamladılar. Biraz sonra Altaylılar da alkışlar arasında sahaya girdiler. Etraftan atlayanlar oyuncuların etrafını aldı. Polisin müdahalesi üzerine bunlar sahadan çıkarıldılar.

    Takımlar ortaya geldi; Daver Bey’in İzmirliler hakkında söylediği birkaç söze mukabil Altay kaptanı Danyal Bey cevap verdi. Bayraklar taati edildi, resimler çekildi.

    Hakemin uzun iki düdüğü oyuncuları davet etti. Biz rüzgârla beraber oynuyorduk. Takımlar sahaya şu şekilde çıktılar:

    Altay: Fehmi, Hilmi, Bürhan, Danyal, Vehbi, Feyzi, Hasan, Vehap, Domeningo, İ.Hakkı, Sezai.

    Galatasaray takımı, Galatasaray-Fener maçında sakatlanan Mehmet Nazif ile Küçük Kemal’den ve son günlerde işinin kesretinden dolayı İzmir’e gelemeyen takım kaptanı Nihat Bey’den mahrum bir vaziyette sahaya şu şekilde çıktı: Rasim, Asım, Burhan, Suphi, Mithat, Vahiy, Mehmet Şadlı, Kemal, Latif, Rebii.

    Takım kaptanı Mithat Bey’di. Hakem İngiliz Mister Fanvler!

    Oyun başladı. İlk akını güzel kesen müdafaa, en kuvvetli tarafları olan sağa doğru uzun bir pas verdi. Müdafiler bunu kolaylıkla kesmeye muvaffak oldu, şimdi Galatasaray biraz vaziyeti düzeltir gibi oldu. Fakat İzmirliler tehlikeli vaziyetlerde kaleye kadar iniyorlardı. Galatasaray cansız. Bir defa saha yabancılığı var.

    İzmir sıcağı da buna inzimam edince isteksiz kaçma ve paslaşmalar baş gösteriyordu.

    Gene hücuma geçiyoruz. Fakat bunları kolaylıkla kesiyorlardı. Sağ taraf muattal, passız. Yirminci dakikada Z.Kemal’in güzel bir pasına Fehmi çıkıyor, fakat Latif daha evvel yetişerek ufak bir plase ile topu kaleye sokuyor. İlk gol ve alkış!

    Şimdi İzmirliler faaliyette! Mithat ortada yalnız. İçler yardım etmiyor, müdafaayı seyrediyorlar. Gene top İzmirlilerde. Vahyi Bey topa çıkıyor. Santrhafları topla beraber müthiş bir yumruk sallıyor. Vahyi yerde. Ağzından, burnundan kan geliyor. Saha harici. Yerine Şakir geçiyor.

    Oyunun son dakikasında sağ açığın ortaladığı topu sol içleri tarafından güzel bir şutla yiyoruz.

    Çılgınca alkışlar…

    1-1 berabere… Bir dakika sonra hakemin uzun düdüğü haftaymı ilan etti.

    Herkes sıcaktan bunalmış. Buzlu sularla yıkanıyorlar. Herkes cansız…

    İkinci haftayma başladığımız zaman, İzmirlilerin seri ve mütevali hücumlarına maruz kalan Galatasaray müdafaası çalışıyor. İşte bu sıralarda havadan pas alan Vehap mütereddit çıkan kalecinin yanından aynı Latif’in attığı golü yaptı. Şimdi İzmirliler daha canlı oynamaya başladılar. Galatasaray da tehlikeli hücumlar yapmaya başladı. İzmir kalesi bombardıman ediliyor, fakat forvetler hiç kaleyi tutturamıyorlar. Sağ taraf gene muattal, Mithat’tan pas alan Latif eşape ile kaleye giriyor. Sağ müdafileri Burhan buna eliyle mani oluyor. İzmir’e penaltı. Şimdi herkeste bir sinir var. Hakem düdük çaldı. Penaltı atılıyor. Hakem bir düdük daha çaldı. Burhan durdu. Hakem baştan attırıyor. Bir düdük daha… Burhan gene durduruldu. Gene baştan denildi. Artık bu sefer hakemin düdüğüne ehemmiyet vermeyen Burhan sıkı bir şut atıyor. Fehmi’nin eline gelen top kurtuluyor. Burhan koşsa atacak fakat hakemin düdüğüne sinirlenmiş.

    Dünyanın hiçbir yerinde bir penaltıda altı düdük çalındığı işitilmemiş bir şey. Bundan şevke gelen İzmirliler daha tehlikeli hücumlar ihdas etmeye başladılar. Soldan gelen bir pasla İsmail Hakkı ilerliyor. Burhan tam yerinde bir çıkış yapıyor. Adam yerde, top ileride. Hakemin düdüğü, penaltı! Vehap atıyor. Rasim yavaş gelen topu tutuyor. Bu sefer biz hücumdayız. Rebii güzel akınlar yapmaya başlıyor. Latif’e gelen paslar hep kaçıyor. Şimdi İzmir kalesi abluka edilmişti. Mütemadiyen şut atılıyordu. Fakat ya Fehmi’nin güzel kurtarışlarıyla karşılaşılıyor veyahut da direk üstü havadan gidiyordu.

    Mithat’tan pas alan Latif şut çekti, müdafileri karşıladılar. Kemal kaptı, şut attı. Top gene geri geldi, bu sefer Rebii güzel bir şutla oyunun son dakikasında beraberlik sayısını yaptı.

    Top santraya geldiği zaman hakemin uzun düdüğü oyuna nihayet verdi.

    İzmirliler pek tabii olarak ahalinin omuzları üstünde sahadan çıktılar.

    Galatasaray’ın böyle berbat oyunu görüşmemiş ve işitilmemiştir. Buna mukabil İzmirliler canla başla çalıştılar. Hatta galibiyet de hakları idi.

    Galatasaray takımı baştan başa hepsi fena oynamakta rekor kırdılar. Altay bir revanş maçı teklif ediyormuş. Kabul edilmesi pek fazla muhtemeldir.

    BİR AŞK FACİASI [39]

    Aliye Hanım’ın kurşunu rakibi olan genç kadına hafif bir sıyrıntıdan fazla bir zarar veremedi. Fakat kendisini manen ne kadar ağır yaraladı!

    Yarın mahkemenin hükmü ne olacaksa olsun, efkarı umumiye denilen göze görünmez büyük kuvvetin pençesi şimdiden zavallı genç kızın yakasına yapıştı, onu içtimai mevkiinden aşağıya çekti ve şüpheli bulanık bir insanlığın efradı arasına attı. Aliye Hanım’ın, bu müthiş akıbeti, göz önüne getirerek, cürmü işlediğine insan bir türlü ihtimal veremiyor.

    Aşk, Darvinist ve Frödistlerin dediği gibi münhasıran tenasüli ve binaenaleyh sadece hayvani bir teheyyüçtür. Aşkın ilk işi vücudumuzun kafesinde, kanunların, terbiyenin ve adetlerin hapsettiği hayvanın zincirlerini çözmektir. Herkes bilir ki aşk mevsiminde birçok hayvanlar yaklaşılmaz bir hale gelir; birçok zararsız böcekler zehirli birer akrep olur.

    İngiliz muharriri Wells’in “Doktor Moro’nun Adası” isimli bir hikayesi var. Mevzuu:

    Bahrimuhitin ıssız bir adasına çekilen dahi bir cerrah, neşter vasıtasıyla ayı, kurt, kaplan ve sırtlanın dimağında bazı tadilat yaparak, azanın yerlerini değiştirerek, onları insan gibi iki ayak üstünde yürür, konuşur, iş görür bile hale getirir. Bu suni insanlar gündüz, birer mazlum uşak gibi efendilerinin hizmetini yaparlar, yemeğini pişirirler, çamaşırını yıkarlar. Fakat akşam karanlığı etrafa basınca ve uzak ormanlardaki hayvanların bağrışmaları duyulunca eski canavarlarda, ilk hüviyetlerinin zalim ruhu uyanmaya ve gözlerinde ispirto alevi gibi yeşil bir ışık yanmaya başlar.

    İnsan tıpkı Doktor Moro’nun bu mahlukati cinsindendir. Aşk onun hakiki hüviyetini meydana çıkarır.

    Bir sokak köşesinden sevdiğini gözetleyen kıskanç ve bedbaht aşıkın çehresinde insan yüzünün evsafından hiçbir eser bulunabilir mi? Şiirin aşka izafe ettiği bütün güzellikler yalandır. Aldatılmış aşık, mezbahadan kaçan ve yolundaki bütün maniaları birer boynuz vuruşuyla deviren gözü dönmüş bir öküzden başka bir şey değil.

    İnsan merhameti hükmünü verirken aşkın insan ruhuna muvakkaten yaptırdığı bu müthiş istihaleyi hesaba katmalıdır.

    BİSİKLETÇİLERİMİZ NEDEN KOŞMUYORLAR? [40]

    Son zamanlarda tedenniye doğru giden sporlardan biri de bisikletçiliktir. 3-4 sene evvel, bisiklet âleminde görülen hararetli faaliyet bu sporun kısa bir müddet içinde inkişaf edeceğini tahmin ettiriyordu. Fakat vakayi tahminin tamamiyle aksine bir netice ihzar etti ve Türk bisikletçilerin en iyileri birdenbire pisti terk ettiler. Bu sporcuların koşu âleminden uzaklaşmaları, onların tesis ettikleri muhitte kati bir inkisar uyandırmış olacak ki yetişmek istidadını gösteren birçok genç bisikletçilerin de bisikleti terk ettikleri görüldü. Bu vaziyetten birdenbire tenhalaştırdığı bisiklet âleminde yegâne hareket amili olarak muayyen firmalara vakfı hizmet etmiş birkaç profesyonel Rum, Ermeni kaldı.

    Bisikletçiliğin, bizim gibi yol itibariyle fakir bir memlekette daha fazla inkişaf etmesi esasen beklenemezdi Fakat vasıl olabildiğimiz nispet ve dereceyi olsun kaybetmemek hem kabil, hem de elzemdi. Bisiklet âleminde görülen hareketsizliğin belli başlı iki sebebi vardır:

    1. Bundan 3-4 sene evvelki faaliyeti Bisiklet Federasyonu reis ve ikinci reisleri olan Muvaffak ve Hüsnü Naili Beylerin şahsi gayretleri idame ediyordu. Bu iki zatın hayati zaruretlerle bu işlerden uzaklaşmaları sporcuları başı boş bırakmış ve faaliyeti tanzim edecek bir başın bu iki zatı istihlaf edememesidir ki bugünkü vaziyeti tevlit etmiştir.
    2. Sporcuların şahsen uğradıkları inkisarın da bu vaziyetin hüdüsunda amil olduğu muhakkaktır. Bunun esbabını ve olimpiyattaki hadisatı evvelce yazmıştık. Mevcut vaziuetin esbabı ne olursa olsun sporcularımızı tekrar harekete getirmek icap eder. Geçen umumi kongrede eline iyi derecelerle teslim edilen Türkiye şampiyonlarının ne olduğu sualine Bisiklet Federasyonu’nun ne cevap vereceğini merak ediyoruz.

    KARADENİZ YOLUNDA [41]

    Galata rıhtımına yaslanmış olan “Ankara” vapurundayım. Saat on sekizde kalkacağız! Beni geçirmeye gelen akraba, dost, talebelerimle vedalaştım.

    Saat tam on sekiz! Vapurun yanında yüklü dört beş mavna var. Vinçler durmadan işliyor, baş ve arka ambarlar mütemadiyen doluyor. Gemiye münasebeti olduğunu kıyafetinden tahmin ettiğim kıranta bir bahriyeliden sordum:

    • Kaçta kalkıyoruz?
    • Belli değil, fazla yük var, bunun arkası alınmadan kalkamayız!
    • Ne tahmin edersiniz?
    • Gece yarısını bulur. Ne kasavet çekiyorsun, sabah Zonguldak’tayız!

    Güvertede dolaşıyorum, burası bir vapur güvertesinden ziyade Taksim bahçesini hatırlatıyor. Hepsi de bir Avrupalı gibi giyinmiş münevver bir zümre mezelerle süslü rakı masalarının etrafında bir şarklı ruhuyla dem çekiyor. Görüyorum ki şairin:

    İşi nuş eyle bugün amma gamı ferdayı

    Sana ısmarladılar mı bu yalan dünyayı

    Beyti kıymetini hiç kaybetmemiş. İçtiler, içtiler neşelendiler, gevrek gevrek güldüler. Hallerine gıpta ettim. Kendimi onların yanında pek “ham ervah” buldum.

    Saat 20.30!

    Yemek kanpanası sohbete dalmış olan yaranı ba sefanın keyfini kaçırdı. Benim ise yüzümü güldürdü. Deniz havası karnımı acıktırmıştı. Yemek salonu bir ecnebi vapurundan daha süslü, hele lompionlar çok şık ve zarif. Lacivert pantolon beyaz ve yemiz keten bluzlu, yüzleri düzgün ve traşlı, saçları taranmış garsonlar büyük bir maharetle yemek dağıtıyor. Avrupa’ya deniz tarikiyle pek çok gidip geldiğim için bir mukayese yapabilirim. Hani bazı güzel Fransızca veya İngilizce söyleyen Türkler vardır ki ecnebiler onlara “Siz hakiki Türk müsünüz?” diye sorarlar ve inanmak istemezler. Bana da öyle oldu. Kahvemi getiren gence “Siz Türk müsünüz?” demeye mecbur oldum ve “Evet!” cevabı göğsümü kabarttı. Garsonluğu hakir görüp bunu herkesin yapabileceği bir iş zannedenler aldanırlar. Çünkü onlar temiz bir fincanla, temiz bir adamın elinden içmenin zevkini takdir etmezler. Garsonlardan biriyle konuştum.7

    • Siz nerelisiniz?
    • Şehir çocuğuyum.
    • Tahsiliniz?
    • Lisenin sekizinci sınıfına kadar okudum!
    • Bu meslekten memnun musunuz?

    Biraz gülümsedi.

    • Memnunun! Fakat…
    • Fakati ne?
    • Parası çok az! Kazanç vergisi ve saire çıktıktan sonra elime 19 Lira geçiyor. Dün akşam ikide yattım. Bu sabah da beşte kalktım. İki üç saat uyudum. Ben işten yılmıyorum fakat beyim kazanç sa’ya tekabül etmediği için başka bir iş bulunca çekileceğim.

    Yemekte yolcuları eğlendirmek için “Sahibinin Sesi” çalıyor. Ne yazık ki plakların hepsi de elem, dert, kahır veren ahü vahla dolu. Ekseriyet ondan zevk aldığı için susup katlandım

    Saat 22!

    Güvertede şezlonga uzandım. Hava sakin, parlak bir mehtap var. İstanbul yavaş yavaş uykuya dalıyor. Ayasofya, Sultan Ahmet, Yeni Cami minareleri esmer birer sütun gibi semaya doğru sivriliyor. Gecenin bu tatlı sükunetinde tatlı hülyalara daldım, hatta biraz kestirdim. Bir bağrışma ile kendime geldim. Mavnadan tiz ve pürüzlü bir ses:

    • Beybaba bindireceksin!

    Bizi rıhtımdan ayıracak olan (Gayret) römorkörü rampa etti.

    Gaflet bastırdı, kamarama çekildim, soyunup yattım.

    BUGÜN BÜYÜK ATLETİZM BAYRAMI VAR [42]

    Bugün Taksim Stadyumu’nda memleketimizde ilk defa yapılan muazzam bir atletizm hareketine şahit olacağız. Atletizm Federasyonu ile mıntıka atletizm heyetinin müştereken tertip ve izhar ettikleri bu müsabakalara 230 atletin iştirak edeceğini söylemek bugünkü atletik bayramın mahiyeti hakkında bir fikir vermeye kifayet eder.

    Muhitimizde layık olduğu inkişaf haddini bir türlü bulamayan atletizmi çırpındığı müşkülat içinden çıkarmak ve halka sevilmeye değer bir spor olarak takdim etmek lüzumunu takdir eden alakadar teşekkülün faaliyeti mahalline masruf bir himmet teşkil etmektedir.

    Müsabakalara iştirak için kaydedilen 230 atletin 85ini gayri müttefik atletler teşkil etmektedirler. Atletizm federasyonu, yapılacak müsabakaları her şeyden evvel cazip ve muazzam bir hareket haline koymak için gayrimüttefik atletlerin de müsabakalara iştirakine müsaade etmiş ve bu suretle hiç şüphesiz çok şayanı takdir bir isabet göstermiştir.

    Bu müsabakalara Galatasaray’dan maada bütün kulüpler iştirak etmektedirler. Galatasaraylı atletlerin bu müsabakalara iştirak etmeleri esbabını gerek bu organizasyonu idare edenlerin noktai nazarından, gerek Galatasaray atletizm kaptanı Besim Bey’in ağzından izah etmiştik.

    Galatasaraylıların bugünkü müsabakalara iştirak etmemesi artık bir emri vaki olduğuna nazaran bu işi tahlile uğraşmak lüzumsuz bir dedikoduya zemin ihzar etmekten fazla bir kıymete sahip olamaz. Yalnız Galatasaraylı atletlerin herhangi bir feragat bahasına olsa bile birçok ecnebi atletlerin iştirak edeceği bu müsabakalara girmeleri icap ederdi.

    Müsabakalara öğleden evvel başlanacak, finaller umumiyetle üçten sonra yapılacaktır.

    HAYRET [43]

    4 Yaşındaki Erkek Öldü

    Dört yaşındaki delikanlı Mehmet evvelki gece sabaha karşı Şişli Etfal Hastanesi’nde vefat etmiştir.

    Esasen Mehmet bir haftadan beri rahatsız bulunmakta ve hemen her gün baygınlıklar geçirmekte idi.

    Buna rağmen bir Musevi müteşebbis çocuğu Amerika’ya götürmek için uğraşmakta ve bunun için Dervişzade ile bu Musevi arasında müzakerat cereyan etmekteydi. Bir hafta evvel hastalanan Mehmet çocuk mütehassısı Ali Şükrü Bey’e götürülmüştür. Ali Şükrü Bey çocuğu muayene etmiş ve ilaç vermiştir.

    Salı akşamı Mehmet’in hastalığı fazlalaşmış ve neticede çocuk bayılmıştır. Mehmet derhal Etfal hastanesine kaldırılmışsa da o esnada tamamıyla kendinden geçmiş bulunuyordu.

    Mehmet’in bu baygınlığı devam etmiş ve biçare delikanlı sabaha karşı bu dünyadan çekilip gitmiştir.

    Yapılan fethi meyit neticesinde Mehmet’in bütün garibeleri üzerinde topladığı görülmüştür.

    Mehmet’in karaciğeri solda, kalbi sağda olduğu anlaşılmıştır. Bütün dahili cihazları da böyle terstir.

    VEFASIZLIK! [44]

    Dört yaşında erkek olan zavallı Mehmet üç gün evvel vefat ettiği halde gazetelerin hala haber alamayışlarına ne dersiniz? Vefasızlık değil mi? Şimdi gelin de nazara itikat etmeyin. Merhumu teşhir için bir Musevinin 20.000 lira vermek üzere olduğu şayi’di. Eğer Mehmet parayı aldıktan sonra ölseydi, Musevinin de arkasından gideceği tabii idi.

    KEMALİZM [45]

    Herkes gibi ben de Milliyet’teki anketi merak ve heyecanla takip ediyorum. Bu merak ve heyecana sebep Gazi’nin en büyük eserinin ne olduğunu anlamak, bilmek endişesi değildir. Zira bu eser ne olursa olsun, ne kadar büyük olursa olsun gene Gazi kelimesinin gözümüz önünde çizdiği insan resmi ne kadar büyük, muhabbetli ve engin olamaz. Anın içindir ki onu yakından seyir ve temaşa edenlerin yüreğinde Kemalizm sevgisi Cumhuriyet sevgisine muvazidir. Biz Cumhuriyeti umumi manası ile yalnız bir rejim şekli, bir doğruluk ve iyilik mefhumu olarak telakki etmekle kalmıyoruz, biz “Mustafa Kemal Cumhuriyeti’ni”dir ki imanımızın alevden bayrağı gibi kalbimizin zirvesinde dikili tutuyoruz. İşte, bizce bu devre esnasında Türk sanatkârlarına, Türk mütefekkirlerine (bir kelimede) Türk güzidelerine düşen yegâne vazife gelecek nesillere bu bayrağı olduğu gibi devir ve teslim edebilmektir.

    Bu memlekette, politikanın ve rejim, idare sistemi umdelerinin fevkinde bir Kemalizm mezhebinin kök budak salması ve ilelebet payidar olması lazımdır. Tarih bunu tespit ve temine kâfi bir vasıta, bir alet değildir. Bunun ayrıca kendine mahsus bir kitabı ve bir mabedi olmalıdır.

    Rusya’da Marksizm ve Komünizm’den başka (bittabi bunlara muvazi olarak) bir de Leninizm nuzhebi vardır. Gündelik politika haricinde yaşayanların (yani asıl milletin, asıl halkın) inandığı inkılap prensibi budur. Yeryüzündeki bütün siyasi ve içtimai müesseselerin hayatı fanidir. Ne ebediyen devam eden bir İmparatorluk, ne hiç yıkılmayacak bir meşrutiyet vardır; günün birinde belki komünizm de geçirmekte olduğu birçok istihaleler neticesinde büsbütün başka bir şekle girecektir. Fakat bunun babası, bunun banisi olan adamın mezarı büyük inkılap prensiplerinin yegâne kaynağı ve büyük inkılapçıların yegâne ziyaretgâhı olarak kalacaktır.

    Fransa’da her imparatorcu Bonapartisttir, fakat her Bonapartist imparatorcu eğildir ve Napoleon ancak bu böyle olduğu içindir ki insaniyet tarihin göbeğinde yarım ilahlarla, bütün ilahlar arasında yatıyor. Gazi’yi bekleyen ebediyette böyle bir ebediyettir. O bizim malımız olduğu kadar insaniyetin de malıdır. Tarihi umumide Türkiye faslından hariç, ayrı ve başlı başına bir Mustafa Kemal faslı açıldığını şimdiden görüyoruz.

    Onun içindir ki bizim de umumi hayatımızda başlı başına, her umdeden, her siyasi mezhepten ayrı bir Kemalizm faslının açılması ve bunun insani ve vicdani bir iman haline girmesi lüzumu pek tabiidir.

    SENELİK ATLETİZM MÜSABAKALARI [46]

    Galatasaraylılar Müsabakalara Girmediklerinden Birçok Yarışları Rumlar Kazanmıştır

    İstanbul Atletizm Heyeti tarafından tertip edilen senelik atletizm teşvik müsabakası dün Taksim Stadyumu’nda yapılmıştır.

    Bu müsabakalara Beşiktaş, Fenerbahçe, Harbiye, İstanbulspor kulüplerine mensup atletlerden maada Beyoğlu’nun Rum kulüplerine mensup atletler de iştirak etmişlerdir.

    Havanın çok rüzgârlı ve sahanın tozlu olmasına rağmen müsabakalar oldukça muntazam şekilde yapılmıştır. Müsabakalara memleket spor hayatında çok mühim bir mevkii olan Galatasaray atletleri iştirak etmemiştir. Galatasaraylılar, müsabakalar için tertip edilen programı beğenmemişler, bunun fenni bir kıymeti olmadığını ileri sürerek müsabakalara girmekten istinkâf eylemişlerdir. Fenni bir heyet tarafından atletizm antrenörünün reyi alınarak tertip edilen programın fenni bir kıymeti olmadığını iddia ederek müsabakalara girmeyen Galatasaray atletleri, bütün müsabakalarda Rum atletlerinin hemen her birinci ve ikinci geldiklerini saha kenarından sadece seyretmişlerdir.

    Galatasaraylı atletler dünkü müsabakalara iştirak etse idiler netice çok başka olacak, Rum atletleri bu muvaffakiyeti elde edemeyeceklerdi. Galatasaraylılar yalnız 100×4 ve 400×10 bayrak yarışlarına girerek büyük farkla birinciliği almışlardır.

    (…) Müsabakaların neticesi Rumların lehine bitmiştir. Bunun sebebi de yukarıda yazdığımız gibi Galatasaraylıların müsabakalara iştirak etmemeleri olmuştur.

    Galatasaraylıların bu istiğnasına mukabil yeniden atletizm hayatına atılan Fenerbahçe kulübü dünkü müsabakalara birçok atlet göndermiştir. Fenerli atletler henüz müptedi olmakla beraber dün iyi neticeler almıştır.

    İKİ BAYRAK HADİSESİ [47]

    İstanbul’da bir Rum mektebinde saklanmış Yunan bayrağı bulunurken geçenlerde Murat Paşa’nın kemiklerini Lehistan’a götüren vagondaki Türk bayrağını, Edirne’den evvel Yunan toprağında bir Yunan zabiti indirmek istiyor. Şu iki bayrak hadisesindeki küstahlığın derecesine ve müşabehetine bakınız.

    Yunan tinetindeki betmayeliği bir kere daha gösteren bu hadise dört beş milletin sandukası önünde, hürmetle eğildiği bir asker kemiklerinin nakline memur Leh zabitlerini de iğrendirmiştir. Öyle iken İstanbul’da bir Rum mektebinin dolabından neler çıkmıyor.

    Beyoğlu’ndaki Ayatryada kilisesinin mektebinde bundan bir müddet evvel maarif müfettişleri bir Yunan bayrağı buluyorlar ve bunu bir raporla Ankara’ya gönderiyorlar. Öyle bir mektep ki talebesinden biri kitabından büyük Gazi’nin resmini, ancak o mektep havasında yetişen, neşvü nema bulan bir zihniyetle yırtıyor. Bu mektep bugün açıktır ve Rum çocukları orada okuyorlar. Hâlbuki öbür taraftan bir Yunanlı zabit bir saat içinde kendi topraklarından mecburen geçecek bir cenaze vagonundan bayrağımızı indirmeye kalkıyor ve Leh heyetini indirmeye mecbur ediyor.

    Dost düşman şu iki hadise karşısında Yunanlının ne demek olduğunu öğrensinler. Biz ise onları çok iyi tanırız.


    [1] 1 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [2] 2 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [3] 2 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi (Topluiğne)

    [4] 3 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [5] 4 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [6] 5 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi

    [7] 6 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [8] 6 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [9] 6 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [10] 7 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [11] 7 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [12] 8 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [13] 8 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [14] 9 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi

    [15] 10 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [16] 11 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi (Mehmet Asım)

    [17] 12 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [18] 12 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 12 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi (Topluiğne)

    [20] 13 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [21] 14 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Sadun Galip)

    [22] 15 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [23] 16 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [24] 16 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [25] 17 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [26] 18 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [27] 18 Haziran 1929 –Cumhuriyet Gazetesi

    [28] 19 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [29] 20 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [30] 20 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [31] 21 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 21 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [33] 22 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [34] 22 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (M.S.)

    [35] 22 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [36] 23 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [37] 24 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [38] 25 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [39] 26 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [40] 26 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [41] 27 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Selim Sırrı Tarcan)

    [42] 28 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 28 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi

    [44] 28 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [45] 28 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

    [46] 29 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [47] 30 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

  • İlk Millî Temasın Fotoğrafları

    İlk Millî Temasın Fotoğrafları

    Bugün ilk millî maçımızın 100. yıl dönümü… Dönemin meşhur dergisi Spor Âlemi, 5 Kasım 1923 tarihli sayısında, yine bize bir hazine sunuyor: İlk Millî Temasın Fotoğrafları! Keyifli seyirler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu